31 Aralık 2017 Pazar

Duman - Pazar yazısı

Duman

Sicim gibi bir yağmur başladığında köye yeni girmiştik. Karşı tepelerde gelirken gördüğümüz duman bulutu şimdi her tarafımızı sarmıştı. Yarı ahşap, yarı taş bir evin duldasına sığınıp yağmurun durmasını, en azından azalmasını bekledik.

“Merak etmeyin birazdan diner yağmur” dedi emekli öğretmen Raşit hoca. Bir sigara yaktı ve iddialı bir şekilde “sigaram bitmeden durmuş olacak” dedi gülerek. Şaka mı ciddi mi olduğunu anlamadan güldüm ama inandım da. Buranın insanı yağmurun ne zaman yağıp yağmayacağını, yağdığında ne kadar süreceğini de bilirdi elbette ki, Karadenizde gördüğüm, duyduğum hiçbir şey artık o kadar da şaşırtmıyordu beni.

Başka bir boyuttaydım bir süredir sanki. Dağların dumanı içinde yürüyordum iki adım ötemi görmeden. Yazın ortasında üşürken, buzullardan eriyen damlaların önümde küçük bir sızıntı oluşturup aktığını izliyordum. Bu sızıntının, biraz ötemde eriyen başka bir sızıntı ile birleşip, aşağıda sesi gelen küçük dereyi, ondan da aşağıda kocaman bir nehri oluşturduğuna tanıklık ediyordum. Bu bir nevi yarı esriklik hali Karadeniz'i terk edene kadar hiç geçmedi.



Yağmur, Raşit hoca sigarasından son nefesi almadan önce durmaya meylettiğinde etrafımız meraklı köylülerle dolmuştu. Püskülünden yağmur taneleri düşen mısır tarlalarının arasından, sis basmış kara erik dallarının ötesinden, fındık ağaçlarının koyu yeşilinin içinden, serenderlerin arkasından çıkıp gelmişti köylüler. Çoğunluğu ak, bir kısmı renkli başörtülerine bürünmüş, rengarenk çiçekli şalvarlarıyla köylü kadınlar, yaşmaklarının ucunu gözlerinin altına kadar çekerek bir adım ötemizde durup hoş geldin ettiler. Erkekleri geldi ellerimizi sıktı. Raşit hocayla öpüştü kimi, sıkı sıkı sarıldı.

 
Raşit hoca sigarasını yerde ayağıyla ezerek söndürürken yağmurdan eser kalmamıştı. Kameralarımızı çıkarıp çekim için hazırlıklara başlarken havayı gösterdim ona, “nasıl bildin” der gibi. Yanıt vermek yerine omuz silkti, yukarıyı işaret etti ve bir kahkaha patlattı sadece.

***
Üzerinde kırmızı yeşil çiçekler bulunan mor eşarbının uç kısımlarında incecik eli işi oyalar vardı. Elinde bastonu ile 60 yaşın üzerinde gösteriyordu. 
Soruma şaşırdığı belliydi. Anlamadı sandım. Tekrar sordum sorumu. “Arkadaki dağın eski hali nasıldı?” Şaşkın bakışlarını yüzümden alıp (ki soruyu hala anlamış görünmüyordu) arkasındaki manzaraya tekrar bir göz attı. “Dağdı burası, dağ. Ulu dağ derdik. Şimdi görüyorsun ne halde olduğunu” dedi.




Gördüğümüz şuydu; Yemyeşil ormanlarla örtülü bir tepenin tam ortasında simsiyah bir leke görünüyordu. Kocaman lekenin etrafı yeni deşilmiş toprak yığınları ile çevriliydi. Siyah leke altın madeninin atıklarının serildiği plastik örtüydü. Etrafındaki ağaçlar, bitkiler sıyrılıp çıplak toprak haline getirilen alanlar ise madenin geri kalan kısımlarıydı. Fatsa - Ünye arasındaki “ulu dağ”  her tarafını kuşatan yeşilin türlü tonlarına aykırı şekilde darmadağın edilmiş bir halde önümüzde uzanıyordu.

***

Gecenin bir yarısı, yine sicim gibi yağan yağmurun altında, son sürat çalışan sileceklerin gösterebildiği kadarıyla yolumuzu görmeye çalışırken Söke Sazlıköyden ayrıldık. Geride, alabildiğine geniş ve bir o kadar da soğuk olan düğün salonunda endişeli köylüler bıraktığımızı biliyorduk. Yine de doğruyu söylemek gerekiyordu ne kadar acı olursa olsun.

“Bu kağıt fabrikası Söke’nin sonu olur” dedi, Aydın Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Mahmut Nedim Barış. Halk Sağlığı Profesörü Ali Osman Karababa “Görüp görebileceğiniz en zehirli kimyasallar kağıt fabrikalarının atıkları içerisinde olacak” diye konuştu. Aydın Tabip Odası Başkanı Hakan Karagözlü arsenikten, bordan, kanserlerden ve erken ölümlerden bahsetti. “Size sorulmadan yapılan bu fabrikaya razı gelmek zorunda değilsiniz. İstemezseniz yapamazlar. Bakın Gerzelilere, bakın Yuvarlakçaylılara. Son sözü direnenler söyler” sözleri bu kadar karamsar sözcükler arasında havada uçuştu kaldı sanki. Yıllardır sanayi kuruluşları, dev gibi bir çimento ve seramik fabrikası ile iç içe yaşamak zorunda bırakılan köylülerin çoğuna çaresizlik ögretilmişti ne yazık ki ve  geri kalan köylüler de bu çaresizlik duygusunu bir türlü kırıp atamıyordu.

***



Daha Sazlıköyün son evleri gerimiz de kalmamıştı ki, Ali Osman hoca, bizi İzmir’e doğru götüren aracımızın sürücüsü Kalamaki Çevre Platformundan Mustafa İnç’e gençliğinin bir kısmının Söke’de geçtiğinden bahsetti. Söke lisesinin 1 numaralı öğrencisi olduğunu, babası tren şefi iken Söke’nin yanı başındaki Sazlıköy’e sık sık gidip geldiklerin, taşan Menderes Nehrinin beslediği sazlıkları, o sazlıkların içindeki yayın ve yılan balıklarını anlattı yol boyunca. Hızla geçtiğimiz ovanın içine yayılmış, karanlıkta sadece siluetleri görünen fabrikaları gösterip “Buralar hep sazlıktı, dakikalarca sazların arasında yürürdük” dedi.

Aklıma Fatsa köylüsü teyzenin “burası dağdı, dağ. Ulu dağ derdik” sözü geldi. Ülkenin bir ucundaki dağ ile öbür tarafındaki ovanın benzeşen öyküleri ve bu öyküleri buruk bir iç çekişle anlatan iki farklı kişinin sözcükleri…

***

Kemalpaşa Ovasını tam ortasından ikiye ayıran otoyolun altındaki toprak yoldan geçip Beşpınar Köyüne doğru tırmanırken, aşağımızda kalan vadinin üzerine kalın bir duman bulutunun çöktüğünü gördük. Karadeniz'de gördüğümüz dumanlardan farklıydı bu. Beyaz değil yer yer siyaha çalan, kirli gri renkli bir duman. Yükseklere çıktıkça açılıp berraklaşan, güneşle buluşan hava, ovaya doğru ölgün bir sessizlikle çökmüş kalmıştı. Spil Dağının eteğindeki bu şirin Pomak köyüne açılmak istenen taş ocağı faaliyete geçerse, bu toz, kömür, fabrika kiri karışımı dumanın buralara kadar tırmanacağını biliyorduk.


Arabamızın içini kaplayan endişe, karamsar bir sözcük olmaktan çıkıp, bir zamanlar Ege’nin en verimli ovalarından birisinin üstüne karabasan gibi çöken duman kadar somut bir hal almıştı.





  • 31 Aralık 2017 03:36
  • 29 Aralık 2017 Cuma

    Mordoğan'daki RES'lere verilen ÇED izni 2. kez reddedildi


     29 Aralık 2017 17:45
      
    Karaburun Mordaoğan'da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından RES'lere verilen ÇED izni İzmir 3.İdare Mahkemesince iptal edildi.

    Mordoğan'daki RES'lere verilen ÇED izni 2. kez reddedildi

    Özer AKDEMİR
    İzmir
    Karaburun Mordoğan'da bulunan RES'lerin kapasite artışı ile ilgili mahkemenin red kararına karşı Bakanlık tarafından yeniden verilen ÇED olumlu belgesi de mahkemece iptal edildi. İlk ÇED'in iptali üzerine "hukuku katleden genelge" olarak bilinen 2009/7 Genelgesine dayanılarak verilen ikinci ÇED'in de iptali sonrası Bakanlığın nasıl bir yol izleyeceği şimdiden merak konusu oldu.
    BAKANLIĞIN ÇED İNADI
    Ayen Enerji A.Ş.’ne ait Mordoğan RES'in kapasite artışı projesine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen ‘ÇED Olumlu’ Kararı, geçtiğimiz yıl Haziran ayında İzmir 3.İdare Mahkemesi’nin oybirliğiyle verdiği kararla iptal edilmişti. Bakanlık, mahkemenin iptal kararından bir ay önce, şirketin projesine 2009/7 sayılı genelgeye dayanarak 2.inci bir ÇED sürecini başlatarak, iptal kararından sonra bu ikinci ÇED için ‘ÇED olumlu’ kararını vermişti. Bir yandan mahkemenin iptal kararını temyize götürerek ilk ÇED olumlu kararında ısrar eden bakanlık, diğer taraftan temyiz sonucunu beklemeden yeni bir ÇED süreci yürütüp şirkete 2inci kez ‘ÇED olumlu’ kararını vermişti. Karaburun Yarımadasında yaşayan 82 yurttaş bu 2. ‘ÇED Olumlu Kararı’nı da geçtiğimiz yılın son ayında yargıya taşımıştı.
    İŞTE MAHKEMENİN GEREKÇELERİ
    İzmir 6. İdare Mahkemesi ivedi yargılama usulü uyarınca, esastan görüştüğü davada, bölgede yapılan bilirkişi raporu içeriğini de dikkate alarak; 
    *3 ÖDA (Önemli Doğa Alanı) kesişiminde, Karaburun ÖDA nın içinde bulunmasının,
    *Alan içerisinde yapılan bir günlük keşifte Bilirkişi Raporunda nadir türlerin bulunmuş olması alanın 4 mevsimlik izleme ile ele alındığında daha fazla endemik ve nadir türe ev sahipliği yapabileceği olasılığını doğurduğu, 
    *Alanın potansiyel orman alanı olduğu, 
    * Bu bağlamda, alanda yapılacak inşa çalışmalarının (türbün, ulaşım yolları vb.) doğal ekosistemin dinamikleri üzerine etkilerinin dikkate alınması gerektiği, 
    * Keşif sırasında alan içi ve çevresinde doğal ekosistemin yeşil akasmını tüketen ve örtüyü çıplaklaştıran ''meşe tırtılı'' zararlısının son yıllarda bölgede popülasyon artışının dikkat çekici olduğu, 
    * Bölgede yer alan RES’lerin kümülatif etkisinin tür üzerine olası etkisinin dikkate alınması gerektiği, 
    * Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında mevzuatta yer almamasına karşın planda konumlandırılan türbin alanlarının yerleşim alanlarına yakın mesafede oluğundan yöre hassasiyetlerinin irdelenmesi gerektiğinin düşünüldüğü, 
    * EPDK tarafından sınırlandırılmış alanın kısmen Mordoğan Göleti Göl Alanında, kısmen Mutlak Koruma Alanında, kısmen Kısa Mesafeli Koruma Alanında ve kısmen Orta mesafeli Koruma Alanında kaldığı, 
    * Flora, fauna, sosyo-ekonomik durum açısından sadece faaliyet alanına değil etki alanının tamamına bakılması gerektiğinden bölge hassasiyetleri yüksek bölge kategorisinde yer aldığı, 
    *Bölgede 6 farklı firmaya ait RES projeleri yer aldığı, bu nedenle değerlendirme yapılırken bölgede yer alan diğer faaliyetlerin de sadece gürültü açısından değil flora, fauna, sosyo-ekonomik açıdan değerlendirilmesi gerektiği, 
    TELAFİSİ GÜÇ ZARARLARA YOL AÇAR
    Mahkeme bu gibi gerekçeleri sıralayarak ÇED Gerekli Değildir kararında hukuka uygunluk olmadığına yine oybirliği ile karar verdi. Mahkeme, Projenin uygulanması halinde çevreyi olumsuz etkileyeceği dikkate alındığından telafisi güç zararların doğumuna yol açabileceğinin de altını çizdi. Bu kararla  Karaburun Yarımadası’nın üzerine, doğal sit alanlarına, meralara, köylerin ve mahallelerin metrelerce yakınına yapılmak istenen RES projelerinin, yenilenebilir enerji kaynağı olarak savunulması ve sunulmasının da mümkün olmadığı açıktır.
    YARIMADANIN %71'İ RES SAHASI!
    Karaburun Kent Konseyi mahkeme kararı ile ilgili yaptığı açıklamada, yarımada da 6 firma tarafından kurulan/kurulumuna başlanan toplam türbin sayısının şimdilik 234 olduğunu belirterek, bunlar için tahsis edilen proje sahalarının toplamı Yarımada yüzölçümünün %71’ine denk geldiği dile getirildi. . Yarımada’da %13’lük alan kaplayan ve yerleşimin mümkün olmadığı Bozdağ/Akdağ kütlesi hariç tutulduğunda, yaşam alanı olarak geriye kalan alanın Yarımadanın % 16’sı olduğunu dile getiren kent Konseyi, "Yani, Karaburunlular’a  nergis/zeytin/mandalina/keçi/arıcılık/bal üretimi, turizm gibi doğal gelir kaynaklarınızla, Yarımada’da yaşayan tüm canlılara bu dar alanda, bu endüstriyel türbinlerin gürültü/düşük frekanslı ses/gölge/titreşim, yüksek gerilim hatları, türbinleri birbirine bağlarken biyoçeşitliliği yok eden yollar… gibi ekosistemi, yaşam alanlarını, sağlığı tahrip edici etkilerinin altında yaşayın, denmektedir" denildi. Kent Konseyi,    ömrü  20-30 yıl olan bir proje için, parasal değeri ölçülemeyecek doğanın, yaban hayatının, sosyal yaşamın, insan sağlığının  ağır şekilde tahrip olacağını kaydeden Kent Konseyi, "kaybolan tarım, hayvancılık ve turizm gelirleri ve en önemlisi geleceğe olan umudun kaybolmasıdır" dedi. Kent Konseyi açıklamasında "Yarımadamızın kendi doğal-ekonomik değerlerine dayalı kalkınma iradesini yok sayarak sadece bir enerji üretim alanına dönüştürülmesine karşı bugünümüz ve gelecek kuşaklar adına davacı olmaya devam edeceğiz" denildi. 
    Öte yandan bu davanın geçtiğimiz aylarda ani gelişen bir hastalık nedeniyle yaşamını yitiren Karaburun Kent Konseyi Başkanı İpar Buğra'nın katıldığı son dava olduğunu belirten avukat Cem Altıparmak  "Yeni yıla sadece Karaburun'da değil, ülkemizin ülkenin dört bir yanında, binlerce yaşam savunucusunun ellerinde yükselen ekoloji mücadelesinin içimizi ısıtan, tertemiz umutlarıyla giriyoruz. Bu davadan aldığımız sonuç, sevgili İpar Buğra'nın güzel ruhuna gitsin." dedi
    Son Düzenlenme Tarihi: 29 Aralık 2017 18:52

          

    28 Aralık 2017 Perşembe

    Söke Sazlıköylülerden kağıt fabrikası planına tepki

     28 Aralık 2017 14:35
       
    Aydın Söke'ye bağlı Sazlıköy'de mahalle sakinleri, kağıt fabrikası planına 'Tarım cennetinde bu sanayi kuruluşu olmaz' diyerek tepki gösterdi.

    Söke Sazlıköylülerden kağıt fabrikası planına tepki
    Aydın'ın Söke ilçesine bağlı Sazlıköy Mahallesi’nde yapılmak istenen kağıt fabrikası ile ilgili gerçekleştirilen panelde, Türkiye’nin en iyi tarım havzalarından Söke Ovası’nda bu tür sanayi kuruluşlarının yapılmaması gerektiğine dikkat çekildi.
    AYDIN YAŞAM MÜCADELESİ VERİYOR
    AYÇEP, SökeÇep, Kuşadası Çevre Platformu ve EGEÇEP tarafından gerçekleştirilen panele Sazlıköylülerin yanı sıra Aydın, Söke, İzmir, Kuşadası, Germencik gibi yerlerden de katılım oldu. Sazlıköy Düğün Salonunda gerçekleştirilen panelin kolaylaştırıcılığını Efeler belediyesi Meclis Üyesi Avukat İsmail Türkbay yaptı. Panelin başlangıcından önce KHK ile kapatılan Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam programından “Ekoloji mücadelesinde kadınlar” seçkisi gösterildi. Panelde ilk olarak konuşan AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili, Aydın’daki çevre mücadelesi hakkında bilgiler verdi. Çevre mücadelesinin artık bir yaşam mücadelesi haline geldiğini belirten Vergili, Aydın’ın dağları ovaları, nehirlerine yönelik sermaye talanı ve kirliliğe karşı direnmekten başkaca yol olmadığını söyledi.
    FABRİKAYI KABUL ETMEK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ
    İkinci olarak söz alan Gazetemiz İzmir Muhabiri ve EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi Özer Akdemir, kağıt sanayinin çok su, çok elektrik tüketen, bunun karşılığında da önemli miktarda atık çıkaran bir sanayi dalı olduğunu belirtti. Akdemir, “Bu fabrikayı burada kuracağız diye bir emrivakiyi bu yörenin halkı kabul etmek zorunda değil. Anayasanın 56. maddesi herkese sağlıklı çevrede yaşama hakkının olduğunu söyler. Sizler de o yaşam alanını korumak için bu fabrikanın burada kurulmasına razı gelmeyebilir ve buna engel olabilirsiniz” dedi. Akdemir, ülkenin değişik yerlerinde başarı ile sonuçlanan ekoloji mücadelelerinden örneklerle sunumunu tamamladı.
    DOĞAYA KARŞI İŞLENEN CİNAYET!
    Aydın Tabip Odası Başkanı Dr. Hakan Karagözoğlu “Sanayi Kuruluşlarının Çevre ve Sağlık Etkileri” başlıklı sunumunda kağıt sanayi ve özellikle çimento sanayinin yol açtığı sağlık sorunları hakkında bilgiler verdi. EGEÇEP Dönem Sözcüsü Prof. Dr. Ali Osman Karababa da aynı içerikli yaptığı sunumunda kağıt fabrikasında kullanılan kimyasallara dikkat çekerek, “Hayatta karşılaşacağınız en zehirli kimyasallar kağıt fabrikasının atıkları içerisinde var. Bu bile böyle bir fabrikanın kurulmaması için yeterli bir neden” dedi. Karababa, ayrıca “Türkiye’nin yapması gereken toprağını, suyunu, havasını, tarımını korumaktır. Sanayileşme bu koşullarda ülkenin sürdürülebilir geleceğini tehdit ediyor” diye konuştu.
    EN BÜYÜK TEHLİKEYİ SÖKE YAŞAYACAK
    Aydın Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Mahmut Nedim Barış 35 yılını Söke’de geçirdiğini ve yöreyi karış karış bildiğini aktararak, jeotermaller, maden ocakları, çimento fabrikası., diğer sanayi kuruluşları ve son olarak kağıt fabrikasının yöreyi bir ekolojik felaketin eşiğine getirdiğini söyledi. Barış, “Bu kirlilik içerisinde en büyük tehlikeyi Söke yaşayacak. Çünkü Menderes yer altı suları kuruyor” dedi. Konuşmaların ardından söz alan Sazlıköylüler yıllardır sanayi kuruluşları tarafından topraklarının adeta işgal edildiğini kağıt fabrikasının ise bu durumun son halkası olduğunu dile getirdiler.
    BİNLERCE DÖNÜM BİR KİŞİYE PEŞKEŞ ÇEKİLDİ
    Sazlıköy’de üç dönem belediye başkanlığı yaptığını söyleyen Abdülmuttalip Demir’in panele katılanlara “Sizin tuzunuz kuru. İnsanlar burada işsiz. Kağıt fabrikasının istihdam yaratacak. Hep hükümeti eleştiriyorsunuz” sözleri salondaki diğer katılımcılar tarafından tepkiyle karşılandı.
    Çevrenin, sağlığın kirlenmesinden sonra iş bulunmasının bir anlam ifade etmeyeceğini söyleyen Sazlıköylü Muhammet Adil, “Bir şirkete buralar peşkeş çekiliyor. Fabrika sahipleri resmen yalan söylüyorlar. 700 kişiyi işe alacağız diyorlar ama Kahramanmaraştaki fabrikalarında 120 işçi çalışıyor. Hadi burada da 200 kişi çalışsın. Bizim suyumuz bu fabrikaya yetmez. Şimdiden Sarıkaya barajından su getirmek için çalışmalara başlamışlar” dedi. Panele Söke’den birçok parti temsilcisi, çevre örgütü ve kurum temsilcisi de katıldı. (Aydın/EVRENSEL)

    25 Aralık 2017 Pazartesi

    Uranyum Uğruna: Ege’de Terkedilmiş Uranyum Madenleri

    Türkiye’nin nükleer enerji sevdası yeni değil. Ülkemizde, bundan 40 yıl önce de nükleer enerji üretimi için temel gereksinim olan uranyum madenciliği yapıldı. Nükleer yakıt hammaddesi olan “Yellow Cake – Sarı Pasta” üretildi. MTA tarafından tespit edilen birçok noktada uranyum rezervinin belirlenmesine dönük sondajlar gerçekleştirildi.

    Uranyum Uğruna, Türkiye’deki nükleer enerji sevdasının hemen hiç bilinmeyen bir yönünü irdeliyor. Yaklaşık 40 yıl önce, Ege Bölgesinin iki farklı yerinde gerçekleştirilen uranyum madenciliği ve sondajlarını ele alıyor. Uranyum madenciliği sonrası hiçbir önlem alınmadan terk edilen bu yerlerdeki çevre ve sağlık sorunlarına eğiliyor. Adları “kanser köy’e çıkan bu yerlerdeki yoğun kanser oranlarının uranyum madenciliğinden mi kaynaklandığı sorularını ortaya atıyor.

    Kitapta anlatılanlar hem yetkili makamda oturanların hem de tüm yurttaşların ister istemez şu soruyu düşünmesine yol açıyor; “Üç hatta beş nükleer santral kurma, nükleer silaha sahip olma sevdasındaki bir ülke daha 40 yıl önceki uranyum madenciliğinin yol açtığı sorunlarla baş edemezken, yapılacak nükleer santralleri nasıl işletecek”?

    Özer Akdemir, Ege’de yapılan uranyum madenciliğinin unutturulan gerçeklerine ışık tutuyor. Görmezden gelinen bilimsel gerçekler, adları kanserle yan yana anılan güzelim Ege Köyleri…
    Kitapta, 40 yıl önce hoyratça kirletilip hiçbir önlem alınmadan terk edilen doğanın bu umarsızlığa karşı acımasız tepkisi anlatılıyor. Devlet kurumlarının hiçbir sorumluluk kabul etmediği bir konuda, toprağı, suyu, havası kirletilmiş, türlü hastalıklarla boğuşmak zorunda olan Kisir ve Kasar Köylülerinin hüzünlü öyküsü içinizi acıtacak!



    24 Aralık 2017 Pazar

    Bodrumlu ahlat ağacı_Pazar yazısı


     24 Aralık 2017 

    'Bodrum tepelerinde, Yalıkavak ve ondan biraz daha berideki Sandima köyünün üzerinde günlerini geçiren bir ahlat ağacıyım ben...'

    Özer AKDEMİR

    Bodrumlu ahlat ağacı

    Sandima köyünden doğru esen rüzgar meyvelerimi dallarında sallamaya başladığında yine derin düşüncelere dalmıştım. Rüzgarın sesinden öte dalıma konan telli turna çekip aldı beni düşüncelerimden. Hayırdır?! Bu mevsim de, bu zamanlarda bir turnanın ne işi vardı ki dalımda? Birkaç yıl önce olsa buna bu kadar şaşırmazdım elbette, çünkü telli turnalar her yıl bir yerlere göçüp giderlerken beni, daha doğrusu meyvelerimi ziyaret etmeden geçmezlerdi. Oysa uzun zamandır, bir turnanın bırakın dalıma konmasını, aylardır yakınımdan bile geçtiği olmamıştı.

    Turnanın, iyice olgunlaşıp koyu kahverengi bir hal alan, balı ucundan damlayan meyvelerime yanaşmamasından anladım bir gariplik olduğunu. Onlar da, tıpkı diğer kuşlar gibi hiç dayanamazlar, bu mevsimde ballanan meyvelerime büyük bir iştahla gaga vururlardı. O ise, Kavak Deresi’ne doğru uzanan dalıma tünedi kaldı. Dönüp bir kere bile bakmadı tadı doyulmaz ahlatlarıma. Koca gövdesi ile gelip dalıma konuşu da bir tuhaftı zaten. Sanki meyvelerimden tadacak gibi değil de her an kaçıp gidecekmişçesine en uca ilişmişti. 

    Biraz dikkat edince turnanın kanatlarından birisinin gövdesine yapışık olduğunu gördüm. O zaman anladım ki kanadından yaralandığı için mecburen konmuştu dalıma. Muhtemelen bir avcının kurşunları ya da saçması kanadından yaralamıştı turnayı. Durumu çok da kötü görünmüyordu. Yaralı kanadını ara sıra sanki kendini denermiş gibi açıp kapatıyordu. Gerçekten de bir süre dinlendikten sonra yalpalayarak da olsa kalktı ve ağır ağır uçtu gitti Milas yönüne doğru.

    Ne yalan söyleyeyim bir kere bile meyvelerimin tadına bakmamış olması üzdü beni. Oysa tam da bu zamanlarda, denizden gelip tepelere savrulan ılık yel böylesine sertçe eserken, kışın ortasında güneş ve yağmur aynı anda yapraklarımı yıkarken meyvelerimin tadına bakmadan geçecek bir canlı türüne rastlamamıştım. Onun bu nezaketsizliğini yaralı olmasına verdim zaten. Sonunda can acısıydı bu, dünya zevklerine kapatıyordu tüm duyuları.

    Ahlat Ağacı
    Sanırım anladınız; Bodrum tepelerinde, Yalıkavak ve ondan biraz daha berideki Sandima köyünün üzerinde günlerini geçiren bir ahlat ağacıyım ben. Çok ihtiyar sayılmam yanımdaki akrabalarıma oranla. Belki de en gençlerinden biriyim. Ve de en şanssızlarından demem gerek aslında.

    Makiliklerin ötesinde, Dereköy’e doğru uzanan küçük bir çukurun yanı başındaki tepecikten bıkıp usanmadan beni gözleyen anneciğimin dediğine göre ben bir ayının dışkısından olmuşum. Evet, bir ayı dışkısından! Annem uzun bir zaman önce, ay ışığının tepelere cömertçe kendini sunduğu bir sonbahar gecesinde, dalındaki meyvelerden epeyce yiyen bir ayının sabaha karşı yanından ayrılırken şimdi bulunduğum yere dışkısını bıraktığını anlattı. İşte o dışkının içindeki bir tohummuşum ben ve diğer kardeşlerime oranla daha şanslı bir şekilde kuşlara, böceklere yem olmadan, ufacık bir toprağın altına gizlenip filizlenmişim.

     Buraya kadar hayat benden yanaydı ama her mutluluğun bir sonu olduğu gibi kara günlerim beni tam da gençliğimin baharında gelip buldu.

    *** 

    Yanımdan incecik bir keçi yolu geçerdi yıllar önce. Henüz bu dağlardan ceylanların, yaban keçilerinin, mızrak dişli Anadolu parslarının ayak seslerinin eksilmediği zamanlarda oluşmuş bir keçiyolu. Ahhh ki bu saydıklarımın biri bile kalmadı artık! Nerede o güzel gözlü, ince topuklu ceylanlar? Nerede kayaların, uçurumların cambazları yaban keçileri? Nerede dağların sessiz avcısı Anadolu Parsı? Nerede?..

    Ya çekilip gittiler, her gelip geçtiklerinde hal hatır ettikleri, ahlatlarını dişledikleri beni bu tepenin kuytuluğunda bırakıp, ya da!..

    Bu ihtimal ne zaman gözümün önüne gelse içim sıkılır, dallarım tedirgin tedirgin sallar başını, ahlatlarımın tadı mayhoşlaşır. O yüzden onların bu dünyadan göçüp gittiği düşüncesini aklıma getirmemeye çalışırım hep. Onlar, o dumanlı dağların bir yerindeler hâlâ. Avcılardan, insanlardan kaçıyor, saklanıyorlar. Hâlâ oradalar. Hâlâ…

    Görüntünün olası içeriği: dağ, gökyüzü, açık hava ve doğa
    İnsanlar da bazen keçi yolunu kullanarak buralara kadar gelirdi ama çobanların ve avcıların dışında bu yolun imini timini bilen olmazdı pek. Bir çobanın, sürüsünü makilerin arasına salıp öğle güneşinden korunmak için gelip altıma oturması, benim için ne büyük bir mutluluktu. Hele bir iki meyvemi de yemiş, kavalına üflemişse… İnsanlar, hayvanlar meyvelerime uzandıkça kıskanç dikenlerimin ellerini dalamalarına kızar, azarlardım dikenlerimi. Ama onlara hiç mi hiç söz geçiremedim bugüne kadar.

