29 Eylül 2023 Cuma

Prof. Dr. Aykut Çoban: İklim değişikliğinin nedeni kapitalist üretimdir

 

29 Eylül 2023 04:20


AKP’nin meclise getirmeye hazırlandığı İklim Kanunu Taslağını sorduğumuz Prof. Dr. Aykut Çoban, “Bu taslağın, sermayenin beklentilerini karşılamaktan başka amacı yok” dedi.



Fotoğraf: Unsplash



 

Özer AKDEMİR
İzmir

AKP hükümetinin uzun süredir üzerinde çalıştığı İklim Kanunu Taslağı’nın önümüzdeki günlerde TBMM’nin açılması ile gündeme getirilmesi bekleniyor. Bu İklim Kanunu hangi ihtiyaç üzerine çıkarılmak isteniyor? İçinde neler var? AKP’nin bu kanunun çıkarmaya iten güdü Küresel iklim değişikliğine karşı harekete geçme mi başka bir şey mi? Peki kanunun bu haliyle soruna yönelik bir çözüm üretme gücü var mı? Tüm bu soruları Ankara Üniversitesi SBF Kent ve Çevre kürsüsünden KHK ile uzaklaştırılan ve şu an akademik çalışmalarını yurtdışında sürdüren Prof. Dr. Aykut Çoban’a sorduk.

AKP BU YASAYI NEDEN ÇIKARMAK İSTİYOR?

AKP hükümetinin 2021 yaz aylarından bu yana bir iklim kanunu hazırlığı içinde olduğunu belirten Çoban, AKP’nin yirmi bir yıllık iktidarı boyunca iklim konusunda bir düzenleme yapmaktan ve adım atmaktan sürekli kaçındığını dile getirdi. 2015 tarihli Paris İklim Anlaşması’nın altı yıl gecikmeyle, 2021 yılı Ekim ayında onayladığını hatırlatan Çoban AKP’nin iki yıldır, iklim konusunda adım atıyor görünmesini birkaç nedene bağlıyor. “Birincisi, Paris Anlaşması’nın onaylanması sürecinde de gördüğümüz gibi, büyük sermayenin bu yöndeki talepleridir. Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakatı kabul etmesiyle birlikte, AB fonlarından Türkiye’nin yararlanması iklimle ilgili bir politika çerçevesinin oluşmasını gerekli kılıyor. Dahası, AB’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi’ni yürürlüğe koyuyor olması, Avrupa ülkelerine ihracat yapan Türkiye sermayesinin karbon emisyonları nedeniyle göz ardı edilemeyecek bir mali yükle karşılaşması sonucunu doğuracak. Şirketleri bu yükten kurtarmak için Türkiye’nin, ihracatçı şirketlerin karbon emisyonlarını azaltıyormuş gibi göstermesi gerekli”

AKP iktidarının iklim politikası oluşturuyormuş gibi yapmasının ikinci nedeninin uluslararası mali sermayenin oluşturduğu iklim fonu havuzundan yararlanma beklentisi olduğunu kaydeden Çoban, “Uluslararası mali sermaye, iklim politikalarına meraklı olduğu için değil de kullanıma açtığı kaynağın siyasal ve toplumsal riskleri giderilmiş olarak geri ödenebilmesi için “öngörülebilir iklim politikaları”nın oluşturulmasını şart koşuyor. Uluslararası mali kaynaklar ve iklim politikası ilişkisi hafife alınmasın” ifadelerini kullandı

PASTADAN PAY KAPMAK

Çoban, Türkiye’nin gelişmiş ülke kategorisinde yer aldığı için Yeşil İklim Fonu’ndan mali destek almaya ehil sayılmasa da kalkınma-yatırım bankaları, 130 trilyon dolarlık fon havuzu gibi başka birçok kaynaktan “iklim finansmanı” elde edebileceğini kaydetti. Cumhurbaşkanlığının, Paris Anlaşması’nın onaylanması sürecinde üç milyar dolarlık bir finansman desteği sağlandığını açıkladığına dikkat çeken Çoban, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de iklim kanunu taslağı basına sızdıktan bir süre sonra, Dünya Bankası’ndan 35 milyar dolarlık bir kredi almayı planladıklarını, bunun “yeşil dönüşüm başta olmak üzere reel sektörün yeni yatırımlarında kullanılabileceğini” duyurduğuna işaret etti.

YOKSUL HALKA KARBON VERGİSİ “MÜJDESİ”!

İklim Kanunu çıkarılmak istenmesinin bir başka nedeninin de Türkiye’nin uluslararası iklim yükümlülükleriyle ilgili olduğunu belirten Çoban, “Türkiye İklim Sözleşmesi’ne, Kyota Protokolü’ne ve Paris Anlaşması’na taraf. Her ne kadar Türkiye gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımını kullanarak emisyon azaltımı konusunda yükümlülük üstlenmek istemese de son otuz yılda emisyonları yüzde 130’dan fazla artan bir ülke. Yine de uluslararası iklim rejiminin öngördüğü emisyon azaltımı konusunu pek abartmamak gerekir, çünkü bağlayıcılığı zayıf kurallar, “niyet beyanı” gibi yumuşak ifadelerle ülkelere anlaşmaların gereklerini yerine getirmeyecek boşluklar, esneklikler tanınmış durumda. AKP iktidarının iklim konusunda adım atıyor görünmesinin dördüncü gerekçesi de önümüzdeki yıl için yoksul halka “müjde”si verilen karbon vergisinin getirilmesiyle ilgilidir” dedi.

İKLİM POLİTİKASI VARMIŞ GİBİ…

İklim kanunu teklifini, “dostlar alışverişte görsün” yasası olarak niteleyen Çoban’a göre etkili, sonuç alan, hedefi, araçları, yaptırımları saptanmış bir iklim politikası belirlemeksizin, bir iklim politikası varmış gibi gösterilmek isteniliyor. Çoban; “Bu yasayla iklim finansmanı sağlayan uluslararası mali sermayenin beklentilerinin karşılanacağı düşünülmüş olabilir. “Dostlar alışverişte görsün” yasası dememin ikinci gerekçesi de teklifin bir karbon alışverişi, karbon ticareti öngörmüş olmasıdır. Karbon ticareti, AB’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi düzeneğine Türkiye şirketlerinin uyum sağlama hedefini güdüyor olabilir” şeklinde konuştu.

"EMİSYON BEDELİ ŞİRKETLERİ ZORLAMIYOR"

Emisyon izin belgeleri ticaretinin başta AB olmak üzere çeşitli ülkelerde uygulanan bir sistem olduğunu aktaran Çoban, sistemin işlemesine dair şu bilgileri verdi; “Şirketlere bir ton emisyon başına kirletme izin belgeleri bedelsiz dağıtılır. Bir şirket bir yıl içinde elindeki izinden daha çok emisyona neden olmuşsa fazla her bir ton emisyon için gerekli emisyon izin belgesini piyasadan, başka şirketlerden satın almak zorundadır. Kanun teklifinde, izin verilen emisyon için bir tavan belirlenmiş değil. Bu tavanı yasanın uygulama yönetmeliği çıktığında görebiliriz. AB’de bir tavana uygun olarak şirketlere emisyon izni verilir. Emisyon ticaretinde beklenti, pazardan satın almanın emisyonu azaltmaktan daha pahalıya mâl olması sonucunda şirketin satın almak yerine emisyonunu azaltacak, izin verilen sınıra çekecek teknoloji, enerji, ürün değişikliği vb. üretim sürecinde dönüşümlere yatırım yapmasıdır. Dünyadaki uygulamalar bu yöne girildiğini göstermiyor, çünkü emisyon belgesi pazar fiyatı şirketleri zorlamıyor.”

"ÇÖZÜM ÜRETEMEZ"

Emisyon ticareti politika aracının asıl sorununun, gerçek emisyonları azaltmak yerine satın alınan belgelerle muhasebe denkleştirilmesi yapılması olduğunu belirten Çoban, çeşitli araştırmaların emisyon ticareti sisteminin gerçek emisyonların azaltılmasında çok etkisiz kaldığını gösterdiğini dile getirdi. Çoban; “Dünyada uygulanan iklim politikaları emisyonlara ve emisyon denkleştirmeye odaklandığı için çözüm üretmekten çok uzaktır. Emisyona odaklı iklim politikası çözüm üretemez çünkü karbon emisyonları sonuçtur. İklim değişikliği sorununun gerçek nedeni kapitalist üretimdir, özel mülkiyete ve bireysel kullanıma dayalı olarak tüketimin azdırılmasıdır, sürekli artan enerji talebinin fosil olsun yenilenebilir olsun ekosistemlere ve halklara yıkım getiren enerji sistemleriyle karşılanmasıdır, demokratik planlamanın ve kolektif işçi denetiminin bulunmayışıdır” diye konuştu.

"KANUNDAKİ SÖZCÜKLERNİYETİ AÇIĞA VURUYOR"

Çoban, iklim kanunu teklifi içinde geçen “yeşil büyüme, yeşil kalkınma, emisyon ticareti, gönüllü karbon piyasası, karbon kredisi iklim finansmanı, finansal kaynaklar, teşvikler, karbon fiyatlandırma, karbon denkleştirme, denkleştirme sertifikası, karbon vergisi…” gibi sözcüklerin bile “iklim” kanunu teklifinin bir ticaret kanunu kıvamında oluşturulduğunu gösterdiğine işaret etti.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE KİMLER NEDEN OLUYOR?

Yalnızca emisyon verilerine bakıldığında bile Türkiye’de iklim değişikliğine neden olanların nüfusun yüzde birini, ikisini oluşturan sermaye sınıfları olduğunun görüleceğinin altını çizen Çoban, “Dünya Eşitsizlik Lab.’ının verilerine göre, Türkiye’de yıllık salımlar bakımından, yoksul yüzde 50 nüfusun kişi başına salım miktarı yaklaşık 3 ton iken, yüzde 10’luk dilimi oluşturan zenginlerin salımları ise kişi başına 22 tondan fazladır. Elde bir istatistik olmamakla birlikte en zengin yüzde birlik dilimle en yoksul kesim arasındaki kişi başı emisyon farklarının olağanüstü düzeyde bir eşitsizlik sergilediğini öngörmek zor olmasa gerek. Böyle bir ekolojik ve iklimsel eşitsizlik veriliyken iklim sorununu yaratan sermaye sınıflarını sınırlandıran, sorundan etkilenen işçi sınıfını gözeten, emekle sermaye arasında ekolojik eşitsizliklerin belirmesine engel olan sosyo-ekolojik politika araçları, yasa teklifi taslağında hiçbir biçimde yer almıyor. Teklifin şirketlere getirdiği yaptırım, değişen miktarlarda idari para cezalarıdır. O kadar ki, teklifte “her bir ton karbondioksit eşdeğeri emisyon miktarı başına 10 TL” yani bir simit parası, para cezası kesilmesi öngörülmüştür!” dedi.

"KARBON VERGİSİ YOKSUL HALKIN SIRTINA YIKILACAK"

Geçtiğimiz günlerde duyurulan karbon vergisinin de işçi, emekçi, yoksul kesimlerin üstüne bindirilen bir mali yük olacağını belirten Çoban, “AKP hükümeti bugüne değin sermaye sınıflarının çıkarlarını gerçekleştiren politikaları yürürlüğe soktuğu için karbon vergisini de işçi sınıfının lehine yeniden bölüşümcü düzeneklerle uygulamayacak, karbon vergisi yükünü sermayenin üstüne değil tam tersine yoksul halkın sırtına yükleyecektir” ifadelerini kullandı.

"ADİL GEÇİŞTEN GEÇERKEN SÖZ EDİLMİŞ"

Teklif metninde “adil geçiş” terimine de yer verildiğini belirten Çoban, “ama nereye, nasıl bir adil geçiş olacağına, işçilere hangi güvencelerin sağlanacağına dair bir düzenleme yapılmamıştır. Türkiye’de adil geçiş, işçilerle, sendika örgütleriyle ekoloji mücadelesi örgütlenmelerini birbirine karşı kışkırtma, düşmanlaştırma politikası aracıdır” şeklinde konuştu.

"AMAÇ SERMAYENİN BEKLENTİLERİNİ KARŞILAMAK"

İklim kanunu teklifinde işçi, emekçi sınıfın dışlanmış olmasının başka bir göstergesinin de teklif taslağının merkeziyetçi yapısı olduğunu aktaran Çoban, “Bu haliyle iklim kanunu teklifi, iklim sorununa herhangi bir çözüm politikası üretemez, sermayenin beklentilerini karşılamaktan başka bir amacı gözetmediği anlaşılmaktadır, sermaye ve emek arasındaki iklim eşitsizliğini ve adaletsizliğini daha da derinleştirir, iklim finansmanı adı altında işçi, emekçi, yoksul halkın üzerine binen dış borç yükünü artırır, ekosistemler ve iklim üzerindeki yıkımı yoğunlaştırır” dedi.

 

28 Eylül 2023 Perşembe

"Yanık Ülke"yi yakan atık tesisi! Kula - 2. BÖLÜM / ÇEPEÇEVRE YAŞAM



🌳ÇEPEÇEVRE YAŞAM Kula-Salihli UNESCO Jeoparkının yanıbaşındaki atık tesisini köylülerle konuştuk; Kuladokya'yı, bazalt sütunları ve Homo Erectus Vadisi'ni görüntüledik 🕘'in hazırlayıp sunduğu #ÇepeçevreYaşam 21.00'de Evrensel'de



Kemalpaşa Ansızca köylüleri: Baraj inşaatı doğa katliamına dönüştü

 

28 Eylül 2023 04:34


İzmir Kemalpaşa’nın Ansızca Köyünde yapımı süren baraj projesine tepki gösteren köylüler doğal alanlarının tahrip edildiğini ve onlarca ağacın kesildiğinden yakındılar.

 


Fotoğraf: Ansızca köylüleri

 

Özer AKDEMİR
İzmir

İzmir Kemalpaşa’nın Ansızca köyünde yapımı devam eden DSİ 2. Bölge Müdürlüğü tarafından “İzmirlilere müjde” olarak duyurulan iki barajdan biri olan Ansızca barajına köylüler tepkili. Gazetemize baraj inşaatı ile ilgili fotoğraf ve video gönderen köylüler, ormana girişin yasaklandığını ve bölgede halen kaya sökümünün devam ettiğini dile getirdiler. Baraj inşası için onlarca ağıcın kesildiğini söyleyen köylüler, “Baraj ile binlerce yılda oluşan ve onlarca canlıya ev sahipliği yapan Ansızca köyümüzün doğası katlediliyor. Köylünün tarla sulama ihtiyacı giderilecek denilerek yapılan projede onlarca ağaç kesildi ve kayalar patlatılarak yok edildi” dediler.

KANYONA GİDEN SU KESİLEREK BARAJA YÖNLENDİRİLDİ

Ansızca’nın kanyonu ile tanındığını belirten köylüler, “Köyün kanyona giden suyu kesilerek baraja kaynak oluşturuldu. Daha önceki yıllarda da lojistik adı altında köylünün tarım arazileri zorla satın alınarak binlerle ağaç kesilmiş ve betona mahkum edilmişti. Köylünün tarım arazilerinin umurlarında olmadığı çok belli. Sadece bir avuç çıkar grubunun kârı için Ansızca köyü ağaçsız, deresiz, dağsız ve cansız bir yere dönüştürülmek isteniyor” şeklinde konuştular.

TÜM CANLILAR İÇİN DUYARLILIK BEKLİYORUZ!

Köylüler, sadece kendilerinin değil bu doğada yaşayan, nefes alan tüm canlılar için baraj inşaatının bir katliam halini aldığını belirterek, buna karşı duyarlılık beklediklerini ifade ettiler. Köylülerin gönderdiği video ve fotolarda ormanın içinde geniş bir bölgenin tahrip edildiği ve onlarca ağacın kesilerek istiflendiği görülüyor.

Ansızca (diğeri Yiğitler barajı) Barajında bu yıl içinde su tutulması planlanıyor. 410 bin m3’lük gövde dolgusuna ulaşacak olan baraj ile 1540 dekar arazinin sulanması planlanıyor. Temelden yüksekliği 45 metre olacak barajın 1 milyon 70 bin m3 depolama hacmine sahip olacağı ileri sürülüyor.

 https://www.evrensel.net/haber/499870/kemalpasa-ansizca-koyluleri-baraj-insaati-doga-katliamina-donustu

24 Eylül 2023 Pazar

Kula-Salihli Jeoparkı: Kimi bulamaz kimi değerini bilemez! (Pazar yazısı)

 

24 Eylül 2023 04:22





Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

     


Çamların altında soluklanırken önümde uzanan ovayı kuş bakışı izliyorum. Adala Kanyonu ve daha ilerisine kadar giden ova simsiyahtı! Boşuna “Yanık Ülke” demiyorlar Kula’ya... Ovanın tam ortasında sarışın bir ada var. Lavlar birazcık yüksekte kalan tepeciğin etrafını sarmış ama yutamamış. O kıyamet günlerinde bu adacığa sığınan canlıları düşünüyorum. Hayatta kalmışlardır bu birkaç dönümlük toprak parçasının üzerinde. Ya sonrası…

Günlerce süren patlamalar ve erimiş köz halinde akan lavlar onların yaşamalarına ne kadar izin vermiştir ki? Su bulabilmişler midir o küçücük adacıkta? Ya yiyecek?

Bazılarının lavlardan kaçmaya çalıştıklarını biliyoruz. Ayak izleri var o günden günümüze kadar gelen. Belki de patlamaların durduğu ve lavların soğumaya başladığı bir zamanda, her şeyi göze alarak yaşama yürümüşlerdi...

Bu 12 bin yıllık insan ayak izlerinden birisini Adala’daki belediye binasında görmüştüm yıllar önce. Yıpranmış belediye binasının ikinci katında, koridorun bir köşesine konulmuş kare şeklinde, ahşap çerçeveli bir kasanın içinde sergileniyordu. Kilde kalan ayak izlerinin etrafına sönmüş volkan tüfleri konulmuştu.

TÜRKİYE’NİN EN SON SÖNEN VOLKANI

Türkiye’nin en son sönen volkanı olan Sandal köyü yakınındaki Divlit Yanardağı’nı öğle sıcağı her yanı kavurmamışken tırmandık. Eylülün ortasına gelmiş olsak da günler serinlemek bilmiyor bir türlü.

Şimdi “mahalle” olarak geçen Sandal’ın eski belediye binasının önündeki kahvede, yaşlı çınarların altında bir çay içimi oturduk. 13 yıl önce, bu kahvede yapılan toplantıda, beldeye birkaç kilometre uzaklıkta yapımı süren endüstriyel atık depolama-bertaraf tesisi konuşulmuştu. Biz de gazete olarak oradaydık. Divlit Yanardağı’nın hemen karşısında, İzmir-Ankara yolunun öte yakasındaki tesislerin çevre ve insan sağlığına vereceği zararlara dair uzmanların anlattıklarını dinleyince “Yanık ülke asıl şimdi yandı” başlığını atmıştık haberimize.

Gerçekten de tesisler açıldıktan bir yıl sonra işletmeye 2 kilometre uzaklıktaki Esenyazı köylüleri isyan etmiş, ellerinde çürüyen üzümleri, nohutları, meyveleri ile Kula’da şehir meydanında yürümüşlerdi.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

13 YIL SONRA AYNI YERDE

Aradan 13 yıl geçtikten sonra, Sandal’a gitmeden önce sağa sapıp Süreko atık tesislerinin önündeki yoldan, Esenyazı köyüne doğru gittik. Tarlaların ortasında bir ur gibi büyümüş olan atık tepesinin kokusu nedeniyle aracımızın camlarını kapatmak zorunda kaldık! Durum bu kadar vahimdi yani!..

Sandal’da, içi plastik su şişeleri ve çer çöp ile dolu, kirli yeşil su dolu havuzun kenarında bir çay içimi otururken, o günlerden çok bugünü konuştuk. Sandal Çevre Platformundan Recep Erkol “Ne yapıp ettiysek köylümüzü ikna edemedik. Neylersin ki, o dönem bize ‘bunlar solcu-komünist” diyenlerle bugün aynı zehri soluyoruz” diye anlattı tesislerin yöredeki etkisini. Recep olmasa, 2013 yılında jeopark ilan edilen bölgedeki ilk durağımız olan Sandal Divlit Konisi’ne neredeyse uzaktan bakıp dönecektik. Köy çıkışında çakıl taşları serili dar bir yolu geçip jeopark giriş levhalarının yanına geldiğimizde kapıda bizi karşılayan görevli kibarca volkan konisine çıkış için yapılan ahşap merdivenlerin tamirde olduğunu söyledi. “Etrafa bakıp dönebilirsiniz” diyerek, aracımızın plakasını ve adlarımızı not etti. “Tamam kardeşim sağ ol, ben bu köylüyüm, biliyorum etrafı” dedi Recep. O önde biz arkada etrafı sönmüş lav kalıntıları ile belirginleştirmiş bir yoldan volkana doğru çıkmaya başladık.

VOLKANIN UCUNDA

Volkanın eteklerinden başlayıp dolana dolana tepesine kadar uzanan 650-700 metre uzunluğundaki ahşap yolun bazı kısımları kırılmıştı. Bu boşlukların yerine çalışmak üzere getirilmiş ince tahtalar yolun sağında solunda üst üste konulmuş bekliyordu. Günlerden pazar olduğu için çalışma yoktu bugün. Kenara güvenlik amacıyla gerili kalın halatların bazı yerleri kopmuş olmasına aldırmadan çamların arasından volkana tırmandık.

Yanardağ ağzını dinlene dinlene tırmanmamız yarım saati bile bulmamıştı. Yanardağın volkan konisinin ucunda ahşaptan bir çardak ve koniyi çepeçevre dolaşan bir yürüyüş yolu vardı. Yürüyüş yolu tahta kazıklara bağlı kalın halatlarla çevrelenmiş, güvenlik altına alınmıştı. Volkan konisinin içi sönmüş lavlarla kaplıydı ve bu lavların arasından türlü türlü bitkiler, maki kümeleri, sumak, gülhatmi ve kekikler fışkırmıştı. Yaşam, binlerce yıl önce etrafı cehenneme çeviren bu volkanın tam da patladığı yerden yeşermiş, bir yolunu bulmuştu...

Jeopark tabelaları, bilgilendirme levhaları, ahşap merdivenler, halatlar gerilerek oluşturulan güvenlik önlemleri… Aslında her şey olması gerektiği gibi, iyi düşünülmüş, planlanmış ve uygulanmaya çalışılmış gibi geldi bize. Giriş kapısındaki güler yüzlü görevliden itibaren, dünyanın nadir güzelliklerinden birisi olan bu bölgedeki doğal ve kültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarılması ve günümüzde halkın bunları tanıyıp görmesi için yapılması gereken neyse yapılmıştı. Gel gör ki insan faktörü işin içine giriyordu. Yapılan ve emek harcanan onca emeğe saygı çerçevesinde azami koruma-kollama önlemleri olmayınca maalesef durum hiç de iç açıcı görünmüyordu!

On yıl önce büyük çoğunluğu uluslararası kurumlardan gelen hibelerle, onca masraf yapılarak oluşturulan jeoparka ne yazık ki gereken önem verilmemiş, bakımı için yeterince çaba harcanmamış. İlgisizlik kadar, gelen ziyaretçilerin hoyrat davranışları da jeoparkın bakımsız ve kirli olması sonucunu doğurmuş. Dünya

da başka hiçbir yerde Kula-Salihli Jeoporkındaki gibi kilometrelerce kare genişlikte bir alanda jeolojik yapının, tarihle ve kültürle harmanlandığı bir yer yok oysa ki.

Kimi bulamaz, kimisi de bizim gibi değerini bilemez! Hele ki bu “cahiliye iktidarı” devrinde! Olan biten bu…

 https://www.evrensel.net/yazi/93643/kula-salihli-jeoparki-kimi-bulamaz-kimi-degerini-bilemez

22 Eylül 2023 Cuma

Kum zambaklarının nesli göz göre göre tükeniyor

 

22 Eylül 2023 04:33


Kum zambaklarını yaklaşık 15 yıldır izleyen Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) kum zambaklarının bir türlü korunamadığını açıkladı.




Özer AKDEMİR
İzmir

Ülkemizde genellikle Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz Sahil kumullarında yetişen kum zambakları, beyaz çiçekleri ve hoş kokulu bir tür olarak genellikle kumulların ıslak olmayan bölümlerinde yetişiyor. Kuşadası ve Efes Antik kenti yakınlarında bulunan Pamucak sahillerindeki kum zambaklarını yaklaşık 15 yıldır izleyen Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) kum zambaklarının bir türlü korunamadığını açıkladı. 15 yılda kum zambaklarının neredeyse yüzde 50 azaldığına dikkat çeken EKODOSD Dernek Başkanı Bahattin Sürücü, bunun nedeninin Pamucak sahillerindeki yoğun ziyaretçi baskısı, kontrolsüz ve kuralsız kullanımlar olduğu vurguladı.

‘ARAÇLAR KUM ZAMBAKLARINI BİTİRDİ’

Antik limanın kuzey bölgesindeki kum zambaklarının ATV türü motorlu ve normal binek araçlarının tahribatları nedeniyle tamamen bittiğini belirten Sürücü, “Limanın güneyinde bulunan bölgede liman inşaatları nedeniyle bir bölümü kepçelerle yok edilmiş. Güneyde bulunan kamping alanlarının önündeki kum zambakları da yoğun insan baskısı altında. Her türlü insan faaliyetinin serbestçe yapıldığı kumullarda, kum zambaklarının büyük tehdit altında oldukları görülmekte” ifadelerini kullandı

KORUMA TEDBİRİ DE UYARI LEVHASI DA YOK!

Bölgede kum zambaklarını koruma tedbirleri ve uyarıcı tabelaların bulunmadığını aktaran Sürücü, alanı kullanan ziyaretçilerin kum zambaklarının üzerine basarak geçtiğini, eşyalarını gelişigüzel attığını hatta kesilen palmiye yapraklarını bile bu nadir türlerin üzerine yığıldığını dile getirdi. Sürücü şunları söyledi; “Alandaki kumullar öylesine hoyratça kullanılmaktadır ki, ziyaretçiler aslında giderken yanlarında götürmeleri gereken her türlü çöpü oldukları yere bırakmakta. Gelişigüzel ateşler yakılmakta ve tüm atıklar olduğu gibi çevreye atılmaktadır. Araçların denize sıfır yanaşmalarını ve kumulları betonlaştırmalarını anlamak mümkün değil”.

VATANDAŞLARA DUYARLILIK ÇAĞRISI

Kum zambaklarının azalmasının yanı sıra kumulların tahrip edilmesi, çöplerin gelişigüzel atılmasının nedeninin yoğun kontrolsüz ve bilinçsiz gerçekleştirilen rekreasyonel faaliyetler olduğunu ileri süren Sürücü, “Eğer gerekli ve doğru önlemler bir an önce alınıp, koruma ve korumaya uyumlu kullanım gerçekleştirilemezse bu zenginliklerimizi kaybedeceğiz" şeklinde konuştu.

Aşırı sıcaklara ve kuraklığa dikkat çeken Sürücü, "Bu dönemlerde, susuzluğa aldırmadan bembeyaz görüntüsü ve hoş kokusuyla kumulların içinde tüm güzelliği ve cazibesiyle bizlere görsel bir şölen sunan kum zambaklarını hep birlikte korumalıyız” dedi. Sürücü, kum zambaklarının alanda bütüncül olarak korunması için vatandaşlara duyarlı olmanın yanı sıra sı ve zarar verenleri uyarması, gerekirse ilgili kurumlara bildirmesi çağrısını yaptı. Sürücü; “Kum zambaklarına zarar verenler ve koparanlar hakkında işlem yapılmakta ve cezası da 244 bin liradır. Kumullara kontrolsüz araç giriş çıkışları, bilinçsiz ziyaretçi davranışları ve kumul ekosistemini doğrudan olumsuz etkileyen tehditlerin ortadan kaldırılması gerekir” ifadelerini kullandı.


https://www.evrensel.net/haber/499441/kum-zambaklarinin-nesli-goz-gore-gore-tukeniyor

21 Eylül 2023 Perşembe

Türkiye'nin ilk ve tek jeoparkı olan Kula-Salihli UNESCO Jeoparkı ilgi bekliyor - 1. BÖLÜM / ÇEPEÇEVRE YAŞAM



🌲Çepeçevre Yaşam'da bu hafta Manisa Kula'da bulunan ve UNESCO'nun Global Jeopark ilan ettiği Kula-Salihli Jeoparkı'ndayız 🕘'in hazırlayıp sunduğu #ÇepeçevreYaşam 21.00'de Evrensel'de



19 Eylül 2023 Salı

Ege Bölgesi’nin en önemli sulak alanlarından Göl Marmara tarla olmuş!

 

19 Eylül 2023 14:45



Marmara Gölü tamamen kurudu! Göl yüzeyinin paylaşımı için silahlar sıkılıp, traktörler yakılırken, devlet kurumları gölü eski haline getirmek yerine kuruyan gölden para kazanmanın derdine düştü.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR

Manisa İli Gölmarmara İlçesi sınırları içerisinde bulunan Marmara Gölü tamamen kurudu! Çevresinde yaşayan köylülerin kuruyan göl yüzeyini sürerek tarla yapmak istemeleri de paylaşım tartışmalarını beraberinde getirdi. Göl yüzeyinin paylaşımı için silahlar sıkılıp, traktörler yakılırken, devlet kurumları gölü eski haline getirmek yerine kuruyan gölden para kazanmanın derdine düştü.

AKP POLİTİKALARININ KURUTTUĞU GÖLLERDEN BİRİSİ

Ege Bölgesinin en önemli sulak alanlarından birisi olan Marmara Gölü AKP hükümetleri döneminde kurutulan göllerimizden birisi olarak yerini aldı. Bir zamanlar onbinlerce su kuşunun ve balığın evi olan göl, çevresinde yaşayan binlerce yurttaşın da en önemli geçim kaynaklarından birisiydi. Çok değil 5-10 yıl önce balıkçılık yapılan gölde bugün kayıklar kuruyan gölün çevresinde çürümeye terkedilmiş durumda.

KURUYAN GÖL YÜZEYİ SÜRÜLMÜŞ, ORTASINDAN YOL GEÇİRİLMİŞ

Geçtiğimiz hafta Çepeçevre Yaşam çekimleri için gittiğimiz gölde, Marmara Gölü’nün Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan olduğu ve UNESCO Kula Jeoparkı sınırları içerisinde kaldığını gösteren tabelalar dışında gölden eser kalmadığını gördük. İki yıl önce İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB)’nin gölün kuruma tehdidine dikkat çekmek için göl kıyısındaki Tekelioğlu Köyünde gerçekleştirdiği etkinlik sırasında göl yüzeyinde bir avuç da olsa su varken, geçen ki çekimlerimizi yaptığımız Eylül 2023 tarihi itibari ile gölde bir damla bile suyun kalmadığına tanıklık ettik. Bunu da ötesinde gördüğümüz başka şeyler de bizi bir hayli şaşırttı. Bizim görebildiğimiz ve gidebildiğimiz yerlere kadar göl yüzeyinin traktörlerle sürülmüş olduğunu gördük. Bunu da ötesinde gölün ortasından karşı köylere doğru giden üç aracın rahatlıkla yan yana geçebileceği genişlikte bir yol açılmış, yol göl içinde ilerledikten sonra sağa sola doğru da yeni yollarla çatallanmıştı. Bir zamanlar 7-8 metre su derinliğine ulaşan göl yüzeyinde yapılan yola aracımızla Tekelioğlu Köyünden girip gölün karşı tarafındaki Sazlı köyünden çıktık.

“BİRBİRLERİNE SİLAH SIKTILAR!”


Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel

Adını aldığı uzun sazlarla çevrelenmiş Sazlı köyünde neredeyse her evin bahçesine çekilmiş bir sandal vardı. Gölün kurumasından sonra evlerin önüne çekilen sandalların yanında konuştuğumuz bir köylü kadın gölün tarla olarak sürülmesinden sonra çevredeki köylüler arasında ciddi kavgalar çıktığını; “Birbirine silah sıktılar, koca koca traktörleri yaktılar” diye anlattı.

TİGEM GANİMETTEN PAY KAPMA YARIŞINDA!

Gölün kurutulmasının ardından, bir kısmının tarım alanı olarak kiralanması ile ilgili Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) bir proje hazırladı. Böylece, kurutulan gölden pay kapma yarışmasına devlet de el atarak adeta pastadan büyük payı kimseye bırakmayacağını gösterdi. Önce gölden sorumlu olan kamu kurumu Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve TİGEM arasında 04.11.2022 tarihinde "Marmara Gölü Sulak Alanı Rehabilitasyonu Üzerine İş Birliği Protokolü" imzalandı. Protokole göre

“a) Marmara Gölü Sulak Alanına gelen mevcut suyun kaybolmasını önlemek ve alanda başta kuş ve balık türleri olmak üzere biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliğini sağlamak için sürekli su tutan bir ayna sağlanması maksadı ile gölün orta bölümünde teknik olarak uygun bir yerde işletilecek bir göl oluşturulması,

b) Gördes Barajı ile Marmara Gölü Sulak Alanı arasında kalan ve gölü besleyen Gördes Çayı'nın ıslahının yapılarak ara havzadan gelen suyun kesintisiz olarak yeni oluşturulacak göle ulaşmasının sağlanması,

c) Gelecek yıllarda oluşturulacak yeni rezervuarın doldurulmasına katkı sağlamak maksadıyla Bozdağlardan su getirilmesi ve Gediz nehrinden uygun miktar ve kalitede su bulunması durumunda yeni oluşturulacak göl alanına su aktarılması çalışmalarının yapılması gibi maddeler vardı.

GÖLÜN 2/3’Ü TARLA YAPILACAK!


Görsel: Dava dosyası

Protokolün izleyen maddelerinde ise su tutulan alanların dışında kalan yerde bulunan alanların TİGEM tarafından tarımsal üretim amacıyla kiralanabilmesini öngörüyordu. İlerleyen süreçte buna dair bir ÇED dosyası hazırlanırken önce 998,4 ha olarak planlanan tarım alanı sonrasında ilavelerle toplam  2.921,8 ha’ya çıkarıldı. Öte taraftan Marmara Gölünden sorumlu Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Ulusal Sulak Alan Komisyonunun (USAK) 08/12/2022 tarihinde  göl eski haline gelirse yeniden değerlendirilmesi şartıyla gölün koruma bölgelerini yeniden revize ederek bir anlamda gölde tarımsal üretim için gerekli altyapıyı hazırladı. Ramsar Sözleşmesi başta olmak üzere çok sayıda uluslararası sözleşme ve ‘Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ ile koruma altında olan Marmara Gölü ve sulak alanının tarla yapılması ile ilgili USAK kararına göre gölün 2/3’ü tarımsal faaliyete açılacak.

GÖLÜN TARLA YAPILMASINA KARŞI DAVA AÇILDI

Bölgede faaliyet gösteren balıkçı kooperatifi, çeşitli çevre ve ekoloji örgütleri Tarım Bakanlığı’nın "Marmara Gölü Sulak Alanı Rehabilitasyonu Üzerine İş Birliği Protokolü"ne karşı Manisa İdare Mahkemesine dava açtılar. Çevre Ekoloji örgütlerini yanı sıra bireyse olarak da davacı yurttaşların bulunduğu davada öncelikle yürütülmelerinin durdurulmasına, yargılama sonunda da protokolün iptali isteniyor. Protokolün amacı açılan davada ; “aslında gölün yaklaşık 2/3’lük bir kısmı kalıcı bir şekilde tarıma açmakta, geri kalan 1/3’lük bir alana ise tarımsal faaliyetin su deposu işlevi yüklenmektedir. Yani ortada kurumlar eliyle kurutulan Marmara Gölünün eski haline getirilmesi gibi bir amaç yoktur.” ifadeleri ile eleştiriliyor.  Davada protokolün Türkiye’nin tarafı olduğu, sulak alanların ve biyolojik çeşitliliğin korunması sözleşmelerine ve bu amaçla çıkartılan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğine açıkça aykırı olduğu ileri sürülüyor. Davanın geldiği aşamayı görüştüğümüz Doğa Derneği Avukatı Cem Altıparmak, mahkemenin bilirkişi keşif kararı verdiğini ancak henüz keşif tarihinin belli olmadığını söyledi.

 https://www.evrensel.net/haber/499279/ege-bolgesinin-en-onemli-sulak-alanlarindan-gol-marmara-tarla-olmus

Köylüler atık toplama tesisine tepkili: 13 yıldır zehir soluyoruz

 

19 Eylül 2023 04:30


Manisa’nın Kula ilçesinde 13 yıl önce kurulan Süreko atık bertaraf tesisi etrafa yaydığı kötü kokunun yanı sıra köylülerin sağlıklarını da olumsuz etkiliyor.



Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel


Özer AKDEMİR
İzmir

Ege Bölgesi endüstriyel atık ve bertaraf tesisi olarak 2008 yılında ÇED olumlu belgesi alan Süreko Atık Yönetim Şirketi, 2010 yılında zamanın Başbakan yardımcısı Bülent Arınç tarafından övgüler eşliğinde açılmıştı. Yaklaşık 13 yıldır faaliyetini sürdüren tesis, birinci sınıf tarım arazilerini zehirlemeye devam ediyor. Tesislerden yayılan kirlilik ve koku nedeniyle kapı pencerelerini dahi açamadıklarını, sularını kirlendiğini dile getiren köyüler, atık tesislerinin kendilerini bir yıl içinde candan bezdirdiğini dile getirmişlerdi. Atık tesisleri köylülerin tüm karşı çıkışlarına rağmen hala faaliyetlerine devam ediyor.

OTOMOBİLİN PENCERELERİNİ KAPATTIRAN KOKU!

Çepeçevre Yaşam Kula çekimleri için gittiğimiz yörede atık bertaraf tesislerinin son durumunu da görmek istedik. 14 yıl önce gidip tesislerle ilgili şikayetlerini dinlediğimiz Esenyazı köyünde, yolun kenarındaki birinci sınıf tarım topraklarının üzerinde oluşturulan atık depolama bölgesinin geniş bir alana yayıldığı ve küçük bir tepecik oluşturduğunu gördük. Süreko tesislerinin tam karşısında köylülerin anlatımına göre kümes atıklarından enerji üretmek için TPCL Yenilenebilir Enerji Üretim A.Ş. tarafından bir enerji üretim tesisi yapılmış. Sürekonın depolama alanının olduğu yoldan geçerken çevreye yayılan koku aracın pencerelerini kapatmak zorunda bırakacak derece kötü ve yoğun.

‘KANSERLER ARTTI, ÜRÜNLERİMİZ AZALDI’

Sandal köyünde görüştüğümüz o dönem SANÇEP olarak tesislere karşı mücadele yürüten platform üyelerine yılların ardından tesislerin yöreye etkilerini sorduk. Tesislerin resmi açılış törenlerinin olduğu gün Kula yolu üzerinden Bülent Arınç’ın aracı geçerken “Bu tesisi istemiyoruz” pankartı ile eylem yapan iki kişiden birisi olan Sandal köylüsü Recep Erkol, o süreçte halka tesislerin zararlarını yeterince anlatamadıklarını, bu nedenle de kitlesel bir mücadele ortaya koyamadıklarını söyledi. Recep Erkol, “O günden bu yana neler değişti diye baktığımızda, artık burada kanser vakaları gözle görülür bir şekilde arttı. Köyde bir yıl içinde 50 kişi ölüyorsa bu kişilerin 30-40 tanesi kanserden. Çevre kirliliği alabildiğine arttı. Ağaçlarımızda meyve, bağlarımızda üzüm olmuyor. Tarım ürünlerinin verimi müthiş düştü” dedi.

‘ZEHRİ BİRLİKTE SOLUYORUZ’

Şirketin işletme kurulurken köylülere “Size iş sahası getirdik, burada 400-500 kişi çalışacak” dediğini hatırlatan Erkol, “Şimdi köyden 3-5 kişi ancak çalışıyor. O zamanki yerel yönetim de işverenlerle birlikte hareket etti. Köylüler de devletin bakanı kötü bir şey olsa buna izin mi verir dediler. Biz o dönem bu tesise karşı çıkarken bize ‘aman bunlar solcu, komünist’ diye kulp takanlarla bugün zehri birlikte soluyoruz. Onlar da kanser oluyor. Yeni yeni anlıyorlar ama biraz geç oldu” diyerek anlatıyor bugünkü durumu.

İKİNCİ ATIK TESİSİ KURULMAK İSTENİYOR

SANÇEP Başkanı Kamil Göker ise, “Tesise çok karşı çıktık, dava da açtık ama bir sonuç alamadık. Koku çok büyük. Hayvanlar sakat doğuruyorlar. Şimdi bir de ikinci bir çöp fabrikası kurmak istiyor. Buna da karşı çıkmak istiyoruz. Mahkemelik durumu var. İlk kurulurken tesisleri arıtma diye anlattılar. Sonra baktık ki birçok kimyasal kullanılıyor. Bir de her sene yangın çıkıyor tesislerde, niye bilmiyoruz. Hiç memnun değiliz ama elimizden de bir şey gelmiyor. Tam tesislerin karşısından TPC Elektrik diye güya tavuk gübresinden enerji üretim tesisi kuruldu ama biz bu tesisin Süreko ile bir ilişkisi olduğunu düşünüyoruz. O kadar tavuk gübresi yok bu bölgede. Süreko’nun atıkları mı yakılıyor acaba diye şüpheleniyoruz” diyerek kaygılarından bahsediyor.

 https://www.evrensel.net/haber/499221/koyluler-atik-toplama-tesisine-tepkili-13-yildir-zehir-soluyoruz

17 Eylül 2023 Pazar

İklim ekstremleri araştırmasının gösterdikleri: ‘Yeni normal’i normal mi karşılayacağız? (Pazar yazısı)

 

17 Eylül 2023 04:31




Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Çok eskiye gitmeye gerek yok; geçtiğimiz yazı hatta ayı gözlerinizin önüne getirin. Avrupa’nın ve ülkemizin birçok yerinde günlerce yanan ormanlar, “Metrekareye rekor seviyede düşen yağış nedeniyle…” diye başlayan gerekçelerin ardına gizlenen seller ve etkisini her geçen gün daha çok duyumsadığımız kuraklık, susuzluk…

Bütün bu olan biteni iklim değişikliği ile açıklamak bir yanı ile doğru, diğer yanı ile işin kolayına kaçıp suçu insanlığın kendi eliyle yarattığı canavara atmaktan başka bir şey değil. İklim değişikliği gökten zembille inmedi, “Kader planının bir parçası değil”, artık bunu yapılan onlarca bilimsel çalışma içerisinden çok iyi anlayabiliyoruz. Tabii “kalp gözünüz”ü hurafeye alabildiğine açıp akıl süzgecinizi her şeye kapamamışsanız bu bilimsel çalışmaların bir anlamı var sizler için. Öbür türlü her şey “Allah’tan gelen” bir kader kısmet meselesi. Bundan ötesi için ne desek boş yani!..

TÜRKİYE EN RİSKLİ ÜLKELER ARASINDA

Bu hafta “aşırı iklim olayları” diye de tanımlanan iklim ekstremlerine dair yapılmış bilimsel bir araştırmanın sonuçlarını aktarmak istiyorum bu köşede. İstanbul Teknik Üniversitesinden (İTÜ) Prof. Dr. Barış Önol’un da aralarında bulunduğu İTÜ ve Zürih Federal Teknoloji Enstitüsü (ETH Zürih) iklim bilimcilerinin 1979’dan 2016’ya kadar Avrupa ve Akdeniz ülkelerinin/şehirlerinin iklim ekstremlerinden ne şekilde değiştiğine yönelik araştırması Türkiye açısından da çarpıcı veriler sunuyor.

Veriler iklim ekstremlerinin gittikçe arttığını ve Türkiye’nin riskli bölgede olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre ülkemiz ve çevresi uç hava olayları, iklim ekstremlerinden Kuzey ve Batı Avrupa’ya göre daha fazla etkileniyor. Başkent Ankara ve İzmir ise Avrupa’da iklim ekstremlerinin en çok arttığı 10 şehir arasında yer alıyor.

İZMİR VE ANKARA ARTIŞ EĞİLİMİ EN FAZLA OLAN 10 KENT İÇİNDE

Günlük hava olaylarını ve kuraklığı inceleyen 10 farklı iklim indeksinin birleştirilmesi ile oluşturularak yenilenen ‘iklim ekstrem indeksine’ göre, 1980’lerin başından 2010’lara gelindiğinde, aşırı kuraklık değerlerinde büyük artış yaşandı. Türkiye, yüz ölçümünün de büyüklüğü nedeniyle, 47 ülkenin değerlendirildiği iklim ekstrem indeksinde 13. sırada kendisine yer buldu. Araştırmaya göre Batı Anadolu’nun tamamı -ve özellikle Ege Bölgesi- riski giderek yükselen bir alan olarak tanımlanırken, ekstrem hava olaylarının kentsel alanlara etkisine bakıldığında ise, tüm Avrupa-Akdeniz bölgesindeki nüfusu yoğun şehirler içinde artış eğiliminin en fazla bulunduğu 10 kent arasında Türkiye’den İzmir ikinci sıradayken Ankara ise dokuzuncu sırada yer aldı.

Araştırma için seçilen 38 yıllık dönemdeki (1979-2016) günlük yağış ve sıcaklık ölçümleri ile sıcak ve soğuk günlerle gecelerin yanı sıra aşırı yağışlı ve aşırı kurak günlerin sayısında da ne yönde değişim olduğu saptandı. Ayrıca, kuraklığın izlenmesi için, aşırı nemli ve aşırı kurak uç değerler de hesaplandı ve zaman içinde bölgedeki değişimler belirlendi.

AŞIRI KURAKLIK TÜRKİYE’DE 10 KAT ARTTI

Araştırmada iklim ekstremlerindeki artışın 21. yüzyılın ilk yarısından itibaren giderek hızlandığı ve 2010 yılında en üst seviyeye çıktığı tespit edilmiş. 2010 yılı aynı zamanda Türkiye’de de meteorolojik kayıtlara göre şu ana kadar ölçülmüş en sıcak yıl.

Akdeniz kıyılarının, Avrupa’nın kalanına kıyasla iklim ekstremlerine çok daha fazla maruz kaldığı görülmüş. 1980’lerin başından 2010’lara gelindiğinde, aşırı kuraklık değerlerinin tüm Avrupa ortalaması için üç kat arttığı ancak bu artış oranının Türkiye’den de birçok kenti kapsayan 30 ila 40 enlemleri arasında 10 kata yaklaştığı ortaya çıkmış. Hal böyle olunca araştırma kapsamındaki 47 ülkeyi göz önünde bulundurarak yapılan sıralamaya göre, iklim ekstrem indeksinde en hızlı artış gösteren ülkeler Bulgaristan, İsrail ve Macaristan. Ancak bu sıralama sizi yanıltmasın. Bu ülkelerin üst sıralarda yer almalarının temel sebebi, daha küçük yüz ölçümüne sahip olmaları. Aynı sıralamada 13. olan Türkiye özelinde düşünüldüğünde, Batı Anadolu’nun tamamını, riski giderek yükselen bir alan olarak tanımlamak mümkün. Bunda, hem sıcaklık hem de kuraklık uç değerlerindeki artışın rolü büyük. Araştırma verileri ile üretilen iklim ekstrem indeksi değerlerinin yüksek çözünürlüklü yerleşim alanları haritası kullanarak yeniden hesaplanması sonrası artış eğiliminin en yüksek olduğu ilk beş şehrin dördünün, Akdeniz coğrafyasında yer aldığı görülmüş. Bunlar sırasıyla Fes (Fas), İzmir, Marsilya (Fransa) ve Tel Aviv (İsrail).

Araştırmada, İzmir’in iklim indeksine göre özellikle 2000’li yılların ortasından itibaren giderek artan ve tüm Avrupa Bölgesi için hesaplanan değerin çok üzerinde yaşadığı gözlenen artışın aslında Batı Anadolu’daki Aydın, Manisa, Denizli ve Eskişehir gibi başka şehirler için de söz konusu olduğu ortaya konuluyor. Bu kentlerin 78 Avrupa şehrini kapsayan listeye üst sıralardan giremeyip liste dışı kalmalarının tek nedeni ise sıralamanın yüksek nüfus yoğunluğu değerlendirilerek yapılması.

Bununla birlikte iklim ekstrem indeksinin azaldığı, Rotterdam (Hollanda), Stokholm (İsveç), Manchester (İngiltere), Kopenhag (Danimarka) ve Lille (Fransa) gibi şehirler de bulunuyor. Bunun nedeni iklim değişikliği nedeniyle soğuk ülkelerin ılımanlaşması. Hesaplamaya dahil edilen 78 şehir içinde yalnızca 17 şehirde iklim ekstremlerinde azalma görüldüğü ortaya çıkıyor.

BUNLAR DAHA FRAGMAN!

Ülkemizde geçtiğimiz ay içerisinde yaşadığımız sıcak hava dalgası hepimizin aklındadır hâlâ. Sıcaktan nefes alamamış, günlerce başımızı sokacak bir serinlik peşinde koşmuştuk. Ülkemizin birçok yerinden 50 derecenin üzerinde gelen sıcaklık ölçümlerine tanıklık ettiğimiz bu günlerin önümüzdeki süreçte yaşayacaklarımızın küçük bir fragmanı olduğunu söylersek nasıl bir sorunla karşı karşıya bulunduğumuz daha iyi anlaşılır.

Yazının başında da vurguladığımız gibi bunlar tesadüfen gelişen, olan biten, kader-kısmetle açıklanacak olaylar, olgular değil. Kapitalist dünyada sera gazı salımındaki artış o kadar büyük ki “Şiddetli hava olayları dopingli bir sporcu gibi rekorlara koşuyor.”

Kapitalist dünyanın yeni normali bu “Normal olmayan, aşırı hava olayları.” Ya bu yeni normalle yaşamayı, daha doğrusu hayatta kalmayı öğreneceğiz, ya da gözümüzün önünde, bilimin olacak dediklerinin bir bir olmasını seyretmeyi bırakıp tüm bu sorunların kaynağı olan sistemi değiştirmek için daha çok çaba göstereceğiz.

 https://www.evrensel.net/yazi/93609/iklim-ekstremleri-arastirmasinin-gosterdikleri-yeni-normali-normal-mi-karsilayacagiz

16 Eylül 2023 Cumartesi

AYM maden havzalarında oluşan zarardan tazminat talep edilemez maddesini iptal etti

 

16 Eylül 2023 12:31


AYM, taşkömürü havzası ile ilgili kanunda “maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı hak ve tazminat talep edemezler” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verdi.


YK Enerji kömür madeni | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel




Özer AKDEMİR

Anayasa Mahkemesi (AYM) Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun’da yer alan “…maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemezler.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verdi. AYM’nin 13 Temmuzdaki oturumunda alınan karar dünkü Resmi Gazetede yayımlandı.

YASA MADDESİ TAZMİNAT HAKKINI ENGELLİYORDU

Zonguldak'ta yaşayan Sabri Uhrağ adlı yurttaşın, 2011 yılında evinin maden sahasındaki çökme nedeniyle kullanılamaz hale geldiği iddiası ile Türkiye Taş Kömürü Kurumu ve maden sahasını işleten firma aleyhine açtığı tazminat davası Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddedilmişti. Mahkeme kararı 1986 tarihinde çıkarılan 3303 sayılı taşkömürü havzasındaki taşınmaz malların iktisabına dair kanuna dayandırılmıştı. Söz konusu kanundaki madde bölgedeki hak sahiplerinin maden işletmeciliği nedeniyle meydana gelecek zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri hükmediyordu.

TBMM BAŞKANLIĞI KARARI AYM’YE İADE ETMİŞTİ

Kararın Yargıtay tarafından da onaylanması üzerine AYM’ye bireysel başvuru hakkını kullanan Uhrağ’ın başvurusuna AYM tarafından   2021 yılında  “mülkiyet hakkı bağlamında etkili başvuru hakkının” ihlal kararı verilmiş ancak yasadaki “tazminat isteme yasağı” nedeniyle yeniden yargılamadan sonuç alınamayacağı ve benzer mağduriyetlerin doğmaması için yeni bir yasal düzenleme yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştı. TBMM’ye gönderilen bu AYM kararı Meclis Başkanlığı’nca kanun teklifi vermenin milletvekillerinin yetkisinde olduğu, hiç bir makam, organ, merci veya kişi bu yetkinin kullanılmasına herhangi bir şekilde müdahale edemez” denilerek AYM’ye iade edilmişti.

AYM İLGİLİ YASA MADDESİNİ ANAYASAYA AYKIRI BULDU

Geri gönderilen bu davayı geçtiğimiz temmuz ayında yeniden görüşen AYM bu sefer vatandaşın zararının tanzimi önünde engel teşkil ettiği ileri sürülen yasa maddesinin “dava açılması yolunun kapatılması mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkını ihlal etmektedir” gerekçesi ile Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti.

“DEVLET ANAYASAL YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRMEMEZLİK EDEMEZ”

AYM kararında devletin yer altı madenciliği gibi tehlike arz eden bir faaliyetin yürütüldüğü havzada yapılaşmaya izin verip en azından engel olmayıp sonrasında sırf bireylere menfaat temin ettiği gerekçesiyle anayasal yükümlülüklerini yerine getirmemesinin kabul edilemeyeceği vurgulandı. Yüksek mahkeme kararında “Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkını ihlal ettiği belirtilmiştir” denildi.

AYM’nin dünkü Resmi Gazetede yayınlanan kararında şu ifadeler yer aldı; “5/6/1986 tarihli ve 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının “…maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemezler.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline 13/7/2023 tarihinde oybirliği ile karar verildi.”

 https://www.evrensel.net/haber/499078/aym-maden-havzalarinda-olusan-zarardan-tazminat-talep-edilemez-maddesini-iptal-etti

15 Eylül 2023 Cuma

Bilirkişilerden SANKO'nun Salihli'deki JES kuyularına olumsuz görüş

 

  

15 Eylül 2023 20:58


SANKO AŞ. tarafından Salihli'de açılmak istenen 17 JES kuyusuna karşı açılan davada yapılan bilirkişi keşfi raporunda "JES'lerin yapılmasında kamu yararı yok" denildi.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR

Manisa Salihli'de SANKO A.Ş. tarafından açılmak istenen 17 Jeotermal Elektrik Santrali (JES) kuyusuna karşı açılan davada yapılan bilirkişi keşfinin raporu belli oldu. Bilirkişi heyeti mahkemeye JES projesine verilen ÇED Gerekli Değildir kararında kamu yararı bulunmadığı görüşünü iletti.

KEŞİFTE KAÇAK KUYULAR TESPİT EDİLMİŞTİ

Salihli Çevre Derneği ve yurttaşlar tarafından şirkete Manisa Valiliği tarafından verilen “ÇED gerekli değildir” kararının iptali için açılan davada 12 Haziran 2023 tarihinde bilirkişi keşfi yapılmıştı. Keşif sırasında, raporda bulunan iki kuyunun yerinin değiştirildiği, bu yer değişikliğinin ÇED raporunda ve mahkemeye sunulan belgeler arasında bulunmadığı tespit edilmişti. Sanko Enerji şirketi ise söz konusu JES projelerinin ÇED süreci için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına başvuruda bulunulduğunu, bu başvurunun kendilerine kuyu çalışması yapma hakkı verdiğini ileri sürmüştü.

Bilirkişi keşfi sonrası hazırlanan raporda heyet proje tanıtım dosyasının (PTD) mevzuata uygun hazırlanmakla birlikte birçok eksikliği bulunduğu dile getirildi.

Bilirkişi heyetinin keşif sonrası hazırladığı raporda dikkat çektiği eksikliklerden bazıları şunlar:

JES SONDAJLARININ SULARI VE TARIM TOPRAKLARINI KİRLETME POTANSİYELİ VAR

PTD raporu ve eklerinde söz konusu etkinliğin çevresel etkilerinin ve bu etkilerin en aza indirilmesi konularının jeolojik ve hidrojeolojik yönlerden yeterli olmadığı,

Sondajlar için yer seçimi, kuyu teçhiz planları, jeotermal akışkanın kimyasal özellikleri, akış testleri ve çevresel etkileri gibi konuların yeterli düzeyde açıklanmadığı,

Yüzey ve yeraltı suları ile tarımsal toprakların kirletilme potansiyeli mevcut olduğu için söz konusu etkinlikte kamu yararı bulunmadığı,

Gediz Havzasının mevcut durumu nedeniyle bu havzada gerçekleştirilecek Jeotermal Enerji projelerinin Kamu Yararı ve Çevre Dengesi kapsamında kamu yararı bulunmadığı,

"KAMU YARARI BULUNMADIĞI..."

PTD raporunda alanda yapılması gerekli jeofizik çalışmalar bulunmadığı,

Yapılması planlanan sondaj faaliyetinin kesilecek birimler ve bu birimler içindeki sorunlarının belirlenememesinden dolayı, yeryüzü ve yeraltı suları ile toprak açısından olumsuzluklar oluşturacağı,

Bitki örtüsüne, canlılar ve tarım sektörüne potansiyel olumsuz etkilerinin olması nedeniyle projenin gerçekleştirilmesinde kamu yararı bulunmadığı,

Bitki örtüsü ve tarım sektörü üzerindeki olumsuz etkilerin PTD'de yeterince değerlendirilmediği, PTD'de belirtilen önlemlerin yeterli olmaması,

Mutlak tarım arazisi vasfındaki alanlanın tarım dışı amaçla kullanılabilmesi için "Toprak Koruma Projesi'nin bulunmasının gerektiği...



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

UYGUN DEĞİL!

Bilirkişi heyeti tüm bu gerekçelerle Manisa Salihli ilçesi, Yılmaz, Keli, Atatürk, Çavlu, Beşeylül, Hasalan, Süleymaniye ve Pazarköy Mahalleleri mevkiinde Sanko Enerji San. ve Tic. A.Ş. tarafından yapılması planlanan jeotermal kaynak arama sondaj faaliyeti ile ilgili Manisa Valiliği tarafından verilen "ÇED gerekli değildir" kararının uygun olmadığı kanaatini mahkemeye iletti.

 https://www.evrensel.net/haber/499053/bilirkisilerden-sankonun-salihlideki-jes-kuyularina-olumsuz-gorus

14 Eylül 2023 Perşembe

Jandarmanın nöbet alanını dağıttığı Akbelen'de mücadele sürüyor

 

14 Eylül 2023 13:52


Bugün yapılan keşif öncesi görüştüğümüz İkizköy Çevre Komitesinden Nejla Işık, “Direnişte çözülme yok, gittiğimiz yere kadar mücadeleye devam edeceğiz” dedi.



Fotoğraf: Sakine Yıldıran


Özer AKDEMİR

Akbelen ormanında geçtiğimiz günlerde jandarmanın müdahalesi sonrası dağıtılan nöbet alanına ilişkin bugün bilirkişi keşfi yapılacak. Akbelen ormanını korumak için direnen köylülere jandarmanın müdahalesinin ardından 70 bine yakın ağacın katledildiği Akbelen ormanında son kalan 70-80 ağacın altında nöbet tutan İkizköylüler ve yaşam savunucuları, köy derneği tarafından kiralanan bu alandan da geçtiğimiz günlerde kolluk güçlerince çıkarılmışlardı. Jandarma köylüleri nöbet alanına almamış, köylülerin nöbet tuttukları alandaki çadır, konteynır, mutfak eşyaları, kütüphane gibi tüm araç gereçler kamyona yüklenerek bölgeden taşınmıştı. Alana izinsiz girildiği ve eşyalara zarar verildiği ile ilgili köylülerin avukatlarının talebi üzerine mahkeme nöbet yerinde bilirkişi keşfi yapılarak durumun tespitine karar vermişti.

DEVLET ZALİME FAKİR FUKARAYI EZDİRİYOR

Bugün yapılacak bilirkişi keşfi öncesi görüştüğümüz İkizköy Çevre Komitesi üyesi ve Karadam Karacahisar Mahalleleri Doğayı Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme Ve Dayanışma Derneği (KARDOK) Derneği Başkanı Nejla Işık, nöbete devam etme yönündeki kararlılıklarını ifade etti. Jandarma tarafından çıkarıldıkları nöbet alanına termikçi Limak şirketi için karakol yapıldığını belirten Işık, “Devlet her zamanki gibi sermayenin yanında, parası olanların yanında olmaya devam ediyor. Zalime fakir fukarayı ezdiriyor, köylüyü ezdiriyor. Köylünün haklarına jandarmayla, çöküyor. Kendisi de çöküyor, şirkete de çöktürüyor” diye konuştu.

İKİ SENE ÖNCEKİ GİBİ GÜNEŞİN ALNINDA NÖBETİMİZE DEVAM EDİYORUZ

Nöbet alanından çıkarıldıktan sonra köylülerinden Haydar Demir’in tarlasında beklemeye başladıklarını aktaran Işık, “O bizim iki sene önce alandan atıldığımız da güneşin bağrında kaldığımız yerdeyiz yine.  Nöbetimiz devam ediyor. Yine onlar orada tutadursun biz de burada nöbet tutuyoruz” dedi.

BUNDAN SONRASI İÇİN OTURUP KONUŞACAĞIZ

Havaların soğuması ve koşulların da ağırlaşması nedeniyle bundan sonra nöbetlerin nasıl olacağını köylüler ve desteğe gelenlerce oturulup konuşulacağını belirten Işık, “şartlarımız çok zor. Çadırımız yok, eşyalarımız yok, her şeyimiz alındı. İki tane tahta divanımız var. Sandalye, halı getirdik. Burada yine her şeye inat nöbetimizi sürdürüyoruz. Gece arkadaşlar kalıyor. Bizler gündüz gece devamlı buradayız, arada evlerimize gidiyoruz. İşimize gücümüze de bakıyoruz tabii.  Burada belki akşamları kalma olmayabilir. Çünkü çok soğuk malum her geçen gün soğuyacak. Gece ayaz oluyor buralar. Çadırımız, uyku tulumumuz yok” dedi.

BU BİR TOPRAK KORUMA MÜCADELESİ

İkizköylülerin ve yaşam savunucularının mücadeleye devam edeceklerini söyleyen Işık, “Bu bir toprak mücadelesi, Akbelen ormanı bu bunun sadece bir parçası. Zeytinler için, sularımız için, topraklarımız için mücadele edeceğiz. Bir kişi de kalsak, 3 kişi de kalsak hiç fark etmez. Şu anda direnişten hiç kimse de çözülmedi. Gittiğimiz yere kadar mücadelemize devam edeceğiz” diye konuştu.

https://www.evrensel.net/haber/498930/jandarmanin-nobet-alanini-dagittigi-akbelende-mucadele-suruyor

13 Eylül 2023 Çarşamba

Göl Marmara tarla olmuş! / ÇEPEÇEVRE YAŞAM





 

Ege'nin en önemli göllerinden olan Göl Marmara'da (Marmara Gölü) artık sudan eser yok. Tarla haline getirilen gölde araç geçişi için yol bile açılmış durumda… ▶️Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu #ÇepeçevreYaşam 21.00'de Evrensel'de

TMMOB Aydın İKK’den uyarı: Büyük Menderes Deltası'nın statüsünün değiştirilmesi ekolojik yıkım yaratacak

 

13 Eylül 2023 16:59


TMMOB Aydın İKK, Büyük Menderes Deltası'nın Doğal Sit Alanı statüsünün Cumhurbaşkanı kararı ile “Nitelikli Koruma” statüsüne düşürülmesine tepki gösterdi.




Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Büyük Menderes Deltası'nın Doğal Sit Alanı statüsünün Cumhurbaşkanı kararı ile “Nitelikli Koruma” statüsüne düşürülmesine TMMOB Aydın İKK tepki gösterdi. Statü düşürülmesini “kabul edilemez” olarak niteleyen İKK, “Bu değişiklik kamu politikalarındaki merkezileşmenin ve devletin mali kaynak üretiminde inşaat, maden, enerji ve gıda sektörüne olan bağımlılığın sonuçlarını içermektedir” açıklamasında bulundu.

BU DEĞİŞİKLİKLER KABUL EDİLEMEZ

Konuya dair bir basın açıklaması yayınlayan Aydın İKK, açıklamasında Didim ve Söke İlçelerinde bulunan Büyük Menderes Deltası Doğal Sit Alanı statüsünün 3 Ağustos tarihli kararname ile düşürülmesi ile birlikte Doğanbey, Akköy ve Batıköy de “kesin koruma” statüsünden “nitelikli koruma” statüsüne düşürüldüğüne dikkat çekildi. Bu değişikliklerin kabul edilemez olduğunun belirtildiği açıklamada, şöyle denildi: “Büyük Menderes Deltası Doğal Sit Alanı; Dilek Yarımadası Milli Parkını çevreleyen, ülkemiz için ender bulunan ve günümüze kadar korunan önemli alanlardandır. Söz konusu koruma niteliği düşürülen alan ülkemizin uluslararası öneme sahip sulak alanlarından biridir. Bölge, flora yönünden çok zengin olup belirlenen 804 bitki türü içerisinden 33 tanesi endemik niteliktedir. Bunlardan 6 tanesi de dünyada sadece bu alanda bulunmaktadır. Alan, bitki çeşitliliği nedeni ile Avrupa Konseyi tarafından Flora Biyogenetik Rezerv alanı olarak kabul edilmiştir.”



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

İNŞAAT, MADEN, ENERJİ, GIDA SEKTÖRÜNÜN ETKİSİ

2019 yılı itibarı ile mevzuatta yapılan değişiklerle koruma statüleri ve ilke kararlarının değiştirilip koruma tedbirlerinin esnetildiğine vurgu yapılan açıklamada, bu değişikliklerle birlikte ekolojik temelli bilimsel raporların bakanlık tarafından hizmet alımı ile çeşitli kurum ve firmalara hazırlattığı ifade edildi. Ülkemizde doğal sitlerin ve tabiat varlıklarının korunması kapsamında statü değişiklerinin yapılmasının, bir mevzuat ya da idari değişikliğinin ötesinde koruma politikası değişikliği olduğuna vurgu yapılan açıklamada; “Bu değişiklik kamu politikalarındaki merkezileşmenin ve devletin mali kaynak üretiminde inşaat, maden, enerji ve gıda sektörüne olan bağımlılığın sonuçlarını içermektedir. Özellikle kültür ve doğa varlıklarının inşaat, maden, enerji, alt yapı ve gıda yatırımları karşısında koruma düzeylerinin yasal değişikliklerle birlikte pek çok defa değiştirilmesi; koruma konusunda uzman kurul ve komisyon kararlarına yansıyan 'esnemeler' ve son olarak yüksek kurul ve komisyonlarca alınan ilke kararları, mevcut iktidarın sermaye ile olan ilişkisinden dolayı kamu yararı aleyhine sonuçlanmaktadır” ifadelerine yer verildi.

YANIT BEKLEYEN SORULAR

Açıklamada değişikliklerle ilgili yanıt verilmesi istenen bazı sorular şunlar; 

Söz konusu statü değişikliği hangi bilimsel temelli ekosistem raporuna göre yapıldı? Koruma statüsü değişikliği için Komisyonun, alt komisyonların ve Genel Müdürlüğün gerekçeleri nelerdir? Bölgede yoğunlaşan sermaye yatırımlarının bu statü değişikliği ile herhangi bir bağlantısı var mıdır? Sadece Bakanlık tarafından yapılabilecek olan Doğal Sit Alanlarında yapılacak olan en az 4 mevsimi kapsayan Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu neden hizmet alımı ile hazırlatılmaktadır? Bilimsel Araştırma Ekibinde; orman mühendisi, ziraat mühendisi, biyolog, şehir plancısı, su ürünleri mühendisi, jeoloji mühendisi, peyzaj mimarı, çevre mühendisi, harita kadastro mühendisi ve ilgili diğer meslek grupları bulunmakta mıdır? Statü değişikli ile birlikte, bölgede artacak olan insan yoğunluğu ve peyzaj bütünlüğünün bozulmasının ekolojik tahribat yaratacağı öngörüsü yapılmış mıdır? “Nitelikli Doğal Koruma Alanları” ve “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanları” için izin verilecek faaliyetlerin kaynak kirliliği, denizsel akıntı ve hareketler ile uzun vadede Dilek yarımadası Mili Parkını ve sulak alan ekosistemini olumsuz yönde etkileyeceği değerlendirilmiş midir? Statü değişikliği ile bölgede mevcut bulunan ve planlanan inşaat, maden, enerji ve gıda yatırımlarının, hem lojistik karasal faaliyetleri hem de çevresel etkileri bakımından yaratacağı riskler belirlenmiş midir?


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

EKOLOJİK YIKIM UYARISI

Aydın TMMOB İKK, iklim krizinin bu denli derinleştiği; kuraklık, su krizi, yanlış hidrolojik planlamalar, kirlilik gibi nedenlerle su kaynaklarının, sulak alanların gün geçtikçe azaldığı; ülkede bulunan su kaynaklarının yönetiminin uluslararası boyut kazandığı böylesi bir dönemde yapılanan statü değişikliğinin sonuçlarının, ekolojik bir yıkım yaratacağı uyarısında bulundu. İKK açıklamasında, “Bölgede hızla artan balık çiftlikleri, karides çiftliği, jeotermal sondaj ile arama, kömür madenciliği gibi bir çok çevresel risk barındıran yatırımlar varken, üstüne plansız kentleşmenin ve yanlış tarım uygulamaların yarattığı ekolojik tahribatlar günbegün ortadayken, Büyük Menderes Deltası Doğal Sit Alanı Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’ndan asla vazgeçmeyeceğiz” denildi. (Aydın/EVRENSEL)

 https://www.evrensel.net/haber/498865/tmmob-aydin-ikkden-uyari-buyuk-menderes-deltasinin-statusunun-degistirilmesi-ekolojik-yikim-yaratacak

 

“Yamula Barajından su taşınmasının Seyfe Gölü’ne bir yararı olmayacak”

 

13 Eylül 2023 12:01


Seyfe Gölü’ne Yamula Barajı'ndan su taşımanın göle nihai bir yararının olmayacağını söyleyen Dr. Eşref Atabey, göl yakınında açılmak istenen taşocağının göle ve çevresine zararı olacağını söyledi.



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


 

Özer AKDEMİR

Seyfe Gölü’ne Yamula barajından su getirilmesi ve göl yakınında açılmak istenen taşocağı hakkında görüşlerini aldığımız Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Eşref Atabey, taş ocağının göle ve çevresine zararı olacağını söyledi. Doğa Araştırmaları Dernek Başkanı Osman Erdem ise tesisin yakınlardaki Külhöyük köyüne zararı olabileceği ama Seyfe Gölü açısından bir sakıncası olmadığı görüşünde.

BOZKIRDAKİ KUŞ CENNETİNİ 20 YILDA ÇÖLE ÇEVİRDİK!

Kırşehir’e bağlı Mucur İlçesine 16 kilometre uzaklıktaki Seyfe Gölü, Anadolu bozkırının ortasındaki bir kuş cenneti iken 20 yıl içerisinde tamamen kurudu. Bir zamanlar 187 kuş türünün yaşadığı göl, kuruyana kadar sadece Türkiye’nin değil dünyanın en önemli sulak alanlarından birisi olarak tanımlanıyordu. 320 bin adetle dünyanın en büyük flamingo (turna) topluluklarından birini barındıran göl, 1990 yılında “ Tabiatı Koruma Alanı”, 1994 yılında ise Uluslararası Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi’ne dahil edilerek Ramsar alanı ilan edilmişti. Son 20-25 yılda uygulanan yanlış su ve tarım politikalarıyla birlikte küresel ısınmanın da etkisiyle tamamen kuruyan Seyfe Gölü’nde bugün bir damla dahi su kalmamış durumda. Göl ve çevresi bugün bir çöl görünümüne sahip.

YİRMİ YILDIR BİTMEYEN PROJE

Gölün kurumaya başlaması ile birlikte göle Kayseri Yamula Barajı’ndan kanallarla su aktarılması projesi gündeme getirildi. Yirmi yılı aşan bu proje hala tamamlanmış değil. Öte yandan Yamula Barajından Seyfe’ye yapılacak kanallarla ilgili girişimler ise hala devam ediyor. Seyfe Gölüne 12 km uzaklıktaki Külhöyük Köyü yakınında DSİ 12 Bölge Müdürlüğünce işletmeye açılmak istenen taş ocağı da bunlardan birisi. Açık ocakta patlatma yöntemi ile yılda 1.000.000 ton/yıl kapasite ile malzeme (taş/kaya) üretiminin planlandığı taş ocağında bunun için yılda 233 ton ANFO patlayıcı ve 7 ton da dinamit patlatılacak. Proje Tanıtım dosyasında elde edilecek malzemenin “kamyonlarla Kayseri Yamula Projesi Kalaba - Seyfe Sulaması Proje Yapımı kapsamında inşaat işlerinde ve diğer DSİ projelerinde dolgu malzemesi olarak” kullanılacağı dile getiriliyor.

“FOSİL SULAR YOK OLACAK, SU KAYNAKLARI KURUYACAK!”


Taş ocağı projesinin Seyfe Gölü’ne ve çevresine etkisini sorduğumuz Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Eşref Atabey taş ocağının  ‘’mera alanı’’, “Seyfe Gölü Sulak Alanı ve Tabiat Koruma Alanı Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” ve Seyfe Gölü su havzasında kaldığına dikkat çekti. Yöredeki kayaların mermer ve kireçtaşından oluştuğunu belirten Atabey, bu kayaların bünyesinde binlerce yıldan beri depolanmış fosil suların olduğunu, taşocağı faaliyetiyle bu yer altı sularının zarar göreceğini dile getirdi. Faaliyet sırasında büyük miktarda ANFO ve dinamit patlatılacağını belirten Atabey, bu patlatmalar nedeniyle yer altı sularının debisinin azalacağını ve yön değiştiren sular nedeniyle kaynakların kuruyacağı uyarısında bulundu.

YAMULA’NIN SUYU NEDEN ÇARE DEĞİL?

Göle Yamula Barajından su verilmesinin ekosistem açısından yeniden canlanma ve habitat açısından faydalı olacağını belirten Atabey’e göre bu da bir çare olmayacak; “Seyfe Gölü çevresindeki kaya birimlerinden süzülerek gelen yüzey ve yer altı sularıyla beslenmektedir. Gölün kurumasındaki asıl sorun bu beslenme havzasına insan eliyle müdahalelerde bulunulmasıdır. DSİ tarafında kurutma kanalları açılması, maden ve taşocakları faaliyetleri, tarımsal faaliyetlerde aşırı ve kontrolsüz yer altı suyu kullanımı,  gübreleme ve ilaçlama gibi kriterler bunda etkili olmuştur” dedi.

SEYFE’NİN SUYU NASIL OLUŞUYOR

Gölü besleyen yüzey ve yer altı sularının kayalar içinden süzülürken kayaların bünyesindeki mineralleri de kendisine kattığını belirten Atabey Yamula Barajından göle su getirilmesini neden doğru bulmadığına dair şu görüşleri dile getirdi; “Göl suyu bu minerallerle doygundur ve suyun kimyası sayesinde göldeki mikroorganizmalar, sucul yaşam, tuzcul bitkiler ve canlılar yaşam sürer. Flamingolar gibi göçmen kuşlar bu suyun özel kimyasal yapısı sayesinde sudaki mineraller ve canlılarla beslenir. Kilometrelerce öteden Yamula Barajı’ndan alınacak su baraj bendi gerisinde birikmiş, durgun, minerallerden kısmen arınmış, çöktürülmüş nispeten tatlı sudur. Bu suyun Seyfe Gölü kimyasına katkısı kısıtlı olacaktır. Doğal olmaktan ziyade kimyasal yapısı bozulmuş suyla doldurulan bir göl olacaktır.”

AVDAN GÖLÜ ÖRNEĞİ

Atabey Elmalı’daki Avdan Gölü suyunun DSİ tarafından önce Toros Dağları altından bir tünelle Finike yönüne boşaltıldığını, daha sonraki yıllarda ise tünelin kapatılarak kısmen su tutulduğunu aktardı. Atabey, “Ancak göl eski doğal haline bir türlü kavuşamadı” dedi.

ERDEM: TAŞ OCAĞININ SEYFE’YE BİR ETKİSİ OLMAZ

Seyfe Gölü ile ilgili yıllarca birçok araştırmaya imza atan Doğa Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem ise taş ocağı ile ilgili hazırlanan raporu yüzeysel bulmakla birlikte tesisin açılmasında hukuki açıdan bir sakıncası olmayacağı ileri sürdü.

Taş ocağının Seyfe Gölü’ne hali hazırda olumsuz (Su rejimi açısından, kuşlar açısından) bir etkisinin olup olmayacağı sorusunu da “Bu da olası görünmüyor” diye yanıtlayan Erdem, şunları söyledi; “Çünkü, yıllardır Seyfe Gölü’nde ne su var ne de kuş. Malya projesi ile Seyfe Gölü’ne su verilmesi ihtimali olduğu için (Yıllardır DSİ bunu söylüyor.) projenin bir an önce tamamlanmasının olumlu katkısı bile olacaktır. Seyfe Gölü’nün dışında başka alanlara etkileri tabii ki olacaktır. Alan mera ve tarım alanı görünüyor. Mera vasfının kaldırılması gerekir. Mera kaybı yaşanacaktır. Oluşan tozun tarım ve mera alanlarına ve yakınında Külhüyük köyü var, olumsuz etkileri olacaktır”.

SEYFE, 1993 YILINDAKİ BİLGİLERLE ANLATILMIŞ

DSİ 12. Bölge Müdürlüğü tarafından işletilmek istenen projenin PTD’sinde Seyfe Gölü ile ilgili bilgilerin 1993 yılana ait olması dikkat çekti. Son 5-10 yıldır gittikçe kuruyan ve bugün tamamen kurumuş olan Seyfe Gölü PTD’de ki bilgiler Ankara Üniversitesi dil tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç Dr. Hakan Yiğitbaşoğlu’nun 1993 yılında yazdığı tezden alıntılanmış. PTD’de Seyfe Gölü şu şekilde anlatılıyor; “Seyfe Gölü oldukça sığ olup, derinliği 1 metredir. Gölün en derin yeri 3-4 metreyi bulmaktadır. Göl, ilkbaharda akışa geçen dönemli akarsular ile ve en önemlisi Seyfe Köyü gerisindeki gür kaynağın sularıyla olmak üzere, Kervansaray Dağı eteklerindeki kaynaklarla yüzeyden beslenir. Seyfe kaynağının suları geniş bir birikinti yelpazesi oluşturmuştur. Göl, yeraltı kaynaklan ile dipten de beslenmektedir. (Yiğitbaşoğlu, 1993)”. DSİ proje dosyasında ÇED Alanının Seyfe Gölüne uzaklığı 12,2 km olduğu, proje alanının Seyfe Gölüne uzak mesafede yer aldığı belirtilerek, “Ocağın ve tesisin işletilmesinde Seyfe Gölünün beslenmesi ile ilgili bir etki söz konusu olmayacaktır” deniliyor. Taş ocağının 2,2 km batısında Külhüyük Köyü, yaklaşık 5,4 km güney doğusunda Yenidoğanlı Köyü yer alırken, proje alanına en yakın yerleşim yeri ise proje alanının yaklaşık 1938 metre batısında yer alan Külhüyük Köyüne bağlı konut olacak.

 https://www.evrensel.net/haber/498829/yamula-barajindan-su-tasinmasinin-seyfe-golune-bir-yarari-olmayacak

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...