31 Mayıs 2017 Çarşamba

Nikel madenine sülfürik asit taşıyan tanker yine devrildi

Nikel madenine sülfürik asit taşıyan tanker yine devrildi
31 Mayıs 2017 
Manisa’da yöre halkının karşı çıktığı Gördes nikel madenine sülfürük ait taşıyan tanker yine devrildi, sızıntı olmadığı bildirildi. 
Manisa’nın Akhisar ilçesinde Gördes’deki nikel madenine sülfürik asit taşıyan tanker virajı alamadı, şarampole düştü, araç şoförü hafif yaralandı. Dorsedeki 20 ton sülfürik asit yüklü tank bölümü ise araçtan ayrılıp yol kenarına savruldu. Sızıntının olmadığı belirtildi. 
Balıkesir Bandırma ilçesinden Manisa Gördes'teki Zorlu Holding’e ait nikel madeni tesislerine sülfürik asit getiren tanker, Akhisar ilçe merkezine 30 kilometre kala virajda yoldan çıkarak şarampole düştü. 
DHA 20 ton sülfürik asit yüklü tank bölümünün araçtan ayrılıp yol kenarına savrulduğunu ancak sızıntı olmadığını belirtti. Araç şoförü Cesur, kazada hafif yaralandı. Cesur ambulansla Gördes Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Kaza yerindeki çalışmalar nedeniyle Akhisar- Gördes yolu 3.5 saat trafiğe kapandı. Aracın çekicisi, özel olarak getirilen vinçlerle kaldırıldı. Yol kontrollü olarak trafiğe açıldı. Nakliye sorumluları, yeni bir araç geleceğini, tankerin tekrar Bandırma'ya götürüleceğini açıkladı. Akhisar Jandarma Bölük Komutanlığı ekipleri, şarampolde bulunan tankerin yeni araca yükleninceye kadar olay yerinde beklemeye başladı.
Nakliye şirketi sorumlusu Şenol Turna, tankerden hiçbir sızıntının olmadığını belirterek, "Özel donanımlı ekiplerimiz burada. Tankeri güvenli bir şekilde gelecek araca yükleyip tekrar Bandırma'ya yollayacağız" dedi.

Büyükşehir belediyesi yasasıyla kapanan, Gördes'e bağlı eski beldelerden Kayacık'ın eski belediye başkanı Ramazan Koyunlu, tankerlerin özellikle Akhisar- Gördes yolu üzerinde sık sık kazalar geçirdiğini, asitin çevreye ve insan sağlığına büyük zarar verdiğini belirterek, "Bu taşıma Uluslararası Kimyasal Taşıma Yönetmenliği (ADR) uygun bir şekilde yapılmıyor. Bu yönetmenliği başta jandarmamız olmak üzere, çevre müdürlüklerinin uygulaması bu gibi kazaları önleyecektir" dedi.
KAZA GELİYORUM DEMİŞTİ...
Zorlu Holdinge ait nikel madenine sülfirik asit taşıyan tankerlerin yarattığı tehlike geçtiğimiz Ocak ayındaki kazanın ardından tekrar gündeme gelmişti. Manisa'nın Gördes ilçesi yakınlarında Dingiller Köyü çıkışında devrilen tankerden çevreye tonlarca sülfirik asit dökülmüştü. Kazanın ardından tankerlerin tehlikeli atık taşıma kurallarına uyup uymadığı tartışma konusu olmuş, kazanın olduğu yerde incelemelerde bulunan Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Yard. Doç Dr. Enver Yaser Küçükgül, Gördes'in İzmir'in içme suyunun getirildiği havza olduğunu belirterek, kazanın olduğu arazide halen çok kuvvetli asit olduğu uyarısında bulunmuştu. (HABER MERKEZİ)

 



30 Mayıs 2017 Salı

Kuşadası'da 700 yıllık zeytin ağacı kurtarıldı

   30 Mayıs 2017 13:41
Kuşadası'da 700 yıllık zeytin ağacı kurtarıldı
Özer AKDEMİR
Muhtarın dikkati Kuşadası'da 700 yıllık zeytin ağacını kurtardı. Yol yapımı sırasında kesilmek üzere olan ağaç, girişimler sonucu üç şeritli yolun iki şeride indirilmesi ile kurtarıldı.
YOL İÇİN KESİLECEKTİ
Zeytinlik alanların imara ve sanayi tesislerine açılmasını öngören değişiklik taslağının TBMM'de olduğu günlerde Kuşadası'dan gelen haber yurttaşların zeytinliklere verdiği önemi ortaya koyuyor. Kuşadası-Söke karayolunun çalışmaları sırasında yol güzergahında kaldığı için köklenmek üzere olan zeytin ağacı, Yavansu Mahalle Muhtarı ve aynı zamanda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı olan Hasan Demirelin ve EKODOSD'un girişimleri sonucu kurtarıldı. Kesilmek üzere olan ağacın bir anıt ağaç olduğunu gören muhtarın dikkati sonrası yapılan incelemede, ağacın yaklaşık 700 yaşında olduğu ortaya çıktı. Tarihe tanıklık eden ağacın kurtarılmasına dönük Karayolları 2. bölge Müdürlüğüne verilen dilekçe sonrası yetkililer yol planında değişiklik yapılacağını dile getirdiler. 3 şeritli yolun, ağaçlara kadar olan bölümünün 2 şeritli olarak devam edeceği, ağaçlardan sonra 3 şeritli olarak düzenleneceği bildirildi. 
'TARİHİN SESSİZ TANIKLARINI KORUMALIYIZ'

EKODOSD Derneği Başkanı Bahattin Sürücü, Kuşadası'nın ekolojik açıdan çok hassas bir bölgede olmasına rağmen, son 30 yılda hızla artan nüfus, kontrolsüz gelişmeler, plansız ve yoğun yapılaşmalar sonucunda birçok doğal değerini yitirdiğini dile getirdi. Kuşadası ve çevresinin doğal kaynaklar ve orman toplulukları açısından antik dönemlerde ne kadar zengin olduğunun günümüze kadar gelebilen anıt ağaçlardan anlaşıldığını belirten Sürücü, "Tarihe tanıklık eden bu ağaçların yaşlarına bakıldığında, özellikle zeytin ağaçlarının Roma Dönemi’ni gördüğü, birçoğunun Bizans ve Osmanlıdan günümüze kadar geldiği ve bugüne kadar genetik özellikleri sayesinde hala yaşamlarını sürdürdüğü görülmektedir. En yaşlı olan zeytinin M.S. 265’lerde doğduğu, kentin içinde devasa boyutlardaki bir meşenin ise İstanbul’un fethinden önce var olduğu düşünüldüğünde, günümüzde beton blokların arasında sıkışıp yaşamını hala sürdüren tarihin bu sessiz tanıklarının ne kadar önemli olduğu bilinmelidir" dedi. Sürücü, birçok uygarlığı gören bu doğal anıtların korunarak gelecek nesillere taşınması için herkese görev düştüğünü söyledi. (İzmir/EVRENSEL)

Danıştay kararı Çeşmelilerin yüzünü güldürdü

  
 30 Mayıs 2017 12:56
Danıştay kararı Çeşmelilerin yüzünü güldürdü
Özer AKDEMİR
İzmir
Yüksek mahkemeden  Çeşme'ye güzel haber. Danıştay Çeşme'de doğal sit alanına yapılan RES'lerin imar planlarına onay veren mahkeme kararını bozdu. Kararda ülkenin enerji ihtiyacı kadar doğal kaynakların korunması ve gelecek nesillere aktarılmasının da gözetilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor.
1. DERECE DOĞAL SİT ALANINA RES
Ülkemizin en önemli turizm beldeleri arasında sayılan Çeşme'nin 1. derece doğal sit alanı içinde kalan tepelerinde ABK adlı şirket tarafından yapılmak istenen RES'ler için İzmir Valiliği 2008 yılında 'ÇED Gerekli Değildir' kararı verdi. Bu karara karşı yörede yaşayan yurttaşlar tarafından açılan dava İzmir 5. İdare Mahkemesinde reddedildi. EPDK'nın 2010 yılında şirkete 49 yıllığına üretim lisansı vermesinin ardından, her biri 2 MW olmak üzere toplam 8 tribün için koruma imar planı yapıldı. İmar planının plancılık ilkelerine aykırı olduğu, alanın 1. derece doğal sit alanı içerisinde kaldığı gibi iddialarla açılan davanın İzmir 5. İdare Mahkemesi tarafından reddedilmesi üzerine yurttaşlar davayı Danıştay'a taşıdılar.
Danıştay 6. Dairesi geçtiğimiz günlerde verdiği kararda RES'ler için yapılan koruma amaçlı imar planlarında kamu yararı olmadığı gerekçesi ile yerel mahkemenin kararını bozdu.
DOĞAL KAYNAKLARIN KORUNMASI DA KAMU YARARI
Mahkemenin oy birliği ile aldığı kararda imar planlarının planlanan yörenin bugünkü durumunu, olanakları ile  ilerde gelişmesinin gerçeğe en yakın şekilde saptanabilmesi için, halkın sosyal - kültürel gereksinimleri, güvenlik ve sağlığı gibi konuların göz önüne alınarak hazırlanması gerektiğinin altı çizildi. Danıştay kararında kamu yararı konusunu da tartışarak, "Enerji ihtiyacının artmasının ve bu enerjinin sağlanması için nispeten daha az zarar veren temiz enerji üreten tesislerin teşvik edilmesinde kamu yararı olduğu gibi doğal kaynakların korunması ve gelecek nesillere aktarılması için gerekli önlemlerin alınmasında da kamu yararı olduğu şüphesizdir" dedi.
ALANIN DOĞAL SİT NİTELİĞİ GÖZARDI EDİLDİ
Danıştay kararında, RES çalışmasının bu açıdan değerlendirilmesi ve şayet başka bir alternatifi yoksa doğal çevrenin korunması ve meydana gelebilecek tahribatın önlenmesine dönük  bütün tedbir ve önlemlerin alındığının ortaya konması gerektiğini belirtildi. Kararda proje için hazırlanan planlarda alanın doğal sit niteliğinin gözardı edilerek parçacıl ve noktasal kullanım kararlarının getirildiği, bütünleşik bir niteliğinin bulunmadığının altı çizildi.
Danıştay kararında projenin sınırları içinde ve dışında çok büyük bir alanın doğal sit alanında kaldığı belirtilerek, imar planlarının sadece RES alanına yönelik kullanım kararları getirdiği, etrafındaki yerleşim ve sosyal-teknik altyapı alanları, ulaşım ağı ile ilgili bir düzenleme yapılmadığına dikkat çekildi. Kararda, "doğal çevrenin yaşanabilir, sürdürülebilir biçimde korunması için alana özgü stratejileri üretmekte yetersiz kaldığı anlaşıldığından, davaya konu koruma amaçlı imar planlarında plan yöntem ve tekniklerine, şehircilik ilkelerine ve kamu yararına uyarlı görülmemiştir" denildi.
GEÇ DE OLSA DOĞRU BİR KARAR
Danıştayın bu kararı ile ilgili görüş aldığımız davanın hukukçusu Av. Mehmet Horuş şunları söyledi; "Kararda, 'parçacıl ve noktasal yaklaşımla' koruma amaçlı imar planı yapılamayacağı ve 'bütüncül yaklaşım' gerektiği belirtiliyor. Ayrıca plan aşamasının kamulaştırmadan önce ele alınması vurgulanıyor. Bütün bu yaklaşım sorununu ilk günden beri dile getiriyorduk. Geç de olsa doğru bir karar verildi. Danıştay net bir bakış açısı ortaya koymuş oldu. Umarım Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ev EPDK başta olmak üzere ilgili idareler,  ön lisans aşamasında ve idari denetim mekanizması içinde gerekli düzenlemeleri yaparlar.”



28 Mayıs 2017 Pazar

Ölmez ağacı öldürün! (Pazar Eki)

Ölmez ağacı öldürün!
Özer AKDEMİR
İskenderun Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi’nin tam ortasında gövdesi boğlum boğlum bir zeytin ağacı vardır. Yüzlerce yıldır ayakta kalabilmiş küçük şadırvanın hemen yanı başındadır. Etrafı taş duvar ve demirler pakmaklıklarla koruma altına alınan ağaçtan Evliya Çelebi Seyahatnamesinde; “Payas’taki yaşlı zeytin ağcının altında oturarak ekmeğimi yedim” sözleriyle bahseder.
İki gündür uçsuz bucaksız Çukurova topraklarında, sarı sıcağı henüz başlamamış Adana’da, başı beyaz bulutlarla kaplı, gövdesi buğu buğu tüten Amanosların eteklerinde, Doğu Akdeniz’in incisi Arsuz’un zümrüt renkli denizinin kıyılarında Evliya Çelebi misali gezen biz de, Sarı Selim Caminin avlusundaki bu yaşlı zeytin ağacının gölgesinde soluklandık.
Ağacın çekimlerini yaparken, uzaktan bizi izleyenler içerisinde orta yaşlı, takım elbiseli birisi yanımıza sokuldu. Yer yer kararmış kurşun kaplı kubbesi, göğü delen kalın taş örgü minaresi ile dünü bugüne vakur bir dinginlikle taşıyan Sarı Selim Camii’nin imamı olarak tanıttı kendisini. Yaşlı gövdesine karşın yine de capcanlı duran ağacın öyküsünü anlattı bize. 
Geniş geniş gökyüzüne açtığı dalları ile 40 metrelik bir alanı kaplayan, gövde eni 4 metreyi bulan zeytinin koyu gölgesinde dedi ki; “Bu ağaç 1350 yaşındadır. Dünyanın hâlâ zeytin veren en yaşlı ağacı olarak Guinness Rekorlar kitabına girmiştir. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın talimatı ile Mimar Sinan bu külliyeyi yapmaya başlamış. ‘Ustalık eserim’ dediği Edirne Selimiye Camii ile aynı dönemde yapıldı. Külliyenin kurulacağı 15 bin metrekarelik alan tamamen zeytinlikmiş. Zeytinlikler kesilirken Mimar Sinan bu ağaçların en yaşlısını kestirmemiş, gelecek nesillere kalsın diye. İşte o zaman 800 yaşında olan ağaç o günden günümüze kadar gelmiş ve bugün 1350 yaşında. Hala ‘Hünkar zeytini’ denilen çok lezzetli bir zeytin veriyor”. Cami imamı, o zamanlar da sık sık Akdeniz korsanlarının saldırılarına uğrayan Payas’ta her yeri yakıp yıkan korsanların bile bu zeytin ağacına dokunmadıklarını söyledi.
***
6600 zeytin ağacının, bir şafak vakti kesilmesinden birkaç gün önce gitmiştik Soma Yırca’ya. Zeytinlik alanın hemen yanı başında eski bir kulübenin bahçesine yakılan ateşteki kuru odunlar köz haline gelmiş, üzerine gövdesi kararmış kocaman bir çaydanlık konmuştu. Kadınlı, erkekli, genç yaşlı köylülerle sohbet ederken dumanı üzerinde tüten çayımızı yudumladık, direnişin keyfine vardık. 
Nöbet alanının hemen yakınındaki tepecikten zeytinlere ve ötesinde heyula gibi dikilen termik santrale baktığımızda, köylülerin neden bu kadar direnç gösterdiklerini anladık. Yırcanın bir yanı termik santralin kül tepeleri, kömür ocakları ile çevriliydi.  Köyün Somaya bakan ova kısmındaki zeytinliklerin hemen ötesinde ise yolu kesen bir eşkıya gibi termik santralin bacası tütüyordu. Adeta kapana kıstırılmıştı Yırcalılar ve “bundan öte gidiş yok” der gibiydi termik santral...
“Bakanlar Kurulu burasını kamulaştırıp bize verdi” diye köylülerin zeytinliklerini tel örgülerle kuşatan termikçi Kolin Şirketine, ağaçlarını kestirmeyip nöbet tutan Yırcalılardan Ayşe Ürüncü’yle zeytin bahçesinin çıkışında konuşmuştuk; “Burası benim atamdan dedemden kalma. Hırsız gibi mi girip çıkacağız kendi zeytinliğimize? Kolin denen şirket benim çocuğumu okutacak mı? Bu nasıl bir iş anlamadım ama bir bunlar değil ki kardeşim! Düzen böyle. Düzen bozuk! Ama biz köylüler olarak biz bu düzeni istemiyoruz. Bu düzeni değiştireceğiz, düzgün düzen getireceğiz”...
Ayşe Ürüncü özlemini duyduğu düzeni böyle özetlerken, onlarca silahlı, coplu güvenlikçisi ile kendilerine göz dağı veren şirkete de sözünü esirgemedi; “Bizi korkutacağını mı sanıyorsun? Aldanıyorsun! Savaşacağız biz burada, sonuna kadar savaşacağız. Zeytinliklerimizi terketmeyeceğiz. Kim burada öldü kaldı, ölüsünü de buraya gömeceğiz”!..
Ayşe Ürüncü’yü, ve nöbet bekleyen 20-30 kadar köylüyü döve döve zeytinleri kesti bir şafak vakti şirket. Mahkemenin aleyhlerine karar verdiğini bir gün önce öğrenmişler, köylülerin umudunu tüketelim diyerek arazideki bütün zeytinleri köklemişlerdi. Yırcalılar üzerinde yeşil, siyah meyveleri ile kara toprağa uzatılmış ölü zeytin ağaçlarını evlatlarını gömer gibi kaldırıp, yerine yenilerini diktiler. Şirketi kovdular, terk etmediler topraklarını, son umut kapılarını...
***
Anadolu’nun kadim topraklarında binlerce yıl önce yaşayanlar zeytin ağacını kim keserse idam edileceğini Anayasalarına koymuşlardı. Gelmiş geçmiş Ortadoğu halklarının hepsinde “Kutsal ağaç, ölmez ağaç” denilen, Kur’an da tanrının üzerine yemin ettiği iki meyveden birisi olan zeytinler çığlıklar içinde öldürülüyorlar bugün! Şirketlerin ‘baş belası’ olarak görülen Zeytincilik Yasası 7. kez meclis gündemine getiriliyor. “Ölmez ağacı öldürün” diyor birileri durmadan…
Zeytinleri kesecekler! Yerine termik santral, yol, maden ocağı, RES yapacaklar. Kasalarını dolduracaklar. 
Kim anlatır, kim anlar Mimar Sinan’ın kıyamadığı bin yıllık ağacın öyküsünü artık? 
Kim hüzünlenir, kim öfke kuşanır Yırcalıların öyküsünü dinleyince yarın? 
Kim duyar doğduğu topraklarda katledilen ölmez ağacın çığlıklarını… 
Kim?...

 28 Mayıs 2017

26 Mayıs 2017 Cuma

Tüllüşah’ı koruyabilecek miyiz?

Tüllüşah’ı  koruyabilecek miyiz?
Özer AKDEMİR
İzmir
Kuşadası, dünya üzerinde sadece Türkiye-Kuşadası civarında yetişen Tüllüşah (Aydın Gaşağı) bitkisinin korunması toplantısına ev sahipliği yaptı. Kuşadası’nda, son dönemlerde artan plansız turizm hamlesi nedeniyle yaşam alanları daralan endemik Tüllüşah bitkisinin koruma derecesi “CR” yani “vahim durumda”.
Kuşadası Güvercinada mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde gerçekleştirilen Tüllüşah/Aydın Gaşağı (Rhaponticoides mykalea) bitkisinin, Tür Koruma Eylem Planı Projesinin tanıtımına mülki ve yerel yöneticilerin yanı sıra, Adnan Menderes Üniversitesi öğretim üyeleri, EKODOSD temsilcisi ve köy muhtarları katıldı. 
'VAHİM DURUMDA'
Tüllüşah/Aydın Gaşağı (Rhaponticoides mykalea), Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün,  2017 Yılı Stratejik Koruma Planı içinde yer alıyor. Biyolojik çeşitlilik açısından, başta Milli Park olmak üzere çok zengin kaynaklara sahip olan Kuşadası’nda, turizmin plansız gelişimiyle birlikte birçok türün kaybolduğunun dile getirildiği toplantıda, endemik bir tür olan Tüllüşah’ın da,  “Vahim Durumda” (CR) kategorisinde, yani çok yakın gelecekte yok olma riski altında bulunduğuna dikkat çekildi.
Doğal habitatları, açılan tarım arazileri ve yoğunlaşan yapılaşmalarla birlikte oldukça azalan bu endemik türün yetiştiği alanlardan bazılarının şahıslara ait arazilerin içinde bulunduğunun altı çizilirken, çoğunluğunun bulunduğu arazinin ise Kuşadası Belediyesi’ne ait olduğu dile getirildi.
BELEDİYE YAŞAM ALANINI TELLE ÇEVİRDİ
Kuşadası Belediyesinin kendi arazisi içinde bulunan bitkileri telle çevirerek koruma altına aldığı belirtilirken, diğer alanlarda bulunan bitkilerin korunması için, proje kapsamında bir çalışma yapılacağı ifade edildi. 
Toplantıdan, Kuşadası’nın tanıtımına katkı yapacak bayrak tür olarak nitelenen Tüllüşahların yaşam alanlarının korunması ve bitkinin geleceğe taşınması için, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Kuşadası Kaymakamlığı, Kuşadası Belediyesi, ADÜ Biyoloji Bölümü, Yaylaköy ve Soğucak muhtarlıkları ile EKODOSD’un işbirliği halinde çalışmalarını sürdürme kararı çıktı.
KANSER ARAŞTIRMALARINDA KULLANILIYOR
Aydın Gaşağı (Tüllüşah) olarak bilinen Centaurea mykalea adını Kuşadası Samson Dağlarının antik ismi olan Mykale’den alıyor. Anavatanı Kuşadası olan ve ilk defa Kuşadası’ndan toplanarak bilim dünyasına tanıtılan bitkinin Haziran-Temmuz aylarında çiçekleniyor ve çiçeğin boyu 2.5 metreye ulaşabiliyor. 

Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Çelik çiçeğin envanter çalışmaları sırasında yaptığı açıklamada, Tüllüşahlardan elde edilen etken maddelerin günümüzde tıbbi çalışmalarda, özellikle kanser araştırmalarında kullanıldığı dile getirmişti. Çelik açıklamasında, “İleride birçok bilimsel çalışmaya malzeme olacak türlerin, doğal habitatlarının korunmasına özen gösterilmelidir” demişti. 
26 Mayıs 2017

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - 26 MAYIS 2017 Ansızca köylüleri taş ocağına karşı

İzmir'in Kemalpaşa ilçesine bağlı Ansızca köylüleri, köyün 600 metre yakınına, ünlü Ansızca Kanyonunun girişine yapılmak istenen taş ocağına karşı çıkıyorlar.
Yürüyüş gruplarının, doğa sporu ile ilgilenenlerin uğrak yeri olan Ansızca da köylüler, eko turizm ve kiraz-zeytin üreticiliği ile geçinmek, sağlıklı bir çevrede yaşamak isterken kendilerine sorulmadan topraklarında bir taş ocağı kurulmak istenmesini kabul etmediklerini söylüyorlar.
Tıpkı komşuları Akalan ve Beşpınar köylüleri gibi taş ocağı saldırısını püskürtmekte kararlılar
Çepeçevre Yaşam Ansızca köylülerinin taş ocağına karşı mücadelesini, köyde ÇED toplantısı yapmak isteyen şirkete karşı köylülerin eylemleri ve sözleri ile bu hafta ekranlarda olacak.
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam her hafta Cuma günleri Evrensel WebTv'de. (Evrensel Web TV)

25 Mayıs 2017 Perşembe

Çeşme'deki gemi kazasının sağlığa etkileri araştırılsın

Çeşme'deki gemi kazasının sağlığa etkileri araştırılsın
25 Mayıs 2017

İzmir Tabip Odası (İTO) Çevre Komisyonu Aralık 2016'da Çeşme Ildır körfezinde karaya oturan Lady Tuna isimli geminin çevresel etkilerinin yanı sıra insan sağlığına etkilerinin de araştırılmasını istedi.
Tabip Odası Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan İTO Çevre Komisyonu üyesi Dr. Ahmet Soysal, Lady Tuna gemisinin karaya oturmasının ardından açılan davada mahkemece atanan bilirkişi raporunun kazanın Çeşme ve çevresine göründüğünden çok daha büyük zararlara neden olduğunu gösterdiğini belirtti.
Gemiden yayılan 75 tonun üzerindeki fuel oil'in denizde çok geniş bir alana yayıldığının ve geniş bir bölgeyi kirlettiğinin bilirkişi raporu ile ortaya konulduğuna dikkat çeken Soysal, Dünya Sağlık Örgütü'nün fuel oil'i  kanserojen bir madde olarak tanımladığını kaydetti.
Bilirkişilerin uzmanlık alanlarına bakıldığında ortaya çıkarılan raporun insan sağlığı ile ilgili etkilenim boyutunu irdelemediğini dile getiren Soysal, "Kazanın Çeşme-Ildır-Gerence körfezi ve çevresinde yaşayanlar üzerindeki oluşmuş, oluşabilecek olumsuz sağlık etkilerinin kesin boyutlarının anlaşılabilmesi için bölgede halk sağlığı uzmanlarından oluşmuş bir bilirkişi heyetinin de görevlendirilmesi gerekmektedir" dedi.

Soysal, bu konu ile ilgili önümüzdeki günlerde davanın görüldüğü mahkemeye başvuracaklarını ifade etti. (İzmir/EVRENSEL)

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Allianoi iç hukukta da gömüldü!

Allianoi iç hukukta da gömüldü!
24 Mayıs 2017
Özer AKDEMİR
Anayasa Mahkemesi (AYM) Bergama yakınlarındaki Alliaoni antik kentinin Yortanlı Barajının suları altında bırakılması ile ilgili yapılan başvuruları reddetti. TMMOB, Ekoloji Kolektifi ve bireysel olarak Av. Emre Baturay Altınok tarafından yapılan başvurularda kurumların olaydaki "kamusal işlem ya da eylemden etkilenmediği iddiası ile kişi bakımından yetkisizlik" veren AYM, Av. Altınokun başvurularını ise "açıkça dayanaktan yoksun" bularak reddetti. 
AYM "DAYANAKTAN YOKSUN" BULDU
AYM, bireysel başvuru yapan Av. Emre Baturay Altınok'un temyiz incelemesinin duruşmasız yapılmasının adil yargılama, sağlıklı çevrede yaşama hakkının ihlali ve özel hayat hakkının ihlal ettiği iddialarını inceleyen AYM, Allianoi ile ilgili mahkeme süreçleri, özel hayat kısmıyla ilgili verilen AİHM kararları, temyiz incelemelerinin illa da duruşmalı yapılmasının  şart olmadığı  gibi gerekçelerle bu talepleri reddetti. AYM Altınok'un itirazlarının "açıkça dayanaktan yoksun" olduğunu ileri sürdü. 
KURUMLAR YETKİSİZ KARARI
AYM TMMOB ve Ekoloji Kolektifi'nin yaptıkları başvuruları ise "kabul edilebilirlik koşulanları incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik" kararı  verdi. AYM kararını Alliaoni'nin sulara gömülmesine yol açan kamusal işlemden bu kurumların tüzel kişiliklerinin etkilenmediği gerekçesine dayandırdı. 
EGEÇEP AİHM'E TAŞIMIŞTI
AYM daha önce de EGEÇEP'in Allianoi davalarından barajın aks yerinin ve göl alanının değiştirilmesi davasını da reddetmişti. EGEÇEP, AYM'nin bu kararından sonra iç hukuk yollarının tüketildiği için konuyu AİHM'e taşımıştı. EGEÇEP Alilanoi davalarında adil yargılanma hakkı ihlal edildiği, yargılamada makul süre aşıldığı, teknik değerlendirme içeren bilirkişi raporunun dikkate alınmamasının ciddi bir adil yargılanma hakkı ihlali olduğu, ve temyiz incelemesinde duruşma isteminin karşılanmamasının da adil adil yargılanma hakkının ihlali olduğu gerekçelerini ileri sürmüştü.
AYM'nin bu son kararından sonra kurumların ve bireysel başvurucuların da AİHM'e gitmesi bekleniyor. 
ANTİK SAĞLIK YURDU BARAJA NASIL GÖMÜLDÜ?
Bergama'ya 18 km uzaklıktaki 1800 yıllık Allianoi Antik kenti bilim insanları tarafından dünya üzerinde sağlam kalabilmiş ender antik sağlık yurtlarından birisi olarak tanımlanıyordu. Yapımı planlanan Yortanlı Barajının suları altında kalacağı anlaşıldığında başlanan kurtarma kazılarında ortaya çıkarılan eserler antik kentin ne kadar önemli olduğunu koydu. Antik kentin kurtarılması, sular altında kalmanın önlemesi, en azından kazı çalışmalarının bitirilmesi taleplerine ve yıllarca süren mücadeleye rağmen Allianoi henüz %20'si bile gün yüzüne çıkarılmadan kille kaplanarak Yortanlı barajının sularına gömüldü. Allianoinin kurtarılmasına dönük açılan davalarda bilirkişinin çoğunluk görüşüne rağmen İzmir 4. İdare Mahkemesi azınlık bilirkişi görüşünü esas alarak antik kentin kille kaplanarak suya gömülmesi projesine olur verdi. 
KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA KURULU BARAJI KORUDU!

Danıştay'a yapılan itirazlardan da sonuç çıkmaması üzerine TMMOB'a bağlı bazı odalar, EGEÇEP, Ekoloji kolektifi ve bireysel başvurularla Allianoi ile ilgili bu mahkeme kararları AYM'ye taşındı. Allianoiyi baraj suları altında kalmaya götüren sürecin mimarlarından İzmir 2 Nol'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ilke kararının hukuka uygun olmadığı, kurulun kuruluş amaçlarına ters düştüğü, bilimsel tespitlere aykırı hareket edildiği ve duruşmalı yapılması istenilen temyiz talebinin kabul edilmediği gibi gerekçelerle yapılan başvurularla ilgili AYM geçtiğimiz günlerde red kararı verdi.
  https://www.evrensel.net/haber/320886/allianoi-ic-hukukta-da-gomuldu

23 Mayıs 2017 Salı

Nükleer atıkların taşınmasında şeffaflık çağrısı

Nükleer atıkların taşınmasında şeffaflık çağrısı
23 Mayıs 2017
Özer AKDEMİR
İZMİR
İzmir Gaziemir'de eski bir kurşun fabrikasının bahçesinde gömülü olarak ortaya çıkarılan nükleer atıkların temizlenmesi ile ilgili projenin ÇED raporu onaylandı. Projeye yönelik denetim ve şeffaflık eleştirileri hala devam ediyor. 
KAMYONA DOLDURUP GÖTÜRÜYORLARDI!
Gaziemir'deki Aktepe ve Emrez mahallelerinde yer alan Aslan Avcı Kurşun Fabrikasının bahçesinde gömülü bulunan nükleer yakıt çubuklarının çevre ve canlı yaşamı açısından  son derece tehlikeli olduğunun ortaya konmasından sonra bu atıkların taşınması gündeme gelmişti. Atıkların taşınması için ÇED gerekli değildir kararı vererek, nükleer bulaşıklı atıkları kamyonlara doldurulup götürmek istenmesine tepki gösteren mahallelinin yanı sıra, EGEÇEP ve Yeşil ve Sol Gelecek Partisi (YGSP) tarafından açılan davada mahkeme ÇED'in nükleer atık taşınması girişiminin yürütmesini durdurmuştu. İzmir 2. İdare Mahkemesi, radyoaktif maddelerin canlı yaşamına yönelik olumsuz etkilerine dikkat çekerek; “Radyoaktivite içeren atıkların bertarafında mutlaka ÇED yapılmalıdır” kararı vermişti. ,
 
BAŞKA ATIK GETİRİLMESİ ÖNLENDİ
Bu kararın ardından aylarca atıkların kaldırılmasına ilişkin bir girişim olmazken, alanda Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)'in mahkeme kararına rağmen hala çalışmalarına devam etmesi tepkilere neden olmuştu. Kamuoylu baskısı sonrası İzmir Valiliği tarafından atıkların kaldırılması için ihaleye çıkılmıştı. İhaleyi kazanan firmanın hazırladığı ÇED Raporuna özellikle atıkların bertarafı sürecinde dışarıdan başka atıkta getirilebileceğine yönelik maddeye itiraz edilmişti.  Bu itirazların ardından proje güncellenerek dışarıdan atık getirilmesi maddesi kaldırıldı. Gaziemir'de yapılan halkın katılımı toplantısının ardından Ankara'da Çevre ve Şehircilik Bakanlığında gerçekleştirilen İDK toplantısına yaşam savunucuları adına katılan iki kişinin konuşmalarının ardından toplantıya alınmaması ve toplantı tutanaklarının verilmemesi konuya dair bir başka tartışmayı doğurdu. Tutanakların verilmemesi ile ilgili Bilgi Edinme Yasasına dayanılarak yapılan itiraz sonuçsuz kalınca tartışma Anayasa Mahkemesine taşındı. 
EN AZ İKİ YIL SÜRECEK
Geçtiğimiz günlerde İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün web sitesinde  yayınlanan nihai ÇED Raporunda atıkların ayrıştırılıp, bertarafı için belirlenen süre 2 yıl olarak öngörülüyor. 2 yılın sonunda işin tamamlanamaması durumunda TAEK ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının öngöreceği ilave süre geçerli olup, proje süresi uzatılabilecek. Nihai ÇED Raporunda "Proje kapsamında dışarıdan atık alımı yapılmayacak" cümlesinin yer alması, verilen çevre mücadelesinin önemli bir başarısı olarak değerlendiriliyor. 
 
ŞEFFAF YÜRÜTÜLSÜN VE DENETLENSİN
Rapora yönelik görüş ve öneriler 10 gün içinde Çevre İl Müdürlüğüne ya da bakanlığa iletilebilecek. 

Nihai Çed Raporunun askıya çıkması ile ilgili bir açıklama yapan EGEÇEP ve YSGP'inn avukatı Arif Ali Cangı, şeffaf olmayan bir süreç yaşandığını belirterek, canlı yaşamı ve toplum sağlığı açısından bu sürecin bağımsız bilim insanlarının denetiminde ve baştan sona şeffaf bir şekilde yürütülmesi gerektiğini dile getirdi.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

İşte AKP'nin yeni zeytin yasası: Keçiye ‘dur’ şirkete ‘gir’!

İşte AKP'nin yeni zeytin yasası: Keçiye ‘dur’ şirkete ‘gir’!
22 Mayıs 2017
Özer AKDEMİR
İzmir
Enerji ve maden projeleri başta olmak üzere yıllardır şirketlerin ayaklarına dolandığı gerekçesiyle birçok kez değiştirilmek istenen Zeytincilik Yasası yine gündemde. Daha öce 7 kez denenen ancak kamuoyundaki tepkiler sonrası yapılamayan değişiklik önerileri, son haliyle geçerse zeytini koruyacak hiçbir yasa kalmayacak. 
ZEYTİNLERİN İDAM FERMANI
Zeytin Yasası’nda yapılmak istenen değişikliklerle ilgili görüşlerine başvurduğumuz çevre hukuku avukatlarından Şehrazat Mercan, değişikliklerle getirilmek istenen yasayı ‘Zeytinin idam fermanı’ olarak yorumladı. AKP Hükümetinin son yasa maddesini daha önce yönetmelik değişikliği ile geçirmeye çalıştığını hatırlatan Mercan, “Yönetmelik değişikliğini açtığımız davalarla zor bela iptal ettirmiştik. Aynı değişiklik metnini bu defa yasa haline sokmuşlar. Elveda Anayasa’dan sonra, Elveda Zeytin Yasası. Özellikle Ege ve Marmara’da; çevreyi, dokuyu ve tarım alanlarını koruyacak bir yasal düzenleme kalmamış oluyor. Çevrenin ve tarım alanlarının ve zeytinliklerin idam fermanıdır bu” dedi.
KEÇİDEN KORUYUP ŞİRKETE YOL VERİYOR
EGEÇEP Hukuk Komisyonu Üyesi Av. Arif Ali Cangı yasa tasarısı geçerse zeytinliklerin üzerine bir bardak su içilmek durumunda kalınacağını dile getirdi. Yasa değişiklik taslağında E Madde 1/A da yer alan değişiklikle orman sınırları içinde kalan zeytinliklerin yasanın korumasından çıkartılacağını belirten Cangı, “Ayrıca bir dekarda zeytin ağacı olursa korunacak, gece yarısı yapılacak kesimlerle zeytinlik alan pekala zeytinlik olmayan alana dönüşebilecek” dedi. Yine yasa değişikliği madde 14’te, “Zeytinlik sahalarda her çeşit hayvan otlatılması yasaktır. Zeytinliklerde hayvan otlatanlara 5 bin TL idari para cezası uygulanır” cümlesi ile sadece hayvan otlatmaların yasaklandığını ifade eden Cangı, “Oysa, zeytinliklere zarar sadece hayvan otlatılmakla verilmez. Zeytinliklerin dibine koyun keçi ağılı yapılabilecek” diye konuştu. 
YASA NASIL DELİNİYOR?
Mevcut zeytin yayasının en önemli yanı, ”Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede, zeytinliklerin bitkisel gelişimini ve çoğalmalarını engelleyecek kimyasal atık oluşturacak tesis yapılamaz ve işletilemez” maddesi. Yasa değişikliği tasarısında ise bu cümleden sonra ‘ancak’ diye başlayıp ‘alternatif alan bulunamaması ve kurulun uygun görmesi şartıyla’ diye getirilen değişiklik taslağı enerji, madencilik, petrol ve doğal gaz arama işletme faaliyetlerinin yanı sıra zeytinlik alanlarda imara izin veriyor.
ZEYTİNLERİ KORUYAN YASA TARİH OLACAK

Bu tasarı ile zeytinlikleri koruyan maddenin tamimiyle değiştiğine dikkat çeken Cangı, tasarının şimdiye kadar verilen yargı kararları göz önüne alınarak yapılmış olduğunu söyledi. Cangı,”Bu değişiklik yasalaşırsa zeytinlikler sadece otlayan hayvanlardan korunabilecek, zeytinliklerin gelişimini ve çoğalmasını engelleyecek kimyasal atık, toz ve duman  çıkaran her türlü tesis kurulabilecek. Hükümet ve idare izin verdikten sonra yasanın koruması ortadan kalkıyor. Artık Jeotermal tesisleri, RES’ler, GES’ler, madenler, petrol, doğal gaz aramaları, kamu yararı alınmış yatırımlar yapılabilecek, kentler kurulabilecek. Tek şart; valiliğin başkanlığında kurulan Zeytinlik Sahaları Koruma Kurulunun izin vermesi. Şimdiden söyleyelim, her türlü yatırıma ve faaliyete izin verilecektir. Kısacası taslak yasalaşırsa zeytini koruyan yasa kalmayacak” uyarısında bulundu. 

21 Mayıs 2017 Pazar

Ağaçlar da ağlar dalları kırılınca_Pazar eki

21 Mayıs 2017
Özer AKDEMİR
Mermer ocağı sahiplerinin azmettirmesiyle öldürüldüğü iddia edilen yaşam alanı savunucuları Ali ve Ayşin Büyüknohutçu’yu Özer Akdemir yazdı. 
Ne kadar da bildik, tanıdıklar. Hiç karşılaşmadık ikisiyle de ama sanki her gün görüşüp selamlaşmışız gibi aşina yüzleri. Yaşam dolu sevecenlikle bakan gözler, ne kadar da candan gülümsüyorlar.  Karıncaya kıyamayan, zeytin dalı incindiğinde ağlayan, dağların mavi dumanına, ormanların fısıltılı koyuluklarına aşık iki dost, iki can yoldaşı... 
Bir haftayı geçti, çok sevdikleri kara toprağın bağrına gömdük onları. Uğruna canlarını verdikleri yeşile karıştılar, börtü böceği oldular doğanın. Göğüslerinde, kurşun yaralarından incecik bir kan sızıyor toprağa hala. Gözleri yarı aralık, murat alamayanların, mutlanamayanların onmaz acısıyla tam kapanmamış. 
Antalya’nın, Finike’nin canım sedir ormanlarını korumak için çırpınıp duran dünya güzeli bir çift. “Ali babanın çiftliği”nden çıkıp her gün, sedir ormanlarının güneş görmeyen kuytuluklarında yürüyen, onlara yarenlik eden, onların derdini dert bilen güzel insanlar şimdi yok! 
*** 
Alacadağ’da, Gökçeyaka’da, Adala ve Kızılcık’ta, mermer ocağı için asırlık sedirlere kıyılırken, bu vahşete, katliama sessiz kalmamıştı Ali ve Ayşin Büyüknohutçu. Açtıkları davalarda, katıldıkları söyleşilerde, çıktıkları televizyon programlarında hiçbir kural, hiçbir yasa tanımadan yapılan bu orman katliamını anlatıp durdular. Kar hırsından başka gözleri bir şey görmeyenlere karşı yaşamı savundular hep. Çünkü yaşam savunucusuydular. 
Çok tehdit aldılar. Tazminat davaları ile yıldırılmaya çalışıldılar. Yılmadılar. Ne arkalarında güçlü para babaları, ne eli silahlı adamları, ne devletin gücü vardı. Bunların hepsi karşılarındaydı. Hepsi parmak sallıyor, namlunun ucunu gösteriyordu onlara. Ne yasa, ne anayasa dinliyordu arkalarına hükümeti, devletin tüm kurumlarını alan patronlar. Sırtlarını en yükseğe dayamışlardı. Cesareti de oradan alıyorlardı. Kim takar ki ormanı, ayıyı, sincabı, kurdu, kuşu, insanı…
*** 
“Eyyy, her yatırıma karşı çıkan, arkasındaki dış güçlerle atıp tutan, ipsiz sapsız, çalışmadan entel dantel işlerle uğraşan çevreciler! Siz kimsiniz yaa! Kendinizi ne sanıyorsunuz? Yaptığımız her şeye karşı çıkıyorsunuz. Köprüye, havaalanına, otoyollara, nükleer santrale. Çevreciliği sizden öğrenecek değiliz! Çevrecilikse biz çevrecinin daniskasıyız. Siz çevreci filan değil çapulcusunuz. Sermaye düşmanısınız! Haddinizi bilin! Siz kimsiniz yaa!..”
Ağaçlar da ağlar dalları kırılınca
*** 
Mermerci şirket patronunun tuttuğu iddia edilen kiralık katil tanıdıktı. Evlerinde konuk edip, çay içtikleri, sohbetlerine kattıkları komşu köylüleriydi. Kapılarına karısını da alıp gelmişti katilleri. Buyur ettiler evlerine ve bu onların sonunu hazırlayan ilk adımdı. Avcı keşfini yaptı. Nasıl eve gireceğini, nerede vuracağını, nasıl kaçacağını hesapladı bir bir. 
“Karısını vurmayacaktım. Ama bahçeye girdiğimde gözüme ışık tutunca ateş ettim Ali Amcaya. Kadın çığlık atıp ona doğru koşunca onu da vurdum. Sonra kaçtım”. 
Savcılıkta verdiği ifadede bunları söyledi katil zanlısı Ali Yumaç. Cinayetin ardından ilk yakalandığında eve hırsızlık amacıyla girdiğini, çifti öldürdükten sonra 2 bin liralarını alıp kaçtığı anlatmıştı. Sonra soruşturma biraz daha derinleştirildiğinde, sorgu, şüpheler, arka planda cinayetleri azmettiren birileri olup olmadığına yoğunlaştığında itiraflar geldi; 
“Beni ‘Çirkin’ tuttu. Adını bilmiyorum. Mermer ocağından tanıyordum. Birgün beni yanına çağırıp , “cebin de paran var mı’ dedi. Yok dedim. Bu şahsı vuracaksın, 50 bin lira alacaksın. Bu bizim ocakları kapattırdı, biz de onun ocağını söndüreceğiz’ dedi. 3 bin lira verdi. 47 bin lirasını da iş bittikten sonra verecekti. Evlerinden 2100 lira para aldım. çirkinin verdiği 3000 lirayı da ekleyip eşime verdim. Karısını öldürmeyi düşünmüyordum ama oldu işte. Çok pişmanım” dedi.
*** 
Yaşamı savunurken sık sık şiddete maruz kalan yaşam savunucularına yönelik ilk planlı cinayetti Büyüknohutçu’ların katli. Eğer itiraflar doğruysa, cinayetin arkasında mermer şirketleri var. Bu mermer şirketlerine sedir ormanlarını yok edecek çalışma iznini veren siyasi iktidar var. Bir dalı, bir canı, bir endemik çiçeği, nesli tehlike altındaki bir böceği korumak için çırpınanlara her fırsatta sesini yükselten, kanun sopasını sallayan, para gücüyle boğmaya çalışan bir sermaye düzeni var.

27-28 Mayıs’ta Ali-Ayşin Büyüknohutçu’nun katledildiği yerde olacak Türkiyeli yaşam savunucuları. “Yılmadık, korkmadık, buradayız, bir ölür bin doğarız” diyecekler. Yaşama düşman olanlara karşı yaşamı savunacaklar yine. Uğruna canlarını verdikleri sedir ağaçlarının gölgesinde uyuyan Büyüknohutçular da yanlarında olacak… 
Sedirlerin ağıdı var Finike dağlarında ne zamandır. İki dalını daha kırdılar bugün, hoyratça, alçakça! Ağaçlar da ağlar dalları kırılınca…

Son Düzenlenme Tarihi: 21 Mayıs 2017 05:08

18 Mayıs 2017 Perşembe

Uranyumu açıkta bırakan devlet, nükleer santral hevesinde_Mehveş Evign_ArtıGerçek


18 mayıs 2017 - 00:01

Bu ülkede, 59 yıldır açıkta duran ve Ege bölgesine ölüm saçan bir uranyum madeni olduğu anlaşıldı. Madenin bulunduğu Söke’nin Kisir köyünde herkes kanser oluyor, üçer-beşer ölüyor.

Birden fazla nükleer santral açmaya heves eden bir ülke düşünün. Nükleer santral konusunda bilgi ve beceri birikimi olmadığından, güvenliğinden teknolojisine, herşeyini yabancı yatırımcıya emanet eden...
Tesisin çevreye ve insana vereceği zararlarıgörmezden gelen ve nükleer atıkların nasıl bertaraf edileceğine dair hiçbir açıklaması olmayan...
Nükleer santrallerle beraber yakıt için gerekli olacak uranyum madenciliğini teşvik eden, bu amaçla ruhsat dağıtmaya başlayan...
Bu ülkede, 59 yıldır açıkta duran ve Ege bölgesine ölüm saçan bir uranyum madeni olduğu anlaşıldı. Madenin bulunduğu Söke’nin Kisir köyünde herkes kanser oluyor, üçer-beşer ölüyor. Köyde radyasyon seviyesi, olması gerekenin 450 kat fazlası...
Ve kimseden çıt çıkmıyor! 
Böyle bir ülkenin idarecileri, halk sağlığını tehlikeye attıkları, hatta ölüme yolladıkları için kusurludur, sorumludur, suçludur. Bırakın nükleer santral açmayı,herhangi bir madenin güvenliğini sağlayamayacak durumda olmadıklarını bir kez daha kanıtlamıştır.
Dünyanın neresinde olursa olsun büyük skandal olarak manşetlerde yer alması gereken, bilim kurullarından bakanlıklara, tüm sorumluların ifşasını gerektiren bu korkunç ihmal, şimdilerde televizyonlarda sansasyonel habercilikle, köylülere uzatılan mikrofonlarla sulandırılıyor.
Kisir köyünde yaşananların duyulması çok önemli, ama asıl mesele bundan sonra ne yapılacağı. Zira Kisir örneği, Türkiye’nin nükleer ‘macerası’ açısından kilit önemde.

ÜÇ YIL ÖNCE HABER OLDU, NE YAPTILAR?
İlginin sebebi, ‘Kanser köyün haykırışı: Biz ölüyoruz!’ haberinin Hürriyet Pazar’da çıkması.Haberi okuyan bakanlık yetkililerinin yeni ‘harekete’ geçtiğini, devlet hastanelerinden köylülere tedavi desteği vereceklerini öğrenip, geç de olsa birilerinin köye yardım elini uzatacağına seviniyoruz.
İyi de şimdiye kadar neredeydiler?
Birincisi, haberin en az üç yıllık geçmişi var. Evrensel gazetesinden Özer Akdemir, Şubat 2014’te yazdığı ‘Kanser Köy’ haberinin takipçisi olmuş, üç bilim insanının köydeki radyasyon ölçümlerinden kanser hikayelerine, yetkililerinin açıklamalarına, her ayrıntıyı gazetesine taşımış.  
İkincisi, devlet açık bırakılan bir uranyum madeninden habersiz olamaz. Zaten devletin bilgisi dahilinde olduğuna dair kanıtlar mevcut.
HDP milletvekili Levent Tüzel, konuyla ilgili 2014’te soru önergesi vermiş. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce imzasıyla verilen yanıtta ‘Su ve toprak numunelerinin incelendiği, radyasyonun normal seviyenin üzerinde olmadığı’ yazılmış.
‘Devlet bilmiyor!’ öyle mi? Hem biliyor, hem de üzerini örtüyor...

MENDERES HAVZASININ TÜMÜ ETKİLENMİŞ OLABİLİR
Dahası var. Hürriyet’ten Yücel Sönmez’in haberine göre, Kisir’de açık bırakılan uranyum madeninin dibinde ‘organik tarım’ yapılıyor, bir mandıra tesisi hayata geçmek üzere. Köyde ölçüm yapan uzmanlardan Yrd. Doç. Enver Yaser Küçükgül’ün sözleriyse tehlikenin çok daha geniş bir alanı kapsayabileceğine işaret ediyor. Zira maden, Menderes deltasının başında yer alıyor, yıllardır burada tarım ve hayvancılık yapılıyor:
“Buradaki sular Menderes’e karışarak denize kadar ulaşıyor. Sorun, burayla sınırlı olmayabilir. Bu durumu bütün yetkililer biliyor ama kimsenin umurunda değil.”
Yetkililerin ilgisizlizliğini köyün muhtarı Baki Suna da doğruluyor: TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) gelip ölçüm yapmış. Sonucu sorduklarında “OHAL var, açıklayamayız” cevabını almışlar!
İnsanlar kanserden ölüyor, ‘OHAL’le ne alakası var?
İktidar şimdi kanser saçan köye ‘uyanmış’ görünse de asıl soru şu:
Bundan sonra gereken önlemler alınabilecek, uzmanların önerdiği gibi köy ve çevresi ‘afet bölgesi’ ilan edilecek mi?
Hiç sanmam. En fazla mağdurların hayatlarının kalan son günlerinde daha iyi bir tedavi görmesi sağlanacak, kuyunun üzerine beton atılıp “hallettik” denecek. Toprağa, suya karışmış olan radyasyon engellenemeyecek. Sadece bölgedekiler değil, ülkenin dört bir yanına buradan gönderilen ürünler tüketilmeye devam edecek. 
Zira nükleer atıkların, sızıntıların bertaraf edilmesi kolay iş değil: Radyasyonun sızmaması için yerin kilometrelerce altına, tamamen yalıtarak gömülmesi gerekiyor, buna rağmen sızıntı tam olarak engellenemiyor.

NÜKLEER SANTRALLERLE URANYUM MADENCİLİĞİ ATBAŞI GİDECEK
Nükleere karşı mücadelesiyle tanınan avukat Ali Arif Cangı’ya sorduğumda, Fransa ve Almanya’nın uranyum madeni rehabilitasyonu konusunda önemli deneyimleri olduğunu aktarıyor:
“Ancak çok ciddi maliyeti olan işler. Kendi gücümüzle, dayanışmamızla birşeyler yapmaya çalışıyoruz. Devlet biliyor, gizli tutuyor. Gaziemir’de aynı şeyi yaşıyoruz,  TAEK'in  (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) ciddi zaafiyeti var. Düşünebiliyor musunuz, köylülere ‘bu alana yaklaşmayın’ diyorlar. Yaşam alanı orası, nasıl yaklaşmasın? Devletin kurumları, kendi suçunu örtmek için örtbas ediyor.”
Cangı, herşeyden önce bilimsel bir rapora ihtiyaç duyulduğunu ve bilim insanlarının buna hazır olduğunu vurguluyor. Ancak madeni rehabilite etmek için uluslararası düzeyde yardım almak şart, zira Türkiye’de bu konuda çalışan bilim insanı yok.
Kisir örneği, uranyum madenciliğini ruhsatlandırma girişimleri açısından da kritik önemde diyor Cangı:
“Uranyum madenciliği nükleer santral girişimiyle atbaşı gidecek. Uranyum için Yozgat Boğazyan’da ruhsat veriliyor.İhtiyaç olduğunda çalıştırmak için ellerinde tutuyorlar. Başka bir tehlike daha var: Rezervler yoğun değil. İhtiyaç olunca maliyet hesabıyla işletilirse kirliliği kat be kat fazla olacak. Bu madenler engellenemese bile zararı en aza indirmek için Kisir’de alınacak önlemler kilit önemde.”
Kisir haberi, aynı zamanda özgür basının neden bu kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor: Hiçbir yandaş yayın, halk sağlığını ilgilendiren ihmalleri gündeme getirmiyor, takipçisi olmuyor. Ancak bağımsız, korkusuz habercilik yapabilen yayınlar var olursa sağlığınıza, haklarınıza sahip çıkabilirsiniz. Maalesef bir başlık yüzünden hapse atılabilen gazetecilerin ülkesinde yaşadığımız için haklarınıza sahip çıkma şansınız giderek azalıyor.

HDP'li Doğan 'Kanser köy'için Meclis araştırması istedi

HDP'li Doğan 'Kanser köy'için Meclis araştırması istedi
HDP İzmir milletvekili Müslüm Doğan Aydın Söke'ye bağlı Kisir mahallesinde meydana gelen kanser olayları ve köy yakınındaki uranyum madenlerinin ilişkisinin araştırılması için Meclis araştırması açılmasını istedi.
TEHLİKENİN BOYUTU GİDEREK ARTIYOR
Doğan meclis araştırma önergesinde Söke'nin Kisir Mahallesinde 1958 yılında açılan uranyum sondajlarının rehabilite edilmeden bırakıldığı ve bunun sonucunda mahallede yaşayan yöre halkında kanser vakalarının görüldüğünü aktardı.
Kisir'in Osmankuyusu yaylasındaki sondaj kuyularında bilim insanları tarafından limitlerin 450 katını aşan oranda radyasyon ölçüldüğüne dikkat çeken Doğan araştırma önergesi dilekçesinde iddiaların boyutlarının sadece bunlarla sınırlı olmadığını kaydetti. Doğan şunları dile getirdi; "Kisir Mahallesi Menderes Deltası’nın başında bulunmaktadır. Bu alanda aynı zamanda tarım ve hayvancılık da yapılmaktadır. Maden sahasının hemen yanı başında 225 dönümlük arazide organik tarım yapılmaktadır. Bu organik ürünler Türkiye’nin dört bir yanına gönderilmektedir. Yine radyasyon sahasının yakınlarına 150 dönümlük arazide hayvancılık merası kurulmaktadır. Radyasyonun hayvanlara da geçtiğini düşünüldüğünde tehlikenin boyutları da giderek artmaktadır. Aynı zamanda maden bölgesinde zeytinlikler bulunmaktadır. Radyasyondan kaynaklı neredeyse hiç yaşlı zeytin ağacı kalmamıştır. Bunun tek nedeni belli bir noktadan sonra zeytin ağaçlarının kurumasıdır".
KÖYLÜLER KANSERLE BOĞUŞUYOR
Uranyum sondaj alanında evi ve bahçesi bulunan Kisir köylüsü Yusuf Çenesiz'in kansere yakalanmasını da araştırma önergesi dilekçesine ekleyen Doğan, "Evi maden sahasının hemen bitişiğinde olan Yusuf Çenesiz (67) adlı bir yurttaşın hem böbreğinde hem de akciğerinde kanser olduğu ve 59 yaşındaki Halil Yordan adlı yurttaşın eşi Ferah Yordan ise sekiz yıldır meme, yumurtalık ve kolon kanseri tedavisi görmektedir. Kisir Mahallesinde bunun gibi 70’e yakın kanserli yurttaşın olduğu iddia edilmektedir. Bir an önce gerekli önlemler alınmazsa başta Kisirliler olmak üzere tüm bölgeye yayılacak radyasyon ağır sonuçları doğuracaktır."
BÜYÜK FELAKET
Hiçbir tedbir alınmadan kuyuların öylece bırakılıp gidilmiş olmasının toprak, hava, su ve canlılar için büyük bir felaket anlamına geldiğini ifade eden Doğan; " Sudan, araziden ve bitki ve hayvanlardan numune alınıp tahlillerin yapılması büyük bir önem arz etmektedir. Sonuçta, 15 yılda 70’ten fazla kişinin kanserden öldüğü bu mahallede incelemelerin bir an önce yapılması ve gerekli önlemlerin derhal alınması için bir meclis araştırması elzemdir" dedi.
18 Mayıs 2017 







