30 Temmuz 2017 Pazar

Kisir’de soğuk savaş (Milliyet)

Kisir’de soğuk savaş
Kurduğu çiftlikle “sağlıklı ürünler” satan Pınar Kaftancıoğlu ile sivil toplum kuruluşu Buğday Derneği, Söke’nin Kisir köyünde karşı karşıya geldi
30.07.2017 Pazar
 
Aylardır Söke’nin Kisir köyü üzerinden soğuk bir savaş sürüyor. Savaşın taraflarından biri Nazilli’de kurduğu İpek Hanım Çiftliği’yle şehirde yaşayan binlerce kişiye “sağlıklı ürün” satan Pınar Kaftancıoğlu. Diğeri ise yine, “sağlıklı gıda ve sürdürülebilir bir yaşam” için kurulan sivil toplum kuruluşu Buğday Derneği.

Kaftancıoğlu, 1980’de katledilen gazeteci - yazar Ümit Kaftancıoğlu’nun kızı. Şehir yaşamı kaosundan kaçıp Nazilli’nin Ocaklı köyünde hayata geçirdiği çiftliği, terk ettiği şehirde oldukça popülerleşti. Yetiştirdiği fazla ürünleri İstanbul’daki arkadaşlarına kargolayarak başladığı köyden şehre ürün ticareti, büyük bir başarı sağladı. Organik camiasında binlerce müşterisinin olduğu konuşuluyor. Zaten kendisi de mail grubunda 60 bin kişi olduklarını belirtiyor.
Kaftancıoğlu organik sözcüğüne “gıcık”. Bunu sitesinde de dile getiriyor zaten: “Organik ürün yeni ve tuhaf bir sektörün etiketi oldu.” Sertifikalı üretim yapan çiftçilerin bir bölümü ise Kaftancıoğlu’nun ürün teminine yönelik şüphelerden bahsediyor. Aslında soğuk savaş epeydir bu şekilde sürüp gidiyordu.  
Zararlı madde uyarısı
Ta ki Kaftancıoğlu’nun Kisir köyüne yönelik paylaşımına kadar... Kendi e-posta zincirine bir yazı yazan Kaftancıoğlu, özetle geçmişte uranyum madenciliği yapılan köyde radyoaktivitenin normalin 450 katı olduğuna dair habere değindi ve köyün yanı başında ünlü bir organik çiftliğin yıllardır sertifikalı ürün yetiştirip sattığını ileri sürdü. Tabii, bu ileti sosyal medya platformlarında hızla yayılınca organik dünyasında da epey yankı yarattı. Hatta ünlü bir organik market zinciri; müşterilerini rahatlatmak için “Aydın Söke’ye bağlı Kisir köyünden herhangi bir ürün üretimi veya tedariği yapılmadığını bildiririz” duyurusunu yapmak zorunda kaldı.
“Organik diye satılan ürünlerin radyoaktif madde içerdiği” iddiası yenilir yutulur cinsten değildi. Haliyle Buğday Derneği de konuyu araştırıp bir açıklama yayımladı. Dernek bölgeyi arayıp taradı ve Kisir köyüne en yakın organik çiftliğin 25 kilometre uzaklıkta ve dağlık alanlarda olduğunu açıkladı. Bölgede bazı zeytincilerin organik sertifikası aldığını ancak talep olmadığı için bugüne kadar piyasaya hiç organik zeytin sürülmediğini de duyuran dernek, iddianın uydurma olduğunu bildirdi.
Ama sular durulmadı. Kaftancıoğlu e-posta grubuna yazdığı yeni yazılarla iddiasını sürdürdü. Bu arada Türkiye Atom Endüstrisi Kurumu da (TAEK) 2015’te Kisir köyündeki toprak, su ve gıdalarda yapılan ölçümlerin sonuçlarını kamuoyuyla paylaştı. TAEK’e göre, uranyum yataklarına yakın olan Yusufağalar mevkisi haricinde radyoaktivite değerleri ülkemiz ortalama seviyelerinde. Yusufağalar mevkisindeki radyasyon seviyesi de halk sağlığını tehdit edecek oranda değil.
“Suyla yayılır”
Ancak Kaftancıoğlu, sonradan yapılan ölçümlere gölge düştüğü kanısında. Ayrıca Buğday Derneği’nin aksine köyün içinde organik sertifika ile çalışan tarım bölgeleri olduğu konusunda iddialı. Bunu e-postasında bana da yineledi. Ayrıca Kisir Çayı’nın Menderes yoluyla Davutlar Ovası’na ulaştığını ve o suyun radyoaktif madde taşıdığını savunuyor. Kisir köyüyle arasında 40-50 kilometre mesafe bulunan “ünlü çiftlik”le bağlantıyı da bu şekilde kuruyor. 
Fark niye?
Aslında en önemli nokta Kisir’deki ölçümlerde önemli derecede fark olması. Haberlerde Yrd. Doç. Enver Yaser Küçükgül’ün ölçümüne göre Dünya Sağlık Örgütü’nün kabul ettiği yıllık radyasyon sınırı “1 sievert” iken Kisir’de bunun 450 katının söz konusu olduğu belirtiliyor. TAEK ise “Doz çok düşük” diyor. Buğday Derneği, farklılığın sondaj alanından anlık ölçüm ve portatif araç nedeniyle kaynaklandığına dikkat çekti. Dernek, TAEK’in asıl tehdit uranyum olmasına rağmen uranyuma dair veri açıklamadığını belirtiyor ve belirsizliğin giderilmesi çağrısı yapıyor. 

HDK Ekoloji Meclisi: Ormansız gelecek olmaz

HDK Ekoloji Meclisi’nin İzmir’de Tepekule Kongre Merkezinde gerçekleştirdiği 2. Orman Çalıştayı’nda ormanlara bakış açısı, iktidarın ormancılık politikaları, ormanlara yönelik 
tehditler ve orman işçiliği gibi birçok konu tartışıldı. “Ormansız gelecek olmaz” pankartının açıldığı Çalıştay’da açılış konuşmasını HDK Eş Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu yaptı. 1980’lerde yakmalara ve arazi açmak için kesimlere karşı devletin ormanları halktan koruduğunu hatırlatan Hamzaoğlu, şimdi tam tersi bir duruma gelinerek halkın ormanları devletten koruduğunu dile getirdi. Özel mülkiyetin doğanın ve yaşamın yok oluşuna etkilerine de değinen Hamzaoğlu, özellikle enerji üretimi ve tüketimi ile ilgili çarpıcı verileri aktardı. 1972 yılındaki BM Konferansında “Çevre hakkı insan hakkıdır” denildiğini ama bunun lafta kaldığını söyleyen Hamzaoğlu, “Uzaydan çekilen fotoğraftan bile elektrik tüketiminin dünyadaki dağılımındaki eşitsizlik açıkça görülebilir” dedi. Türkiye’de faaliyette olan termik santrallerin 2014 yılında 6.5 milyon ton su çektiğini ve 24.2 milyon ton atık oluşturduğuna dikkat çeken Hamzaoğlu, “Bunun 9.1 milyon tonu tehlikeli atık sınıfında. Termik santrallerin büyük etki ettiği hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1. derece kanser yapıcı etken olarak tanımlandı. Hepimiz sigara içiyormuşuz gibi akciğer kanseri riskiyle yaşıyoruz ve resmi kurumların buna hiçbir müdahalesi yok” dedi.
ELEKTİRİK KİMİN İÇİN ÜRETİLİYOR?
Sunumunda “Elektrik kimin için?” sorusunun yanıtına yoğunlaşan Hamzaoğlu, çok elektrik tüketen demirçelik ve çimento sektörü ile ilgili verileri paylaştı. Hamzaoğlu, “Ham çelik dünyada yüzde 30, Türkiye’de yüzde 70 elektrikli ark ocağında üretiliyor. Avrupa’nın geneli 1970’li yıllardan itibaren çok büyük oranda çelik üretimlerini azalttı. Ham çelik üretiminde Türkiye dünyada 8. sırada. Çelik ihracatında da dünya 7.si. Kendimiz için üretmiyoruz yani. Türkiye’nin sanayide kullanılan elektriğin yüzde 15’i sadece elektrikli ark ocaklı demir çelik tesislerinde harcanmış. Çimento sektöründe de durum hemen hemen aynı” dedi.
 
EKOLOJİK KRİZ GİDEREK BÜYÜYECEK
HDK Ekoloji Meclisi Sözcüsü Prof. Dr. Beyza Üstün de ormana müdahalenin kapitalizmin krizinde artarak sürdüğüne dikkat çekerek, “Kapitalizme hizmet eden faşizmde ekolojik kriz giderek büyüyecek. Orman ekosistemine müdahalenin en başında savaş geliyor. 2015 yılında Cudi yangının olduğu bölgelerde aldığımız numunelerde ağır metal çıktı. Ama kimyasal kullanıldı diyemedik” dedi.
TIKANAN HUKUKU YAŞAM NÖBETLERİ AŞABİLİR
Mezopotamya Ekoloji Hareketi adına çalıştaya katılan Güner Yalçın da, MEH’in kuruluş süreci, çalışmaları ve bölgede yanan ormanlarla ilgili bilgiler verdi. EGEÇEP adına çalıştaya katılan gazetemiz Evrensel’in  İzmir muhabiri Özer Akdemir ise ülke genelinde ve Ege Bölgesinde özellikle madencilik, enerji politikalarının ormanlara müdahalesi ile ilgili örnekleri anlattı. Ülkedeki ekoloji mücadelesinde yaşam alanlarını korumak için direnen halkın ormanları korumak için de önemli direnişler sergilediğini aktaran Akdemir, tıkanan hukuksal süreçleri ancak derelerin, ormanların, meraların, dağların nöbetini tutan bu direnişlerle, yaşam nöbetleriyle aşılabileceğini dile getirdi.
EGEMEN SINIFLAR ORMANLARA YÖNELDİ
Ormancılık konusunda önemli eserleri bulunan Doç. Dr. Yücel Çağlar ise ormanların ve ormancılığın ekonomik politik boyutlarına değindi. Orman yangınları konusunda bazı yanlış bilgilerin olduğunu belirten Çağlar, “Anadolu’da orman ekosisteminin yüzde 55’i birinci derece yangın riski altında. Biz bu yanma olasılığını en aza indirme pratiklerini geliştirmeliyiz” dedi. Orman denince bir ekosistemin anlaşılması gerektiğini aktaran Çağlar, “Türkiye’de egemen sınıflar ormanlara değil orman sayılan yerlere odaklanmıştır” dedi. Çağlar, çıkarılan yasalarla ormanların yağmasının, tarım ve imara açılışının hız kazandığını, 2B uygulamasının bu yağmayı hızlandırdığını ileri sürdü. Orman işçilerinin çalışma koşullarına da değinen Çağlar, orman işçilerini, “Sosyal güvenlikleri olmayan, en çok iş kazaları ile karşı karşıya olan çağdaş köleler” olarak tanımladı.
HDK Ekoloji Meclisi TMMOB biriminden Besim Sertok ise tarihsel süreç içerisinde yasalar ve ormancılığa etkileri konusunda bilgiler verdi. (İzmir/EVRENSEL)
30 Temmuz 2017

29 Temmuz 2017 Cumartesi

‘Rant için yakılan ormanlarla Sur’da yapılanlar aynı’ (DİHA)

HDK Ekoloji Meclisi: Ormansız gelecek olmaz
İZMİR – 2. Orman Çalıştayı’nda konuşan Mezopotamya Ekoloji Hareketi aktivistlerinden Güner Yanlıç, “Nasıl orman yangınları ormanlık alanların ranta açılması için bilinçli olarak çıkarılıyorsa, Sur’da çatışmanın olmadığı iki mahalledeki yıkım da aynı mantıkla yapılıyor” dedi.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Ekoloji Meclisi’nin gerçekleştirdiği 2. Orman Çalıştayı, konuşmacıların sunumları ile devam etti. “Orman ve ormancılığın insan ve doğa ile tarım üzerindeki etkileri” başlığı altında sunum yapan Orman Mühendisi Besim Sertok, Cumhuriyet tarihinden bu yana orman ve ormancılıkta “Devlet ormancılığı/Devlet kapitalist ormancılığı” olarak adlandırılacak bir isimlendirmenin ortaya çıktığını söyledi.

Devletin ormanları halktan koruması sürecinden halkın ormanları devletten koruması sürecine girilmesini değerlendiren Sertok, 1980 sonrası “Katılım” kavramının öne çıkarılması ile yönetenin halk olduğu izlenimi verilmek istendiğini aktardı.

‘RANT İÇİN YAKILAN ORMANLARLA SUR’DA YAPILAN AYNI’ 

Mezopotamya Ekoloji Hareketi aktivistlerinden Güner Yanlıç da, OHAL süreci ile birlikte çalışma alanlarının daraltıldığını söyledi. Sur’da halen sokağa çıkma yasağının devam ettiğini belirten Yanlıç, “Nasıl orman yangınları ormanlık alanların ranta açılması için bilinçli olarak çıkarılıyorsa, Sur’da çatışmanın olmadığı iki mahalledeki yıkım da aynı mantıkla yapılıyor. Yine Hevsel Bahçeleri’nde de aynı durum söz konusu. Hevsel Bahçeleri’nin ranta açılması gibi çalışmalar, OHAL sürecini kendilerine fırsat olarak kullanan sermaye çevrelerince sürdürülüyor” dedi.

Bölgede ekonomik ve güvenlik nedenleri ile çıkan orman yangınlarıyla karşılaştıklarını belirten Yanlıç, “Bölgedeki orman yangınlarını araştırmak için yaptığımız çalışmada orman yangınlarının çatışmaların yeniden başladığını ve helikopterlerle gerilla alanlarının taranması sonucu çıkma durumuyla karşılaştık. Herhangi bir çatışma olmamasına rağmen ormanlık alanların taranması sonucu yangınların meydana gelmesinin canlı tanıkları olduk” diye ifade etti.

EKOLOJİK GÖÇLER ORTAYA ÇIKTI

Güvenlik politikalarının bölgeye yansıyan önemli etkilerinden birinin de yapılan güvenlik barajları olduğuna dikkat çeken Yanlıç, “Örneğin bununla, Hasankeyf gibi tarihi bir yer baraj suları altında bırakılacak. Bu barajlarla ilgili her ne kadar ‘bunlar sulama barajlarıdır, Türkiye’nin endüstriyel faaliyetleri için yapılıyor’ dense de güvenlik gerekçesiyle bu barajların inşa edilmek istendiğini biliyoruz. Bu nedenlerle ekolojik göçler ortaya çıkıyor. Ekolojik nedenlerle yaşadıkları yerleri terk eden insanlar, güvenlik politikalarının sonucu olarak, yeniden göçe maruz kalmaktadır. Koçerler bunun önemli örneklerinden biridir” diye konuştu.

‘BERGAMA’DA CEMAATİN YAPTIĞINI ŞİMDİ AKP YAPIYOR’


Ardından Evrensel gazetesi Ekoloji muhabirlerinden Özer Akdemir de, “Üç beş ağaç için” konulu sunumunu yaptı. Ekoloji mücadelesi verenlerin mücadele tarzının değişerek büyüdüğünü belirten Özer, çok sayıda bölgede verilen ekoloji mücadelesinden örnekler verdi.

Özer, Bergama’da bulunan ve kayyum atanan Koza Altın Madenine ait madencilik faaliyetinin 8 yıllığına kurulduğunu ancak 18 yıldır sona ermediğini hatırlattı. Cevher olmamasına rağmen çalışmanın sürdürüldüğünü belirten Özer, “Fethullah Gülen Cemaati” ile ilişkisi olduğu gerekçesi ile Koza Altın’a kayyum atandığını ancak yapılanların değişmediğini “Cemaatin ya da FETÖ dediklerinin yaptığını şimdi AKP yapıyor” dedi.

Ekoloji mücadelesinin hukuk ile kazanılamayacağının Artvin Cerattepe’de ortaya çıktığını belirten Akdemir, “Ekoloji mücadelesini hukukla kazanacağını düşünenler yanılıyorlar” dedi.

Çalıştay yapılan tartışmalarla sona ererken, sonuç bildirgesinin daha sonra açıklanacağı belirtildi.
29 Temmuz 2017

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Zeytinliklere JES sondajı davasında ara karar çıktı

Zeytinliklere JES sondajı davasında ara karar çıktı

Gülpınarlıların 17 gündür nöbet tutuğu zeytinliklerde JES sondajına ilişkin mahkemeden ara karar çıktı. Mahkeme Bakanlıktan Gülpınar belgeleri istedi.
Özer AKDEMİR
Çanakkale
Çanakkale İdare Mahkemesi, Ayvacık Gülpınarlıların zeytinlikler içinde yapılmak istenen jeotermal sondajına karşı açtığı davada şirketin savunmasının alındıktan sonra yürütmenin durdurulması talebinin değerlendirileceğine hükmetti. 
Gülpınar köylülerinin zeytinliklerin içine açılmak istenen jeotermal kuyusuna karşı başlattığı yaşam nöbeti 17. gününü geride bırakırken, konuyla ilgili Çanakkale Barosu tarafından Bölge İdare Mahkemesine açılan dava da ara kararı çıktı. Mahkeme, Çanakkale Barosu Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu tarafından yürütmenin durdurulması istemiyle açılan dava ile ilgili ara kararında davalı idareden jeotermal amaçlı sondaj arama projesi ile ilgili olarak hazırlanan proje dosyasının ve eklerinin onaylı bir örneği ile, "ÇED gerekli değildir" kararının onaylı bir örneğinin dava dosyasına sunulmasının istedi. 
MAHKEME: NEDEN 'ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR' KARARI VERDİN?
Bakanlıktan jeotermal sondajı için verilen "ÇED gerekli değildir" kararının Ayvacık İlçesi'nde ve Çanakkale'de hangi tarihler arasında duyurulduğunun da sorulmasına karar veren mahkeme, bunun için söz konusu kararın anılan yerlerde duyurulmasına ilişkin askı ilan tutanaklarının ve bu hususa ilişkin bilgi ve belgelerin onaylı örneklerinin yanı sıra bu işlemin hukuki gerekçelerinin de tüm bilgi ve belgelerle dava dosyasına sunulmasını istedi. Mahkeme heyeti oy birliği ile aldığı kararında, yürütmenin durdurulması talebinin idarenin bu belgeleri sunmasının ardından yapacağı savunmadan sonra görüşüleceğine hükmetti. 
GECE GÜNDÜZ ZEYTİN NÖBETİ

Öte yandan Gülpınar köylülerinin8 Temmuz Cumartesi gününden itibaren çoluk çocuk devam eden yaşam nöbeti 17. günü geride bıraktı. Gülpınar halkına çevre köylerden ve ilçelerden hergün çok sayıda destek ziyaretleri yapılırken, Gülpınarlılar gece de nöbet tutmaya başladılar. (İzmir/EVRENSEL)
24 Temmuz 2017

23 Temmuz 2017 Pazar

Son nefeste Artvin! (Pazar sayfası)


 23 Temmuz 2017
Özer AKDEMİR
2016’nın soğuk bir Mart sabahı, Cerattepe’ye çıkmadan önce kahvaltı için gittiğimiz Artvin merkezindeki Sevgi Lokantasının sahibesi Sevgi Öney “Bir iki saat içinde ben de geliyorum. Kalan kahvaltılıkları da Kafkasör’e götüreceğim” dedi. Elindeki morluğu birkaç hafta önceki 7 ilin polisi jandarmasıyla yaptıkları ‘savaş’tan kalan bir hatıra olarak gösterdi. “Kırılmıştı, yeni yeni iyileşiyor. Ama yılmayacağız, Artvin’i terk etmeyeceğiz. Biz bu kenti seviyoruz, başka gidecek yerimiz de yok” dedi. Biz çıkarken ardımızdan seslendi; “Bu mahkemeden ne sonuç çıkar bilmiyorum ama hani Cumhurbaşkanımız beğenmediği yargı kararına ‘Saygı duymuyorum, kabul de etmiyor’ diyor ya. Biz de olumsuz bir karar çıkarsa saygı da duymayacağız, kabul de etmeyeceğiz”…
*** 
O olumsuz mahkeme kararı çıktı. “Cerattepe’de maden olmaz, ya Artvin ya altın madeni” dedikleri için bütün üyeleri değiştirilen Rize İdare Mahkemesi bir önceki kararının tam aksi yönde karar alarak altın madenine yeşil ışık yaktı. Geçtiğimiz günlerde de Danıştay bu kararı onadı. 
2016’nın zemherisinde çoluk çocuk Cerattepe yoluna yığılan, üç gün üç gece binlerce polise jandarmaya, gaza, copa direnen Artvinliler bugün yine yollara, yine sokaklara döküldü. “Cerattepe’den vazgeçmeyeceğiz” diyorlardı. Sadece yaşam alanlarını, çocuklarının geleceğini korumak içgüdüsüyle davranıyorlardı. Arkalarında ‘dış güç’, ‘Alman Vakıfları’ arayan, adeta öküzün altındaki buzağıyı bulmak için çırpınan havuz medyasının ziftine rağmen alınları açık, başları dik çıktılar yine meydanlara…
*** 
Onlardan birisi de bugün 95 yaşında olan Ferzade Yalçıntaş’tı. “Burada doğdum, büyüdüm ve bu temiz doğada ölmek istiyorum” diyordu. Geçtiğimiz hafta içinde, Artvin otopark önünde yapılan eylemde de “Madene hayır” yazılı kaşkolu, yılların çizgilerini taşıyan yüzündeki kararlı ifadeyle yukarı kaldırmıştı. Tıpkı, 1.5 yıl önce Kafkasör yaylasındaki o soğuk kış günün de olduğu gibi. 

O gün, Kafkasör şenliklerinin yapıldığı alanın önünden Cerattepe’ye uzanan yolun her iki yakasına sıralanmış binlerce Artvinliden birisiydi Ferzade Nine. Çoluğu çocuğu, genci yaşlısı ile Kafkasör’e akan Antvinliler, Cerattepe’ye çıkan yolun üzerinde kilometrelerce uzunlukta bir zincir oluşturarak karşılamışlardı bilirkişi heyetini. Son derece medeni, son derece demokratik, son derece kararlı bir kitle… Hiçbir taşkınlık yapmadan, ellerinde yeşil-beyaz kaşkolları, dövizleri, pankartlarıyla Cerattepe keşfine gelen bilirkişi heyetine bütün bir kentin kaderlerinin ellerinde olduğu mesajını vermeye çalışmışlardı. 
O gün, kavalından yanık ezgiler çıkaran çoban Aşık Muhittin Güler Artvin’i, Cerattepe’yi öven türküler söyleyip “kıyılır mı şu güzelliğe?” demişti. 
O gün 85 yaşındaki Hilmi Algın “Ben gözümü burada açtım, büyüdüm. Şimdi ortam öyle olmuş ki artık, doğaya, insana, yaşama değil, çıkar, para için uğraşıyorlar” diye verip veriştirmişti zamane siyasetçilerine.
O gün, “madene hayır” yazan bir giysi giydirdiği köpeğini gösteren Uğur Aktaş “bu canın hakkı için de buradayız. Arkadaşı geçenki saldırıda sıkılan gazdan öldü. O da onları temsilen burada” diye başını okşamıştı. 
 
O gün, kameralarımıza konuşan Artvinli kadınlar “Bizim kimseden korkumuz yok. Ne polisinden, ne jandarmasından, ne Cengiz’inden. Cerattepe’yi vermeyeceğiz onlara” demişti.
O gün, boğa heykeline oturup insan zincirini hayranlıkla seyreden 15 yaşındaki gençler, 93 yaşındaki nineler, küçücük bebeklerini kucağına basmış anneler Kafkasör’de yurt savunmasının nasıl bir şey olduğunu gösterdiler cümle aleme.

*** 
“Milletvekili müdahale etmeseydi işin rengi değişecekti” dedi Cerattepe davasına bakan avukat arkadaşım. “İki gündür direniyordu gençler ve artık Cerattepe yoluna hendekleri kazmaya başlayacaklardı. Tam da Lice’de, Şırnak’ta hendeklerin kazıldığı bir sırada Artvin’de insanların yaşam alanlarını korumak için hendekler kazması oralardaki insanların da daha iyi, daha farklı anlaşılmasına yol açabilecekti ki müdahale geldi” dedi üzgünce. 
*** 
Adı geçen milletvekiliyle, bilirkişi incelemesinden bir gün önce, Cerattepe mücadelesinin önde gelen isimlerinden Göksel Öztürk’ün berber dükkanında görüşmüştüm. Kendisine polis ve jandarmanın saldırısı sırasında kullandığı “Biz terörist değiliz. Burası Şırnak ya da Hakkari değil, Artvin” sözünün o bölge insanını üzdüğüne yönelik tepkiler karşısında düşüncelerini sorduğumda çok da farklı bir noktada olmadığını anlamıştım. Sözlerinin o saydığı illerdekiler ‘teröristmiş’ gibi bir anlam taşıyabileceğini dert edinmiş görünmüyordu.
***
Artvin belki de 30 yıldır direniyor altın madenine karşı. Bugün 87 yaşında olan Hilmi Amca da, 95 yaşındaki Ferzade Nine de belki son nefeslerine kadar Artvin, Cerattepe diyecekler, direnecekler. Selam olsun gözünü Cerattepe’de açıp son nefesinde Artvin diyene…

21 Temmuz 2017 Cuma

Su samuru karayolunda niye ölür?

  
 21 Temmuz 2017 14:01

Özer AKDEMİR
İzmir
Söke - Milas karayolunda geçtiğimiz günlerde ölü olarak bulunan su samuru (Lutra lutra) karayollarındaki hayvan ölümlerini tekrar gündeme getirdi. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), belki de tarihte ilk kez bir su samurunun karayolunda öldüğünü belirtirken yaşam alanlarının ortasından karayolu geçirilen hayvanlardan onlarcası her gün araçların altında ezilerek can veriyor.
YAŞAM ALANLARI AZALINCA
Bisiklet sporu yapan bir vatandaşın Milas yolunda antrenman yaptığı sırada rastladığı hayvanın ölüsünü Milli Parklar Müdürlüğüne bildirmesi sonrası yapılan incelemede araç altında kalarak ölen hayvanın bir su samuru olduğu tespit edildi. Milli Park Müdürlüğü ekibi tarafından olay yerinden alınarak Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’ne gönderilen su samuru incelemesi yapıldıktan sonra tahnidi yapılarak müzeye konulacak.
Bölgede faaliyet gösteren Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) konuya dair yaptığı açıklamada, yarı sucul bir canlı olan su samurunun (Lutra lutra) sansargillerden olup aşırı kirlilik ve çevresel faktörlerle sayılarının ve yaşam alanlarının günümüzde oldukça azaldığına dikkat çekti.

'TARİHTE BELKİ DE BİR İLK'
EKODOSD açıklamasında, “Doğada eski yıllara göre yiyecek sıkıntısı çeken bu canlıların habitatları korunamadığından, yaşamlarını sürdürmek ve nesillerini devam ettirmek için farklı yöntemler ve davranışlar içine girdikleri görülmektedir. Bugün meydana gelen olay çok önemlidir. Bir su samuru belki de tarihinde ilk kez bir karayolunda bir araç tarafından ezilerek yaşamını yitirmiştir. Söke – Milas karayolu 1950’li yıllarda yapılmıştır. Karayolu Batı Anadolu’da yaban hayatının en zengin olduğu bölgenin tam ortasından geçmektedir” denildi.
 
İNSAN RAHATI İÇİN YABAN HAYATI GÖZ ARDI EDİLDİ
Söke-Milas karayolunun yapılması sonrası insanların yolda daha rahat ulaşım sağlaması için, genişletmeler ve birçok değişimler yapıldığına dikkat çekilen açıklamada, buna karşın zengin bir ekosistemin devam ettiği bölgede yaban hayatının göz ardı edildiği dile getirildi. EKODOSD, “Beslenme, barınma ve üreme için sürekli yer değiştiren yaban hayvanlarının, son yıllarda daha da genişleyen ve geçişi zorlayan uygulamalarla, yaban hayatının ölüm yolu olarak bilinen ve habitatları bıçak gibi ortasından kesen yaklaşık 30 km.lik Söke-Milas karayolunda, hemen hergün onlarca hayvanın ezildiği görülmektedir. Özellikle domuz çarpmalarında sürücülerin de tehlike altına girdiği kazalarda birçok farklı tür ölmektedir” dedi.

 


YABAN HAYVANI GEÇİŞ KORİDORLARI YAPILMALI
Dünyanın pek çok ülkesinde karayollarının ve otobanların üstlerine yaban hayatı geçiş koridorları yapıldığının altını çizen EKODOSD açıklamasında; “Bu uygulama ova olması nedeniyle buradaki karayolu için uygun olmasa bile, Söke-Milas karayolunun altında belirli kilometrelerde eski yıllarda su geçmesi için yapılan menfezler, yaban hayatı geçiş koridoru olarak düzenlenebilir” denildi. Yapılan incelemede, ölen su samurunun, Karanfil Azmağı’ndan, yolun karşısında bulunan Erikli Azmağı’na geçeceği sırada ezildiği tahminin yapıldığına dikkat çekilen açıklamada şu görüşlere yer verildi, “Yaban hayvanlarını karayolundan başka bekleyen en büyük tehlike, yaşam alanlarının yok olması ve azalmasıdır. Bu anlamda Söke Ovası’nda bulunan eski menderes yatakları olarak bilinen azmakların önemi çok büyüktür. Bu azmaklar, başta su samurları olmak üzere, pek çok yaban hayvanının, sürüngenin, amfibinin ve su kuşlarının yaşam alanı olduğu gibi, aynı zamanda Dilek Yarımadası, Bafa Gölü ve Beşparmak Dağları’na geçiş koridoru sağlayan çok önemli sulak alanlardır.”
EKODOSD, sağlıklı bir sulak alan ekosisteminin göstergesi olan su samurlarının Söke Ovası’ndaki azmaklarda yaşadığı bilinse de, bugüne kadar kayıt altına alınamadığına vurgu yaptı.


Bergama altın madeni mühürlendi ama yeni izin yolda


 21 Temmuz 2017 16:11

Özer AKDEMİR
İzmir
Mahkemenin geçtiğimiz günlerde Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu kararı iptal ettiği Bergama Ovacık Altın Madeni İzmir Valiliğinin açıklamasına göre mühürlendi. Ancak şirket yeni ÇED raporu Bakanlık tarafından onaylandı. EGEÇEP adına açılan davanın hukukçusu Arif Ali Cangı, mührün mürekkebi kurumadan sökülmesi hazırlığının başladığını söylüyor.
MADENİ KAPATMAYAN MÜHÜR DE YAPILDI!
Ülkedeki hukukun içler acısı halini özetleyen bu son Bergama davasında süreç şöyle işletildi;
İzmir 3.İdare Mahkemesi 25 Nisan 2017’de madene  2009’da verilen verilen "ÇED Olumlu Kararı”nı iptal etti. EGEÇEP ve diğer davacıların başvurusu üzerine İzmir Valiliği 18 Temmuz 2017 tarihli yazı ile maden işletme ruhsatının iptal edildiğini ve işletmenin mühürlendiğini bildirdi. Öte yandan borsa da hisseleri işlem gören Koza Altın Şirketi de 13 Temmuz 2017’de cevher üretim faaliyetlerini durdurduğunu belirterek, madene 30 gün süre verildiğini açıkladı.
HUKUKUN ARKASINDAN DOLANMA SÜRECİ
EGEÇEP avukatı Arif Ali Cangı duyuruda bahsedilen hukuki denen sürecin aslında mahkeme kararının aşılması için işletilen 2009/7 sayılı genelge süreci olduğunu söylüyor. Cangı, bu kapsamda yeni ÇED Raporunun 20 Haziran 2017'de Bakanlığa sunulduğunu, 3 Temmuz tarihinde Ankara'da yapılan İDK toplantısında da olumlu bulunduğunu aktardı. Cangı, "Şirketin hukuki süreç dediği 'mahkeme kararının arkasından dolanılması girişimi 13 Temmuz'da yeni ÇED raporunun nihai yapılması aşamasına gelmiştir. İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'nün web sayfasında bununla ilgili yapılan duyuruyu şirket de aynı gün Kamuoyu Aydınlatma Platformuna bildirmiştir. Şimdi 24 Temmuz'a kadar duyurulan nihai ÇED raporuna itirazlar alınacak. Bu itirazlar dikkate alınmadan ertesi günü ÇED olumlu kararı, yeni işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenip maden yeniden çalıştırılma süreci işletiliyor" dedi.
‘FETÖ'NÜN SUÇ MERKEZİYDİ
Bergama’nın Ovacık-Narlıca-Çamköy Köyleri sınırları içinde yer alan siyanür liç yöntemiyle işletilen Ovacık Altın Madeninin, çevre sağlığı ve canlı yaşamı için yaratacağı riskleri tespit eden onlarca bilimsel rapora, onlarca mahkeme kararı ve AİHM kararı olduğunu ifade eden Cangı, "maden bu kararlara rağmen faaliyetini yıllardır sürdürdü, şimdi yine mahkeme kararının arkasından dolanılarak yeniden çalıştırılmaya çalışılıyor. Aynı zamanda iki atık havuzu dolduğundan üçüncü için düzenlenen ÇED raporu da nihai yapılmış durumda" dedi.
Bergama'nın Ovacık Altın Madeni'nin kirliliği ve hukuksuzluğunu kaldırma kapasitesini çoktan doldurduğunu dile getiren Cangı, "15 Temmuz darbe girişiminden sonra açılan FETÖ soruşturmalarına konu olan altın madeninin şimdi TMSF eliyle hukuksuz bir şekilde işletilmede ısrar edilmesi anlaşılır şey değildir. Yaşanan süreç Ovacık Altın Madeni'nin suç merkezi olduğunu ortaya koymuştur. Daha fazla hukuksuzluğa izin verilmemelidir. Yeni hukuksuzluklara yol açanlar, izin verenler, sessiz kalanlar, orada işlenen suçların ortağı olacaktır" diye konuştu.
‘SUÇA ORTAK OLMAYIN’ ÇAĞRISI
Cangı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndaki bürokratlara seslenerek, “Bergama'nın yaşamına ve hukuk devletine karşı şimdiye kadar işlenen suçlara ortak olmayın, bir kez daha mahkeme kararının arkasından dolanılmasına izin vermeyin yeni ÇED olumlu belgesi vermeyin. Yeter artık. Bergama Ovacık Altın Madeni temelli kapatılsın, maden sahası olabildiğince eski hale getirilsin" dedi. 

20 Temmuz 2017 Perşembe

Karaburunlular: Denizler babanızın çiftliği değil


 20 Temmuz 2017 13:46
Karaburunlular: Denizler babanızın çiftliği değil

Karaburunlular denizlerini ve kıyılarını katledecek olan balık çiftliklerine karşı İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde eylem yaptı. Balık çiftliği ÇED sürecinin devam etmesini protesto eden Karaburunlular "Denizler babanızın çiftliği değil" dedi.

KARABURUN BIÇAK SIRTINDA
Karaburun Yarımadası’nın batı kıyılarındaki denizler balık çiftlikleri tarafından istila edilmek üzere. Tüm yöre halkının karşı çıkmasına rağmen kapsadığı alanı 11 kat arttıran Agromey adlı şirket 3.9 milyon metrekarelik bir deniz alanında üç ayrı balık çiftliği kurmak için ÇED sürecine devam ediyor. Balık çiftliği ÇED raporu için 25 Temmuz'da Ankara'da Çevre ve Şehircilik Bakanlığında yapılacağı duyurulan  İDK toplantısı öncesi Karaburunlular İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde bir araya geldi. “Karaburun bıçak sırtında”, “Havamız da suyumuz da satılık değil”, “Denizime toprağıma, havama dokunma”, “Yaşadığımız yere sahip çıkıyoruz” dövizlerini taşıyan Karaburunlular Müdürlük önünde "denizler kimsenin babasının çiftliği değil", "Balık çiftliği istemiyoruz" sloganları attı.

TÜM KARABURUN KARŞI AMA...
Karaburunluların konuyla ilgili görüşlerini ve dilekçelerini Çevre Şehircilik İl Müdürüne Kent Konseyi Başkanı İpar Buğra Dilli ve Konsey Sekreteri Çiğdem Akçura aktarırken, kalan Karaburunlular da İl Müdürlüğü önünde pankart ve dövizlerle basın açıklaması yaptı. CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır'ın da katıldığı basın açıklamasında Karaburunlular adına konuşan İlhan Yıldız, Karaburun'da Anbarseki ile İnecik arasında kurulmak istenen balık çiftliklerinin deniz ve kıyıda yaratacağı kirliliğin yanı sıra, turizme ve balıkçılığa da büyük bir darbe vuracağını söyledi. Akdeniz Fokunun son yaşam alanlarından olan bölgede yapılacak balık çiftliklerinin uluslararası anlaşmalarla koruma altında olan Akdeniz Foku'na da zarar vereceğini ifade eden Yıldız, "Bu nedenlerle projenin halkın katılım toplantısı protesto edilerek yaptırılmamıştı. Tüm kurumların ve Karaburunluların itirazlarına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Agromey şirketinin projesi için 25 Temmuz'da Ankara'da İDK toplantısı yapılacağını duyurdu. Bugün burada olduğumuz gibi 25 Temmuzda da Belediye Başkanımız, muhtarlarımız, esnaf temsilcilerimiz ile Bakanlıkta, Ankara'da olarak bu projenin durdurulmasını isteyeceğiz" dedi.
 
KARABURUNU ÖLDÜRECEK PROJE

Basın açıklamasında konuşan CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır ise Karaburunluların yaşam haklarını savunmaya çalıştıklarını belirterek, balık çiftliği projesinin yöre açısından tam bir felaket olacağını söyledi. Çevre davaları avukatı Şehrazat Mercan da açtıkları davalarda balık çiftliklerinin zararlarının mahkemece de kabul edilmesine, Karaburun-Çeşme yöresinin tarım, deniz, turizm ve tarihle gelişebileceğinin ortaya konmuş olmasına rağmen hükümetin bu çiftliklere yeşil ışık yaktığını söyledi. Mercan. "Bu çiftlik bütün Karaburunu öldürecek bir projedir" dedi. (İzmir/EVRENSEL)

18 Temmuz 2017 Salı

Aydın'da Emirdoğan köylüleri de JES'e geçit vermedi


  Aydın'da Emirdoğan köylüleri de JES'e geçit vermedi
 18 Temmuz 2017 14:01

Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın Umurlu Emirdoğan köylüleri jeotermal enerji santrali şirketini topraklarına sokmadı. Köylüler topraklarında JES istemediklerini belirterek şirket iş makinelerinin arazilerine girmesine izin vermedi.
Jeotermal enerji santrallerinin Aydın'da canlı yaşamına, tarıma, havaya ve sulara olumsuz etkilerinin her geçen gün daha da belirgin bir hale gelmesi yöredeki tepkileri arttırıyor. Geçtiğimiz haftalarda yine Umurlu Muslucalı köylülerinin JES şirketinin rezerv araştırması yapmasına karşı Denizli-İzmir karayolunu kapatmıştı.

Bugün de Umurlu Emirdoğan köylüleri aynı şekilde JES şirketinin arazide rezerv ölçümü yapmak istemesine karşı harekete geçerek şirketin arazilerine girmesine izin vermedi. Umurbeyli, Çayözü, Ortabeyli, Yukarıbeyli , Muslucalı köylülerinin de destek verdiği eyleme yaklaşık 300 köylü katıldı. Eyleme Aydın Çevre ve Kültür Derneği yöneticileri de katıldı. Dernek Başkanı Mehmet Vergili "Şirket köylülerin kararlılığını görünce malzemelerini alıp gitti. Köylüler tıpkı Muslucalı gibi nöbet bekliyorlar" dedi.

17 Temmuz 2017 Pazartesi

‘Okullarda incir dağıtmayın’ uyarısı


 17 Temmuz 2017 16:46

‘Okullarda incir dağıtmayın’ uyarısı

Özer AKDEMİR
İzmir
Tariş İncir Tarım Satış Kooperatifleri Birliğinin, Milli Eğitim Bakanlığına sunduğu okullarda incir dağıtılması projesine Aydın Çevre Mücadelesi Platformu (AYÇEM) Sözcüsü Dr. Metin Aydın tepki gösterdi. Projeyi Çernobil nükleer faciasından sonra elde kalan fındıkların okullarda dağıtılmasına benzeten Aydın, “Çocuklarımız denek hayvanı değildir” dedi.  
Aydın yöresinde son yıllarda çok hızlı bir şekilde açılan yüzlerce jeotermal kuyu ve santralin başta incir olmak üzere Aydın Ovası’nda yetişen sebze ve meyvelere kimyasal madde, ağır metal, radyoaktivite bulaştırdığının bilimsel çalışmalarla tespit edildiğini hatırlatan Aydın, “Son yıllarda ihraç edilen incirler geri dönmeye başladı. İncirde saptanan kükürt normalin 180 katı fazla düzeylerinde saptandı. İncir ihracatçıları artık yurt dışına incir ihraç etmekte zorlandıkları için tek tek kapanmaya başladı. Kimyasal madde ile kirletilen yurt dışına satılamayan bazı incir işletmeleri ise inciri hidrojen peroksit ile yıkayıp beyazlatıyor, yüksek fiyata iç piyasaya veriyor. Kükürt ve hidrojen peroksit ile kirletilen incir sağlıklı gıda olmayıp tüketilmesi halinde pek çok hastalığa sebebiyet vermektedir” dedi.

Tariş Kooperatifi ile Milli Eğitim Bakanlığının incirin tıpkı fındık gibi okullarda dağıtılması projesinin sebebinin belli olduğunu ileri süren Aydın, “İncirde yaşanan sorunu aşmak için çözüm olarak incirin okullarda dağıtılması, çocuklarımıza yedirilmesini buluyorlar. Normal koşullarda incir gerçekten çok değerli bir gıda ürünüdür ve yediden yetmişe herkesin her gün tüketmesi gerekir. Fakat şu anda Aydın’daki incir maalesef bu özelliğini kaybetmiştir” diye konuştu. “Türkiye’deki çocuklar deney hayvanı değildir” diyen Aydın; “Biz bu süreci fındık olayında çok acı şekilde yaşadık. Şimdi incirde de aynı oyun oynanmak isteniyor.

Yetkililere sesleniyoruz. İnciri kirleten belli, incir içinde bulunan kimyasal, ağır metaller bellidir. İncirde bu kirlenme söz konusu iken, incir sağlıklı ürün vasfını kaybetmişken ve gerçekler yurt içi ve yurt dışı bilimsel veriler ile ortaya konmuşken incirin okullarda çocuklarımıza dağıtılması doğru değildir. İncir okullarda dağıtılacaksa önce inciri kirleten Jeotermaller kapatılmalı, incirin hidrojen peroksit ile işleme tabi tutulması önlenmelidir” dedi. (İzmir/EVRENSEL)

16 Temmuz 2017 Pazar

Tüllüşah, korunmazsa tükenecek

















Dünya'da sadece Kuşadası civarında yetişen ve nesli tükenmekte olan Tüllüşah bitkisinin yetiştiği topraklarda yeni projeler yapıldığı belirtiliyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
Dünya üzerinde sadece Kuşadası civarında yetişen endemik Tüllüşah bitkisinin nesli tükenme tehdidi altında. Uluslararası koruma kriterlerine göre “CR - vahim durumda” ile ifade edilen bitkinin korunurken yetiştiği topraklarda yaşayan insanlara gelir getirmesi amacıyla projeler yapılıyor.

YETİŞTİĞİ YERE DEĞER KATAN BİTKİLER
Bazı bitkiler yetiştikleri ya da üretildikleri yörelere önemli değerler katıyor. Bu bitkiler aynı zamanda dünyanın birçok yerinde o bölgenin sosyal ve ekonomik olarak gelişmesine yol açıyor. Fransa’nın Provans bölgesindeki ve Isparta’nın Keçiborlu ilçesine bağlı Kuyucak köyündeki lavanta tarlaları gibi. 
İşte bu türden hem doğal yaşamı, hem ekosistemi hem de sosyal dokuyu geliştirebilecek öneme sahip olduğu düşünülen bitkilerden birisi de tüllüşah. Tüllüşahların en çok görüldüğü yerlerden olan Kuşadası’nın bir mahallesi durumundaki Yaylaköy, Dilek Yarımadası Milli Parkı, Samos Adası, Darboğaz, Güzelçamlı, Davutlar ve körfezin kuzey kıyılarının panoramik olarak görüldüğü bir noktada kurulmuş. Köyün önemli doğal kaynak türü, adını Samson Dağlarının antik ismi Mykale’den alan ve ilk defa Kuşadası’dan toplanıp bilim dünyasına tanıtılan tüllüşah (Rhaponticoides mykalea)  olarak bilinen endemik bir bitki.
DÜNYA DA YENİ BİR TÜR
İlk kez 1978 yılında Nydegger tarafından Kuşadası çevrelerinden toplanan tüllüşah bitkisi 1979 yılında Huber-Morath tarafından dünyaya yeni tür olarak tanıtıldı. O günden günümüze Kuşadası’daki turizmin ve plansız yapılaşmanın gelişimi diğer birçok bitki ve hayvan varlığı için olduğu kadar tüllüşahın da neslini tehdit eder bir hale geldi. Kuşadası’da ekoloji mücadelesi veren Ekosistemi ve Doğayı Koruma Derneği (EKODOSD) bu plansız ve kontrolsüz büyüme nedeniyle Kuşadası’da, yıllardır hangi türlerin kaybedildiğinin farkında bile olunmadığını dile getiriyor. 
NESLİ YOK OLMA RİSKİ ALTINDA
Ekodosd Derneği Başkanı Bahattin Sürücü, artık sayılabilir ölçüde kalan ve kaybolmaya yüz tutan önemli doğal kaynak değerlerinden birisinin tüllüşah olduğunu belirterek; “Bitkinin tip lokalitesi giderek yok oluyor. “Vahim Durumda” (CR) kategorisinde, yani çok yakın gelecekte yok olma riski altında bulunuyor. Bu nedenle, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından 2017 Yılı Stratejik Koruma Planı içine alınmış ve Türkiye’de seçilen 16 tür arasına girmiştir” dedi.
Konuya dair Yaylaköy ve çevresindeki arazilerde araştırmalar yaptıklarını belirten Sürücü, “Yapmış olduğumuz bilgilendirmelerde önemli geri dönüşler oluyor. Yaylaköy’de çobanlık yapan Turan Cengiz’e, daha önce tüllüşahın fotoğraflarını göstermiştik. Arazide koyunlarını güderken yeni birkaç alan daha keşfettiğini tespit ettik. Yayımladığımız bültenlerin de etkili olduğunu gördük. Üyelerimizden Eğitimci Necla Katrancıoğlu, Kuşadası’nın içinde sayılan bir alanda bu bitkilerden gördüğünü söyleyince, yaptığımız incelemede bitkilerin tüllüşah olduğunu tespit ettik. Bu durum, henüz yapılaşmaların yaygınlaşmadığı dönemlerde bu bitkinin Kuşadası’nın içinde de yetiştiğini gösteriyor.  Dağdaki çobandan, okuldaki eğitimciye kadar geri dönüşlerin olması sevindirici bir gelişme. Bu nedenle yapılan bilgilendirmelerin çok önemli olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu. 
TURİZME KAZANILABİLİR
Tüllüşahlar bir yandan yöre insanlarına tanıtılırken, bir yandan da ulusal ve uluslararası tanıtımlarının yapılması gerektiğine dikkat çeken Sürücü, “Türkiye’nin en önemli turizm kentlerinden biri olan Kuşadası’ya, doğal zenginlikler açısından katkı yapacak önemli bir türdür. Tüllüşahların hem korunması hem de turizme kazandırılarak tanıtılması için ortak bir proje geliştirilmesine çalışılacak” dedi.
Sürücü tasarı halindeki projeler hakkında şu bilgileri verdi; “Tüllüşah vadisi olarak gösterilen alanda, doğaya uyumlu ahşap yürüme yolları, fotoğraf çekme platformları, tüllüşahları ve diğer bitki örneklerini tanıtan Türkçe-İngilizce ve Latince tabelalar, yöre insanlarının yapacağı tüllüşahlardan oluşan hediyelik eşyaların ve ürettikleri ürünlerin satılacağı stantlar, tüllüşah evi, köyevlerinin duvarlarının beyaza boyanarak tüllüşah resimlerinin yapılması ve her yıl Yaylaköy’de geleneksel bir şekilde tüllüşah festivalinin yapılması düşünülüyor. Burada düşünülen proje gerçekleşebilirse, hem tüllüşahların korunması sağlanacak hem de gastronomik alt yapısı olan Yaylaköy’deki yöre insanlarının ekonomisine katkı yapacak. Kuşadası da turizme alternatif bir cazibe merkezi kazanacak”.  

  16 Temmuz 2017 04:08

Ölümden öte köy var! (Pazar Eki)


 16 Temmuz 2017 05:07

Ölümden öte köy var!

Özer AKDEMİR
Çanakkale’ye bağlı Lapseki Şahinli köyünün musluklarından geçtiğimiz günlerde çamur aktı. Bildiğimiz çamur! Suyun o çamur renginin fotoğrafını görenlerden bir kısmı  “Belediye bedava sıcak çikolata hizmeti vermiş köye” diye işi gırgıra vurdular ama gelin bir de onu Şahinlilere sorun.
Köyün başına gelen ilk çamur vakası değil bu aslında. Yıllar önce altın madeni şirketi köy yakınlarında ilk sondajlara başladığında da çamur gibi akmıştı sular. O zaman bugünkü kadar koyu bir rengi yoktu suyun. Daha çok kola rengindeydi. Suyun bu rengini gören köylüler 2.5 litrelik kola şişelerine doldurdukları suları basın mensuplarına gülerek göstermişlerdi. Tabii acı bir gülüştü o. “Suyumuz kola rengi akıyor, siz içer misiniz?” demişlerdi gazetecilere. 
Kirazları ile ünlü Şahinlinin sularında başlayan sorunların ilki olmuştu bu kola renkli su akışı. Sonradan birden sularda arsenik oranının yüksek olduğu tespit edildi. Köylüler doğal olarak yeni su kaynağı araştırmasına girdiler. 
Konu 9 Mart 2017 tarihli Çanakkale İl Genel Meclisi gündemine de gelmiş. Uzun zaman Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şube Başkanlığı yapan Meclis Üyesi Hicri Nalbant toplantıda bu konuyla ilgili konuşmuş. Köyün yeni içme suyu için Dumanlı Dağ’dan getirilen 0.8 lt/sn’lik suyun yetmeyeceğini en azından 2.4 lt/sn’lik suya ihtiyaç olduğunu söylemiş. Tutanağa göre meclisin AKP’li üyesinden yemediği hakaret kalmamış Nalbant’ın. 
***
Sonuçta, su yetmemiş Şahinli köyüne. Lapseki’nin kendi olanakları ile getirdiği kaynak suları Şahinli köyüne aktarılarak bir çözüm üretilmiş. Tabii Lapseki’nin çeşmelerinden kaynak sularının yerine barajdan sağlanan sular akmaya başlamış. 
Bu arada Şahinli köyü yakınlarında çalışmalarını sürdüren altın madeninin üretim için gereksindiği yılda 4 milyon ton su tartışma konusu olmuş. Şirket ÇED Raporunda bu suyu yüzey sularından elde edeceğini ileri sürmüş ama bilirkişi keşfinde bölgede böylesi bir yüzey suyu tespit edilememiş. Peki maden bu miktarda suyu nereden mi bulmuş dersiniz? Şahinli Köyünün arsenikli denilen kaynak sularından! 
*** 
Yıllık iznimi Hacıbektaş yakınlarındaki köyüm Köşektaş’ta geçirdim. Köyün mahallelerinin tam ortasında yer alan üç çeşmenin üzerinde de “insani kullanım için uygun değildir” uyarısı levhası asılmış. Ama köylüm yüz yılı aşkın bir zamandır bu suyu bağını bahçesini sulamada, halısını, kilimini, elin yüzünü yıkamada hâlâ kullanıyor. 
Yörenin kayaç yapısından kaynaklı olmak üzere birçok köyün içme sularının arsenik oranı çok yüksek. Bunların bir kısmı arsenik arıtmasına tabii tutularak köy şebekesine verilirken, bir kısmında da başka yerlerden sağlanan sularla içme suyu ihtiyacı giderilmeye çalışılıyor. Şahinli köyünde de benzer bir yol izlenemez miydi de “bu sular arsenikli” diye altın madeninin kullanımına terk edildi?
***
Velhasıl, Şahinli köyünün suları da madene yetmeyince Avustralyalı altın madencisi Lapseki Belediyesinin yer altı kuyularından çektiği suları kullanmaya başlamış. Öyle ki fazla su çekimi nedeniyle Lapseki de o suların bulunduğu bazı yerlerde çökmeler meydana gelmiş. Madenci şirketin su çekimi sonrası ilerde benzer çökmelerin yaşanacağı endişesi var insanlarda. 
Kaynak sularını Şahinli köyüne, yer altı su kuyularını altın madencisi şirkete veren Lapseki’ye içme suyu sağlayan Bayramdere Baraj’ının suları da İller Bankasına göre arsenikli! Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile DSİ’nin ise bu durumdan haberleri yok! Konuya dair yerel gazete haberine göre devlet kurumları konuyu inceleteceğiz derken belediye ise “sıkıntı yok içebilirsiniz” diye vatandaşı rahatlatmaya dönük açıklamalar yapıyor. 1
Umurbey Barajından beklediği suyu getirtemeyen, üstüne kaynak suyu arsenikli olduğu gerekçesi ile elinden alınıp altın madenine verilen, yerine getirilen su da çamur halinde akan Şahinli köylüleri çok dertli bugünlerde. Musluklarını açtıklarında akan çamurlu suyu mu dert etsinler, artık eskisi gibi yetişmeyen kirazlarını mı, ellerinden alınan yaşam haklarını mı?
***
M. Ö. 341 - 270 yıllarında yaşamış Yunan filozofu Epiküros yaşamının bir kısmını Şahinli köyünün bağlı olduğu Lampakos (Lapseki) da geçirmiş. Filozof, Lapseki de “Bahçe” adını verdiği okulunda zamanın kurallarına aykırı biçimde kadınlar ve kölelere de dersler vermiş. Demiş ki, “daha sonradan acı çekmemek için şu anki anlık hazdan vazgeçilmelidir”. Hayat bir kar-zarar hesabıdır ona göre. Tanrıya dair de sıra dışı düşünceleri vardır filozofun; “Eğer tanrı kötülüğü önlemek istediği halde önlemiyorsa güçsüz demektir. Kötülüğü önleyebildiği halde önlemek istemiyorsa, ahlaksızdır”. 
Bir başka sözü de ölüme dairdir; “Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz”.
Günümüzde, Epikür’ün “Bahçe”sine giren altın madencisi şirkete karşı nasıl mücadele edeceklerini düşünüyor Şahinli köylüleri.  Hemşehrileri filozofun “ölümden öte köy yoktur” sözlerine “çocuklarımızın sağlıklı yaşayabileceği bir Şahinli köyü var” diye yanıt veriyorlar.
1http://www.bigazete.com.tr/2017/4/bayramdere-baraj-suyunda-arsenik-var-mi-yok-mu-h26201.html



12 Temmuz 2017 Çarşamba

Ayvalık sahillerine nefes aldıran mahkeme kararı

Ayvalık sahillerine nefes aldıran mahkeme kararı
  
 12 Temmuz 2017 12:53
Özer AKDEMİR
İzmir
Balıkesir Ayvalık sahiline kurulmak istenen balık çiftliklerine verilen “ÇED gerekli değildir” kararı mahkeme tarafından iptal edildi. Mahkeme kararına gerekçe olarak balık çiftliklerinin birbirine yakınlığının yanı sıra yöre ekosisteminde yaratacağı sorunları gösterdi.
BALIK ÇİFTLİKLERİ DENİZİ VE TURİZMİ ÖLDÜRÜR
Ayvalık Sahilkent Mahallesi Engürü Sitesi önünde kurulan 2 adet balık çiftliğine Balıkesir Valiliği tarafından “ÇED gerekli değildir” kararı verildi. Yörede yaşayan yurttaşların tepkisini çeken bu girişim üzerine Ayvalık halkı mücadele başlattı. Ayvalık Tabiat Platformu firmanın denizde kurmak istediği 36 adet balık üreme havuzunun yaratacağı deniz kirliliği ve sağlık sorunlarına karşı imza kampanyası ve basın açıklamaları yaptı. 5 Haziran Dünya Çevre Gününde “Ayvalık’ta balık çiftlikleri istemiyoruz”, “Balık çiftlikleri denizi ve turizmi öldürür” teması ön plana çıkartılarak Ayvalık Belediyesi, Ayvalık Kent Konseyi ve Engürü Sitesinde yaşayan yurttaşların katılımıyla yürüyüş gerçekleştirildi. Bu eylem ve yürüyüşlerin ardından resmi kurumlardan “balık çiftliklerinin kaldırılacağı, yer arayışı içerisinde olunduğu”na dair yazılar gelse de somut bir adım atılmaması üzerine Ayvalık Tabiat Platformu dava açtı. “ÇED gerekli değildir” kararı ile buna bağlı izin ve ruhsatların iptali için Balıkesir İdare Mahkemesi'ne açılan davada, mahkemenin istediği bilirkişi incelemesinin 5 liralık ücreti de Ayvalık Belediyesinin katkılarıyla yatırıldı.

İKİ AYRI FİRMA KURNAZLAĞI!
Geçtiğimiz Şubat ayında yapılan bilirkişi incelemesinin ardından balık çiftliği kurmak isteyen firmalar denizdeki havuzlarını kaldırdı. Bu durumu bir kazanç olarak görmekle birlikte tedbiri elden bırakmayan Ayvalık halkı, “ÇED gerekli değildir” kararına bağlı olarak ruhsat ve izinleri elinde olan firmanın tekrar girişimde bulunabilme olasılığına da dikkat çekiyorlardı.
Sürecin başından bu yana balık çiftliklerini işleten iki farklı firma varmış gibi gösterilmesine rağmen başvuru tarihleri, “ÇED gerekli değildir” kararları ve hatta üretim havuzlarının kuruluşunun bile aynı gün, aynı gemiyle yapıldığının altını çizen Ayvalık Tabiat Platformu, dava dilekçelerinde; iki çiftliğin sahibinin aslında aynı kişi olduğunu ve ÇED sürecinden muaf olabilmek ve tonaja ilişkin limitler nedeniyle böylesi bir yola başvurduklarını ileri sürüyordu. Platform; "Bu nedenle iki çiftliğin birbirlerine yakınlığı ve toplam tonajın bölgeye etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir. ÇED gerekli değildir kararı bu nedenle de iptal edilmelidir”  diyordu.
MAHKEME ‘EKOSİSTEM ZARAR GÖRÜR’ DEDİ
Geçtiğimiz günlerde Balıkesir İdare Mahkemesi, bu balık çiftliklerine verilen “ÇED gerekli değildir” kararını  hukuka aykırı olduğunu belirterek iptal etti. Mahkeme iptal gerekçesinde farklı kişiler tarafından hazırlanan 500 ton/yıl kapasiteli kültür balıkçılığı projeleri hakkında, Valiliğin her bir proje için ayrı ayrı değerlendirme yaparak “ÇED gerekli değildir” kararı verdiğine vurgu yaptı. Her iki balık çiftliğinin birbirine yakınlığını (893 m), bu projelerin yaşama geçirilmesi durumunda bölgede ekosistemin çeşitli çevresel etkilere maruz kalacağına da dikkat çeken mahkeme, "Aynı bölgede faaliyette bulunduğu anlaşılan bu tesislerin çevresel etkileri bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yılda 1.000 ton kapasiteye ulaştığı görülen söz konusu projelerin .... Çevresel  Etki Değerlendirmesi  uygulanmasına tabi olduğu sonucuna varılmaktadır" dedi.


Son Düzenlenme Tarihi: 12 Temmuz 2017 13:06

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Antik kentin içine jeotermal kuyusu!


Antik kentin içine jeotermal kuyusu!

 08 Temmuz 2017 04:30
Özer AKDEMİR
İzmir
Jeotermal kuyuları artık antik kentlerin ortasına bile açılmaya başladı. Aydın Didim ilçesinde 1. derece arkeolojik sit alanı olan Didyma Atik Kenti içerisinde 1 ayı aşkın bir zamandır jeotermal kuyu kazısı yapıldığı ortaya çıktı. Bir şirket Didyma Antik Kenti 1. ve 3. derece Arkeolojik sit sınırları içerisinde kalan bir parseli kiralayarak burada jeotermal sondajı için Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurdu. Şirket talebinde Sit sınırları dışında kalan ve üzerinde inşaat yapılacak başka bir taşınmaza toprağa herhangi bir müdahalede bulunmadan, herhangi bir kazı yapmadan yüzeyden borularla su taşımak için sondaj kuyusu açmak istediğini iletti. Vecdi Özdemir ve Ömer Faruk Abay imzalı dilekçe ve ekleri ile yapılan başvuru sonrası Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu uzmanlarınca hazırlanan 03. 05. 2017 tarihli raporda “İlgili müze müdürlüğü denetiminde ve ilgili kurumlardan izin alınmak kaydıyla” isteğe olumlu yanıt verildi. 06. 05. 2017 tarihli ‘olur’ kararında uygulama sonuçlarına ilişkin hazırlanacak teknik rapor ve fotoğrafların Koruma Bölge Kurulu’na iletilmesi de istendi. Bu kararın altında Koruma Bölge Kurulu müdürlüğü üyesi bilim insanlarının yanı sıra, Aydın Büyükşehir Belediyesi, Milet Müze Müdürlüğü ve Didim Belediyesi görevlilerinin de imzası var. 

KİMSENİN HABERİ YOK!
Kuyu kazı alanının bulunduğu Hisar Mahallesi muhtarı yaklaşık bir ayı aşkındır devam eden kazılarla ilgili kendilerine bir bilgi verilmediğini söyledi. Kendilerinin Müze Müdürlüğü’ne bu kazının ne olduğuna dair soru sorduktan sonra “gerekli izinleri var” denildiğini belirten muhtar, “Bu saatten sonra benim yapabileceğim bir şey yoktu” dedi. Konuyla ilgili telefonda görüştüğümüz Müze Müdürlüğünde görevli olan Nurullah isimli yetkili de çalışmalardan kendisinin haberinin olmadığını, koruma kurulunun izin verip vermediğini bilmediğini ileri sürdü. Didim Belediye İmar Müdürüne ise konuya dair ulaşma girişimlerimiz olumsuz sonuçlandı. Öte yandan dün itibariyle sondaj çalışmalarının durduğu görülürken, bu durumun gazetecilerin iki gündür konuya dair gösterdiği ilgiden kaynaklanmış olabileceği düşünülüyor.


6 Temmuz 2017 Perşembe

Mahkeme net konuştu: Zeytinlik alanlara RES dikilemez


Mahkeme net konuştu: Zeytinlik alanlara RES dikilemez


 06 Temmuz 2017 14:58

Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir 5. İdare Mahkemesi Karaburun Sarpıncık ve Haseki köyleri yakınlarındaki RES’lerin yürütmesini durdurdu. Mahkeme kararına dayanak olarak RES direği kurulacak alanda yer alan zeytinlikleri gerekçe gösterdi.
KÖYLÜLER HAZİNEDEN KİRALAYIP ZEYTİN DİKTİ
Çalık RES Üretim Şirketi tarafından yapılması planlanan Sarpıncık RES projesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 13 Ocak 2015’te ÇED Olumlu kararı verdi. EPDK’dan 49 yıllığına üretim lisansı alan şirketin alanla projesinin uygulanabilmesi için alanla ilgili imar planları da yapıldı. Planların askıda olduğu süre içerisinde bölgede zeytinlikleri olan köylüler dava açtı. Köylüler 2007’de hazineden kiraladıkları alanda zeytin ağaçlandırması yaparken, RES şirketinin projesi sonrası 15.208 metre karelik alan için kira sözleşmesi feshedilerek RES şirketine verildi. Ağaçlandırılmak üzere kiralanan alanların başka bir amaç için kullanılamayacağı hükmüne rağmen yapılan bu işlem, aynı zamanda yetiştirilen zeytinlerin de zarar görmesine neden olacaktı. Bölge imar planlarına göre “Çayır-mera alanı“ ve “tarım alanı“ olarak görülürken, alanın bu özelliği yerel mahkeme kararı ve Ziraat mühendisleri Odasının raporlarıyla da onaylanmıştı.
BAŞKA BİR AMAÇLA KULLANILAMAZ
İzmir 5. İdare Mahkemesi bölgedeki RES’lerle ilgili verdiği yürütmeyi durdurma kararında Zeytincilik Yasasına atıfta bulundu. Yerel mahkeme ÇED Yönetmeliğinin uygun olması koşuluyla, zeytinlik sahalarda, yenilebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerini kurulabilmesine olanak tanıyan maddesinin Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından yürütmesinin durdurulduğuna işaret etti. Mahkeme, herhangi bir parselin projesine uygun olarak zeytincilik amacıyla ağaçlandırılması durumunda bu parselin imar planı kararıyla başka bir amaca ayrılmasının planlama ilke ve esasları ile imar mevzuatına aykırı olacağının altını çizerken, zeytinlik yapılan alanda inşa edilmek istenen RES türbini ve erişimi sağlayan yolun hukuka uygun olmadığını dile getirdi. Mahkeme, “RES planlarının uygulanmasına geçilebileceği göz önüne alındığında, telafisi güç ve imkansız zararların doğabileceği de açıktır” diyerek işlemin yürütmesini durdurdu.

ENERJİ KİMİN İÇİN, NE PAHASINA?
Alınan mahkeme kararı ile ilgili görüştüğümüz köylülerin avukatı Cem Altıparmak, 3 yılı aşkın bir süredir Karaburun’da projelendirilen RES yatırımlarına yönelik yerel yurttaş mücadelesine hukuki destek sunduklarını dile getirdi. Altıparmak “Bu zaman zarfında sürekli olarak şunu söyledik: Bizim açımızdan bir yatırımın kategorik olarak yenilenebilir enerjiler sınıfında tanımlanması, o yatırıma kendiliğinden bir yeşil/temiz enerji payesi vermemektedir.
Yenilenebilir enerjiler de dahil olmak üzere, bu tür yatırımlar için sorulması ve cevaplandırılması gereken şu iki soru, ekoloji mücadelesinin çerçevesini de belirlemektedir: Kimin için? Ne pahasına?” 
EKOLOJİK YAĞMA MANTIĞI
Altıparmak, RES yatırımlarındaki tek kriterin “rüzgar nerede esiyorsa oraya kurulsun” gibi bir başıboşluğa indirgenmiş olmasının, enerji santrallerinin zeytinliklere, yerleşim ve tarımsal üretim sahalarına, meralara, ormanlık alanlara, biyolojik çeşitliliğin zengin olduğu alanlara yönelik adeta bir ekolojik yağma mantığı ile yol almasına neden olduğunu söyledi. “Karaburun'daki benzer birçok RES yatırımında olduğu gibi Sarpıncık RES sahası da bölgede dönümlerce alana yayılmış olan zeytinlik sahalarını işgal etmektedir” diyen Altıparmak, “İmar Kanunu'nun 11.maddesinin son fıkrası çok açık bu konuda. Altıparmak, hazineden kiralanıp ağaçlandırılan alanların başka bir amaç için kullanılamayacağını belirten bu maddeye dayanarak köylülerin başarılı bir şekilde zeytinlik ağaçlandırması yaptığı arazinin RES şirketine verilmemesi için dava açtıklarını ifade etti. Altıparmak, “Mahkeme bu talebimizi haklı buldu ve imar planının yürütmesini durdurdu. Bu karar, bölgede ve Türkiye'de benzer projelerde sorun yaşayan ağaçlandırma sahibi ya da kiracısı kişilere umut olacaktır" dedi.


Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...