31 Mart 2020 Salı

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Afşin'e üçüncü termik santrale onay verdi


31 Mart 2020 17:11

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Maraş'ın ilçesi Afşin'e yapımı planlanan üçüncü termik santralin ÇED raporunu onayladı.
 Afşin termik santrali
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
Bütün dünyanın Covid-19 virüsü ile uğraştığı günlerde, yöre halkının yoğun tepkileri nedeniyle bir süre askıya alınan, İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısında iki kez görüşülen Afşin C termik santralinin ÇED paporu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından (27 Mart'ta) onaylandı. Ekoloji Birliği onay kararına "Covid-19 nedeniyle insanlar nefes alamazken, iklim krizinin geldiği mevcut koşullarında, her yıl binlerce insanın erken ölümüne yol açtığı kanıtlanan yeni termik santraller açmak nasıl bir vicdansızlıktır? Nasıl bir anlayıştır? Nasıl bir kar hırsıdır?" diyerek tepki gösterdi.
SANTRALE 35 YIL ÖMÜR BİÇİLİYOR
Olumlu bulunan ÇED raporuna göre Afşin'e 16 km uzaklıkta yer alan Altınelma ve Tanır kasabaları sınırları içerisine kurulacak olan termik santralde yıllık 11.300 GWh elektrik üretiminin hedeflendiği dile getiriliyor. Projede termik santralle birlikte bir de kül depolama alanının yapılması planlanıyor. Santralin işletilmesi sırasında oluşan küller, hazır beton üretim tesislerine, briket tesislerine, yol inşaatlarında temel malzemesi ile asfalt içine katkı maddesi olarak yada çimento fabrikalarında kullanılacağı dile getirilirken, bu satışların gerçekleştirilemediği durumlarda küller inşaa edilecek Endüstriyel Atık Düzenli Depolama Alanı'nda depolanacak. Termik santral için gerekli olan su ise Karakuz Barajına entegre olarak yapılacak olan Tanır Regülatöründen alınacak.
ÇED Raporunda termik santralin inşaat aşamasında 5 bin 352 kişinin, işletme aşamasında ise 2 bin 023 kişinin istihdam edileceği ileri sürülüyor. Yılda 6 bin 948 saat çalışması planlanan santralin ekonomik ömrünün 35 yıl olması öngörülüyor.
Resim
MAHSUNİ'NİN KÖYÜ'NE TERMİK DEPOLAMA ALANI
Tanır mahallesi 2430 metre, Altınelma mahallesi 3050 metre ile santral alanına en yakın yerleşim yerleri. Göllüce mahallesi, endüstriyel atık (kül vb.) depolama alanına 800 m mesafede, Berçenek mahallesi dış döküm sahasına (bitkisel toprak ve kazı sırasında çıkan malzemeler) 440 m mesafede bulunuyor. Berçenek mahallesi ünlü halk ozanı Aşık Mahsuni Şerif'in köyü olarak da biliniyor.

TARIM ALANLARININ ÜZERİNE YAPILACAK
255 hektarı bulan santral alanının tamamı tarım arazisi olarak çevre planında yer alıyor. Kül depolama alanı 512 hektarlık bir alanda kurulacak. Bu alanın 227 hektarı tarım, 103 hektarı orman arazisi olarak görülürken, 181 hektarı ise hazineye ait arazilerden oluşuyor. Bitkisel toprak depolama alanı ise 1108 hektar. Bu alanın neredeyse tamamı tarım arazisi.
2020 yılı ortasında inşaat işine başlanması planlanırken ilk ünitenin 2024 yılı ortalarında ticari faaliyete alınacağı ileri sürülüyor. ikinci ünitenin 4,5 yılda ve üçüncü ünitenin 5 yılda devreye gireceği öngörülmekte.
YERALTI SULARI KURUTULUP HURMAN ÇAYININ YATAĞI DEĞİŞTİRİLECEK
Termik santrale gerekli kömürün alınabilmesi için yöredeki yeraltı suları açılacak ve bu sular yüzlerce kuyu ile Hurman Çayının bir koluna akıtılacak. Bu da bölgedeki yeraltı sularının tamamen yok edilmesi anlamına geliyor. C Termik santralinin 1 km doğusundan geçen Hurman Çayı ve çaya karışan Delican Deresi, Kuyu Deresi ve Danadır deresi de maden ruhsat sahasına girmeden açılacak kanallarla başka bir havzaya akıtılacak. 
Bunun için DSİ tarafından Eylül 2019'da ihalesi yapılan Hurman Çayı Derivasyonu Planlama Yapımı işi Kasım 2019'da onaylanırken, işin 450 gün süreceği dile getiriliyor. 25 Aralık 2019 tarihli Resmi gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı‘nda Hurman Nehrinin alan içinde bulunan taşınmazların Elektrik Üretim Anonim şirketi Genel Müdürlüğü tarafından acele kamulaştırılmasına kararı verildi. Hurman çayı suyunun nereye akıtılacağı ile ilgili ÇED raporunda "fizibilite çalışmaları devam etmekte" ifadesine yer verilirken "En uygun güzergahın belirlenmesi ve projenin uygulanabilirliği DSİ tarafından onaylanması halinde yapılacaktır. Bununla birlikte; maden işletme projesine uygun olarak güvenli ve sürdürülebilir madencilik koşullarının sağlanması için gerekli olan Hurman Çayının deplase (yer değiştirme) işlemleri yapılarak kömür üretimine başlanacaktır" deniliyor.
SANTRAL BÜYÜK OVA İLAN EDİLEN AFŞİN OVASININ ORTASINDA!
ÇED raporuna göre proje alanı Bakanlar Kurulu kararınca büyük ova ilan edilen Afşin Havzası içerisinde kalıyor. Alanın tarım dışı amaçla kullanılması için Maraş Valiliği İl Tarım Orman Müdürlüğüne başvuruların yapıldığı belirtiliyor.
Resim
HALK DAHA NASIL ANLATSIN İSTEMEDİĞİNİ!
ÇED raporunda, 22 Mart 2018 tarihinde Yeşilyurt mahallesinde düzenlenen Halkın Katılım Toplantısında konuşan yöre halkından bazılarının sözleri de yer alıyor.
Altınelma olarak üzerimize kül dökülmesini istemiyoruz.
Çocuklarımız hasta, hepimiz hastayız.
Tarlalarımız istimlak edilmezken kullandığımız köyümüze ait hazine arazileri istimlak ediliyor, hazine arazimizi vermeyeceğiz, tarlalarımızı istimlak edin, yaylalarımıza kül döktürmeyeceğiz.
Yurt dışında enerji kaynağı olarak, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, baraj kullanılırken neden kömür tercih ediliyor, biz bu projeye karşıyız.
Altınelma her zaman ezilmiştir, haklarını alamamıştır. Afşin halkının yüzde 80‘i kanserdir, çoğumuz maskelerle geziyoruz.
Bu santralin ne kadar ekonomik getirisinden bahsedilse de insanlar artık ekonomik getiriden yana değil, insanlar sağlığından yana, insanlar kanserden, KOAH'tan, hastalıklardan kurtulmak istiyor.
Eğer hükümet buraya termik santral kuracaksa bizi taşısınlar, vatandaşı kanserden kurtarsınlar. Hepimiz kanser hastasıyız. Tarlamızdan koptuğumuz zaman biz rezil oluruz sefil oluruz, geçim kaynağımızı almasınlar bizi tamamen buradan taşısınlar.
Sunum da şunları yapacağız diyorsunuz, bir söz vardır, yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır, A ve B Termikte ne yapıldı, hem insanlarımız hem topraklarımız hem bitkilerimiz zarar gördü, ağaçlar kurumaya başladı. Eğer ağaçlar kurursa ne yapacağız? Santralin daha farklı bir alana taşınması lazım.
Şirket kurulurken iş kazaları oluyor, arkasından ne kadar insanların öleceğini, çevreye vereceği zararı neden anlatmıyorsunuz? Kuracağınız yerde tarlam var Allah şahidim olsun vermeyeceğim!
EKOLOJİ BİRLİĞİ: ACİLEN VAZGEÇİLSİN
Ekoloji Birliği Afşin'e yapılması planlanan üçüncü termik santrale verilen onaya yaptığı bir açıklama ile tepki gösterdi. "İnsanlar Covid-19 nedeniyle can derdindeyken, iktidar yeni ölümcül yatırımlar peşinde!" denilen basın metninde, "Covid-19 nedeniyle insanlar nefes alamazken, iklim krizinin geldiği mevcut koşullarında, her yıl binlerce insanın erken ölümüne yol açtığı kanıtlanan yeni termik santraller açmak nasıl bir vicdansızlıktır? Nasıl bir anlayıştır? Nasıl bir kar hırsıdır? Anlayabilmek mümkün değildir" denildi. Açıklamada iktidara Afşin C Termik Santralı Projesi’nden acilen vazgeçmesi çağrısı yapıldı.

Afşin Elbistan termik santralinin zararı kamu tarafından karşılanacak iddiası



Halk sağlığı uzmanları: Kelle paça, sarımsak yemek değil temizlik korur


31 Mart 2020 14:35
 Son Güncellenme Tarihi: 31 Mart 2020 15:27

Halk Sağlığa öğretim üyeleri Covid-19 salgını ile ilgili güncel bilgiler ışığında doğruları ve yanlışları yazdılar.
 GÜNCELLENDİ

Sokağı yıkayan belediye çalışanları
Özer AKDEMİR
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı öğretim üyeleri tarafından yayınlanan "Yeni Koronavirüs Salgını Korunmada Etkili Yaklaşımlar" başlıklı makalede Covid 19 virüsüne karşı etkin korunma yöntemleri ve bazı yanlış bilgilere dikkat çekildi. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Meltem Çöl ve Dr. Halit Emin Alıcılar imzası ile Halk Sağlığı Uzmanları Derneği'nin internet sitesinde yayınlanan makalede her gün yenilenen bilgilerin ışığında kanıta dayalı üretilmesi gereken bilgilerin yanında gerek televizyon, gazete gibi medya araçlarında gerekse sosyal medya aracılığıyla bazı yanlış ya da faydası olmayan uygulamaların da önerildiğine dikkat çekiliyor. Salgına yönelik önlemlerin başında ellerin yıkanması ve gün içerisinde yüz bölgesiyle temas etmemesi geldiğinin belirtildiği makalede, "Öksürür, hapşırırken ağız mendil ile kapatılmalı, sosyal temas azaltılmalı, kalabalık alanlardan uzak durulmalıdır. Hastaların başka insanların yanındayken veya sağlık kuruluşuna giderken tıbbi maske takması gereklidir" deniliyor.
"YANLIŞ BİLGİDEN UZAK DURUN"
Burnun düzenli olarak tuzlu suyla yıkanmasının ya da sirke kullanımının virüsten koruduğuna dair bir kanıtın olmadığını aktaran bilim insanları, "Klorokin gibi ilaçların kullanımının yararlarına yönelik herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Hastalıktan korunmada ve salgınla mücadelede yanlış bilgiden uzak durmak çok önemlidir. Bu doğrultuda medyada konunun uzmanı olmayan kişilerin güvenilir olmayan açıklamalarda bulunmasının önüne geçilmelidir" denildi.
"EN BÜYÜK DÜŞMAN YANLIŞ BİLGİDİR"
2019 yılının sonunda Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan şehrinde tespit edildikten sonra kısa sürede bütün dünyaya yayılarak “pandemi”ye yol açan COVID-19'un "çok önemli ve çok acil bir halk sağlığı sorunu" olduğu ifade edilen makalede, "Böylesi acil durumlarda kanıta dayalı üretilmesi gereken bilgilerin en büyük düşmanı ise konunun uzmanı olmayan, eksik bilgi sahibi kimselerin veya provokasyon amaçlı, çıkarları doğrultusunda yanlış bilgi üreten kişilerin söylemleridir" deniliyor.
Günlerdir birçok kurum tarafından dile getirilen bulaşma yollarına yönelik su, sabun, alkol bazlı el dezenfektasyonu, sosyal mesafenin korunması, ellerin yüz ve ağıza temas etmemesi, kitlesel toplantıların askıya alınması gibi birçok virüse maruz kalmamaya dönük önlemler sıralanırken, sıkça dile getirilen bazı önlemlere dair de görüşlere yer verildi;

ELDİVEN TAKMAK RİSKLİ OLABİLİR
Bunlardan bazıları şöyle;
  • Halka açık alanlarda eldiven takılması yeterli bir önlem değildir. Ellerin düzenli olarak yıkanması çok daha etkilidir. Eldiven kullanımı sırasında ellerin yüzle teması hastalık bulaşmasına sebep olabilir. Eldiven kullanımıyla kişide oluşan hijyen algısı riskli davranışların artmasına da yol açabilir.
  • Evcil hayvanların hastalığı bulaştırabileceği bilgisi kanıta dayalı değildir. Hong Kong’da enfekte olmuş bir köpek örneği olmasına rağmen, bugüne kadar bir köpeğin, kedinin veya herhangi bir evcil hayvanın COVID-19’u iletebileceğine dair bir kanıt yoktur. 
  • SARS-CoV-2 virüsünün sıcak ve nemli iklime sahip bölgelerde bulaşabileceği bilgisi eksiktir. Mevcut bilgilere göre virüs her ortamda bulaşabilmektedir. Buna karşın virüsten korunmak adına fazla sıcak suyla banyo yapmanın da etkisi bulunmamaktadır. Aksine vücut yanıklarına sebep olabileceği için önerilmemektedir. Ayrıca soğuk hava ve kar yağışının virüsü öldürdüğüne dair inanış da kanıta dayalı değildir. 2003 yılındaki SARS salgını sıcaklık gibi iklim kaynaklı sebeplerle değil, yoğun ve etkili önlemlerle durdurulmuştur.
  • UV radyasyon cilt tahrişine neden olabileceğinden, UV lambalar elleri veya cildin diğer bölgelerini sterilize etmek için kullanılmamalıdır.
  • Vücuda alkol veya klor püskürtmek, vücuda girmiş olan virüsleri öldürmez. Bu tür maddelerin püskürtülmesi özellikle mukozalara zararlı olabilir.
  • Burnun düzenli olarak tuzlu suyla yıkanmasının ya da sirke kullanımının virüsten koruduğuna dair bir kanıt yoktur.
  • Sarımsak, bazı antimikrobiyal özelliklere sahip olabilen sağlıklı bir besindir. Bununla birlikte, mevcut salgından sarımsak yemenin insanları koruduğuna dair bir kanıt yoktur.
  • Çiğ veya az pişmiş hayvan ürünleri yemekten kaçınılmalıdır.
  • Kelle paça çorbası gibi bağışıklığı güçlendirdiği düşünülen gıdalarla ilgili de bilimsel bir kanıt yoktur. Bağışıklık sistemini güçlendirmek için besin desteği veya vitamin takviyelerine ihtiyaç yoktur. Bu konuda en etkili yöntemler dengeli beslenme, fiziksel egzersiz ve sağlıklı uyku düzenidir. Yeterli dinlenme, hastalıktan korunmada tavsiye edilen etkin önlemlerdendir.
  • Sıtma tedavisinde kullanılan hidroksiklorokinin COVID-19 hastalarında virüs yükünü azalttığına dair çalışmalar mevcut olup hastaların tedavi algoritmalarında yer almaya başlamıştır. Ancak bu ilacın profilaktik kullanımının yararlarına yönelik herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle ilacın hastalık öncesinde hekim tavsiyesi olmadan kullanılması uygun değildir. 

29 Mart 2020 Pazar

‘Ölen ölür kalan sağlar bizimdir’!.. (Pazar yazısı)


29 Mart 2020 04:42

‘Ölen ölür kalan sağlar bizimdir’!..

 Özer AKDEMİR
Türkiye koronavirüs salgınında “sürü bağışıklığı ya da toplum bağışıklığı” denilen stratejiyi mi izliyor? Telefonla görüştüğüm uzmanlar durumun tam böyle olduğunu söyleyemiyorlar. Ama AKP’nin salgınla mücadele stratejisi ile ilgili de “Biz de anlayabilmiş değiliz” diyorlar.
Her halükarda ortada birçok bilinmeyenli bir denklem gibi duruyor salgınla mücadele. Ne kamuoyuna ne de uzmanlara doğru düzgün bilgi veriliyor. Her gün akşam Sağlık Bakanı tarafından açıklanan bilgilerin doğruluğuna olan güven de son derece az. Kendi içinde bile çelişkili açıklamalar yapıyor bakanlar. Biri “sokağa çıkma yasağı olabilir” derken, öbürü “vatandaşı fazla da sıkmamak lazım” görüşünde.
Öncelikle nedir bu “Sürü ya da toplum bağışıklığı” ona bir bakalım: Sürü/toplum bağışıklığı toplumun büyük bir kısmının enfeksiyona yakalanıp iyileşmesi sonrası kazandığı varsayılan bağışıklık olarak tanımlanıyor. İnsanlar hasta olup iyileştiklerinde artık bu hastalığa karşı vücudun direnç geliştirdiği varsayımından hareket ediliyor. Kuşkusuz hastalığa yakalandıktan sonra iyileşemeyip çok sayıda ölen de oluyor bu süreçte. Hele ki kronik rahatsızlıkları olan yaşı ilerlemiş kişilerde ölüm riski epey yüksek. Bu riske rağmen “Sürü/toplum bağışıklığı” stratejisinin uygulanmasına bu nedenle kabaca “ölen ölür kalan sağlar bizimdir stratejisi” diyebiliriz.
"SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞININ EN ZAYIF YÖNÜ, FAZLA ÖLÜM"
Hastalık sürecinde destek tedavilere yanıt veremeyip ölenlerin çok fazla olabilme riski bu stratejinin en zayıf yönü olarak belirtiliyor. Nitekim İngiltere ve Hollanda’nın ilk başta bu strateji üzerinde yoğunlaşıp sonrasında vazgeçmelerinin altında da bu ölüm oranlarındaki fazlalığın yattığı ifade ediliyor.
Covid-19 virüsünde “Sürü/toplum bağışıklığı yöntemi” tutar mı? Virüsle ilgili çalışmalar henüz yeni ve virüsün sürekli mutasyon geçirdiğinden bahsediliyor. Doğal olarak bu hastalığa yakalandıktan sonra iyileşen kişilerin hastalığa tekrar yakalanmayacakları tezi çok da kuvvetli savunulamıyor.
Gelinen noktada baktığımızda Türkiye’de uygulanan yöntem tam da bu “sürü-toplum bağışıklığı” yöntemi gibi görünüyor. Görünen o ki; sadece riskli grupları izole edip (65 yaş üstü kişilerin sokağa çıkma yasağı uygulamak gibi) diğer kesimlerin hastalığa yakalanmalarını olabildiğince zamana yayarak iyileşmeleri, böylece virüse karşı bağışıklık kazanmaları bekleniyor?
BİLGİ KARARTMA VE TOPLUM ÜZERİNDE SIKI KONTROL
Tabii burada toplum psikolojisine yönelik de sıkı bir kontrol politikası uygulamak lazım. Paniği ve olası toplumsal tepkileri önlemek için. Salgınla ilgili haber yapan gazetecilere ya da bazı bilgileri sosyal medyadan yayanlara karşı uygulanan polisiye önlemlerin amacı da bu. Bilgilerin saklanması, sayısal verilerin mümkün olduğunca düşük olarak kamuoyuna duyurulması ve böylece sanki her şey kontrol altındaymış gibi yapılması da bu stratejinin bir parçası. Bu süreçte sağlık çalışanlarının özellikle dışarıya bilgi sızdırmaması, sızan bilgilere ve sızdıranlara karşı derhal idari tedbirlerinin alınması gibi bir dizi önlem de şu an uygulamada. Benim olan bitenle ilgili görebildiğim durum bu.
"AKP NE YAPIYOR BİZ DE ANLAYABİLMİŞ DEĞİLİZ"
Peki uzmanlar bu konuya ne diyor? “Türkiye’nin virüsle mücadele stratejisi ne?” diye sorduğum Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala “Biz de anlayabilmiş değiliz” diye yanıt veriyor. Aynı yanıt TTB Genel Başkanı Sinan Adıyaman’dan da geldi; “Çözemedik. Ne Güney Kore’ye ne İtalya’ya, ne de İngiltere’ye benziyor!..”.
KARAR VERİCİLER BU İŞİ BİLMİYOR BİLENLERİ DE DİNLEMİYORLAR
Bu tip salgınlarda ya salgını baskılama stratejisi uygulandığını ya İngiltere de ilk zaman benimsendiği gibi toplum bağışıklık yapmasına dönük bir strateji izlendiğini belirten Pala’ya göre salgını baskılamaya dönük çok sayıda test yaparak hastaları ve temaslarını izole etmek gerekirken bunu yapmayan Bakanlıkta bu işlere karar verenler ya epidemoloji konusunda yeterince bilgi sahibi değiller ya da epidemiyologların önerilerini dikkate almıyorlar. Pala, tıp fakültelerinin bu salgında birincil rolü alabilecek hastaneler olmalarına rağmen referans hastaneler içine alınmamasını da anlayamadığını söylüyor.  
Gerek Pala, gerekse TTB Başkanı Adıyaman’ın en çok üzerinde durdukları konulardan birisi de “şeffaflık” meselesi, ya da eksikliği oldu. Her iki uzman da Bakanlığın gerek topluma gerekse hekimlere hastalığın seyri, yaş aralıkları, kadın-erkek oranları, bölgesel dağılımları gibi net bilgileri vermesinin salgınla mücadele açısından yaşamsal önemde olduğunu belirtiyorlar ve uyarıyorlar; “Şeffalık olmazsa spekülasyonları önleyemezsiniz”...
SIKI BİR İZOLASYON VE TECRİT ŞART
Vatandaşların halen serbest bir şekilde sokaklarda gezmesi, toplu olarak bir yerlerde bulunmalarının salgınla mücadele çalışmalarını sekteye uğrattığı da dikkat çekilen konuların başında geliyor. Uzmanlar bunun için “sokağa çıkma” yasağı yerine (salgın terminolojisinde böyle bir kavram yok çünkü diyorlar) çok sıkı bir izolasyon ve hasta olanların tecridi politikasının uygulanması gerektiği görüşündeler.

Hükümetin açıkladığı salgın paketinde sağlığa ve emekçiye desteğin olmadığını söyleyen hekimler, sağlık emekçilerinin çalışma koşulları ile birlikte koruyucu malzeme eksikliklerine de özellikle dikkat çekiyorlar. “Eğer sağlıkçıları hastalıktan koruyamazsak hastaneye gelen vatandaşların hastalanmalarını da önleyemeyiz” diyorlar.
YAŞAMAK İÇİN SOSYALİZM!
Tüm dünya ve ülkemiz aslında tarihi bir dönemeçten geçiyor. Bilim insanlarının yıllardır yaptığı “iklim krizi” uyarılarına kulak tıkayan kapitalizm şimdi bir virüs nedeniyle yıllardır uyguladığı politikaları terk etme, uluslararası bir mücadele stratejisi geliştirme, toplum yararına politikaları yaşama geçirme mecburiyeti ile karşı karşıya olduğunu kabul etmek durumunda kalıyor. Bugün Covid-19 kadar etkisini ani olarak hissettirmese de iklim krizinin yaratacağı küresel tehditler de yarın tüm insanlığın ortak mücadele etmesi gereken krizler arasında olacak. Bunu biz değil bilim söylüyor. Tıpkı yıllar önce korona virüs tehdidine dikkat çekildiği gibi.
İnsanlık doğa ile barışık bir yaşam sürmek istiyorsa doğaya düşman kapitalist sistemi terk etmek zorunda. Yoksa doğa gereğini yapıyor, yapacaktır! O nedenle “yaşamak için sosyalizm” sloganı insanlığın geleceği açısından da o bıçak sırtı çizgiye ve mücadeleye işaret ediyor.

28 Mart 2020 Cumartesi

Uzmanlar: Türkiye'nin salgın stratejisini biz de anlayamadık!


28 Mart 2020 14:58  Güncelleme: 28 Mart 2020 15:56

AKP hükümeti nasıl bir salgınla mücadele stratejisi izliyor? Halkı ve özellikle sağlık çalışanlarını bu salgına karşı koruyabilecek önlemler alabiliyor mu? Salgın sürecini uzmanlara sorduk.
Hastane acil servisi
Özer AKDEMİR
İzmir
Dünyanın ve ülkemizin en önemli gündemi koronavirüs salgını. Dünyanın hemen her yerine büyük bir hızla yayıldı ve yayılmaya da devam ediyor. Birçok çalışmanın olduğu duyurulsa da ilacı, aşısı bulunmuş değil. Dünyanın birçok ülkesi halkını koruyabilmek için ardı ardına ekonomik paketler açıklamaya başladı. İnsanlara evden çıkmayın, salgının yayılmasını önleyelim diyen hükümetler bunun karşılığında "evinde kal" dedikleri vatandaşlara "Yaşamınızı idame ettirecek geliri ve ihtiyaç malzemelerinizi devlet sağlayacak" diyorlar.
Peki Türkiye'de durum ne? AKP hükümeti nasıl bir salgınla mücadele stratejisi izliyor? Halkı ve özellikle sağlık çalışanlarını bu salgına karşı koruyabilecek önlemler alabiliyor mu? Birkaç haftalık salgın sürecinde yaşananları konunun uzmanlarına sorduk.
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala ve TTB Genel Başkanı Sinan Adıyaman koronavirüs salgınına dair sorularımıza yanıt verdi.
AÇIKLANANDAN ÇOK DAHA FAZLA VAKA OLDUĞUNU TAHMİN EDİYORUZ
Hükümetin salgınla mücadele stratejisini nasıl buluyorsunuz? Ya da böyle bir stratejileri var mı sizce?
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala: Türkiye'de stratejinin ne olduğunu biz çok anlayabilmiş değiliz. Bence önemli sorunlardan bir tanesi bu. Niye böyle söylüyorum eğer örneğin salgını baskılamaya dönük bir strateji benimsenmişse o zaman yapılması gereken şey çok belli. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)'nün de söylediği gibi çok sayıda test yaparak hastaları ve hastaların temaslarını bulup onları toplumdan sıkı bir şekilde izole ederek salgının yayılmasını önlemeniz gerekir. Ancak Türkiye, bugün artık ilk vakanın duyurulmasından itibaren iki hafta geçmiş olmasına karşın henüz halen çok az test yapıyor. Dolayısıyla az test yapılınca vaka sayımız da ne kadar belli değil. Şu ana kadar açıklanan vaka sayısının çok üzerinde vaka olduğunu biz tahmin ediyoruz.

Salgınla mücadelede nerelerde yanlışlıklar yapıldığını düşünüyorsunuz?
Benim gördüğüm kadarıyla bakanlıkta bu işe karar veren insanlar epidemoloji konusunda yeterince bilgi sahibi değiller ve epidemiyologların önerisine de çok fazla katılmıyorlar. Bunu nereden söylüyorum; Bakanlık doğru birşey yaparak erken zamanda bir bilim kurulu belirledi. Doğru birşey yaparak hem sağlık çalışanları için hem toplum için rehberler oluşturdu. Bunu ilk oluşturduğu zamanda hazırlanan planda iki büyük problem vardı. Birincisi test merkezi olarak yalnızca Ankara Halk Sağlığı Laboratuarı adres gösterilmişti. Şimdi düşünün İzmir'deki birinden doktor şüphelenecek, boğaz süprüntüsünü alacak kargo ile Ankara'ya gönderecek, Ankara'da bunu değerlendirecek. Ülkenin her yerinden bu numuneler gelecek. Biz de diyorduk ki bugüne kadar karşılaştığımız salgınlardan çok daha hızlı sürede yayılabilecek bir salgınla karşı karşıyayız. Bir salgınla mücadele etmenin en önemli yolu olası vakaları bulup bunları toplumdan ayırmaktan geçiyor. Eğer ayıramazsanız  zincirleme bir salgınla çok sayıda insanın hasta olmasına yol açarsınız. Peki kimin hasta olduğunu nasıl anlarsınız? Çok fazla test yaparak ve çok kısa sürede bu testlerin sonucunu verecek referans laboratuarlar belirleyerek. O yüzden tek başına Ankara'da belirlenmesinin yanlış olduğunu ısrarla dile getirdik.  Ondan sonra bakanlık Ankara'dan vazgeçti, şu an 37 yerde tetkikler yapılıyor ama bunda geç kalındı.
TIP FAKÜLTELERİ NEDEN REFERANS HASTANE YAPILMADI?
İkinci sıkıntı şu en başından referans hastaneler belirlenirken tıp fakülteleri bu işin dışında tutuldu. Oysa tıp fakülteleri bu salgında birincil rolü alabilecek hastanelerdir. Çünkü en başında virüslerle çalışan çok güçlü bir kadro var. Bu kadroları, buradaki akademik bilgi ve deneyimi bu salgının dışında tutmak benim açımdan anlaşılabilir değildi. Bunu defalarca dile getirdim. Bundan da şimdi büyük ölçüde vazgeçildi ama tam olarak vazgeçilmiş değil. Örneğin bütün laboratuarı uygun olan tıp fakültelerinde henüz bu testlere bakılamıyor. Oysa hepsinde bakılsa çok daha kısa sürede çok daha fazla olguyla ilgili bilgi sahibi olma şansımız olur.

Fotoğraf: Evrensel
GEREKLİ BİLGİLERE SAHİP DEĞİLİZ
Salgınla ilgili bilgiler sizlere veriliyor mu? Sonuçta sizlerin bu işin uzmanı sağlıkçılar olarak bu bilgilere sahip olmanız lazım değil mi?
Test sayımız az, testlerin yapıldığı yerler ve pozitif çıkma oranları ile ilgili bilgi sahibi değiliz Hastaların hangi ellerde olduğu hangi yaş grubu ve cinsiyette olduğuna dair bilgiye sahip değiliz. Ölümlerin hangi illerde ve hangi yaş gruplarında olduğuna dair bilgiye sahip değiliz. Bunlara niye ihtiyacımız var? Bu örüntüyü bir veri tabanın da buluşturup epidemiyoloji bilimi bilgileri ile değerlendirerek Türkiye nereye doğru gidiyor, salgın eğrisi nasıl bir çizgi izliyor, tepe noktasına ne zaman varacak, ne zaman azalmaya geçecek, önümüzdeki 1 hafta ne olacak iki hafta, bir ay ne olacak gibi bunlarla ilgili öngörülerde bulunma olanağımız olacak. Varsayalım ki bakanlık bunu dışarıdan birilerinin yapmasını istemiyor. Olabilir, ama o zaman kendinin bunu yapıp bize açıklaması lazım. Şimdi Almanya'da ki verilere ulaşmak istiyorsanız girin Koch Enstitüsüne, Almanca ama oradaki verileri kolayca öğrenebiliyorsunuz. İtalya. İspanya, ABD, G. Kore, Çin'de de bu böyle. Bu bilgiler buluşturarak bazı bilgileri söyleyebiliriz. Örneğin ülkeden ülkeye hastalığın bulgularında farklılıklar var. Bazı ülkelerde ishal neredeyse hiç görünmezken bazı ülkelerde %8'e kadar ishal bulgusu var. Bazı ülkelerde ölenler içindeki yaş dağılımı gençlerden yana bir eğilim izlerken bazı ülkelerde çok daha yaşlılardan yana eğilim izliyor. Hangi hastalıklar risk grubu? Örneğin İtalya'daki verdilerden anladığımız hipertansiyon başta olmak üzere, kalp hastalıkları ve diyabet olguları ile ilgili ciddi veriler var. Bazı bölgelerde obezitenin bu tabloya eşlik etmesi hainde bu tablonun farklı setrettiği görülüyor. Bu demografiye göre değişiyor. Bazı ülkelerde hiç gençlerle ilgili bir problem olmazken, bazı ülkelerde problemin gençlerde fazla olduğunu görüyoruz. Ama biz Türkiye'de ölen kişilerin yaş dağılımlarını bilmiyoruz.
İNTERNETTE DOLAYAN HARİTALAR DOĞRU DEĞİL
Sosyal medyada buna dair bazı veriler ve haritalar dolaşıyor.
Bazı internet siteleri salgının dağılımı ile ilgili Türkiye'den haritalar yayınlanıyor. Örneğin benim bildiğim epeyce vakanın olduğu bazı iller sanki vaka yokmuş gibi değerlendirilmiş. Bu da insanlarda istemediğimiz bir rahatlığa doğru yönelim sağlayabilir. Dolayısıyla şeffaflığa ve bilginin paylaşılmasına çok ciddi ihtiyaç var.
Ayrıca yine sosyal medyada ölenlerin daha genç olduğuna dair iddialar dolaşıyor. Eğer bakanlık burada daha şeffaflığı yakalayamazsa spekülasyonun önüne geçemeyiz. Dolayısıyla bizim talebimiz artık bugünden başlayarak hem olgular, hem ölümlerle ilgili onların kişisel bilgilerini asla söylenmemesi kaydı ile yalnızca sayısal veri olarak, yaş cinsiyet ve il dağılımının açıklanması gerekir. Dünya da bunu böyle yapıyor.
NE SOKAKLARDA DOLAŞILMALI NE DE ÇALIŞILMALI
Peki nasıl bir strateji uygulanmalı sizce salgınla mücadele için? Sokağa çıkma yasağı konmalı mı?

Bu tip salgınlarda ya salgını baskılama stratejisi uygulanır ya salgının İngiltere de ilk zaman benimsendiği gibi toplum bağışıklık yapmasına dönük bir strateji izlenir. Sürü bağışıklığı deniyor ama biz onu toplum bağışıklığı olarak söylemeyi tercih ediyoruz.
Ne sokaklarda insanlar dolaşmalı, ne işlerinde insanlar çalışmalı. Diyelim ki sokakları çözdük, işyerinde insanları 30 cm aralıklarla çalıştırmaya devam edersek yine sorunu çözemeyiz. Ben bir sokağa çıkma yasağından söz etmiyorum. Çünkü salgın terminolojisinde sokağa çıkma yasağı diye bir şey yoktur. Ya insanları karantina altına alacaksınız, ya tecrit edeceksiniz, ya da izolasyon uygulayacaksınız. Türkiye karantinadan yarar elde etme dönemini geçti. Hastalık her tarafa yayıldığı için, ama tecrit ve izolasyon bu dönemde kullanılabilecek özellikler. Tecrit; hastanın diğerleriyle arasında bağ olmayacak şekilde ayrılmasıdır. Bunu kişinin evinde yapabileceğiniz gibi eğer bu mümkün değilse kapatılmış otellerden birini bu amaçla kullanabilirsiniz. İzolasyon ise olası hastaya karşı bir koruma önlemi olarak fiziksel uzaklık da dediğimiz şekilde mutlaka uygulamaya konulmalı. Bu ikisini iyi yapamazsak sorunu çözemeyiz. Tabii ki zorunlu alanlar var mesele ekmek üreticileri, gıda dağıtımı devam edilecek. Bugün bir organize sanayi bölgesinin müdürü aradı beni "hocam biz çalışıyoruz nasıl önlemler alalım" diyor. İşçileri 2 şer metre arayla çalıştırma olanağınız var mı dedim, "yok, 30 cm bile sağlayamayız" dedi. Bundan sonrasını konuşmamızın bir anlamı yok. O zaman bir tane hasta varsa herkese yayacak.
PAKETTE EMEKÇİYE BİRŞEY YOK
Hükümet salgınla mücadele ile ilgili paketini Cumhurbaşkanı açıkladı. Bu paket halka ne getiriyor?
Paket bir emekçi açısından çok özel bir şey getirmiyor. En düşük emekli maaşının 1500 liraya çekilmesi ile ilgili emekçileri ilgilendiren bir yanı var. Onun dışında pakette bir şey görmedim. Paket şu getirmeli, işten çıkarmalar bu dönemde olmamalı, insanlar evlerine ücretli izin verilerek gönderilmeli. Eğer bu işle doğru düzgün uğraşacağız diyorsak. DİSK'in hesaplarına göre böyle birşey için maliyeti karşılayacak kadar işsizlik fonunda da bir para var. Tam o parayı emekçi lehine kullanma zamanı, çünkü emekçinin parası o.
EN ÇOK İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY ŞEFFAFLIK
Bakanlığa salgınla ilgili bilgilerin sizinle paylaşılması çağrısında bulunmuştunuz. Bir yanıt geldi mi?
TTB Başkanı Sinan Adıyaman: Bakanlıktan herhangi bir yanıt gelmedi. Biz de 19 maddelik bir mektup yazarak şeffaflık gereği bu soruların yanıtlanması istedik. Çünkü bakanlığın da söylediği gibi tüm ülkeye hızla yayılan bir salgın söz konusu. En çok ihtiyacımız olan şey şeffaflık. Toplumun süreç hakkında hızla bilgilendirilmesi. Aynı zamanda hekimlerin de tabii ki. Bunlar gerçekleşmeden tehlikenin boyutuna vakıf olması ve salgınla mücadeleye katılması toplumdan beklenemez. Bütün dünyada böyledir. Bu konuda merkezi ve yerel yönetimler, STK'lar ve toplum kenetlenip topyekun savaşmak zorunda bu işle. Bunun için de pandeminin ülkemizde yayılımı, bölgesel dağılımı, hasta ve ölüm oranları hakkında yeterince bilgi verilmeli, aynı zamanda günde kaç test yapıldı, kaçı pozitif çıktı, kadın erkek, yaş oranları, olgulardaki bulgular nedir bunların da açıklanması gerekiyor. Çünkü, sonuç itibariye insanlar buna göre tedbirlerini alacaklar. Epidemiyologlar buna göre ülkenin haritasını çizecekler. Gerekirse pandeminin yoğun olduğu bölgelerde insanların kendi kendine sosyal bir mesafe koymalarını kendilerini sağlamaları beklenecek.

 TTB Merkez Konseyi Başkanı Sinan Adıyaman
TTB Merkez Konseyi Başkanı Sinan Adıyaman | Fotoğraf: Evrensel
SAĞLIK ÇALIŞANLARI KORUNAMAZSA HASTALIK YAYILIR
Hekimlerin kişisel koruyucu maddelerinin yeterince sağlanamadığına dönük yoğun yakınmalar geliyor. Özellikle  sağlık çalışanlarının teste tabi tutulmasını istiyoruz, hastalık bulgusu olsun olmasın. Çünkü onları sağlığı çok önemli. Onlar hastalık kapar ve bunu semptomsuz geçirmeye devam ederlerse gelen hastalara bulaştırmaya devam ederler.
SALGINLA MÜCADELE BÖYLE OLMAZ
Hükümetin salgınla mücadele stratejisini nasıl buluyorsunuz?
Türkiye'de hükümetin salgınla mücadele ile ilgili nasıl bir stratejisi olduğunu çözemedik biz de. Ne İtalya'ya benziyor, ne Güney Kore, Tayvan'a... G. Kore gibi yapmakta çok geç kalındı. hala şehirlerarası otobüsler gidip geliyor, hala pazarlar açık. Ankara'da Anayasa Mahkemesinin yan tarafında yapılan bir resmi bina inşaatı var. Her sabah saat 7'de oraya servis otobüsleri ile işçilerin geldiğini, akşam da alıp gittiğini görüyoruz. Sosyal mesafe diyen bakanlığın gidip oraya bir bakmasını isteriz. Yani bu şekilde olmaz! Ya tam yaparsız ya hiç yapmazsınız. Bugün İngiltere ilk başta uygulamaya koyduğu toplum bağışıklığı sistemindeki yanlışlığı anladı ve geri döndü. Tabii ki Türkiye toplum bağışıklığı sistemini tam olarak uyguluyor demiyorum ama yaptıkları da tam değil. Zaten son iki ayda yurtdışından gelen 200 bin civarında kontrolsüz giriş var. O da engellenemedi. Kamuda 65 yaş çalışanlara idari izin var ama özel sektörde yok.

PAKETTE SAĞLIĞA SIFIR ÇIKTI
Açıklanan paketi nasıl yorumluyorsunuz?
Hükümetin paketinde sağlığa sıfır destek çıktı. Mesela şu anda ülkemizde iki tane çok eski üniversite hastanesi kampanya düzenliyor malzeme alabilmek için. Hâlbuki uzun yıllardır kamu üniversite hastaneleri özellikle sağlıkta dönüşüm programı ile birlikte maddi olarak bilinci olarak çökertildi. Firmalara borçları var. Firmalar da kamu üniversite hastanelerine malzeme vermiyorlar. O yüz milyardan birkaç milyarı kamu üniversite hastanelerinin borçlarını kapatmak için ayrılabilir ve borçlar sıfırlanabilirdi. Konut satın almada kredi oranının %90'lara çıkarılmasının pandemi ile ne alakası var bilmiyoruz ama onun yerine üniversite hastanelerine malzeme alımının önünün açılması çok daha faydalı olurdu pandemi ile mücadelede.

27 Mart 2020 Cuma

Ekoloji Birliği İki yaşında


EKOLOJİ BİRLİĞİ 2 YAŞINDA...
27 Mart 2018’de yayınlanan bir deklarasyonla kuruluşunu ilan eden Ekoloji Birliği, mücadelede yeni bir yıla daha adım atarken, kuruluş yıldönümünü ve günün anlamını bileşenleri ve tüm kamuoyu ile paylaşıyor.
27 Mart 2018’de yayınlanan bir deklarasyonla kuruluşunu ilan eden Ekoloji Birliği, mücadelede yeni bir yıla daha adım atarken, kuruluş yıldönümünü ve günün anlamını bileşenleri ve tüm kamuoyu ile paylaşıyor.
Kuruluş yıldönümünü “27 Mart 2018’den beri birlik-dayanışma ve mücadelenin sesiyiz” şeklinde duyuran Ekoloji Birliği, konuyla ilgili açıklamasında “Kuruluşumuzun 2. yıldönümünde, 62 bileşenimizle birlikte iklim krizi ve ekolojik yıkıma DUR demeye, doğaya ve yaşama sahip çıkmaya devam ediyoruz” ifadelerini kullandı.
Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, gülümseyen insanlar
EKOLOJİ BİRLİĞİ’NİN KURULUŞU
Ülkenin dört bir yanından 50’nin üzerinde ekoloji örgütü tarafından 24-25 Mart 2018 tarihinde Eskişehir’de gerçekleştirilen toplantı sonrası oluşturulan Ekoloji Birliği, 27 Mart tarihinde de “kuruluş deklarasyonu”nu açıklamıştı. Deklarasyonda “Türkiye’nin dört bir yanında, doğanın can veren varlığını ve yaşam alanlarımızı korumak için mücadele verenler olarak, yaşamı savunma ve geleceği kurtarma çabamızı ortak hareketlilikle güçlendirmek için Ekoloji Birliği‘ni kurduğumuzu ilan ediyoruz” ifadelerine yer verilmişti.
Resim
İlki Bergama’da 11-12 Kasım 2017 tarihinde gerçekleştirilen ekoloji örgütleri buluşmasına, Türkiye’nin 40 farklı yöresinden ekoloji örgütü katılmıştı. İkinci buluşmayı 24-25 Mart’ta Eskişehir’de gerçekleştiren ekoloji örgütleri ilke, program ve yapı tartışmaları sonucunda Ekoloji Birliği adı altında birleşmişti. 27 Mart tarihinde de Ekoloji Birliği olarak açıklanan kuruluş deklarasyonunda, birlik bileşeni olarak 54 ekoloji örgütünün imzası yer aldı.
Deklarasyonda, Bergama ve Eskişehir buluşmalarında sorunların ortak olduğu tespitinin yapıldığı belirtilerek; “Buna karşı; kendi yerellerimizde sıkışıp kalmamak, yaşamı savunma irademiz ve direnişlerimizi omuz omuza büyütmek, ülke çapına yayılan bir dayanışma ve örgütlenme zemini oluşturmak için Ekoloji Birliği‘ni kurmaya karar verdik” denildi.
https://ekolojibirligi.org/ekoloji-birligi-2-yasini-doldurdu/?fbclid=IwAR2Tc7bachPFL7Ayus2Kl-U5ohJ1yzgEr_iNluW8cgBjovhkRQ1bf5eKbqY

https://www.youtube.com/watch?v=mvk3lv0-kuw&feature=youtu.be

Doğanın talanı koronalı günlerde de sürüyor


27 Mart 2020 07:28

Birinci derece doğal sit ve milli park statülerinde koruması bulanan Salda Gölü'ne "millet bahçesi" projesinden geri adım atmayan AKP, korona günlerinde Salda'da iş makineleriyle çalışma başlattı.
Salda Gölü çevresinde kurulan konteyner ve iş makineleri.
Fotoğraf: Evrensel
Özer AKDEMİR
İzmir
Tüm dünya ve ülkemizde koronavirüsü salgını günlerdir birinci gündem maddesi. Hal böyle iken, herkesin adeta canıyla uğraştıkları bir süreçte AKP iktidarı bu durumu da fırsata çevirmeye çalışıyor. İşsizlik, ekonomik kriz, Suriye ve diğer komşularla sorunların virüs salgını nedeniyle gündemden düştüğü bir süreçte hükümet, doğanın talanına yol açacak politikalarında da korona fırsatçılığı olarak yorumlanacak kararlara imza attı.
SALDA'YA İŞ MAKİNELERİ GİRDİ
Aylardır tüm uyarılara rağmen, birinci derece doğal sit ve milli park statülerinde koruması bulanan Salda Gölü'ne "millet bahçesi" projesinden geri adım atmayan AKP, kamuoyunun korona salgınına kilitlendiği günlerde Salda'ya iş makineleri sokarak çalışmalarına başladı. 300 bin metrekarelik bir alanda yapılmak istenen milllet bahçesi projesinin herhangi bir betonlaşma ya da ekolojik tahribata yol açmayacağını ileri süren hükümetin açıklamalarına karşı gerek yerel yönetim gerekse ekoloji örgütleri tam tersi yönde görüşler belirtti. Göl çevresinde başlayan inşaat çalışmalarını değerlendiren Salda Gölüme Dokunma Platformu Sözcüsü Gazi Osman Şakar, her şeye para gözüyle bakan iktidarın bir kapalı havza olan Salda'yı yok etmek istediğini dile getirdi. Şakar projenin defalarca değiştiğini belirterek ihaleyi alan şirketin bile ne yapılmak istendiğini tam olarak bilmediğini ileri sürdü.
KORUNAN ALANLARA KORONA FIRSATÇILIĞI
Koronavirüsü salgınının Türkiye'de resmi olarak ilk kez kabul edildiği ve ölümlerin başladığı günlerde 16 Mart 2020 günlü Resmî Gazete’de Korunan Alanlarla ilgili bir yönetmelik değişikliği yayınlandı. Bu yönetmelik değişikliği ekoloji örgütleri tarafından tüm doğal ve tarihsel sit alanları ile korunan alanları rant için ekolojik yıkıma götürecek bir değişiklik olarak yorumlandı. Değişikliğin korunan alanları talan ve yağmaya açacağı belirtilerek hukuki sürecin başlatılacağı dile getirildi. Yönetmelik değişikliği ile doğal sit alanı kategorilerinden olan “Nitelikli Doğal Koruma Alanları”nın, “Sürdürülebilir Koruma ve Kullanım Alanları”nın ve Anıt Ağaçların ayırt edici özellikleri ve tanımları değiştiriliyor. Nitelikli Doğal Koruma Alanlarında yapılabilecek faaliyetler yönetmelik değişikliği ile alabildiğince genişletilirken, Sürdürülebilir Koruma ve Kullanım Alanlarında Nitelikli Doğal Koruma Alanlarında izin verilen faaliyetlere ek olarak, “entegre tesisler” ve “maden işletmesi” de eklendi. “Korunan alanlar”ın geleceğin güvencesi olduğunu belirten Ekoloji Birliği, yönetmelik değişikliğinin biyoçeşitlilik ve endemik türleri yok olma ile yüz yüze getireceği uyarısında bulunarak “korunan alanlarımıza dokunmayın” çağrısında bulundu.

Tepeköy'deki madenin atık havuzundan sızan siyanürlü su
Tepeköy'deki madenin atık havuzundan sızan siyanürlü su | Fotoğraflar: Tepeköy köylüleri
SİYANÜR SIZINTISINI ÖRTBAS ETME ÇABASI
Yıllardır siyanürle yapılan altın işletmeciliğinin doğaya, canlı yaşamına yönelik zararlı etkileri ve riskleri ile ilgili uyarılar geçtiğimiz günlerde yakınlarındaki altın madeninde yaşanan siyanür sızıntısı ile bir kez daha gözler önüne serildi. Tepeköy mahellesine 450 metre uzaklıktaki madenin atık havuzundan siyanürlü ve ağır metalli suyun sızarak bir tarlada ortaya çıkması sonrası yaşanan tartışmalar da korona krizinin gölgesinde kaldı. Köylülerin şikayetleri sonrası savcılığın tarlada çıkan sudan aldığı numunelerde limitlerin onlarca katı siyanür tespit edilmesine rağmen şirket ve işbirliği içindeki resmi kurumlar olayı örtbas etmeye çalışıyor.
Fotoğraf: DHA
JES'ÇİLER DE KORONAYI FIRSAT BİLDİ!
Yıllardır kenti çepeçevre kuşatan JES'lere karşı mücadele eden Aydın'da da korona fırsatçılığının örnekleri yaşanıyor. İnsanlara evlerinizden çıkmayın, toplu olarak yapılan tüm faaliyetleri erteleyin denilen bir süreçte JES şirketlerinin ÇED toplantıları yapmaya çalışmalarına Aydın Çevre ve Kültür Derneği (AYÇEP) tepki gösterdi. AYÇEP; "Halk korona virüsü salgını nedeniyle panik içindeyken jeotermal şirketlerin bunu fırsata çevirerek faaliyetlerini hızlandırdığına dikkat çekti. AYÇEP, “Korona tehdidi ve çiçek dönemi geçene kadar jeotermal enerji santrallerinin faaliyetleri durdurulsun” çağrısında bulundu.
Ünye ve Fatsa'da maden arama sondajının yapıldığı alanlar
Fotoğraf: Ordu Çevre Derneği
ALTIN MADENİNİN ZEHİRLİ ETKİSİ RAPORLANDI
Ordu'nun Ünye ve Fatsa ilçeleri arasında yapılan altın işletmeciliğinin yöredeki ekolojik tahribatı da, bir raporla ortaya serildi. Ancak çok önemli verilerin açıklandığı bu rapor da korona krizi gündemi arasında gereken ilgiyi göremedi. Fatsa Doğa ve Çevre Derneği beş yıldır bölgede yapılan siyanürlü altın işletmeciliğinin zararlarının her geçen gün daha çok görüldüğü bir süreçte madenin iki kat kapasite arttırımına giderek 53 bin dönümlük bir alanda siyanürlü madenciliği yapmak istediğini açıkladı. Siyanürlü madenciliğin yıkıcı etkilerinin Doç. Dr. Mehmet Aydın ve arkadaşları tarafından bilimsel bir çalışmayla ortaya konulduğunu açıklayan platform, altın madeni çevresindeki tarla ve derelerden kriterlerine uygun olarak alınan 32 örneğin Kanada'daki dünyaca ünlü bir analiz firmasında değerlendirildiğini belirtti. Analiz sonuçlarına göre yer kabuğunda ortalama 20 ppm (milyonda bir) düzeyinde olması gereken kurşun değerleri, madenin çevresinde yaklaşık 5 ile 7 kat arasında daha fazla çıktı. Yine bölgedeki arsenik değerlerinin madenin yakın çevrelerinde limitlerden 6-7 kat daha fazla olduğu tespit edildi. Platformun kamuoyuna açıkladığı raporda; "Siyanürlü altın madeninin yakın çevrelerinde alüminyum değerleri, madenden daha uzak yerlere oranla 9 bin kat daha fazla, kadmiyum değerleri 100 kat daha fazla, bakır değeri 80 kat, demir ve kurşun değerleri ise 100 kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Bu kapsamda maden çevresindeki su kaynaklarında ciddi oranda ağır metal kirliliğinin olduğunu söylemek mümkündür" deniliyor.
Kaz Dağları'nda ağaç katliamını görüntüsü.
Fotolar: Soner Seven, Dron fotoları Çanakkale belediyesi
305 MADEN SAHASI İHALESİNE DAVA AÇILDI
Tam da bu süreçte 305 maden sahasının ihale ile satışına karşı Enerji Bakanlığına dava açıldı. Yeşil Artvin Derneği, Çan Çevre Koruma Derneği, Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, EGEÇEP, DAÇE, Adana Tabip Odası, Erzin Üretici Birikleri ve Ziraat Mühendisleri Odasının açtığı davada ormanların su üretimi, erozyonu önleme, biyoçeşitliliğe ortam oluşturma gibi çok sayıda kamu yararı olduğu gerçeğine dikkat çekilerek ormanları yok edecek maden faaliyetlerinde kamu yararı olmadığının altı çizildi.

26 Mart 2020 Perşembe

Yakınını kaybeden kişi: Özel kıyafetli görevli gömdü, korona mı değil mi söylemediler


26 Mart 2020 04:34

Twitter'da kayınpederinin koronavirüsten ölmüş biri gibi gömüldüğünü yazan bir vatandaş isim belirtmemek kaydıyla yaşadıkları süreci Evrensel'e anlattı.
Acil servis önünde 3 sağlık çalışanı
Fotoğraf: AA

Özer AKDEMİR
İzmir
Sosyal medya hesabından kayınpederinin koronavirüsten ölmüş biri gibi gömüldüğünü yazan bir vatandaş isim belirtmemek kaydıyla yaşadıkları süreci Evrensel'e anlattı. Kayınpederinin maskeli ve koruyucu elbiseli 3 kişi tarafından, mezarı kireçlenerek gömüldüğünü belirten vatandaş, ne ölüm raporunda ne de kendilerine virüsten öldüğünün söylenmediğini aktardı. SES İzmir Şube Eş Başkanı Erkan Batmaz da şeffaf olmayan bigilerle karşılaştıklarını belirterek “Gizli kalan, yanlış bilgi dedikodu şeklinde yayılır" dedi.
Telefonla ulaştığımız İzmirli vatandaş, çok sayıda gazete ve televizyondan arandığını belirterek “Korkuyorum. İşimden gücümden olmaktan korkuyorum" diyerek ismini vermek istemediğini söyledi. 61 yaşındaki kayınpederinin kalp kirizi geçirip 4 tane hastane gezdikten sonra hayatını kaybettiğini anlatan vatandaş "Hastanede korona testi de yapılmış ama sonuç açıklanmadı bize. Ama bütün işlemler koronaymış gibi yapıldı. Raporda herhangi birşey de yazmıyor" dedi.
MAHALLE BİZDEN TEDİRGİN
Kayınpederinin vefatından önce Sağlık Bakanlığı görevlilerinin mahalleye gelerek komşularına kendilerini sorduğunu aktaran vatandaş, “Şimdi herkes bize tuhaf bakıyor artık. Yan komşum kapıları dezenfekte ediyor. Bu süreçte hanıma, çocuğa ve kayınbiradere evinizden 14 gün çıkmayın demişler. Test falan yapmamışlar ama” diye konuştu.
Vatandaş kayınpederinin defin süreciyle ilgili de şunları anlattı: “Kayınpederi yıkamaya giremedik. Paldır küldür bir cenaze namazı oldu Doğançay Mezarlığında. Üç tane koruyucu kıyafetli kişi tarafından gömüldü kayınpederim. Bilsek korona olduğunu, adam zaten hastaydı, bulaşmış öldürmüş deriz. Ama hem korona mı değil mi bilmiyoruz hem de mahallede kapıdan dışarı çıkınca herkes bana bakıyor.”

"GİZLİLİK YANLIŞ BİLGİ VE DEDİKODUYA YOL AÇAR"
Eda AKTAŞ
İzmir
SES İzmir Şube Eş Başkanı Erkan Batmaz, sağlık emekçilerinde koronavirüsün pozitif çıkmaya başlamasının alınan önlemlerin yetersiz olduğunu gözler önüne serdiğini dile getirdi. Virüs bulaşan sağlık çalışanının 14 gün karantina işleminin evinde yapılmasını ve test yapılmıyor olmasını eleştiren Batmaz, bu durumun sağlık çalışanlarını ve ailelerini tedirgin ettiğine vurgu yaptı. Koronavirüs tanısından dolayı yaşanan ölümlere hastanelerin ‘Normal ölüm’ yazarak raporlar verildiğini duyduklarını söyleyen Batmaz, “Raporlara normal yazılması konusunda hekim arkadaşlara baskıların yapıldığını tahmin ediyoruz. Bu süreç geçene kadar gizli kalması için uğraşıyorlar. Şeffaflık diyoruz ama şeffaf olmayan bir süreçle karşılaşıyoruz. Doğru bilgileri ve yaşanan ölümleri daha ne kadar saklayabilirler?” dedi. Gizli kalanın yanlış bilgi ve dedikodu şeklinde yayılmaya başladığına dikkat çeken Batmaz “Bu sefer insanlar daha stres altına giriyor.  İllerin, hastanelerin ve yaşanan ölümlerin net şekilde açıklanmıyor olması belirsizliği arttırıyor. Gizlemek yerine açık açık belirtmek toplumu biraz daha rahatlatacaktır” diye konuştu.

22 Mart 2020 Pazar

Sabır, dua, kolonya... (Pazar yazısı)


21 Mart 2020 23:22

 Sabır, dua, kolonya...

Sabaha kadar gözüne uyku girmedi Fikret’in. Yanı başında dünya umurunda değilmişçesine uyuyan eşini uyandırmamaya çalışarak cep telefonundan sürekli sosyal medyayı takip etti. Durum her geçen an daha da kötüye gidiyordu! Telefonu tamamen kapatıp biraz uyumaya çalıştı. Sabaha iş vardı ve uykusuz, yorgun bir iş günü kabusunu yaşamak istemiyordu. 
Ağırdı işi, yüzlerce derecelik fırınların karşısında çalışıyordu nihayetinde. Hata yapma şansı, lüksü yoktu. Gözlerinin önüne çalıştığı yıllar içinde tanıklık ettiği iş kazaları geldi. Basit bir hata yapan, gerekli ekipmanları kullanmayan ya da işyerindeki yetersiz önlemler nedeniyle kazalanan, uzvunu kaybeden hatta yaşamını yitiren birçok iş arkadaşı olmuştu. Uyuması, dinlenmesi gerekiyordu ama gel gör ki bu kadar stres altında vücudu uykuyu reddediyordu...
Sabah her zamanki gibi saat altı da kalktı. Henüz sabah ezanı okunmamıştı. Ezanın saatinin biraz ileri kaydırıldığı her aklına geldiğinde Diyanete ateş püskürürdü. 
Haberlerde virüsün Çin’in ardından İran’da, Irak’ta, Yunanistan’da ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde görüldüğü, Türkiye’de ise henüz tespit edilmediği söyleniyordu. Bu iktidarın hiçbir şeyine inanmamayı yıllar önceden öğrenmişti ki yine halka yalan söylediklerine adı gibi emindi! 
Günde binlerce insanın yurt dışından giriş çıkış yaptığı bir ülkede, sınır kapılarında, hava limanlarında ateş ölçen termal kameralardan öte bir önlemin alınmadığı ortada iken virüsün girmemesi daha baştan akla aykırıydı. Nitekim, Türkiye’den farklı ülkelere giden yolcularda, o ülkelerdeki daha sıkı kontroller nedeniyle tespit edilen virüslü hastaların sayısı da her geçen gün artıyordu. Türkiye’de resmi olarak görülmediği söylenen virüs, ne garip ki ülkeden dışarı gidenlerde hemencecik tespit edilebiliyordu! Bu bile olayın trajikomik bir durum olduğunun kanıtıydı aslında. Çok açık ki halka yine yalan söyleniyor, yine gerçekler gizleniyordu...
Her zamanki gibi ince belli bardakta çay, üç beş zeytin, iki dilim peynir ve ekmekten oluşan (haftada iki kere yumurta girerdi bu listenin içine) kahvaltısını ayaküstü yapıp evden çıktı. Camiden on beş dakika önce ezan okunmuştu ama dışarısı hâlâ karanlık ve soğuktu. Ellerini kabanının ceplerine sokup yakasını kaldırdı. Saat yedide servisin kendisini alacağı durağa yürüdü. Durakta dört beş işçi daha vardı servis bekleyen. “Günaydın”laştılar ve son günlerde tek konuştukları konuyu konuşmaya başladılar aralarında, koronavirüsü...
“Abi, Türklerin geni bu virüsten bizi koruyormuş. Bir tane profesör de kelle paça içmenin virüse karşı en iyi önlem olduğunu söyledi. Bak şimdi canım çekti!» dedi İsmet. Aynı fabrikada çalışıyorlardı. İktidar partisine üye bir “Reisçi”ydi. Maçları, yemek programlarını ve Osmanlının kahramanlıklarını anlatan dizileri hiç kaçırmazdı. Son zamanlarda bu virüs muhabbetlerinin konuşulduğu tartışma programlarını izlemeye başlamıştı. 
“O tür programları izlersen öğreneceğin ancak o saçmalıklar olur dedi” Halil. “Yok kelle paçaymış, yok Türk geniymiş!.. Bir de bunları önünde prof. unvanı yazan kişiler söylemiyor mu?! Zaten tartışma programları da hep aynı kişilerle yapılıyor. Virüsü de onlar değerlendiriyor, Suriye politikasını ya da enflasyon oranını da. Memlekette hiçbir şey normal değil ki bu programlar doğru düzgün olsun!” diye söylendi. İsmet kulak asmadı bu söylenenlere. Müzmin muhalifti Halil zaten. Tartışmalarının bir yere gitmeyeceğini yıllar içinde ikisi de öğrenmişti. 

Fikret tartışmaya dahil olmadı. Zaten sabaha kadar bu virüs yüzünden gözüne uyku girmemişti. Bir de şimdi sabah sabah bunun muhabbetini yapmak istemiyordu. 
İlerideki köşeden servisten önce ışığı ve sesi geldi. Eski model 302 Mercedes yılların yorgunluğundan olsa gerek adeta ‘offf’layarak durdu önlerinde. Açılan kapıda da elinde eldiven, ağzında maskeli biri duruyordu. “Günaydın arkadaşlar, sırayla ve yavaş yavaş gelin. Ateşinizi ölçeceğiz” dedi vardiya amiri Haydar. Sesinden tanımışlardı Haydar’ı. 
Üç işçi bindi servise alınlarına tutulan bir cihazla ateşleri ölçülerek. Otobüs birkaç duraktan da aynı şekilde işçileri alıp yaklaşık 20 km uzaklıktaki fabrikaya doğru yola çıktığında otobüsün tam ortasında ayakta dikilen vardiya amiri Haydar koronavirüs ve işyerinde alınacak önlemlerden bahsetti yüksek sesle. Artık bugünden itibaren servislere ateşleri ölçülerek bineceklerdi. Ateşi olanlar servise alınmayacak, evlerine dönecekti. Evlerine dönen işçilerin izin durumlarının ne olacağı ileride belli olacaktı. Ücretli izinli sayılacaklardı muhtemelen ama hastalık uzarsa ne olacağı belli değildi henüz.  İşçilere temin edilir edilmez eldiven dağıtılacak, ileride maske de verilecekti. Çay molalarında mutlaka ellerin sabunla yıkanması, arada servislere konulan dezenfektandan sıkılması gerekiyordu. Yemekhaneye de gruplar halinde gidilecekti. “Arkadaşlar” dedi vardiya amiri Haydar, “Bu virüsün şakası yok! Bütün dünyada hızla yayılıyor ve tedavisi henüz bulunmadı. Ölüm oranı yüzde 3 ama bu çok büyük bir oran. Allah göstermesin hepimizin çoluğu çocuğu var. Birbirimizi korumamız lazım”.
İşçiler arasında tedirgin homurtular duyuluyordu Haydar usta konuştukça. Her birinin kafasında onlarca soru dolanıyor, geleceğe dair endişeli düşünceler birbirini kovalıyordu.
Yaklaşık bin işçinin çalıştığı fabrikaya geldiklerinde çok bir değişiklik göremediler. Vardiya değişiminde arkadaşlarına sadece uzaktan günaydın demekle yetindiler. Yine aynı soyunma salonuna girdiler 400-500 işçi. Yan yana dolaplarda dip dibe, elleri bacakları birbirine değerek üstlerini değiştirdiler. Bir işçide bile virüs varsa bu salonda diğer hepsine bulaştırmaması mümkünü değildi. 
Ünitelerde, bant başında ve fırınların olduğu bölümde yine iç içe çalışıyorlardı. Fırınların olduğu yerdeki ısıya dayanıklı koruyucu malzeme ve eldivenler dışında diğer birimlerde eldiven ve maske yoktu hâlâ. Sorduklarında “fabrikasında tükenmiş, ilk fırsatta alacağız” diye yanıt verildi. On beş dakikalık çay molalarında tuvalete mi gitsinler, çay mı içsinler ellerini mi yıkasınlardı! Dezenfektan cihazı daha sabahtan bozulmuş, basılan yeri kırılmıştı. Sigara içilen alanlar kapatılmış, tiryakiler artık o kısacık aralarda bir de fabrika dışındaki açık alanlarda sigara içme telaşına düşmüşlerdi. 
Dönüş servisindeki televizyonda virüsün resmi olarak ülkede görüldüğünü açıkladı Sağlık Bakanı. “Telaşa mahal yok, Allahın izniyle hep birlikte bu belayı savuştaracağız” dedi. “14 kurala uyduk mu hastalığa yakalanma riskimizi en aza indiririz” diyordu. Sağılıklı ve dengeli beslenmenin öneminden bahsetti bir de...
Fikret, “Tüm bunları hangi parayla yapacağımızı da söyleseler ya" diye düşündü izlerken. Servisten inip eve gitmeden önce hemen durağın arkasındaki markete girdi. Markette un, konserve reyonları sanki yağmalanmışçasına bomboştu. Kolonya almak istedi o rafın da boş olduğunu gördü. Tuvalet kâğıdı, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi kuru gıdalar ve sıvı sabun alabildi. Tavuk bile kalmamıştı markette. İnsanlar sanki bir daha sokağa çıkamayacaklar, sanki marketler kapatılacakmışçasına davranıyorlardı. Belki de öyle olacaktı ileride, bilemiyordu. 

Virüs tespit edilenlerin ve ölenlerin sayısı arttıkça mağazalar bir bir kepenk indirdi. İnsanlar iyice evlerine çekilirken birçok işyeri kapanıp, işçiler işten çıkarıldılar. Çalıştığı demir çelik fabrikasında da her an işçi çıkarılabileceği ya da sokağa çıkma yasağı ile üretime ara verilebileceği konuşuluyordu. Herkes diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi hükümetten hastalığa karşı tedbir ve destek paketi açıklamasını bekliyordu. Birçok ülkede işten çıkarmalar yasaklanmış, evlerine gönderilen işçiler ücretli izinli sayılmıştı. 

Okullar tatil edildiğinde üniversitede okuyan kızları da geldi İstanbul’dan. Zorunlu olmadıkça evden çıkmıyorlardı ama fabrika çalışmaya devam ediyordu. Cumhurbaşkanının açıkladığı önlem paketi ise işçiler için tam bir hayal kırıklığı oldu. Ertesi gün servise binerken bu paket konuşuluyordu. Bir süredir yemek programlarını ve Osmanlı dizelerini izlemeyi bırakan İsmet bile hoşnutsuzluğunu gizlemiyordu artık. “Bir de ‘yüzün gülüyor’ dedi patronların temsilcisine arkadaş. Şirketlerin kredilerini ve faiz ödemelerini üç ay sonraya bırakıyor, yeni krediler için musluğu açıyor. Biz fakirlere “Sabredin, dua edin dedi. Ha bir de kolonya dağıtılacakmış. O da yaşımız tutarsa!.. Zengine para bize kolonya, bu ne yaa!...” Söylediklerindeki kafiye diğer arkadaşlarını da güldürdü duraktaki. “Kolonyada yaşa takılanlardan mısın sende İsmet” dedi gülerek Halil. 

Servise yine ateşleri ölçülerek alındılar. Biraz önceki sohbetteki yalancı neşe servise biner binmez kayboldu. Şimdi tüm işçiler kara kara bu günleri nasıl geçireceklerini, hastalık kapmadan evlerine dönüp dönemeyeceklerini ve eğer fabrika kapanırsa neyle geçineceklerini düşünmeye başlamışlardı...


20 Mart 2020 Cuma

Gümüştaş şirketi yalanladı, köy muhtarı: Gelin tarladan tekrar numune alalım


20 Mart 2020 02:30
 Son Güncellenme Tarihi: 20 Mart 2020 15:01

Niğde'nin Ulukışla ilçesinde işletilen altın madenindeki siyanür sızıntısını Gümüştaş şirketi yalanlarken köy muhtarı: "Hodri meydan. Gelin tarladan tekrar numune alalım, içebiliyorsanız için” dedi.
 GÜNCELLENDİ
 Tepeköy'deki madenin atık havuzundan sızan siyanürlü su
Tepeköy'deki madenin atık havuzundan sızan siyanürlü su | Fotoğraflar: Tepeköy köylüleri

Özer AKDEMİR
İzmir
Niğde'nin Ulukışla İlçesine bağlı Tepeköy Mahallesi yakınlarında işletilen altın madeninden siynürlü atık suların sızdığı iddiaları ile ilgili haberimize madenci şirket yanıt gönderdi. Haberdeki bilgi ve belgelerin asılsız olduğunu ileri süren şirket avukatı açıklamalarına dayanak olarak bir takım analiz raporları gönderirken, sızıntının resmi raporlarla kanıtlandığında ısrar eden köy muhtarı ise iddialarında ısrarlı; "Hodri meydan! Tarladan tekrar numune alalım ve içebilen çıkan suyu içsin!" dedi. Muhtar siyanür sızıntısını örtbas etmekle suçladıkları İl Çevre Müdürü hakkında dava açtıklarını dile getirdi.
ŞİRKET 'ŞANTAJ YAPILIYOR' İDDİASINDA
Evrensel'de 11 Mart 2020 tarihinde "Tepeköy'deki altın madeni atık havuzundan siyanürlü su sızıntısı: Önlem alan yok" başlığı ile yayınladığımız haberimize iddiaların odağındaki Gümüştaş Madencilik şirketi avukatı tarafından  açıklama gönderildi. Gümüştaş şirketinin 2010 yılından bu yana Tepeköy yakınlarında siyanür liçi yöntemi ile altın-gümüş üretimi yaptığını belirten avukat Davut Menki, şirketleri ile ilgili iddiaların arkasında iki yıl önceki yerel seçimlerde muhtar seçilen Tevfik Sonat'ın olduğunu iddia etti. Menki, "Muhtarın değişimi ile birlikte, daha önce problem olmayan faaliyetlerimiz, yeni bir tesis kurma çalışmalarımız esnasında ve belirli taleplerin karşılanmayacağının söylenmesi ile şikayet ve karalama kampanyasına maruz kalmış ve artarak devam etmektedir" dedi.
KÖYLÜ MADENE DOĞRU EV YAPARAK YAKLAŞTI
Menki "kötü niyetli" olarak tanımladıkları bazı kişilerin "sürekli aynı yanlış bilgileri kullanmakta, aynı şantaj yöntemleri ile hem Kamuoyunu hem de İdari makamları yanıltmaya çalışmakta" olduklarını ileri sürdü. Şirket avukatının maden tesislerinin köye bir zararı olmadığı iddialarına, işletmelerin ilk kurulduğunda köy evleri ile 1 km uzaklıkta bulunan tesislere doğru köylülerin yeni evler yapması ile aradaki mesafenin 450 metreye kadar düşmesini örnek olarak gösterdi. Şirket avukatı gönderdiği bilgi notunda madenin atık havuzunda herhangibir sızıntının olmadığını ileri sürerken, havuzdan ve çevresindeki tarlalardan alınan numunelerde değerlerin limitlerin altında olduğuna dair analiz raporlarını da ekledi.
"ŞİRKETİN BELGELERİ DÜZMECE"
Şirket avukatının bu açıklamalarını ve gönderdiği belgeleri "düzmece" olarak niteleyen köy muhtarı Teyfik Sonat ise iddialarında ısrar ediyor. Siyanür sızıntısı ile ilgili resmi belgelerin aylarca açıklanmadığını belirten Sonat, "Savcı talimatlarıyla, hakim, İl Çevre Müdürü, Gümüştaş yetkilileri, köylüler, tarla sahibi ve jandarma eşliğinde defalarca numuneler alındı, Hepsi de şahit numuneli. Bu olayı aklamak adına İl Çevre Müdürü, görevini kötüye kullandı. Gümüştaşı aklamak adına, ikinci tesisin ÇED olumlu kararını çıkarma adına herşeyi yaptılar. İl Çevre Müdürüne dava açtık. Şirket avukatının gönderdiği evrak tek taraflı. Kaç kişi şikayet ettiyse kopyala yapıştır tek tip cevaplar geldi. Tansiyonu düşürmek için bir kişiyi görevden aldılar ama yetmez! Bu işin peşini asla bırakmayacağız" diye konuştu.
SAVCILIK ÖLÜMCÜL ORANDA SİYANÜR TESPİT ETTİ
Köy muhtarı Tevfik Sonat'n avukatı Murat Fahri Ertul tarafından şirket avukatının açıklamaları ile ilgili gönderilen yanıtta da "Gümüştaş Madencilikten kim ve ne talep ettiyse açıkça açıklamalarını ısrar ve şiddetle istiyoruz" denildi. İftiralarla ilgili yasal sürecin başladığının belirtildiği açıklamada, "ilgili fabrikanın hemen sınırında bulunan Tepeköy 141 ada 1 parseldeki tarım arazine siyanür havuzundan su sızması sonucu Ulukışla Asliye Hukuk mahkemesi hakim nezaretinde yetkili mühendisler, fabrika yetkilileri,  köyde yaşayan vatandaş ve jandarma ile toprak kazılmış, 1 metre kadar kazıldıktan sonra yerden siyanürlü su çıktığı tespit edilmiştir. Çıkan sudan ve topraktan numuneler alınmış, numunenin biri mahkemece yetkili laboratuvara, bir şahit numune ise ODTÜ gönderilmiştir. Gelen sonuçlarda havuzdan sızıntı olduğu ve siyanür ile birlikte başkaca ağır metallerinde olduğu tespit edilmiştir. Savcılık makamınca alınan numunelerin sonuçları kamuoyu ile paylaşılmıştır ve öldürücü derecede siyanür olduğu tespit edilmiştir."
HODRİ MEYDAN!
Şirketin siyanür sızıntısını karartmak için bir takım girişimleri olduğunu, bunların köylülerin şikayetleri sonrası jandarma tarafından tutunak altına alındığını ileri süren av. Ertul, "Yapılan açıklamada ek olarak verilen,  analiz sonuçlarında dahi yer altı sızıntı sularında çıkan siyanür miktarı 0,876’dır. İnsan sağlığını etkileyecek sınır ise 0,005 ‘ dir. Kendi yayımladıkları sonuçlar dahi sızıntı olduğunu ve sonuçlarının tehlikeli olduğunu göstermektedir. Hodri meydan; fabrika yanlısı bütün siyasiler ve yöneticiler, kendisine güvenen STK'lar, bizim gibi önce insan ve insan sağlığı diyebilenler, hep birlikte 141 ada 1 parsel tarım arazisinde ve Gümüştaş Madenciliğin numune alınan çalışma sahasında yeniden bir tespit yaptıralım. Orada sızınıtı yok diyenler, iftira ve şantaj diyenler, buyrun çıkan suyu içebilir misiniz?" dedi.

Tepeköy'deki altın madeni atık havuzundan siyanürlü su sızıntısı: Önlem alan yok



19 Mart 2020 Perşembe

Ekoloji Birliği Uyardı: Sermayeden Yana Değil, Halktan Yana Sağlık Politikaları Gereklidir 19 Mart 20200



 

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve her geçen gün daha endişeli günler yaşatan korona virüs salgınına ilişkin alınan önlemler konusunda bir basın açıklaması yapan Ekoloji Birliği, izlenen sağlık politikası konusunda yetkilileri uyardı. Önlemler konusunda uygulanan çifte standardı da eleştiren Ekoloji Birliği’nin açıklamasında “korona virüs salgını ile oluşan ortam halka ölüm getirirken, sermaye için yeni fırsat olanakları sağlamamalı” uyarısı yer alıyor.

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve her geçen gün daha endişeli günler yaşatan korona virüs salgınına ilişkin alınan önlemler konusunda bir basın açıklaması yapan Ekoloji Birliği, izlenen sağlık politikası konusunda yetkilileri uyardı. Önlemler konusunda uygulanan çifte standardı da eleştiren Ekoloji Birliği‘nin açıklamasında “korona virüs salgını ile oluşan ortam halka ölüm getirirken, sermaye için yeni fırsat olanakları sağlayacak ortam gibi görülmemeli” uyarısı yer alıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan önlemler paketine de değinen Ekoloji Birliği, “yine sadece sermaye kesiminin çıkarının gözetildiği” eleştirisinde bulunarak, “sermayeden yana değil, halktan yana sağlık politikası istiyoruz” dedi. Ekoloji Birliği tarafından bugün konuyla ilgili basın ve kamuoyuna yönelik yapılan açıklamanın tam metni şöyle:


SERMAYEDEN YANA DEĞİL, HALKTAN YANA SAĞLIK POLİTİKASI
Korona virüsü tüm sınırları aştı, dünyanın temel sorunu haline geldi.  Sermayenin rant ve çıkarı uğruna doğaya müdahalesinin sonuçlarını yaşıyoruz. Ormanlar yok edilmekte, doğanın dengesi altüst olmaktadır. Yaban yaşamı olumsuz etkilenmektedir.  Bazı iddialara göre yarasaların yaşam alanlarının yok edilmesinin sonucunu yaşıyoruz. Yarın diğer yaban yaşamının altüst edilmesinden dolayı nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz.
Ekoloji Birliği olarak bizler, yaşam alanlarımıza sahip çıkarken ekolojik dengenin korunmasının önemini ısrarla vurguluyoruz. Ekolojik sisteme müdahalenin tüm dengeleri bozduğunu biliyoruz. Doğa da bunun hesabını mutlaka sorar. Doğayı bir ‘meta’ olarak gören sermaye, korona virüsü salgınında da kendi çıkarını korumayı önceleyerek halkın sağlığını “göstermelik” projelerle tehlikeye atmaktalar. Çalışan işçiler başta olmak üzere halkın yaşamları önemsenmemektedir. İşçiler robot olarak görülmekte, açıklanan önlemler paketinde işçiler ve yoksul halk yer almamaktadır.
 
KORONA SALGINI HALK İÇİN ‘ÖLÜM’, SERMAYE İÇİN ‘YENİ FIRSAT’ OLMAMALI
Cumhurbaşkanı Erdoğan “önlemler paketi”ni açıkladı: Pakette halkın değil sermaye sınıfının çıkarları öne çıktı. İşverenlerin kredilerinin, borçlarının ertelemesi gibi maddeler belirleyici çözüm maddeleri oldu.
Oysa küçük esnafın, küçük çiftçinin, ücretli çalışanların, sağlık çalışanlarının hakları gözetilmelidir. Krizde ayakta durması zor olan küçük çiftçi ve esnafa karşılıksız hibe verilmelidir. Ücretli çalışanlar yıllık izinli değil, idari izinli sayılmalıdır. Kapanan işyerlerinde işten çıkartma yerine çalışanların ücretlerinin işsizlik fonundan karşılanması sağlanmalıdır. Okulların kapanması nedeniyle kamuda çalışan ve çocuğu olan kadınlara izin verildi ancak bu izinler yıllık izinden sayıldı. İzinler yıllık izninden düşülmemeli, idari izinli sayılmalıdır. Diğer yandan ebeveynlik yalnız kadının görevi değildir, krizin yükü yalnız kadınlara yüklenemez, babalara da idari izin verilmelidir.
Halka sunulacak tüm sağlık hizmetleri ücretsiz olmalıdır. Tehdit altındaki tüm yurttaşların tahlilleri kısa sürede yapılmalıdır. Hijyen için gerekli olan su ücretsiz sağlanmalıdır. Vatandaşın su borçları silinmeli, borç nedeniyle kapalı olan sular açılmalıdır. Koruyucu önlem için maske, dezenfektan gibi malzemeler tüm yurttaşlara acilen ücretsiz olarak dağıtılmalıdır. Suyu ticari meta olarak gören ve halkın suya erişimini paralı hale getirenler, halkın sağlığını da tehlikeye atanlardır. Su tüm canlıların yaşam kaynağıdır, paralı hale getirilemez, ticarileştirilemez
Yaşanan felaketin sorumlusu doğayı talan eden, ekolojik sistemleri bozarak yaban yaşam alanlarını yok edenlerdir. Ortaya çıkan krizin yükünü halk değil, sebep olanlar üstlenmelidir. Ekoloji Birliği olarak, halkın sağlığının her şeyden önemli olduğunu ve korona virüsüne karşı mücadelenin yetkililerin birincil ve en temel görevi olduğunu hatırlatırız.
Bizler için çözüm; bir araya gelmek, yaşam alanlarımızı savunmak, ekolojik yaşam pratiklerimizi geliştirmek ve aracısız gıda dağıtım ağları dahil kendi dayanışma ekonomilerimizi kurmaktır.
Ekolojik Yıkımlara Hayır!
Halktan Yana Sağlık Politikası!
Dayanışma Yaşatır!

Karacaların koruma alanına çinko-kurşun madeni yapılmak isteniyor!



İzmir Bayındır’da bulunan çinko-kurşun madeninin, karacaların yaşam alanlarına doğru kapasite artışına gitmesine köylüler tepkili.
 Maden girişi
Fotoğraf: Ayşe Demirel

Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir Bayındır ilçesi Sarıyurt Mahallesi yakınında işletilen çinko-kurşun madeninin kapasite artışına gitmesine yöre köylüleri tepki gösteriyor. ÇED gerekli değildir kararı bulunan madenin, genişlemek istediği bölge yaban hayatı koruma alanında ve karacaların yaşam alanı içerisinde kalıyor.
PROJE SAHASI KARACALARI KORUMA ALANINDA
Hâlihazırda Sarıyurt Mahallesi’nde işletilmekte olan kurşun-çinko madeninin kapasite artışına gitmek istemesi Kızıloba köylülerini de tedirgin etmiş. Köylüler, İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne maden projesinin iptal edilmesi için dilekçeler gönderdi. Mahalle halkı Sarıyurt köyü içerisinde CVK Maden İşletmeleri tarafından işletilmekte olan bir çinko ve kurşun madeninin 941,20 hektar büyüklüğünde bir sahaya genişletilmesi için talepte bulunduğunu dile getirdi. Köylüler, dilekçelerinde şöyle dedi: "Yeni ÇED başvurusuyla genişletilmek istenen maden sahası aynı zamanda karacaların koruma altında olduğu Ovacık Yaban Hayatı Koruma Sahası’nın içerisinde yer almaktadır. Vadimiz yaban hayatının sürdüğü ender coğrafyalardan biri olmakla birlikte; zeytin, ceviz ve kiraz başta olmak üzere, kestane, elma, üzüm gibi birçok tarımsal ürünün yetiştiği çok verimli bir coğrafyadır. Adı geçen ürünlerin bir kısmı iç piyasanın ihtiyaçlarını karşılarken, çoğu ihraç edilerek ülke ekonomisine önemli bir katkı sağlamaktadır."
 Dilekçe imzalayan köylüler
Fotoğraf: Ayşe Demirel
KÜÇÜK MENDERES HAVZASI SU KAYNAKLARINDAN
Genişletilmek istenen maden sahası içindeki yer altı ve yer üstü su kaynakları tarafından beslenen Ilıca Deresi'nin, Küçük Menderes Ovası’nın en önemli su kaynaklarından biri olduğunu belirten yöre halkı, "Dereköy, Ergenli, Turan ve Yusulu köylerinin de Ilıca Deresi’nin suyu ile tarım ve hayvancılık yapmaktadır. Aynı dere üzerinde inşası devam eden Ergenli Barajı, tamamlandığında, Bayındır’ın içme suyu ihtiyacını karşılayacaktır" dedi. İzmir Valiliği ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü, Orman ve Turizm Bakanlığı’ndan tescil almak üzere olan Efeler Yolu projesinin rotasının da söz konusu köylerden ve genişletilmesi planlanan maden sahasının içinden geçtiğini kaydeden yöre halkı verdiği dilekçede şu görüşleri dile getirdi; "Hem tarım topraklarının, hem içme ve sulama suyu kaynaklarının, hem yaban hayatı yaşam alanlarının, hem de eko turizm olanaklarının bulunduğu böyle zengin bir coğrafyanın tam ortasındaki kurşun ve çinko maden sahasının kat be kat genişletilmesi talebi, ekonomik, ekolojik ve sosyal açıdan çok yönlü zararlara ve mağduriyetlere neden olacaktır".
Reklam
Maden şirketinin yıllık 150 bin ton üretim kapasitesi planlandığının aktarıldığı dilekçede, bu kadar geniş bir sahada sondaj, patlatma gibi yöntemler kullanılarak, tüm canlılar için son derece tehlikeli çinko ve kurşun gibi ağır metallerin çıkarılması, taşınması ve biriktirilmesinin söz konusu olduğu ifade edildi.
Dilekçe imzalayan köylü 
Fotoğraf: Ayşe Demirel
MADEN GENİŞLERSE NELER OLACAK?
Dilekçede bu projenin hayata geçirilmesi durumunda geri dönüşü olmayan zararlara dair öngörüler maddeler halinde sıralandı;
Sondaj yapılan alanlarda, çoğu zeytinlik ve meyve bahçesi olmak üzere, orman alanını da içine alan bitki örtüsü sıyrılacak, yol açmak için ağaçlar kesilecektir.
Sondajla kesişen su kaynakları kaybolacak; yer altı ve yer üstü suları ağır metallerle zehirlenecektir.
Ağır metallerin karışacağı su kaynaklarını besleyen sulama ve içme suyu kaynakları da kullanılamaz duruma gelecektir.
Patlatma sonucunda yayılacak gazlar yaban hayatı ve canlı yaşamı olumsuz etkileyecektir.
Yoğun kamyon trafiği insan ve yaban hayatını tehlikeye sokacaktır.
Türkiye’nin en zengin zeytin, zeytinyağı ve kiraz üretim alanlarından biri olan bölgede, zeytin ve kiraz üretimi, dolayısıyla yerel halkın ekonomik ve sosyal refahı da olumsuz etkilenecektir.
ÇED RAPORU İLE BİRLİKTE PROJENİN İPTALİNİ İSTİYORLAR
Çinko ve kurşun gibi ağır metaller çıkarılacak böyle bir madenin yaban hayatını yok etmesini, suları zehirlemesini, insan, hayvan ve toprak sağlığını tehlikeye atmasını istemediklerini dile getiren yöre halkı dilekçelerinde İl Çevre Müdürlüğüne şöyle seslendi; "Bu cennet doğanın sadece bizim olmadığını, bizden sonraki nesillere bırakmamız gereken bir hazine olduğunu düşünerek, konu hakkında duyarlı olmanızı bekliyor ve ÇED raporuyla birlikte projenin de iptalini talep ediyoruz".

