30 Nisan 2017 Pazar

‘Gelip konan göçtü nişane yeter’_Pazar eki

‘Gelip konan göçtü nişane yeter’


Ülkedeki doğa talanının hız kazanmaya başladığı yıllarda mücadelenin öncüsü olmuş Sefa Taşkın ve Uğur Sümer’in kitapları çıktı. Özer Akdemir yazdı.
30 Nisan 2017
Özer AKDEMİR
Yıllar öncesinden tanıştırdığım iki güzel insanın iki kitabı aynı tarihler arasında okurlarıyla buluştu. Ülkedeki doğa talanının hız kazanmaya başladığı yıllarda mücadelenin öncüsü olmuş iki ismi, yıllar geçtikten sonra içinden geldikleri kültürün gelecek nesillere taşınması serüveninin gönüllü neferleri olarak görmek aslında beni hiç şaşırtmadı…
*** 
2005 yılının güneşli bir Nisan’ın da ilçe meydanına bakan bürosunda karşıladı bizi Bergama Belediye eski başkanı Sefa Taşkın. Uşak Eşme Kışladağ yakınlarında yapılmak istenen altın madenciliğine karşı yörelerindeki duyarlılığı arttırmak için belgesel çekimine soyunmuş iki Eşmeli, Uğur Sümer ve Yücel Can’la birlikte ziyaret ettik kendisini. Bergama köylülerini altın madeni karşıtı mücadelesinin artık sönümlendiği yıllara denk gelen bir dönemdi. Bergama geçilmiş, ardına kadar açılan kapıdan giren uluslararası altın tekelleri gözlerini ilk olarak üzeri 15-20 yıllık genç ormanlarla süslü Kışladağ’a çevirmişlerdi. İki Eşmeli tam bu süreçte Bergama Köylülerinin yanı sıra, Balya’nın, Dulkadir Köyü’nün, Kıbrıs Lefke’nin deneyimlerini çekip, kendi yörelerinde göstermek ve altın madeni karşıtı mücadeleyi örgütlemek için bu belgesel çekimlerine girişmişlerdi. 
Altın madenciliğini yakından takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak benden yardım istediklerinde onları yönlendirdiğim ilk durak Bergama olmuştu. Sefa Taşkın, bürosunda yapılan çekimde Bergama’da yıllarca verilen mücadeleyi kısaca özetledi. 
Ardından Sağancı Köyüne gittik. Köylülerin uzun zaman sözcülüğünü yapan Oktay Konyar’la zeytinliklerinin olduğu bölgede görüştük. Çekimlerin ardından Konyar Çamköylü Sebahat Gökçeoğlu’nu aradı telefonla. “Sana misafir gönderiyorum. Onlara zeytinyağlı otlu yumurta yap” dedi. Sebahat abla ve eşi Ramazanla altın madeninin yanı başında bulunan Çamköy’deki evlerinde, zeytinyağlı otlu yumurta, keçi peyniri, ekşi maya köy ekmeğinden oluşan yemeğimizi yedikten sonra görüştük.
Balya’ya gittik birkaç gün sonra. Birkaç hafta sonra da Kıbrıs Lefke’ye. Dönünce de ver elini Kütahya Eti Gümüş tesislerini yakınındaki Dulkadir Köyü. Bunca çabanın, emeğin ardından ortaya sadece “Öteki adı zehirkent: Balya” belgeseli çıktı”. Bergama, Lefke ve diğer çekimler ise yapılamadı ne yazık ki…
*** 
Altın madenine karşı verilen mücadelenin öncülerinden birisi olmanın bedelini ödedi Sefa Taşkın. Belediye Başkanı olduğu dönemde birçok abuk subuk davanın yanı sıra mücadelenin diğer önderleriyle birlikte “Legal Alman Casusu” gibi saçma bir suçlamayla DGM’de yargılandı. Hepsinden berat etti ama sermaye düzeninde ‘halkçı’ tutumunun bedelini belediye başkanı koltuğunu kaybederek ödedi. 
Siyasi yaşamını sürdürmek için dirense de başarılı olamadı ve kendini yıllardır ilgi duyduğu alana Anadolu’nun ve Ege’nin, özellikle İsa’dan önceki devirlerini araştırıp yazmaya adadı. Belediye başkanlığı döneminde başlayan, sonrasında da devam eden kitapları bu çabanın ürünüdür. 
Bugün Almanya’da bulunan Bergama Zeus tapınağının koparıldığı topraklara dönmesi için verdiği uğraş halen devam ediyor. 10’u aşkın kitabında Anadolu’nun tarihini, Bergama’da Ege’de yaşamış, yitmiş atalarının kültürünü araştırdı, yazdı. Son iki kitabı “Luviya” da ise Batı Anadolu ve Ege’nin İ.Ö 2. bin yıl tarihini ele aldı. Haklarında çok az şey bilinen Luvileri ve onların ülkesini eldeki bilgelerle, araştırmalarla yorumlamaya, aydınlatmaya çalıştı.
*** 
Uğur Sümer de Uşaklı bir devrimci olarak verdiği siyasi mücadelenin en zor günlerini “Duymayan Kalmasın” adıyla kitaplaştırdı. Ardından Güneydoğu’da asker olmanın ne anlama geldiğini ve askerlik sonrası yaşanan sarsıntıyı ele aldığı “Bir savaş bir asker” kitabını yazdı. Biz Yayınlarında çıkan son kitabı geçtiğimiz günlerde İzmir Kitap Fuarında okurlarıyla buluştu. “Bir Yörük Masalı – Yeryüzünün ilk güzellik yarışması “ başlığındaki masal kitabında Uğur Sümer, göçebe bir Yörük çocuğu olarak dinlediği Yusuf ile Meryemce masalını anlatıyor. Bu masalın, farklı isimlerle yüz yıllar önce Homeros tarafından da anlatıldığının şaşkınlığını aktarmış girişinde. Mustafa Yıldız’ın birbirinden güzel karikatürleriyle daha bir güzelleşen kitap, kadim Anadolu da, binlerce yıldır gelip geçen uygarlıklar arasındaki köprünün bir nişanesi olmuş sanki.  
Her gelip geçen bir iz bir renk bırakmış bu topraklara. Binlerce yılın öyküleri yazıyla, şiirle, söylencelerle, türkülerle, masallarla gelecek kuşaklara taşınmış. 
Yaşamı savunma mücadelesinin iki ismi de, yaşadıkları toprakları korumanın yanı sıra onun kültürünün yaşaması için emeklerini bugün de esirgemiyorlar. “Gelip konan göçtü nişane yeter” diyerek...


29 Nisan 2017 Cumartesi

Bir yudum İzmir bir nefes Gaziemir...


Özer AKDEMİR
29 Nisan 2017
Güneşli bir pazar günü. Bahar kendini göstermeye başlamış iyice. Bir baba 2-3 yaşlarında çocuğunu kucağına almış önlerinde uzanan, yeşil otların bürüdüğü tepecikleri gösteriyor. Yanlarında 7-8 yaşlarında oğulları çömelmiş, elindeki sopayla toprağa şekiller çiziyor. Tepeciğin etrafında çoğu yerleri kesilmiş, sökülmüş, paslanmış dikenli tel örgüler var. Örgülerin kesildiği yerlerden giren yeni kuzulamış koyunlar tepecikteki yeşil otların tadını çıkarıyorlar. Tepeciğin eteklerindeki yıkık dökük tesislerin hemen dibinden belli belirsiz bir buğu yükseliyor. Diğer yerlerde yok bu buğu sadece oradan, ince, için için yanan bir ateşten çıkar gibi tütüyor...

PASTORAL TABLONUN ÖTE YÜZÜ
Türkiye'nin üçüncü büyük kenti İzmir'in merkez ilçelerinden, Gaziemir'in Aktepe ve Emrez Mahallelerinin hemen yanı burası. Kesilmiş tel örgülerle çevrili yeşil tepecik eski bir kurşun fabrikasının bahçesi. Pastoral bir tablodan çıkmış gibi görünen yeşil otlar, sarı papatyalar, yaseminler, gelincikler arasında otlayan kuzular "İzmir'in Çernobili"nin üzerinde geziniyorlar! Altlarında, tam olarak miktarı, nereden geldiği bilinmeyen radyoaktif atıklar gömülü. Tepeciğin eteklerinde, eski fabrikanın terk edilmiş tesislerine yakın bir yerde tüten buğu ise bu atıkların bir gün önce yağan yağmur suları ile tepkimesinden oluşan radyoaktif dumanlar!
ÜSTTE YEŞİL ÇİMEN ALTTA NÜKLEER ATIK!
Bir pazar gününün keyfini, on binlerce konutun orta yerinde kalmış bu yeşil adacıkta, çocukları ile, doğa ile baş başa geçirdiğini sanan babaların çoğunun haberi dahi yok bu tehlikeden. Kurşun fabrikasının bir kaç yüz metre ötesine kondurulan dev AVM'leri dolduranların, hemen yakınından geçen, kenti havaalanına bağlayan, şehirlerarası yolu kullanan yolcuların sağlıkları allaha emanet! Yakında bu arazinin dibinde toplu konutlar yükselecek! İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin kentsel dönüşüm alanı ilan ettiği 122 hektarlık arazi nükleer atıkların gömüldüğü eski kurşun fabrikasına komşu!

DEVLET AYMAZLIĞI
Devlet kurumlarının 2007 yılından bu yana varlığını bildiği fabrika bahçesindeki nükleer atıklar ancak 2012 yılında gazetelere yansıyınca kamuoyunun gündemine gelmişti. TAEK alanda radyoaktif Europium-152 bulunduğunu açıklarken, 2013'de İzmir Valiliği Koordinasyonunda sondaj ve analizler sonunda danışmanlığını Prof. Dr. Alper Baba'nın yaptığı raporda "...alanda, yaklaşık olarak 10.125 m3 atık içerikli bir kirlenme tespit edildi,  bu atıklarda Europium 152 (Eu-152) radyoaktif element ile birlikte toprakta kurşun, arsenik, çinko ve mangan gibi toksik elementler bulundu..." deniliyordu.
KAŞ YAPARKEN GÖZ ÇIKARMADAN
Uzun uğraşlar, açılan davalar sonrası bu nükleer atıkların bölgeden kaldırılmasına karar verildi. Önce, hiçbir güvenlik önlemi almadan, çevresel etkisi gözetilmeden, kamyonlara yüklenerek götürülmek istenen bu nükleer atıkların, özellikle EGEÇEP ve mahallelinin çabaları sonrası daha usulüne uygun bir şekilde bertaraf edilmesi gündeme geldi. Bu alana girişlerin önlenmesi için çekilen tel örgüler ise zamanla yıprandı, tahrip edildi ve insanlar, hayvanlar yine bu nükleer tehlike altında bulunan alanı kullanmaya başladılar.
Atıkların bertarafı ve taşınması ile ilgili son girişimde "şeffaf" bir şekilde gerçekleştirileceği sözü verilen çalışmalar, yine kapalı kapılar ardında yürütülmeye devam ediliyor. Oysa Aktepeli, Emrezli yurttaşlar yıllardır yaşam alanlarının içindeki bu nükleer atık belasından bir an önce, ama kaş yaparken gözün çıkarılmadığı bilimsel yöntemlerle kurtulmak istiyorlar.

HALKA DEĞİL TAŞ OCAKLARINA VERİLDİ
Son yıllarda büyük bir kentsel gelişim gösteren Gaziemir'de hızla artan nüfusun kullanımı için gerekli olan sosyal donatı ve yeşil alanlar için belediyenin başlattığı girişimler ne yazık ki yine Ankara'dan döndü. Gaziemir Belediye Başkanı Halil İbrahim Şenol'un rekreasyon projesi için istediği alanı belediyeye vermeyen Çevre ve Orman Bakanlığı içinde binlerce zeytin ağacının olduğu yerde faaliyet göstermek isteyen iki taş ocağına ruhsat vermekte bir sakınca görmedi! Daha ilk aşamada binlerce ağacı kesen taş ocaklarının verdiği zararlar sadece ağaç katliamıyla da sınırlı değil üstelik. Toz, gürültü, derelerin hafriyatla doldurulması gibi birçok çevre ve halk sağlığı sorununu da beraberinde getiriyor bu işletmeler.

SON DARBE İMAR İZNİ
Gaziemir tüm çevresel sorunlarına rağmen yüz ölçümünün %65'ni kaplayan ormanlar ile Kaz Dağı'nın eteklerindeki Çanakkale'den sonra Türkiye'nin havası en temiz yerleşimleri arasında yer alıyor. Bu ormanlar Gaziemir kadar İzmir'in de akciğerleri. AKP Hükümetinin ilçe yüzölçümünün üçte biri olan 210 hektarlık yeşil alanı belediyenin görüşünü bile sormadan bir kalemde imara açması ilçenin bu yeşil dokusu ve temiz havasına vurulmuş en önemli darbelerden birisi.
Kapasitesini sürekli arttıran AVM'ler de yarattığı nüfus ve trafik yoğunluğu ile ilçenin temel çevresel sorunları arasında yerini almış durumda.
Hiç doymayacak gibi görünen rant odaklı uygulamalar ve onlarca yılın kirliliği arasında sıkışan, nefes almaya çabalayan, temiz havayı koklamak, suyu yudumlamak isteyen bir kent Gaziemir. Ülkemizdeki tüm kentler gibi.
Bir yudum İzmir bir nefes Gaziemir istemek en temel yaşam hakkı değil mi?
(Evrensel Gaziemir Eki)

28 Nisan 2017 Cuma

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - 28 NİSAN _017 Samson Dağlarında RES için ağaç katliamı

Aydın Kuşadası’daki Samson Dağlarında 15 RES direği için onbinlerce ağacın kesilmesiyle ilgi programın ilk bölümü...
Son derece zengin bir biyoçeşitlilik ve orman örtüsü barındıran Aydın Kuşadası’daki Samson Dağlarında 15 RES direği için onbinlerce ağaç kesildi!. Dilek Yarımadası Milli Parkı’ndan sadece harita üzerindeki sınırlarla ayrılan Samson Dağları'nın mille parktaki ekolojik yapıdan hiçbir farkı yok. Antik çağlardaki adı Mykale olan Samsoın Dağlarında çok zengin biyoçeşitliliğin yanı sıra Kurşunlu Manastırı ve Fındık Kale gibi iki önemli tarihi eser de yer almakta.
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam, Samson Dağlarındaki doğa tahribatı ve ağaç katliamını gözler önüne seren programının ilk bölümü ile ekranlarda.

25 Nisan 2017 Salı

Eskiden burada Kocagöl vardı

Eskiden burada Kocagöl vardı
  
 25 Nisan 2017 05:33

Özer AKDEMİR
İzmir
Kuşadası’nın tek sulak alanı ve gölü olan Kocagöl, şu sıralar can çekişiyor. O eski halinden ve adındaki ‘koca’lıktan eser kalmayan gölde beslenmeye çalışan çeltikçi kuşları gölün görkemli günlerinden kalan son yadigarlar gibi...
DENİZE 20 METRE
Dilek Yarımadası Milli Parkına komşu Samson Dağlarından gelen derelerin suları ile dolan Kocagöl, Milli Park sınırlarına 2 kilometre uzaklıkta. Gölün denizden uzaklığı ise sadece 20 metre. 30-40 yıl önce 13 hektarlık bir alanı kaplayan göl, nesli tehdit altındaki küçük karabatak, ak balıkçıl, gri balıkçıl, sakar meke, yalı çapkını ve çeltikçi kuşları başta olmak üzere onlarca canlı türünün yaşam alanıydı. 
GÖLÜ KURUTUP SİTE YAPTILAR
Kuşadası Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, sazlıklar ve su bitkileri yönünden oldukça zengin olan Kocagöl’ün, Kuşadası’da özellikle ’80’li yıllardan sonra başlayan 2. konut furyası ile büyük bir yıkıma uğradığını söyledi. Sürücü, Kuşadası’daki verimli tarım arazilerinin yanı sıra ‘bataklık’ denilen Kocagöl’ün de kurutularak üzerine onlarca site yapıldığını aktardı. Sürücü, bölgenin tek sulak alanı olma özelliği gösteren Kocagöl’ün 2. konut furyasının ardından küçüle küçüle yok olma noktasına geldiğini ifade etti. 
 
EVLERİN ARASINDA ÇELTİKÇİ KUŞLARI
“Anlatılanlara göre eski yıllarda sazlıklar, kargılar ve ılgınlarla dolu sulak alanın ucu bucağı görülmezmiş” diyen Sürücü, bugün sitelerin arasında çok küçük parseller halinde kalan eski sulak alanın parçalarının, yağmurlu günlerde eski haline döndüğünde yüzlerce yıldır burayı yaşam ve konaklama alanı olarak kullanan kuşların akınına uğradığını dile getirdi. Bunlardan birisi olan çeltikçi kuşlarının bugünlerde yüzlerce evin olduğu bölgeye gelerek beslenmeye çalıştıklarına işaret eden Sürücü, “Bu kuşları görebilmek için yüzlerce kilometre yol kateden, önemli derecede para harcayan insanlar bulunmaktadır. Bu kuşları buralara çekebilmek için, kalan son sulak alanlarımızı korumamız gerekir” dedi. 
 
‘BURADA BİR GÖL VARDI’ DEMEMEK İÇİN SAHİP ÇIKIN
Kelaynakların yakın akrabası olan çeltikçi kuşlarının yaz göçmeni olup, uzun ince tırpana benzeyen gagası, yeşil ve kestane renkli tüyleriyle harika görünümlü bir kuş türü olduğunu belirten Sürücü, “Avrupa’da yok denecek kadar az olduğundan, Avrupalı kuş gözlemcilerinin çok ilgisini çeker çeltikçi kuşları. 1800’lü yıllarda Büyük Menderes Deltası’nda üreyen önemli kuş türlerindendi. Sulak alanların azalması ve tarım ilaçları nedeniyle oldukça azalan çeltikçi kuşları yıllar sonra Kuşadası Güzelçamlı Kocagöl’ün çevresindeki sulak alanlarda görüldü” diye konuştu. Kocagöl’e etrafındaki sitelerden birçok atık su borusunun uzatıldığını, atıkların göle salındığını kaydeden Sürücü, “Gerek sitelerden gelen gerekse tesisten gelen atık sular kanal vasıtasıyla denize ulaştırılmakta. Yüzlerce konutun olduğu bölgede, binlerce insan burada denize giriyor” dedi. Sürücü, “Gelecek nesillere ‘Burada bir göl vardı’ dememek için, Kocagöl’e kurumlar, kuruluşlar ve tüm Kuşadalılar sahip çıkmalı” diye konuştu. 

24 Nisan 2017 Pazartesi

Dön dolaş yine bana gel!

 24 Nisan 2017 13:02

Dön dolaş yine bana gel!

Özer AKDEMİR
İzmir
ÇED Raporu iptal edilen Aliağa yakınlarındaki İzdemir 2 Termik santraline verilen yeni ÇED raporuna yeniden dava açıldı. Kazanılan yargı kararının Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından bir gecede "çöp" edilmesi ile yargı sürecinde yeniden başa dönüldü. EGEÇEP, İzmir Tabip Odası, İzmir Barosu ve çok sayıda yurttaş tarafından ikinci ÇED raporuna karşı açılan davaya da önceki ÇED'i iptal eden İzmir 2. İdare Mahkemesi bakacak.
KİRLİLİK KAPASİTESİ DOLDU
Aliağa yakınlarındaki İzdemir Termik Santraline 2010 yılında verilen ÇED olumlu belgesi yıllarca süren bir hukuk mücadelesi sonrasında 16 Aralık 2016 tarihli mahkeme kararı ile iptal edilmişti. Mahkemenin “Santral alanı ve bulunduğu bölgenin çevresel taşıma kapasitesi, sınırlarını aşmış durumdadır. Mevcut kapasite sorununun çözümüne yönelik kümülatif etki değerlendirmesi yapılmamış" değerlendirmesi ile verdiği iptal kararı sonrası santralin üretiminin durdurulması beklenirken Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2009/7 genelgesine dayanarak termik santrale yeni bir ÇED Raporu verdi. 
YİNE AYNI MAHKEME BAKACAK
EGEÇEP, İzmir Tabip Odası, İzmir Barosu ve bireysel davacı yurttaşlar tarafından bu verilen yeni ÇED'e karşı geçtiğimiz Cuma günü İzmir 2. İdare Mahkemesine dava dilekçesi verildi. İzmir 2. İdare Mahkemesi, aynı zamanda bir önceki ÇED raporunu iptal eden mahkeme. 
Dava dilekçesinde mahkemenin ÇED iptal gerekçelerine bakıldığında 2009/7 sayılı genelge kapsamında ÇED başvurusunun mümkün olamayacağı dile getirildi. Aliağa bölgesinin artık kirlilik kapasitesini aştığına dikkat çekilen dilekçede, 1. ünitesine 2010 yılında olumlu rapor verilen termik santralin 2. ünitesi ile birlikte çevresel etkisinin değerlendirilmesi gerekirken bunun yapılmadığına dikkat çekildi. 
7 YIL ÖNCENİN VERİLERİYLE DEĞERLENDİRME OLMAZ
3 yıldır işletme aşamasında olan santralin ilk aldığı raporun üzerinden 7 yıl geçtikten sonra 2009/7 sayılı genelge kapsamında ÇED olumlu kararı verildiğine dikkat çekilen dilekçede, "Güncel veriler üzerinden çevresel etki değerlendirmesi yapılmalıdır. Oysa ÇED raporu incelendiğinde görülecektir ki tamamlandığı iddia edilen eksikler eski verilere dayanılarak analiz edilmiştir. ÇED raporunda santralin 3 yıl boyunca yaydığı sera gazı emisyonu ile yarattığı hava kirliliği, hava kirliliğinin ve katı atıkların halk sağlığında, tarımda ve arkeolojide etkileri yer almamaktadır. Mahkeme gerekçesi ise bunun eksikliğini ifade etmektedir" denildi. 
TÜM ETKİLERİ ORTAYA KONMALI
Yeni ÇED raporunda bir kümülatif etki değerlendirmesinin olmadığının belirtildiği dilekçede, "Kümülatif etki değerlendirmesi tek başına hava kalitesi modellemesi ya da sera gazı salımı oranı değildir. Bunların değerleri ve hava kalitesi, tarım, doğal varlıklar ve tarihi varlıklar üzerindeki etkilerinin bütüncül olarak ortaya konması gerekliliğidir" denildi. 
Dilekçede termik santrale verilen ÇED raporunun hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile iptali istendi.

23 Nisan 2017 Pazar

Dava_Pazar eki


 23 Nisan 2017 05:58

Dava
Özer AKDEMİR
“Kalsın benim davam divana kalsın”
Pir Sultan Abdal
“Biz bu davayı kazanmamış mıydık? Kazandığımızı kulaklarımla duydum avukat hanımdan” dedi birisi. Aliağa yakınlarındaki İZDEMİR-2 termik santrali için açılacak yeni dava konuşuluyordu. Gerçekten de daha iki ay bile geçmemişti termik santrale verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunun iptalinin üzerinden. 
Mahkeme antik kentlerin orta yerinde, tarım arazileri üzerinde, birçok ulusal ve uluslararası koruma statüleri bulunan sit alanlarının yakınında yapılan termik santrale verilen izni iptal etmişti. Bu dava sürerken termik santralin bacası da bir yandan tütüyordu! 
Hakkında dava açılması termik santralin üretime başlamasına engel olmamıştı. Hatta üretim izni olmaması bile günde binlerce ton ithal kömür yakarak bacasından zehirli dumanlar savurmasının önüne geçmemişti. Uyduruktan bir “deneme izni” belgesi ile iki yıldır tam kapasite çalışıyordu.
***
İZDEMİR-2 davası kazanıldıktan, termik santralin izinleri iptal edildikten sonra olması gereken şey en geç 30 gün içinde santrale mühür vurulması, üretimin durması, bacasının dumansız kalmasıydı. Hukuk, yasalar, Anayasa bunu gerektiriyordu. Öyle olmadı! Ne oldu? Bu tür ‘aksi’ durumlara karşı ‘uydurulan’ 2009/7 diye bir genelge ile santralin iptal edilen ÇED’i, “eksiklerin tamamlanması taahhüdü” yeterli görülerek yeniden verildi. 30 günde kapatılacak santrale 22. günde yeni izin çıkartılarak üretim bir gün bile aksatılmadan devam etti. 
Üretimin sürmesi demek, santralin neredeyse içinde yer aldığı Kyme antik kentinin her geçen gün biraz daha yok olması demekti. Nesli tükenme tehdidindeki Akdeniz foklarının yaşam alanlarının kirletilmesi anlamına geliyordu. UNESCO korumasındaki Çandarlı ve Foça Kalelerinin zarar görmesi, yörede yaşayan, kirliliğe boğazlarına kadar batmış olan insanların, tüm canlıların biraz daha biraz daha bu kirlilikten nasiplenmesiydi bu.
Özetle; iki yılda, birçok özveriyle, yağmur yaş demeden gidilen bilirkişi keşifleriyle, onlarca kişinin sofralarından artırıp denkleştirdiği binlerce liralık mahkeme masrafları ile kazanılan dava masa başında “yok hükmüne” getirilmiş, kazanılan davaya tekrar dava açılmıştı! Sisyphos* efsanesindeki gibi, tam “zafer bizim” derken başa dönülmüş ve o ağır yükün altına tekrar girilmişti.
***
Davayı EGEÇEP adına açan avukat Arif Ali Cangı’ya yeni ÇED’e açılacak dava meselesi gündeme gelince sordum; “Velev ki bu davada iki yıl sürdü ve kazanıldı. İzinleri yine iptal edildi diyelim. Yine bu 2009/7 genelgesi uyarınca yeni bir ÇED izni alabilirler mi?”. Cangı düşündü biraz ve “Yok, olmaz öyle şey” diyemedi!
***
Bu yazının yazıldığı günün sabahında Bergama’da bir duruşmadaydık. Ovacık Altın Madeni çalışanlarının 5 Haziran 2005 Dünya Çevre Gününü Bergama Çamköy’de kutlamak isteyen yaşam savunucularına karşı taşlı-sopalı saldırısının 29. duruşması vardı. Olayların üzerinden 5 yıl geçtikten sonra açılabilen, saldırgan altın madencilerinin başındaki ‘komutan’ Koza Altın Şirketi sahibi Akın İpek’in ‘sanık’ yapılabilmesi için akla karanın seçildiği davanın artık son demleriydi. Şu anda “gri liste”de, başına 4.5 milyon lira ödül konarak aranan firari FETÖ’cü Akın İpek’in ‘sanık’ yapılmasının bedelini avukatlarının da sanık olarak yargılanması ile ödeyen yaşam savunucularını tam 29 celse Bergama’ya götürüp getiren dava 5 Haziran 2017 tarihinde zaman aşımından düşecekti. 
Sabah davaya giderken umutluydu avukatlık yaptığı davada kendisi de sanık olan (!) Cangı. Hakimin davayı zaman aşımından önce bitireceğini söylüyordu. Öyle olmadı! 3 saati bulan dava sonunda hakime hanım davayı Temmuz ayına erteleyerek bazı suçlar için zaman aşımını kesinleştirdi. Bunu hatırlatanlara ise “Ben tayinciyim. Kararı yeni gelen hakim verecek” deyip adeta salonu kaçarak terk etti. Duruşma sonrası şok içinde olan avukatların itiraz dilekçesi işe yarar mı bilinmez ama bu davadan da bir şey çıkmayacağı çoktan anlaşıldı. İşin özü; saldırı yapanın yanına kar kaldı. Adalet yine yerini bulmadı…
***
Hukuk devletlerinde insanların güvendiği, hakkını aradığı mahkemeler, bizim gibi ülkelerde özellikle çevre davalarında insanı beyhude beklenti içine itmekten öte bir işe yaramıyor. Sanki bir umar varmış gibi oyalanıyorsunuz, çabalıyorsunuz, bekliyorsunuz, sonrası yine hüzün, hep hüzün!... 
Bu siyasal iklimde, yaşamı koruma mücadelesi verenler için, dava açıp adaletin yeşereceğini beklemek “davayı divana bırakmak” la eş anlamlı bir hale geldi, ne yazık ki! Tıpkı Anayasa Referandumunda sayım sürerken mühürsüz oyları geçerli kabul ederek Hayır çıkmasını önleyen YSK’ye dilekçe vererek referandumun iptalini beklemek gibi... 
15 yılı aşkındır ekoloji mücadelesini izlemeye çalışan bir gazeteci olarak Bergama’daki davanın çıkışında şunu düşündüm; ekoloji hareketi halkın kitlesel gücüne yaslanmadığı sürece bugünkü hukuktan bir şey beklememeli. Ya da tersinden söylersek; dava açmanın ötesinde bir mücadele geliştiremeyen hareketler de Sisypos’un kaderini paylaşacaklarını taa başından bilmeli…

*Sisypos Yunan Mitolojisinde sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kral. Hedefe her yaklaşmada taş yine aşağıya düşer. 

21 Nisan 2017 Cuma

Altıncıların saldırı davasında zaman aşımı kesinleşti

 21 Nisan 2017 11:20

Altıncıların saldırı davasında zaman aşımı kesinleşti

Özer AKDEMİR
İzmir 
2005’te Dünya Çevre Günü’nü Bergama’da kutlamak isteyen yaşam savunucularına yönelik saldırının davasının zaman aşımına uğrayacağı kesinleşirken, bir açıklama yapan çevre örgütleri, davanın gerekirse AİHM’ye taşınacağını söyledi.
5 Haziran 2005’de Dünya Çevre Gününü Bergama Çamköy’de kutlamak isteyen yaşam savunucularına yönelik altın madeni çalışanlarının taşlı sopalı saldırısı davasının zaman aşımına uğrayacağı kesinleşti. Davanın duruşma tarihi zaman aşımından ileri bir tarihe ertelenirken avukatların buna itirazları sonucu değiştirmedi.
EKOLOJİ HAREKETİNE GÖZDAĞI
Bergama 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davanın duruşmasında Çevre Günü kutlamasına giderken saldırıya uğrayan yaşam savunucuları söz aldı. Doğayı katlederek para kazanan şirket ve şirkette çalışanların, tek çabaları doğayı korumak olanlara saldırdığını bir kez daha anlatan yaşam savunucuları bu saldırılar sırasında devletin ve şirketin kol kola olduğunu dile getirdiler. Saldırının sadece Bergamalılara değil, tüm ekoloji hareketine bir gözdağı olduğunu aktaran yaşam savunucuları, başta o zamanlar şirketin sahibi, şimdilerde ‘FETÖ’ firarisi Akın İpek olmak üzere tüm saldırganların cezasız kalmamasını istediler. 
Jandarma kriminal laboratuvarından gelen raporda saldırıların başında bulunan altın şirketi sahibi Akın İpek’in tüm görüntü ve fotoğraflara rağmen teşhis edilememesini eleştiren avukatlar, davanın zaman aşımına uğramadan bitirilmesi için bir an önce karar verilmesini talep ettiler. 
ÖRNEK OLMALI
Mahkemede konuşan Bergama köylülerinin o zamanki sözcüsü Oktay Konyar, “Bergama’daki öykü örnek olmalı. Biz geçmişte ajan olmaktan yargılanıp beraat ettik. Akın İpek ve Şirket Müdürü Hayri Öğüt’ün cezalandırılmasını, madenin kapatılarak alanının köylülere verilmesini talep ediyorum” dedi. Duruşmaya katılan İstanbul Barosu üyelerinden Ömer Kavili de mahkemenin sonuçlanıncaya kadar 3 gün 3 gece sürmesini ya da yakın bir tarihe ertelenmesini istedi. 
‘DEVLET HÂLÂ İPEK’İ KORUYOR’

İzmir, Dikili, Foça, Ayvalık gibi yerlerden kurumların katıldığı duruşmanın sonunda mahkeme başkanı Merve Çam’ın, avukatlara sormadan davayı zaman aşımı sonrasına denk gelen 4 Temmuz tarihine ertelemesi bir anda salonu karıştırdı. Zaman aşımı hatırlatmalarına “Ben tayinciyim. Belki mahkeme hakimsiz kalacak” diye yanıt vererek salonu terk eden Çam’ın bu tutumunu protesto neden avukatlar, tuttukları tutanakla bir üst mahkemeye itiraz dilekçesi verdiler. Mahkeme çıkışında yapılan açıklamada, ekoloji hareketine gözdağı vermek istenen davanın sonuna kadar takip edileceğine, gerekirse AİHM’ye taşınacağı söylendi. Ayrıca devletin hâlâ firari Akın İpek’i koruduğu da ileri sürüldü. 

19 Nisan 2017 Çarşamba

Aydın'da jeotermal çılgınlığı hastane kapısına dayandı!

 19 Nisan 2017 12:30

Aydın'da jeotermal çılgınlığı hastane kapısına dayandı!
Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın il ve ilçelerinde pıtrak gibi çoğalan jeotermal santral ve kuyuları üniversite hastanesi yakınlarına kadar geldi! JES kuyusu, Adnan Menderes Üniversitesi'nin (ADÜ) 500 metre yakınına açıldı. 
SAĞLIK OCAĞI DİBİNE, MEZARLIĞIN İÇİNE
2007'de çıkarılan Jeotermal Yasası ile Aydın topraklarının yüzde 85'i jeotermal kullanımına açıldı. Birbiri ardına açılan JES'ler sonrası kentin doğal, kültürel ve canlı yaşamının yanı sıra tarımsal üretiminde ve sağlıklı gıdalarda da sıkıntılar görülmeye başlandı. Bu JES kuyularının yanı sıra kuyuları işletmelere ulaştıran boruların geçtiği alanlarda yarattığı tehlikeler ve sorunlar işin bir başka boyutu oldu. Buharkentte JES işletmesi Büyük Menderes nehrine 15-20 metre uzaklığa kurulurken, Aydın'ın merkez köylerinden İmamköy'de ise sağlık ocağı yanına yapıldı. Tekin köyünde Magnezia arkeolojik sit alanını ihlal eden JES firmaları, Hıdırbeyli'de yerleşim yerlerine, Alangüllü'de ise mezarlık içinden boru geçirdi! Büyük çoğunluğu 1. sınıf tarım arazilerine kurulan JES'lerin içinde birçok ağır metal ve zehirli kimyasalların olduğu akışkanlarının bir kısmını derelere ve nehirlere bırakılıyor. 
HASTANEYE 500 METREDE JES KUYUSU
Bu sorunlara karşı mücadele eden ekoloji örgütlerinden birisi olan  Aydın Çevre Mücadelesi (AYÇEM) sözcüsü Dr. Metin Aydın, JES kuyularının ADÜ Tıp Fakültesi Hastanesinin 500-600 metre yakınına kadar geldiğini dile getirdi. 
Geçtiğimiz günlerde hastaneye yaptıkları ziyaretten gözlemlerini aktaran Aydın, “üniversite kampus sınırı bitişiğine, ADÜ Tıp Fakültesi Hastanesine 500-600 metre mesafede jeotermal kuyu çakıldığını, kuyu bacalarından gazların salındığını, akışkanların dereye akıtılması için boruların döşendiğini gözlemledik. Jeotermal kuyusundan salınan gazlara bağlı olarak ortalık çürük yumurta kokuyordu. Kurulmakta olan jeotermal kuyu Kalfaköy toprak sınırları içinde yer almasına rağmen Tıp Fakültesi Hastanesine daha yakın konumda yer almakta" dedi.
‘AKIL ALIR GİBİ DEĞİL’
Normalde bir jeotermal santralin çalışır hale gelmesi için en az 8-10 tane jeotermal kuyuya ihtiyaç olduğunu dile getiren Aydın, "Şu anda bu alanda bir jeotermal santral kurulu değil. Ama sürece baktığımızda ADÜ kampusu bitişiğine bir jeotermal santralin ve en az 10 tane daha jeotermal kuyunun kurulacağını söyleyebiliriz. Aydın'da jeotermal santrallerin çevreye, canlı yaşamına,bitki örtüsüne verdiği zararlar yoğun bir şekilde yaşanır ve tartışılırken günlük 30-40 bin kişinin yaşadığı, çalıştığı, eğitim gördüğü, hizmet aldığı üniversite kampüsü bitişine ve Tıp Fakültesi Hastanesi yakınına nasıl jeotermal santral ve kuyu yapımına izin verilir akıl alır gibi değil!" diye konuştu. 

HASTANE REKTÖRÜ NE DÜŞÜNÜYOR?
Üniversite rektörünün tüm kirliliğini kampüs içine ve üstüne boşaltan bu JES ile ilgili ne düşündüğünü soran Aydın, “Aydın kent merkezinde yaşayan herkes giderek artan şekilde yaz kış jeotermallerden salınan çürük yumurta kokusundan şikayet etmektedir. Jeotermal gazların içinde Hidrojen sülfür dışında Radon, CO2, Bor, NO2, N, Metan, Arsenik vs. pek çok kimyasal, zehir etkili maddeler salınmaktadır. Bu maddelerin hepsi havadan ağır oldukları için uçup gitmemekte jeotermallerden salındıktan belli bir süre sonra geniş bir alana çökmektedir. Ve bu gazların hepsi insanların sağlığı için tehlikeli ve kanserojendir. ADÜ Tıp Fakültesi Hastanesine yakın kurulan jeotermal santralin saldığı gazların bu hastanede tedavi almaya çalışan hastalar üzerine etkisi ne olacaktır? Sağlıklı insanların soluyamadığı bu havayı şifa almak için hastaneye yatan hastaların maruz kalmasını kabul etmek nasıl bir sağlık hizmet uygulamasıdır, nasıl bir yöneticiliktir, nasıl bir anlayıştır?" diye tepki gösterdi. 
‘SAĞLIK CİNAYETLERİNE ORTAK OLMAYIN’

Aydın'ın jeotermal santral doygunluğuna çoktan ulaştığını ve günlük yaşamda jeotermallerin zararlarını yoğun bir şekilde yaşadığını ifade eden Aydın, "Tüm bu gerçeklikler ortada iken Aydın'da yeni bir jeotermal santral kurulumuna izin vermek, hele hele bunun bir hastane yakınına ve bir şehrin tepesine kurulmasına izin vermek akıl alır bir uygulama olmayıp acilen son verilmelidir. Aksi bir tutum Aydın'da yaşanabilecek sağlık cinayetlerine ortak olmak anlamı taşıyacaktır" diye konuştu. (Aydın/EVRENSEL)

16 Nisan 2017 Pazar

Koku_Pazar eki

  16 Nisan 2017 05:46

Özer AKDEMİR
“Seçim sizin” dedi Ali Osman Hoca*. Durdu birden. Devam edip etmeme konusunda kararsızlık yaşadığı her halinden belliydi. Kendisini ilgiyle dinleyenlerin yüzlerine baktı. “Karar sizin” diye yineledi. “Ben bunları anlatmak zorundayım. Ya bu tesiste çalışıp üç beş kuruş kazanacak ve 10 yıl sonra çocuklarınızın kanser olduğunu göreceksiniz ya da engel olacaksınız!..”
Aslında bu kadar sert konuşmayı düşünmediğini anlattı sonradan. Ancak, kasketi başına büyük gelen 60 yaşlarında, kara kuru bir köylünün sözünü kesip “Biz bu tesise karşı değiliz. İşsizlik var köyde. Çocuklarımız işe girer üç beş kuruş kazanır hiç olmazsa” sözlerinden sonra daha açık olması gerektiğine karar verdiğini söyledi. O saate kadar dünyada benzer tesislerin çevresinde yaşayan insanların sağlıkları ile ilgili bilimsel bilgileri sıralayıp durmuş, “aynısının burada da olmaması için hiçbir sebep yok” diye sürdürmüştü konuşmasını. 
Kula, Sandal beldesinde, soğuk bir sonbahar günü, koca bir varilden yapılan silindir sobanın etrafına doluşan köylülere, hemen birkaç kilometre ötede yapılmak istenen tehlikeli atık bertaraf tesisi konusunda bilgi veren Prof. Dr. Ali Osman Karababa’nın sözleri diğer bütün sesleri susturmuştu. Sessizliği kahvecinin sesi bozdu; “evet çay isteyen”... 
***
Üzerindeki giysileri teker teker çıkardı. Önce yakası sararmış gömleğini, ardından beyaz atletini. Boynunun sol tarafından göğüs kafesinin altına kadar kaplayan, yarım ay şeklinde bir kızarıklık teninin renginden hemen ayrılıyordu. Gözlerini kocaman açarak “işte bakın”, dedi “iki aydır böyle. Vücudumda kasılma var. Kaşıntıdan duramıyorum. Sabah giydiğim atlet kan içinde kalıyor. Gariban olduğumdan doktora da gidemedim. Kuş kafası kadar bir lekeydi, şimdi vücudumun üst kısmını sardı neredeyse. Şirket de işten çıkardı rapor aldıktan sonra”. Dört ay kadar çalıştığı atık tesislerinde gördüklerini, yaşadıklarını anlattı; ”Başka bir gün bir madde geldi, yıktı yıktı indirdi bizi! Hepimizi serdi, bayılttı. Yere döktüler, alev alıyordu. Kepçeci bayıldı. Aradan 15 dakika sonra biz de gittik. Dizlerimiz tutmaz oldu. Bize sonradan bu maddenin hanımların tırnak boyası olduğunu söylediler.” 
Esenyazı Köyünde çobanlık yaparken, köyün dibine kurulan atık tesisinde çalışmaya başlayan 35 yaşındaki Mustafa Kılınç, bir gece gelen atığın küçük bir parçası üzerine döküldüğünde yanıyorum sanmış. Başına gelen kazadan iki hafta sonra işten çıkarıldığı söylenmiş kendisine. “Evde çocuklardan, eşimden uzak duruyorum. Belki onlara da bulaşır endişesiyle.”
***
Ülkenin en son sönen volkanlarının olduğu Kula’nın birkaç kilometre uzağındaydı Sandal beldesi. Bu ‘genç’ volkanların püskürttüğü siyah tüflerle kaplı bölgeye “Yanık ülke” deniyordu. 
Ege ve Akdeniz’deki 11 ilin tehlikeli, endüstriyel ve tıbbi atıkları getirilip, tarım arazilerinin, köylerin ortasına kurulan, binaları yeşile boyalı bu tesiste ya yakılıyor, ya da toprağa gömülüyordu. 
Sandal Beldesinde bahçesinde yaşlı çınarların bulunduğu o kahvede, Ali Osman Hoca’nın biraz da duraksayarak söylediği sözlerin çok da büyük bir etkisi olmadığı, toplantıdan birkaç ay sonra tesislerin açılış töreninin protestosu eyleminde kendisini gösterdi. İtalyan-Türk ortaklı şirket köylülerin elindeki arazileri kapatmış, arkasına ‘Manisa’nın medar iftiharı’, sulu göz olmasıyla tanınan hükümet sözcüsü bakanı almış, açılışı da ona yaptırmıştı. Açılış törenini protesto etmek, en azından törene gelecek bakana seslerini duyurmak için eylem planlayan köylülerden hiç kimse, İzmir-Kula karayolundaki eyleme gelme cesareti gösteremedi. Köylüler gelmeyince, eylemi iki kişi, birer ucundan tuttukları “Havamızı, suyumuzu, toprağımızı zehirlemeyin” yazılı pankartla yaptılar ki pankartın bir ucundan tutan Sandallı Recep Erkol sinirinden titrerken, onu sakinleştirmek pankartın diğer ucundan tutan, hayatında ilk kez Sandal’a gelmiş EGEÇEP yöneticilerinden Samet Baskak’a düşmüştü.
***
Tesislerin açılışından bir yıl sonra Esenyazı köyüne gittik. “Geçenlerde atık yüklü arabanın birinden köyün içine üç beş kilo kadar bir pislik döküldü. Üç gün millet kapıyı pencereyi kapattı, kahveye dahi çıkan olmadı” diye konuştu İzzet Aras. Adile Zeybek, “Ne tarlamız kaldı, ne domatesimiz. Hepsi kurudu. Üzümler böyle olur mu?” diye kurumuş üzüm asmalarını gösterdi. “Sağlığımız bozuldu. Hangi doktora gitsek, havadan, pislikten oluyor diyor. Ben nereye göçeceğim” diye gözyaşı döktü Hava Kılınç. Halise Çimen “Biz İzmir’den her yaz tatilinde buraya temiz hava almaya geliyorduk. Birilerinin cebine üç beş kuruş girecek diye, gelecek nesli zehirletmeye kimsenin hakkı yok” dedi öfkesini gizlemeden. Ramazan Karabaş’ın ise 130 koyunu hep düşük yapmış, “Bundan mı bilemedim ama kokudan olabilir dedi veterinerler”. Ömer Nergiz’in de 12 tane kuzusu ölmüş. “Burası yayla, ama ürettiğimizi yiyemiyoruz. Kokudan duramıyoruz” dedi Hatice Özmen. Mehmet Oğuz, tesislerin dibindeki tarlasına gidemediğini anlattı; “kokudan pislikten nohut yolamadım bu sene” dedi.Elinde tuttuğu şişenin içindeki kahverengi sıvıyı tesislerin dibindeki kuyudan doldurduğunu söyleyen, bunu söylerken de sıvıdan gelen kokuya karşı burnunu tıkayan bir başka köylü ise “Yanık ülke” asıl şimdi yandı” dedi...

* Prof. Dr. Ali Osman Karababa (E.Ü. Halk Sağlığı Bölümü Başkanı)

14 Nisan 2017 Cuma

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Antik çağın Vatikanı Gerga (14 NİSAN 2017)


Antik çağın Vatikanı Gerga Çepeçevre Yaşam'da

Çepeçevre Yaşam bu bölümde Çine Madran Dağında bulunan antik dönemin en kutsal mekanı Gerga'da...
'Hıristiyanlar için Vatikan, Müslümanlar için Kâbe neyse, antik çağda bu bölgede yaşayan insanlar için de Gerga oydu.'
Çepeçevre Yaşam bu hafta Çine Madran Dağında kaybolmuş gizemli bir antik yerleşimi ekranlara taşıyor. Arkeologların ve yerel tarihçilerin çağının çok önemli bir inanç merkezi, "Antik çağın Vatikanı" dedikleri Gerga'da bugüne kadar bilimsel araştırma yapılmamış.
Önemli ölçüde yağmalanan Gerga'da ayakta kalan yapılar bile sizleri hayran bırakacak.
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam Evrensel WebTV'de.

'Hükümetin derdi yerel tohum değil'

 14 Nisan 2017 14:35

'Hükümetin derdi yerel tohum değil'
Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve Yerel Tohum Derneği düzenledikleri ortak basın toplantısında son dönemde gündeme gelen yerel tohum hamlesi konusunda hükümetin kamuoyunu yanılttığını açıkladı. İzmir Tabip Odası Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi Göknur Yumuşak sözlerine yerel tohumun önemini anlatarak başladı. Yerel tohumların hastalıklara, zararlılara ve elverişsiz iklim koşullarına dayanıklı olduğunu belirten Yumuşak, "Bu yüzden çok yakın gelecekte, yaşanması kaçınılmaz küresel iklim değişikliği nedeniyle bu tohumların korunması gereklidir. Bu yüzden ülkesini gerçekten seven her yurttaş yerel tohumların korunup geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılmasını desteklemelidir" dedi.

'10 YILDIR NEREDEYDİNİZ?'
2006 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bir yasa çıkararak yerel tohumların ve onlardan üretilmiş fidelerin çiftçiler tarafından satılmasını yasakladığını hatırlatan Yumuşak, 10 yıldır yerel tohum gönüllüsü doğa ve insan dostlarının örgütlenerek, tohum takas şenlikleri düzenleyip kamuoyunu bilinçlendirmeye ve yerel tohumların sürekliliğini sağlamaya çalıştığını kaydetti. Tohum takas etkinliklerinin bu süre içerisinde Tarım Bakanlığı tarafından hiç desteklenmediğine dikkat çeken Yumuşak, "Peki, ne değişti de referandum öncesi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İzmir Kemalpaşa’da 1. Tohum Takas Şenliği düzenledi? 2006 yılında çıkardığı kanunla 10 yıldır yerel tohumu engellerken şimdi nasıl resmi tohum şenliği düzenler, bunu da anlamak mümkün değil" diye konuştu. Bu şenlikte konuşma yapan Cumhurbaşkanının eşi Emine Erdoğan'a "on yıldır neredeydiniz" sorusunu yönelten Yumuşak sözlerini şöyle sürdürdü: "Bakanlık 5 dekara kadar olan alanlarda yerel tohumlarla üretim yapılmasını destekleyeceğini açıkladı. Bu destekleme politikası, yerel tohumların kaybolmasına ve şirketlerin karlarının artırmasına yol açacaktır. Her bölgenin, insanlık var olduğundan beri yaşamsal üretimini sağlayacak yerel tohumları vardır. Bunların hepsinin mutlaka korunarak gelecek kuşaklara aktarılması gerekmektedir. Bu bir insanlık sorumluluğudur. Yüz yıllardır süregelen bu döngü çok uluslu şirketlerin çıkarlarına feda edilmemelidir"

'YEREL TOHUMLARI YASAKLAYAN YASAYI KALDIRIN'
Ülkenin tarım politikalarının tarım uzmanları, köylüler ve sivil toplum kuruluşları ile ortaklaşa hazırlanması gerektiğini vurgulayan Yumuşak, "Ancak o zaman çok uluslu şirketlerin hegemonyasına girmekten tamamen kurtuluruz. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yerel tohumların ve bunlardan üretilmiş fidelerin alınıp satılmasını yasaklayan kanunu değiştirmeli yerel tohumların yaşaması için çabalayan örgütlerle işbirliği yapmalı. Kamu zararı karşılığında şirketlerin yararlarını gözeten tarım politikalarından tamamen vazgeçmelidir" dedi. (İzmir/EVRENSEL)

O yangının üzeri kapatılmıyor… Edremit İşletme Müdürü soruşturulacak_Seçkin Sağlam

Seçkin Sağlam_Çanakkale Olay_14.04.2017   
 Kazdağları’nın Edremit bölgesindeki eteklerinde, 8 Ağustos 2016 tarihinde çıkan yangın yaklaşık 40 hektarlık alanda etkili olmuştu. Yangınla ilgili olarak ortaya atılan iddialar ise hem Çanakkale hem de körfezde tartışmalara neden olmuş, Edremit Belediye Başkanı Kemal Saka da “skandal” olarak nitelendirilen iddialara tepki göstermişti. Yangına siyanür havuzundan alınan su ile müdahale edildiği iddialarının yankıları ise hala devam ediyor. söz konusu müdahale ile ilgili Edremit Orman İşletme Müdürü hakkında, İzmir Bölge İdare Mahkemesi hakkında soruşturma açılmasına karar verildiği öğrenildi.


 Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka; “Sabotaj güçlü bir ihtimal ve yangına siyanürlü su ile müdahale edildi” dediği 8 Ağustos 2016 tarihli Kaz Dağları’nın Hanlar Bölgesi’ndeki yangının yankıları sürüyor. Kazdağları’nın diğer yakası olan, Balıkesir’in Edremit ilçesindeki dağ eteklerinde başlayan orman yangını yaklaşık 40 hektarlık ormanlık alanda etkili olmuştu. Yangına, Balıkesir, Çanakkale ve İzmir Orman Bölge Müdürlükleri, çevre ilçelerden de bölgeye sevk edilen 30 arazöz, 5 helikopter, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki itfaiyeler, Edremit Belediyesi ekip ve teçhizatları ile 200 orman işçisi müdahale etmişti. 

Siyanür iddiası tepki çekmişti 
Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka,ş o dönemde gazetemiz Çanakkale OLAY’a yaptığı açıklamasında; “Kazdağları’ndaki son yıllardaki yangınlar, dönüyor dolaşıyor, ‘Hanlar’ dediğimiz bölgenin karşısındaki yangın alanında çıkıyor. Bu son yangın da aynı anda 3-4 yerde birden çıkıyor. Bu bizzat köylülerin, o yörede yaşayan insanların ifadeleridir. Şimdi bu yangının 3-4 yerde birden çıkmış olması sabotaj ihtimalini güçlendiriyor. Sabotaj ise neden hep bu bölgede sabotaj yapılıyor? Bunların düşünülmesi gerekiyor. Ayrıca kesinlikle madenden alınan siyanürlü su ile söndürüldü. Madenden su alınırken de söndürülme aşamasında da fotoğraflar mevcuttur” demişti. 

"Siyanür havuzu boşaltılmaya çalışılıyor"
TEMA Vakfı Edremit Sorumlusu Zülkif Bozbek ise “Yangının çıkış sebebiyle ilgili söylenti çok fazla, ancak birkaç farklı noktadan çıkmış olması durumuna dikkat çekiliyor. Yangının kontrol altına alınması sevindirici olmakla beraber soğutma çalışmalarının bölgede bulunan ve Özdoğu Madencilik tarafından işletilen maden tesisini işleme havuzundan alınması dikkat çekici. Bu konuda kişisel düşüncem: yangının çıktığı ve yayıldığı bölgenin 2012 yılında maden işletim tesisinin doğu bölgesinde çıkan ve bölgeye büyük zarar veren, aynı şekilde havuzdan alınan suyla söndürülen yangının devamı gibi olması ve maden tesisinin kuzey tarafında bulunması. Burada akla hemen ‘bölge ağaçlardan yangınla arındırılmaya mı çalışılıyor’ düşüncesi gelse de; gözden kaçırılmaması gereken husus, yangın bahanesiyle ve devlet eliyle havuzda bulunan atık ve kirli suyun boşaltılıyor olmasıdır. Çünkü her havuz belli dönemlerde suyunu temizlemek ve yenilemek durumundadır. Mülki ve adli makamların yangının çıkış sebeplerini ve faillerini araştırırken bu konuları da gözden kaçırmamalarını diliyorum” açıklamasına yer vermişti. 


Hukuk mücadelesi devam ediyor 
Geçtiğimiz haftalarda faaliyetine son verilen Biga Çevre Derneği’nin başkanlığını yürüten ve son dönemde körfezde yaşayan Kamil Aru, süreci takip eden isimlerden biri. Aru, 8 Ağustos 2016 tarihinde Balıkesir Edremit hanlar mevkiinde çıkan orman yangınının söndürülmesi için kimyasallı suların kullanılması talimatının verildiği kamu görevlileri hakkında yasal işlem yapılması için Edremit Cumhuriyet savcılığına Tarım Orman İş Sendikası Genel Merkezince suç duyurusunda bulunulduğunu ifade etti. Balıkesir Valiliğinin kimyasallı su ile yangının söndürmesi talimatı verdiği ileri sürülen kamu görevlileri hakkında soruşturma izni vermediğini belirterek, valiliğin kararının iptali için idare mahkemesinde dava açıldığını bildirdi. O davanın sonuçlandığını söyleyen Aru, “Balıkesir valisi çıkan orman yangınını kimyasallı su ile söndürmesi talimatını veren Edremit Orman İşletme Müdürü hakkında soruşturulmasına gerek yoktur kararını vermişti. O karar, Tarım Orman İş sendikasının itirazı sonucu İzmir bölge idare mahkemesi kaldırdı” dedi. 

11 Nisan 2017 Salı

Samson Dağlarında RES için on binlerce ağaç kesildi

  
 11 Nisan 2017 05:32

Aydın Kuşadası’daki Samson Dağlarında RES direkleri için on binlerce ağacın kesildiği ortaya çıktı.
Özer AKDEMİR
İzmir
Son derece zengin bir biyoçeşitlilik ve orman örtüsü barındıran Aydın Kuşadası’daki Samson Dağlarında RES direkleri için on binlerce ağacın kesildiği ortaya çıktı. Kuşadası ve çevresinde faaliyet gösteren Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneğinden (EKODOSD) yapılan açıklamada Samson Dağlarında on binlerce ağacın kesildiği dile getirildi. 
YABAN HAYATININ SON SIĞINAĞI
Bölge, Dilek Yarımadası Milli Parkı’na da sınır komşusu. Dernek Başkanı Bahattin Sürücü, Samson Dağlarının bulunduğu Dilek Yarımadası’nın Akdeniz’den Kafkasya’ya kadar olan bitki türlerini bünyesinde barındıran, çok zengin bir biyolojik çeşitlilik içerdiğini dile getirerek yarımadanın Türkiye’nin en önemli milli parkları arasında başı çektiğini kaydetti. Deniz, orman, sulak alan, Akdeniz’de en iyi korunmuş maki topluluklarını barındıran ve yaban hayatının son sığınağı olan Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın sınırlarının, denize uzandığı Dipburun’dan başlayarak Güzelçamlı’nın üstlerinde sona erdiğine dikkat çeken Sürücü, Samson Dağları olarak bilinen bu coğrafyanın, Milli Park sınırlarıyla harita üzerinde bıçak gibi kesildiğinin altını çizdi. 
 
‘RES YAPILACAK MİLLİ PARKI GENİŞLETEMEYİZ’
Dilek Yarımadası’nın doğusunda kalan bu bölgenin, biyolojik çeşitlilik açısından milli parktan hiçbir farkı olmadığını kaydeden Sürücü, orman toplulukları açısından yer yer daha da zengin kaynaklara sahip olduğunun da görüldüğünü vurguladı. 
Aynı özelliklere sahip olan bu coğrafyanın, Fındıklıkale ve Kurşunlu Manastırı’nın içine dahil edilip sınırlarının genişletilerek milli park kapsamına alınması için Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğüne resmi başvuruda bulunduklarını aktaran Sürücü, Bakanlıktan gelen yanıtla ilgili şunları dile getirdi: “Bakanlıkça, milli park sınırlarının genişletmek için yeterli gerekçe olmadığı, bu bölgenin Orman Genel Müdürlüğü tarafından üretim amaçlı olarak kullanıldığı, üzerinde birçok RES santrali için izin verildiği bildirildi. Şimdi görüyoruz ki Samson Dağlarının doğu bölümünde RES santralleri için geniş yollar açılmış ve bu alanda on binlerce ağaç kesilmiş.”
 
667 YAŞINDAKİ AĞAÇ, 20 METREYLE  KURTULMUŞ
Kurşunlu Manastırı’ndan milli park sınırına kadar olan alanın tamamıyla doğal ormanlardan oluştuğuna, endemik birçok bitki topluluklarını ve ender görülen ağaç türlerini barındırdığını aynı zamanda da zengin bir yaban hayatının devam ettiğine vurgu yapan Sürücü; “Şu anda ne yazık ki Kurşunlu Manastırı yolunda mevcut yolun genişletilmesi amacıyla, içinde çok ender ağaç türlerinin olduğu binlerce ağaç kesilmekte. Yol kenarında bulunan kızılçam, çınar, meşe, pırnal meşesi, ıhlamur, kestane ve birçok ağaç türünün kesildiği görülmekte.
Halbuki böyle biyolojik çeşitliliği zengin olan doğal alanlarda,  ormanlar ve içinde barınan canlılar için gerekli olan ve biyolojik çeşitlilik açısından bulundukları ortama büyük katkı sağlayan ölü orman ağaçlarına bile dokunulmamaktadır. Oysa burada, bırakın ölü orman ağaçlarını, asırlık çam ağaçlarının bile kesildiği görülmektedir.
Yol kıyısındaki nadir kestanelerden bazıları kesilmiş. Prof. Dr. Hüseyin Cahit Şat’la birlikte yaş tespiti yapılan 667 yaşındaki Anadolu kestanesi 20 metre mesafeyle kesilmekten kurtulmuş” dedi.
 
MİLLİ PARKIN SINIRLARI GENİŞLETİLMELİ
Bu ormanların Kuşadası’nın akciğerleri olduğunu ve hiçbir ağacın kesilmemesi gerektiğini söyleyen Sürücü, “milli parkın sınırları Kurşunlu Manastırı’nı da içine alacak şekilde genişletilmelidir. Bu hem biyolojik çeşitlilik açısından hem de sürdürülebilir turizm açısından çok önemli. Bu alanın, konusunda uzman bilim insanları tarafından araştırılıp milli park kapsamına alınması için gerekli girişimler yapılmalı” dedi. 

9 Nisan 2017 Pazar

Karıncanın kardeşi var!_Pazar eki

  
 09 Nisan 2017 04:53

Özer AKDEMİR

“Bizim köyümüz çok güzeldi. Çok güzeldi…” dedi Şahsenem Dikmenoğlu. 70 yaşlarının getirdiği kırışıklarla dolu yüzünde gitgide büyüyen bir öfkenin izleri vardı. Bakışları ise içinde kopan fırtınaların yankısıyla bir hüzünlü, bir kızgındı. Ama daha çok kırgınlık taşıyordu bu gel gitler arasında değişip duran bakışlar. Kırgın; madene ‘dur’ diyemeyen köy muhtarı oğluna, yarısı teslim olan köylüsüne, yıllarca güvendiği devlete, herkese…
“Bu tepenin her yanı çamlıktı. Yemyeşildi. Kapınızın önüne çıktığınızda püfür püfür çam kokusu, çiçek kokusu, reyhan, kekik kokusu gelirdi tepeden. Şimdi mahvettiler köyümüzü, mahvettiler!..”
Sesi titriyordu konuşurken öfkeden. Zor tutuyordu içindekini. Çekti elini ucu oyalı yazmasından, sinek kovar gibi salladı; 
“Bizi öldürüyorlar bunlar, öldürüyorlar. Üç köyün arasında maden mi olur? Maden mi olur? Çamlarımızı kestiler. Siyanür doldurdular tepemize. Hepimiz hastayız şimdi. Kanserden kırılıyoruz biz. Kanserden ölüyoruz…”
Kamerayı falan unuttu bir anda. Artık öfkesini de, dilinin ucuna kadar gelip içine gömdüğü sözleri de dizginlemiyordu. Öfkesi meşhurdu zaten Şahsenem teyzenin; 
“O başbakan yok mu o başbakan. Sağda solda konuşup duruyor. Gelip bizim derdimizi dinledi mi hiç? Biz ne çekiyoruz burada bilir mi? Biz ölüyoruz burada, o altın peşinde. İnsanlar öbür tarafa ne götürüyorlar? Mezara altınla konmuyor kimse, pamukle gömülüyor pamukle”…
Sonra kırk yıllık politikacı gibi tüm köylülere seslendi kameranın merceğine girer gibi. Dedi ki; “O başbakan köylünün halini hiç bilmez. Ancak oy istemeye gelince hatırlar köylüyü. Beni dinlesin köylüler ona oy vermesin. Oy vermesin ona! Ne oy vereceğiz. O bizi hiç düşündü mü? Beni dinlesin köylüler, bir tek oy bile vermesinler ona”…
*** 
YILANIN AĞZINDA KUŞ GİBİ!..
Altın Madeni tel örgülerinin hemen yanındaki bamya tarlasında bulduk Sebahat Gökçeoğlu’nu. Madenin, kocaman bir tepe haline gelen pasa yığınlarıyla tarlaları arasında sadece toprak bir yol vardı. Eşi Ramazanla iki büklüm olmuşlar, sarı sıcağın alnında çapa yapıyorlardı. 
Toprak testiden doldurup verdiği suyu içerken “bu sıcakta zor olmuyor mu çapa?” diye sordum. Tam öğle vakitlerindeydi gün ve yel efilemiyordu havada. “Mecburuz” dedi Ramazan Gökçeoğlu, “mecburuz, yaşamak için çalışmaya. Geçimimiz bu bizim”. 
“Bu pasalar dibinize kadar gelmiş. Zararı olmuyor mu ürünlerinize” sorumu Sebahat abla yanıtladı; “Olmaz olur mu? Ürünümüzün verimi yarıya düştü. Dibimizden akan dereye madenin suyunu bırakıyorlar geceleri. Tarlalarımızı bu suyla suluyoruz biz. Hayvanlarımız bu sudan içiyorlar. Zehirsiz olsa, zararsız olsa neden geceleri salıyorlar dereye. Ama sesimizi duyan yok ki”
Yazmasının üzerine beyaz bir şapka takmıştı Sebahat abla. Toprak testiden su döküp ellerini yıkamasına yardım etti Ramazan abinin. Sonra Ramazan abi aynısını yaptı, tarlanın tozu toprağına bulanmış olan Sebahat ablanın eline su döktü. Tarlanın kıyısında kalmış yaşlı bir zeytin ağacının gölgesine gidip oturdular. Ağacın gövdesine dayalı çıkınlarını açıp serdiler yere. Buyur ettiler bizi. Köy ekmeği, zeytin, keçi peyniri, domates, salatalıktan oluşan öğle yemeğini bizimle bölüştüler. 
Aylardır, yıllardır topraklarında yapılmak istenen altın madenine karşı direndiklerini anlattı Sebahat abla. “Gece gündüz her türlü eylemi yaptık” dedi, “madeni işgal etmemizden tutun, İstanbul Boğaz Köprüsüne topluca çıkıp pankartla yürümeye kadar”. Ekmeğini salatanın zeytinyağına banarken “nüfus sayımlarında saydırmadık kendimizi. Bu maden varsa biz bu ülkenin vatandaşı değiliz dedik. Avrupa’ya toplu iltica talebinde bile bulunduk. Hatta…” dedi Sebahat abla. Duraksadı. Ramazan abiye baktı kaş altından, kızardı; “Köyün adamlarını eylemlere çekebilmek için uçkur grevi bile yaptık tüm kadınlar”. “Cuk cuk” etti Ramazan abi, başını salladı, güldü bıyık altından. 
Sürdürdü konuşmasını Sebahat abla, “Yine de sesimizi dinletemedik. Tüm davaları kazandık ama adaleti göremedik. Hukuk bir kere uğradı yanımıza, “Bu maden çalışamaz” dedi. Ertesi gün başka raporlar aldılar, kanunlar çıkardılar. Durduramadık madeni. Çalışıyor aylardır tepemizde. Bizse yıllardır yılanın ağzındaki kuş gibi çığırıyik!. Yılanın ağzındaki kuş gibi…” 
***
Verimli Bakırçay Ovasının tam ortasındaki altın madeninin üçüncü siyanür barajı yapılmak istenen açık ocağının fotoğrafını gösterdi Erol Engel. “Üçüncü belamız bu işte” dedi. Yıllardır, madene karşı verilen mücadelenin içindeydi. Bergama Çevre Platformu Sözcülüğünü yapıyordu. “Ovacık Köyünü, Narlıca’yı, Çamköy’ü katlettiler. 8 yıl çalışıp gideceğiz diyorlardı, 15 yıl oldu gitmediler. İki siyanür barajı yaptılar, ikisi de doldu. Cevheri bitirdiler burada. Şimdi Kozak Yaylasını, fıstık çamlarını bitirmek istiyorlar. Burasını siyanür işleme üssü haline getirdiler. Kozak’tan, Havran’dan cevheri buraya taşıyıp, burada siyanüre bulayıp altını ayrıştırıyorlar” dedi. Madenin bu barajla ömrünü 13 yıl daha uzattığını anlattı. 

Çamavlu Köylülerinin meralarına rüzgar enerji santrali yapmak isteyen şirketi kovdukları gün Ayvalık’tan, Dikili’den, İzmir’den, Burhaniye’den gelenleri, Bergama’nın köylerinden Çamavlu köyü kahvesi önünde elele tutuşup barikat kuranları gösterip dedi ki; “Ovacık’ta gerilettiler bizi belki ama Çamavlu’da dikildik yine karşılarına. Çünkü karıncanın kardeşi var…”

7 Nisan 2017 Cuma

Noyan Özkan, kurtardığı parkta sevdiği ağaçlarla yaşayacak


Yaşamını yitiren ekoloji hareketinin öncülerinden avukat Noyan Özkan için, otopark yapılmasına karşı dava açıp, iptal ettirdiği parkta anıt dikildi.


Özer AKDEMİR
İzmir
Türkiye'nin çevre hukukunun önemli isimlerinden ve ekoloji hareketinin öncülerinden avukat Noyan Özkan ölümünün 4. yılında anıldı. Özkan’ın otopark yapılmasına karşı dava açıp iptal ettirdiği, daha sonra parka çevrilen Karşıyaka Yasa Parkı’nda, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından adına yapılan anıt, ailesi, dostları, meslektaşları ve ekoloji hareketi temsilcileri tarafından törenle açıldı.  
ÇEVRE HAREKETİNİN ÖNCÜLERİNDEN 
6 Nisan 2013 tarihinde 60 yaşında geçirdiği beyin kanaması sonrası yaşamını yitiren Avukat Noyan Özkan, uzun yıllar kaymakamlık yaptıktan sonra 1983 yılında istifa ederek İzmir’de avukatlık yapmaya başladı. İzmir Barosu yönetim kurulu üyeliği ve genel sekreterliği yapan Özkan, 2000-2002  yılları arasında da baro başkanlığı görevini yürüttü. 
'SEVGİ YOLU’NUN FİKİR BABASI
Türkiye’de ilk yaya yolu uygulaması olan “Sevgi Yolu”nun fikir babası da olan Özkan, “Sevgi Yolu”nu tekrar araç trafiğine açan belediyeye karşı ısrarlı bir mücadele vererek bu yolun sadece yayaların kullandığı bir yol haline gelmesini sağlamıştı. Uluslararası çevre örgütleriyle de iletişim halinde olan Özkan, IUCN (Uluslararası Doğa Koruma Örgütü) ve IBA (Uluslarası Barolar Kurumu) üyesiydi. Özkan’ın “Doğa Koruma Rehberi” ve “Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Çevre Sözleşmeleri” adlı iki kitabı da bulunmakta. Özkan, radyo ve gazetelerde Kent ve Çevre konulu programlar yapıp makalelerde yazıyordu. 
KURTARDIĞI PARKTA YAŞAYACAK
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafında Karşıyaka Katlı Otoparkının bulunduğu alana yapılan Noyan Özkan kent plaketi anıtının da ilginç bir öyküsü var. Yüksel Çakmur’un belediye başkanlığı döneminde asırlık ağaçların bulunduğu alanda bu ağaçlar kesilerek otopark yapımına başlandı. Noyan Özkan, alanın yeşil olarak kalması ve kalan ağaçların korunması için açtığı davada mahkeme önce yürütmeyi durdurma kararı verdi. Belediye Başkanı Çakmur’un hedef göstermesine aldırmayan Özkan, hukuk mücadelesine devam etti. Ahmet Priştina’nın belediye başkanı olmasından sonra ise birkaç katı yapılmış olarak bekleyen otopark yıkılarak alanın bir bölümü park haline getirildi. Ekoloji hareketinin önemli kazanımlarından birisi olan “Karşıyaka Yasa Parkı”, verdiği hukuk mücadelesi ile oluşumuna yol açan Noyan Özkan adına yapılan anıtın da konulduğu mekan oldu. 

Anıtın açılışına Özkan’ın eşi Beynun Özkan ve kızı Elif Özkan ile birlikte, meslektaşları, dostları ve ekoloji hareketinin temsilcileri katıldılar.  

6 Nisan 2017 Perşembe

AKP neden birden yerel tohumcu oldu?


Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya ile AKP'nin yerel tohum hamlesini konuştuk.


Özer AKDEMİR
İzmir
Geçtiğimiz günlerde İzmir Kemalpaşa’da Yerel Tohum Takas Şenliği’ne katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Eşi Emine Erdoğan, yerel tohumları ülkenin geleceği olarak tanımladı ve hükümetin bunlara sahip çıkacağını söyledi. 
Yıllardır şirket tohumlarının kullanılıp yaygınlaşmasına yönelik bir tarım politikası izleyen, hatta bunun için yerel tohum kullanımını cezalandıran yasa çıkaran AKP’nin politikalarına aykırılıklar içeren bu sözler şaşkınlıkla karşılandı. Yerel Tohumculuk Derneği kurucularından Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya bu durumun, şirketlerden yana yeni uygulamalara geçilirken kamuoyu desteğini de kaybetmemeye dönük bir göz boyama hamlesi olduğu görüşünde. 
AKP neden birden yerel tohumcu oldu?
TARIM BAKANLIĞINDA TOPLANTI
Kemalpaşa’daki Yerel Tohum Takas Şenliği’de konuşan Emine Erdoğan’ın, Milli Tarım Hareketi içerikli tarım konusundaki görüşlerinin yanı sıra en dikkat çekici sözleri yerel tohumlarla ilgili olanıydı.  Erdoğan, “Yerel tohum geleceğimizin teminatıdır” dedi. 
Emine Erdoğan’ın bu sözlerini ve son dönemde AKP’nin tarım politikasındaki yönelimi sorduğumuz Tayfun Özkaya 1-1.5 ay önce tarım bakanı müsteşarının daveti üzerine Ankara’ya yaptığı seyahati anlatarak girdi konuya. Tarım Bakanlığında müsteşarın yanı sıra iki tane genel müdürün de görüşmede olduğunu aktaran Özkaya, görüşmenin içeriği ile ilgili şu bilgileri verdi: “Toplantıda tarım politikasını değiştireceklerini söylediler. Tarla bitkilerinde, hububat, yağlı tohumlar, yem bitkileri ve baklagillerde şirket tohumlarını (sertifikalı tohum) kullanan çiftçilere tarım desteklerini verecekler. Kullanmayanlara vermeyecekler. Sebzeyi dışarıda tutuyorlar. Çünkü sebzede olayı kendi kafalarına göre çözmüş durumdalar. En büyük destek de mazot olacak, mazotun yarısını vermeyi düşünüyorlar.” 
 TOHUM ŞİRKETLERİ İSTEDİ AKP YAPIYOR
Bunun tohum şirketlerinin isteği üzerine ortaya çıktığını, 4-5 ay önce Tohumcular Birliği başkanının bu yönde açıklamaları olduğunu hatırlatan Özkaya, bu politikada iki istisnanın olacağının anlatıldığını dile getirdi. Özkaya bu istisnaları şöyle sıraladı: “Birincisi  5 dekarın altında işletmesi olan bir çiftçi sertifikalı tohum almasa da mazot-gübre konusundaki destekten yararlanacak. Bu önemsiz bir şey. İkincisi ise belirsizlik söz konusu. Müsteşarın bana söylediği belli başlı ürünlerde İspir fasulyesi, Ayaş domatesi gibi ürünleri bundan muaf tutacakları yönündeydi. Fakat şimdi bunda da fikirlerini değiştiriyorlar sanki. Sertifikalı organik ürünleri yetiştirenlere bu ayrıcalığı verecekler gibi. Tahminim 20-30 tane ürünü seçip göstermelik olarak ‘Biz yerel tohumu da destekliyoruz’ gibi bir hava yaratmaya çalışıyorlar.” 
SERTİFİKALANDIRMAK İSTİYORLAR
Yerel tohumlarla ilgili muhalefetin gelişmesinden AKP’nin rahatsız olduğunu kaydeden Özkaya, bakanlık müsteşarının ‘Biz de yerel tohum şenliklerine katılalım’ dediğini, kendisinin de ‘Katılın tabii, bazı ülkelerde bu şenlikler tarım bakanlıklarının desteği ile yapılıyor’ dediğini söyledi. Müsteşarın, ‘Yerel tohumları da sertifikalandıralım’ sözlerine ‘Tamam ama bu sıradan bir çiftçi yerel tohum üreticisi, fide üreticisi bu sertifikayı kolayca alabilmeli. Herhangi bir harç, bürokrasi falan olmadan. O şartlarda olur, neden olmasın’ yanıtını verdiğini ifade eden Özkaya, “Tamam falan dedi müsteşar ama buna uymayacaklarını düşünüyorum. Bunları şirketlere verecekler belki de” diye konuştu.
ŞİRKETLERE ÇALIŞIRKEN HALKA DA ŞİRİN GÖZÜKMEK İSTİYORLAR
Özkaya, “Kısacası tohum şirketlerine verdikleri bir söz var. Onu yerine getirirken bu arada kamuoyunu kaybetmeyelim, yerel tohumları da destekler görünelim diye düşünüyorlar” sözleriyle AKP’nin son dönemdeki politika değişikliği görüntüsünün arka planını özetledi. 

Kemalpaşa’daki Tohum Takas Şenliği’ne kendisinin katılmadığını ancak katılanlardan ve fotoğraflardan anladığı kadarıyla ciddi bir tohum takası olmadığını dile getiren Özkaya, “Hatta bazı şirket tohumlarını dağıtmışlar. Monsanto’nun reklam afişini gördüm. O da yer almış. Daha ziyade yemek yarışması, yerel gıda satışı, şenlik havası içinde yapmışlar. Tamamıyla bir yutturmaca, göz boyamaca gibi bir durum var. Diğer yandan da biz yerel tohum konusunda bir ideolojik üstünlük kazanmış olduk ki AKP’de ‘Biz de bundanız’ deme ihtiyacını hissediyor” dedi. 

5 Nisan 2017 Çarşamba

Bergama’daki siyanürcü şirket 3. atık barajını yapıyor


Bergama'da 8 yıl açık kalacağı söylenmesine rağmen 15 yıldır üretimine devam eden Ovacık Altın Madeni'ne üçüncü siyanür barajı yapılıyor.

Özer AKDEMİR
İzmir
Bergama Ovacık Altın Madeni'ne üçüncü siyanür barajı yapılıyor! İlk üretemi başlarken 8 yıl çalışıp gideceği söylenen maden 15 yıldır üretime devam ediyor. 3. atık barajı ile ömrü en az 13 yıl daha uzamış olacak.
BERGAMA KÖYLÜSÜ YILLARCA DİRENDİ
Bergama köylülerinin yaşam alanlarını siyanürlü madenden korumak için 1980’li yılların sonunda başlayıp yıllarca mücadele ettiği altın madeni köylü hareketinin sönümlendirilmesinin ardından üretime geçmişti. Türkiye’nin ilk altın madeni olan Ovacık Altın Madeni, verimli Bakırçay Ovası’nda Ovacık, Çamköy, Narlıca köyleri arasında yaklaşık 15 yıldır siyanürle altın üretimine devam ediyor. Ovacıktaki cevheri bitiren şirket Bergama’da “ekolojik hassas bölge” olarak tanımlanan Kozak Yaylası’nda ve Havran’daki madenlerinden getirdiği cevheri Ovacık’taki tesislerde siyanürle liç ederek altın üretimine devam ediyor. ABD’li Normandy’den, Gülen Cemaatine yakınlığı ile bilinen Koza Şirketine geçen, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından da TMSF’ye devredilen şirketin özelleştirileceğine dair söylentiler var. 
CEHENNEM ÇUKURU SİYANÜR BARAJI OLACAK
Birinci siyanürlü atık barajını toprakla doldurup kapatan, tarım toprakları üzerine yığılan maden pasalarının arasına 2008 yılında yaptığı ikinci atık barajını da yüzde 90 oranında dolduran şirketin 3. atık barajı köylülerin “cehennem çukuru” dedikleri açık ocak olacak. Proje tanıtım dosyasına göre, açık ocağın baraj olarak düzenlenmesi için maden sahası içindeki 3.5 milyon tonu bulan pasalar dolgu malzemesi olarak kullanılacak. Dosyada baraj hacminin 8.05 milyon metreküp olacağı dile getiriliyor. İki aşamada yapılacağı söylenen barajın kullanım ömrünün ise 13 yıl olacağı ifade ediliyor.  
GİTMEYE NİYETİ YOK
3. atık barajı tanıtım dosyasında ÇED alanının İzmir-Manisa planlarında proje alanının “Ağaçlandırılacak Alan” statüsünde kaldığı dile getiriliyor. Ağaçlandırılması gereken alana siyanürlü atık barajının yapacak olan madenin bu son projesi bölgeden daha yıllarca gitme niyetinde olmadığını da gösteriyor. İlk ÇED raporunda altın madeninin 8 yıl ömrü olacağı ve sonrasında da bölgenin rehabilite edilip gidileceği yer alırken, 15 yıldır çalışan maden 3. atık barajı ile en az 13 yıl daha bölgede siyanürle altın işletmeciliği yapacağını ortaya koymuş durumda.
TURİZM VE TARIM BÖLGESİNİN ORTASINDA
Verimli Bakarçay Ovası’ndaki altın madeni aynı zamanda turizm bölgesi olarak da planlanan bir alanda bulunuyor. Madenin 1.8 kilomet-re uzağındaki Sağancı köyü Bayram Tepesi ve 650 metre güneyindeki Süleymanlı köyü içerisinde yer alan Teuthrania antik kenti 1. derece arkeolojik sit alanı.
 
MADENİN ESKİ MÜDÜRÜ: RİSK ÇOK BÜYÜK

Madenin ilk kuruluş yıllarında 10 yıl boyunca kamu ilişkileri müdürlüğü yapan Maden Mühendisi Hasan Gökvardar 3. atık barajının yapılacağı yerin Ovacık köyüne 100 metrenin altında yaklaştığını belirterek, barajın Çamköy ve Narlıcaya’da çok yakın olduğunu söyledi. Gökvardar’ın asıl vurgu yaptığı konu yer altı sularının durumu ile ilgili; “Açık ocak deniz kotunun altına kadar inmiş durumda. Yer altı su tablasının altında yer alıyor. Açık ocağa dolan sular (asit drenajından kirlenmiş sular) pompalanıp derelere veriliyor. Kirlenen sular da derelerden tarlalara civar köylere ulaşıyor. DSİ yer altı su tablası altında yer alan bir tehlikeli atık deposuna nasıl izin veriyor? Açık ocağın batısı alüvyon tabakası içerisinde yer alıyor. Alüvyon tabakalar geçirgen alanlardır. Tehlikeli atık barajından olası sızmalarda yer altı sularını kirletebilecektir”.
1997 yılında madenle ilgili Danıştay tarafından verilen mahkeme kararını hatırlatan Gökvardar; “Olası riskler göz önünde bulundurulduğunda, madenin çalışmasında kamu yararı yoktur“ yazıyordu kararda. Burada olası riskler yüksek boyutta. Raporda açık ocak alanının, kayaçlarının geçirgenliği, jeolojisi iyi irdelenmemiş. Eski açık ocak, jeolojisiyle, konumuyla, coğrafi durumuyla, taşıdığı risklerle, atık deposu yapılması için hiç uygun olmayan bir lokasyon” dedi.

4 Nisan 2017 Salı

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Kozak Çamavlu köylüleri RES'cileri avluya bile sokmadı.

Bilim insanları tarafından "ekolojik hassas bölge" olarak tanımlanan İzmir Bergama Kozak Yaylası'nda bulunan Çamavlu köylüleri meralarına kurulmak istenen Rüzgar Enerji Santralleri (RES)lere karşı direniyorlar.
En önemli geçim kaynakları hayvancılık olan Çamavlulular, meralarına dikilecek RES'lerin hayvancılığa çok büyük zarar vereceğini söylüyorlar.
Köylüler geçtiğimiz günlerde RES şirketi tarafından yapılmak istenen ÇED Halkın Katılımı Toplantısına geçit vermediler.
Çoluk-çocuk, kadın-erkek yüzlerce Çamavlu köylüsü ve yakın bölgelerden gelen yaşam savunucularının RES şirketine karşı direnişi Çepeçevre Yaşam'da.
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam, Evrensel WebTV'de.

İzmir’in simgesi Körfez’i kurban etmeyin


İzmirliler, Körfez Geçişi Projesi’nin yapılması halinde İzmir'in iki yakasının bir araya gelmeyeceğini söyleyerek projeye itiraz ediyorlar.

Özer Akdemir
İzmir’in simgesi Körfez’i kurban etmeyin
Balçova, Çiğli, Narlıdere, Karşıyaka ilçesi sınırları içerisinde yapılması planlanan İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin nihai ÇED Raporunun askı süresi doldu. Vatandaşlar hem ekolojik tahribat, hem büyük bir kaynak israfına yol açacağını belirtip, “Eğer yapılırsa İzmir’in iki yakası bir araya gelmez” denilen projeye itiraz ettiler.
Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yapımı planlanan İzmir Körfez Geçişi Projesinin ÇED raporu, kentteki ekoloji örgütleri, meslek odaları, belediyeler ve vatandaşların itirazlarına rağmen kabul edildi.  Son olarak İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunca (İDK) yeterli bulunup nihai olarak kabul edilen ÇED raporu 22 Mart tarihinde Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü internet sitesinde yayımlanarak askıya çıktı. 
Görüntünün olası içeriği: yazı
EGEÇEP’TEN İTİRAZ DİLEKÇESİ
10 günlük askı sürecinde halkın görüş ve önerileri alındıktan sonra Bakanlık, halktan gelen görüşler ışığında rapor içeriğinde gerekli eksikliklerin tamamlanmasını, ek çalışmalar yapılmasını ya da İDK’nın yeniden toplanmasını isteyebilecek. 
Askı süresinin bitimi olan son gün EGEÇEP, İzmirlilerin projeye itirazlarını yapabilmeleri için bir dilekçe örneği hazırlamıştı. İzmirliler de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne gönderdikleri bu dilekçelerle projeye itirazlarını ortaya koydular. 
Bir liman kenti olan İzmir’de Körfez’in, kentin ayrılmaz bir parçası olduğunun altı çizilen bildiride “İzmir, coğrafyasının verdiği olanaklarla, uygarlık birikimini yaratmış güçlü bir simge kent olma özelliğini korumalıdır. Bunun için de İzmir’in simgelerinden olan Körfez’in tünel ve köprülü yol geçişi çılgınlığına kurban edilmemesi gerekir.” denildi.
‘KAMU YARARI TAŞIMIYOR’
İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin Körfez’e zarar vereceği belirtilen dilekçede, projenin kamu yararı niteliği taşımadığının altı çizilirken nihai yapılan ÇED raporunun, projenin körfeze vereceği zararları ortadan kaldıracak nitelikte olmadığı dile getirildi. Dilekçede, proje ÇED raporunu inceleyip eleştirilerini sıralayan bir rapor açıklayan TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulunun (İKK) raporundan alıntılar yapılarak Körfez Geçişi Projesi’nin yaratacağı ekolojik tahribat ve kamu malına yönelik zararlara dikkat çekildi. 
 
PROJEDE NELER VAR?
İzmir Körfezi Geçiş Projesi kuzey çevre yolu Çiğli Sasalı kavşağından başlayıp köprü olarak Körfez ortalarına kadar gelirken, sonrasında tünel olarak devam ediyor. Geçiş Narlıdere’de İzmir Çeşme otoyoluna bağlanan kavşakla sona eriyor. Projede 12 kilometre otoyol, 16 kilometre raylı sistem tramvay olarak öngörülüyor. Bu kapsamda kuzeyde 4.2. kilometre ayaklar üzerinde köprü, 800 metre bir yapay ada ve 1.9 kilometre batırma tüp tünel olarak öneriliyor.
Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, açık hava ve doğa
TMMOB’NİN PROJEYE YÖNELİK ELEŞTİRİLERİ
* İzmir Körfezi Geçiş Projesi İzmir’in bütün ölçeklerdeki plan kademelerinin hiçbirisinde bulunmamaktadır. 
* Ulaşım ana planı etütlerinin ve araştırmalarının hiçbir yerinde önerilen körfez köprü tünel projesinin gerekliliğine dair bir bulgu ortaya konmamaktadır. 
* “Önerilen köprü-tünel-ada projesi ile İzmir Körfezi için yaşamsal bir çevre sorunu felaketi yaratılmış olacaktır. İzmir Körfezi ortasında hiç gereği olmayan ve yapılabilecek en büyük yanlış bir yapay ada oluşturmaktır.
* Önerilen proje uygulanacak olursa İzmir’in sahip olduğu doğal zenginliklere çok önemli ve geri dönüşü mümkün olmayan zararlar verilecektir.
* “Hesaplanan 3.5 milyar liralık maliyet baz alındığında bile 1 kilometresi yaklaşık 330 milyon liraya mal olacaktır. 3.5 milyar lira bir kaynak ile İzmir kent içi ulaşım projelerinin tamamı ve ulaşım araçlarının tamamı gerçekleştirilebilir.
* Bu ve benzeri projelerle kentlerde kamusal yarar yerine, giderilmesi olanaksız ve büyük ölçüde mali kaynak israfına ve çevresel, kamusal zarara neden olunacaktır.

Son Düzenlenme Tarihi: 04 Nisan 2017

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...