Açık Radyo_Uranyum madenleri programı_18 mayıs 017

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı
Yarın 10:30'da Açık Radyo Ekonomi&Ekoloji'de uranyum madenleri nedeniyle kanserin pençesindeki Söke köylerindeki durumu Evrensel Gazetesi'nden özer Akdemir ile konuşuyoruz, bekleriz...
Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, yazı
Radyo Programının tamamı: 
http://acikradyo.com.tr/podcast/193923

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Zeynep Altıok: Uranyum madenleri ölüm saçıyor

Zeynep Altıok: Uranyum madenleri ölüm saçıyor

CHP İnsan ve Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Zeynep Altıok, Aydın’ın Söke ilçesine bağlı “Kanserli Köy” olarak bilinen Kisir Mahallesi’ndeki uranyum madenlerini ve mahalledeki yaygın kanser hastalığı problemini Meclis gündemine taşıdı. 
1958 yılında Aydın’ın Söke ilçesine bağılı Kisir Mahallesi’nde açılan ve rehabilite edilmeden terk edilen uranyum madenleri uzun süredir bölge halkını ve tarımsal üretimi tehdit ettiği biliniyor. Uzmanların bölgede yaptıkları ölçümlerde radyasyon seviyesi olması gerekenden 468 kat daha fazla çıkmış. Mahallede ise son 15 yılda 70’ten fazla insan kanser hastalığında yaşamını yitirmiş durumda. 
Konuyu yazılı soru bir önergesiyle Meclis gündemine taşıyan Zeynep Altıok şu ifadeleri kullandı;
“Aydın Söke’nin Kisir Mahallesi’nde 1958 yılında açılan ve rehabilite edilmeden bırakılan uranyum madenleri Kisir Mahallesi’nin “Kanser köy” olarak anılmasına sebep olacak şekilde tehlike saçtığı yazılı ve görsel medyada yer almakta, bölge çevre dernekleri ve meslek odalarından da benzer şekilde değerlendirmeler yapılmaktadır. Rehabilite edilmeden bırakılan uranyum kuyularının etrafından konunun uzmanları tarafından yapılan radyasyon ölçümlerinde olması gerekenden 468 kat daha fazla radyasyon tespit edilmiştir.”
ATOM ENERJİSİ KURUMU ÖLÇÜMLERİ PAYLAŞMIYOR
Mahalle muhtarının Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun gelip ölçümler yaptığını fakat OHAL gerekçesiyle sonuçları açıklamadığını belirten Altıok;  “Son 15 yılda 70’ten fazla insanın bu mahallede kanserde öldüğü bilgisi mevcut. Bu gerçekliğe rağmen uranyum madenleri aynı şekilde bölgede varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Dahası uranyum madenleri su kaynaklarının yanı başında yer almakta, bölgede organik tarım yapılmakta ve yakında bir mandıra açılacağı bilgisi mevcut. Bir mahalleyi, bir bölgeyi, hatta tarımsal üretimle ülkenin her yerini uranyum madenleri kanser hastalığıyla tehdit etmektedir, uranyum madenleri ölüm saçmaktadır.” ifadelerini kullandı. 
URANYUM MADENLERİ NE ZAMAN REHABİLİTE EDİLECEK?
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun en son hangi tarihte ölçüm yaptığını ve bu ölçüm sonuçlarını neden paylaşmadığını soran Altıok, Türkiye’de bu şekilde rehabilite edilmemiş kaç uranyum madeninin olduğunu ve bu madenlerin ne zaman rehabilite edileceğini de Başbakan’a sordu. 
ZEYNEP ALTIOK’UN CEVAPLANDIRILMASINI İSTEDİĞİ SORULAR
* Türkiye Atom Enerjisi Kurumu en son hangi tarihte Aydın, Söke Kisir Mahallesi’ne ölçüm yapmaya gitmiştir?
* Bu ölçümün sonuçları nedir? Bu sonuçlar olması gerekenden kaç kat fazladır?
* Bu ölçümün sonuçları bölge halkıyla ve kamuoyuyla paylaşılmış mıdır? Paylaşılmadıysa neden, hangi kanuni gerekçe ile paylaşılmamıştır? 
* Türkiye’de toplam bu şekilde açılmış olup da rehabilite edilmeden terk edilen uranyum madeni vardır? 
* Rehabilite edilmemiş uranyum madenlerinin yanı başında organik tarım nasıl yapılır? Buradan elde edilen ve organik olduğu iddia edilen tarım ürünlerinde radyasyon incelemesi yapılmış mıdır? 

* Hükümetinizin Kisir Mahallesi’nde bulunan uranyum madenlerine ilişkin eylem planı nedir? Bu uranyum madenleri ne zaman rehabilite edilecektir? (HABER MERKEZİ)
17 Mayıs 2017

Yatağan’da yeni termik santral kabusu

  
 17 Mayıs 2017 06:28

Yatağan’da yeni termik santral kabusu
Özer AKDEMİR
Türkiye'de kömürlü termik santrallerin yol açtığı çevre ve sağlık sorunları dendimi akla gelen ilk yerlerden olan Yatağan bugünlerde eski günlerini mumla aratabilecek yeni bir termik santral projesini tartışıyor. 15'e yakın köyü, on binlerce zeytin ağacını, birinci sınıf tarım topraklarını yok edeceği söylenen termik santralin tahribatı kültürel bakımdan da büyük olacak. 
TARIMI, TARİHİ, ZEYTİNLİKLERİ, YAŞAMI TEHDİT EDİYOR
Eski adı Leyne olan Yatağan'a 10 km uzaklıkta bulunan Turgut beldesi son haftalarda komşuları Yeşilbağcılar'ın kaderini yaşayacakları endişesiyle yatıp kalkıyor. Yatağan termik santralinin kömür alımı sahasında bulunan Yeşilbağcılar'ın bir kısmı madenci şirket tarafından istimlak edilerek, köy aşağı ovaya taşınmış. Köyün daha yüksekte kalan kısmındaki evler ile yeni taşınan yer arasında ise devasa bir kömür madeni çukuru oluşmuş. 
Turgut Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Derneği başkanı Kazım Erol, termikçi şirketin köylülere ait 93 parsel araziyi istimlak etmek istediğini belirterek, köylülerin büyük çoğunluğunun arazileri satmayı düşünmediğini dile getirdi. 
'ŞİMDİDEN BİNLERCE AĞAÇ KESİLDİ'
Şirketin kömür ocağının şimdiden binlerce zeytin ağacını kestiğini, tarım arazilerine zarar verdiğini, alandaki tarihi eserlerin de tahrip edildiğini belirten Erol, " Benim Bozüyükteki tarlama bağ evi için İl Tarım Müdürlüğüne yaptığım başvuru tapuda tarla olarak geçen arazi içinde 20-30 zeytin ağacı için Zeytincilik Kanunu var deyip reddedildi. Oysa termikçi şirket şimdiden binlerce zeytin ağacını kökledi. Bu ülkedeki kanunlar biz halka uygulanıyor, maden şirketlerine ise geçmiyor" dedi. Erol tek isteklerinin temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamak olduğunu söyledi. Gökbel dağı eteklerini kurulması planlanan termik santral ve kül depolama alanının çok geniş bir sahayı kapsadığını aktaran Erol, 15'e yakın köyün bu  termik santralden olumsuz etkilenmesi hatta yok olmasının sök konusu olduğunu ileri sürdü. 

