16 Nisan 2017 Pazar

Koku_Pazar eki

  16 Nisan 2017 05:46

Özer AKDEMİR
“Seçim sizin” dedi Ali Osman Hoca*. Durdu birden. Devam edip etmeme konusunda kararsızlık yaşadığı her halinden belliydi. Kendisini ilgiyle dinleyenlerin yüzlerine baktı. “Karar sizin” diye yineledi. “Ben bunları anlatmak zorundayım. Ya bu tesiste çalışıp üç beş kuruş kazanacak ve 10 yıl sonra çocuklarınızın kanser olduğunu göreceksiniz ya da engel olacaksınız!..”
Aslında bu kadar sert konuşmayı düşünmediğini anlattı sonradan. Ancak, kasketi başına büyük gelen 60 yaşlarında, kara kuru bir köylünün sözünü kesip “Biz bu tesise karşı değiliz. İşsizlik var köyde. Çocuklarımız işe girer üç beş kuruş kazanır hiç olmazsa” sözlerinden sonra daha açık olması gerektiğine karar verdiğini söyledi. O saate kadar dünyada benzer tesislerin çevresinde yaşayan insanların sağlıkları ile ilgili bilimsel bilgileri sıralayıp durmuş, “aynısının burada da olmaması için hiçbir sebep yok” diye sürdürmüştü konuşmasını. 
Kula, Sandal beldesinde, soğuk bir sonbahar günü, koca bir varilden yapılan silindir sobanın etrafına doluşan köylülere, hemen birkaç kilometre ötede yapılmak istenen tehlikeli atık bertaraf tesisi konusunda bilgi veren Prof. Dr. Ali Osman Karababa’nın sözleri diğer bütün sesleri susturmuştu. Sessizliği kahvecinin sesi bozdu; “evet çay isteyen”... 
***
Üzerindeki giysileri teker teker çıkardı. Önce yakası sararmış gömleğini, ardından beyaz atletini. Boynunun sol tarafından göğüs kafesinin altına kadar kaplayan, yarım ay şeklinde bir kızarıklık teninin renginden hemen ayrılıyordu. Gözlerini kocaman açarak “işte bakın”, dedi “iki aydır böyle. Vücudumda kasılma var. Kaşıntıdan duramıyorum. Sabah giydiğim atlet kan içinde kalıyor. Gariban olduğumdan doktora da gidemedim. Kuş kafası kadar bir lekeydi, şimdi vücudumun üst kısmını sardı neredeyse. Şirket de işten çıkardı rapor aldıktan sonra”. Dört ay kadar çalıştığı atık tesislerinde gördüklerini, yaşadıklarını anlattı; ”Başka bir gün bir madde geldi, yıktı yıktı indirdi bizi! Hepimizi serdi, bayılttı. Yere döktüler, alev alıyordu. Kepçeci bayıldı. Aradan 15 dakika sonra biz de gittik. Dizlerimiz tutmaz oldu. Bize sonradan bu maddenin hanımların tırnak boyası olduğunu söylediler.” 
Esenyazı Köyünde çobanlık yaparken, köyün dibine kurulan atık tesisinde çalışmaya başlayan 35 yaşındaki Mustafa Kılınç, bir gece gelen atığın küçük bir parçası üzerine döküldüğünde yanıyorum sanmış. Başına gelen kazadan iki hafta sonra işten çıkarıldığı söylenmiş kendisine. “Evde çocuklardan, eşimden uzak duruyorum. Belki onlara da bulaşır endişesiyle.”
***
Ülkenin en son sönen volkanlarının olduğu Kula’nın birkaç kilometre uzağındaydı Sandal beldesi. Bu ‘genç’ volkanların püskürttüğü siyah tüflerle kaplı bölgeye “Yanık ülke” deniyordu. 
Ege ve Akdeniz’deki 11 ilin tehlikeli, endüstriyel ve tıbbi atıkları getirilip, tarım arazilerinin, köylerin ortasına kurulan, binaları yeşile boyalı bu tesiste ya yakılıyor, ya da toprağa gömülüyordu. 
Sandal Beldesinde bahçesinde yaşlı çınarların bulunduğu o kahvede, Ali Osman Hoca’nın biraz da duraksayarak söylediği sözlerin çok da büyük bir etkisi olmadığı, toplantıdan birkaç ay sonra tesislerin açılış töreninin protestosu eyleminde kendisini gösterdi. İtalyan-Türk ortaklı şirket köylülerin elindeki arazileri kapatmış, arkasına ‘Manisa’nın medar iftiharı’, sulu göz olmasıyla tanınan hükümet sözcüsü bakanı almış, açılışı da ona yaptırmıştı. Açılış törenini protesto etmek, en azından törene gelecek bakana seslerini duyurmak için eylem planlayan köylülerden hiç kimse, İzmir-Kula karayolundaki eyleme gelme cesareti gösteremedi. Köylüler gelmeyince, eylemi iki kişi, birer ucundan tuttukları “Havamızı, suyumuzu, toprağımızı zehirlemeyin” yazılı pankartla yaptılar ki pankartın bir ucundan tutan Sandallı Recep Erkol sinirinden titrerken, onu sakinleştirmek pankartın diğer ucundan tutan, hayatında ilk kez Sandal’a gelmiş EGEÇEP yöneticilerinden Samet Baskak’a düşmüştü.
***
Tesislerin açılışından bir yıl sonra Esenyazı köyüne gittik. “Geçenlerde atık yüklü arabanın birinden köyün içine üç beş kilo kadar bir pislik döküldü. Üç gün millet kapıyı pencereyi kapattı, kahveye dahi çıkan olmadı” diye konuştu İzzet Aras. Adile Zeybek, “Ne tarlamız kaldı, ne domatesimiz. Hepsi kurudu. Üzümler böyle olur mu?” diye kurumuş üzüm asmalarını gösterdi. “Sağlığımız bozuldu. Hangi doktora gitsek, havadan, pislikten oluyor diyor. Ben nereye göçeceğim” diye gözyaşı döktü Hava Kılınç. Halise Çimen “Biz İzmir’den her yaz tatilinde buraya temiz hava almaya geliyorduk. Birilerinin cebine üç beş kuruş girecek diye, gelecek nesli zehirletmeye kimsenin hakkı yok” dedi öfkesini gizlemeden. Ramazan Karabaş’ın ise 130 koyunu hep düşük yapmış, “Bundan mı bilemedim ama kokudan olabilir dedi veterinerler”. Ömer Nergiz’in de 12 tane kuzusu ölmüş. “Burası yayla, ama ürettiğimizi yiyemiyoruz. Kokudan duramıyoruz” dedi Hatice Özmen. Mehmet Oğuz, tesislerin dibindeki tarlasına gidemediğini anlattı; “kokudan pislikten nohut yolamadım bu sene” dedi.Elinde tuttuğu şişenin içindeki kahverengi sıvıyı tesislerin dibindeki kuyudan doldurduğunu söyleyen, bunu söylerken de sıvıdan gelen kokuya karşı burnunu tıkayan bir başka köylü ise “Yanık ülke” asıl şimdi yandı” dedi...

* Prof. Dr. Ali Osman Karababa (E.Ü. Halk Sağlığı Bölümü Başkanı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...