2 Nisan 2017 Pazar

Kaybolmuş bir kentin izinde kaybettiğimiz dostlar için...


'Hıristiyanlar için Vatikan, Müslümanlar için Kâbe neyse, antik çağda bu bölgede yaşayan insanlar için de Gerga oydu.'

Çine Çayı’nın kenarındaki bir kır lokantasında oturduk. Yorulmuştuk. Yanı başımızda nazlı nazlı akan çayın yeşili sarıya çalıyordu. “Kuars ve felspat madenlerinin atıklarından bu renkte” dedi Çineli Ahmet Uslu. Masamızın etrafını çevreleyen söğüt ağaçlarının bazıları çaya doğru eğilmiş, suyun yanağına dokunuyordu. 
Yazın ilk günleriydi, ama sıcaktı, epeyce sıcaktı. Çine Madran dağlarındaki maden yaralarını gidip görmüştük. Bir dağın nasıl lime lime edildiğinin görüntülerini çekmiştik. Sabahın erken saatinde yola çıkmış, Kavşit Köyünü, İbrahim Kavağını, dağın doruğunda bin 770 metre yükseklikteki Çıplak Tepesini dolaşıp Çine’ye dönmüştük. Gün akşama devrilmeden bir iki saat önce, soluğu ilçe merkezine yakın çayın kenarında yer alan bu kır lokantasında almıştık. 
***
O zamanlar çaydan hâlâ yakalanabilen çay balığı kızartması geldi önümüze. İstavrit, barbun benzeri, sarı kuyruklu küçük küçük balıklar, nar gibi kızarmıştı. Yanında bol soğanlı, nar ekşili mevsim salata ve boz rakı. 
İkindi güneşinin akşama evrildiği, havanın serinleyip üşüttüğü Çine Çayı kenarındaki o yemekte ilk kez adını duydum Gerga’nın. Yerel bir folklor araştırmacısı, Aydın ve Çine kültürü, dili, tarihi üzerine kitapları olan Arif Ali Uyguç Gerga’yı anlattı. Ama aşkla, şehvetle, özlemle anlattı. 
“Hıristiyanlar için Vatikan, Müslümanlar için Kâbe neyse, antik çağda bu bölgede yaşayan insanlar için de Gerga oydu” dedi. Çine’nin kuş uçmaz, kervan geçmez dağlarının ortasında, tapın taşları, mabetleri, yazılı kayaları, çeşmeleriyle unutulmuş, kaybolmuş bir kentten bahsetti uzun uzun. 
“Gidelim” dedim, “hemen gidelim. Daha günün devrilmesine 1-2 saat varken”. 
“Güldü”, Arif Ali, “Şimdi çıksak arabayla gideceğimiz yere varmamız 40 dakikayı bulur. Gerga’ya yürümemiz ise iki saatimizi alır. Zaten karanlıkta yolumuzu bulsak, Gerga’yı bulamayız. İyisi mi başka bir zamana bırakalım Gerga’yı ziyareti, şimdi onun için kaldıralım kadehimizi”. Ay ışığı Çine çayını gümüş rengine boyarken biz Gerga’ya içtik.
***
Birkaç yıl içerisinde, Çine Çayı’nın önüne “Avrupa’nın en yüksek barajı” konduruldu. Mitolojik öykülerde perilerin gözyaşlarından doğduğu söylenen Marsias (Çine) Çayı dizginlendi. Sular 1800 yıllık Roma köprüsü İncekemer’i yuttu. Barajın ötesinde akan su ise sanayi ve evsel atıklarla açık bir lağım gibi akmaya başladı.
***
Çine Çayı’nın kenarında çay balığı yediğimiz günden yaklaşık 7-8 yıl geçmişti ki, nehrin bu iç burkan görüntülerini çektikten sonra gittik Gerga’ya. Artık iş makineleri çok yakınına kadar yol açmışlardı. Dağda, bazen UFO’ları andıran gnays kayalarının olduğu bir arazide 15 dakika yürüdükten sonra ulaşabiliyorduk Gerga’ya. Aladağ Köyü’ne komşu olan Gerga yolu boz bir yılan gibi kıvrılarak uzuyor, makiliklerin, ahlat ağaçlarının arasından yitip, bir anda antik kentin kalıntılarına ulaştırıyordu sizi. Yol boyunca, dünya üzerinde sadece bu bölgede yetişen “Cyclamen mirable” maviş maviş gülümsüyordu yüzünüze. Ve işte Gerga…
***
Ayakta kalmış küçük tapınağın tam alnında yazılıydı bu sözcükler; “GERGAİ”… Tapınağın inşasında kullanılan taş işçiliğindeki ustalık bugün bile kendine hayran bırakıyordu. Tapınağın solunda uzun, sivri tapın taşları, onun önünde zeytinyağı ya da şarap yapılan geniş kayalardan oyulmuş havuzcuklar vardı. Bu havuzcukların bir benzerini Kaz Dağı’nın tepesinde, Halilağa köyünde görmüştük. Köylüler “Şarap anaları” diyordu bunlara. 
Gerga yazan tapınağın hemen yanı başında ise devası bir heykelin kalıntıları vardı. Sadece ayak parmakları kalmış, çok yüksek olduğu bu parmakların dev gibi boyutlarında belli olan heykeli, Fransız araştırmacı G.Gousin “kocaman ağzıyla ve birbirinden ayrık küçük gözleriyle kesinlikle anormal” diye tarif etmişti. Heykelin başı ve gövdesi çalınmıştı. Metrelerce uzayan duvarlar, çeşme yapıları ve keşfedilmeyi bekleyen nice sırlarıyla bu küçük Karya yerleşimi Anadolu’nun kayıp antik kentlerinden sadece birisiydi.
***
Gerga’nın birkaç kilometre uzağında Çine Barajı’nın suları görünüyordu. Binlerce yıllık tarihi, tarımı, anıları yok eden sular, Gerga’nın çimenlerinde sürülerini otlatan çobanların tatlı düşleriydi artık. Madran Dağı’nın yeline karşı kepeneklerini başına geçirip, önlerinde ışılayan Çine Barajı’nın sularına bakarak rüyalarına dalıyorlardı, uzun uzun…  
O KAREDEN EKSİLENLER

O GÜN su dolu kadehini Gerga’ya kaldıranlardan TEDAŞ işçisi Celal Şenol, birkaç ay sonra İzmir’de bıçak altına yattı. Beynindeki uru aldırdı ama hiçbir zaman eskisi gibi olamadı. Yürüyemedi bir daha. Çoğu zaman konuşamadı doğru düzgün. Ama son ana kadar bilinçli, son ana kadar inandığı değerlere bağlı bir şekilde gün gün eriyerek bir yıl içerisinde can verdi.
Çekimlerimizde bizlere eşlik eden Çineli gazeteci Yılmaz Sağlık da ondan birkaç yıl sonra yakalandığı kansere yenildi. Gerga öykülerini dinleyerek geceyi bulduğumuz o kareden iki kişi birden ekssildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...