Yazar: Mülkiye
HaberTarih: Aralık 07, 2017
Nurettin Öztatar
Bergama köylülerinin altın şirketlerine karşı yürüttüğü
yaşam mücadelesinden bugüne çevre konusuna hem muhabir hem de aktivist olarak
katılan Özer Akdemir’in üçüncü kitabı çıktı. Yeni İnsan Yayınlarından çıkan
kitapta, şirketlerin ve devletlerin ekonomik çıkar söz konusu olduğunda
yapmayacakları “çılgınlık” olmadığı anlatılıyor. Yaptığı haberlerle maden
şirketlerinin hedefi haline gelen ve hakkında davalar açılan Akdemir,
“Anadolu’nun ‘Altın’daki Tehlike/Kışladağ’a Ağıt” ve “Kuyudaki Taş/Alman
Vakıfları ve Bergama Gerçeği” adlı kitaplarından sonra, nükleer çılgınlığının
sonuçlarını anlattığı “Uranyum Uğruna- Dilsiz Çocukları Ege’nin”de halk
sağlığının nasıl önemsizleştiğini, nasıl bir çevre felaketiyle yüz yüze
bırakıldığımızı anlatıyor. Bir bölümü Evrensel gazetesinde ve Hayat
Televizyonun’daki Çepeçevre Yaşam programında yayınlanan haberlerden
oluşan kitapta, Türkiye’nin uranyum macerası mercek altına alınıyor.
GERÇEKLER GİZLENDİ
ABD’nin 1954 yılında nükleer savaşa hazırlığın ilk adımı
olarak gündeme getirdiği “Barış İçin Atom” Projesi kapsamında Türkiye’nin 5
Mayıs 1955 tarihinde bu ülkeyle ilk anlaşma imzalayan devlet olmasıyla başlayan
nükleer çılgınlığın sonucunda MTA’nın, 1974 yılında Manisa Köprübaşı
bölgesinde, Amerikan şirketleri ile yeni bir pilot tesis kurarak 1975 yılında
ilk sarı pasta üretimini gerçekleştirmesini ve sonuçlarını ele alan Akdemir,
hiçbir denetim yapılmadan hatta gerçekler gizlenerek başlanan bu üretimin
sonuçlarını gözler önüne seriyor. Prof. Dr. Hayrettin Kılıç’ın “Türkiye’nin nükleer
enerji ve silah sevdasının kırk yıl önceden başlayıp günümüze kadar devam eden
ilk sancılarının ibretlik öykü” olarak nitelendirdiği kitapta, halkın normalden
500 kat fazla radyasyona maruz bırakıldığının kanıtları ortaya seriliyor.
Kapatılan bir uranyum madeninin, 40 yıl sonra bile halkı
nasıl zehirlediğini, gözlemlere, bilim insanlarının değerlendirmelerine de yer
vererek titiz bir araştırmayla ortaya çıkaran Akdemir, kitabın kırk yıl
öncesinden gelen acı bir dersi önümüze serdiğine dikkat çekerek, başta ülke
politikalarına yön verenler olmak üzere herkesi, Hiroşima’ya-Nagazaki’ye atılan
nükleer bombalardan sonra yazılan “çocuklar öldürülmesin/şeker de
yiyebilsinler” mısralarının değerini bilmeye davet ediyor.
HEPİMİZİ BEKLEYEN TEHLİKE!
Çevrenin, doğanın, kentlerin-köylerin, tarım alanlarının son
çeyrek yüzyılda hiçbir kurala bağlı kalmaksızın kirletildiği bir dönem yaşadık.
Milyonlarca yılda oluşan doğa, kapitalistlerin ve devletlerin çıkarlarına feda
edildi ve bu süreç bütün acımasızlığıyla devam ediyor. Doğanın her tahrip
edilişi, dolaysızca canlı yaşamını, bu arada insanı da olumsuz etkilediği,
yaşam alanlarını yaşanmaz hale getirdiği halde, başta madencilik faaliyetleri
olmak üzere, kirli enerjinin hammaddelerini elde etmek için yapılan ekonomik faaliyetlerden
vazgeçilmiyor. Bunun kapitalist modelin doğasına uygun olduğu biliniyor ancak
toplumun genelinin bu konuda yürütülen mücadelelerden ve tahribatın boyutundan
haberdar olduğu söylenemez.
Mersin’de, Sinop’ta yapılacağı açıklanan nükleer santrallerin
nelere yol açabileceğini anlamak için Akdemir’in kitabını okumak gerekiyor. 40
yıl öncesinden maden bölgesinde öylece bırakılan atıkların nasıl insanları ve
doğayı zehirlemeye devam ettiğini ve başta TAEK olmak üzere yetkili kurumların
nasıl üç maymunu oynadığını gösteriyor Akdemir. Halkın payına hastalıktan başka
bir şey düşmüyor bu nedenle.
İhtiyacımız olan ise, “Bulutlar adam öldürmesin, çocuklar
dilsiz olmasın diye” diye önce halktan gizlenen gerçeklerin öğrenilmesi …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder