27 Mayıs 2024 Pazartesi

Bir kuyunun başında 'iki gariban!' (Pazartesi yazısı)

 

27 Mayıs 2024 04:43


Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel




 

Özer Akdemir

Tüm yazıları

“Kulaklarım duymuyor” dedi. Dudaklarımı işaret etti eliyle, “Böyle anlıyorum sadece.”

Normal bir şekilde duysa da sorun çözülemezdi oysa. Aramızda bir metre bile yoktu ama onu anlayabilmek için burnunun dibine kadar girmek zorunda kalıyordum.

Müthiş bir uğultu vardı. Sadece uğultu olsa iyi! Kesif bir çiğ mazot, sülfür ve çürük yumurta karışımı koku genzimizi yakıyor, burun direklerimizi kırıyor, boğazımızda zehir gibi acı bir tat bırakarak nefesimizi tıkıyordu.

Bulunduğumuz yerden göğe fışkıran akışkanın bir kısmını görebiliyorduk. Yer yarılmış, sıcak su binlerce metre derinden göğe doğru püskürmeye başlamıştı. Biz buraya geldiğimizde jeotermal kuyu patlamasının sekizinci günü idi ve püskürme hâlâ devam ediyordu. Sıcak su belki 50 belki 80 metre yükseğe çıkıyor, çoğunlukla beyaz, bazen gri, bazen de siyaha çalan bir bulut olup ovaya dağlıyordu.

Sarayköy’deki çekimlerimizin ardından, belediye binasından çıkıp ilçenin dış mahallelerine bitişik konumda bulunan kuyuya birkaç dakikada vardık. Önümüzdeki küçük bir tepeciğin ucu kuyuyu tam görmemize engel oluyordu. Kuyunun etrafında başı baretli 10-15 kişi, olan biteni seyretmeye gelen kişiler gibi idiler. Yerden, bir araba gövdesi kalınlığında beyaz bir buhar bulutu ıslık sesi gibi bir ses çıkararak 80-100 metre göğe fışkırıyordu. 

Püskürtmeyi yandan gören yolun üzerinde, kuyunun 40-50 metre kadar yakınında aracımızı durdurup programın giriş anonsunu bu bölgede yapalım istedik. Aracımızı sağ tarafta, bulunduğumuz yerden çukurda kalan birkaç evin yakınına park edip, yolun öbür tarafına geçerek kuyuya biraz daha yaklaştık.

Tripotumuzu kurduk, kablosuz mikrofonlarımızı hazırlayıp anonsa başlamıştık ki rüzgar yön değiştirdi. Bizim yöne doğru esmeye başladı. Önce daha da yoğunlaşan kokusu, ardından üzerimize ahmak ıslatan bir yağmur gibi sulu sepken yağan damlacıkları gelmeye başladı. Koku zaten aracımızla yakınına geldiğimizden itibaren burnumuzun direklerini sızlatacak kadar yoğundu. Bir uçağın havalanırken duyulan sesine benzer şiddette bir püskürme sesi de bu kokuya eşlik ediyordu.  

Kötü koku ve gürültü eşliğinde, mikrofonun işe yarayacağını umarak (yaradı), kendi konuştuğumuzu bile gürültüden duyamadığımız bir ortamda birkaç dakika içerisinde apar topar anonsu yaptık. Üzerimize ve kameramıza yapışan akışkan müthiş kötü kokulu, yağsı bir maddeydi. Fotoğraf makinemizin objektifinin önüne takılı koruyucu filtrenin bir dakika içinde bencik bencik lekelendiğini görünce hızlıca ekipmanları toparlayıp bulunduğumuz yerden uzaklaştık.

Aracımızın hemen yanında, biraz aşağımızda kalan evlerin bahçelerinde birkaç kişi durmuş bize bakıyordu. Onlarla konuşmak için yanlarına gittik. Evin bahçesinin girişinde yaşlı bir kadın karşıladı bizi. Arkasında duran iki adam ise yanımıza gelmeyip bulundukları yerden merakla bakmaya devam ettiler. Onlarla uzaktan el ederek merhabalaştık.

Bahçe kapısının hemen yanı başında konuştuğumuz kadın, ağzını maske ile kapatmış 65-70 yaşlarında gösteren, kara kuru ihtiyardı. Başındaki yazmanın ucundan çıkan ak saçları, yılların yıpranmışlığını belli eden ve yaşını da olduğundan daha büyük gösteren kırış kırış yüzüne dökülüyordu. Mavi gözleri ise çipil çipildi. Endişe, korku kıvılcımları ile parlayan gözleri bizlere ise sıcacık bir samimiyetle gülümsüyordu.


Söyleşimiz sırasında adının Ayten Çünküş, yaşının da 65 olduğunu öğrendiğimiz kadın bazen tıkanarak, boğazına kadar gelen ağlama nöbetlerini içine gömerek, soru sorduğumuzda bizi anlamak için dudaklarımıza gözlerini dikerek anlattı yaşadıklarını;

“O kadar güzel dağımız vardı ki... İki zengin, adı neydi; Pekdemir (Jeotermal şirketini sahibi AKP’li iş adamı Halil Pekdemir’den bahsediyor) geldi ne dağımız kaldı, ne ovamız, kirlenmedik. Önce toz toprak içinde kaldık. Sonra her yere kuyu vurdular. En son açtıkları kuyuda ise bu patlama meydana geldi. Hiçbir kimse gelip de nasılsınız, ne yapıyorsunuz, bir zarar ziyanınız var mı, sağlığınız ne durumda diye sormadı şimdiye kadar. Şuradaki komşum hasta, (Eliyle hemen sağ tarafındaki evi göstererek). Kadının akciğerinde ödem var. Şu yandaki komşumda da nefes darlığı var. Kaçıp gitti buradan, patlamadan sonra. Ne yapsın, haklı? Ben nereye gideyim? Koyunum var malım, maşatım var. Bir yere gidemedim. Bunla yaşayıp bunla kalkıyorum (Yüzündeki maskesini gösteriyor). Karnımızda bir taş varmış gibi sanki günlerdir. Halimiz hiç iyi değil amma kime derdimizi anlatalım. Fakirsin, garipsin, çiftçisin…”

Gerek ağır kokudan, gerekse anlattıklarının duygusal ağırlığından olsa gerek sesi tıkandı burada. Çipil gözlerine iki damla yaş geldi, kirpiklerinin ucunda dondu kaldı. Başındaki eşarbın ucuyla gözlerini kurulayıp, konuşmaya devam etti;

“Zengin istediğini yapıyor burada. Belediyeye gittim, kaymakama gittim, bunlar buraya ilk geldiklerinde. Tozdan topraktan duramıyordum. Evim, kapım, pencerem, ağaçlarım, çiçeklerim, koyunlarım bile tozdan görünmüyordu. Şikayet ettim. Sonra da bu Pekdemir her tarafa kuyu açtı.”

Sesi çatallaştı yine, ağlamaklı; “8-10 gün oldu neredeyse! Duman, böyle hep… Ben 65 yaşımdayım. Garibanız, derdimi kimseye anlatamıyoruz. Doktor doktor geziyorum bu yaşta. Lütfen, şunu bir an önce kapatsınlar. Bu nedir yaa!”

“Gariban” sözcüğü buraya gelmeden yarım saat kadar önce Sarayköy’ün çiçeği burnunda belediye başkanı ile bu jeotermal kuyu patlamasına dair yaptığımız söyleşide de geçmişti. On yıldır AKP’li belediye başkanının yönettiği ilçede, son seçimleri kazanan CHP’li Mehmet Salih Konya ile makamında 10-15 dakika kadar süren bir çekim yapmıştık. Başkan, 8 gündür kapatılamayan kuyu nedeniyle mesaisinin önemli bir bölümünü bu meseleye ayırmak durumunda kaldığından yakınıyordu; “Ben akşam gidiyorum gece yarılarına kadar kalıyorum. Kuyunun sahibi hep orada, gariban o hiç ayrılmıyor başından.”

Bu sözler benim tuhafıma gitmişti. Benim kadar odada bulunan Büyük Menderes İnisiyatifi üyeleri de yadırgamıştır, eminim. Kuyu sahibi, Denizli’nin en zengin iş insanlarından, AVM’leri, akaryakıt istasyonları, jeotermal santralleri bulunan biriydi. “Gariban” kelimesi ile Halil Pekdemir isminin yan yana gelmesi mümkün değildi. 20 yıldır AKP'de politika yapan, sırtını siyasi iktidara dayamış, son seçimde de AKP'den Pamukkale belediye başkan adayı olan kalantor bir adamdı. 

Belediye başkanı, muhtemelen sanayici ve iş adamları derneğinden ahbabı olan Halil Bey’in başına gelen bu talihsiz kaza nedeniyle yaşadığı stresi kuyunun başına her gittiğinde görüyor ve haline üzülüyordu. 

Öte yandan patlayan kuyu yüzünden günlerdir uyku dünek bilmeyen, ağzındaki maske ile yatıp kalkan, koyunlarını, bahçesindeki çiçekleri bırakamadığı için zehir solumak pahasına evini terk etmeyen, 8 günde bir Allah’ın kulunun bile gelip ‘Halin nicedir’ diye sormadığı Ayten teyze de kendini anlatırken “garibanız” diyordu. Bir kuyunun başında iki gariban! Biri patlayan kuyusunun yanından ayrılmadığı söylenen Denizli'nin en zengin iş insanlarından birisi, diğeri kimsenin görmediği, sormadığı, gören bilenin de çoktan unuttuğu Ayten teyze!..

Bir kuyunun başında iki "gariban" ! Biri yiyecek ekmeğe, bir yudum suya, bir nefes soluğa hasret... Diğeri bakan müsteşarının, kaymakamın, valinin sorduğu sorulardan muzdarip!..

***

Kuyu, patladıktan 15 gün sonra kapatıldı. Bir kuyunun başında iki “gariban” vardı. Biri nasıl daha çok para kazanırımın derdine düştü, diğeri çoktan unutuldu!..

 https://www.evrensel.net/yazi/94919/bir-kuyunun-basinda-iki-gariban

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...