    Yöre köylülerinin Kuşkayası dedikleri kocaman bir kaya en iyi komşularımdandı. Çok severdim onu. Üzerindeki oyukları, küçük mağaraları sayesinde adının hakkını verir, yüzlerce kuşa yuvalık yapardı. Bütün bir vadiyi, Gümüşlük, Torba, Akyarlar, Turgutreis, Karaada hatta Kos Adası’na kadar her tarafı bulunduğu yerden görürdü. Turgutreis, bir miktar Gümüşlük ve yüzyıllardır terkedilmişliğinin hüznü ile kalakalmış Sandima köyü dışında hiçbir yeri göremeyen bana neler olup bittiğini yüksünmeden anlatır, anlatırdı. Konuşkandı yani, çok severdi konuşmayı. Bazen mırıl mırıl, bazen gümbür gümbür gelirdi sesi. Rüzgarın esişine, yağmurun yağışına, karın düşüşüne göre sesinin rengi, tınısı değişirdi. Tam bu mevsimlerde, denizden gelen tuzlu esintinin, hafif bir yağmurla yıkandıktan sonra oyuklarından girip çıktığı zamanlarda, sözü bırakıp şarkıya başlardı. Rüzgarda tüylerini kurutan kuşların şarkısını, Türkbükü kumsalına çekilip ters çevrilmiş dibi delik mavi teknenin, onun köşesine oturup yağmur yüklü ufku seyre dalan kadının, denize ağ atan balıkçının, dibe dalan sünger avcısının, kıyıdaki binbir türlü otun, böceğin, ağacın şarkısını söyler de söylerdi.

    ***  

    Bir gün, Kuşkayası’nın şarkısı sustu. Bir gün Kuşkayası’ndaki kuşların tümü uçup gittiler başka göklere. Bir gün, hemen önümden geçerek aşağıya, Bodrum’a doğru sallanan keçi yoluna makineler girdi. Yolu 3 kat, 5 kat kepçelerle genişlettiler. Sağında solundaki ağaçlara, makilere, yaban sarımsaklarına, zeytinlere ve kardeşlerim ahlat ağaçlarına hiç acımadılar. Ben de tir tir titredim, gelip gürültülü bıçkıları ile kökümden kesmelerini bekledim günlerce. Tam benim yanıma gelindiğinde yolu tepelere doğru çevirdiler. Keçi yoluna göre biraz daha aşağıda kaldığım için dokunmadılar bana ve yanımdan geçip gittiler.

    Kuşkayası

    Sonra Kuşkayası’nın dibine çirkin mi çirkin bir bina yaptılar. Binanın içine üzerinde bir sürü lambaları, kolları olan bir makine getirip koydular. Genişlettikleri yoldan tepelere dev gibi silindirler, pervaneler taşıdılar günlerce. Bir zamanlar, kuşların, rüzgarların, çeşit çeşit hayvanların seslerini taşıyan tepelerde bir anda hiç durmadan vın vın öten dev rüzgar direklerinin sesleri çınlamaya başladı.

    Önce Kuşkayası’nın kuşları gitti, ardından makiliklerin içine yuva yapan keklikler, tavşanlar. Ayıların, tilkilerin, kurtların yanı sıra domuzlar da uğramaz oldu yanıma yöreme ve direklerin sesiyle kalakaldım ben. Alıp başımı gitmedim diğerleri gibi, gidemiyorum. Kökü bu topraklara sıkı sıkı bağlı bir ahlat ağacıyım ne de olsa. Kadimden beri Bodrumluyum. Doğduğu yerde öleceğini bilen ve öyle de olmasını isteyen...

    19 Aralık 2017 Salı

    Mücadelenin adı: Beggiatoa bakterisi

     19 Aralık 2017 14:28
       
     Karaburunda balık çiftliğine karşı verilen mücadelenin ortak adı bir bakteri oldu: Beggiatoa bakterisi
    Mücadelenin adı: Beggiatoa bakterisi
    Özer AKDEMİR
    İzmir
    Karaburun Yerel Fok Komitesi balık çiftliklerine karşı verilen mücadelenin adının Beggiatoa bakterisi olduğunu açıkladı. Küçükbahçe açıklarında yapılmak istenen balık çiftliklerine geçtiğimiz günlerde "denizdeki Beggiatoa bakterisinin fazlalığı" gerekçesi ile bakanlık izin vermemişti.
    ÇED SÜRECİ SONLANDIRILDI
    Aylardır Agromey adlı şirketin yapmak istediği balık çiftliklerine karşı mücadele eden Karaburunlular, bu kararlı mücadelelerinin meyvesini geçtiğimiz günlerde Bakanlık tarafından balık çiftliğinin ÇED sürecinin sonlandırılması ile almışlardı. Mevcut balık çiftliklerinin 11 kat kapasite arttırarak Karaburun Merkez-Kaynarpınar arasına  387 hektarlık deniz alanına (Agromey 1, Agromey 2 ve Agromey 3 olarak)  olarak taşınması ve 84 kafes kurulması projesi ile ilgili ÇED süreci, İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) Toplantısından sonra geçtiğimiz günlerde sonlandırıldı. Çevre Yönetim Genel Müdürlüğü' nün konuya dair yazısında "Denizel ortamda çevresel ortamın kirliliğini gösteren en önemli kriterlerden olan Beggiatoa bakterisinin yoğun olduğu ve bu nedenle söz konusu alanda çevresel koşulların balık çiftliği kurulması için uygun olmadığı" gerekçesi yer aldı.  
    BAKTERİNİN ÜREMESİNE NEDEN OLANLARA SELAM OLSUN!
    Karaburun Yarımadası’nda Akdeniz Foku (monachus monachus) ve Habitatlarının korunması, adına çalışmalar yürüten Karaburun Yerel Fok Komitesi tarafından konu ile ilgili yaptığı açıklamada bu gerekçe ile ilgili şöyle denildi; “Karaburun Yarımadası’nda tüm bileşenleriyle Karaburun Kent Konseyi’nin yıllardan beri ekosistemi koruma adına yürüttüğü mücadelenin, yerelin sesinin bir ifadesi ve ÇED Raporuna vize verilmemesine neden olan karara yansıyan biçiminin adıdır, Beggiatoa Bakterisi. Bu bakterinin doğaya, denizimize, Akdeniz fokları, deniz çayırları ve bir bütün olarak ekosisteme katkısı yadsınamaz. Bu bakterinin üremesine neden olan yerel tüm bileşenlere, emeği ve katkısı olan tüm doğaseverlere ve bu kararı alanlara selam olsun."
    KARABURUN ÖZEL ÇEVRE KORUMA ALANI OLMALI

    Komite, Karaburun Yarımadası kıyılarının 1. derece doğal SİT alanı olması, kültürel varlıklarının bulunması, kıyıda pek çok kuş türü ve Akdeniz Foku barınma üreme alanlarının bulunması, deniz çayırları varlığı  ve bu  bütün içinde kıyı ve deniz ekosistemi tahribatı,  turizm ve kıyı balıkçığı başta olmak üzere yöre ekonomisi üzerinde oluşacak yıkıcı etkilerin dikkate alınarak Karaburun Yarımadasının su ürünleri yetiştiriciliği potansiyel alanları kapsamından çıkarılmasını talep etti. Komite ayrıca Yarımada’nın ÖÇKA ilanı için gerekli bakanlar kurulu kararının ivedilikle çıkarılması gerektiğine dikkat çekti.  

    18 Aralık 2017 Pazartesi

    Hablemitoğlu'nun suikasti 15 yıl ve Bergama



    Bugün 18 Aralık, #NecipHablemitoğlu 2002 yılında bu gün evinin önünde suikasta kurban gitmişti. Bu flooddaki iddiaları 2011 yılında "Kuyudaki Taş/Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği" adlı kitabımda yazdım. O günden bu yana ortaya çıkan bilgiler bu iddiaları doğrular nitelikte:
     

    1 .#NecipHablemitoğlu'nun evinin önünde bir suikast sonucu yaşamını yitirmesinin ardından 15 yıl geçti. 15 yıldır bu suikastın "fail-i meçhul" kalmasının tek sorumluluğu suikasttan 2 ay önce işbaşına gelen AKP iktidarıdır. Bu suikast AKP döneminin ilk faili meçhulüdür.

    2. F. Gülen Cemaatinin iç yüzünün ortaya konmasında ki çalışmaları bir tarafa #NecipHablemitoğlu ne yazık ki "Bergama Köylülerinin altın madenine karşı direnişinin ardında dış güçler var" iftirasının ana dayanağı olan "Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası" kitabının da yazarıdır. 

    3. "Bergama altın karşıtı direnişin ardında dış güçler Alman Vakıfları vardı" iftirası bugün bile ülkenin dört bir yanında süre giden ekoloji mücadelelerinde yaşam alanlarını savunanlara karşı kullanılmaya devam ediyor. #NecipHablemitoğlu https://t.co/mi3d3wZLAV

    4. #NecipHablemitoğlu'nun yazdığı bu kitap sahte belgeler, bilgiler ve var olmayan kişiler üzerine kurgulanmıştır. https://t.co/2yNyHApOqu

    5. Kitabın en önemli belgesi olan Alman Kalkınma Bakanlığı'nın "Türkiye Altın Konsepti - Bergama Operasyonunun Çerçevesi" başlıklı belge sahtedir! #NecipHablemitoğlu https://t.co/hILpsgpi33


    6. Kitapta, bu belgeyi Türkiye'deki bütün kurumlara gönderdiği ileri sürülen Prof. Dr. Metin Deliormanlı adlı kişi de sahte! Böyle bir kişinin yaşadığına dair bugüne kadar bir kanıt bulunamadı! #NecipHablemitoğluhttps://t.co/bKuDKXikfX

     
    7. Kitabın finansmanının altın madencileri tarafından sağlandığı, dağıtımının da yine altın madencilerince yapıldığına yönelik çok önemli tanıklıklar vardır. Bkz: Kuyudaki Taş/Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği #NecipHablemitoğluhttps://t.co/yqd6PfOiPP

     
    8. Kitapla birlikte ortaya konan "psikolojik savaş oyunu" ile MGK tarafından bir "milli tehdit" olarak tanımlanan Bergama Köylü Hareketi sönümlendirilmiştir. #NecipHablemitoğlu https://t.co/8aGsfvkRqV


    9. Necip Hablemitoğlu'nun ölümünden en karlı çıkanlar, suikastin ardından altın madenciliğine girişip çok önemli karlar elde eden F. Gülen Cemaati ve altın diğer madencileridir. #NecipHablemitoğlu https://t.co/vtxSbihoQQ

    10. #NecipHablemitoğlu nun öldürülmeden önce yazdığı "Köstebek" kitabı şimdi FETÖ denen Fethullahçıların devlet içindeki örgütlenmelerini taa o zamandan deşifre etmiştir. Suikast F. Gülen Cemaatinin çok önemli bir hasmını da ortadan kaldırmıştır. https://t.co/GdsP6NYND8

     
    11. 2003 yılında İstanbul DGM'de "#NecipHablemitoğlu ben öldürdüm" diye itiraflarda bulunan Durmuş Anuçin'in itirafları hala ciddiye alınmıyor. https://t.co/zUiEoNEDMK

     
    12. Hala başka suçlar nedeniyle cezaevinde olan Anuçin bu itiraflarını çeşitli yıllarda aralarında firari FETÖ zanlısı Zekeriya Öz'ün de olduğu üç ayrı savcıya tekrarladı. "#NecipHablemitoğlu https://t.co/2BTlyH8MdN

     
    13. Anuçin'in suikastle ilgili en son verdiği 5 sayfalık el yazılı ifadesinde Veli Küçük, İbrahim Çiftçi (Çerkez İbrahim), Sedat Peker, Sami Hoştan, Muzaffer Tekin gibi isimler geçiyor #NecipHablemitoğlu https://t.co/Rr23sddHJu

    14. Sonuç ve özet: Milli güvenliği tehdit’ten öte, altın tekellerinin tekerine çomak soktuğu için Bergama köylü hareketine karşı bir ‘oyun’ tezgâhlandı. #NecipHablemitoğlu https://t.co/5e8VJ9jCh9
     
    15. #NecipHablemitoğlu bu oyunda çok önemli bir role soyundu. Kuyuya taşı ona attırdılar. O, bu oyundaki rolüne son nefesine kadar sadık kalırken, oyunun başarısının ancak kendi ölümü ile olanaklı olacağını elbette bilmiyordu... #NecipHablemitoğlu https://t.co/9dGuv5deuu


    17 Aralık 2017 Pazar

    ‘Bırakın çöplüğü ölüleri gömecek yer yok Bodrum’da’

    Görüntünün olası içeriği: 8 kişi, oturan insanlar
      
     17 Aralık 2017 14:53

    Bodrum'un çöp sorununun tartışıldığı panelde yerel yönetimle bilim insanlarının farklı yaklaşımları öne çıktı.

    Bodrum’da düzenlenen ve kentin çöp alanı sorununun tartışıldığı panelde konuşan Prof. Dr. Doğan Kantarcı, “Bırakın çöp alanını Bodrum Yarımadasında ölüleri gömecek bile yer bulamazsınız” dedi.
    Hemen her yıl yanan Bodrum çöplüğünün kapatılarak yerine yeni bir çöp deposu alanının kurulması ile ilgili sürecin konuşulduğu panelde yerel yönetim ile bilim insanlarının konuyu ele alıştaki farklılıkları ön plana çıktı.
    Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, oturan insanlar ve iç mekan
    SİSTEM SORUNU
    Bodrum Çevre Platformu (BÇP) tarafından Nurol Kültür Merkezi’de gerçekleştirilen panelde konuşan BÇP Sözcüsü Mustafa Duru, çöplük sorununun ülkenin en gözde turizm beldelerinden olan Bodrum için artık kangrenleşen bir sorun haline geldiğini belirtti.
    Gazeteci Tuncay Mollaveyisoğlu’nun yönettiği panelin ilk konuşmasını yapan Evrensel İzmir Muhabiri ve EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi Özer Akdemir, katı atık sorununun nüfus artışıyla paralel olarak büyümesi ile birlikte aslında sistemden kaynaklandığını söyledi. Akdemir sunumunda ülkenin birçok yerindeki atık sorununun yanı sıra bunların yol açtığı çevre ve sağlık sorunlarını, bu soruna karşı halkın verdiği mücadeleleri de aktardı.
    AKP BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE ENGELLİYOR
    Muğla Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Aylin Giray ise Bodrum’un çöplerinin düzenli olarak depolanacağı yeni bir çöplük alanı için geliştirdikleri projelerin iktidar tarafından engellendiğini ileri sürdü. Şu ana kadar vahşi bir şekilde depolanan çöplerin düzenli bir depolanması için 2010 yılında geliştirdikleri projenin süreçlerini aktaran Giray, 2012 yılında ÇED süreci tamamlanan ve tüm izinleri alnan arazide 2014 yılında 5 farklı yerde tarihi sit bulunduğu gerekçesiyle çalışmaların durdurulduğunu belirtti. Bu sit alanlarının çıkarılması sonrası çöplük olarak belirlenen arazide 2016’da yeni bir plan yaptıklarını ve ihalesi ile birlikte yüklenici firmaya devrettiklerini kaydeden Giray, tam işletme aşamasına geçileceği sırada 2017 Nisan ayında yeni bir Koruma Kurulu incelemesi yapılarak alanda yeni sitlerin olduğu gerekçesiyle çalışmaların durdurulduğunu ileri sürdü. Şu an için belirlenen 3 farklı yerle ilgili de problemler olduğunu ifade eden Giray, bu yerlerdeki durum netleşene kadar geçici çözümlerle soruna çözüm aradıklarını ifade etti.
    ORMANLIK ALANA ÇÖPLÜK ANAYASAYA AYKIRI
    Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor ve ayakta
    Panelin son konuşmacısı olan Prof. Dr. Doğan Kantarcı ise mevcut durum itibariyle Bodrum Yarımadası’nda değil çöp dökecek alan, ölüleri gömecek yer bile olmadığını söyledi. Muğla Büyükşehir Belediyesinin geliştirdiği projeleri eleştiren Kantarcı, ormanlık alanların içine çöplük yapılmasının Anayasaya aykırı olduğunu dile getirdi. Yeni çöp döküm alanı olarak belirlenen Dereköy havzasından, Bodrum Yarımadası’nın içme suyunun geldiğini belirten Kantarcı alanın mera değil orman olduğunu kaydetti. Organik atıkların kompost yapılması gerektiğine dikkat çeken Kantarcı, Bodrum’daki çöp sorununun çözümü noktasında ise kurallara uygun bir yakma tesisinin gerekliliğine işaret etti.
    ‘Bırakın çöplüğü ölüleri gömecek yer yok Bodrum’da’
    BODRUMLULAR ÇÖZÜM BEKLİYOR
    150’ye yakın Bodrumlunun izlediği panelde konuşan yurttaşlar kısa vadede çözüm konusunda ortaya net bir şeyin çıkmamasını eleştirerek, panelde çözüm odaklı bir önerinin oluşmadığını dile getirdi. Bir Bodrumlu paneldeki konuşmaları, “Ben bu panelde şunu öğrendim eve atıkların ayrıştırılması için üç tane çöp kovası alacağım ve Bodrum’da ölsem gömülecek yerim yok” diye özetledi. Bodrum Belediyesinin konuya yeterince önem vermediği ve panele ilgi göstermediğini belirten yurttaşlar, AKP Hükümetinin çöp ve su sorununa çözüm üretilmesine engel olarak Muğla ve Bodrum yerel yönetimlerini ele geçirmek istediğini ileri sürdü. (Muğla/EVRENSEL)
          

    Köy göçüren_Pazar yazısı


     17 Aralık 2017 

    Gökbel Dağlarında köylerini terk edip gitmek zorunda kalan insanların, talan edilen doğanın ve toprağa gömülen zeytinlerin öyküsü.

    Köy göçüren

    Çine'den çıkıp Gökbel Dağlarının Karpuzlu tarafına giden bir saatlik yol boyunca köstebek tarlasına dönmüş, dar asfalt yolun sağı solu maden yaraları ile doluydu. Zeytinlikler, bodur çam ağaçları, makilik arazi ve üzerinde ne kadar bitki varsa ince bir tül perde örtülmüş gibi beyaz bir tozun altındaydı. Dağın tepesine, daha doğrusu dağdan geriye kalanın tepesine ulaştığımızda ise arabaları durdurduk. İki karış tozun içine indik ve karşımızdaki manzarayı tarif edecek kelime bulamadık bir süre.

    Bize yol boyunca bilgiler veren, buralara yıllardır gelip giden haberci arkadaşımız Cavit Eskici bile şaşkınlığını gizleyemedi. Bir zamanlar Köyü Karpuzluya bağlayan yolun kenarına konmuş "Maden sahasıdır girilmez" levhasına aldırmadan ilerideki kocaman bembeyaz bir kayanın üzerine çıkarak aşağıdaki manzaraya baktı. Biz de gittik yanına. Dev gibi bir maden çukuru vardı önümüzde. Belki elli metre eninde, yüz yüzelli metre genişliğinde ki çukurun karşısındaki yamaçlarda ve içinde kepçeler, kamyonlar, türlü türlü iş makineleri hummalı bir çalışma içindeydiler. Araçların ardından kalın bir toz tabakası göğe yükseliyor, çukuru aşıp Kurşunlu ovasına doğru rüzgarın önünde sürüklenip gidiyordu.
    Gökbel Dağları

    "Burada üç dört yıl önce kocaman bir köy vardı. Şu çukurun içindeydi evler. Sol taraftaki tepenin yamacında okul ve tam bulunduğumuz yer de köy mezarlığı idi. Köylülerin evlerini sattıklarını biliyordum ama camiyi ve mezarlığı bile satacak hale nasıl geldiler anlayabilmiş değilim. İnsan ana-babasının mezarlarını nasıl terk edip gidebilir ki?" dedi.

    Cavit Eskici'nin birkaç yıl önce henüz maden tarafından yutulmamış halde gördüğü Kuşçamı köyü'nden bugün geriye bir tuğla parçası bile kalmamıştı! Köyün bulunduğu küçük tepeciğin tamamı maden ocağı olmuş, maden köydeki 50 haneyi yuttuğu gibi, çevresindeki zeytinlikleri, yamaçları kaplayan çamları, Latmos'un kayalarına benzeyen koca kayalıkları, küçük maki topluluklarını ve dağın üzerinde ne kadar ot, börtü - böcek varsa hepsini ortadan kaldırmıştı. Bununla da yetinmemiş, köyün belki üç katını aşacak bir şekilde ocağını genişletmiş, Gökbelin tepelerine doğru bir uçtan yayılırken, öbür tarafta köy yolunu da içine alacak şekilde Karpuzlu ovasına doğru genişlemeye devam etmişti.

    Gökbel Dağları
    Dönüşte, bu köyün öyküsünün peşine düşüp geriye doğru bir arşiv taraması yaptığımızda, bugün aramızda olmayan iki Çine'li dostumuzun yıllar önce yaptığı haberler çıktı karşımıza. Gerga antik kentini tanıttığımız yazımızda adları geçen TEDAŞ işçisi Celal Şenol ve yerel gazeteci Yılmaz Sağlık, yaşamlarını yitirmeden birkaç yıl önce Kuşçamı Köyünün, mezarlığının, camisinin maden şirketi tarafından nasıl satın alındığının haberini yapmışlardı. Haberde 49 yıllığına kiralandığı belirtilen cami, köy çeşmesi ve mezarlığın yerinde yeller esiyordu biz gittiğimizde.
    ***
    Gökbel Dağları
    Kuşçamı köyünden bir ana oğulu maden alanından iki kilometre ötede zeytin toplarken bulduk. Kasım ayının güneşli bir pazar günü, hem zeytin topluyorlar hem de ağacın dibinde biten çalıları temizliyorlardı. Tuncer Şahan madene evlerini arazilerini gönül rızası ile satmadıklarını söyledi. 30 yaşlarında gösteriyordu ve madenden çok ama çok dertliydi; "Biz satmak istemedik ama köylünün çoğu satınca mecbur kaldık. Zaten şirket de dinamitleri patlatmaya başlayınca komşu Ovapınar köyüne taşındık mecburen" dedi.

    Bulunduğumuz yerden yolun öte yanındaki tepecikte bulunan zeytin ağaçlarını gösterdi Şahan. "Şu tepeyi görüyor musunuz" dedi. Gösterdiği yerde bir maden yarası idi ve tepeye kadar pasa yığılıydı. "O pasanın altında 4-5 ağacım var. Toprak aktı aşağıya ve ağaçlarımı yuttu" dedi.
    Annesi Feride Şahan ise elindeki orağa benzer bıçakla delice çalıları temizlediği zeytin ağacının dibine oturup bize köyden nasıl göçtüklerini anlattı, "Başka çaremiz yoktu. Ağlaşa çığrışa terkettik topraklarımızı" dedi. Gözleri yaşardı, sesi düğümlendi ve başına doladığı yaşmak ile göz pınarlarına yürüyen yaşları kuruladı.
     Gökbel Dağları
    Şimdi artık eski haritalarda ve anılarda kalan, imi timi bir anda belirsiz olan Kuşçamı köylülerini kederleri ile başbaşa bırakıp devam ettiğimiz yolumuzda onlarca maden yarası çıktı karşımıza. Bu mevsimde, güneş böylesine cömertçe kendisini göstermişken, hafiften esen dağ yeli ile çamların, dağ çayı ve kekiklerinin kokusunu taşıması gereken rüzgar maden yaralarının tozlarını göğe savuruyordu her geçtiğimiz yerde. Her geçtiğimiz yer çığlık çığlığaydı adeta. Taş taş üstünde bırakılmıyor, tek bir ağaç, tek bir ot, tepelerin kuytuluğunda biten dağ çiçekleri ve bir zamanlar gürbüz çimenler arasında yaşayan canlılardan tek bir tanesini bile sağ bırakmamacasına bir kıyım tüm hızıyla sürüyordu.

    Gördüğümüz manzarayı tarif edebilecek bir sözcük arasak "dehşet" çıkardı ilk ağzımızdan. Dehşet bir doğa kıyımı, dehşet bir hırsla yapılan talan. Sonra hüzün gelirdi ikinci sözcük olarak aklımıza. Köylerinden göçürülen köylülerin evlerini arkalarında bırakırken yaşadıkları hüzün, tozun altında yaprakları görünmez olan, maden pasaları tarafından yutulan zeytinin hüznü, un ufak edilen kayaların, o kayaların altında yaşayan yılanların, tepesinde gezen ceylanların, tüm doğanın hüznü. En son ise ekibimizde yer alanların hüznünü saymak gerek. Böylesi bir manzarayı görüp hüzünlenmeyecek bir tek insan yoktu!
     Görüntünün olası içeriği: 7 kişi

    Maden yaralarının birini görüntüleyip öbürüne geçerken yol üzerinde küçük bir kır çeşmesinin başında mola verdik. Bu çeşmenin yaklaşık 300-400 metre ötesinde de bir maden yarası vardı. Üzerleri hala yeşil kalmış, kuşburnu çalısı, fıstık çamlarının bittiği tepeye çıkıp önümüzdeki vadi boyunca Latmos'a doğru giden bu içler acısı maden yarasına da baktık bir süre. Yolun öbür tarafındaki çeşmenin başına dönüp ince ince akan buz gibi suyundan içtiğimiz sırada bir köylü geldi yanımıza selam vererek. 8-10 kişiyi bulan küçük grubu merak ettiği belliydi her halinden. "Hayırdır" sorusuna yanıt verdik. Madenleri, onların yol açtığı tahribatları görmeye geldiğimizi söyledik. O da şikayet etti tozdan, gürültüden, 10 yıla yakındır zeytinlerin olmadığından. Buraların bekçisiymiş, "Hatipkışla köyündenim, köy yakında şu tepenin ardında" dedi. Fıstık çamlarının bekçiliğini yapıyormuş yıllardır. Adını, yaşını sorduk biz de. "Adım Ahmet Özen, 75 yaşındayım, çok şükür ki bugüne kadar doktor yüzü görmedim" dedi. Birkaç kişinin aynı anda "Buyur gör o zaman" diye doktor Metin'i göstermeleri üzerine Ahmet amcadan ve gruptaki herkesten kahkahalar yükseldi. Hüzünlü Gökbel yolculuğumuzu bu neşeli anın tebessümü geride bıraktık. 

    ‘Bırakın çöplüğü ölüleri gömecek yer yok Bodrum’da’

     17 Aralık 2017 14:53

    Bodrum'un çöp sorununun tartışıldığı panelde yerel yönetimle bilim insanlarının farklı yaklaşımları öne çıktı.


    Bodrum’da düzenlenen ve kentin çöp alanı sorununun tartışıldığı panelde konuşan Prof. Dr. Doğan Kantarcı, “Bırakın çöp alanını Bodrum Yarımadasında ölüleri gömecek bile yer bulamazsınız” dedi.
    Hemen her yıl yanan Bodrum çöplüğünün kapatılarak yerine yeni bir çöp deposu alanının kurulması ile ilgili sürecin konuşulduğu panelde yerel yönetim ile bilim insanlarının konuyu ele alıştaki farklılıkları ön plana çıktı.
    Görüntünün olası içeriği: 10 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar, dağ, gökyüzü, açık hava ve doğa
    SİSTEM SORUNU
    Bodrum Çevre Platformu (BÇP) tarafından Nurol Kültür Merkezi’de gerçekleştirilen panelde konuşan BÇP Sözcüsü Mustafa Duru, çöplük sorununun ülkenin en gözde turizm beldelerinden olan Bodrum için artık kangrenleşen bir sorun haline geldiğini belirtti.
    Gazeteci Tuncay Mollaveyisoğlu’nun yönettiği panelin ilk konuşmasını yapan Evrensel İzmir Muhabiri ve EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi Özer Akdemir, katı atık sorununun nüfus artışıyla paralel olarak büyümesi ile birlikte aslında sistemden kaynaklandığını söyledi. Akdemir sunumunda ülkenin birçok yerindeki atık sorununun yanı sıra bunların yol açtığı çevre ve sağlık sorunlarını, bu soruna karşı halkın verdiği mücadeleleri de aktardı.
    Görüntünün olası içeriği: 8 kişi, oturan insanlar
    AKP BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE ENGELLİYOR
    Muğla Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Aylin Giray ise Bodrum’un çöplerinin düzenli olarak depolanacağı yeni bir çöplük alanı için geliştirdikleri projelerin iktidar tarafından engellendiğini ileri sürdü. Şu ana kadar vahşi bir şekilde depolanan çöplerin düzenli bir depolanması için 2010 yılında geliştirdikleri projenin süreçlerini aktaran Giray, 2012 yılında ÇED süreci tamamlanan ve tüm izinleri alnan arazide 2014 yılında 5 farklı yerde tarihi sit bulunduğu gerekçesiyle çalışmaların durdurulduğunu belirtti. Bu sit alanlarının çıkarılması sonrası çöplük olarak belirlenen arazide 2016’da yeni bir plan yaptıklarını ve ihalesi ile birlikte yüklenici firmaya devrettiklerini kaydeden Giray, tam işletme aşamasına geçileceği sırada 2017 Nisan ayında yeni bir Koruma Kurulu incelemesi yapılarak alanda yeni sitlerin olduğu gerekçesiyle çalışmaların durdurulduğunu ileri sürdü. Şu an için belirlenen 3 farklı yerle ilgili de problemler olduğunu ifade eden Giray, bu yerlerdeki durum netleşene kadar geçici çözümlerle soruna çözüm aradıklarını ifade etti.
    Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor ve ayakta
    ORMANLIK ALANA ÇÖPLÜK ANAYASAYA AYKIRI
    Panelin son konuşmacısı olan Prof. Dr. Doğan Kantarcı ise mevcut durum itibariyle Bodrum Yarımadası’nda değil çöp dökecek alan, ölüleri gömecek yer bile olmadığını söyledi. Muğla Büyükşehir Belediyesinin geliştirdiği projeleri eleştiren Kantarcı, ormanlık alanların içine çöplük yapılmasının Anayasaya aykırı olduğunu dile getirdi. Yeni çöp döküm alanı olarak belirlenen Dereköy havzasından, Bodrum Yarımadası’nın içme suyunun geldiğini belirten Kantarcı alanın mera değil orman olduğunu kaydetti. Organik atıkların kompost yapılması gerektiğine dikkat çeken Kantarcı, Bodrum’daki çöp sorununun çözümü noktasında ise kurallara uygun bir yakma tesisinin gerekliliğine işaret etti.
    ‘Bırakın çöplüğü ölüleri gömecek yer yok Bodrum’da’
    BODRUMLULAR ÇÖZÜM BEKLİYOR

    150’ye yakın Bodrumlunun izlediği panelde konuşan yurttaşlar kısa vadede çözüm konusunda ortaya net bir şeyin çıkmamasını eleştirerek, panelde çözüm odaklı bir önerinin oluşmadığını dile getirdi. Bir Bodrumlu paneldeki konuşmaları, “Ben bu panelde şunu öğrendim eve atıkların ayrıştırılması için üç tane çöp kovası alacağım ve Bodrum’da ölsem gömülecek yerim yok” diye özetledi. Bodrum Belediyesinin konuya yeterince önem vermediği ve panele ilgi göstermediğini belirten yurttaşlar, AKP Hükümetinin çöp ve su sorununa çözüm üretilmesine engel olarak Muğla ve Bodrum yerel yönetimlerini ele geçirmek istediğini ileri sürdü. (Muğla/EVRENSEL)

    15 Aralık 2017 Cuma

    Karaburun kazandı! Balık çiftliği projesi iptal edildi

     15 Aralık 2017 18:39

    Karaburun’da 3,9 milyon metrekare deniz alanına kurulmak istenen Agromey Balık Çiftliği Projesi, İDK toplantısında reddedildi.

    Karaburun kazandı! Balık çiftliği projesi iptal edildi

    Özer AKDEMİR
    İzmir
    Karaburun’da 3,9 milyon metrekare deniz alanına kurulmak istenen Agromey Balık Çiftliği Projesin onay çıkmadı. Karaburunluların aylardır yapılmaması için mücadele ettiği balık çiftliği projesi Ankara’daki İDK (İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu) toplantısında denizel ortamın bakteri bakımından uygun olmadığı gerekçesi ile reddedildi.

    İPAR BUĞRA’NIN SON ÇABALARI 
    Balık çiftliği projesine başından itibaren karşı çıkan Karaburunlular, şirketin Ambarseki Köyünde yapmak istediği ÇED toplantısını yaptırmamıştı. Karaburundan hemen her kesimin itirazlarına rağmen ÇED sürecini devam ettiren şirket geçtiğimiz 25 Temmuz’da Ankara’da İDK toplantısı yapmıştı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda yapılan toplantıya Karaburun’un karşı çıkışını bir kez daha aktarmak için , Karaburun Belediye Başkanı, Ambarseki muhtarı, Kent Konseyi Başkanı’dan oluşan bir  heyet, 3000 Karaburunlunun projeye itiraz dilekçesiyle birlikte  katılmıştı. Bu toplantı Kent Konseyi Başkanı İpar Buğra’nın son çabalarından olmuş, Buğra aniden ortaya çıkan kanser hastalığı nedeniyle bir ay gibi kısa bir süre içerisinde yaşamını yitirmişti. 
     karaburun
    AKDENİZ FOKUNA DA GÜZEL HABER
    Karaburun Kent Konseyi balık çiftliği projesinin reddedilmesi ile ilgili yaptığı yazılı basın açıklamasında, Karaburun yarımadası, Türkiye’nin 305 Önemli Doğa Alanı’ndan (ÖDA) biri olduğunun altını çizerek, “Karaburun yarımadası kıyılarının çok önemli bir bölümü ı. Derece doğal sit alanıdır. Agromey projesinde öngörülen kıyılar,  1. derece doğal sit alanıdır. Projenin durdurulması  dünyanın en nadir memelilerinden olan ve uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınan Akdeniz foklarının kalan son yaşama ve üreme alanlarından birinin daha yok edilmesinin, denizlerin akciğeri  ve deniz canlılarının yuvası olan, uluslararası sözleşmelerle de koruma altına alınan deniz çayırlarının  yok olmasının önüne geçmiştir. Bu proje doğa ile barışık turizme, kıyı ve geleneksel dalyan balıkçılığına kısaca yerel ekonomiye  büyük zararlar verecekti” denildi.  
    GEREKÇE: BAKTERİ YOĞUNLUĞU
    Projeyle ilgili Çevre Yönetim Genel Müdürlüğü' nün 11.12.2017 tarihli yazısında, denizel ortamda çevresel ortamın kirliliğini gösteren en önemli kriterlerden olan Beggiota bakterisinin yoğun olduğu ve bu nedenle söz konusu alanda çevresel koşulların balık çiftliği kurulması için uygun olmadığının belirtildiğini ifade eden Karaburun Kent Konseyi, bu nedenle projenin ÇED sürecinin  sonlandırıldığını dile getirdi. Kent Konseyi açıklamasında “Karaburun halkı, denizel ve kıyısal yaşam ile sosyo-ekonomik yaşamın idam fermanı olacak bu projenin iptal edilmesi için verdiği mücadeleyi, olası yeni girişimlere de karşı birlik içinde sürdürmeye kararlıdır” denildi. Kent Konseyi bir kere daha Karaburun Yarımadası’nın su ürünleri yetiştiriciliği potansiyel alanları kapsamından çıkarılmasını ve yarımada’nın ÖÇKA ilanı için gerekli bakanlar kurulu kararının ivedilikle çıkarılmasını talep etti. 

    14 Aralık 2017 Perşembe

    ‘Bodrum'un çöpleri için bahane değil çözüm üretilsin’


    Bodrumlular ilçedeki çöp sorununa dikkat çekmek için çöplükte basın açıklaması yaptı.
          
     14 Aralık 2017 15:46

    Muğla’da Bodrum Emek ve Çevre Güçleri ilçedeki çöplük sorununa dikkat çekmek için çöp depolama alanında bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın metnini okuyan Bodrum Çevre Platformu Sözcüsü Mustafa Duru, doğal ve kültürel güzellikleri ile tanınan Bodrum'un en temel sorunlarından birisinin yıllardır çözülemeyen çöplük sorun olduğunu belirtti.
    Bodrum'un çöplerinin döküldüğü yerin neredeyse her yıl bir kez yandığını aktaran Duru, bunun çok önemli bir sağlık ve çevre sorunu olduğunun altını çizdi.
    BAHANE ÜRETMEYİN
    Duru, “Bodrumda çöp sorununun çözülmemesi yer yok, para yok, gösterilen yerde tarihi değerler çıktı vs herhangi bir bahane ile açıklanamaz. Başta siyasal iktidarın ilgili bakanlığı ve diğer devlet kurumları bu işin bugüne kadar çözülmemesinden birinci derece sorumludurlar. Sonra yerel yönetimler aynı şekilde bu sorunu çözmekle yükümlüdürler ve çöp sorununun çözülmemesinden sorumludurlar” dedi.

    CUMARTESİ PANEL VAR

    Bütün kurumları sorunun çözümü için üzerlerine düşeni yapmaya çağıran Duru, konuya dair Bodrum Çevre Platformunun öncülüğünde oluşturulan Bodrum Emek-Demokrasi ve Çevre Güçlerinin, Bodrum halkından topladıkları imzaları Muğla Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına daha önce teslim ettiklerini dile getirdi.

    13 Aralık 2017 Çarşamba

    'Tarım zehirleri gıda terörüdür'

       13 Aralık 2017 15:33
      Özer AKDEMİR
    Meyve ve sebzelerde kullanılan tarım zehirleri ile ilgili basın toplantısında 'Tarım zehirleri toplumun üzerinde uygulanan bir terördür' denildi. 
    'Tarım zehirleri gıda terörüdür'
    “Zehirli meyve sebze istemiyoruz” başlığı ile yapılan imza kampanyası yaklaşık 50 bin imzaya ulaştı. Kampanya ile ilgili ziraat mühendisleri odasında gerçekleştirilen basın toplantısında sebze meyvelerdeki ilaç kalıntıları konusuna bir kez daha dikkat çekildi. 
    Ege Üniversitesi Ziraat Mühendisliği emekli öğretim üyesi ve Tarım Ekonomisi Derneği Başkanı Pof. Dr. Tayfun Özkaya ve EGEÇEP dönem sözcüsü Ali Osman Karababa basın toplantısında kampanya hakkında bilgi verdi. 
    Bu işe gönül vermiş aralarında ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, halk sağlıkçılarının olduğu kişiler olarak bu işe başladıklarını belirten Özkaya, kampanyanın amacının ülkemizdeki sebze ve meyvelerde tarım ilaçları kalıntısı sorununa karşı olumlu bir şeyler yapmak ve yetkilileri uyarmak olduğunu belirtti.  Özkaya, açılan imza kampanyasında 48827 imzaya ulaşıldığını dile getirdi. İmzaları ve önerileri başta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri olmak üzere büyükşehir belediyelerine ileteceklerini ifade eden Özkaya, “Bu konuda yapılmış araştırmalar tehlikeli sinyaller vermektedir. Örneğin Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık ve çalışma arkadaşları tarafından Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi’nde yapılan araştırma sonuçlarına göre 2013 ve 2014 yıllarında semt pazarlarından tesadüfi olarak toplanan ve en çok tüketilen domates, biber, hıyar, kabak, patlıcan, portakal ve çilek gibi sebze ve meyveler laboratuvarda pestisit (tarımsal ilaç) analizine tabi tutulmuş ve maksimum kalıntı limitlerini aşan gıdaların oranı % 25 olarak bulunmuştur. Oysa Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yaptığı denetim çalışmalarında yasal limitleri aşan pestisit kalıntılı gıda maddelerinin %1-2 oranında olduğunu açıklıyordu. Bu açıklamanın doğru olmadığını ve ortada halk sağlığı açısından ciddi bir sorun olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu. 
    Bu limitleri aşan gıdalar resmi kuruluşlarca da insan sağlığına zararlı yani tüketilemez olarak kabul edildiğini aktaran Özkaya, hormonal sistem bozucu olarak nitelenen bazı pestisitlerin yasal limitlerin altında olsa bile sağlığa zarar verebildiğinin altını çizdi. Özkaya, yurtdışına gönderilen ürünlerde tarım zehiri araştırması yapılırken, iç piyasaya sürülen ürünlerin ise kontrol edilmediğinin altını çizdi. Özkaya, 2002’den beri iç piyasada 1200 ürüne tahlil yapılırken bu rakamın yurtdışına giden ürünlerde ise 11 bin olduğunu belirtti.
    KUTUPLARDA BİLE TARIM ZEHİRİ BULUNDU
    Basın toplantısında konuşan Prof. Dr. Ali Osman Karababa, tarım zehirlerinin uygulama sonrasında besin döngüsüne katılan kimyasallar olduğunu söyledi. Bu tarım zehirlerinden sağlığa zararı olmayan bir tane bile kimyasal  olmadığını ifade eden Karababa, bunların gıdaların yapısına girerek, suya ve havaya karışarak canlılara ulaştığını belirtti. Kutup bölgesinde buz katmanlarına yapılan sondajlarda çıkarılan buz kalıplarda bile tarım zehirlerine rastlandığını kaydeden Karababa, hava akımlarıyla bu kimyasalların nerelere karda taşınabildiğinin çarpıcı bir örnek olduğunu dile getirdi. Karababa limit değerlerin de güvenilir değerler olmadığını, değerlerin altında bile sağlığa zarar verilebileceğini söyledi. 
    SAĞLIĞA OLUMSUZ ETKİLERİ ÇOK ÇEŞİTLİ
    Gıdalarımızın içindeki bu zehirlerin çok çeşitli sağlık etkileri bulunduğunu söyleyen Karababa, “Bu etkilerin başında farklı organ ve doku kanserleri yer alır. Bunun yanında hormon sistemi ve doğurganlık, kalp-dolaşım sistemi, sinir sistemi ve bağışıklık sistemleri de olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca genetik hasara bağlı olarak doğumsal anormallikler, organlarda işlevsel bozukluklara neden olabilirler.   Üstelik birçok sayıda kimyasalın birleşik etkisi bu sağlık sorunlarının şiddetini ve çeşitliliğini artırmaktadır” dedi.
    Basın toplantısında alınacak önlemlerle ilgili şu maddeler sıranladı; 
    1) Toptancı hallerine kalıntı analiz laboratuvarlarının kurularak, maksimum kalıntı limitlerinin üzerinde kalıntı tespit edilen ürünlerin satışının engellenmesi ve yasal mevzuatta belirtilen cezai hükümlerin uygulanması, belediyelere de ceza verme yetkilerinin tanınması gerçekleştirilmelidir.
    2) Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı pestisitlerin kullanılmadığı tarımsal tekniklerin kullanılmasına destek vermelidir.
    3) Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na ait laboratuvarlar ile özel yetki almış laboratuvarların aynı sayıda etken maddeyi kontrol etmesi ve elde edilen sonuçların kamuya açıklanması sağlanmalıdır.
    4) Kamu adına yapılan kalıntı analizlerinde görev alan özel laboratuvarların kalıntı analizi işini doğru ve güvenilir bir şekilde yapıp yapmadıkları dikkatle denetlenmelidir.
    5) Bakanlığın yürüttüğü kalıntı analizi çalışmalarında bir üründe tespit edilen pestisit sayısının kaç tane olduğu da dikkate alınarak sonuçlar değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. (İzmir/EVRENSEL)

          

    12 Aralık 2017 Salı

    Kaşlılar otoban istemediklerini mahkemede tekrarladı


     12 Aralık 2017 14:06

    Kaş-Kalkan arasında yapılmak istenen otobana karşı açılan dava görüldü. Antalya'daki davaya çoğu Kaş'tan 100'e yakın yurttaş katıldı.

    Özer AKDEMİR
    İzmir

    harita
    Kaş-Kalkan arasında yapılmak istenen otobana karşı açılan dava, Antalya 2. İdare Mahkemesinde görüldü. Çoğunluğu Kaş'tan olmak üzere, 100'e yakın kişinin katıldığı duruşmada yurttaşlar bir kez daha otobanı istemediklerini dile getirdi.
    KAŞLILAR DAVASINA SAHİP ÇIKTI
    Otobana karşı Kaş Çevre Derneği, Kaş Koruma Platformu , Kaş Turizm ve Tanıtma Derneği, köy muhtarları ve yurttaşların katıldığı duruşmayla ilgili görüştüğümüz davanın avukatı ve Türkiye Barolar Birliği Kent ve Çevre Komisyonu üyesi Tuncay Koç, davaya katılım için  3.5 saat uzaklıktaki Kaş'tan 70 kişinin gelmesini Kaşlıların bu davaya verdiği önemi gösterdiğini söyledi. Duruşmada otobana neden karşı olduklarını mahkemeye anlattıklarını belirten Koç, "Yolun köylülerin yayla alanını ve habitatını ikiye böleceğini, köylülere hiçbir getirisinin olmayacağını anlattık. Endemik Lidya Orkidelerinin yaşam alanından geçen yolun aynı zamanda ikisi "Kırmızı Liste"de yer alan kritik eşikteki 5 canlı türünün de yaşamını tehdit ettiğini söyledik. Proje maliyetinin belirtilenden katbekat fazla olacağını, bu yola yatırılacak paranın bölge halkına dağıtılsa 50 bin lira gibi önemli bir kalem tutacağını ifade ettik.
    Kaşlılar otoban istemediklerini mahkemede tekrarladı

    DOĞAYI KÖYLERİ EZİP GEÇECEK
    Otobanda hiçbir kamu yararının olmadığını, Karayolları Genel Müdürlüğü ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının böylesi doğa karşıtı bir projeye onay vermesinin rant odaklı bir anlayışa yol vermek olduğunu söyledik. Ayrıca Orman Bakanlığının yol için önce olumsuz görüş bildirirken bir anda görüşünü değiştirerek olur verdiğini de mahkeme de dile getirdik. Otobanın yörenin doğasını, köylerini ezip geçeceğini, yaylaları kıyıma uğratarak ve Kaş’ın eşsiz peyzajını  bozacağını belirterek Kaş'ın otobana ihtiyacı olmadığını söyledik" dedi.
    Koç, mahkemeye uzmanların görüşlerinin yer aldığı bir rapor da sunduklarını belirterek, "eğer yol için iptal kararı verilmezse yerinde keşif ve gözlem yapılması talebimizi ilettik. Şimdi mahkeme 15 gün içerisinde bir karar verecek" dedi.
    Çukurbağ 
    GEÇİM KAYNAKLARIMIZA ZARAR VERECEK
    Duruşmada konuşan Çukurbağ Köyü Muhtarı Ali Rıza Öncü de köylüler olarak geçimlerinin tarım ve hayvancılık üzerine olduğunu ifade ederek, yolun bu geçim kaynaklarına önemli zararlar vereceğini bu nedenle istemediklerini söyledi.
    Duruşmada söz alan Karayolları yetkilisi ise yolun bölge açısından alternatifsiz olduğunu, Mersin'i Muğla'ya bağlamak için bu yolu yapmaları gerektiğini ileri sürdü. Çukurbağ, Yeniköy, Kalkan, Ağullu köylerinde muhtar ve azalar da davaya katıldı.

    AĞUSTOS AYINDA DAVA AÇILMIŞTI
    Karayolları Antalya 13. Bölge Müdürlüğü’nce hazırlanan “Kaş-Kalkan Yolu” projesine karşı geçtiğimiz Ağustos ayında açılan davaya Kaş Turizm ve Tanıtma Derneği, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası ve 77 yurttaş davacı olarak imza koymuştu. Antalya Barosu avukatlarından Tuncay Koç tarafından mahkemeye verilen iki ayrı dilekçede otoyolla ilgili ÇED gerekli değildir kararına ve Kaputaş Plajı ile ilgili koruma kararına rağmen viyadük yapımına izin veren Antalya Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu kararına itiraz edildi.

    Kaputaş
     DÜNYACA ÜNLÜ YÜRÜYÜŞ YOLUNU DA YOK EDECEK
    Mevcut yoldan on dakika daha az bir yolculuk süresi vadedilen yol için 73 milyon lira kamu parasından harcanacağı belirtilirken bu rakamın çok daha fazla olacağı dile getiriliyor. Projeden 7 köyün doğrudan etkilenecek: Yolun geçeceği hat ve çevresi, dünyaca tanınan ve uluslararası literatüre geçmiş Likya yürüyüş yolunun bir parçası.
    Otobanın geçeceği güzergâhta 1. derecede korumaya alınmış olan 7 arkeolojik ve 2 doğal sit alanı var. Bu sitler, yolun geçeceği güzergâha çok yakın konumda iken, 4 arkeolojik sit alanı ise doğrudan otoban projesi alanının içinde.

    Son Düzenlenme Tarihi: 12 Aralık 2017 16:13

    Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

      24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...