Özer AKDEMİR
İskenderun Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi’nin tam
ortasında gövdesi boğlum boğlum bir zeytin ağacı vardır. Yüzlerce yıldır ayakta
kalabilmiş küçük şadırvanın hemen yanı başındadır. Etrafı taş duvar ve demirler
pakmaklıklarla koruma altına alınan ağaçtan Evliya Çelebi Seyahatnamesinde;
“Payas’taki yaşlı zeytin ağcının altında oturarak ekmeğimi yedim” sözleriyle
bahseder.
İki gündür uçsuz bucaksız Çukurova topraklarında, sarı
sıcağı henüz başlamamış Adana’da, başı beyaz bulutlarla kaplı, gövdesi buğu
buğu tüten Amanosların eteklerinde, Doğu Akdeniz’in incisi Arsuz’un zümrüt
renkli denizinin kıyılarında Evliya Çelebi misali gezen biz de, Sarı Selim
Caminin avlusundaki bu yaşlı zeytin ağacının gölgesinde soluklandık.
Ağacın çekimlerini yaparken, uzaktan bizi izleyenler
içerisinde orta yaşlı, takım elbiseli birisi yanımıza sokuldu. Yer yer kararmış
kurşun kaplı kubbesi, göğü delen kalın taş örgü minaresi ile dünü bugüne vakur
bir dinginlikle taşıyan Sarı Selim Camii’nin imamı olarak tanıttı kendisini.
Yaşlı gövdesine karşın yine de capcanlı duran ağacın öyküsünü anlattı
bize.
Geniş geniş gökyüzüne açtığı dalları ile 40 metrelik bir
alanı kaplayan, gövde eni 4 metreyi bulan zeytinin koyu gölgesinde dedi ki; “Bu
ağaç 1350 yaşındadır. Dünyanın hâlâ zeytin veren en yaşlı ağacı olarak Guinness
Rekorlar kitabına girmiştir. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın talimatı ile
Mimar Sinan bu külliyeyi yapmaya başlamış. ‘Ustalık eserim’ dediği Edirne
Selimiye Camii ile aynı dönemde yapıldı. Külliyenin kurulacağı 15 bin
metrekarelik alan tamamen zeytinlikmiş. Zeytinlikler kesilirken Mimar Sinan bu
ağaçların en yaşlısını kestirmemiş, gelecek nesillere kalsın diye. İşte o zaman
800 yaşında olan ağaç o günden günümüze kadar gelmiş ve bugün 1350 yaşında.
Hala ‘Hünkar zeytini’ denilen çok lezzetli bir zeytin veriyor”. Cami imamı, o
zamanlar da sık sık Akdeniz korsanlarının saldırılarına uğrayan Payas’ta her
yeri yakıp yıkan korsanların bile bu zeytin ağacına dokunmadıklarını söyledi.
***
6600 zeytin ağacının, bir şafak vakti kesilmesinden birkaç
gün önce gitmiştik Soma Yırca’ya. Zeytinlik alanın hemen yanı başında eski bir
kulübenin bahçesine yakılan ateşteki kuru odunlar köz haline gelmiş, üzerine
gövdesi kararmış kocaman bir çaydanlık konmuştu. Kadınlı, erkekli, genç yaşlı
köylülerle sohbet ederken dumanı üzerinde tüten çayımızı yudumladık, direnişin
keyfine vardık.
Nöbet alanının hemen yakınındaki tepecikten zeytinlere ve
ötesinde heyula gibi dikilen termik santrale baktığımızda, köylülerin neden bu
kadar direnç gösterdiklerini anladık. Yırcanın bir yanı termik santralin kül
tepeleri, kömür ocakları ile çevriliydi. Köyün Somaya bakan ova kısmındaki
zeytinliklerin hemen ötesinde ise yolu kesen bir eşkıya gibi termik santralin
bacası tütüyordu. Adeta kapana kıstırılmıştı Yırcalılar ve “bundan öte gidiş
yok” der gibiydi termik santral...
“Bakanlar Kurulu burasını kamulaştırıp bize verdi” diye
köylülerin zeytinliklerini tel örgülerle kuşatan termikçi Kolin Şirketine,
ağaçlarını kestirmeyip nöbet tutan Yırcalılardan Ayşe Ürüncü’yle zeytin
bahçesinin çıkışında konuşmuştuk; “Burası benim atamdan dedemden kalma. Hırsız
gibi mi girip çıkacağız kendi zeytinliğimize? Kolin denen şirket benim çocuğumu
okutacak mı? Bu nasıl bir iş anlamadım ama bir bunlar değil ki kardeşim! Düzen
böyle. Düzen bozuk! Ama biz köylüler olarak biz bu düzeni istemiyoruz. Bu
düzeni değiştireceğiz, düzgün düzen getireceğiz”...
Ayşe Ürüncü özlemini duyduğu düzeni böyle özetlerken,
onlarca silahlı, coplu güvenlikçisi ile kendilerine göz dağı veren şirkete de
sözünü esirgemedi; “Bizi korkutacağını mı sanıyorsun? Aldanıyorsun! Savaşacağız
biz burada, sonuna kadar savaşacağız. Zeytinliklerimizi terketmeyeceğiz. Kim
burada öldü kaldı, ölüsünü de buraya gömeceğiz”!..
Ayşe Ürüncü’yü, ve nöbet bekleyen 20-30 kadar köylüyü döve
döve zeytinleri kesti bir şafak vakti şirket. Mahkemenin aleyhlerine karar
verdiğini bir gün önce öğrenmişler, köylülerin umudunu tüketelim diyerek
arazideki bütün zeytinleri köklemişlerdi. Yırcalılar üzerinde yeşil, siyah
meyveleri ile kara toprağa uzatılmış ölü zeytin ağaçlarını evlatlarını gömer
gibi kaldırıp, yerine yenilerini diktiler. Şirketi kovdular, terk etmediler
topraklarını, son umut kapılarını...
***
Anadolu’nun kadim topraklarında binlerce yıl önce yaşayanlar
zeytin ağacını kim keserse idam edileceğini Anayasalarına koymuşlardı. Gelmiş
geçmiş Ortadoğu halklarının hepsinde “Kutsal ağaç, ölmez ağaç” denilen, Kur’an
da tanrının üzerine yemin ettiği iki meyveden birisi olan zeytinler çığlıklar
içinde öldürülüyorlar bugün! Şirketlerin ‘baş belası’ olarak görülen
Zeytincilik Yasası 7. kez meclis gündemine getiriliyor. “Ölmez ağacı öldürün”
diyor birileri durmadan…
Zeytinleri kesecekler! Yerine termik santral, yol, maden
ocağı, RES yapacaklar. Kasalarını dolduracaklar.
Kim anlatır, kim anlar Mimar Sinan’ın kıyamadığı bin yıllık
ağacın öyküsünü artık?
Kim hüzünlenir, kim öfke kuşanır Yırcalıların öyküsünü
dinleyince yarın?
Kim duyar doğduğu topraklarda katledilen ölmez ağacın
çığlıklarını…
Kim?...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder