"Kan ağlıyor Bin Pınarlı İda. Bin pınardan bin dert
akıyor şimdi! Onun da yarasını saracak bu toprağın insanı. Bin yıldır olduğu
gibi..."
Özer AKDEMİR
Her şey birdenbire olmadı elbette. Bir sabah kapımızı
açtığımızda burun buruna gelmedik bu altıncı şirketlerle. Ülkeye, Bergama
kapısını kırıp dökerek geçtikten sonra üşüştüler. Önce Uşak Kışladağ’a,
ardından Erzincan İliç’e, Gümüşhane’ye, Kayseri Himmetdede’ye, Eskişehir
Kaymaz’a...
Bergama’dan idmanlı geldiler mesela. Halkı nasıl
uyutacaklarını, nasıl kandıracaklarını, olmadı nasıl yasa zoruyla ellerinde ne
varsa söküp alacaklarını bilerek geldiler. Dün olduğu gibi arkalarına devletin
gücünü, zırhını kuşandılar. Yeni yollar, yönetmelikler, ihtiyaçları için
barajlar, akarsular, kuyular açtırarak geldiler.
Bir de yanlarına “yerli ve milli”, dostları almayı ihmal
etmediler. Dinle, imanla, milliyetle, mezheple, hemşehricilikle, cemaat
örtüleriyle kandırdılar hep halkı. “Biz yabancı şirket değiliz, yüzde yüz Türk
şirketiyiz” demeyi yalandan, riyadan saymadılar mesela.
Adı sanı Türk “çantacı” şirketleri öne sürdüler kendileri
perde arkasında kalarak. Ülkeyi bu taşeronları ile yağmaladılar. Dağları, ovaları
siyanüre boğmayı, suları kirletmeyi, havayı zehirlemeyi bu Türk ortakları
eliyle yaptılar. Maşa varken ateşe el uzatmak gereksizdi sonuçta!
Ve bir sabah Troia Savaşının galipleri, bin yıllar
sonrasında yeniden saldırdılar Troias ülkesine. Dün, Troia kentini kuşatıp yağmalayanlar,
bugün de aynı niyetlerle sardılar Kaz Dağı’nı.
Tanrıların Dağı, Bin Pınarlı İda’nın eteklerine kurdular
yine karargahlarını. Yeni iş birlikçiler bulmakta gecikmediler kendilerine ki
bu sefer ülkeyi yönetenler onların Truva Atları oldular. Halkı hesap edemediler
sadece ve “Çanakkale Geçilmez” sözü en büyük kabusları oldu yeniden.
Belki de o yüzden, en önce Çanakkale Savaşı’nda yüzlerce
kiloluk mermileri sırtlayıp toplara dolduran Koca Seyit’in memleketinden
başladılar, Havran’dan. Bu kez de Koca Seyit’in diktiği zeytinler çıktı
karşılarına. Havranlıların, Küçükderelilerin, Kaz Dağı köylülerinin çabaları
ile çıkartılan Zeytincilik Yasası geri püskürttü altıncıları.
Havran’ı terk edenler Biga’da, Elmalı köyünde görüldüler bir
süre sonra. Bulgaristan’dan göç edip gelen Pomak’ların torunları karşıladılar
bu sefer onları. Zariftiler tarifsiz, rengarenk giyindiler düğüne gelir gibi ve
dimdik çıktılar altıncının karşısına; “Elmalı el malı olmayacak!” dediler.
Çaresiz buradan da elleri boş döndüler.
Bir sabah erkenden Bayramiç Muratlar köyü taraflarında
göründüler. Gelip oturdular köy kahvesine, çaylarını içtiler. Yanlarında
getirdikleri “hoca”lar altın madencilerinin tohumluk vereceğini, hayvan
dağıtacağını söyleyip köylüleri iknaya çalıştılar. “Sizler madencilerin yevmiye
ile tuttuğu kişilersiniz, bilim insanı olamazsınız” denilerek resmen
kovuldular.
Çan’a bağlı Kızılelmalılar da teneke çalarak kovaladı altın
madencilerini, iki kere hem de. Aynı ilçenin Dondurma köylüleri ise dumana boğdular
madencilerin toplantı yapmak istediği kahvehaneyi. Soba dumanından ve
köylülerden kurtulmak için kaçmakta buldular çareyi.
24 köyün su kaynağı Ağı Dağı’na yöneldiler tam o günlerde.
Çan Kızılelma, Söğütalan, Bayramiç Karaköy ve Zeybekçayırı’ya kadar olan
tepelerde sondajlara başladılar. Ağı Dağı’nı bilek kalınlığında mavi sondaj
boruları kapladı bir anda. Kestane ağaçlarının dibinden geçen küçük derecikler
köpük aktı günlerce. Mis gibi orman havasına kimyasal madde kokusu karıştı.
Çan Halilağa köyünün üstündeki ormanın içinde de başladılar
sondajlara. Küçük keçi çobanı Bedrettin’in otlağı madencilerin sondaj sahaları
oldu. Bir süre sonra da yandı o güzelim orman. Aynı Thebe antik kentinin
yanında bulunan molibden-altın madeninin yakınlarındaki ormanda olduğu gibi
ateş madencilerin istedikleri yeri yaktı!
Bayramiç Karaköy’de dağlarında altın arayanlara “Defolup
gidin topraklarımızdan” diye çıkışan iki genç köylü 7 bin 200 dolar para
cezasına çarptırıldı! T.C. mahkemeleri kendi yurtlarını korumaya çalışan
gençlere ABD doları üzerinden ceza kesti. 6 ay boyunca maden sondajlarının
yapıldığı dağa çıkmaları da yasaklandı iki köylünün!
Yüz binlerce insan, yaşayan tüm canlı varlıklar umurlarında
olmadı hiç onların. Çanakkale’nin su havzasındaki Kirazlı köyüne altın madeni
kurmakta hiçbir sakınca görmediler mesela. Belediye Başkanının tepkileri,
bedduaları arasında binlerce ağacı kesip traktör kasalarında taşıdılar odun
yapmak için.
“Ölümden öte köy yok” diyen Epikür’ün memleketi Lapseki’ye
de el attılar. “Kirazlarımıza siyanür bulaşmasın” diyen Şahinli köylüleri maden
sondajları sonrası musluklarından günlerce çamur aktığının tanıklığını
yaptılar.
Şimdi, Kaz Dağı’nın dört bir yanındaki köyler gibi, Çamyurt,
Kuşçayırı, Etili, Kısacık köyleri de her sabah bambaşka bir güne uyanıyorlar.
Suları ellerinden gidiyor göz göre göre! Toprakları, kiraz ağaçları, elmaları.
Ve endemik Bayramiç Beyazları bir avuç altına satılıyor!
Kan ağlıyor Bin Pınarlı İda. Bin pınardan bin dert akıyor
şimdi! Onun da yarasını saracak bu toprağın insanı. Bin yıldır olduğu gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder