Kazdağları'nı tehdit eden ve olası çevre felaketleri hafta
sonu Kolin Otel'de gerçekleştirilen 'Kazdağları ve Siyanürlü Altın
Madenciliği' konulu panel ile irdelendi. Kazdağları'nda faaliyetlerini
sürdüren altın tekellerinin yarattığı olumsuzlukların ele alındığı konferansa
katılan konuşmacılar, siyanürlü altın madenciliği ile ilgili önemli
açıklamalarda bulundu. Önemli isimlerin konuşmacı olarak katıldığı
konferansta 'Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği' konusuna dikkat
çekildi. 3 oturumdan oluşan konferansın ardından katılımcılar, Kazdağları ve
yöresinde sondaj faaliyetleri inceledi.
Türkiye Barolar Birliği ile Çanakkale Barosu tarafından
ortaklaşa düzenlenen 'Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği' konulu
konferans Kolin Otel'de gerçekleştirdi. Konferansın birinci oturumu saygı
duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başladı. Konferansın açılış
konuşmasını yapan Çanakkale Baro Başkanı Av. Bülent Şarlan; “Değil
Kazdağları’nın zarar görmesi, içindeki bir dalın bile kırılmasına avukatlar
olarak tahammülümüz yoktur. Programımızın afişe dikkatinizi çekerim. Orada
topuğuna ok saplanmış bir görüntü göreceksiniz. Yarı tanrısal kahraman Aşil
topuğundan vurulmuştu. Birazda bundan olsa gerek vücudumuzda hiç esnemeyen,
en güçlü bağ ayağımızdaki Aşil bağıdır. O sebeptendir ki Kazdağları’na
hassasiyetimiz Aşil bağları gibidir. Oynatılamaz, esnetilemez, eğilemez,
bükülemez. Çünkü biz avukatlar; (Tabiata saygı, aklınvicdanıdır) diyen,
Ankara’da bir İğde Ağacı kesildiği için gözyaşı döken, Yalova’da
bir Çınar Ağacı kesilmesin diye köşkü yerinden yürüten, Atatürk’ten
ilhamını alan bir mesleğin mensuplarıyız. Çünkü biz avukatlar, hakkı savunan,
hakkı arayan bir mesleğin mensubu olarak; siyanürlü altın işletmeciliğinin,
insan haklarının ve çevre hakkının ihlal olduğunu söylüyoruz. Su
kaynaklarının temizliği hakkının yok edildiğini ifade ediyoruz. Gıda
güvenliği hakkının tehdit edildiğini vurguluyoruz” dedi.
“Kazdağları enkaz dağlarına dönüştürülmemeli”
Kazdağları'nın enkaz dağlarına dönüştürülmemesi
gerektiğini ifade eden Şarlan; “Bu ilkeler yolumuza ışık tutmaktadır. Olmak
ya da olmamakla sınanan Kazdağları bugün; eşsiz ormanlarıyla, endemik türleriyle,
oksijeniyle Türkiye’de birincidir. Tarihsel, kültürel, ekolojik ve toplumsal
mirasıyla bir mücevher ve bir incidir. Dünyamızın en önemli ekosistemlerinden
biridir. Bu ve daha nice değerlere rağmen, on altı (66 da olabilir) maden
firması, toprağın altına, topraktaki altına göz dikmiş durumdadır. Adeta
toprağın altını üstüne getirmek istemektedir. Binlerce sondajla, açılan ölüm
çukurlarıyla Kazdağları’nın kevgire çevrilmesidir. Kazdağları’nın
‘en’kazdağlarına dönüştürülmesidir. Yöre insanının çığlığına, Kazdağları’nın
feryadına avukatlar olarak ses veriyoruz. Kazdağları’nın üstünün ‘Altın’dan
daha değerli olduğunu haykırıyoruz. Doğaya, yeni doğanlara, doğacaklara borç
ödüyoruz” diye konuştu.
Coşar; “Siyanür, insan sağlığını tehdit etmektedir”
Kazdağları'nın önemine değinen Türkiye Barolar Birliği
Başkanı Av. Vedat Ahsen Coşar ise; “Efsanelere ev sahipliği yapmış olan
Kazdağları, verimli topraklarıyla bir çok önemli olaya konu olmuştur.
Kazdağları tarih boyunca hep saldırıya uğramıştır ve hep yağmalanmıştır tıp
kı bugün olduğu gibi. Ne yazık ki, bugünde Kazdağları sahip olduğu
güzellikleriyle değil, topraklarında siyanürle altın madenciliği faaliyetleri
yürütülmesiyle gündemimizde yer almaktadır. Siyanür hepimizin bildiği üzere,
dünya üzerinde en zehirli bileşimlerden biris olup madencilikte siyanür
kullanımı 1880'li yıllarda başlamıştır. O tarihten buyana süren doğal yaşama
ve ekolojik dengeye verdiği zararlarla hep tartışma konusu olmuştur. Altın
madenciliğinde siyanür kullanımı çok tehlikeli olabilmektedir. Siyanürün
sulara karışması ile nehirlerdeki canlılar ölmekte, sulama sularına
karışmasıyla da meyve ve sebzelere siyanür karışmakta ve insan sağlığını bu
durum ciddi şekilde tehdit etmektedir” şeklinde konuştu.
Açılış konuşmalarının ardından yöneticiliğini Çanakkale
Barosu Çevre Komisyonu Başkanı Av. Ali Aydın Çalıdağ'ın yaptığı
'Kazdağlarının Coğrafi Yapısı, Endemik Tür Zenginliği, Tarım ve Ormancılık
Yönünden Önemi, Siyanürlü Altın Madeni İşletmeciliğinin Çevreye Etkileri'
konulu birinci oturuma ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi emekli Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Murat Türkeş, ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölüm Başkanı Prof.
Dr. Kenan Kaynaş, Orman Yüksek Mühendisi Doç. Dr. Yücel Çağlar ile Çanakkale
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü
Hicri Nalbat konuşmacı olarak katıldı.
Kazdağı ve Çanakkale yörelerinin yer sistem bilimsel,
hidroklimatolojik ve ekolojik biyocoğrafya özellikleri hakkında bilgiler
veren ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat
Türkeş, siyanürlü altın madenciliği konusuna da değindi. Türkeş; “Kazdağı'nda
101 familyaya ait 800 vasküler bitki taksonu bulunduğu kabul edilmektedir. Bu
önemli bir rakam. Kazdağı yöresinde kaydedilen bitki taksonlarından 71'i
Türkiye endemiği iken, Kazdağı endemiği bitkilerin sayısı 24'tür. Kazdağı'nın
endemik taksonlar açısıından önemli bir gen kaynağı özelliği taşıyan doruklar
vejetasyon katının sintaksonomik özelliklerine ilişkin çalışmada, 52 familya
ve 132 cinse ait vasküler bitkilerden 189 adet yöreye özgü takson toplanmış
ve bunlardan 45'inin Türkiye endemiği olarak belirlenmiştir” dedi.
Kazdağları'nda altın madenciliği ve tarım
Kazdağları'nda altın madenciliği ve tarım ile ilgili
bilgiler veren ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr.
Kenan Kaynaş; “Bütün canlıların yaşam kaynağı sudur. Eğer su olmazsa tarım
yapılamaz. Sondaj da insan sağlığına zararlı olan kimyasallar kullanılıyor.
Önce sondajlar yapılıyor. Bu kimyasal maddelerle yeraltı suları bir kere
kirletiliyor. Daha sonra ormanlar kesiliyor. Yavaş yavaş kademeli olarak
merdiven şeklinde ölüm çukurları oluşmaya başlıyor. Bütün siyanürlü atıklar
olduğu gibi toprağı ve taban sularımızı kirletiyor. Siyanür toprakta
hareketsiz duran ağır metalleri hareketli hale getiriyor. Bu ağır metaller
toprakta hareketli hale geçince bitki kökleri tarafından alınıyor ve bitkinin
bünyesine geçiyor. Bitkinin bünyesinde parçalanma olayı söz konusu değil. Bu
bitkiyi yiyen insan ve hayvanlar veya bu bitkiyi yiyen hayvanları yiyen
insanlar aynen bu ağır metalleri kendi vücutlarına alıyorlar. Bunun sonucunda
değişik rahatsızlıklar ortaya çıkıyor” dedi.
Nalbant; “Direnci büyütüp dünyaya yaymalıyız”
Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve Çanakkale
Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbat, Çanakkale'de altın tekellerine
karşı verilen mücadelenin büyütülüp dünya ülkelerine yayılması gerektiğini
belirterek; “1 milyon 750 bin ton atığı topraklarımıza gelişi güzel bırakmaya
hiç kimsenin hakkı yoktur. Altın tekellerinin bırakacakları bedel,
dağlarımızdaki bir kaç meşe ağacının değeri kadar bile değildir. Altın
tekelleri yapacakları 50 milyon liralık yatırımın %67'sini stratejik yatırım
teşvikleri aracılığıyla geri alacaklardır. Altın tekelleri ülkemizde yaşam
alanlarını yok ederek, yörede yaşayanların sağlığını bozacak, göç etme gücü
olanlar göçecekler göç edemeyenler ise hastalanıp öleceklerdir. Bunun adı da
yavaşlatılmış soykırımdır. Altın tekelleri Türkiye'nin her yerinde vahşet
uygulamaktadır. Türkiye'de direnci büyütüp dünyanın birçok ülkesine
yaymalıyız. Bu panel bu anlamda önemlidir” dedi. Konferansa katılan
konuşmacılara takdim edilen plaketlerin ardından birinci oturum sona erdi.
Çevre davalarını avukatlar değil, halk kazanır
Türkiye Barolar Birliği ve Çanakkale Barosu öncülüğünde
gerçekleştirilen Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği konulu toplantının
2.oturumunda Kazdağları’nda altın madenciliği çalışmalarının siyasal, sosyal,
ekonomik yönden değerlendirilmesi yapıldı.
TBB Çevre Komisyonu Üyesi Av. Bedrettin Kalın'ın
yöneticiliğini yaptığı 2.oturumda CHP Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu
Üyesi Serdar Soydan, Ankara Barosu'ndan Av. Mehmet Horuş ve Jeoloji Yüksek
Mühendisi Tahir Öngür konuşmacı olarak yer aldı.
“Küresel bir yağma ve yıkımla karşı karşıyayız”
TBB Çevre Komisyonu Üyesi Av.Bedrettin Kalın küresel bir
yağma ve yıkımla karşı karşıya olunduğunu belirterek, çevre tahribatının ve
yıkımın yeni çıkan kanunlarla hızlandığına dikkati çekti. Doğal güzelliklerin
birere birer tahrip edildiğine değinen Kalın cumhuriyet tarihi boyunca 1500
tane maden ruhsatı verildiğini, son 10 yılda AKP Hükümeti döneminde ise 43
bin 500 ruhsatın çıktığını belirtti. Ülkenin artık parsel parsel değil,
ruhsat ruhsat satıldığını belirten Kalın satışların çoğunun da yabancılara
yapıldığına işaret etti. Kalın: “Bu insanlar nerde yaşayacak diye düşünen
yok. Artvin gibi küçük bir şehirde bile 325 maden ruhsatı verilmiş diyerek
Artvin'de halkın tepki gösterdiğini ve madene hayır mitingi düzenlendiğini
belirtti. Maden şirketlerinin istihdam yalanıyla halkı kandırmaya çalıştığını
da söyleyen Kalın tam tersine insanların doğası ve yaşam alanları tahrip
edilmiş bir kentte yaşamak istemediğini, o yüzden Artvin'de nüfusun
azaldığını ve 50 bin insanın göç ettiğini belirtti. Altın arama faaliyetleri
konusunda1982 anayasasına göre anayasanın 168.maddesine aykırı davranıldığını
da ifade eden Kalın, tabi servetler kanununun da halka ait olan ve devlet
tarafından korunması gereken zenginliklerin yabancı şirketlere arz edildiğini
ve maden yasasının sömürge yasası olduğunu belirtti. ÇED olumlu raporlarının
arka arkaya verilmesinin maskaralık olduğunu belirten Kalın: “Vatandaşların
ÇED toplantılarının düzenlenmesine mani olduğunu, bunun da doğru olduğunu
belirtti. Tabiatı Koruma yasasının tehlikeli bir yasa olduğuna dikkati çeken
Kalın kurulan izleme komisyonuna daha çok destek verilmesi gerektiğini
söyledi.
“Yalancı Başbakan”
CHP Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu Üyesi Serdar
Soydan ise Çanakkale'de verilen çevre mücadelesinde ortalıkta görünmeyen AKP
Milletvekillerine ve AKP Örgütüne sert çıkarak konunun siyasi bir platforma
çekilmesinin doğru olmadığını çevresel etkilerin sonuçlarının parti ayrımı
yapmadığını söyledi. Soydan son 10 yıldır çevre konusunun öncelikli olarak
gündemde olduğunu ifade ederek: “Çok eskiye gitmeye gerek yok, eskiden ne
konuşuyorduk. Son 10 yıldır neleri konuşuyoruz. Onlara bakmamız gerek.
Eskiden çevre bilincimiz bu kadar gelişmemişti, çünkü yaşama alanlarımız hiç
bu kadar tehdit altında olmamıştı. AKP Hükümetinin attığı her olumsuz adımdan
sonra çevre duyarlılığımız da artmaya başladı” dedi. Toprak tabakasının
önemine dikkat çeken Soydan toprağın korunmadığı bir yerde, canlıların
neslinin devam edemeyeceğine ve insanlığın ve yaşamın tehlikeye gireceğine
işaret etti. İnsanlığın sağlıklı yaşamak, çevreyi korumak ve yaşanılabilir
çevreyi devam ettirmek zorunda olduğunu kaydeden Soydan, hükümetin Türkiye'nin
değişik yerlerinde doğal güzellikleri nükleer santral çalışmaları, HES ve
maden arama faaliyetleri ile tahrip ettiğini ve kural tanımadığını belirten
Soydan: “Çevreye zarar verirsek cezasını sadece AKP'ye oy vermeyenler değil,
hepimiz çekeceğiz” dedi. Hükümetin bir adım atmayı bırak, çevreyi adeta yok
etmek için çabaladığını belirten Soydan: “ Biz çevreyi koruyalım diye çağrıda
bulunuyoruz. AKP onu da yanlış anlıyor. AKP Hükümeti kendi yandaşlarını ve
kendi çevresini koruyor. Verdiği ruhsat ve izinlerle kendi yandaşlarının ve
çevresinin geleceğini garantiyi alıyor” dedi. Çevreyi yok etmek isteyen bir
hükümetle mücadele edildiğini belirten Soydan mecliste sayıca çoğunlukta olan
AKP'li vekiller içinde Başbakan'ın emriyle hareket etmeyen, vicdan sahibi vekil
aradıklarını, ama vekillerin etki altında olduğunu söyledi. Soydan siyanürün
zararlarını anlattıklarında AKP’li vekilin siyanürün zararlı olmadığını,
tuzun da fazlasının insan sağlığı için zararlı olduğu gibi örnekler verdiğini
belirterek, Şahinli Köyü'nde bayram zamanı sular kesildiğinde köye
tankerlerle su taşındığını vekilin halka: “Sizi dereden topladığı sularla
kandırmış” dediğini hatırlattı. Soydan Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın altın
şirketlerinin kendine tahsis ettiği uçakla Çanakkale'ye gelmesini de
eleştirerek: “ Çağlayan'a sordum, bu uçak kimin diye? Cevaplamadı. Bir bakan
madencinin uçağına biniyorsa, hükümet madencilerle kol koladır” diyen Soydan
bunun hükümetin çevre anlayışını da yansıttığını söyledi. Başbakan Erdoğan'ın
zaman zaman çevreci söylemlerle halkı etkilemeye çalıştığını da belirten
Soydan : “Yalancı başbakan, sen termik santrallerle Biga’nın toprağını yok
et. Artvin'i yok et, sonra utanmadan halka yalan söyle. Her konuda söylediğin
gibi bu konuda da yalan söylüyorsun” dedi. Soydan:” İşimiz zor, başbakan
anlamıyorsa iş bize düşüyor. Bu konuda görev sadece mücadele eden
çevrecilerin görevi değil, bu görev hepimizin. Gelin eylem yapalım, 50 bin
kişi Cumhuriyet Meydanı'nda toplanalım. Ankara’ya gidelim” dedi.
Soydan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma kanunun
Türkiye'de korunan yüzde 5 alanı da kullanıma açmaya olanak sağlayacağını ve
asıl tehlikenin o zaman başlayacağını söyleyerek, Milli Parklar Kanununun da
kaldırılacağını ve madencilerle, termik santralcilerin önündeki engellerin
ortadan kaldırılmaya çalışıldığını söyledi. “Belgrad Ormanı'nda, Atatürk
Orman Çiftliği'nde rezidans, Manyas Kuş Gölü çevresinde havaalanı
görebiliriz. Bu yasa AKP'nin çevresini çok iyi koruyacak bir yasa belki ama
gelecek nesillere bırakılacak mirasın da yok olması anlamına geliyor” dedi.
Bu yasa tasarıları hazırlayan hükümet varken ve bakanı altıncıların uçağıyla
gezerken, Erdoğan'ın çevreci açıklamalarının inandırıcı olmadığını kaydeden
Soydan, maden bölgelerinde çıkan yangınların da manidar olduğuna dikkati
çekti. Havran'da bir maden ocağında kesilecek olan ağaçların yandığını ve
yetkililerin sabotaj olma ihtimali olmadığını açıkladıklarını belirten
Soydan: “Benim içimdeki sabotaj ihtimalini yok edemediniz” dedi. Önümüzdeki
süreçte de kesilecek ağaçlarla ilgili yangın hadisesinin gerçekleşebileceği
tehlikesine dikkati çeken Soydan: “Dikkatli olmalıyız” dedi.
Çevre ile ilgili ahlaksız yasaların kapalı kapılar
altında, katılımcı anlayıştan ve şeffaflıktan uzak çıkarıldığına dikkati
çeken Soydan meclis tv'nin akşam 19:00'da kapandığını ve yasaların bundan
sonra AKP'nin rant anlayışına uygun bir şekilde geçirildiğini belirterek:”
Bir yasa geçiyor, ama yasadan haberimiz yok. Uyanık olmak zorundayız. Çevre
meselesi konusunda çocuklarımıza mirası devredebilmek için daha çok mücadele
etmek ve çalışmak zorundayız” dedi.
Para için çevreyi feda edelim mi?
Ankara Barosu avukatlarından Av. Mehmet Horuş ise
yıllardır çevre konusunda atılan adımlarla ilgili baroların aktif olarak
mücadele verdiğini, ama çevre konusunda menfaatlerle ilgili maddelerde
gerileme olduğunu, dava harçlarının arttığını, ÇED'lerde yürütmeyi durdurma
süresinin uzadığını belirterek: “Atı alan Üsküdar'ı geçti” dedi. Önceki
dönemlerde 60 günlük sürenin uzatıldığını, son dönemlerde buna da ayarlama
getirildiğini kaydeden Horuş: “Söz konusu doğa ise 60 günün, 100 günün önemi
olmaz” dedi. Horuş davalarla ilgili örnekler vererek: “Antalya'da HES
Projesinin zarar vereceği ortaya çıktı, tescillendi. Red edilmesine rağmen
yine de çalışmalara başlandı. Haklarda geriye gidiş var dedi. Üstün Kamu
Yararı konusuna da değinen Horuş idarelerin karar alacağını hatta kentsel
dönüşüm yasasında bile afetle ilgili:” Vatandaş razı değilse, elinden zorla
alınır” maddesinin geldiğini ve böylece yargı muafiyetine doğru bir geri
gitme eğilimi olduğunu belirtti. Alınan mahkeme kararlarının sonuçlarını da
değerlendiren Horuş:” Yürütmeyi durdurma konusunda karar alınıyor, ama
bununla da yüzleşmek istemiyorlar” dedi. “Kalkınma için paraya ihtiyacımız
var, o zaman sağlığımızı ve çevremizi feda edelim. Çok paraya ihtiyacımız
var, o zaman daha fazla feda edelim” anlayışının yerleştiğini ifade eden
Horuş bu düşüncenin tam bir kapitalist rasyonalist düşünceye hizmet etmek
olduğunu belirtti. Ağaç kesildikten sonra ağacı fiyatlandıran mantalitede
problem olduğunu belirten Horuş:” Ağaca kereste gözüyle bakarsak bu meseleyi
çözemeyiz” dedi. İptal kararının daha tebliği yapılmadan yeni ÇED izni
verildiğini belirten Horuş: “En vahim olanı etkin denetimin kalkması ve çevre
davalarında yargının denetiminin işlevsizleştirilmesi” dedi. Sonuçlarla
yüzyüze kalındığını belirten Horuş çevresini korumak için yurttaşlık görevini
yapan 200 bin çevrecinin ise yargılandığını söyledi. Horuş: “ Hamzaoğlu'nun
Dilovası'nda ağır metaller var, Beyza Üstün'ün ise sularımızı satıyorlar”
dediği için soruşturma kapsamına alındığını belirten Horuş Kazdağları'nda
sürdürülen mücadelede ÇED davaları sürecinin sınırlı bir mücadele olduğunu
belirterek, çevre davalarını avukatlar değil, halk kazanır, Kazdağları'nda da
bu şekilde olmalı” dedi. Hukuksal arayışla ilgili yeni bir hukuk arayışının
başladığına da dikkat çeken Horuş derelerin başında nöbet tutan kadınlarla ve
yurttaş tepkisi ile şekillenen, kendini gösteren yeni bir hukuk arayışı bu”
dedi.
Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür ise maden arama
konusunda uygulamaları kabul ettiren, ya da akademisyenler aracılığı ile daha
da kafa karıştırıcı hale getirilerek farklı sunulduğu bu belirterek dışsallık
adı altında vahşi ve çevreye zarar verici madenciliğin Türkiye'de olduğu gibi
az gelişmiş ülkelere kaydırıldığına işaret etti.
Bergama’dan Çanakkale’ye çevre mücadelesi
“Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği” konulu
panellerin üçüncü oturumunda Biga Yarımadası’ndaki termik santral
çalışmalarına altın madenciliğine karşı yürütülen mücadelenin yol haritası
Bergama gibi örneklerle çizilmeye çalışıldı. Mücadele süresince
karşılaşılabilecek sorunlar konuşulurken, mücadelenin örgütlü halk kitleleri
tarafından yapılmasının “Olmazsa olmaz” olduğu dile getirildi.
Türkiye Barolar Birliği ve Çanakkale Barosu’nun birlikte
organize ettiği “Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği” konulu panellerin
üçüncü oturumunda “Kazdağları’nda altın madenciliği faaliyetlerinin canlılara
ve halk sağlığına etkileri ile hukuksal ve toplamsal boyutları” konuşuldu.
Katılımın oldukça yoğun olduğu üçüncü oturumun konuşmacıları ise sırasıyla,
ÇOMÜ Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Coşkun Bakar,
Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, gazeteci-yazar Özer Akdemir ve İzmir
Barosu avukatlarından Ali Arif Cangı’ydı. İlk konuşmacı ÇOMÜ Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Coşkun Bakar, doymak bilmez
tüketme arzusu ve kar iştahına çözüm bulunamadığı sürece kısa vadede küresel
yıkıma karşı başarılı olmanın da mümkün olmadığını dile getirdi. İkinci
konuşmacı Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, “Kazdağları’nın altından,
blok blok külçe altın çıksa şuandaki o dağları bir kez daha yaratma şansınız
yoktur, mümkün de değildir” şeklinde konuştu. Gazeteci yazar Özer Akdemir,
“Halkın örgütlü mücadelesi karşısında hiçbir güç duramaz” derken, Avukat Ali
Arif Cangı, “Kadınların olmadığı hiçbir mücadele başarılı olamaz” dedi.
“Tüketme arzusu ve daha fazla kar hırsı”
Oturumun moderatörlüğünü ise ÇOMÜ Ziraat Fakültesi
Zootekni Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Türker Savaş yaptı. Savaş, tüm
katılımcılara teşekkür ederek başlattığı oturumun ilk konuşmacısı ÇOMÜ Tıp
Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Coşkun Bakar, siyanürlü
altın madenciğinin halk sağlığı üzerindeki etkilerini anlattı. Bakar,
“Öncelikle bir uyarıda bulunmak istiyorum; biz doktoruz. İşimiz; tanı koymak.
Koyduğumuz tanıya göre de insanları tedavi etmek. Ben halk sağlığı uzmanıyım.
En önemli işlevlerimden bir tanesi insanların sağlığının korunması ve
geliştirilmesidir. Bunun için ön görülerde bulunulmasıdır. Bu görevimi
yıllardır dünyanın birçok yerinde bir çok halk sağlığı uzmanı tarafından
yapılıyor. Çocuklarımızı kızamık ve çocuk felci konusunda hiç hastalıkla
karşılaşmadıkları halde aşıladığımız için bugün kızamık ve çocuk felcini
görmüyoruz. Bulunduğumuz bu tahminler, bu öngörüler, gelecekte insanların
sağlığının korunması açısından önemli. İşimiz kızamık ve çocuk felcinden çok
daha zor. Karşı karşıya kalacağımız sorunlar, hastalıklar, kanser vakaları
mücadele edilmesi o kadar da kolay değil” dedi. Oldukça kapsamlı ve geniş bir
sunum yapan Doç. Dr. Bakar, her şeyin temelinde doymak bilmez tüketme arzusu
ve daha fazla kar etme iştahının yattığını dile getirerek, “Özellikle altın
madenciliği konusunda bir sunum yapacak olmama rağmen, bu sunumdaki
tehlikelerin birçok alanı ilgilendirdiği vurgusunu yapmalıyım. Sanayi, tarım,
turizm, kentleşme, ulaşım ve enerji sektörleri gibi konuları yakından
ilgilendirmektedir. Her şeyin temelinde ise, doymak bilmeyen tüketme arzusu
ve daha fazla kar etme iştahı yatmaktadır. Bunlara akılcı çözüm bulamadığımız
takdirde de bu küresel yıkıma kısa vadede çözüm bulmak mümkün
görünmemektedir. Birileri daha fazla tüketmek istedikçe birileri daha fazla
kazanmak istemektedir. Birileri de yaşam için asıl önemli olanları yok
etmektedir. En kötüsü ise insanoğlu kendi eliyle yarattığı bu şeytanı, hala
anlayamamaktadır” şeklinde konuştu.
“Dağları tekrar yaratma şansımız yok”
Üçüncü oturumun ikinci konuşmacısı olan Çanakkale Belediye
Başkanı Ülgür Gökhan, çevre mücadelesinde hukukçuların önemli olduğunu ifade
ederek, bu toplantının da baro tarafından düzenlenmesinin anlamlı olduğunu
dile getirdi. Başkan Gökhan, bölgedeki altın madenciliğine ve termik
santrallere karşı sessiz kalan ÇOMÜ gibi kurumlar ve turizmcileri,
işadamlarını da söyleyeceklerini dile getirdi. Gökhan, “(Altın çok önemli bir
ihtiyaç, insan sağlığına yararlı, ekonomiyi canlandıracak bir ihtiyaç. Altın
olmazsa olmaz) demek isterdik. Ama tam tersi çok komik bir konuyu
tartışıyoruz. Neyi tartışıyoruz? Altının çıkarılma konusunu. Peki, altını
çıkardığımızda ne işe yarayacak? Mevcut şuandaki dünya genelindeki altının
çok küçük bir miktarı yani yüzde 5’i gibi bir oranı tıpta, elektronik
malzemelerde, bilgisayar ve çiplerde kullanılıyor. Yüzde 10’u 15’ı da
eşlerimizin kolunda boynunda süs eşyası olarak kullanılıyor. Geri kalan yüzde
85 nerede? Merkez bankalarının kasalarında yatıyor. İnsanlığa bir yararı mı
var bunun? Altının çıkarılması için harap edilen doğanın insanlığa yararı
var. Siyanür riskinin ötesinde bir olay bu. Tabi ki siyanür çok büyük bir
risk ama orada doğanın tahribatını telafi edebilme şansımız yok. Böyle bir
anlamsızlık olamaz. Kazdağları’nın altından, blok blok külçe altın çıksa
şuandaki o dağları bir kez daha yaratma şansınız yoktur, mümkün de değildir”
dedi.
“Halkın örgütlü mücadelesi şarttır”
Üçüncü oturumun üçüncü konuşmacısı gazeteci-yazar Özer
Akdemir, Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi Çanakkale bölgesinde de
ulusal ve uluslararası sermayenin yürüttüğü proje ve yatırımların doğa
katliamına neden olduğunu dile getirdi. Akdemir, altın madenciliğine, termik
santrallere ve HES’lere kadar tüm bu yatırımlara karşı örgütlü mücadelenin
şart olduğunu ifade etti. Gazeteci-yazar Akdemir, “Örgütlü bir halkın
karşısında hiçbir güç duramaz. Gerze’de duramadıkları gibi, Çanakkale’de
duramayacaklar. Buradaki mücadele de ancak ve ancak, halkın bir arada ve
örgütlü mücadelesi ile başarıya ulaşır” dedi. Akdemir, haber amaçlı olarak
katıldığı, Gerze, Tortum gibi çevre direnişlerinden fotoğraflar göstererek
izlenimlerini aktardı. Bergama köylülerinin direnişi ve “Alman casusluğu”
iddiaları konusunda da açıklama yapan Akdemir, “Dr. Necip Hablemitoğlu’nun
kitabında dayandığı belgeler sahte çıktı. Eğer Hablemitoğlu öldürülmesiydi
bunlar açığa çıkacaktı. Hablemitoğlu, bu iddiaların ortaya çıkacağı duruşma
gününden 8 gün önce öldürüldü” dedi. Çanakkale’de tehlike altında olan
Atikhisar Barajı’na da değinen Akdemir, “Atikhisar Barajı heba edilmemeli.
Koskoca bir kentin içme suyunu karşılıyor. Orada yaşayan ve bölgede yaşayan
insanların yaşamı söz konusudur. Bu bölgede termik santraller var. ÇED’leri
tamamlananlar, ruhsat alanlar, ÇED hazırlığı yapanlar. 7 altın madeni
işletmesinin olduğu 8’rincisinin ise Bergama’da işletmecilik yapan bir firma
olduğu söyleniyor” dedi. Akdemir, özellikle Muratlar köyü başta olmak üzere
bazı köylerde suların içilimez raporu olduğunu hatırlattı. Daha çalışmalar
başlamadan, siyanür kullanımına geçilmeden yaşanan bu su raporlarının gelecek
açısından çok şey ifade ettiğini dile getirdi.
“Kadınların içinde olmadığı hiçbir mücadele kazanılamaz”
İzmir Barosu avukatlarından, Yeşiller ve Sol Gelecek
Partisi Eşsözcüsü Ali Arif Cangı ise, oturumun final konuşmacısıydı. Cangı,
Bergama altın madeni, Efem çukuru, gibi süreçlerin hukuksal mücadeleleri
konusunda bilgilendirmeler yaptı. “Bergama madencilik mücadelesi, hepimiz
için bir okuldur” diyen Cangı, Oradan çok önemli dersler çıkarmamız gerekir.
Oradaki hukuk katliamını örnek alıp, madencikte tanınan hukuki kalkanı
aşmanın yollarını siyaset ile çözmeliyiz. Bunu birlikte başarabilmek için de
eko-merkezci bir siyaset yaratmalıyız” dedi. Cangı, konuşmacılar arasında
kadın olmamasını da eleştirerek “Bugün maalesef görüyoruz ki konuşmacıların
arasında hiç kadın yok. Kadının yer almadığı hiçbir mücadelenin kazanılma
şansı da yoktur” dedi. Cangı, çocuklara bırakılacak en iyi mirasın “yanabilir
bir kent, yaşanabilir bir dünya” olduğunu da sözlerine ekledi. Cangı, Bergama
ve Efem çukuru gibi çevre mücadelelerinin simgeleştiği süreçlere dair
Evrensel Gazetesi İzmir temsilcisi Özer Akdemir’in yaptığı haberlere de
dikkat çekerek, bu süreçlerin psikolojik baskıları olduğunu da dile getirdi.
Cangı, dönemin üst düzey komutanlarının, İzmir Valisi gibi üst düzey
bürokratların altın madeni şirketlerine yaptıkları ziyaretlerin bu psikolojik
baskının bir parçası olduğunu ifade etti. Cangı, “Ben bir köylünün (Ya avukat
bey, koskoca Ege Ordu Komutanı buraya gelip şirket yetkililerine plaket
veriyor. Biz bu işe nasıl karşı olalım?) dediğini hiç unutamam” dedi.
Konuşmacıların ardından katılımcılara Türkiye Barolar Birliği ve Çanakkale
Barosu adına plaketler verildi.
Akdemir’e büyük ilgi
Gazeteci-yazar Özer Akdemir’in Evrensel Basım Yayın’dan
çıkan “Anadolu’nun altındaki tehlike, Kışladağ’a ağıt” ve “Kuyudaki taş-
Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” isimli iki kitabı da panellere
katılımcılar tarafından büyük ilgi gördü. Katılımcılar panel sonunda kuyruk
oluşturarak aldıkları kitapları Akdemir’in imzalamasını istediler.
|