17 Aralık 2017 Pazar

Köy göçüren_Pazar yazısı


 17 Aralık 2017 

Gökbel Dağlarında köylerini terk edip gitmek zorunda kalan insanların, talan edilen doğanın ve toprağa gömülen zeytinlerin öyküsü.

Köy göçüren

Çine'den çıkıp Gökbel Dağlarının Karpuzlu tarafına giden bir saatlik yol boyunca köstebek tarlasına dönmüş, dar asfalt yolun sağı solu maden yaraları ile doluydu. Zeytinlikler, bodur çam ağaçları, makilik arazi ve üzerinde ne kadar bitki varsa ince bir tül perde örtülmüş gibi beyaz bir tozun altındaydı. Dağın tepesine, daha doğrusu dağdan geriye kalanın tepesine ulaştığımızda ise arabaları durdurduk. İki karış tozun içine indik ve karşımızdaki manzarayı tarif edecek kelime bulamadık bir süre.

Bize yol boyunca bilgiler veren, buralara yıllardır gelip giden haberci arkadaşımız Cavit Eskici bile şaşkınlığını gizleyemedi. Bir zamanlar Köyü Karpuzluya bağlayan yolun kenarına konmuş "Maden sahasıdır girilmez" levhasına aldırmadan ilerideki kocaman bembeyaz bir kayanın üzerine çıkarak aşağıdaki manzaraya baktı. Biz de gittik yanına. Dev gibi bir maden çukuru vardı önümüzde. Belki elli metre eninde, yüz yüzelli metre genişliğinde ki çukurun karşısındaki yamaçlarda ve içinde kepçeler, kamyonlar, türlü türlü iş makineleri hummalı bir çalışma içindeydiler. Araçların ardından kalın bir toz tabakası göğe yükseliyor, çukuru aşıp Kurşunlu ovasına doğru rüzgarın önünde sürüklenip gidiyordu.
Gökbel Dağları

"Burada üç dört yıl önce kocaman bir köy vardı. Şu çukurun içindeydi evler. Sol taraftaki tepenin yamacında okul ve tam bulunduğumuz yer de köy mezarlığı idi. Köylülerin evlerini sattıklarını biliyordum ama camiyi ve mezarlığı bile satacak hale nasıl geldiler anlayabilmiş değilim. İnsan ana-babasının mezarlarını nasıl terk edip gidebilir ki?" dedi.

Cavit Eskici'nin birkaç yıl önce henüz maden tarafından yutulmamış halde gördüğü Kuşçamı köyü'nden bugün geriye bir tuğla parçası bile kalmamıştı! Köyün bulunduğu küçük tepeciğin tamamı maden ocağı olmuş, maden köydeki 50 haneyi yuttuğu gibi, çevresindeki zeytinlikleri, yamaçları kaplayan çamları, Latmos'un kayalarına benzeyen koca kayalıkları, küçük maki topluluklarını ve dağın üzerinde ne kadar ot, börtü - böcek varsa hepsini ortadan kaldırmıştı. Bununla da yetinmemiş, köyün belki üç katını aşacak bir şekilde ocağını genişletmiş, Gökbelin tepelerine doğru bir uçtan yayılırken, öbür tarafta köy yolunu da içine alacak şekilde Karpuzlu ovasına doğru genişlemeye devam etmişti.

Gökbel Dağları
Dönüşte, bu köyün öyküsünün peşine düşüp geriye doğru bir arşiv taraması yaptığımızda, bugün aramızda olmayan iki Çine'li dostumuzun yıllar önce yaptığı haberler çıktı karşımıza. Gerga antik kentini tanıttığımız yazımızda adları geçen TEDAŞ işçisi Celal Şenol ve yerel gazeteci Yılmaz Sağlık, yaşamlarını yitirmeden birkaç yıl önce Kuşçamı Köyünün, mezarlığının, camisinin maden şirketi tarafından nasıl satın alındığının haberini yapmışlardı. Haberde 49 yıllığına kiralandığı belirtilen cami, köy çeşmesi ve mezarlığın yerinde yeller esiyordu biz gittiğimizde.
***
Gökbel Dağları
Kuşçamı köyünden bir ana oğulu maden alanından iki kilometre ötede zeytin toplarken bulduk. Kasım ayının güneşli bir pazar günü, hem zeytin topluyorlar hem de ağacın dibinde biten çalıları temizliyorlardı. Tuncer Şahan madene evlerini arazilerini gönül rızası ile satmadıklarını söyledi. 30 yaşlarında gösteriyordu ve madenden çok ama çok dertliydi; "Biz satmak istemedik ama köylünün çoğu satınca mecbur kaldık. Zaten şirket de dinamitleri patlatmaya başlayınca komşu Ovapınar köyüne taşındık mecburen" dedi.

Bulunduğumuz yerden yolun öte yanındaki tepecikte bulunan zeytin ağaçlarını gösterdi Şahan. "Şu tepeyi görüyor musunuz" dedi. Gösterdiği yerde bir maden yarası idi ve tepeye kadar pasa yığılıydı. "O pasanın altında 4-5 ağacım var. Toprak aktı aşağıya ve ağaçlarımı yuttu" dedi.
Annesi Feride Şahan ise elindeki orağa benzer bıçakla delice çalıları temizlediği zeytin ağacının dibine oturup bize köyden nasıl göçtüklerini anlattı, "Başka çaremiz yoktu. Ağlaşa çığrışa terkettik topraklarımızı" dedi. Gözleri yaşardı, sesi düğümlendi ve başına doladığı yaşmak ile göz pınarlarına yürüyen yaşları kuruladı.
 Gökbel Dağları
Şimdi artık eski haritalarda ve anılarda kalan, imi timi bir anda belirsiz olan Kuşçamı köylülerini kederleri ile başbaşa bırakıp devam ettiğimiz yolumuzda onlarca maden yarası çıktı karşımıza. Bu mevsimde, güneş böylesine cömertçe kendisini göstermişken, hafiften esen dağ yeli ile çamların, dağ çayı ve kekiklerinin kokusunu taşıması gereken rüzgar maden yaralarının tozlarını göğe savuruyordu her geçtiğimiz yerde. Her geçtiğimiz yer çığlık çığlığaydı adeta. Taş taş üstünde bırakılmıyor, tek bir ağaç, tek bir ot, tepelerin kuytuluğunda biten dağ çiçekleri ve bir zamanlar gürbüz çimenler arasında yaşayan canlılardan tek bir tanesini bile sağ bırakmamacasına bir kıyım tüm hızıyla sürüyordu.

Gördüğümüz manzarayı tarif edebilecek bir sözcük arasak "dehşet" çıkardı ilk ağzımızdan. Dehşet bir doğa kıyımı, dehşet bir hırsla yapılan talan. Sonra hüzün gelirdi ikinci sözcük olarak aklımıza. Köylerinden göçürülen köylülerin evlerini arkalarında bırakırken yaşadıkları hüzün, tozun altında yaprakları görünmez olan, maden pasaları tarafından yutulan zeytinin hüznü, un ufak edilen kayaların, o kayaların altında yaşayan yılanların, tepesinde gezen ceylanların, tüm doğanın hüznü. En son ise ekibimizde yer alanların hüznünü saymak gerek. Böylesi bir manzarayı görüp hüzünlenmeyecek bir tek insan yoktu!
 Görüntünün olası içeriği: 7 kişi

Maden yaralarının birini görüntüleyip öbürüne geçerken yol üzerinde küçük bir kır çeşmesinin başında mola verdik. Bu çeşmenin yaklaşık 300-400 metre ötesinde de bir maden yarası vardı. Üzerleri hala yeşil kalmış, kuşburnu çalısı, fıstık çamlarının bittiği tepeye çıkıp önümüzdeki vadi boyunca Latmos'a doğru giden bu içler acısı maden yarasına da baktık bir süre. Yolun öbür tarafındaki çeşmenin başına dönüp ince ince akan buz gibi suyundan içtiğimiz sırada bir köylü geldi yanımıza selam vererek. 8-10 kişiyi bulan küçük grubu merak ettiği belliydi her halinden. "Hayırdır" sorusuna yanıt verdik. Madenleri, onların yol açtığı tahribatları görmeye geldiğimizi söyledik. O da şikayet etti tozdan, gürültüden, 10 yıla yakındır zeytinlerin olmadığından. Buraların bekçisiymiş, "Hatipkışla köyündenim, köy yakında şu tepenin ardında" dedi. Fıstık çamlarının bekçiliğini yapıyormuş yıllardır. Adını, yaşını sorduk biz de. "Adım Ahmet Özen, 75 yaşındayım, çok şükür ki bugüne kadar doktor yüzü görmedim" dedi. Birkaç kişinin aynı anda "Buyur gör o zaman" diye doktor Metin'i göstermeleri üzerine Ahmet amcadan ve gruptaki herkesten kahkahalar yükseldi. Hüzünlü Gökbel yolculuğumuzu bu neşeli anın tebessümü geride bıraktık. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...