18 mayıs 2017 - 00:01
Bu ülkede, 59 yıldır açıkta duran ve Ege bölgesine ölüm
saçan bir uranyum madeni olduğu anlaşıldı. Madenin bulunduğu Söke’nin Kisir
köyünde herkes kanser oluyor, üçer-beşer ölüyor.
Birden fazla nükleer santral açmaya heves eden bir ülke
düşünün. Nükleer santral konusunda bilgi ve beceri birikimi olmadığından,
güvenliğinden teknolojisine, herşeyini yabancı yatırımcıya emanet eden...
Tesisin çevreye ve insana vereceği zararlarıgörmezden gelen
ve nükleer atıkların nasıl bertaraf edileceğine dair hiçbir
açıklaması olmayan...
Nükleer santrallerle beraber yakıt için gerekli olacak uranyum
madenciliğini teşvik eden, bu amaçla ruhsat dağıtmaya başlayan...
Bu ülkede, 59 yıldır açıkta duran ve Ege bölgesine ölüm
saçan bir uranyum madeni olduğu anlaşıldı. Madenin bulunduğu Söke’nin Kisir
köyünde herkes kanser oluyor, üçer-beşer ölüyor. Köyde radyasyon seviyesi,
olması gerekenin 450 kat fazlası...
Ve kimseden çıt çıkmıyor!
Böyle bir ülkenin idarecileri, halk sağlığını tehlikeye
attıkları, hatta ölüme yolladıkları için kusurludur, sorumludur, suçludur.
Bırakın nükleer santral açmayı,herhangi bir madenin güvenliğini sağlayamayacak
durumda olmadıklarını bir kez daha kanıtlamıştır.
Dünyanın neresinde olursa olsun büyük skandal olarak
manşetlerde yer alması gereken, bilim kurullarından bakanlıklara, tüm
sorumluların ifşasını gerektiren bu korkunç ihmal, şimdilerde televizyonlarda
sansasyonel habercilikle, köylülere uzatılan mikrofonlarla sulandırılıyor.
Kisir köyünde yaşananların duyulması çok önemli, ama asıl
mesele bundan sonra ne yapılacağı. Zira Kisir örneği, Türkiye’nin nükleer
‘macerası’ açısından kilit önemde.
ÜÇ YIL ÖNCE HABER OLDU, NE YAPTILAR?
İlginin sebebi, ‘Kanser köyün haykırışı: Biz ölüyoruz!’ haberinin
Hürriyet
Pazar’da çıkması.Haberi okuyan bakanlık yetkililerinin yeni ‘harekete’
geçtiğini, devlet hastanelerinden köylülere tedavi desteği vereceklerini
öğrenip, geç de olsa birilerinin köye yardım elini uzatacağına seviniyoruz.
İyi de şimdiye kadar neredeydiler?
Birincisi, haberin en az üç yıllık geçmişi var.
Evrensel gazetesinden Özer Akdemir, Şubat 2014’te
yazdığı ‘Kanser Köy’ haberinin
takipçisi olmuş, üç bilim insanının köydeki radyasyon ölçümlerinden kanser
hikayelerine, yetkililerinin açıklamalarına, her ayrıntıyı gazetesine
taşımış.
İkincisi, devlet açık bırakılan bir uranyum madeninden
habersiz olamaz. Zaten devletin bilgisi dahilinde olduğuna dair kanıtlar
mevcut.
HDP milletvekili Levent Tüzel, konuyla ilgili
2014’te soru önergesi vermiş. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris
Güllüce imzasıyla verilen yanıtta ‘Su ve toprak numunelerinin incelendiği, radyasyonun
normal seviyenin
üzerinde
olmadığı’ yazılmış.
‘Devlet bilmiyor!’ öyle mi? Hem biliyor, hem de üzerini
örtüyor...
MENDERES HAVZASININ TÜMÜ ETKİLENMİŞ OLABİLİR
Dahası var. Hürriyet’ten Yücel Sönmez’in haberine göre,
Kisir’de açık bırakılan uranyum madeninin dibinde ‘organik tarım’ yapılıyor,
bir mandıra tesisi hayata geçmek üzere. Köyde ölçüm yapan uzmanlardan Yrd.
Doç. Enver Yaser Küçükgül’ün sözleriyse tehlikenin çok daha geniş bir
alanı kapsayabileceğine işaret ediyor. Zira maden, Menderes deltasının başında
yer alıyor, yıllardır burada tarım ve hayvancılık yapılıyor:
“Buradaki sular Menderes’e karışarak denize kadar ulaşıyor.
Sorun, burayla sınırlı olmayabilir. Bu durumu bütün yetkililer biliyor ama
kimsenin umurunda değil.”
Yetkililerin ilgisizlizliğini köyün muhtarı Baki Suna da
doğruluyor: TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) gelip ölçüm yapmış. Sonucu
sorduklarında “OHAL var, açıklayamayız” cevabını almışlar!
İnsanlar kanserden ölüyor, ‘OHAL’le ne alakası var?
İktidar şimdi kanser saçan köye ‘uyanmış’ görünse de asıl
soru şu:
Bundan sonra gereken önlemler alınabilecek, uzmanların
önerdiği gibi köy ve çevresi ‘afet bölgesi’ ilan edilecek mi?
Hiç sanmam. En fazla mağdurların hayatlarının kalan son
günlerinde daha iyi bir tedavi görmesi sağlanacak, kuyunun üzerine beton atılıp
“hallettik” denecek. Toprağa, suya karışmış olan radyasyon
engellenemeyecek. Sadece bölgedekiler değil, ülkenin dört bir yanına
buradan gönderilen ürünler tüketilmeye devam edecek.
Zira nükleer atıkların, sızıntıların bertaraf edilmesi kolay
iş değil: Radyasyonun sızmaması için yerin kilometrelerce altına, tamamen
yalıtarak gömülmesi gerekiyor, buna rağmen sızıntı tam olarak engellenemiyor.
NÜKLEER SANTRALLERLE URANYUM MADENCİLİĞİ ATBAŞI GİDECEK
Nükleere karşı mücadelesiyle tanınan avukat Ali Arif
Cangı’ya sorduğumda, Fransa ve Almanya’nın uranyum madeni rehabilitasyonu
konusunda önemli deneyimleri olduğunu aktarıyor:
“Ancak çok ciddi maliyeti olan işler. Kendi gücümüzle,
dayanışmamızla birşeyler yapmaya çalışıyoruz. Devlet biliyor, gizli tutuyor.
Gaziemir’de aynı şeyi yaşıyoruz, TAEK'in (Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu) ciddi zaafiyeti var. Düşünebiliyor musunuz, köylülere ‘bu
alana yaklaşmayın’ diyorlar. Yaşam alanı orası, nasıl yaklaşmasın? Devletin
kurumları, kendi suçunu örtmek için örtbas ediyor.”
Cangı, herşeyden önce bilimsel bir rapora ihtiyaç
duyulduğunu ve bilim insanlarının buna hazır olduğunu vurguluyor. Ancak madeni
rehabilite etmek için uluslararası düzeyde yardım almak şart, zira Türkiye’de
bu konuda çalışan bilim insanı yok.
Kisir örneği, uranyum madenciliğini ruhsatlandırma
girişimleri açısından da kritik önemde diyor Cangı:
“Uranyum madenciliği nükleer santral girişimiyle atbaşı
gidecek. Uranyum için Yozgat Boğazyan’da ruhsat veriliyor.İhtiyaç olduğunda
çalıştırmak için ellerinde tutuyorlar. Başka bir tehlike daha var: Rezervler
yoğun değil. İhtiyaç olunca maliyet hesabıyla işletilirse kirliliği kat be kat
fazla olacak. Bu madenler engellenemese bile zararı en aza indirmek için
Kisir’de alınacak önlemler kilit önemde.”
Kisir haberi, aynı zamanda özgür basının neden bu kadar
önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor: Hiçbir yandaş yayın, halk sağlığını
ilgilendiren ihmalleri gündeme getirmiyor, takipçisi olmuyor. Ancak bağımsız,
korkusuz habercilik yapabilen yayınlar var olursa sağlığınıza, haklarınıza
sahip çıkabilirsiniz. Maalesef bir başlık yüzünden hapse atılabilen
gazetecilerin ülkesinde yaşadığımız için haklarınıza sahip çıkma şansınız
giderek azalıyor.