Fotoğraf: Ayşe Demirel
KARACALAR VE ZEYTİNLER NE OLACAK?
Proje alanı
Kazdağları’nın kuzey yamaçlarında Yenice / Kalkım arasında da kurşun-çinko madenciliği yapan CVK adlı şirket tarafından işletilen ve kapasite artışına gitmek istenilen madenin ÇED başvuru dosyasında bölgedeki iki sahada 50 bin ton/yıl kapasiteli “Kurşun- çinko ocağı, kırma-eleme ve ön zenginleştirme tesisi” için İzmir Valiliğinin 2006 ve 2014 yılında ÇED gerekli değildir kararı verdiği belirtiliyor. İzmir'e 48 km uzaklıktaki ÇED alanı Bayındır ilçe merkezine yaklaşık 9,6 km, Ovacık Mahallesi’ne 2,8 km ve Sarıyurt Mahalle merkezine ise yaklaşık 1,5 km mesafede bulunuyor.  ÇED başvuru dosyasında ruhsat alanının Bayındır Ovacık Yaban Hayatı Geliştirme Sahası içerisinde yer aldığı belirtilirken 2006 yılında 57.889 dekar alan için ilan edilen Yaban Hayatı Geliştirme Sahasının karacaların yaşam alanı olduğu belirtiliyor. ÇED dosyasında ayrıca yörede "Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılatılması Hakkında Kanun"da belirtilen alanların da bulunduğu ifade ediliyor. ÇED dosyasına göre ruhsat alanı İzmir-Manisa Planlama Bölgesi 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı kapsamında tarım ve orman alanı üzerinde yer almakta. Proje kapsamında mevcut durumda işletilmiş olan kurşun-çinko ocağının üretim kapasitesinin 150.000 ton/yıl’a çıkarılması planlanırken, yer altı ocağından patlatma yöntemi ile çıkarılacak 150.000 ton/yıl malzemenin; 60.000 ton/yıl’ını cevher, 90.000 ton/yıl’ını ise posa oluşturacak.

Altın madeni bu kez ÇED sürecinden kaçamadı


15 Mart 2020 Pazar

Hasankeyf’e veda!.. (Pazar yazısı)


15 Mart 2020 00:56

 Özer AKDEMİR

Halo Bekir, sabah güneşi Dicle’nin sularını safran sarısına boyadığında çıkınını dürüp yanına koydu. Şalvarının üstüne dökülen yufka ve peynir kırıntılarını avucunun içine toplayıp dişsiz ağzına attı. Oturduğu yerden ‘offf’layarak da olsa doğruldu. Sırtını yasladığı kayaya tutundu kalkarken. Topal ayağına yük binmemesi için öbür eli ile de koltuk değneğini destek yaptı. Dikilip ayağa kalktığında, sağ yamacında bulunan kalenin burçlarından yansıyan gün ışığı gözüne geliyordu artık.
Dimdik bir karanlık burçlardan sulara doğru iniyordu. Kayadaki göz göz mağaralar betonla doldurulup düz bir duvar haline getirilmişti. Binlerce yıllık mağaraların şimdi yerinde yeller bile esmiyordu! Kalın, kirli, soğuk bir beton ile örtülmüştü kaya...

Resim
Mağarasına çıkan daracık keçi yolundan alışkın hareketlerle aşağıya inmeye başladı. Beyaz kireç gibi bir tozla kaplı keçi yolunun kaygan zemininden topal ayağına rağmen adeta sekerek iniyordu. Sapasağlam, gencecik insanların gıdım gıdım ilerlediği yolu o gözü kapalı gidip gelirdi.
Halo Bekir bu mağaralarda doğmuş, büyümüştü. Ömrünün son demlerinin yaklaştığını anlatıyordu ona her gördüğü, işittiği, tattığı şey... Dünya üzerindeki son devranını bu mağaralarda geçirmekten başka da bir beklentisi kalmamıştı hayattan.

Resim
Bir göl kadar kıpırtısız hale gelen Dicle’ye doğru yürürken ayrık otlarının arasında sırtı tozlarla kaplı bir çöl varanı gördü. Çöl varanı mor dilini uzatıp çekerek ağır ağır uzaklaşıyordu vadinin içine doğru. Daha önce de defalarca görmüştü bu dev kertenkeleyi. Zararsız bir hayvandı aslında. İlk gördüğü zamanlarda korkmuştu ondan Halo. Onu gören çöl varanının kendisinden daha çok korktuğunu anladığında rahatlamıştı. Koca kertenkele ağır cüssesine rağmen hızla kaçıp vadiye dalıyordu her karşılaştıklarında. Oysa bugün nedense hiç acele etmeden, kuyruğunu sürüyerek ağır ağır geçip gitti yanından. Durup hayvanın ardından baktı bir süre. Onun da kendisi gibi yaşlandığını, hareketlerinin iyice ağırlaştığını görüyordu...
Hasankeyf’e veda!..
HALO BEKİR’İN SIRRI
Dicle’nin kıyısına inip her zamanki yerine, ceviz ağacının gölgesindeki düz taşın üzerine oturdu. Az ötede su kıpırtısız, renksiz öylece duruyordu. Nehrin eski halini anımsadı. İçi kederle doldu Halo Bekir’in. Baharda yağmuru ve eriyen kar sularını yüklenen nehrin çılgınca akışı geldi gözlerinin önüne. Yanına yaklaşmak bir yana gümbür gümbür sel olup çağlayışını uzaktan izlemek bile insanı ürpertirdi.
Sonra yazın, o dayanılmaz sıcaklarda nazlı nazlı akışını düşündü suyun. Zeynel Bey Türbesi’ne bir taş atımı uzaklıkta, Dicle’nin kıyısındaki tarlada çalışırken, sıcak dayanılmaz hale geldiğinde şalvarını dizine kadar çeker buz gibi nehre girerdi. Kırk elli dereceyi bulan ağustos sıcaklarında Dicle bütün hararetini alırdı Halo Bekir’in. Bileklerinin biraz yukarısına kadar gelen suyun içinde şah balıkları ayaklarının dibinden gelir geçerdi. Yukarıda, masmavi gökyüzünde bir gökkuzgun ya da kızıl akbaba döner de dönerdi...
Reklam
Filinta gibi bir gençti o zamanlar Halo Bekir. Başında kavak yelleri eserdi. Sevdiği kızın adını yazabilmek için kimsenin ulaşamayacağı dümdüz kayanın dibine kadar yüzerdi. Nefesini tutup suya dalar, kayanın su altında kalan kısmına Halep işi çakısıyla “Mihri” yazardı. Bugün bile Dicle’nin balıklarından ve kendisinden başka kimsenin görmediği o ismi yüreğinin en kuytusunda, bir hazine gibi saklıyordu...
*
“Rojbaş Halo, merhaba!” diye tepesinde biten güvenlikçi Recep’in sesi onu anılardan çekti aldı. Recep, böyle en mahrem anılarının üstüne pat diye gelince, sanki gizi açığa çıkmış gibi utandı, kızardı. “Merhaba” etti gözünü Recep’ten kaçırarak.
Recep teklifsiz geldi yanına oturdu, her zamanki gibi. Çoktan rahmetli olan arkadaşı Süleyman’ın oğluydu Recep. Süleyman’ın ve tam oturduğu yerin karşısında mezarlıkta dikili sivri mezar taşında adı yazan Mihriban’ın!..
"BURADA DOĞDUM BURADA ÖLECEĞİM"
Önceleri babası yaşındaki Halo Bekir’le epey cebelleşmişti Recep, güvenlikçi olduğu günlerde. Ağız dalaşı etmiş olmamış, babası yaşındaki adamı kolundan tutup götürmeye gönlü razı gelmemiş, yalvarmış yakarmış Halo’yu kararından döndürememişti.
Halo Bekir’e ne deseler, ne etseler fayda etmemiş, öldürseler de mağarasından çıkmayacağını söylemişti. Su, mağaraya kadar gelmeyecekti ama yine de köprü tamamen sular altında kalınca karşı kıyı ile iletişim kesilecekti. Halo Bekir buna da kulak asmadı. Sadece yetkililerin değil ailesinin ve yakın çevresinin sözleri karşısında da yüzünü öte yöne dönüp yürüdü gitti. “Hayır” dedi, “Burada doğdum burada öleceğim!..”.
Halo’nun inadını aşamayan Recep’in içinde bir şeyler peydahlandı gide gele. Dicle’yi ve Hasankeyf’i onun gözünden görmeye başladı zamanla. Halo’nun inadını anladı, o da inandı ve işi gücü bırakıp soluğu Halo’nun yanında aldı.

BARİ ÖLÜLERİMİZ BU TOPRAKLARDA KALSIN
Sular milim milim yükselip mezarları da örtmeye başladığında Halo Bekir mağarasından çıkıp mezarlığın başında günlerini geçirmeye başladı. Sabah irili ufaklı taşlarla çevrelenmiş mezarlığı biraz tepeden gören ceviz ağacının gölgesindeki düz kayaya oturuyor, tüm gün yükselen suları ve an ben an üstü örtülen mezarlığı seyrediyordu. Mezarlar taşınırken o ne karısının ne ana babasının mezarının taşınmasına razı gelmedi. Çoğu köylünün de içi elvermedi ölüleri yattıkları yerde rahatsız etmeye. Varsın Dicle’nin suları altında kalsınlar ama bu topraklardan onlar bari ayrılmasınlar diye mezarlarına dokunmadılar.
Yetkililer canlarına minnet bildi. Bir de mezar taşımak, tekrar cenaze töreni yapmak, ağlaşan çığrışan insanlarla uğraşmak zorunda kalmayacaklardı. Tek dertleri, tek başına kalsa bile mağarasından gitmek istemeyen Halo Bekir’in yeni Hasankeyf’e taşınmaya razı gelmesiydi.
Rıza göstermedi Halo. Ne yeni şehre taşındı ne mağarasından bir gıdım bir yere gitmeyi kabul etti. Dicle, suların dibine yazıp yüreğine gömdüğü sırrının, ana babasının, ona yedi evlat veren karısının ve yüzlerce yıl önceki atalarının mezarlarını yutarken gelip ceviz ağacının gölgesindeki düz kayanın üzerine tünedi. Bir zamanlar Azrail gibi başında tebelleş olan güvenlikçi Recep de bir süre sonra ses etmeden yanında oturmaya başladı Halo’nun.
SON HASANKEYFLİLER
İkisi son Hasankeyfliler olarak Dicle sularının on iki bin yıllık kenti yutmasına tanıklık ediyorlardı. Sanki yaşamlarının bundan sonraki anlamı buymuş gibi adeta efsunlanmışçasına gözlerini Dicle’nin sularına dikip bekliyorlardı. Kadim kent, geride kalan her şey ile, anıları, sokakları, türküleri, ağaçları, yürünmekten aşınmış taşlarıyla sulara gömülürken, onlar Hasankeyf’i kutsal bir ölü gibi Dicle’nin sularına uğurluyorlardı.
Ne Halo Bekir ne güvenlikçi Recep, ne de çöl varanı terk etti Hasankeyf’i. Son ağaç, son mezar taşı, vadinin ağzındaki son mağara sularla dolana kadar ayrılmadılar ceviz ağacının dibindeki kayadan. Sular ceviz ağacının kalın gövdesine dolanmaya başladığında sessizce kalkıp vadinin içine doğru yürüdüler.
Kıpkızıl bir yeni ay tek tük çıkmaya başlayan yıldızlara eşlik etti o akşam. Mağaranın güneşten yanmış kayasına sırtlarını verip kalenin üstündeki düzlükte acı acı inleyen çizgili sırtlanın feryatlarını dinlediler. Hasankeyf’in üstünü bir kefen gibi örten Dicle’yi seyrettiler...
Reklam
Suların öte yanında ise Fırat’ın ve Dicle’nin çocukları nehrin kıyısında toplandılar. Kızlı erkekli el ele tutuşup govende durdular. Canlı cansız tüm mahlukatı zulme karşı kavgaya çağıran serhıldan türküleri ve stranlarla Hasankeyf’e veda ettiler...

https://www.evrensel.net/yazi/85930/hasankeyfe-veda

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...