15 Nisan 2013 Pazartesi

“Kazdağları Aşil bağımızdır”



Türkiye Barolar Birliği ve Çanakkale Barosu ortaklığında, Kolin Otel'de gerçekleştirilen “Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği' konulu panel büyük ilgi gördü. Kazdağları'nda faaliyetlerini sürdüren altın tekellerinin yarattığı olumsuzlukların ele alındığı panellere katılan konuşmacılar, siyanürlü altın madenciliği ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Çevre mücadelesinde etkin rol oynayan, çeşitli mesleklerden çok sayıda ismin konuşmacı olarak katıldığı panellerde siyanürlü altın madenciliği, Kazdağları, Türkiye’deki ve dünya üzerindeki siyanürlü altın madeni çalışmaları, Kazdağları’nı bekleyen tehlike, çevre mücadelesi gibi birbiriyle ilintili birçok konu masaya yatırıldı.
 
Kazdağları'nı tehdit eden ve olası çevre felaketleri hafta sonu Kolin Otel'de gerçekleştirilen 'Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği' konulu panel ile irdelendi. Kazdağları'nda faaliyetlerini sürdüren altın tekellerinin yarattığı olumsuzlukların ele alındığı konferansa katılan konuşmacılar, siyanürlü altın madenciliği ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Önemli isimlerin konuşmacı olarak katıldığı konferansta 'Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği' konusuna dikkat çekildi. 3 oturumdan oluşan konferansın ardından katılımcılar, Kazdağları ve yöresinde sondaj faaliyetleri inceledi.
Türkiye Barolar Birliği ile Çanakkale Barosu tarafından ortaklaşa düzenlenen 'Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği' konulu konferans Kolin Otel'de gerçekleştirdi. Konferansın birinci oturumu saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başladı. Konferansın açılış konuşmasını yapan Çanakkale Baro Başkanı Av. Bülent Şarlan; “Değil Kazdağları’nın zarar görmesi, içindeki bir dalın bile kırılmasına avukatlar olarak tahammülümüz yoktur. Programımızın afişe dikkatinizi çekerim. Orada topuğuna ok saplanmış bir görüntü göreceksiniz. Yarı tanrısal kahraman Aşil topuğundan vurulmuştu. Birazda bundan olsa gerek vücudumuzda hiç esnemeyen, en güçlü bağ ayağımızdaki Aşil bağıdır. O sebeptendir ki Kazdağları’na hassasiyetimiz Aşil bağları gibidir. Oynatılamaz, esnetilemez, eğilemez, bükülemez. Çünkü biz avukatlar; (Tabiata saygı, aklınvicdanıdır) diyen, Ankara’da bir İğde Ağacı kesildiği için gözyaşı döken, Yalova’da bir Çınar Ağacı kesilmesin diye köşkü yerinden yürüten, Atatürk’ten ilhamını alan bir mesleğin mensuplarıyız. Çünkü biz avukatlar, hakkı savunan, hakkı arayan bir mesleğin mensubu olarak; siyanürlü altın işletmeciliğinin, insan haklarının ve çevre hakkının ihlal olduğunu söylüyoruz. Su kaynaklarının temizliği hakkının yok edildiğini ifade ediyoruz. Gıda güvenliği hakkının tehdit edildiğini vurguluyoruz” dedi.
 “Kazdağları enkaz dağlarına dönüştürülmemeli”
Kazdağları'nın enkaz dağlarına dönüştürülmemesi gerektiğini ifade eden Şarlan; “Bu ilkeler yolumuza ışık tutmaktadır. Olmak ya da olmamakla sınanan Kazdağları bugün; eşsiz ormanlarıyla, endemik türleriyle, oksijeniyle Türkiye’de birincidir. Tarihsel, kültürel, ekolojik ve toplumsal mirasıyla bir mücevher ve bir incidir. Dünyamızın en önemli ekosistemlerinden biridir. Bu ve daha nice değerlere rağmen, on altı (66 da olabilir) maden firması, toprağın altına, topraktaki altına göz dikmiş durumdadır. Adeta toprağın altını üstüne getirmek istemektedir. Binlerce sondajla, açılan ölüm çukurlarıyla Kazdağları’nın kevgire çevrilmesidir. Kazdağları’nın ‘en’kazdağlarına dönüştürülmesidir. Yöre insanının çığlığına, Kazdağları’nın feryadına avukatlar olarak ses veriyoruz. Kazdağları’nın üstünün ‘Altın’dan daha değerli olduğunu haykırıyoruz. Doğaya, yeni doğanlara, doğacaklara borç ödüyoruz” diye konuştu.
 Coşar; “Siyanür, insan sağlığını tehdit etmektedir”
Kazdağları'nın önemine değinen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Vedat Ahsen Coşar ise; “Efsanelere ev sahipliği yapmış olan Kazdağları, verimli topraklarıyla bir çok önemli olaya konu olmuştur. Kazdağları tarih boyunca hep saldırıya uğramıştır ve hep yağmalanmıştır tıp kı bugün olduğu gibi. Ne yazık ki, bugünde Kazdağları sahip olduğu güzellikleriyle değil, topraklarında siyanürle altın madenciliği faaliyetleri yürütülmesiyle gündemimizde yer almaktadır. Siyanür hepimizin bildiği üzere, dünya üzerinde en zehirli bileşimlerden biris olup madencilikte siyanür kullanımı 1880'li yıllarda başlamıştır. O tarihten buyana süren doğal yaşama ve ekolojik dengeye verdiği zararlarla hep tartışma konusu olmuştur. Altın madenciliğinde siyanür kullanımı çok tehlikeli olabilmektedir. Siyanürün sulara karışması ile nehirlerdeki canlılar ölmekte, sulama sularına karışmasıyla da meyve ve sebzelere siyanür karışmakta ve insan sağlığını bu durum ciddi şekilde tehdit etmektedir” şeklinde konuştu.
Açılış konuşmalarının ardından yöneticiliğini Çanakkale Barosu Çevre Komisyonu Başkanı Av. Ali Aydın Çalıdağ'ın yaptığı 'Kazdağlarının Coğrafi Yapısı, Endemik Tür Zenginliği, Tarım ve Ormancılık Yönünden Önemi, Siyanürlü Altın Madeni İşletmeciliğinin Çevreye Etkileri' konulu birinci oturuma ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kenan Kaynaş, Orman Yüksek Mühendisi Doç. Dr. Yücel Çağlar ile Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbat konuşmacı olarak katıldı.
Kazdağı ve Çanakkale yörelerinin yer sistem bilimsel, hidroklimatolojik ve ekolojik biyocoğrafya özellikleri hakkında bilgiler veren ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, siyanürlü altın madenciliği konusuna da değindi. Türkeş; “Kazdağı'nda 101 familyaya ait 800 vasküler bitki taksonu bulunduğu kabul edilmektedir. Bu önemli bir rakam. Kazdağı yöresinde kaydedilen bitki taksonlarından 71'i Türkiye endemiği iken, Kazdağı endemiği bitkilerin sayısı 24'tür. Kazdağı'nın endemik taksonlar açısıından önemli bir gen kaynağı özelliği taşıyan doruklar vejetasyon katının sintaksonomik özelliklerine ilişkin çalışmada, 52 familya ve 132 cinse ait vasküler bitkilerden 189 adet yöreye özgü takson toplanmış ve bunlardan 45'inin Türkiye endemiği olarak belirlenmiştir” dedi.


 

Kazdağları'nda altın madenciliği ve tarım
Kazdağları'nda altın madenciliği ve tarım ile ilgili bilgiler veren ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kenan Kaynaş; “Bütün canlıların yaşam kaynağı sudur. Eğer su olmazsa tarım yapılamaz. Sondaj da insan sağlığına zararlı olan kimyasallar kullanılıyor. Önce sondajlar yapılıyor. Bu kimyasal maddelerle yeraltı suları bir kere kirletiliyor. Daha sonra ormanlar kesiliyor. Yavaş yavaş kademeli olarak merdiven şeklinde ölüm çukurları oluşmaya başlıyor. Bütün siyanürlü atıklar olduğu gibi toprağı ve taban sularımızı kirletiyor. Siyanür toprakta hareketsiz duran ağır metalleri hareketli hale getiriyor. Bu ağır metaller toprakta hareketli hale geçince bitki kökleri tarafından alınıyor ve bitkinin bünyesine geçiyor. Bitkinin bünyesinde parçalanma olayı söz konusu değil. Bu bitkiyi yiyen insan ve hayvanlar veya bu bitkiyi yiyen hayvanları yiyen insanlar aynen bu ağır metalleri kendi vücutlarına alıyorlar. Bunun sonucunda değişik rahatsızlıklar ortaya çıkıyor” dedi.
Nalbant; “Direnci büyütüp dünyaya yaymalıyız”
Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbat, Çanakkale'de altın tekellerine karşı verilen mücadelenin büyütülüp dünya ülkelerine yayılması gerektiğini belirterek; “1 milyon 750 bin ton atığı topraklarımıza gelişi güzel bırakmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Altın tekellerinin bırakacakları bedel, dağlarımızdaki bir kaç meşe ağacının değeri kadar bile değildir. Altın tekelleri yapacakları 50 milyon liralık yatırımın %67'sini stratejik yatırım teşvikleri aracılığıyla geri alacaklardır. Altın tekelleri ülkemizde yaşam alanlarını yok ederek, yörede yaşayanların sağlığını bozacak, göç etme gücü olanlar göçecekler göç edemeyenler ise hastalanıp öleceklerdir. Bunun adı da yavaşlatılmış soykırımdır. Altın tekelleri Türkiye'nin her yerinde vahşet uygulamaktadır. Türkiye'de direnci büyütüp dünyanın birçok ülkesine yaymalıyız. Bu panel bu anlamda önemlidir” dedi. Konferansa katılan konuşmacılara takdim edilen plaketlerin ardından birinci oturum sona erdi.

Çevre davalarını avukatlar değil, halk kazanır
Türkiye Barolar Birliği ve Çanakkale Barosu öncülüğünde gerçekleştirilen Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği konulu toplantının 2.oturumunda Kazdağları’nda altın madenciliği çalışmalarının siyasal, sosyal, ekonomik yönden değerlendirilmesi yapıldı.
TBB Çevre Komisyonu Üyesi Av. Bedrettin Kalın'ın yöneticiliğini yaptığı 2.oturumda CHP Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu Üyesi Serdar Soydan, Ankara Barosu'ndan Av. Mehmet Horuş ve Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür konuşmacı olarak yer aldı.
 “Küresel bir yağma ve yıkımla karşı karşıyayız”
TBB Çevre Komisyonu Üyesi Av.Bedrettin Kalın küresel bir yağma ve yıkımla karşı karşıya olunduğunu belirterek, çevre tahribatının ve yıkımın yeni çıkan kanunlarla hızlandığına dikkati çekti. Doğal güzelliklerin birere birer tahrip edildiğine değinen Kalın cumhuriyet tarihi boyunca 1500 tane maden ruhsatı verildiğini, son 10 yılda AKP Hükümeti döneminde ise 43 bin 500 ruhsatın çıktığını belirtti. Ülkenin artık parsel parsel değil, ruhsat ruhsat satıldığını belirten Kalın satışların çoğunun da yabancılara yapıldığına işaret etti. Kalın: “Bu insanlar nerde yaşayacak diye düşünen yok. Artvin gibi küçük bir şehirde bile 325 maden ruhsatı verilmiş diyerek Artvin'de halkın tepki gösterdiğini ve madene hayır mitingi düzenlendiğini belirtti. Maden şirketlerinin istihdam yalanıyla halkı kandırmaya çalıştığını da söyleyen Kalın tam tersine insanların doğası ve yaşam alanları tahrip edilmiş bir kentte yaşamak istemediğini, o yüzden Artvin'de nüfusun azaldığını ve 50 bin insanın göç ettiğini belirtti. Altın arama faaliyetleri konusunda1982 anayasasına göre anayasanın 168.maddesine aykırı davranıldığını da ifade eden Kalın, tabi servetler kanununun da halka ait olan ve devlet tarafından korunması gereken zenginliklerin yabancı şirketlere arz edildiğini ve maden yasasının sömürge yasası olduğunu belirtti. ÇED olumlu raporlarının arka arkaya verilmesinin maskaralık olduğunu belirten Kalın: “Vatandaşların ÇED toplantılarının düzenlenmesine mani olduğunu, bunun da doğru olduğunu belirtti. Tabiatı Koruma yasasının tehlikeli bir yasa olduğuna dikkati çeken Kalın kurulan izleme komisyonuna daha çok destek verilmesi gerektiğini söyledi.


“Yalancı Başbakan”

CHP Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu Üyesi Serdar Soydan ise Çanakkale'de verilen çevre mücadelesinde ortalıkta görünmeyen AKP Milletvekillerine ve AKP Örgütüne sert çıkarak konunun siyasi bir platforma çekilmesinin doğru olmadığını çevresel etkilerin sonuçlarının parti ayrımı yapmadığını söyledi. Soydan son 10 yıldır çevre konusunun öncelikli olarak gündemde olduğunu ifade ederek: “Çok eskiye gitmeye gerek yok, eskiden ne konuşuyorduk. Son 10 yıldır neleri konuşuyoruz. Onlara bakmamız gerek. Eskiden çevre bilincimiz bu kadar gelişmemişti, çünkü yaşama alanlarımız hiç bu kadar tehdit altında olmamıştı. AKP Hükümetinin attığı her olumsuz adımdan sonra çevre duyarlılığımız da artmaya başladı” dedi. Toprak tabakasının önemine dikkat çeken Soydan toprağın korunmadığı bir yerde, canlıların neslinin devam edemeyeceğine ve insanlığın ve yaşamın tehlikeye gireceğine işaret etti. İnsanlığın sağlıklı yaşamak, çevreyi korumak ve yaşanılabilir çevreyi devam ettirmek zorunda olduğunu kaydeden Soydan, hükümetin Türkiye'nin değişik yerlerinde doğal güzellikleri nükleer santral çalışmaları, HES ve maden arama faaliyetleri ile tahrip ettiğini ve kural tanımadığını belirten Soydan: “Çevreye zarar verirsek cezasını sadece AKP'ye oy vermeyenler değil, hepimiz çekeceğiz” dedi. Hükümetin bir adım atmayı bırak, çevreyi adeta yok etmek için çabaladığını belirten Soydan: “ Biz çevreyi koruyalım diye çağrıda bulunuyoruz. AKP onu da yanlış anlıyor. AKP Hükümeti kendi yandaşlarını ve kendi çevresini koruyor. Verdiği ruhsat ve izinlerle kendi yandaşlarının ve çevresinin geleceğini garantiyi alıyor” dedi. Çevreyi yok etmek isteyen bir hükümetle mücadele edildiğini belirten Soydan mecliste sayıca çoğunlukta olan AKP'li vekiller içinde Başbakan'ın emriyle hareket etmeyen, vicdan sahibi vekil aradıklarını, ama vekillerin etki altında olduğunu söyledi. Soydan siyanürün zararlarını anlattıklarında AKP’li vekilin siyanürün zararlı olmadığını, tuzun da fazlasının insan sağlığı için zararlı olduğu gibi örnekler verdiğini belirterek, Şahinli Köyü'nde bayram zamanı sular kesildiğinde köye tankerlerle su taşındığını vekilin halka: “Sizi dereden topladığı sularla kandırmış” dediğini hatırlattı. Soydan Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın altın şirketlerinin kendine tahsis ettiği uçakla Çanakkale'ye gelmesini de eleştirerek: “ Çağlayan'a sordum, bu uçak kimin diye? Cevaplamadı. Bir bakan madencinin uçağına biniyorsa, hükümet madencilerle kol koladır” diyen Soydan bunun hükümetin çevre anlayışını da yansıttığını söyledi. Başbakan Erdoğan'ın zaman zaman çevreci söylemlerle halkı etkilemeye çalıştığını da belirten Soydan : “Yalancı başbakan, sen termik santrallerle Biga’nın toprağını yok et. Artvin'i yok et, sonra utanmadan halka yalan söyle. Her konuda söylediğin gibi bu konuda da yalan söylüyorsun” dedi. Soydan:” İşimiz zor, başbakan anlamıyorsa iş bize düşüyor. Bu konuda görev sadece mücadele eden çevrecilerin görevi değil, bu görev hepimizin. Gelin eylem yapalım, 50 bin kişi Cumhuriyet Meydanı'nda toplanalım. Ankara’ya gidelim” dedi.
Soydan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma kanunun Türkiye'de korunan yüzde 5 alanı da kullanıma açmaya olanak sağlayacağını ve asıl tehlikenin o zaman başlayacağını söyleyerek, Milli Parklar Kanununun da kaldırılacağını ve madencilerle, termik santralcilerin önündeki engellerin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını söyledi. “Belgrad Ormanı'nda, Atatürk Orman Çiftliği'nde rezidans, Manyas Kuş Gölü çevresinde havaalanı görebiliriz. Bu yasa AKP'nin çevresini çok iyi koruyacak bir yasa belki ama gelecek nesillere bırakılacak mirasın da yok olması anlamına geliyor” dedi. Bu yasa tasarıları hazırlayan hükümet varken ve bakanı altıncıların uçağıyla gezerken, Erdoğan'ın çevreci açıklamalarının inandırıcı olmadığını kaydeden Soydan, maden bölgelerinde çıkan yangınların da manidar olduğuna dikkati çekti. Havran'da bir maden ocağında kesilecek olan ağaçların yandığını ve yetkililerin sabotaj olma ihtimali olmadığını açıkladıklarını belirten Soydan: “Benim içimdeki sabotaj ihtimalini yok edemediniz” dedi. Önümüzdeki süreçte de kesilecek ağaçlarla ilgili yangın hadisesinin gerçekleşebileceği tehlikesine dikkati çeken Soydan: “Dikkatli olmalıyız” dedi.
Çevre ile ilgili ahlaksız yasaların kapalı kapılar altında, katılımcı anlayıştan ve şeffaflıktan uzak çıkarıldığına dikkati çeken Soydan meclis tv'nin akşam 19:00'da kapandığını ve yasaların bundan sonra AKP'nin rant anlayışına uygun bir şekilde geçirildiğini belirterek:” Bir yasa geçiyor, ama yasadan haberimiz yok. Uyanık olmak zorundayız. Çevre meselesi konusunda çocuklarımıza mirası devredebilmek için daha çok mücadele etmek ve çalışmak zorundayız” dedi.

Para için çevreyi feda edelim mi?
Ankara Barosu avukatlarından Av. Mehmet Horuş ise yıllardır çevre konusunda atılan adımlarla ilgili baroların aktif olarak mücadele verdiğini, ama çevre konusunda menfaatlerle ilgili maddelerde gerileme olduğunu, dava harçlarının arttığını, ÇED'lerde yürütmeyi durdurma süresinin uzadığını belirterek: “Atı alan Üsküdar'ı geçti” dedi. Önceki dönemlerde 60 günlük sürenin uzatıldığını, son dönemlerde buna da ayarlama getirildiğini kaydeden Horuş: “Söz konusu doğa ise 60 günün, 100 günün önemi olmaz” dedi. Horuş davalarla ilgili örnekler vererek: “Antalya'da HES Projesinin zarar vereceği ortaya çıktı, tescillendi. Red edilmesine rağmen yine de çalışmalara başlandı. Haklarda geriye gidiş var dedi. Üstün Kamu Yararı konusuna da değinen Horuş idarelerin karar alacağını hatta kentsel dönüşüm yasasında bile afetle ilgili:” Vatandaş razı değilse, elinden zorla alınır” maddesinin geldiğini ve böylece yargı muafiyetine doğru bir geri gitme eğilimi olduğunu belirtti. Alınan mahkeme kararlarının sonuçlarını da değerlendiren Horuş:” Yürütmeyi durdurma konusunda karar alınıyor, ama bununla da yüzleşmek istemiyorlar” dedi. “Kalkınma için paraya ihtiyacımız var, o zaman sağlığımızı ve çevremizi feda edelim. Çok paraya ihtiyacımız var, o zaman daha fazla feda edelim” anlayışının yerleştiğini ifade eden Horuş bu düşüncenin tam bir kapitalist rasyonalist düşünceye hizmet etmek olduğunu belirtti. Ağaç kesildikten sonra ağacı fiyatlandıran mantalitede problem olduğunu belirten Horuş:” Ağaca kereste gözüyle bakarsak bu meseleyi çözemeyiz” dedi. İptal kararının daha tebliği yapılmadan yeni ÇED izni verildiğini belirten Horuş: “En vahim olanı etkin denetimin kalkması ve çevre davalarında yargının denetiminin işlevsizleştirilmesi” dedi. Sonuçlarla yüzyüze kalındığını belirten Horuş çevresini korumak için yurttaşlık görevini yapan 200 bin çevrecinin ise yargılandığını söyledi. Horuş: “ Hamzaoğlu'nun Dilovası'nda ağır metaller var, Beyza Üstün'ün ise sularımızı satıyorlar” dediği için soruşturma kapsamına alındığını belirten Horuş Kazdağları'nda sürdürülen mücadelede ÇED davaları sürecinin sınırlı bir mücadele olduğunu belirterek, çevre davalarını avukatlar değil, halk kazanır, Kazdağları'nda da bu şekilde olmalı” dedi. Hukuksal arayışla ilgili yeni bir hukuk arayışının başladığına da dikkat çeken Horuş derelerin başında nöbet tutan kadınlarla ve yurttaş tepkisi ile şekillenen, kendini gösteren yeni bir hukuk arayışı bu” dedi.
Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür ise maden arama konusunda uygulamaları kabul ettiren, ya da akademisyenler aracılığı ile daha da kafa karıştırıcı hale getirilerek farklı sunulduğu bu belirterek dışsallık adı altında vahşi ve çevreye zarar verici madenciliğin Türkiye'de olduğu gibi az gelişmiş ülkelere kaydırıldığına işaret etti.
 
Bergama’dan Çanakkale’ye çevre mücadelesi
“Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği” konulu panellerin üçüncü oturumunda Biga Yarımadası’ndaki termik santral çalışmalarına altın madenciliğine karşı yürütülen mücadelenin yol haritası Bergama gibi örneklerle çizilmeye çalışıldı. Mücadele süresince karşılaşılabilecek sorunlar konuşulurken, mücadelenin örgütlü halk kitleleri tarafından yapılmasının “Olmazsa olmaz” olduğu dile getirildi.
  
Türkiye Barolar Birliği ve Çanakkale Barosu’nun birlikte organize ettiği “Kazdağları ve Siyanürlü Altın Madenciliği” konulu panellerin üçüncü oturumunda “Kazdağları’nda altın madenciliği faaliyetlerinin canlılara ve halk sağlığına etkileri ile hukuksal ve toplamsal boyutları” konuşuldu. Katılımın oldukça yoğun olduğu üçüncü oturumun konuşmacıları ise sırasıyla, ÇOMÜ Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Coşkun Bakar, Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, gazeteci-yazar Özer Akdemir ve İzmir Barosu avukatlarından Ali Arif Cangı’ydı. İlk konuşmacı ÇOMÜ Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Coşkun Bakar, doymak bilmez tüketme arzusu ve kar iştahına çözüm bulunamadığı sürece kısa vadede küresel yıkıma karşı başarılı olmanın da mümkün olmadığını dile getirdi. İkinci konuşmacı Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, “Kazdağları’nın altından, blok blok külçe altın çıksa şuandaki o dağları bir kez daha yaratma şansınız yoktur, mümkün de değildir” şeklinde konuştu. Gazeteci yazar Özer Akdemir, “Halkın örgütlü mücadelesi karşısında hiçbir güç duramaz” derken, Avukat Ali Arif Cangı, “Kadınların olmadığı hiçbir mücadele başarılı olamaz” dedi.
 
“Tüketme arzusu ve daha fazla kar hırsı”
Oturumun moderatörlüğünü ise ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Türker Savaş yaptı. Savaş, tüm katılımcılara teşekkür ederek başlattığı oturumun ilk konuşmacısı ÇOMÜ Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Coşkun Bakar, siyanürlü altın madenciğinin halk sağlığı üzerindeki etkilerini anlattı. Bakar, “Öncelikle bir uyarıda bulunmak istiyorum; biz doktoruz. İşimiz; tanı koymak. Koyduğumuz tanıya göre de insanları tedavi etmek. Ben halk sağlığı uzmanıyım. En önemli işlevlerimden bir tanesi insanların sağlığının korunması ve geliştirilmesidir. Bunun için ön görülerde bulunulmasıdır. Bu görevimi yıllardır dünyanın birçok yerinde bir çok halk sağlığı uzmanı tarafından yapılıyor. Çocuklarımızı kızamık ve çocuk felci konusunda hiç hastalıkla karşılaşmadıkları halde aşıladığımız için bugün kızamık ve çocuk felcini görmüyoruz. Bulunduğumuz bu tahminler, bu öngörüler, gelecekte insanların sağlığının korunması açısından önemli. İşimiz kızamık ve çocuk felcinden çok daha zor. Karşı karşıya kalacağımız sorunlar, hastalıklar, kanser vakaları mücadele edilmesi o kadar da kolay değil” dedi. Oldukça kapsamlı ve geniş bir sunum yapan Doç. Dr. Bakar, her şeyin temelinde doymak bilmez tüketme arzusu ve daha fazla kar etme iştahının yattığını dile getirerek, “Özellikle altın madenciliği konusunda bir sunum yapacak olmama rağmen, bu sunumdaki tehlikelerin birçok alanı ilgilendirdiği vurgusunu yapmalıyım. Sanayi, tarım, turizm, kentleşme, ulaşım ve enerji sektörleri gibi konuları yakından ilgilendirmektedir. Her şeyin temelinde ise, doymak bilmeyen tüketme arzusu ve daha fazla kar etme iştahı yatmaktadır. Bunlara akılcı çözüm bulamadığımız takdirde de bu küresel yıkıma kısa vadede çözüm bulmak mümkün görünmemektedir. Birileri daha fazla tüketmek istedikçe birileri daha fazla kazanmak istemektedir. Birileri de yaşam için asıl önemli olanları yok etmektedir. En kötüsü ise insanoğlu kendi eliyle yarattığı bu şeytanı, hala anlayamamaktadır” şeklinde konuştu.



“Dağları tekrar yaratma şansımız yok”
Üçüncü oturumun ikinci konuşmacısı olan Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, çevre mücadelesinde hukukçuların önemli olduğunu ifade ederek, bu toplantının da baro tarafından düzenlenmesinin anlamlı olduğunu dile getirdi. Başkan Gökhan, bölgedeki altın madenciliğine ve termik santrallere karşı sessiz kalan ÇOMÜ gibi kurumlar ve turizmcileri, işadamlarını da söyleyeceklerini dile getirdi. Gökhan, “(Altın çok önemli bir ihtiyaç, insan sağlığına yararlı, ekonomiyi canlandıracak bir ihtiyaç. Altın olmazsa olmaz) demek isterdik. Ama tam tersi çok komik bir konuyu tartışıyoruz. Neyi tartışıyoruz? Altının çıkarılma konusunu. Peki, altını çıkardığımızda ne işe yarayacak? Mevcut şuandaki dünya genelindeki altının çok küçük bir miktarı yani yüzde 5’i gibi bir oranı tıpta, elektronik malzemelerde, bilgisayar ve çiplerde kullanılıyor. Yüzde 10’u 15’ı da eşlerimizin kolunda boynunda süs eşyası olarak kullanılıyor. Geri kalan yüzde 85 nerede? Merkez bankalarının kasalarında yatıyor. İnsanlığa bir yararı mı var bunun? Altının çıkarılması için harap edilen doğanın insanlığa yararı var. Siyanür riskinin ötesinde bir olay bu. Tabi ki siyanür çok büyük bir risk ama orada doğanın tahribatını telafi edebilme şansımız yok. Böyle bir anlamsızlık olamaz. Kazdağları’nın altından, blok blok külçe altın çıksa şuandaki o dağları bir kez daha yaratma şansınız yoktur, mümkün de değildir” dedi.

Halkın örgütlü mücadelesi şarttır”
Üçüncü oturumun üçüncü konuşmacısı gazeteci-yazar Özer Akdemir, Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi Çanakkale bölgesinde de ulusal ve uluslararası sermayenin yürüttüğü proje ve yatırımların doğa katliamına neden olduğunu dile getirdi. Akdemir, altın madenciliğine, termik santrallere ve HES’lere kadar tüm bu yatırımlara karşı örgütlü mücadelenin şart olduğunu ifade etti. Gazeteci-yazar Akdemir, “Örgütlü bir halkın karşısında hiçbir güç duramaz. Gerze’de duramadıkları gibi, Çanakkale’de duramayacaklar. Buradaki mücadele de ancak ve ancak, halkın bir arada ve örgütlü mücadelesi ile başarıya ulaşır” dedi. Akdemir, haber amaçlı olarak katıldığı, Gerze, Tortum gibi çevre direnişlerinden fotoğraflar göstererek izlenimlerini aktardı. Bergama köylülerinin direnişi ve “Alman casusluğu” iddiaları konusunda da açıklama yapan Akdemir, “Dr. Necip Hablemitoğlu’nun kitabında dayandığı belgeler sahte çıktı. Eğer Hablemitoğlu öldürülmesiydi bunlar açığa çıkacaktı. Hablemitoğlu, bu iddiaların ortaya çıkacağı duruşma gününden 8 gün önce öldürüldü” dedi. Çanakkale’de tehlike altında olan Atikhisar Barajı’na da değinen Akdemir, “Atikhisar Barajı heba edilmemeli. Koskoca bir kentin içme suyunu karşılıyor. Orada yaşayan ve bölgede yaşayan insanların yaşamı söz konusudur. Bu bölgede termik santraller var. ÇED’leri tamamlananlar, ruhsat alanlar, ÇED hazırlığı yapanlar. 7 altın madeni işletmesinin olduğu 8’rincisinin ise Bergama’da işletmecilik yapan bir firma olduğu söyleniyor” dedi. Akdemir, özellikle Muratlar köyü başta olmak üzere bazı köylerde suların içilimez raporu olduğunu hatırlattı. Daha çalışmalar başlamadan, siyanür kullanımına geçilmeden yaşanan bu su raporlarının gelecek açısından çok şey ifade ettiğini dile getirdi.

“Kadınların içinde olmadığı hiçbir mücadele kazanılamaz”
İzmir Barosu avukatlarından, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eşsözcüsü Ali Arif Cangı ise, oturumun final konuşmacısıydı. Cangı, Bergama altın madeni, Efem çukuru, gibi süreçlerin hukuksal mücadeleleri konusunda bilgilendirmeler yaptı. “Bergama madencilik mücadelesi, hepimiz için bir okuldur” diyen Cangı, Oradan çok önemli dersler çıkarmamız gerekir. Oradaki hukuk katliamını örnek alıp, madencikte tanınan hukuki kalkanı aşmanın yollarını siyaset ile çözmeliyiz. Bunu birlikte başarabilmek için de eko-merkezci bir siyaset yaratmalıyız” dedi. Cangı, konuşmacılar arasında kadın olmamasını da eleştirerek “Bugün maalesef görüyoruz ki konuşmacıların arasında hiç kadın yok. Kadının yer almadığı hiçbir mücadelenin kazanılma şansı da yoktur” dedi. Cangı, çocuklara bırakılacak en iyi mirasın “yanabilir bir kent, yaşanabilir bir dünya” olduğunu da sözlerine ekledi. Cangı, Bergama ve Efem çukuru gibi çevre mücadelelerinin simgeleştiği süreçlere dair Evrensel Gazetesi İzmir temsilcisi Özer Akdemir’in yaptığı haberlere de dikkat çekerek, bu süreçlerin psikolojik baskıları olduğunu da dile getirdi. Cangı, dönemin üst düzey komutanlarının, İzmir Valisi gibi üst düzey bürokratların altın madeni şirketlerine yaptıkları ziyaretlerin bu psikolojik baskının bir parçası olduğunu ifade etti. Cangı, “Ben bir köylünün (Ya avukat bey, koskoca Ege Ordu Komutanı buraya gelip şirket yetkililerine plaket veriyor. Biz bu işe nasıl karşı olalım?) dediğini hiç unutamam” dedi. Konuşmacıların ardından katılımcılara Türkiye Barolar Birliği ve Çanakkale Barosu adına plaketler verildi.


Akdemir’e büyük ilgi
Gazeteci-yazar Özer Akdemir’in Evrensel Basım Yayın’dan çıkan “Anadolu’nun altındaki tehlike, Kışladağ’a ağıt” ve “Kuyudaki taş- Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” isimli iki kitabı da panellere katılımcılar tarafından büyük ilgi gördü. Katılımcılar panel sonunda kuyruk oluşturarak aldıkları kitapları Akdemir’in imzalamasını istediler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...