24 Eylül 2023 04:22
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Çamların altında soluklanırken önümde uzanan ovayı kuş bakışı izliyorum. Adala Kanyonu ve daha ilerisine kadar giden ova simsiyahtı! Boşuna “Yanık Ülke” demiyorlar Kula’ya... Ovanın tam ortasında sarışın bir ada var. Lavlar birazcık yüksekte kalan tepeciğin etrafını sarmış ama yutamamış. O kıyamet günlerinde bu adacığa sığınan canlıları düşünüyorum. Hayatta kalmışlardır bu birkaç dönümlük toprak parçasının üzerinde. Ya sonrası…
Günlerce süren patlamalar ve erimiş köz halinde akan lavlar onların yaşamalarına ne kadar izin vermiştir ki? Su bulabilmişler midir o küçücük adacıkta? Ya yiyecek?
Bazılarının lavlardan kaçmaya çalıştıklarını biliyoruz. Ayak izleri var o günden günümüze kadar gelen. Belki de patlamaların durduğu ve lavların soğumaya başladığı bir zamanda, her şeyi göze alarak yaşama yürümüşlerdi...
Bu 12 bin yıllık insan ayak izlerinden birisini Adala’daki belediye binasında görmüştüm yıllar önce. Yıpranmış belediye binasının ikinci katında, koridorun bir köşesine konulmuş kare şeklinde, ahşap çerçeveli bir kasanın içinde sergileniyordu. Kilde kalan ayak izlerinin etrafına sönmüş volkan tüfleri konulmuştu.
TÜRKİYE’NİN EN SON SÖNEN VOLKANI
Türkiye’nin en son sönen volkanı olan Sandal köyü yakınındaki Divlit Yanardağı’nı öğle sıcağı her yanı kavurmamışken tırmandık. Eylülün ortasına gelmiş olsak da günler serinlemek bilmiyor bir türlü.
Şimdi “mahalle” olarak geçen Sandal’ın eski belediye binasının önündeki kahvede, yaşlı çınarların altında bir çay içimi oturduk. 13 yıl önce, bu kahvede yapılan toplantıda, beldeye birkaç kilometre uzaklıkta yapımı süren endüstriyel atık depolama-bertaraf tesisi konuşulmuştu. Biz de gazete olarak oradaydık. Divlit Yanardağı’nın hemen karşısında, İzmir-Ankara yolunun öte yakasındaki tesislerin çevre ve insan sağlığına vereceği zararlara dair uzmanların anlattıklarını dinleyince “Yanık ülke asıl şimdi yandı” başlığını atmıştık haberimize.
Gerçekten de tesisler açıldıktan bir yıl sonra işletmeye
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
13 YIL SONRA AYNI YERDE
Aradan 13 yıl geçtikten sonra, Sandal’a gitmeden önce sağa sapıp Süreko atık tesislerinin önündeki yoldan, Esenyazı köyüne doğru gittik. Tarlaların ortasında bir ur gibi büyümüş olan atık tepesinin kokusu nedeniyle aracımızın camlarını kapatmak zorunda kaldık! Durum bu kadar vahimdi yani!..
Sandal’da, içi plastik su şişeleri ve çer çöp ile dolu, kirli yeşil su dolu havuzun kenarında bir çay içimi otururken, o günlerden çok bugünü konuştuk. Sandal Çevre Platformundan Recep Erkol “Ne yapıp ettiysek köylümüzü ikna edemedik. Neylersin ki, o dönem bize ‘bunlar solcu-komünist” diyenlerle bugün aynı zehri soluyoruz” diye anlattı tesislerin yöredeki etkisini. Recep olmasa, 2013 yılında jeopark ilan edilen bölgedeki ilk durağımız olan Sandal Divlit Konisi’ne neredeyse uzaktan bakıp dönecektik. Köy çıkışında çakıl taşları serili dar bir yolu geçip jeopark giriş levhalarının yanına geldiğimizde kapıda bizi karşılayan görevli kibarca volkan konisine çıkış için yapılan ahşap merdivenlerin tamirde olduğunu söyledi. “Etrafa bakıp dönebilirsiniz” diyerek, aracımızın plakasını ve adlarımızı not etti. “Tamam kardeşim sağ ol, ben bu köylüyüm, biliyorum etrafı” dedi Recep. O önde biz arkada etrafı sönmüş lav kalıntıları ile belirginleştirmiş bir yoldan volkana doğru çıkmaya başladık.
VOLKANIN UCUNDA
Volkanın eteklerinden başlayıp dolana dolana tepesine kadar
uzanan 650-
Yanardağ ağzını dinlene dinlene tırmanmamız yarım saati bile bulmamıştı. Yanardağın volkan konisinin ucunda ahşaptan bir çardak ve koniyi çepeçevre dolaşan bir yürüyüş yolu vardı. Yürüyüş yolu tahta kazıklara bağlı kalın halatlarla çevrelenmiş, güvenlik altına alınmıştı. Volkan konisinin içi sönmüş lavlarla kaplıydı ve bu lavların arasından türlü türlü bitkiler, maki kümeleri, sumak, gülhatmi ve kekikler fışkırmıştı. Yaşam, binlerce yıl önce etrafı cehenneme çeviren bu volkanın tam da patladığı yerden yeşermiş, bir yolunu bulmuştu...
Jeopark tabelaları, bilgilendirme levhaları, ahşap merdivenler, halatlar gerilerek oluşturulan güvenlik önlemleri… Aslında her şey olması gerektiği gibi, iyi düşünülmüş, planlanmış ve uygulanmaya çalışılmış gibi geldi bize. Giriş kapısındaki güler yüzlü görevliden itibaren, dünyanın nadir güzelliklerinden birisi olan bu bölgedeki doğal ve kültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarılması ve günümüzde halkın bunları tanıyıp görmesi için yapılması gereken neyse yapılmıştı. Gel gör ki insan faktörü işin içine giriyordu. Yapılan ve emek harcanan onca emeğe saygı çerçevesinde azami koruma-kollama önlemleri olmayınca maalesef durum hiç de iç açıcı görünmüyordu!
On yıl önce büyük çoğunluğu uluslararası kurumlardan gelen hibelerle, onca masraf yapılarak oluşturulan jeoparka ne yazık ki gereken önem verilmemiş, bakımı için yeterince çaba harcanmamış. İlgisizlik kadar, gelen ziyaretçilerin hoyrat davranışları da jeoparkın bakımsız ve kirli olması sonucunu doğurmuş. Dünya
da başka hiçbir yerde Kula-Salihli Jeoporkındaki gibi kilometrelerce kare genişlikte bir alanda jeolojik yapının, tarihle ve kültürle harmanlandığı bir yer yok oysa ki.
Kimi bulamaz, kimisi de bizim gibi değerini bilemez! Hele ki bu “cahiliye iktidarı” devrinde! Olan biten bu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder