10 Eylül 2023 05:00
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Son iki üç yıldır, memlekete her gittiğimde içimdeki sese uyar ve yollara düşerim. O ses der ki; “Seyfe’ye git!”. Seyfe yok oysa biliyorum! Gözlerimle gördüm, hem de defalarca. Haberlerini yaptım, gidip fotoğrafladım, kupkuru çorak toprağında yürüdüm. Yetmedi, belgeselini çektik...
Çok değil, iki yıl önce, bir sonbahar günü belgesel çekimleri için dört kişilik bir ekip olarak göle gitmiştik. Seyfe ve Badıllı köylüleri ile konuşmuş, onların “ahhh”larını dinlemiştik. Ömürlerini suların peşinde geçiren, ülkenin bütün nehir, göl ve sulak alanlarını adları gibi bilen iki bilim insanından, Doç. Dr. Erol Kesici ve Osman Erdem’den göle dair görüşler almıştık.
Doğa Araştırmaları Derneğinden Osman Bey Ankara’dan, 4 saatlik yoldan gelmişti belgesel çekimlerimize. Gölün bembeyaz bir tuz tabakası ile kaplı yüzeyinde dolaşmıştık kendisiyle. Göle akan pınarların önüne kurulan bugün kupkuru olan gölete gitmiş, Seyfe’ye dair anılarını, gözlemlerini, özlemlerini dinlemiştik.
ŞEYTAN MİNARELERİ
Babam henüz yaşıyordu o günlerde. Annemle birlikte o da gelmişti çekimlere. Askerde tatbikat sırasında Seyfe Gölü’nün ortasına doğru yaptıkları top atışlarını hep anlatırdı babam. O gün, hasta vücudu yorulup heyecanlanmasın diye kamera karşısında anlattırmadım bu anılarını. Keşke anlattırsaydım. Bir yıl sonra kaybettik babamı.
Annem ise daha çocukken, Maraş Göksun ilçesinden Seyfe kenarındaki verimli tarlalara ailecek tarım işçisi olarak gelmişti. “Masmavi suyu vardı. Deniz gibiydi” diye anlatıyordu 60-65 yıl önceki Seyfe’yi. Gölün ortasındaki adalara kuş yumurtaları toplamak için giderken boğulma tehlikesi geçirmesinin öyküsünü dinledik annemden. O kadar çok su varmış yani Seyfe’de. Bu sene de içimdeki sesi dinleyip, yüreğimi kanatma pahasına Seyfe Gölü’ne gittim. Yöre halkının Malya Çölü dedikleri geniş Malya Ovası’nın ortasında, binlerce yıldır biriken sularla oluşan Seyfe Gölü de artık ne yazık ki ‘çöl’ diye anılıyor. Göl yüzeyinde esen rüzgarların göğe savurduğu kiminin “şeytan minaresi” kiminin “toz direkleri”, bizim yörede ise talaz denilen toz hortumlarından başka bir hareket, rüzgarın sesinden başkaca bir ses yoktu.
"SEYFE’Yİ YENİDEN DİRİLTECEĞİZ" DİYENLER NEREDE?
Bugün, ‘Ölüyorum’ deseniz, ilaç niyetine arasanız bir damla su bulamazsınız Seyfe’de. Gölün çevresindeki pınarların olukları da kupkuru artık. Seyfe köyüne, büyük paralar harcanarak yapılan gölet ve piknik alanları yabani otlar, çakırdikenler arasında kaybolmaya yüz tutmuş. İçinde bir zamanlar Seyfe’de yaşayan kuşların fotoğrafları, mumyaları ve kuşlara dair bilgilerin yer aldığı panolarla birlikte, yörenin etnografik eserlerinin de sergilendiği “ziyaretçi tanıtım merkezi” çevresinde bir miktar yeşillik var sadece. Buradaki piknik masaları kurumuş göletin yanı başında da olsa hâlâ kullanılabiliyor.
Oysa, bu yıl bozkıra son 40-50 yılın en fazla yağışı düştü. Köyler ve göl yüzeyi bir metre kar altında kaldı günlerce. Göl bu kar ve yağmurlar sonrası bir karış da olsa suyla doldu. Bazı kuşlar göl yüzeyinde yeniden görülmeye başlanmıştı.
O günlerde, göl kıyısına gidip yanlarından getirdikleri gazetecilere su içinde dolaşan turnaları göstererek “Seyfe’yi eski haline getireceğiz” diye söz veren yetkililerin hiçbiri yoktu bu son gittiğimizde. Neden gelsinler ki öldürdükleri gölü görmeye?
GÖL KURUMUŞ, KÖYLÜ SUSMUŞ!..
Göl yakınlarındaki köyler de neredeyse boşalmış, sokaklarında in cinin top oynadığı hayalet köylere dönmüştü. Badıllı köyünün içinden göle giderken, öğle sıcağından korunmak için evlerinin sekisine, gölge altına sığınmış birkaç köylü, aracımızı gözden kaybolana kadar ağır ağır izlediler. Köylüler, konuşmaya, hatta ellerini bile kıpırdatmaya mecali kalmamış gibi yorgun ve bezgin görünüyorlardı.
Gölün kuruması ve bir tuz çölü halini almasının ardından eskiden estiğinde suyun serinliğini, tuzlu damlacıklarını ve yosun kokusunu evlerine kadar taşıyan rüzgar, artık göl yüzeyindeki tozu- tuzu getiriyordu. Tuzlar, kapı pencerelerin aralıklarından odaların içine kadar süzülüyor, sekilerin, merdivenlerin, çatıların ve evlerin önüne ekili küçük bostanların üzerini kaplıyordu.
İki sene önce, Seyfe belgeseli çekimleri için geldiğimizde gölün kurumasının yaşamlarına etkilerini isteksizce anlatan köylülere bu son gittiğimizde hiçbir şey sormadık. Ne soralım ki, alacağımız yanıtları bildikten sonra…
Zaten köylüler de dertlerini anlatmayı bırakmış, iyice içlerine çekilmişlerdi. Başta yetkililer olmak üzere gölle ilgili köylerine gelen herkese kapılarını örtmüşlerdi.
BİR MEZARDAN DİĞERİNE BİR AVUÇ TOPRAK
Gölün kıyısına, bir zamanlar birbirinden alımlı su kuşlarını gözlemek için yapılan kuş gözlem kulesinin en tepesine çıktığınızda, kilometrelerce ötede belli belirsiz görünen tepelere kadar uzanan bir çölü izliyorsunuz.
Bir mezar sessizliğine gömülen gölden, Badıllı’nın kapıları, pencereleri sıkı sıkı örtülü ıssız sokaklarından geçerek ayrıldık. Dönüşte, Seyfe köyünün tam da Seyfe Tabiat Parkı tabelasının karşısına gelen mezarlığına uğradık. Ömrünü Seyfe’nin korunmasına adamış bu toprakların insanı, Makine Mühendisi, Doğa Fotoğrafçısı Ömer Çetiner’in mezarını ziyaret ettik. Bizim Seyfe belgeselimizin çekimlerinden bir buçuk yıl kadar önce kovid-19 hastalığından kaybettiğimiz Ömer Bey’e verecek güzel haberlerimiz yoktu ne yazık ki!
Seyfe belgeselimizi anlattık, belgesele katkısının büyük olduğu için duyduğumuz minneti ifade ettik. Ömer Bey’in mezarına, sessiz bir ağıt gibi, şimdi kendisi de mezarlık haline gelen Seyfe’nin yüzeyinden getirdiğimiz bir avuç toprağı serptik…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder