30 Nisan 2024 Salı

Salihli'de 6 JES kuyusu için verilen ÇED raporunun yürütmesi durduruldu

 

30 Nisan 2024 14:02



JES'e ilişkin Manisa Valiliğince verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararına karşı açılan davada, Manisa 2. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR

Manisa Salihli ilçesi Yeşilovalı, Durasıllı ve Belikli mahallelerinde AKJEO isimli şirket tarafından yapılmak istenen Jeotermal Elektrik Santraline (JES) ilişkin Manisa Valiliğince verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararına karşı açılan davada, Manisa 2. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

MAHKEMENİN GEREKÇELERİ

Salihli Çevre Derneği ve 6 yurttaş tarafından açılan davaya bakan mahkeme kararını şu gerekçeler dayandırdı:

Proje Tanıtım Dosyası (PTD) raporu ve eklerinde söz konusu etkinliğin çevresel etkilerinin ve bu etkilerin en aza indirilmesi konularının jeolojik ve hidrojeolojik yönlerden yeterli olmadığı,

Sondajlar için yer seçimi, kuyu teçhiz planları, jeotermal akışkanın kimyasal özellikleri, akış testleri ve çevresel etkileri, sistemden salınacak gazların etkileri ve önlenmesi gibi konuların yeterli düzeyde açıklanmadığı,

Yüzey ve yeraltı suları ile tarımsal toprakların kirletilme potansiyeli mevcut olduğu,

Mevcut işletme şeklinin doğaya, toprağa veya tarıma yönelik olumsuz etkilere neden olacağı,

PTD raporunda söz konusu sondaj işleminde kesilebilecek jeolojik birimler hakkında yeterli jeolojik ve jeofizik veri olmadığından, sondajlar sırasında yüzey ve yeraltı suları ile tarım alanları için önemli riskler oluşabileceği,

Test sularının yönetimiyle ilgili mühendislik olarak uygulanabilir bir yöntemin sunulmadığı,

Sondaj çamuru havuzlarının kapasitesinin olası riskler için düşük bulunduğu... Mahkeme heyeti oybirliğiyle verdiği kararda "işlemin uygulanması halinde, belirtilen alanda çevresel etkiler de göz önünde bulundurulduğunda, telafisi güç ya da imkansız zararlar meydana getirebileceği" gerekçesiyle işlemin yürütmesini de durdurdu.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

AV. ÇIVGIN: MÜCADELEMİZ BÜYÜYEREK SÜRECEK

Mahkeme kararını değerlendiren davanın avukatı Yıldıray Çıvgın şunları söyledi: "Mücadelemizin bu hukuki kazanımında yanımızda duran, ilçesine, ovasına sahip çıkan herkese sonsuz teşekkürler. Bir kez daha, mahkemede haklılığımız ortaya çıkmıştır. Ancak mahkemelerin sürekli iptal kararlarına rağmen, sermaye şirketleri Salihli’ye her gün yeni JES projeleri ile zarar vermeye devam etmektedir. Bu nedenle mücadelemiz büyüyerek devam edecektir"

 https://www.evrensel.net/haber/517227/salihlide-6-jes-kuyusu-icin-verilen-ced-raporunun-yurutmesi-durduruldu

Zehir soluyoruz!

 

30 Nisan 2024 05:19



İstanbul’da 38 hava kalitesi izleme istasyonunun 37’sinden 7 sene boyunca toplanan verilere göre, hava kirliliği görünmez bir katil gibi İstanbul’u tehdit ediyor.


Fotoğraf: Volkan Pekal/Evrensel

Özer AKDEMİR
İzmir

İstanbul’da 38 hava kalitesi izleme istasyonunun 37’sinden 7 sene boyunca toplanan verilere göre, hava kirliliği görünmez bir katil gibi İstanbul’u tehdit ediyor. Kanserojen ilan edilen partikül madde (PM2.5) yalnızca kent merkezlerinde değil kırsal alanlarda da DSÖ’nün önerdiği sınır değerlerin oldukça üzerinde çıktı. PM2.5 en az tespit edildiği yerlerde dahi 2 kat yüksek bulundu. Uzun dönem veri analizlerine dayanarak kentin tüm alanlarının değerlendirilmesi ile ilk defa yapılan çalışmanın verilerini İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ülkü Alver Şahin değerlendirdi. Şahin, kentin hava kalitesinin etkileri ve sorunun çözümüne dair önerilerde bulundu.

İSTANBUL GENELİNDE 7 YILLIK VERİLER DEĞERLENDİRİLDİ

Şahin, “Bu çalışmada, saç telinden bile 20 kat ince olan ve solunum sisteminin en dip noktalarına kadar ulaşabilen, 2.5 mikrometreden küçük partiküllerin toplamı olan ince partikül maddenin (PM2.5), İstanbul’da ölçüm yapılan tüm noktalarda, Dünya Sağlık Örgütü tarafından tavsiye edilen yıllık ortalama sınır değerden (5µg/m 3) iki ila beş kat daha fazla olduğu görüldü. Ne var ki erken bebek ölümleri, kalp ve solunum rahatsızlıkları ve akciğer kanserine bağlı ölümler gibi birçok sağlık sorununun temel nedenlerinden biri olarak gösterilen PM2.5 parametresi için halk sağlığını koruma amaçlı ulusal bir sınır değer henüz tanımlanmış değil” dedi.

EN YÜKSEK ÖLÇÜMLER TAŞ OCAKLARININ BULUNDUĞU SULTANGAZİ’DEN

Şahin, çalışmada 10 mikrometreden küçük tüm partikül boyutlarının toplamını temsil eden PM10 yıllık ortalama konsantrasyon değerlerinin de çoğu ölçüm istasyonunda, Türkiye ulusal yönetmeliğinde tanımlanan yıllık ortalama limitin (40 µg/m 3) üzerinde olduğuna dikkat çekti. Şahin aynı zamanda PM10’nun en yüksek konsantrasyonlarının taş ocakları yakınında bulunan Sultangazi hava kalitesi ölçüm istasyonlarında ölçüldüğüne vurgu yaptı. PM10’nun en yüksek değerler aldığı diğer istasyonların sanayi ve yerleşimin yoğun ve yakın olduğu Esenyurt, Başakşehir ve Tuzla istasyonları ile trafiğin yakınında olan Göztepe, Mecidiyeköy, Kağıthane ve Aksaray istasyonlar olduğu dikkat çekti. Şahin, “Dünya genelinde tüm şehirlerin hava kalitesinde gözlenen eğilime uygun olarak, İstanbul’da da ozon harici hava kirleticilerin ortalama konsantrasyon değerleri yıldan yıla azalıyor. Ancak yine de çalışmamız, diğer birçok dünya şehrinde olduğu gibi İstanbul’da da PM2.5, PM10 ve azot dioksitin (NO2) birçok ölçüm noktasında sınır değerlerin çok üstünde bulunduğunu ortaya koyuyor. Kara yolu trafiğinin yoğunlaştığı alanların, sanayi bölgelerinin bulunduğu ve özellikle yerleşimle yakın olduğu alanların ve gemi kaynaklı emisyonlar nedeniyle İstanbul Boğazı yakınlarının, önemli birer temel hava kirletici kaynak olduğu tespit edildi” dedi.

KİRLİLİK ANNE KARNINDAKİ BEBEĞE GEÇİYOR

İnsan sağlığına en zararlı hava kirleticisi olan partikül maddelerin tek bir maddeden meydana gelmediğini dile getiren Şahin, “100 nm’nin altındaki partiküller kan dolaşım sistemine, anne fetüsüne ve beyne ulaşabilir. Partikül madde boyutu küçüldükçe, sınır değerleri tanımlanan kütlesel konsantrasyonlar azalır ancak solunacak partikül adedi, dolayısı ile yüzey alanı artış gösterir. İstanbul’da ölçüm yapılan tüm noktalarda, DSÖ tarafından tavsiye edilen yıllık ortalama PM2.5 sınır değerinin (5 µg/m 3) iki ile beş katı konsantrasyonlar olduğunu, sınır değerlerin aşıldığını gözlemledik. Diğer kirleticiler söz konusu olduğunda, kirlilik kaynaklarına yakınlık büyük ölçüde belirleyici iken, PM2.5 kirliliğinden korunmak için şehir merkezinden uzaklaşmak yeterli olmuyor” dedi.

TRAFİK VE DİZEL ARAÇ GERÇEĞİ

Türkiye’de PM2.5 kirliliği ile mücadele etmenin ilk gerekliliğinin yönetmeliği güncelleyerek bu kirletici için halk sağlığını koruyucu bir üst sınır belirlemek olduğuna işaret eden Şahin, ayrıca kirliliğin temel kaynaklarını tespit etmek ve azaltmak için gerekli önlemleri almanın da önemli olduğunu belirtti. Kara yolu trafiğinin yoğunluğu ve dizel araçların yarattığı kirliliğin önlem alınması gereken unsurların başında geldiğini dile getiren Şahin, Avrupa’nın birçok ülkesinde hava kirliliğine sebep olduğunun bilindiği dizel araçların şehir merkezlerine girişinin yasaklandığını, Türkiye’de böyle bir uygulamanın henüz olmadığını dile getirdi.

DİZELDEN ELEKTRİĞE GEÇİŞ TEŞVİK EDİLMELİ

Türkiye’de kayıtlı hafif ticari araçların yakıt tiplerine bakıldığında, yüzde 90’ının dizel araçlar olduğunu aktaran Şahin, yapılan bilimsel bir çalışmada azot dioksit kirliliğinin temel sebebi olarak dizel araçların gösterildiğini belirtti. Şahin, “Bu çalışmalar, trafik kaynaklı kirliliği kısa vadede limit değerlerin altına çekmek için farklı uygulamaların hayata geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Öncelikle trafikteki dizel araçların sayısını azaltmak, raylı sistemleri de şehir genelinde entegre ve yaygın hale getirmek gerekiyor. Avrupa’da örnekleri olan, tarihi merkezleri araç trafiğine tamamen veya kısmen kapatan alanlar, İstanbul’da da tasarlanmalı. Özellikle ticari araçlarda, dizelden elektrikli araçlara doğru bir dönüşümü teşvik etmenin yolları aranmalı” dedi.

KİRLİLİK SÜREKLİ İZLENMELİ VE ÖNLEYİCİ TEDBİRLER ALINMALI

İstanbul’un yoğun nüfusu ve ekonomik anlamda Türkiye’nin lokomotifi olması dolayısıyla hava kirliliği baskısı altında olduğunu söyleyen Şahin, “Ülke ticaretinin yarısından fazlası İstanbul’da yapılıyor ve ürünlerinin dörtte birinden fazlası bu kentte üretiliyor. Tekstil, metal, kimya gibi birçok kirletici sektör, İstanbul ve civarında üretim yapıyor. Kocaeli, Dilovası, Bursa ve Çorlu sanayi dolayısıyla önemli kirlilik kaynaklarının olduğu yakın alanlar olarak öne çıkıyor. Şehir içi alanlarda faaliyet gösteren ve önemli bir kirlilik kaynağı olan sanayi tesislerine, etki alanları olan çevrelerinde, hava kirliliğini sürekli izleme ve önleyici tedbirler alma zorunluluğu getirilmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

https://www.evrensel.net/haber/517134/zehir-soluyoruz

29 Nisan 2024 Pazartesi

Efemçukuru'nda "ahlaksız teklif"te anlaşıldı mı? (Pazartesi yazısı)

 

29 Nisan 2024 04:20




Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer Akdemir

Tüm yazıları

Birkaç ay önce AKP'nin 20-25 yıldır Efemçukuru altın madeni işletilebilsin diye yapımına engel olduğu Çamlı Barajı ile ilgili bir takım yeni gelişmeler olduğuna dair duyumları sorduğum İZSU'dan bir bürokrat, "Haberim yok" demişti. Sonra Çamlı Barajının ÇED belgesinin onaylandığı bilgisi geldi. Tanıdığım bürokrata bunu da sordum, derin bir sessizlik geldi karşıdan!..

İLK HABERİ 2002 YILINDA YAPMIŞIZ

Efemçukuru Altın Madeni ile ilgili gelişmeleri madenin bölgede sondaj çalışmaları yaptığı 2002 yılından bu yana izliyorum. Arşive baktığımda konuya dair karşıma çıkan ilk haber 20.09.2002 tarihinden "Suyumuzu da kirletecekler!.." başlığını taşıyor.

Haberden kısa bir bölüm; "Menderes ilçesi Efemçukuru köyü yakınlarında Tüprag Metal Madencilik San. ve Ticaret Ltd.Şti. tarafından işletilmek istenen altın madeni İzmir'in içme suyunun büyük bir bölümünü karşılayan Çamlı ve Tahtalı Barajları uzun mesafeli koruma alanında kalıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi Su ve kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İZSU), konuyla ilgili kendisinden görüş isteyen İzmir Barosuna gönderdiği yazıda, İzmirlileri bekleyen tehlikelerin altı çiziyor. İZSU'nun yazısında ayrıca içme suyu havzası içinde olan bölgede hiçbir maden işletmeciliği yapılamayacağına dair açık kanun hükümlerine rağmen her türlü yöntemi deneyen TÜPRAG'ın ısrarına ve özellikle devlet kurumlarının kendilerine yaptığı "Altın madenine izin verin" anlamına gelen baskılara da dikkat çekiliyor".

BİR ZAMANLAR AKP BASTIRMIŞ İZSU DİRENMİŞTİ

Haberde, İZSU'nun Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Daire Başkanlığına ve Çevre İl Müdürlüğüne birer yazı göndererek maden ocağı açılmak istenen yerin baraj havzası içinde olduğunu ilettikleri belirtiliyordu. Bu yazılardan bir ay sonra bölgede incelemede yapan İZSU TÜPRAG altın şirketi tarafından Efemçukuru köyünde 50 adet sondaj yapıldığını tespit eder.  Kurum bu durumu bildirdiği Çevre İl Müdürlüğünden "Şirketin maden arama izni var, ama işletme izni için henüz müracaat etmedi" şeklinde bir yanıt alır. Çevre İl Müdürlüğü 05.10.1998 tarihinde  İZSU'dan madenin ÇED raporu için görüş ister. İZSU yazıya 4 gün sonra gönderdiği yanıtta ; "Maden arama sahasının bir kısmının Tahtalı Barajı uzun mesafeli koruma alanında, bir kısmının da Çamlı Barajının uzun mesafeli koruma alnında kaldığı"nı belirterek olumsuz yönde görüş verir. Şirket bu görüşe karşı "kazanılmış hakları" olduğunu belirterek görüşün olumlu yönde değiştirilmesini ister. İZSU şirkete kendi görev ve sorumluluklarını anımsatır ve talebi reddeder. İZSU ayrıca görüşlerini isteyen İzmir Valiliğine de madenin açılmasının sakıncaları üzerine görüş bildirir. Bu aşamada devreye  Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı girer. Bakanlık İZSU'ya 07.04.1999 tarihinde gönderdiği yazıda İZSU'dan TÜPRAG'ın madenine "Kirletici unsur taşıyan katı, sıvı ve gaz atık üretmeme koşuluyla arama/açma izni verilmesini" istemektedir. İZSU, 07.05.1999'da gönderdiği yanıtta daha ÇED raporu bile hazırlanmamış olan madene izin verilmesinin mümkün olamayacağını bildirir.

DSİ'DEN İKİ FARKLI GÖRÜŞ; "MİLLİ PARK İLAN EDİLMELİ", "ALTIN MADENİ İŞLETİLEBİLİR"

O süreçte DSİ 2. Bölge Müdürlüğü 31.01.2002 tarihinde "Çamlı Baraj Havzası’nın tamamının ormanlık ve dik yamaçlı arazi olduğu, havzanın tümüne yönelik koruma tedbirleri alınarak doğal sit alanı veya milli park yapılması hususunda gerekli girişimlerin başlatılması..." yazısı da çok ilginçtir. 2. Bölge Müdürlüğünün bu görüşüne karşın DSİ Genel Müdürlüğü milli park ilan edilmeli denilen bölgede "Altın madeni çıkarılmasında bir sakınca görülmediği"ni bildirmiştir. Bu bile altın madeninin işletilebilmesi için devlet kurumları üzerindeki siyasi baskının boyutunu göstermektedir.

İZSU'DAN 180 DERECELİK DÖNÜŞ!

O dönem siyasi iktidarın tüm baskılarına direnerek altın madenine karşı çıkan ve Çamlı Barajının önemini ortaya seren İZSU bugün 180 derece görüş değiştirmiş durumda. İZSU Çamlı Barajı ile ilgili ÇED raporuna dair yaptığı açıklamada; "İZSU olarak aylık olarak maden sahasının çevresinden yer altı ve yer üstü su kaynaklarından numuneler alınmaktadır. Bu güne kadar herhangi aykırı bir duruma rastlanmamıştır" diyor!

"AHLAKSIZ TEKLİF" YİNE GÜNDEMDE

İZSU'yu bu noktaya getiren Çamlı Barajı konusunda AKP hükümeti ile yapılan bir anlaşma olabilir mi? AKP Çamlı Barajını engellemekten vazgeçecek, İzmir Büyükşehir Belediyesi (İzmir BB ) de Efemçukuru Altın Madenine olan itirazını geri çekecek! Olan biten buymuş gibi görünüyor. Oysa bu teklif 2008 yılında o zamanki İzmir BB  Başkanı Aziz Kocaoğlu'na, bizzat Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun müsteşarı tarafından yapılmıştı; "Siz madene karşı çıkmayın maden işini bitirdikten sonra Çamlı Barajını size yapıp hediye etsin".

"Ahlaksız teklif" olarak değerlendirilen bu teklif, Kocaoğlu'nun TMMOB odalarının İzmir şube başkanları ile yaptığı bir toplantıda bizzat kendisi tarafından aktarılmıştı. O toplantıda bulunan bir oda başkanının bize aktarmasının ardından bu haberi "ahlaksız teklif" başlığı ile yaptık. Daha sonraki Çepeçevre Yaşam programı gerekse birçok haber ve yazıda bu meseleden bahsetmişken bugüne kadar buna dair konunun muhataplarından herhangi bir yalanlama gelmiş değil. Anlaşılan o ki aradan yıllar geçtikten sonra 'ahlaksız teklif' kabul edilmiş!...

BARAJ ALANINDAKİ DERE DE DEĞİŞMİŞ!

Üstelik bir yanda altın madeni çalışırken, öte tarafta madenin uzak mesafe koruma alanında bulunan Çamlı Barajı yapımında bir sorun görülmemiş. ÇED raporunda; "Çamlı Barajı drenaj alanında uzun mesafeli koruma alanı sınırları içinde altın cevheri çıkarmak ve zenginleştirme işlemi yapmak üzere TÜPRAG Madencilik tarafından inşa edilmiş olan ve halen çalışmakta olan bir madencilik tesisi bulunmaktadır" denilmekte. İZSU'nun yıllarca bölgedeki Kokarpınar Deresi'ne dikkat çekerek Çamlı Barajının orta mesafeli koruma alanı ve 'dere mutlak' alanında olduğunu belirterek altın madenine yaptığı karşı çıkış da değişivermiş. Kokarpınar Deresi birdenbire "Çamlı Barajı uzak mesafeli koruma alanı içinde kalan sürekli akışı bulunmayan bir yan dere niteliğindeki Kokarpınar Deresi" oluvermiş!

EKOLOJİK FELAKET VE SUSUZLUK BASTIRINCA

AKP devlet hazinesine tek kuruş yük bindirmeden bütün masrafları İzmir BB tarafından karşılanacak olan Çamlı Barajının yapımına sırf altın madeni çalışabilsin diye engel olurken şu gerekçeyi ileri sürmüştü; "İzmir'in 2050 yılına kadar içme suyu diye bir sorunu yok. Biz Gördes'ten İzmir'e yılda 60 milyon ton su vereceğiz. 2040 yılından sonra da Çamlı Barajının yapılıp yapılmayacağını tekrar değerlendiririz". Anlaşılan o ki AKP bu görüşünden artık vazgeçmiş görünüyor. İzmir'e 120 kilometre uzaklıktaki Gördes Barajından şu ana kadar kente tek damla su verilemedi. Barajın dibi delik çıktı, su tutmadı, yakınlardaki Göl Marmara Gölü bu baraj nedeniyle kurudu. Ciddi bir ekolojik felaketin yanı sıra İzmir'in su sorununun da gün geçtikçe büyüdüğü artık iyice ortaya çıkınca AKP ve İzmir BB  anlaştı. İzmir BB  madene ses etmeyecek, AKP'de Çamlı Barajına geçit verecek!

'Ahlaksız teklif'te anlaşılmış görünüyor.

https://www.evrensel.net/yazi/94759/efemcukurunda-ahlaksiz-teklifte-anlasildi-mi

27 Nisan 2024 Cumartesi

İzmir'den ilkokul öğrencileri seslendi: Ücretsiz ulaşım her çocuğun hakkı

 

27 Nisan 2024 13:02



İlköğretim okulu öğrencileri İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde ücretsiz ulaşım talebiyle eylem gerçekleştirdi.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR
İzmir

İzmir'in Konak ilçesi Basmane semtinde bulunan ilkokul öğrencileri İzmir Büyükşehir Belediyesi (İzBB) önünde ücretsiz ulaşım eylemi yaptı.

Kültürpark'taki İzBB girişinde "parasız ulaşım istiyoruz" diyen çocuklar, ayrıca barış dolu bir dünya özlemlerini de küçük bir tiyatro oyunu ile sergileyerek dile getirdi.

ÖZGÜR DÜNYA ÇOCUKLARI

Öğretmenleri eşliğinde İzmir Kitap Fuarı stantlarının arasından kendi yaptıklarını ve çeşitli dillerde "Barış" ve "Özgür Dünya Çocukları" yazılı, temiz bir doğadan görüntülerin resmedildiği pankartla yürüyen çocuklar yürüyüşleri boyunca, "Ücretsiz ulaşım biz çocukların hakkı" sloganı attı.

BİTMEYEN UMUDUN TİYATROSU

İzBB Başkanlık Girişinin önünde küçük bir tiyatro gösterisi yapan öğrenciler, oyunlarında savaşları, yoksulluğu, çevre kirliliğini eleştiriler. Çocuklar oyunlarını umutlarını hiç tükenmeyeceği mesajı ile sonlandırdılar. İzmir'in yoksul gecekondu mahallelerinden gelen çocukların ücretsiz ulaşım hakkı ve barış dolu bir dünya özlemlerini kitap fuarına gelen yurttaşlar tarafından alkışlarla destekledi.

 https://www.evrensel.net/haber/516962/izmirden-ilkokul-ogrencileri-seslendi-ucretsiz-ulasim-her-cocugun-hakki?utm_source=paylas&utm_campaign=twitter&utm_medium=ege

Binlerce ağaç kesilerek dikilecek RES'leri Orman Genel Müdürlüğü koruyacak!

 

 27 Nisan 2024 13:53


Muğla'nın Köyceğiz ve Ula İlçeleri arasında yapımı planlanan RES için ormanlık alanda binlerce ağaç kesilecek. Üstelik RES'lerin güvenliğini OGM sağlayacak.



Fotoğraf: GAİA ÇED dosyası


Özer AKDEMİR
Muğla

Muğla'nın Köyceğiz İlçesi ile Ula İlçeleri arasında yapımı planlanan rüzgar enerji santralleri (RES) için ormanlık alanda binlerce ağaç kesilecek. Üstelik RES'lerin güvenliğini de Orman Genel Müdürlüğü (OGM) sağlayacak!

ÇED SÜRECİ BAŞLATILDI

Köyceğiz ve Ula ilçeleri Turgut ve Kavakçalı Mahalleleri sınırları içerisinde yapımı planlanan 20 RES projesi ile ilgili ÇED süreci başlatıldı. En 2 Rüzgar Enerjisi Yatırım Anonim Şirketi tarafından "Gaia Rüzgâr Enerji Santrali Projesi adıyla gerçekleştirilmek istenen projede RES'lerin 84 MWm/61 MWe) Kurulu gücü olması planlanıyor.

Proje ile ilgili görüşlerini sorduğumuz Jeoloji Yüksek Mühendisi ve Tıbbi Jeoloji uzmanı Dr. Eşref Atabey, RES'lerin yörenin yoğun orman varlığına, fauna ve florasına, kuşlara, bal arılarına, arıcılığa zararları göz ardı edildiği, kamu yararı dikkate alınmadığını söyledi.

RES'LERİN CANLI SAĞLIĞINA ETKİLERİ


Fotoğraf: GAİA ÇED dosyası

Rüzgar türbinlerinin saniyede 80 metre hızla dönen ve en az 30 metre yükseklikte uçları olan devasa kanatlara sahip olduğunu aktaran Atabey, RES'lerin zararlarına dair şunları söyledi; "Kuşlar, bu bıçakların oluşturduğu akım yoluna uçarak korkunç bir şekilde ölür. Bu durumdan en çok etkilenen ötücü kuşlardır ve yaklaşık yüzde 10'u yırtıcı kuşlardan oluşur. Güneşte parlayan devasa türbin kanatlarının dönme hareketleri, çıkardığı aerodinamik ses, kuledeki yanıp sönen kırmızı ışıkların ve görüntü etkisi insanlarda sağlık sorunlarına yol açabilir. Rüzgâr Türbini Sendromu uyku bozuklukları, baş ağrıları, kulak çınlaması, titreşimler, kardiyak aritmi, mide bulantısı, sinirlilik gibi ortaya çıkan ve stibüler sistem organlarıyla ilgili çeşitli semptomlarla karakterize edildiği bilim insanlarınca belirtiliyor.”

ŞİRKETLE OGM'NİN PROTOKOLÜ

Yapılmak istenen RES projesinin sık Karaçam ormanında yer aldığını dile getiren Atabey, RES şirketinin OGM ile imzaladığı protokolde ''yangın kulelerine enerji sağlanması, personele ücretsiz internet imkanı verilmesi, kurulacak kamera görüntülerinden OGM'nin faydalanması" gibi tavizlerin karşılığı oyarak OGM'nün herhangi bir orman yangınında RES direklerinin korunmasının taahhüt edildiğine dikkat çekti.

Atabey, "Bir kamu kurumu, orman yangınlarına karşı bazı ihtiyaçlar için bir özel şirketle karşılıklı taahhütlerde bulunamaz" dedi. Burada kamu yararından ziyade, bir şirketin çıkarının söz konusu olduğunu dile getiren Atabey, “Bu denli yoğun ormanlık sahada, RES kurmanın kamu yararı bulunmuyor. Habitata, çevre ve insan sağlığına zararı daha fazla olacaktır” diye ekledi.

 https://www.evrensel.net/haber/516968/binlerce-agac-kesilerek-dikilecek-resleri-orman-genel-mudurlugu-koruyacak

Maden ve enerji için hazırlanan torba yasa Mecliste: Sermayeye talan izni

 

27 Nisan 2024 06:41



Enerji ve maden yasalarında yapılacak değişiklikle sermayenin doğa talanı önündeki çakıl taşlarını da temizleyecek 15 maddelik torba yasanın maddeleri üzerine görüşme önümüzdeki hafta başlayacak.


Fotoğra: Özer Akdemir/ Evrensel



 

Özlem Songül ABAYOĞLU
Nisa Sude DEMİREL
İstanbul

İliç’teki maden faciası sonrası rafa kaldırılan ve Dünya Bankası ile yenilenebilir enerji alanları üzerine imzalanan kredi sözleşmesinin ardından yeniden hızla Meclis gündemine getirilen torba yasaya dair tartışmalar sürüyor.

Enerji ve maden yasalarında yapılacak değişiklikle sermayenin doğa talanı önündeki çakıl taşlarını da temizleme amacı taşıyan 15 maddelik torba yasanın maddeleri üzerine görüşme ise önümüzdeki hafta başlayacak.

Yapılacak değişiklikler; maden, doğal gaz, yenilenebilir enerji alanında faaliyet gösteren uluslararası tekeller ve yerli ortakları için büyük avantajlar sağlıyor. Torba kanun teklifleri kabul edildiğinde maden işletmek için rapor gerekmeyecek, göller üzerinde santraller kurulabilecek, herhangi bir nükleer sızıntıda tesisi işleten sorumlu tutulmayacak, sermayeye teşvik adı altında milyonlar aktarılacak.

Yasa şubat ayı başında Meclis Genel Kuruluna getirilmek istenmiş ancak bir gün önce İliç’te maden faciası yaşanması üzerine rafa kaldırılmıştı. Dünya Bankası ile imzalanan kredi sözleşmesinin ardından tasarı İliç Araştırma Komisyonunun ilk toplantısının yapılacağı gün yeniden Genel Kurul gündemine taşınacaktı. Önce Komisyonda gelen tepkiler üzerine tasarıya dair görüşmelerin Komisyon toplantılarının sonuna kadar erteleneceği söylendi; aynı günün geç saatlerinde ise Genel Kurulda tartışmaya açıldı. Genel Kurulun kapanmasıyla torba yasa tasarısındaki maddelerin görüşülmesine önümüzdeki hafta devam edileceği belirtildi.

Torba yasayı ve iktidarın aceleciliğini EMEP, CHP, DEM Parti, Yeniden Refah Partisi, Saadet Partisi ve İYİP milletvekilleri gazetemize değerlendirdi.

TALAN SERBEST HALE GETİRİLECEK

Değişikliklerin sömürge madenciliği için dikensiz gül bahçesi yaratacağını ifade eden Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı ve Antep Milletvekili Sevda Karaca, “Yerli ve uluslararası sermayenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını talan etmesini serbest hale getirmek istiyor iktidar. Bu tehlikeli değişiklik bir de ‘yeşil enerji’ gibi maskelerle süsleniyor” ifadelerini kullandı.

Tepkiler üzerine iki kez geri çekilen yasanın üçüncü kez alelacele yeniden Meclis gündemine getirilmesini değerlendiren Karaca, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in uluslararası finans kuruluşlarıyla yaptığı görüşmelere ve Dünya Bankası ile yakın zamanda imzalanan kredi anlaşmasına dikkat çekerek “Dünya Bankası ile bu kanun kapsamında önü açılacak talan, yağma ve sömürü için projeler yapıldığını, milyonlarca liralık ‘hibe’lerin yenilenebilir enerjiden ziyade doğal yaşamın sermaye tarafından yutulmasının planlandığını da biliyoruz. Bu yasa iktidarın, uluslararası maden ve enerji tekelleri ile yerli iş birlikçilerine verdiği sözlerin yasal kılıfıdır” dedi.

"HER YERİ İLİÇ’E ÇEVİRECEKLER"

Bu kanunla birlikte tarım arazilerinin, yaşam alanlarının ve koruma altındaki doğal yaşam alanlarına maden ve enerji santralleri kurulması önündeki tüm engellerin kaldırılacağını hatırlatan Karaca, “Hızlı verilen maden ruhsatları, yerel halkın bu maden yıkımına karşı çıkmasını engelleyeceği gibi, işçi sağlığı ve güvenliği açısından da ciddi sonuçları olacak. Jet hızıyla verilen ruhsatlar, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından zaten dertli olan maden sahalarında önlem alma yükümlülüğünü de etkileyecek, maden sahasındaki çalışanların ve çevrede yaşayanların sağlığını ve canını tehdit edecek. Yani her yer İliç haline getirilecek” dedi.

"BAE İÇİN MINTIKA TEMİZLİĞİ"

Maden yasasının sömürge madenciliğine, yabancı sermaye ve yerli işbirlikçilerine inanılmaz bir rant aktarımı anlamına geldiğini vurgulayan CHP Grup Başkan Vekili Gökhan Günaydın da “Birleşik Arap Emirlikleri’yle imzalanan ve henüz Meclis onayından geçmemiş bir anlaşmanın mıntıka temizliği de bu yasayla yapılmak isteniyor” dedi. Yasayla aynı zamanda Türkiye’nin doğasını ve insanını liçleyen düzenin daha da liberalize edilmek istendiğine dikkat çeken Günaydın, “İliç nedeniyle tepkiler çok yüksekti, yasa da bu nedenle bekletildi. Bunun bir miktar yatıştığını düşünen iktidar yasayı yeniden gündeme getirdi. Maddeler üzerine görüşmeler salı ve perşembe günü sürecek. Biz engellemek için her türlü çabayı göstereceğiz” dedi.

"MÜCADELE MECLİSLE SINIRLI KALMAMALI"

Söz konusu torba yasaya karşı çıktıklarını vurgulayan DEM Parti Milletvekili İbrahim Aydın da bu yasayla İliç benzeri faciaların önünün açılacağı uyarısında bulundu. ÇED gerekliliğinin kuralsız, kaidesiz şekilde ortadan kaldırılmasının kabul edilemez olduğunu söyleyen Aydın, torba yasaya karşı mücadelenin Meclisle sınırlı kalmaması gerektiğinin de altını çizdi. Çevre örgütlerini ve tüm halkı İliç’i hatırlatarak mücadeleye çağıran Aydın, torba yasanın Mecliste yasalaşması durumunda CHP ile görüşerek Anayasa Mahkemesine itiraz süreci başlatmayı düşündüklerini aktardı.

"YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKİLMESİN"

Yeniden Refah Partisi Milletvekili Doğan Bekin ise torba kanuna ilişkin tutumlarını belirlemek üzere Genel Başkan Fatih Erbakan ile değerlendirme yapacaklarını söyleyerek “Madenlerde gerekli önlemler alınmıyor. İyileştirici önlemlerin alınması lazım. Milli ve yerli olarak enerji kaynaklarının değerlendirilmesi gerekiyor. Başka ülkelere veya yabancı yatırımcılara belirli amaçlar için peşkeş çekilmemesi taraftarıyız. Erzincan’da Kanada firması altını çıkarıp götürdü, Türkiye’ye kalan ne yazık ki siyanürlü toprak” ifadelerini kullandı.

Torba yasanın işçi güvenliği ve çevreyi dikkate almadığını; patronlar önemsenerek hazırlandığını söyleyen Saadet Partisi Milletvekili Bülent Kaya ise “Yasayı geri çekmişlerdi ancak müzakere yapılmadan yeniden önümüze konuldu. Daha önceki itirazlarımızı ortaya koymaya devam edeceğiz. Yasaya dair şerh hakkımız var. Çalışmalara devam edeceğiz” dedi.

"BAZI MADDELERİ DESTEKLİYORUZ…"

Yasayı sormak üzere görüştüğümüz İYİP Milletvekili Erhan Usta, partisinin muhalefet şerhini hatırlatarak “Teklifte yer alan bazı maddeler tarafımızca olumlu görülüp desteklenmekle birlikte birçok maddenin olumsuz etki yaratacağı ortadadır. Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ni yetersiz bulmaktayız” dedi.

RAPOR YOK, SORUMLULUK YOK, TEŞVİK VAR

TORBA kanunun Mecliste kabul edilmesi durumunda:

Kıyı Kanunu’nda yapılacak değişiklikle göller üzerinde de imar planı yapılmaksızın yenilenebilir enerji üretim santralleri kurulabilecek.

Enerji verimliliğini artırmak amacıyla hazırlanan projelere Bakanlık yüzde 30’u kadar destek verecek.

Maden Kanunu’nda değişiklik yapılarak Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu (UMREK) koduna göre raporlama zorunluluğu sadece IV. grup maden işletme ruhsatları açısından devam edecek. Diğer maden grupları açısından bu zorunluluk kaldırılacak.

Şirketlere birden çok kaynak izni verilebilecek, lisanssız da üretim yapılabilecek

10 yıllık lisans süresini bitiren lisanssız üretim faaliyeti kapsamındaki tesisler, lisans alma bedeli ile lisans süresi boyunca elektrik piyasasında oluşan saatlik piyasa takas fiyatını, tesis tipi bazında uygulanan güncel Yenilenebilir Enerji Kaynakları (YEK) destekleme mekanizması fiyatından fazla olması halinde aradaki fiyat farkının YEK destekleme mekanizmasına katkı bedeli olarak ödeyerek lisanslı üretim faaliyetine geçebilecek.

Elektrik dağıtım tesisleri ve/veya nakil hatlarına ilişkin irtifak alanı, en düşük yaklaşım mesafesi, iletkenin salınım mesafesi ve direkler arası uzaklık dikkate alınarak ilgili mevzuata göre belirlenecek. Kamulaştırma bedelleri azaltılacak.

Nükleer sızıntıda tesisi işleten şirketin sorumluluğu olmayacak.

SÜPER TALANA ‘SÜPER’ YASA

Yasa teklifinin gündeme gelmesinden yakın zaman önce Britanya sermayeli enerji, kimya, yenilenebilir enerji, metal ve madencilik endüstrilerine veri sağlayan küresel araştırma ve danışmanlık kuruluşu Wood Mackenzie (WoodMac), metal ve madencilik için ‘süper bölge’ önerdiği bir rapor yayımlamıştı.

Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ‘süper bölge’ projesi Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Asya’yı kapsıyor.

TALAN TEKELLERİN MADEN İHTİYACI İÇİN!

Rapora göre 2.5 santigrat derecelik küresel ısınma senaryosunda elektrikli binek araçları, fotovoltaik (PV) sistemler ve rüzgar türbinlerinin satışlarının 2030 yılına kadar yüzde 164, yüzde 171 ve yüzde 132 oranında artması bekleniyor. Bu teknolojilerin mevcut ve tahmini satış öngörüleri bazı ham maddeler için benzeri görülmemiş bir talep yaratıyor, sermayenin artan maden ihtiyacını gündeme getiriyor.

Örneğin ortalama bir elektrikli araç, içten yanmalı motorlu (ICE) bir araca göre altı kat daha fazla mineral gerektirirken, rüzgar enerjisi, gazla çalışan bir tesise göre otuz kat daha fazla bakır yoğun olabilir. Genel olarak kobalt, lityum ve nikel gibi minerallere olan talebin 2040 yılına kadar sırasıyla yüzde 60, 300 ve yüzde 90 oranında artacağı öngörülüyor.

“Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler ve piyasalar, artan maden talebini karşılamak için yavaş yavaş harekete geçmeye başlıyor” denilen raporda, “Şirketler ayrıca enerji dönüşümüyle bağlantılı maden arama ve operasyonlarını da hızlandırıyor” ifadeleri kullanılıyor.

Küresel ısınmaya değinilen raporda “1.5°C hedefi kapsamında, 2030 yılına kadar taahhüt edilen kobalt, lityum ve grafit arzının, talebin yüzde 70’inden azını karşılayacağı öngörülüyor. Wood Mackenzie, arz talep açığını kapatmak ve 2030 yılına kadar kritik minerallerin madenciliği, rafine edilmesi ve eritilmesi için yaklaşık 400 milyar ABD doları tutarında CAPEX’e ihtiyaç duyulacağını tahmin ediyor” deniliyor.

Süper bölge, kobalt, doğal grafit ve manganez gibi stratejik minerallerin sırasıyla yüzde 79, yüzde 53 ve yüzde 44’ünü barındırıyor.

İLİÇ’TE NE OLMUŞTU?

Erzincan İliç’te mimar ve mühendislerin tüm uyarılarına rağmen kapatılmak bir yana kapasite artırımı yapılan Anagold’a ait madende yaşanan göçük nedeniyle 9 işçi çöken liç dağının altında kaldı. Fırat Nehri’nin geçtiği hat boyundaki tarım ve içme suyu ile çevrede yaşayan insanların ve işçilerin sağlığı tehlikeye girdi. Madeni işleten uluslararası maden tekeli SRR Mining ve yerli iş birlikçisi Lidya Madencilik ortaklığındaki Anagold Madencilik’in hiçbir üst düzey yetkilisi tutuklanmazken, madenin kapasite artışına izin veren Murat Kurum hakkında da herhangi bir soruşturma açılmadı. Suç yalnızca madende çalışan mühendislerin üzerine yıkıldı.

https://www.evrensel.net/haber/516894/maden-ve-enerji-icin-hazirlanan-torba-yasa-mecliste-sermayeye-talan-izni?utm_source=paylas&utm_campaign=twitter_ust&utm_medium=haber

26 Nisan 2024 Cuma

İzmir Kitap Fuarı'nda "Göç ve Kadın Edebiyatı" tartışıldı

 

26 Nisan 2024 15:02



Türkiye Yazarlar Sendikası'nın (TYS) 50. Yılı etkinlikleri kapsamında İzmir Kitap Fuarı'nda "Göç ve Kadın Edebiyatı" söyleşisi gerçekleştirildi.  


Fotoğraf: Evrensel


Türkiye Yazarlar Sendikası'nın (TYS) 50. Yılı etkinlikleri kapsamında İzmir Kitap Fuarı'nda "Göç ve Kadın Edebiyatı" söyleşisi gerçekleştirildi. Dokuz Eylül Sahnesinde yapılan etkinliğin moderatörlüğünü TYS İzmir Temsilcisi Özer Akdemir yaptı.

GÖÇ YOLLARINDA YİTEN CANLAR

Söyleşide ilk olarak konuşan şair yazar Şerif Kaya Anadolu'nun coğrafi konumu gereği göçlerin uğrak yeri olduğunu belirterek "Kafkaslardan Arap çöllerine, Balkanlardan Hazar Denizi'ne kadar uzanan göç yollarında nice canlar yitirilmiş, nice acılar yaşanmıştır. Kafkasların güzel kızı Almestin, Soçi Irmağı'na kaptırdığı annesinin acısını unutmadan yaşama dair umudunu köşe kapmaca oynayan mehtaplı bulutları seyrederek sürdürmüştür. Emanet bebek Elsa, erguvan mevsiminde koparıldığı ana kucağının sıcaklığına özlemle yolları gözlemlemiştir. Azelya, Küçük Menderes Ovası'nı seyredip yaşama dair güzel hayaller kurarken Boz Dağlar'a bütün hayellerini bırakacağını bilmiyordu" diye konuştu.

"Cennet anaların ayakları altındadır!" deyip annaları ayaklar altına alan eril bir zihniyetin dünyayı kadınlar dar ettiğinin altını çizen Kaya, "yaşam ve onur mücadelesi veren kadınların onurlu savaşlarını konu alan öykülerimden bir buketimle kadınların yaralarına merhem olmak herhalde insani görevlerin en değerlisidir" diye konuştu.

“GÖÇLER ENTEGRASYONLA BAŞLAR ASİMİLASYONLA SONUÇLANIR”

"Edebiyatta Göç ve Sürgünün İç Mekandan Dış Mekana Yansıyan Kimlik Sorunu" başlıklı sunum yapan Bircan Çelik şunları dile getirdi; “Göçler entegrasyon ile başlar, genelde asimilasyon ile neticelenirler. Modern dünya, her tür öğretiye dayanak olacak epistemolojik ve tarihsel bilinç zeminiyken, kapitalist sistemin kurgusu olan postmodernizm; Batı’da dilden uyruğa, kültürden dine birçok şeyi kapsayan etnik köken çelişkilerinin yaşanmasına, kaynaşamayan insan topluluklarının oluşmasına neden oldu. Bu durumun en canlı örneğini ve ülkemizin de en kaotik dönemi olan 12 Eylül darbesinde yaşadık."

“KÜLTÜRLERİNİ VE DİLLERİNİ CEPLERİNDE GÖTÜRDÜLER”

Darbe döneminde birçok şair /yazar aydının  ülke dışına sürüldüğünü hatırlatan Çelik "ülkeleri onlara yasaklı kılındı. Küresel dünyanın dayattıklarıyla yabancılaştırıldılar, öteki olarak konumlandırıldılar ve bu şekilde yabanda yaşamaya zorlandılar. Fakat sürgün yazarlarımız hangi ülkeye göç ettirildilerse, oraya tarih şuurunu, köyünü, kasabasını, kültürünü ve dilini ceplerinde götürerek üretim yaptılar" dedi.

“GÖÇ OLGUSU İNSANLIK TARİHİ KADAR ESKİ”

Söyleşinin son konuşmacısı olan şair yazar Aslıhan Tüylüoğlu; "Göç olgusunun insanlık tarihi kadar eski olduğunu belirterek şunları söyledi" "Kavimler göçü ile defalarca şekillenmiş bir dünya var karşımızda. Günümüzde de yadsınamayacak bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor göç gerçeği. Savaşlar, ekonomik, sosyal nedenlerle milyonlarca insan yer değiştiriyor. Türkiye’de sıla - gurbet kavramları ve bunlar için yazılmış ağıtlar ve türküler oldukça önemli bir yer tutuyor." dedi. Göç, sıla, gurbet şiirlerinde örnekler veren Tüylüoğlu, ülkemizin günümüzde yeni bir göç dalgası ile karşı karşıya olduğunu dile getirerek;" Suriye’deki savaştan kaçan milyonlarca kişi ya geçmek için ya da yerleşmek için ülkemize geldi. Bu süreç iyi yönetilmediğinden köklü bir soruna dönüştü. Akdeniz’in bir ölüm gölü olduğuna tanık olduk" dedi. Tüylüoğlu bu konuya dair kendi yazdığı şiirden dizler okudu;

“Dünya, uyandı sancıyarak

Denizlerinde bir çocuğun daha boğulmasına

Ters dönmüş bir bottu Avrupa

Kanlı kıyılarına vurmuş çığlıkla” (İzmir/EVRENSEL)

 https://www.evrensel.net/haber/516888/izmir-kitap-fuarinda-goc-ve-kadin-edebiyati-tartisildi

25 Nisan 2024 Perşembe

Yazar ve sanatçılardan Taksim açıklaması: Yasakçı tutuma son verilmeli

 

25 Nisan 2024 11:59


64 sanatçı ve yazar yaptığı açıklamayla 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına ilişkin yasaklama ısrarından vazgeçilmesini istedi.



Fotoğraf: AA



 

Yazar ve sanatçılar yaptığı yazılı açıklamayla, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına ilişkin yasaklama ısrarından vazgeçilmesini istedi.

64 sanatçı ve yazarın imzasıyla yapılan açıklamada Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs alanı olduğu belirtilerek, “Hiçbir yasak bu gerçeği hafızalardan silecek kadar güçlü olamaz. Yazarlar ve sanatçılar olarak çağrımızdır: Anayasa Mahkemesi’nin,  Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs İşçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nde yalnızca emekçilerin dayanışmasını değil, ortak hafızasını da temsil ettiğine dair değerlendirmesine ve yasağa ilişkin ihlal kararına rağmen ısrarla sürdürülen yasakçı tutuma hemen son verilmelidir. Özgürlük içinde kutlanacak bir bayram ülkemize iyi gelecektir” denildi.

Açıklamada imzası bulunan sanatçılar şöyle:

Adnan Özyalçıner

Ahmet Telli

Ahmet Ümit

Akif Kurtuluş

Altay Öktem

Ayfer Tunç

Ayşegül Devecioğlu

Ayşen Şahin

Başak Canda

Belma Fırat

Biket İlhan

Burhan Sönmez

Cenk Güray

Cevat Çapan

Deniz Durukan

Dilruba Nuray Erenler

Ender Öndeş

Erdoğan Aydın

Erendiz Atasü

Ertan Mısırlı

Figen Öcal

Figen Şakacı

Gaye Boralıoğlu

Genco Erkal

Haden Öz

Hakan Yaman

Halil İbrahim Özcan

Hasan Öztoprak

Haydar Ergülen

İnci Aral

Kadir Akın

Kamil Erdem

Kamil Tekin Sürek

Kemal Varol

Latife Tekin

Mehmet Zaman Saçlıoğlu

Murat Özyaşar

Murat Uyurkulak

Murathan Mungan

Mustafa Köz

Nalan Çelik

Namık Kuyumcu         

Neşe Yaşın

Nur Sürer

Orhan Alkaya

Orhan Pamuk

Oya Baydar

Ömer Faruk

Özer Akdemir

Özgün Bulut

Özlem İşbilir

Reis Çelik

Sema Kaygusuz

Semih Gümüş

Şebnem İşigüzel

Tarık Günersel

Tülin Dursun

Ümit Kıvanç

Vecdi Erbay

Yavuz Pak

Yusuf Nazım

Zeynep Aliye Yavuz

Zeynep Oral

Zülfü Livaneli

(İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)

 https://www.evrensel.net/haber/516789/yazar-ve-sanatcilardan-taksim-aciklamasi-yasakci-tutuma-son-verilmeli

İkizköylülerden son söz: Biz bitti demeden bu dava bitmez - 1. bölüm | ÇEPEÇEVRE YAŞAM

 



Çepeçevre Yaşam bu hafta Akbelen Ormanı'nda.

Muğla Milas'a bağlı İkizköy'de yer alan Akbelen Ormanı'nda köylülerin topraklarını koruma mücadelesi sürerken direnişin öncü kadınlarından Nejla Işık ve kızı Esra Işık'la görüştük. Son yerel seçimlerde İkizköy muhtarı seçilen Nejla Işık ve kızı Esra Işık'la Akbelen'deki durumu, yöre halkının mücadelesini ve taleplerini konuştuk. Çepeçevre Yaşam her hafta Evrensel'de.



23 Nisan 2024 Salı

50 yıllık bir edebiyat çınarı: TYS

 

23 Nisan 2024 16:03


İzmir Kitap Fuarındaki “50 yıllık bir edebiyat çınarı: TYS” söyleşisinde, yazarların emeğini sermayeye karşı koruma amacıyla 50 yıl önce kurulan Türkiye Yazarlar Sendikası konuşuldu.


Fotoğraf: Neval Savak


Bu yıl Kültürpark’ta yapılan İzmir Kitap Fuarında gerçekleştirilen etkinliklerden birisi de Türkiye Yazarlar Sendikasının (TYS) 50. yılı ile ilgiliydi.

TYS’nin Genel Başkanı Adnan Özyalçıner ve İzmir Temsilcisi Özer Akdemir’in katıldığı “50 yıllık bir edebiyat çınarı: TYS” başlıklı söyleşi Lozan Sahnesinde yapıldı. Sendikanın kuruluş sürecine ve ilk yıllarına dair bilgiler veren Genel Başkan Adnan Özyalçıner, TYS’nin 4 Şubat 1974 tarihinde Aziz Nesin’in girişimleri ile 70 şair ve yazarın katıldığı bir toplantıda kurulduğunu aktardı. Kurucu Genel Başkanı olan Yaşar Kemal’in bir yıl sonra yerini Aziz Nesin’e devrettiğini söyleyen Özyalçıner, “Tıpkı bugünkü gibi baskıcı bir dönemde kurulan TYS’nin ilk amacı, yazarlığı iş edinmiş kişilerin emeğini sermayeye karşı korumak, hukuki, sosyal, kültürel, ekonomik temel hak ve özgürlükleri savunmaktır. Gerçek söz ve yazı özgürlüğünün sağlanması, korunması için her türlü mücadeleyi yürütmek TYS’nin amaçları arasındadır” diye konuştu.

EDEBİYATÇILARA ÖRGÜTLENMELERİ İÇİN EĞLENCE İŞ KOLUNDA YER BULUNABİLDİ

Sendikanın kuruluş tüzüğünü şair-yazar ve aynı zamanda avukat olan Necati Cumalı’nın hazırladığını aktaran Özyalçıner, o sürece dair şunları anlattı: “O dönemdeki yasalara göre eğlence ve müzik iş kolu olarak sendikanın kurulabileceğini belirtmesi üzerine biz de bu maddeye göre kuruluş başvurusunu yapmıştık. Aziz Nesin de gülümseyerek anlatırdı hep ilerleyen yıllarda ‘Biz edebiyatçılar olarak eğlence iş koluyuz devlete göre. Pavyon ve bar sanatçıları ile aynı kategorideyiz’ diye.”

Sendikanın kuruluş yıllarında maddi olanaksızlıklar sebebiyle bir ofis tutamadığını aktaran Özyalçıner, “Genel sekreter olarak bütün evraklarımızı bir çantaya doldurmuştum. Her yıl boyunca sendika büromuz o çanta oldu” diye konuştu.

TYS EMEĞİN SAFLARINDA BİR AYDIN ÖRGÜTÜDÜR

Sendikanın ülkedeki baskı dönemlerinde bedel ödeyen kurumlardan olduğunu, buna rağmen mücadelesine devam ettiğini belirten TYS İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, genel merkezi İstanbul olan sendikanın İzmir dışında Ankara, Eskişehir, Antakya, Adana, Çanakkale, Bursa gibi illerde temsilciliklerinin olduğunu belirtti. TYS’nin kurulduğu günden bu yana ülkedeki özgürlük, barış, kültürel gelişim ve dayanışma mücadelesinde üzerine düşen görevi onurla yerine getirmeye çalışan bir emek örgütü ve aydınlar kuruluşu olduğunu dile getiren Akdemir, “TYS, dünyaya egemen olan sistemin yarattığı emek sermaye çatışmasında olgusunda kendisini emeğin saflarında tarif eden bir örgüttür” dedi. Akdemir, sendika olarak siyasi iktidarın baskı politikaları bir yana ekonomik sıkıntılar nedeniyle de yazara ve okura adı konulmamış bir sansür uyguladığını dile getirdi. (İzmir/EVRENSEL)

 

https://www.evrensel.net/haber/516640/50-yillik-bir-edebiyat-cinari-tys

21 Nisan 2024 Pazar

Genç Hayat Dergisi, “Savaşa Karşı Sanat ve Gençlik” başlıklı söyleşi gerçekleştirdi

 

 




21 Nisan 2024 19:10


Genç Hayat Dergisi, İzmir’de gerçekleşen İz Kitap Fuarı’nda “Savaşa Karşı Sanat ve Gençlik” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi.


Fotoğraf: Bahar Emreoğlu


İzmir’de gerçekleşen İz Kitap Fuarı’nda stant açan Genç Hayat Dergisi, “Savaşa Karşı Sanat ve Gençlik” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi. Genç Hayat Dergisi'nin 3. Kültür Sanat Ödülleri öykü jüri üyeleri Özer Akdemir ve Yusuf Nazım'ın katıldığı söyleşide konuşan Nazım, savaşın günümüzde çok can yakıcı ve hepimizin hayatını etkileyen bir olay olduğunu belirterek, söyleşinin önemine değindi.

"DÜNYADA EDEBİYATIN HEP SAVAŞA KARŞI BİR TARAFI VARDIR"

Fransa'da savaşa karşı özgürlük için bir cephe kurulduğundan bahseden Nazım, “1943 tarihlerinde Paris’in kendi özgürlüğü için Fransa halkı mücadele verir. Bu grubun lideri Adıyamanlı bir şairdir. Alman faşizmine karşı hem mücadelenin içinde olarak hem de edebiyat, şiir yoluyla direnir” dedi.

Dünyada ilk atom bombasının atıldığı dönemi anlatarak Nazım Hikmet’in nükleer silahların tehlikesini anlatan şiiriyle savaşa baş kaldırdığını söyleyen Nazım, “Dünyada edebiyatın hep savaşa karşı bir tarafı vardır. Sartre bu isimlerden bir tanesidir. Kendi ülkesinin işgalci olduğunu söyler ve işgale karşı çıkar. Aragon Fransız komünist şair, deneme ve roman yazarı, doğrudan direnişin içinde yer alan bir edebiyatçıdır. Brecht, savaşa karşı bir cephededir. Picasso'nun eserlerinin çoğunda savaş karşıtlığı vardır” diye konuştu.

"BATI MEDYASI, ÖLDÜRÜN AMA AZ ÖLDÜRÜN DİYOR"

Uzun yıllar işgal ettiği topraklarla yetinmeyip Gazze’yi bombalayan İsrail’in savaşının artık soykırıma dönüştüğünü ifade eden Nazım, İsrail’in Gazze’deki Filistin halkına olan soykırımının bütün dünyanın gözü önünde yapılmakta olduğunu vurguladı. Başta ABD olmak üzere büyük devletlerin doğrudan İsrail’in savaşının ortağı olduğunu belirten Nazım, “Peki buna karşı edebiyat ne yapıyor. Geçtiğimiz kasım ayında Amerika’da 74. Kitap Ödülleri düzenlendi. Bu ödül töreninde 25 finalist adına konuşma yapan kişinin İsrail’in Filistin halkına yönelik yaptığı saldırıyı kınaması üzerine ödüllere sponsor olan firmalar sponsorluğunu geri çekti" ifadelerini kullandı.

Batı medyasının en tarafsızının bile taraflı bir dil kullandığını anlatan Nazım, "Öldürün ama biraz az öldürün diyorlar. Ölü sayısı kaç olursa makul olur ki" dedi. Taraflı yayına itiraz eden şiir editörünün bu duruma dayanamadığını ve istifa ettiğini söyleyen Nazım, istifa mektubunun bir kısmını okudu; “Finalistler adına, Gazze'de devam eden bombardımana karşı çıkıyoruz ve başta çocuklar olmak üzere Filistinli sivillerin acil ihtiyaçlarının karşılanması için insani bir ateşkes çağrısında bulunuyoruz. Antisemitizme, Filistin karşıtlığına ve İslamofobiye eşit derecede karşı çıkıyoruz; tüm tarafların insanlık onurunu kabul ediyoruz ve daha fazla kan dökülmesinin bölgede kalıcı barışı güvence altına almak için hiçbir işe yaramayacağını biliyoruz.”

Öyküde gerçek ve kurmaca arasındaki farkla ilgili sorular aldığını söyleyen Nazım, “Bu soruya şöyle cevap verdim. Bir video izledim. Gazze’de bir sokakta yaralı olan bir insan ve çocuğu. Çevredeki insanlar onları kurtarmaya çalışıyorlar ama İsrailli keskin nişancılar o insanların kurtarılmasını istemiyorlar. Diğer insanlar gözükmeden yaralıları kurtarmaya çalışıyor. Öyküde kurmacaya ne gerek var ki hayat zaten gerçek bir öykü” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

HER GÜN SAVAŞIN İÇİNDEYİZ

Savaşın başka bir boyutunu ele almak istediğini söyleyen Akdemir, “Savaş denildiğinde aklımıza silahlar tanklar gelir. Ama başka savaşlar da var. Biz aslında her gün bu savaşların içindeyiz. Öğrenciler okulda gelecek savaşı, işçiler emeklerinin karşılığını almak ve hayatlarını devam ettirmek için, kadınlar erkek egemen toplumda yaşama savaşı veriyorlar” dedi.

Buna toplam olarak sınıf savaşı diyen Akdemir, “Bir kesim var büyük çoğunluğun emeği üzerinden geçiniyor. Monako’da ıstakoz yiyor, pahalı saatler takıyor. Amabizim sırtımızdan geçiniyorlar. Diğer taraftaki milyonlar yaşamaya çalışıyor” diye belirtti.

İşçilerin bir yandan yaşam mücadelesi verdiğini bir yandan da anayasal hakları olan sendikalarda örgütlenmeye çalıştığını söyleyen Akdemir Lezita işçilerinin şu an verdiği mücadeleyle bu durumu örneklendirdi. Bir taraftan da doğaya karşı verilen savaştan bahseden Akdemir, “Küresel ısınma, kuraklık insanlığın yol açtığı bir sorun. İnsanlık doğaya karşı verdiği savaşı kazanıyor ama bir yandan kaybediyor. Kapitalizm, doğayı bir meta ve kâr olarak depolarına doldurmaktan başka bir şey olduğunu düşünmüyor ”diye ekledi.

İzmir’deki yaşanan çevre sorunlarına ilişkin konuşan Akdemir “İzmir’de birkaç tane altın madeni var. Bu madenler bizim içme suyumuzu kirletiyor. İzmir Büyükşehir Belediyesinde görev yapmış birkaç belediye başkanı bu sorunlar üzerine bir şeyler söyledi ama üzerinde çok durulmadı" dedi.

Dünya’da yaşanan savaşlara değinen Akdemir "Filistin'de bir soykırım, Ukrayna’da sıcak savaş, israil ve iran arasında olan gerginlik... Dünya’nın her yerinde bir savaş ortamı var ve bu savaşın sorunlarını hep birlikte yaşıyoruz. Dünyadaki bütün canlılar yaşıyor" diye belirtti. Son olarak Genç Hayat Kültür Sanat Ödülleri’nin gençlerin yaşadığı sorunlar üzerinden temalar aracılığıyla bunları tartıştırmaya ve sanatla yansıtmaya çalıştığını söyleyen Akdemir, "Bizi sıkıntıyla baş başa bırakan bu sisteme karşı örgütlenmemiz ve bu sistemi yıkmamız gerekiyor" diyerek sözlerini bitirdi. (İzmir/EVRENSEL)

 https://www.evrensel.net/haber/516441/genc-hayat-dergisi-savasa-karsi-sanat-ve-genclik-baslikli-soylesi-gerceklestirdi


18 Nisan 2024 Perşembe

Silikozis hastası maden işçileri ABD radyosuna konuştu - 2. bölüm | ÇEPEÇEVRE YAŞAM

 



Aydın'ın Çine ilçesinde faaliyet yürüten kuvars ve feldspat madenlerinde çalışan işçiler, işçi güvenliği önlemlerinin alınmaması sebebiyle silikozis hastalığına yakalanıyor.

Çineli silikosiz hastası Şenol Girgin, nasıl hasta olduğunu ve yaşadıklarını ABD The World radyosunun program yapımcısı Durrie Bouscaren'e anlattı. Çepeçevre Yaşam her hafta Evrensel'de.



Ormanlar şirketlere peşkeş çekildi

 

18 Nisan 2024 04:11


Doç. Dr. Cihan Erdönmez, ülkemizdeki ormanların zayıfladığını dile getirirken bu durumun karbon tutumunu yarı yarıya azalttığını söyledi.




Özer AKDEMİR 
İzmir

Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğünün verilerine göre 2014 yılından bu yana 32 hektarlık orman alanında 15 turizm tesisi için izin çıktı. 2014 yılında 15 hektarlık alanda 5 adet, 2015’te 8 hektarlık alanda 3 adet, 2016’da 7 hektarlık alanda 5 adet, 2017 ve 2019’da ise birer hektarlık alanda birer adet turizm tesisinin yapımına izin verildi. Bakanlık, bu izinlerin nerelerde verildiği ya da hangi kuruluşlara verildiği konusundaki bilgileri ise paylaşmıyor.
Sağlıklı ormanlarda turizm tesisi yapılması, 1982 yılında çıkarılan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8’inci maddesi doğrultusunda yıllardır yapılan bir uygulama. Bu bölgelerin içerisinde kalmak kaydıyla bu izinler veriliyor. 

MADEN VE ENERJİ İÇİN BİNLERCE İZİN VERİLDİ

OGM’nin verilerine göre 2012 ila 2022 yılları arasında ormanları kapsayan alanlarda yapılacak madencilik faaliyetleri için 28 bin 355 adet izin verildi. Enerji alanında ise 2012 -2022 yılları arasında verilen izinlerin toplamı 12 bin 38.
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi, Ormancılık Politikası ve Yönetimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez, Türkiye’nin orman varlığını ve ormanlarla ilgili son gelişmeleri değerlendirdi. Erdönmez ülkemizdeki ormanların zayıfladığını dile getirirken bu durumun karbon tutumunu yarı yarıya azalttığına dikkat çekti. 

ORMAN TAHSİSLERİNİN YARISI SON ON YILDA YAPILDI 

Son yıllarda, ormancılık dışı kullanımlara tahsis edilen ormanlarda kayda değer artış yaşandığını belirten Erdönmez, Türkiye tarihi boyunca yapılan tahsislerin neredeyse yarısının son 10 yılda gerçekleştiğini, bunun büyük çoğunluğunun da enerji ve madencilik şirketlerine yapıldığını kaydetti. Erdönmez, odun üretiminin, 2017’de yaklaşık 15 milyon metreküp seviyesindeyken 2023’te 25 milyon metreküpe ulaştığına dikkat çekti.

Hükümet yetkililerinin orman alanlarının arttığına dair ifadelerinin ardında, göç veren bölgelerde boşalan tarım topraklarının, otlakların ve kendiliğinden ormanlaşmanın yattığını aktaran Erdönmez, “Orman alanları, Yalova hariç Marmara’ya kıyısı olan tüm şehirlerde azalıyor. Direnci düşen ve biyoçeşitliliği azalan ormanlar, karbon tutma işlevini de yeterince yerine getiremiyor. 1990-2017 yılları arasında senede ortalama 63-67 milyon ton karbon tutan ormanlar, 2021’de yalnızca 34 milyon ton karbon tutabildi” dedi. 

ODUN ÜRETİMİ DÜNYA ORTALAMASININ İKİ KATI! 

Erdönmez, odun üretimindeki artış ve orman alanlarının enerji, madencilik gibi sektörlere giderek daha çok tahsis edilmesinin, Türkiye ormanlarının parçalanmasına ve zayıflamasına sebep olduğuna dikkat çekti.

Bu durumun, ormanların iklim değişikliğiyle mücadelede üstlendiği rolü de baltaladığını belirten Erdönmez, “2017’de yaklaşık 15 milyon metreküp olan odun üretimi, yalnızca birkaç sene içerisinde 25 milyon metreküpe ulaştı. Bugün gelinen noktada, Türkiye ormanlarında her 100 metreküp ağaç servetinden yıllık olarak üretilen odun miktarı, dünya ortalamasının iki katı seviyesinde. 2008 ile 2019 yılları arasında, 10 hektardan küçük orman parçalarının sayısında yüzde 118’lik artış yaşandı. Direnci düşen, biyoçeşitliliği azalan ormanların karbon tutma işlevi de zayıfladı. 1990 ile 2017 yılları arasında, ormanlarda yılda 63 ila 67 milyon ton karbon tutulurken, bu miktar 2021’de neredeyse yarı yarıya azalarak 34 milyon tona geriledi.”

Türkiye ormanları üzerinde artan baskıların, odun üretimi ile sınırlı olmadığını dile getiren Erdönmez, 2022 yılı sonunda, Türkiye’de ormancılık dışı kullanıma tahsis edilmiş toplam orman alanının 810 bin hektar civarında iken bu miktarın neredeyse yarısının (382 bin hektarlık) yalnızca son 10 yılda tahsis edildiğinin altını çizdi. 

TAHSİSLERİN BAŞINI ENERJİ SEKTÖRÜ ÇEKİYOR 

Enerji sektörünün bu tahsislerin başını çektiğine dikkat çeken Erdönmez, “Son 10 yılda, enerji sektörünün kullanımı için yaklaşık 136 bin hektar orman alanı tahsis edildi. Onu, 105 bin hektar ile madencilik sektörü izledi. Yalnızca bu iki sektöre yapılan orman alanı tahsisleri, toplam orman alanı tahsisinin yüzde 63’üne denk geliyor” dedi. 

Ormancılık dışı kullanıma tahsis edilen alanlarda yapılan işlemlerin doğrudan ‘ormansızlaşma’ olarak adlandırılabileceğini dile getiren Erdönmez, buna karşın farklı sektörel yatırımlara tahsis edilen bu alanların orman varlığı envanterinde hâlâ ‘orman alanı’ olarak görünmeye devam ettiğini vurguladı. Erdönmez, “Oysa söz konusu alanlardaki bitki örtüsü bütünüyle kaldırıldığı için hem ormanın karbon yutağı işlevi sıfırlanıyor hem de diğer ekosistem hizmetlerini yerine getiremez hale geliyor. Ayrıca bu alanların civarındaki orman ekosistemleri de parçalanma yoluyla pek çok ekolojik yıkım sürecini bir arada yaşıyor. Biyoçeşitlilik azalıyor, ormanın direnci düşüyor ve elbette karbon tutma işlevi yavaşlıyor” şeklinde konuştu. 

CİDDİ BİR GERİLEME VE BAŞARISIZLIK DÖNEMİ 

Orman Genel Müdürlüğü istatistiklerine göre, 10 hektardan küçük orman parçalarının sayısı 2008-2019 yılları arasında yüzde 118 arttığının altını çizen Erdönmez, “Türkiye’nin daha büyük ve ekolojik açıdan daha güçlü ormanları, daha küçük ve ekolojik açıdan daha güçsüz orman parçalarına doğru bir dönüşüme maruz kaldı” dedi. Erdönmez, söylemlerin aksine önceki dönemlerle kıyaslandığında günümüzde ağaçlandırma çalışmalarında ciddi bir gerileme ve başarısızlık dönemi yaşandığını kaydetti.

https://www.evrensel.net/haber/516071/ormanlar-sirketlere-peskes-cekildi?a=98b80

14 Nisan 2024 Pazar

Akdeniz’de istilacı balon balığı tehdidi giderek artıyor

 

14 Nisan 2024 11:24




Yapılan bilimsel bir araştırmaya göre balon balıklarını yiyen en az 171 kişi zehirlendi. Bunlardan 27’si yaşamını yitirdi.


Fotoğraf Prof. Dr. Nazlı Demirel'in kişisel arşivinden alınmıştır.


Özer AKDEMİR

Küresel ısınmanın en çok etkileyeceği bölgeler arasında sayılan Akdeniz’de zehirli balon balıkları giderek çoğalıyor. Yapılan bilimsel bir araştırmada Doğu Akdeniz’de balon balıklarını yiyen en az 171 kişinin zehirlendiği tespit edildi. Araştırmada balon balıklarının denizde yüzenlere yönelik saldırılarının da artış gösterdiğini ortaya koydu.

BALON BALIKLARI İLE İNSAN ETKİLEŞİMİ İLK KEZ KAYIT ALTINA ALINDI

Dr. Aylin Ulman önderliğinde, Akdeniz bölgesindeki ülkelerin araştırmacıları tarafından ortaklaşa hazırlanan araştırma geçtiğimiz günlerde Biology dergisinde yayınlandı. Araştırma ile ilgili bilgi veren İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Nazlı Demirel Doğu Akdeniz bölgesinde çok hızlı artan yabancı istilacı türlerden zehirli balon balıkları ile insanlar arasındaki etkileşim kayıtlarının ilk defa kapsamlı bir şekilde derlendiğini dile getirdi. Demirel araştırmanın, son 19 yılda en az 171 kişinin balon balığını besin olarak tüketerek zehirlendiğini ve zehirlenenlerden 27’sinin hayatını kaybettiğini ortaya koyduğunu aktardı.

BALON BALIĞI SALDIRILARI ARTIYOR

Giderek ısınan Akdeniz’in, zehirli balon balıkları gibi yabancı türlerin istilası için elverişli hale geldiğinin altını çizen Demirel, son yıllarda balon balığı saldırılarında artış yaşandığını, 2017’den bu yana artan saldırılardan en az 28 kişi etkilendiği ve bu kişilerin üçünün ampute edildiğini dile getirdi. Saldırıların sekizinin Türkiye denizlerinde gerçekleştiğine vurgu yapan Demirel, “Balon balıkları, halk sağlığının yanı sıra biyolojik çeşitliliği ve balıkçılığı da tehdit ediyor. Zehirli balon balığı, Türkiye kıyılarında ilk defa 2003 yılında tespit edilmesinin ardından, bugün Akdeniz Havzası’nın tamamına yayılmış durumda. Zehirli balon balığı, adaptasyon ve yayılım hızı sayesinde yüksek bir bolluğa ulaşmayı başardı. Ancak çevreye, ekonomiye ve insan sağlığına yönelik tehditleri nedeniyle Akdeniz’deki en zararlı istilacı türlerden biri olarak kabul ediliyor” dedi.



 Balon balıklarının diş yapısı | Fotoğraf: Doç. Dr. Ali Rıza Köşker

BALIKÇILIĞA DA BÜYÜK ZARAR VERİYOR

Gelişkin diş yapısına sahip olan balon balıklarının Akdeniz’deki yerel balık türlerine ve balıkçılığa zarar verdiğini belirten Demirel, “Nitekim Akdeniz’deki yerel balık türlerinin ve kafadanbacaklılar gibi bazı omurgasız canlıların stoklarını azalttıkları rapor ediliyor. Bunun yanı sıra, balıkçıların ağlarına girdiklerinde, hem diğer balıkları yağmalıyor hem de dişleyerek ağlara zarar veriyorlar” diye konuştu.

ZEHİRLENME BELİRTİLERİ NELER?

Bu balıkların besin olarak tüketilmesinin, insan sağlığına ciddi bir tehdit oluşturduğunu kaydeden Demirel şu bilgileri verdi: “Zehirlenme belirtileri, genellikle 10 ila 45 dakika sonra ortaya çıkar; fakat altı saate kadar gecikmelerle de rapor edildiği olmuştur. Zehirlenme vakaları genellikle 6 ila 24 saat içinde ölümle sonuçlanır. 24 saat içinde solunum yetmezliğinden hayatını kaybetmeyen hastalar, genellikle herhangi bir kalıcı işlev veya doku bozukluğu olmadan iyileşir.”

SÜVEYŞ KANALI AÇILINCA İSTİLACI TÜRLER AKDENİZ’E GİRDİ

Hint-Pasifik kökenli Kızıldeniz türlerinin, 1869’da insan eliyle yapılan Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e geçtiğini ve burada yaşama başarısı gösterdiğini aktaran Demirel, küresel ısınma nedeniyle Akdeniz’in tropikleşmesinin yabancı türlerin yerel türlerle rekabetten avantajlı çıkacakları koşulları oluşturduğunu dile getirdi. Yalnızca son 10 yılda, yeni tür sayısının yüzde 40 oranında arttığına vurgu yapan Demirel, “Biyoçeşitliliği yüksek olan Akdeniz, binin üzerinde yabancı türle, dünyanın en çok işgal edilen deniz bölgesi. Yakın gelecekte, özellikle turizm sezonunda, balon balıklarının fiziksel saldırılarının artabileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bilgilendirme kampanyalarının, yerel halkı ve turistleri balon balığı tüketmenin riskleri konusunda bilinçlendirmesi ve balon balıklarının saldırgan davranışları konusunda uyarması gerekiyor. Aynı zamanda, tıbbi müdahalede bulunacak, özellikle acil durum hekimleri, klinik semptomları tanıma konusunda eğitilmeli” dedi.

 https://www.evrensel.net/haber/515735/akdenizde-istilaci-balon-baligi-tehdidi-giderek-artiyor?a=c22

11 Nisan 2024 Perşembe

Ayvacık’ta 11 JES kuyusu için yürütmeyi durdurma kararı

 

11 Nisan 2024 11:42


Çanakkale Ayvacık Tuzla Deltasında açılmak istenen 11 jeotermal kuyusuna verilen ÇED’in yürütmesi durduruldu.



Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel

Özer AKDEMİR
Çanakkele

Çanakkale İli Ayvacık İlçesi Tuzla Köyü yakınlarında MTN Enerji Şirketi tarafından açılmak istenen 11 JES kuyusuna verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararının yürütmesi durduruldu.

Mahkeme kararına proje ile ilgili yapılan bilirkişi keşfindeki raporu esas aldı. 11 jeotermal kuyusu açma projesine verilen ÇED Gerekli Değildir kararına karşı Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, Gülpınar Sürdürülebilir Yaşam Derneği gibi kurumlar ve yörede yaşayan yurttaşlar dava açmışlardı.

Çanakkale 1’inci İdare Mahkemesi tarafından bölgede yaptırılan bilirkişi keşfinde bilirkişiler proje ile ilgili birçok eksikliğin yanı sıra oluşabilecek çevresel ve tarımsal risklere de dikkat çekmişlerdi.

“ÇEVRESEL RİSKLERE KARŞI YETERİNCE YER VERİLMEMİŞ”

Bilirkişi raporunda yapılan ciddi uyarılara dikkat çekilen mahkemenin yürütmeyi durdurma kararında ÇED Raporunda ki eksikliklerin altı çizildi. Bazı bitkilere ÇED Raporunda hiç yer verilmediğinin altının çizildiği kararda, “yine proje raporunda, flora ve fauna elemanları için ortaya çıkabilecek risklere, bu risklerin olası etkileri ve alınması gereken önlemlere ve önleyici/azaltıcı tedbirlere de gerçekçi ve uygulanabilir düzeyde yer verilmediği” dile getirildi.

Kararda ayrıca tuzlu su girişinin önlenmesi için hiçbir önlemden söz edilmediği, geçici atık depolama tesisinin projede nereye, nasıl, nasıl özellikte ve kapasitede kurulacağının belirtilmediğinin de altı çizilirken, proje alanında çalıştırılacak olan araçların marka model bilgilerinin verilmemesinin, gürültü modellemesinin yüzeysel veri ve tahmini veri girişleri ile yapıldığını gösterdiği ifade edildi.

TELAFİSİ İMKANSIZ ZARARLAR DOĞABİLİR

Proje ile ilgili çevresel etkilerin yüzeysel ve raporda yer verilmeyen ekipmanlara göre yapılmasının yanlışlığına dikkat çekilen kararda, şöyle denildi; “Yer altı suyu parametreleri (EC, Sıcaklık, pH, Na, K, Ca, Mg, Cl, SO4, HCO3, Br, F, B, Li) ile ilgili beklenen maksimum değerlerin hesaplanmadığı ve jeotermal rezervuar ve sığ yer altı suyu akifer sistemleri ve ilişkisinin belirlenerek bunları gösteren bir kesite yer verilmediği hususları ile bilirkişi raporunda bilimsel yönden hatalı ve eksik görülen diğer tüm hususlar dikkate alındığında, proje tanıtım dosyasında bu yönleri ile eksikliklerin bulunduğu” belirtildi.

Mahkeme heyetinin oy birliği ile aldığı kararda ÇED sürecinin işletilmesi ve hazırlanacak ÇED raporunda bu eksikliklerin göz önüne alınması gerektiği ifade edildi. Mahkeme heyeti, “Projenin yapımına başlanılması ve işletmenin çalışmaya geçmesi durumunda, çevreye olacak etki ve yapılan yatırımlar açısından telafisi güç veya imkansız zararların doğabileceği” belirtilerek, projenin yürütmesini durdurdu.

BİLİRKİŞİ RAPORU NE DİYORDU?

11 adet jeotermal kuyusunun açılmasının planlandığı bölgenin toprak yapısını, tarımsal özelliklerini, arkeolojisini ve sosyal dokusunu inceleyen bilirkişilerin mahkemeye sunduğu raporda özetle şu görüşlere yer verilmişti;

  • “Jeotermal sondaj endüstrisinin en önemli problemlerinden biri olan kaçak ve boru problemleri; sondaj operasyonunun tamamlanamayıp kuyunun terk edilmesine varan sorunlara yol açabilmektedir. Bu nedenle, söz konusu problemleri en aza indirecek sondaj sıvısı kimyasalları kullanılmaktadır. Bu kimyasallara yönelik bir bilgiye rastlanmamıştır.
  • Sondaj alanlarında oluşacak bitkisel toprak ile hafriyat kazısının birlikte geçici depolama alanında biriktirilmesi durumunda depolama yüksekliğinin yaklaşık 5 m olacağı ortaya çıkmaktadır. Bu durumda toprağın kayması, yağış ile taşınması vb. olumsuz durumlara sebebiyet verebileceğinden ve bu hesaplamalarında teorik olduğu düşünüldüğünde uygulamada daha fazla hafriyat toprağı çıkacağından göz önüne alındığında 275 m2 alanın yetersiz olduğu ve teknik olarak mümkün olmadığı.

PROJE ALANININ SINIRI DENİZ

  • Tarım ve Orman Bakanlığı 2. Bölge Müdürlüğünün görüş yazısında; “sondaj alanının Tuzla Deltasında bulunduğu ve Tuzla Çayına yakın mesafede de (6 adet sondaj) çalışma planlandığı tespit edildiği” belirtilmiştir. Ayrıca yapılan çalışmada Çanakkale ilinin Tuzla, Menderes, Kocabaş ve Kavak Çayı Deltaları, Gökçeada’nın Kuzey Kıyıları, Karabiga Kıyıları ve Bozcaada sahil zonu Hassas Denizel Alanlar olarak belirlendiği, bu amaçla belli bir koruma statüsü oluşturulması amacıyla Tarım ve Orman Bakanlığı 2. Bölge Genel Müdürlüğünce teklifte bulunulduğu belirtilmiştir. Ancak PTD incelendiğinde bu alanlara yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmadığı ve bu durumdan hiç bahsedilmediği görülmüştür.
  • Keşif günü yapılan değerlendirmelerde, sahadaki boruların oldukça fazla korozyona uğradığı görülmüştür.
  • Proje alanının sınırı deniz olmasına rağmen herhangi bir değerlendirme yapılmadığı görülmüştür.
  • Proje alanı için kümülatif bir değerlendirmenin yapılmadığı görülmüştür.

ZEYTİNCİLİK YASASINA AYKIRI

  • Tarımsal potansiyeli yüksek sulu mutlak tarım arazilerinin bütünlüğünün bozulacağı, her bir sondaj alanında 1500 m2 olmak üzere toplamda 15000 m2’lik bir alanın üzerinin 20 cm kalınlığında beton dökülmek suretiyle tarımsal niteliğinin bozulacağı da dikkate alındığında oluşacak etkilerin kabul edilebilir düzeyde olmadığı değerlendirilmektedir.
  • Dava konusu alan ve projenin etki alanında 26/01/1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunda belirtilen alanlar bulunmaktadır.

YOĞUN ARKEOLOJİK BULUNTULARIN OLDUĞU BİR BÖLGE

  • Flora ve fauna elemanları için ortaya çıkabilecek riskler, bu risklerin olası etkileri ve alınması gereken önlemler ile önleyici/azaltıcı tedbirlere de gerçekçi ve uygulanabilir düzeyde yer verilmemiştir. Fauna çalışmalarının, fauna konusunda uzman bir araştırmacı tarafından yapılmadığı; flora ve fauna elemanları için ortaya çıkabilecek riskler, bu risklerin olası etkileri ve alınması gereken önlemler ile önleyici/azaltıcı tedbirlere de gerçekçi ve uygulanabilir düzeyde yer verilmediği görülmüş ve bu yukarıda zikredilen maddeler PTD Raporunda gözlenen önemli eksiklikler olarak tespit edilmiştir.
  • Bu kadar yoğun arkeolojik buluntunun bulunduğu alanın arasında kalan alanlarda yüzeyde de görülemese de toprak altında arkeolojik kültür varlığı olma olasılığı yüksektir.”

 https://www.evrensel.net/haber/515551/ayvacikta-11-jes-kuyusu-icin-yurutmeyi-durdurma-karari

Silikozis hastası maden işçileri ABD radyosuna konuştu - 2. bölüm | ÇEPEÇEVRE YAŞAM

 




Çepeçevre Yaşam bu hafta Aydın'da.

Aydın'ın Çine ilçesinde faaliyet yürüten kuvars ve feldspat madenlerinde çalışan işçiler, işçi güvenliği önlemlerinin alınmaması sebebiyle silikozis hastalığına yakalanıyor.

Türkiye'de ne yetkililerin önem verdiği ne de basının gördüğü silikozis hastası maden işçileri ABD radyosuna konuştu, "Bizi köle gibi çalıştırıp kapının önüne bıraktılar" dedi.

Çepeçevre Yaşam her hafta Evrensel'de.







6 Nisan 2024 Cumartesi

Balıkesir İvrindi'deki maden alanına giden köylüler gözlerine inanamadı: Benim tarlam nerede!

 

CVK Madencilik, Balıkesir İvrindi'de hukuki süreci henüz tamamlanmamış olan altın madeni projesi için köylülere haber bile vermeden tarlalarını yok etti.

 06 Nisan 2024 07:39

  


Özer AKDEMİR

Balıkesir İvrindi'de CVK Madencilik, hukuki süreci henüz tamamlanmamış olan altın madeni projesi için köylülere haber bile vermeden tarlalarını yok etti.

JANDARMA KÖYLÜYÜ TARLASINA SOKMADI

Sarıalan ve Gökçeyazı köylüleri ile birlikte maden sahasına gitmeye çalışan Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği üyeleri jandarma tarafından engellendi. Bölgenin maden sahası ve patlatma alanı olduğunu ileri süren jandarma köylülerin "burada benim tarlam var. Taramada mı gidemeyeceğim?" sözlerine rağmen grubu alana sokmadı.  Bulundukları yerden maden alanındaki büyük tahribatı gören köylülerden birisi, "Burada benim tarlam vardı! Benim tarlam nerede? Madenin bu kadar genişlemesinden hiç haberimiz olmadı. Bize sormadan, kamulaştırma yapmadan tarlalarımızı nasıl madene verdiler?" diye konuştu.


Fotoğraf: Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği

MADEN RUHSATI TİCARİ SIRMIŞ!

Maden sahasına girişlerinin jandarma tarafından engellemesinin hukuksuz olduğunu belirten Kaz Dağı Koruma Derneği başkanı Süheyla Doğan, jandarmanın bu durumun tutunmak altına alınması yönündeki taleplerini de kabul etmediğini aktardı. Maden sahasının genişlemesinin birçok kanuna aykırı olduğunu, Gayri Sıhhi Müesseseler Kanunu gereği oluşturulması zorunlu olan Sağlık Koruma Bandı sınırlarına uyulmadığı ifade eden Doğan, "Köylerin bir kısmı bu sağlık koruma bandı içerisinde kalıyor. Bu nasıl oluyor diye Valiliğe gittik, madene izin verilen ruhsat alanlarının haritasını istedik, 'ticari sır, veremeyiz' diye reddedildi. Bunun üzerine dilekçe yazıp istedik ve dilekçede hukuksuz izinlere imza atan yetkililer hakkında da suç duyurusunda bulunacağımızı belirttik. Bizim bu ısrarlı takibimizin ardından dün madene apar topar denetlemeye gidildiğini öğrendik. Bu işin peşini bırakmayacağız! "diye konuştu.



Fotoğraf: Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği

KÖYLÜLERİN TARLASI HABERSİZCE YOK EDİLİYOR

İvrindi'deki maden ile ilgili bir açıklama yapan Kaz Dağı Koruma Derneği "Bir yandan sulama kanalları yapılarak sözüm ona tarım teşvik edilirken diğer taraftan da köylülerin tarlaları kendilerinden habersiz bir şekilde maden için yok ediliyor." dedi.

Açıklamada maden alanına giren köylülerin yıllarca koyun güttükleri meralarını, su içtikleri gözelerini,  gölgesinde uyudukları meşe ağaçlarını, melki topladıkları ormanlarını kaybetmenin acısı ile isyan ettiklerine vurgu yapıldı.

 https://www.evrensel.net/haber/515097/balikesir-ivrindideki-maden-alanina-giden-koyluler-gozlerine-inanamadi-benim-tarlam-nerede

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...