'ÜZÜNTÜDEN KISMİ FELÇ GEÇİRDİM'
Turgut köyünde verilen mücadelenin en önde gelen isimlerinden 60 yaşlarındaki Tayyibe Demirel öncelikle bütün bakanlıklara ve resmi kurumlara 5 sayfalık dilekçe yazarak termik santrali istemediklerini anlatmış. "Gelen yanıtlar beni tatmin etmedi. Bir gün şirketin çağrısı üzerine toplantıya gitti. Müdür toplantının sonunda bize "siz ne yaparsanız yapın biz bu kömürü alacağız" dedi. O gün akşamı üzüntüden kısmi felç geçirdim" diye konuştu. Turgut köyündeki termik santral karşıtı mücadelede kadınların öncü olduğunu belirten Demirel, "Bizim yıllarca emek verdiğimiz zeytinliklerimizi elimizden yok paraya almak istiyorlar. İşte arazilerini satan komşu Yeşilbağcılar köylüleri şimdi feryat figan ağlıyorlar. Biz onların durumuna düşmek istemiyoruz. Arazilerimize verdikleri parayı biz zeytinden iki yılda elde ediyoruz. Sonra ne yapacağız?" Tayiybe Demirel, köylerinin arkeolojik anlamda da çok önemli olduğunu Lagina antik kentinin ve şimdi müze yapılan Kaplumbağa Terbiyecisi" resminin ressamı Osman Hamdi Bey evinini mutlaka korunması gerektiğini söyledi. Demirel, "Köylü köyünde kalsın üretsin diyorlar. İyi de bizi siz köylerimizden çıkarıyorsunuz, üstümüze üç kuruş para atıp arazilerimizi alıyorsunuz. Bu termik santrallerle ülke zenginleşmek yerine aksine fakirleşiyor. Çünkü doğa, tarım, tarih yok oluyor" dedi. 
TURGUT HALKI NE DİYOR?
Turgut beldesinde termik santralle ilgili görüşlerini aldığımız vatandaşlar şunları söylediler: 
Neşe Yüzak (Muğla Çevre Platformu): Termik santral kurulması düşünülen alan binlerce zeytinin olduğu bir alan. İnsanların yüzlerce yıllık atalarından dedelerinden kalan zeytinler, bunları kestirmek istememeleri gayet doğal. Alandaki arkeolojik eserlerin tespiti ile ilgili yapılan çalışmaların da göstermelik olduğunu düşünüyorum. Bölgenin her tarafı arkeolojik eserlerle, kalıntılarla dolu olabilir. Müze yetkilileri bunların hangi birine yetişecek.
Muammer Bahçeli (1989-2009 Turgut Belediye Başkanı): Termik santrale kömür almak için bizim bu tarafa geliyorlar. Burası yıllardır tütüncülükle geçinen bir memleketti. Ben o günleri özlüyorum. İnsanlar çalışıyor, üretiyordu. Tütüncülük zaman içerisinde politikalarla yok edilince şimdi o tarlalar buğday, yem bitkileri ekiliyor. Zamanla zeytin de dikildi ve yeni dikilen zeytin alanları da istimlak sahası içinde. 
Güven Ersin Kasap: Maddi durumu iyi olanlar ve olmayanlar diye köy ikiye bölündü. Bazıları kamulaştırılsın köy ortadan kalksın derken doğal güzellikten memnun olanlar ise kalkmasın diyor. Biz de yıllardır burada doğduk büyüdük, burada kalmak istiyoruz. Para için bazı şeyleri göze alanlar gelecekte çoluk çocuklarının geleceğine kötülük yaptıklarını farkında değiller.
İbrahim Caner: Termik santralin bacasından çıkan duman ürünlerimizi çok olumsuz etkiliyor. Paraları yok pahasına peşkeş çektiler ve insanlar belli bir süre sonra kanserle yüz yüze geldi. 
Alaattin Uzey:  Ben 79 yaşındayım. Bundan sonra nereye gideyim ben. Bağcıların halini görmüşsünüzdür. bu olduktan sonra ne suyumuz kalacak elimizde, bittik. Köy kayacak aşağı doğru. Canımı alsınlar bunu yapmasınlar. 
Mehmet Kasap: Burası istimlak olacak mı olmayacak mı? Olacaksa nasıl, kimler tarafından yapılacak? Bunları bile bilmiyoruz daha. Bir de buradaki sorun sadece kömür olayı değil. Dağları da bir çekin, madenleri. 
Erol Eser: 30 yıldır Yatağan termik Santralde çalıştım. kamulaştırılacak arazide zeytinliğim var ama ben satmak istemiyorum. Gelmesini istemiyorum kömür ocağının. Burada yaşam çok zorlaşacak aksi durumda. Turgut'un altında almayacağız diyorlar ama aşağıdan alınca evlerimiz oraya doğru kayacak. Daha önce benzeri oldu bölgede. 
19 MAYISTA HALK TOPLANTISI
Yatağan ve Turgut'lular 19 Mayıs'ta Turgut beldesi düğün salonunda geniş katılımlı bir halk toplantısı yapacaklar. EGEÇEP; Muğla Çevre Platformu, AYÇEP, TEMA Vakfı gibi ekoloji örgütlerinin de destek verdiği toplantıda termik santral ve kömür ocaklarını çevresel, sağlık etkileri boyutu ve bunlara karşı mücadele tartışılacak.
YENİ TERMİK SANTRALİN ÖMRÜ 30 YIL
Turgut Kırık Köyü yakınında 45 ha bir alanda kurulacak Çalık Grubuna ait Ant Enerji Termik Santrali'nin ömrü 30 yıl olacak. 2019 yılında faaliyete geçmesi planlanan santralin ısıl gücü 389,6 MW, kurulu gücü ise 160 MW olacak. Santral saatte 142 ton linyit kömürü, 6,5 ton kireçtaşı yakacakken, dakikada 1200 litre su tüketecek. Bu su arazide açılacak kuyulardan karşılanacak. Santralden çıkan küllerin depolanması için de 36 ha büyüklüğünde bir kül depolama alanı olacak. Santral alanı orman alanı ve tarımsal nitelikli alan olarak işlenmiş planlarda. ÇED Raporunda ise termik santral için toplam kullanılacak 139 ha alanın 12 ha'nın orman olduğu dile getirilmiş. Ayrıca ÇED Raporunda yöredeki zeytinlik alanlar ve ne kadar zeytin ağacının kesileceği, zarar göreceği ile ilgili bilgiler de yetersiz.

Son Düzenlenme Tarihi: 17 Mayıs 2017 11:37

16 Mayıs 2017 Salı

Beşparmak’ta on yara!

  

Beşparmak’ta on yara!
Özer AKDEMİR
İzmir
Batı Anadolu’nun jeolojik özellikleri nedeniyle adeta bir açık hava müzesi olması gereken Beşparmak (Latmos) Dağları ne yazık ki maden ocakları tarafından her geçen gün biraz daha tahrip ediliyor. Dağın hemen her yanında pıtrak gibi çoğalan maden ocakları tarihi, kültürü, eşsiz jeolojik yapıyı ve dağın üzerindeki tüm canlı yaşamını geri dönülemez biçimde yok ediyor.
Tarih öncesi kaya resimleri, dünyada çok ender gnays kayaların zaman içerisinde aldığı jeolojik yapısı, bitki örtüsü ve yaban hayvanı varlığı ile tüm dünyanın ilgisini çeken Beşparmak Dağları, Aydın-Muğla il sınırları içerisinde yer almakta. 8500 yıllık kaya resimlerinin kaç tanesinin dağdaki maden ocakları tarafından tahrip edildiği bilinmiyor. Ekoturizm potansiyeli son derece yüksek olan dağların bugünkü içler acısı hali Aydın Çevre Mücadelesi Platformu’nun (AYÇEM) yaptığı gezide de gözler önüne serildi. Platform üyelerinin Beşparmak Dağları'na yaptığı gezi, dağların maden ocakları tarafından geri dönülemez biçimde tahrip edildiği ve dağın her yanının adeta maden yaraları ile kaplı olduğunu ortaya koydu. 
FISTIK ÇAMLARI, ENDEMİK TÜRLER, HAYVANLAR...
Platform, maden ocaklarının yarattığı tahribat nedeniyle Türkiye’de lokal yayılım gösteren fıstık çam ormanları, 7’si endemik olmak üzere toplam 22 adet bitki taksonu ve hayvanların tehlike altında olduğunu açıkladı. 
AYÇEM sözcüsü Dr. Metin Aydın, Beşparmak Dağlarındaki Çavdar-Avşar köyleri arasında yer alan bölgedeki  çevre sorunlarını yerinde tespit etmeye yönelik iki yıl önce de bir gezi yaptıklarını aktararak, “Çavdar köyüne yaptığımız ziyarette köylülerin en önemli şikayeti köylerinden her gün geçen maden ocaklarına ait 150-200 adet ağır tonajlı araçların yarattığı gürültü, toz, yoğun trafik, evlerde çatlakların oluşması idi. Köylüler bu tozlara bağlı arı ölümlerinin arttığını, çam fıstık ağaçlarında hastalıklar ve ürün kalitesinde azalma olmaya başladığını da söylemişti.” dedi.
YOLLAR DELİK DEŞİK, HER TARAF TOZ İÇİNDE
Aradan geçen iki yılda köydeki sorunların aynen devam ettiğini gözlemlediklerini kaydeden Aydın, açılması planlanan demir madeninin ise köylülerin tepkileri sonrası şimdilik rafa kaldırıldığını öğrenerek sevindiklerini söyledi. Çavdar-Karakaya köyü arasında yer alan Feldspat ve Kuars Maden ocaklarının sayısı ve etki alanlarının 2 yıl öncesine göre arttığına dikkat çeken Aydın, “Yollar, ağır tonajlı maden ocağı araç trafiğine sahip olması nedeni ile delik deşik, toz duman içinde. Karakaya köyünde köyün tepesine kurulan maden ocağı, köydeki en yakın eve 15-20 metre mesafeye kadar yaklaşmış. Bir yerleşim yerine bu kadar yakın mesafede  maden ocağına nasıl izin verilir anlamak mümkün değil” dedi.  Sürekli patlatılan dinamitler, geçen araçlar nedeni ile köyün toz altında olduğunu ifade eden Aydın, bu tozlara bağlı köyde nefes darlığı, tansiyon, kalp ve kanser hastalık sayılarında artış olduğunu, köyün içme sularının da her geçen yıl daha derine kaçtığını söyledi. 
UNESCO LİSTESİ YERİNE URANYUM!
Aydın’ın, yöredeki gözlemleri ile ilgili son aktardığı örnek ise adı ‘kanser köy’e çıkan Söke’nin Kisir köyü oldu. Kisir’in Osmankuyusu mevkiindeki eski uranyum sondaj alanlarında yapılan ölçümlerde normalin 486 kat fazlası radyasyon ölçüldüğünü hatırlatan Aydın, “Aydın il sınırları içinde Beşparmak Dağlarında Çavdar-Avşar arasında bulunan maden ocakları sayısının 10 kat daha fazlası Karpuzlu-Çobanisa-Hatipkışla-Ovapınarı arasında yer almaktadır. Aydın’da Menderes havzasında yer alan jeotermal santrallerin yaptığı çevre katliamının benzerini Beşparmak Dağlarında maden ocakları yapmaktadır. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmeyi hak eden Beşparmak Dağlarının maden ocakları ile talan edilip yok edilmesi kabul edilemez” dedi.
Son Düzenlenme Tarihi: 16 Mayıs 2017 22:00

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Tarım topraklarına patlayıcı madde deposu

Tarım topraklarına patlayıcı madde deposu
15 Mayıs 2017 
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Edirne'nin Uzunköprü ilçesi Saçlımüselilm köyü yakınında patlayıcı madde deposu yapılması için değiştirdiği planlara yöre halkı tepkisi gösterdi. Plan değişikliğine dava açan yaşam savunucuları 27 Mayıs tarihinde yapılacak bilirkişi keşfi öncesi bir basın açıklaması yaptılar. 
Uzunköprü Çevre Gönüllüleri Derneği konuyla ilgili yaptığı açıklamada, bakanlığın, verimli tarım topraklarına, ormana yakın bir noktada 737 m2 lik küçük bir alanda 140 tonluk patlayıcı madde deposu kurulması için bölge planlarında değişiklik yapılmasına karar verdiği belirtilerek, bakanlığın bölge halkına sormadan çok tehlikeli bir yatırımın önünü açtığı dile getirildi. 
Trakya Platformu Hukuk Kurulu Üyesi ve Uzunköprü Çevre Gönüllüleri derneği avukatı Bülent Kaçar tarafından yapılan açıklamada Trakya'nın ana fonksiyonunun tarımsal faaliyetler olduğunun hatırlatıldığı açıklamada şu görüşlere yer verildi; "Bakanlığın 2009 yılında onaylandığı bölge planlarında bölgemize patlayıcı madde deposu kurulmasına hukuken olanak yoktur. Trakya bölgesinde patlayıcı depolarının yeri olamaz. Tarım ve hayvancılık bölgesinde, verimli tarım alanlarında tehlikeli faaliyetlere izin verilmesi kamu yararı değil kamu zararıdır". 

Bölgedeki can güvenliğini, tarım alanlarını, ormanları, köyleri büyük bir tehlike altına sokan bu plan değişikliğine karşı Edirne İdare Mahkemesinde açılan davaya dernek olarak müdahil olduklarını belirtilen açıklamada, "Derneğimiz bölgemizin, doğal yaşamın korunması için davayı hukuksal ve toplumsal olarak takip etmeye devam edecektir. Uzunköprü halkını, Trakyalı tüm yaşam savunucularını da bu mücadelemize destek olmaya çağırıyoruz" denildi. (İzmir/EVRENSEL)

14 Mayıs 2017 Pazar

Karaburun ‘balık mezbahası’na karşı ayakta

Özer AKDEMİR
İzmir
Karaburun’da 20 kilometrelik bir sahil şeridinde kurulmak istenen balık çiftliği projesinin ÇED süreci yöre halkının yoğun tepkilerine rağmen devam ediyor. Dün balık çiftliği proje alanı içinde kalan Bodrum koyunda bir araya gelen Karaburunlular balık çiftliğini deniz ve sahillerini yok edecek bir mezbahaya benzetti.
Agromey adlı şirket tarafından Karaburun’un  20 km’yi aşan sahil şeridinde, 3.870.000 m² deniz alanına  kurulmak istenen Balık Çiftliği projesinin ÇED halkın katılımı toplantısı Ambarseki köyünde geçtiğimiz Ocak ayında tepkiler nedeniyle yapılamamıştı. Halkın hemen hemen tüm kesimlerinin karşı durmasına ve açılan davalara rağmen projenin ÇED sürecinin devam ettirilmesi protesto edildi. Proje sahası içinde kalan Bodrum koyunda yapılan eylemde Gerence körfezinden Badembükü’ne kadar kıyıları/denizleri  balık çiftlikleri ile işgal edilen Karaburun’da Agromey şirketinin balık çiftliği kurmak için yaptığı çabalara karşı çıkıldığı dile getirildi.
Karaburun ‘balık mezbahası’na karşı ayakta
NEDEN KARŞI ÇIKIYORLAR?
Balık çiftliği projesini yarımadanın sahilini yok edecek bir mezbahaya benzeten Karaburunlular adına konuşan Karaburun Kent Konseyi Genel Sekreteri Çiğdem Akçura, balık çiftliklerine karşı çıkmalarının nedenlerini şu başlıklar halinde özetledi;
- Doğu Akdeniz havzasının en temiz deniz ve kıyı şeridine sahip olan yarımadamızı, balık çiftliklerinin antibiyotik ve parazit ilaçları, yem artıkları, ölü balıklar, mazot, sintine atıkları ve kıyı destek birimlerinin yarattığı çevresel ve görsel kirliliğe terk etmeyeceğiz.
- Mavi bayraklı plajlarımızı ve bakir koylarımızı işgal eden, kirleten balık çiftliklerinin  turizmi yok etmesine, kıyı ve dalyan balıkçılığını  baltalamasına izin vermeyeceğiz.
- Doğal ve arkeolojik sit alanlarında, dalışa yasak bölgelerde balık çiftliği kurulmasını kabul etmiyoruz.
- Ülkemizin de imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınan Akdeniz fokunun üreme ve yaşam alanlarını koruyacağız.
- Denizlerimizin akciğerleri, yavru/ergen balıkların büyüme alanı olan deniz çayırlarının, balık çiftliklerin neden olduğu aşırı kirlilik ve oksijensiz kalan ortam nedeniyle yok olmasına göz yummayacağız.
AKDENİZ FOKLARINI KORUYUN
Denizden teknelerle de katılım sağlanan basın açıklamasına kurum temsilcileri ve muhtarlar da katılarak balık çiftliklerine karşı mücadeleye devam edeceklerini vurguladılar. Konuşmalarda, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler kapsamında koruma altına olan Akdeniz foklarının üreme ve yaşam alanlarının ve deniz çayırlarının korunması,  Karaburun’da önce doğa ve eko-sistem, ardından  yöre halkının ekonomik ve sosyal yaşamı üzerinde  geri döndürülemez tahribata neden olacak  Agromey projesi  dahil yeni bir balık çiftliği daha kurulmaması ve Karaburun’un su ürünleri yetiştiriciliği potansiyel alanlarından çıkarılması sıralanan talepler arasındaydı. Konuşmalarda en önemli taleplerden birisi de Karaburun yarımadasının özel çevre koruma alanı ilan edilmesi için bekleyen Bakanlar Kurulu kararının bir an önce çıkarılmasıydı.

Son Düzenlenme Tarihi: 14 Mayıs 2017 14:32
https://www.evrensel.net/haber/319574/karaburun-balik-mezbahasina-karsi-ayakta

Hoyrat!.. (Pazar eki)

  
 14 Mayıs 2017 06:00
Hoyrat!..
Özer AKDEMİR
“Dostun bahçesine bir hoyrat girmiş”
Yan yana dizili üç termik santral bacasının yanındaki yolda ilerliyoruz. Santralin sağı solu baharın rengine bürünmüş. Bacalardan kirli beyaz bir duman göğe yükseliyor. 
“Dün fırtına sırasında görmeniz lazımdı burasını” dedi, Turgut Köyünden Kazım Erol. Çevre derneğinin yeni başkanı, bizi Çine’de karşılayıp köyüne götürüyordu aracıyla. Dünkü fırtınayı anlattı; “Rüzgar öyle sert, öyle hoyrat esiyordu ki santralin kül tepelerinden kaldırdığı tozları Yatağan’ın üstüne götürüp götürüp kustu. Göz gözü görmez oldu külden”. 
Yatağan’ı henüz çıkmadan karşımıza gelen köyü gösterip “Burası Yeşilbağcılar Köyü. Daha doğrusu bir kısmı. Yarısı yukarıda kaldı. Yarısını buraya indirdiler. İsterseniz o kömür sahasını bir görelim bizim köye gitmeden” dedi. Yeşilbağcılar tabelasını geçip sola döndük. Döner dönmez de “Tehlikeli bölge, girmek yasaktır” tabelası karşımıza çıktı. Tabeladan 20-30 metre sonrasında arabamızı yolun kenarına park edip, indik. Yolun sonuna gelmiştik zaten. Biraz yürüdükten sonra gördüğümüz manzara inanılmazdı! Asfalt yol bıçakla kesilmiş gibi bitiyordu. Aşağısı bildiğin uçurum! Yer yer göçmeler meydana gelen zemine güvenmeden, çekinerek yaklaştık kenarına. Bulunduğumuz yerden yaklaşık 50-60 metre yükseklikte olan uçurumun dibinde hummalı bir çalışma sürüyordu. Kamyonlar, kepçeler, iş makineleri tozu dumana katarak, harıl harıl çalışıyordu. Bir zamanlar Yeşilbağcılara giden asfalt yol bakanın başını döndüren bir yar haline gelmiş, karşı tepelere kadar kocaman bir vadi oluşmuştu. 
Yeşilbağcılar köyünden kalan evler yaklaşık 300-400 metre genişliğe ulaşan vadinin öbür kesiminde kalmıştı. Önünde zeytinlikleri, arka kısmında çamları ile bir zamanlar alabildiğince güzel olduğu anlaşılan tepenin eteğinde boynu bükük duruyordu köyden geri kalanlar.
Çukurun dibine yakın yerlerde tabakalar halinde kömürler görünüyor, boğaz boyunca uzanan geniş ocak Turgut Köyüne doğru genişliyordu. Turgut Köyü ile kömür ocağı arasındaki alanda bulunan on binlerce zeytin ağacı çaresiz kötü kaderlerinin gelip çatacağı günü bekliyorlardı.
*** 
“Şurası çardağımız, burası evimizi olduğu yer, diye bağıra çağıra ağlıyorlar şimdi Yeşilbağcılılar” dedi Turgut’ta bir evin bahçesinde görüştüğümüz 60 yaşlarındaki Tayyibe Demirel. Köy tereyağında nar ekşili yumurta yedirmeden de sohbet etmedi bizimle. Bin bir emekle büyüttüğü zeytinleri ellerinden alınacak eğer kömür ocağına dur denmezse. Sargılı olan sol kolunu, boynuna doladığı bir bez tutuyor. Kısmi felç geçirmesini de zeytinliklerine ve köyüne olan üzüntüsüne bağlıyor; “Şirketin müdürü Ünal bey çağırdı, gittik köylülerle. ‘Siz ne yaparsanız yapın bu kömürü oradan çıkaracağız’ dedi. Eve gittim, üzüntüden sabah kalktığımda dudaklarımda yaralar çıkmış, sol tarafıma da inme inmişti.” 
Uzun uzun köyünü anlattı. Tütüncülük yaptıklarını, iki dönüm yerden bir ton zeytin sıktığını. Osman Hamdi beyin evinden bahsetti. “Kaplumbağa terbiyecisi, 7-8 yıl bizim köyde kalmış Lagina’yı kazarken. Şimdi evi müze”. Laginayı da anlattı sonra, tapınağı, oya gibi işlenmiş mermerleri, sunak alanını, aslan kafalı çeşmeleri. Köyün etrafındaki birçok eserin hala gün yüzüne çıkarılmadığını söyledi. “Benim zeytinliklerin altında bir sürü tarihi eser var. Şimdi kömürcüler zeytinlerimizi sökerek geliyorlar ya, işte o eserleri de yok ediyorlar. Göstermelik bir iki kazı yaptılar. Kepçeyle kazı mı olur?”
Devletin yapıp ettiklerine aklının ermediğini söylerken öfkesini gizlemedi. “Köylüye diyorlar ki ülke zenginleyecek bu madenleri çıkarınca. Hiç aslı yok, aksine fakirleşiyoruz. Kömürü alıp gittikten sonra bize bu çukurları, üstünde ot bitmeyecek toprakları bırakacaklar.”
*** 
Turgut Köyü’nün dibine kadar sokulmuş maden sahası. Yürüyerek on dakikada gidiliyor artık. Ardından atlı kovalar gibi aceleyle genişleyen kömür ocağı hışımla dalmış köyün zeytinliklerine. Şimdiden on binlerce zeytin köklendi diyor köylüler. Zeytin ağaçlarının her biri bir yerde. Kimi artık kurumuş yakacak odun haline gelmiş, kimisi taze tomurcukları üzerinde boylu boyunca serilmiş toprağa. 
Çukura 40 metre yakınlıkta bir kuyuyu gösterdiler bize. Taşlarla örülmüş, yapılış zamanını bilen eden yok. “Yıllarca bütün ovadaki tütün tarlalarını sular yine de suyu eksilmezdi bu kuyunun” dediler. Kömür ocağı bu kuyuyu da yok edecek! 
Yarı gövdesinden kesilmiş, ama hala ayakta olan onlarca zeytinin ortasında yayılan bir dana hüzünlü hüzünlü baktı bizlere, “ya ben ne olacağım” der gibi. Çok değil belki 10 gün belki bir ay sonra ne o zeytinler, ne taze bahar otları kalacak buralarda! 
*** 
Osman Hamdi Bey’in konağının ikinci katından ovaya baktığınızda kömür ocağı tarafından yükselen toz bulutunu, motor seslerini duyuyorsunuz. Tam karşıdaki Gökbel dağının üzeri ise maden yaraları ile dolu. Dağın eteğine kondurulacak termik santral 15 köyü yutacak bir lokmada! 
*** 
Lagina’nın kutsal pınarına giden, upuzun ağaçların koyu gölgesi altına gizlenmiş patika sizi yemyeşil bir açıklığa çıkarıyor. Menengiç, çitlenbik, badem, kavak ağaçlarının çevrelediği açıklıkta soluklanırken, Laginanın kapısına kadar dayanan kömür ocağı kabusunu bir an unutmak için gözlerinizi kapayıp, kuşların, rüzgarın ve baharın sesini dinleyin. Hoyratça elimizden alınıp örselenen yok edilen güzelliklerin son seslerini…

Son Düzenlenme Tarihi: 14 Mayıs 2017 10:19

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...