14 Temmuz 2019 07:13
Özer Akdemir, Gökhan Tunç'la "Nefes" romanı
üzerine konuştu.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir
Yazar Gökhan Tunç’un Nefes adlı romanının ikinci cildi
geçtiğimiz Nisan ayında çıktı. Romanında “insanın neden dünyaya geldi”
sorusunun peşine düşen Tunç’la Nefes’i konuştuk. Tunç, roman için
“Kapitalistlerden kurguda olsa rövanşı almak istedim” dedi.
Romanınızda aslında bıçak sırtı bir konuyu ele almışsınız;
“Öteki taraf” ya da ölümden sonra gidildiği düşünülen yer... Konusuna
baktığınızda fantastik bir romanla karşılaşabileceğinizi düşünürken ilerleyen
sayfalarda verilen mesajların çok daha farklı olduğunu görüyoruz. Ama her iki
ciltte de çok yoğun bir mesaj veriliyor. Siz ne anlatmak istediniz, nasıl bir mesaj
vermeye çalıştınız okurlarınıza?
Sanayi devriminden sonra makinelerin hayatımıza girmesi ile
birlikte insanlığın soylu yanlarını açığa çıkartabilmesi için büyük bir fırsat
yakalandı. İnsanlık için daha çok boş zaman... Bir makine yüz insanın
yapabileceği işi tek başına yapabiliyordu çünkü. Ama devrim çoğunluğun istediği
gibi gelişmedi. Makinelerin mülkiyetini ele geçiren ağa babaları çoğunluğa boş
zaman fırsatı sunmadı. Bugün baktığımızda fabrikalarda işçi sınıfı veya
ofislerde, plazalarda beyaz yaka dediğimiz sınıf fark etmez onlarca saat
çalışıyor, mesai yapıyor peki kendisi için ne üretiyor? İşte Nefes'te ben bu
soruya cevap aramak istedim. İnsan dünyaya neden gelir?
Neden gelir?
Bence insanın dünyaya gelme amacı içinde bulunan soylu
yanları yani sanat, spor, aşk gibi kendi içinde keşfetmek, açığa çıkarmak
ve insanlığa bunları sunmasıdır. Ben insanı tanımlarken aşık olabilen ve sanat
yapabilen bir varlık olarak tanımlıyorum. Patronlara para kazandırmak için
onların kurduğu sistemin çarkları arasında ezilen bir meta olarak değil.
“Öteki taraf”a baktığınızda aslında buradan çok da farklı
değil gibi. Sadece iyi olanlar iyi bir yaşamla, evlerle, yemeklerle
ödüllendirilirken, kötü olanlar ve kötü anılanlar acı çekiyorlar ve iyilere
hizmet ediyorlar. Kapitalizmin değişik bir kurgu içerisinde eleştirisini yapmak
diye yorumlamak mümkün mü bu durumu?
Bu durum dünyada tam tersi. Dünyada iyiler kötülere yani
sömürenlere hizmet ediyor ve acı çeken iyiler. Çünkü kapitalist sistemde emek
hırsızlığı yapmadan var olamazsın. Sistemin değişmez kuralı bu. Romanda ‘diğer
taraf’ kurgusunda yarası çıkanlar genelde zengin sınıftan meydana geliyor.
Çünkü sömürdüğü işçileri onları pek iyi hatırlamıyor. Kapitalistlerden kurguda
olsa rövanşı almak istedim.
Romanda dini inanışlara, ritüellere hiçbir vurgu yok
neredeyse? Cennet ya da cehenneme gidecekler dinlerine göre değil iyi-kötü
olmalarına ve hatırlanmalarına göre belirleniyor. Bu bilinçli bir tercih gibi.
Ne dersiniz?
Cennet ve cehennem aynı yerde romanda. Dünyada konforlu bir
hayat yaşamış, gücü-sermayeyi elinde bulunduran birinin diğer taraf kurgusunda
sefil bir hayat yaşaması, devamlı yaralarının çıkması ve iyi insanların onun
kötü olduğunu bilmesi. Her gün duyduğu utanç ve yoğun acı. Bu bir insan için
cehennemde olma hali değil de nedir. Diğer türlü ben her dini inanış için şöyle
düşünüyorum; sadece birtakım ritüelleri yerine getirerek ama ahlaktan nasibini
almayarak, bu hayata hiçbir iz bırakmadan göçüp giden birinin öldükten sonra
güzel bir yaşama kavuşacağına inanmıyorum. Bu biraz kendini kandırmak gibi
geliyor bana.
Ölen-öldürülen devrimcilerin, insanlık tarihini
değiştirenlerin en güzel yerlerde olması ve halen yaptıkları işe devam
etmeleri, yazarsa yazarlığa, sinemacıysa film çekmeye, şairse şiir yazmaya...
Romanın en ilginç bölümlerinden birisi olmuş bence. Nereden aklınıza geldi ve
nasıl seçtiniz bu kısımlara konu edindiğiniz kişilikleri?
Kapitalizmin yıkılması için mücadele etmiş, canından olmuş
insanların diğer taraf kurgusunda iyi yaşamaları kaçınılmaz bir gerçekti.
Seçimler ise daha çok hayatım boyunca incelediğim, araştırma yaptığım insanlar
arasından oldu.
İki cilt birbirinden farklı olarak okunabilir ama birbiriyle
de bağlantılı aynı zamanda. İkinci cilt bir distopya ortaya koyuyor. Benzer
birçok öğenin farklı distopya içerikli filmlerde, kitaplarda gördüğümü anımsıyorum.
Sonu iyi bitiyor ama romanın. Distopyadan ütopyaya...
İlk kitapta şöyle bir söz var: “Sana verdiklerimle kır
kafesi yoksa kaplan yer seni.” İkinci kitap şunu anlatıyor aslında; İlk kitapta
söylenenleri umursamaz ve kendini kandırmaya devam edersen ikinci kitaptaki
distopik dünya ile karşı karşıya kalırsın.
Son olarak; okurlarınızın romana dair geri dönüşleri nasıl?
Kitapla ilgili benim iki güçlü iddiam var. İlki sürükleyici
oluşu ikincisi ise daha önce okuduğunuz veya izlediğiniz hiçbir kurguya benzemiyor
oluşu. Hal böyle olunca okuyucular daha önce karşılaşmadıkları, hayal gücü
yüksek bir kurgu ile karşılaşınca biraz şaşkınlıkla beraber memnun oluyorlar.
Bu da benim hoşuma gidiyor doğrusu. Farklı olmak iyidir.
YAZAR HAKKINDA
30 Temmuz 1984’de Samsun/Alaçam’da doğdu. Üniversite
eğitimini Selçuk Üniversitesi İnşaat mühendisliği bölümünde tamamladı. Çeşitli
amatör tiyatrolarda oyunculuk yaptı. İlk kısa filmi ‘Umut’ 2007 yılında
Konya’da çekti. Umut, Yılmaz Güney kısa film festivalinde gösterildi. İkinci
kısa filmi ‘Kış Geçsin’ 2012 yılında çekti. Aynı yıl Moda Senaryo Evi’nin
bünyesine katılarak dizi senaristliği yaptı. İlk tiyatro oyunu ‘Hücre’ Park
Kitap tarafından yayınlanmıştır. Tunç halen İzmir Büyükşehir Belediyesinde
inşaat mühendisi olarak çalışıyor.
https://www.evrensel.net/haber/382965/kurgu-da-olsa-kapitalistlerden-rovansi-almak-istedim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder