“Çevre sorunları artık her bireyin hayatını doğrudan etkiliyor ve etkileyecek. İklim krizi nedeniyle büyük göç dalgalarının, gıda ve su kıtlığının yaşanacağını bilim söylüyor.” Gazeteci Mehveş Evin yazdı.

Çevre gazeteciliği, Türkiye’de yeni sayılabilecek bir alan. Batı’da 1990’lardan itibaren çevre gazeteciliği telaffuz edildi. 2000’lerde biyoçeşitliliğin kaybı, iklim değişikliğinin (artık iklim krizi deniliyor) boyutu anlaşılıp bilimsel olarak reddedilemez hale geldikçe önemsenen bir konuma geldi. Ancak bu, çevre haberciliğinin sorunsuz yapıldığı anlamına gelmiyor. The Guardian’ın geçen yıl ilan ettiği “İklim Teminatı”, iklim ve çevreye dair yayınladıkları haberlerin etiğine dair çok önemli bir adım. Ancak çevre haberciliğinde yanlış veya çarpıtılan bilgilerin kullanılması da çok yaygın.

Türkiye’deki çevre gazeteciliği etiğine gelmeden önce, çevre gazeteciliğinin Türkiye’de nasıl geliştiğine kısaca bakalım…

Öncelikle 1990’ların medyasında pek bilinmeyen bir alandı. O zamanlardaki genel anlayışı, “kadın, işçi, çevre ve insan hakları haberlerini, seksi bir fotoğraf olmadıkça kullanma” olarak özetleyebilirim.

Bu alanda haberlerin neden istenmediği veya nasıl haberleştirildiği de sanırım açık: Hepsi, sermaye ve devletle çatışma alanları teşkil ettiği için önemsememek, hatta küçümsemek üzerine kurulu bir yayıncılık benimsenmişti. Feministler, çevreciler, emek hareketleri bir nevi meczup, ya da düzen bozan marjinaller olarak tasvir ediliyordu. Günümüzde hala da ediliyor, hem de el yükselterek: Bazen sermayenin ya da devletin düşmanları, hatta “teröristler” olarak…

Aslında Türkiye’de nükleer karşıtı hareket, Çernobil faciası sonrasında, ivme kazanmıştı ancak çevre gazeteciliğinin ciddiye alınan bir “alan” haline gelmesi, 2005 sonrasına tarihlenebilir. Bunda, kentli kesimde çevre farkındalılığının artmasının da etkisi oldu. Sivil toplumun bilgilendirme çabaları ve Ömer Madra’nın kurduğu Açık Radyo’da yapılan yayınlar, gazeteciler için haber kaynağı haline gelmeye başladı.

Bir not düşelim: Genel anlamda Türkiye’de gazetecilerin bir alanda uzmanlaşma oranı düşüktür; gazeteci haberde, yazı işlerinde haberin “nasıl yapılacağı”nı öğrenir, genelde muhabir her habere koşturulur(du). Ben de mesleği ve meslek etiğini, “iş başında” öğrendim: Kişisel merakım, editörlerimin yönlendirmesi ve vicdanımın pusulasında…

Çevre gazeteciliğinin bir alan haline gelmesiyle ülkede hızlanan neoliberal politikalar arasında bir ilişki var: Çevresel yıkım hızlanırken, yerel isyanlar başladı. 2007 sonrasında kuralsız, denetimsiz yapılan, ihale edilen hidroelektrik santrallere karşı başlayan çevre hareketi, ana akım medyanın da ilgi alanına girdi. Yaşar Kemal, Tarkan gibi ünlülerin katılımıyla en çok ses getiren kampanyalardan biri, Hasankeyf’te inşa edilmek istenen Ilısu barajına karşı olandı. O günlerde gelişme ve kalkınmanın şartı olarak sunulan Ilısu’nun getireceği çok boyutlu ekolojik yıkım, hükümet yanlısı medyada dahi yer bulabiliyordu.

Anadolu’da büyüyen çevre hareketine karşılık kentlerde (özellikle İstanbul’da) gıda güvenliği, sürdürülebilirliği, yeşil alanlar, su kıtlığı ve iklim konularında kampanyalar yapılıyordu. O dönemde bir çevre koruma derneğinde çalışan bir arkadaşımla konuştum; gazetecilerin çevre konularından tamamen bihaber olduğunu, basın gezileri ve toplantılarıyla –daha sonra, sadece bültenleri alıp haberleştirerek– bilgilendiklerini ve haber yaptıklarını anlattı. Benzer şekilde, şirket haberlerini yapan ekonomi gazetecilerinin çoğu süzgeçten geçirmeden, bilgileri doğrulamadan “trend” haline gelen şirketleri ve “çevre duyarlısı” projelerini tanıtıyordu. Dolayısıyla çevreyi tahrip eden, yerel halkın ve canlıların zararına olabilecek, iklim krizine katkıda bulunan konular gündeme getirilmez veya bağlantısı kurulmazken şirketlerin pembe bültenine döndü yayınlar.

Bunları anlatmamın sebebi, EJN’nin gazetecilikteki temel beş etik kuralını çevre gazeteciliği açısından masaya yatırmadan önce bir çerçeve sunmak. Nedir o ilkeler?

  1. Doğruluk, güvenirlik: Nesnel, çarpıtmadan, sansürlemeden haberi aktarmak
  2. Bağımsızlık, kimsenin sözcüsü olmamak
  3. Tarafsızlık, birden fazla tarafın görüşünü almak
  4. İnsaniyet: Nefret dili kullanmamak, yayının sorumluluğunu üstlenmek
  5. Hesap verebilmek, yanlış varsa düzeltebilmek.
  6. Şimdi Türkiye’deki çevre gazeteciliğine bu beş ana ilkeden hareketle bakalım.

Gazetecilerin nesnelliği ve güvenirliği; hem geçmişteki pratikler, hem de günümüzde medya sahipliğinin nasıl şekillendiğine bağlı olarak ağır yara aldı. Çevre haberciliği, genel anlamda gazeteciliğin üzerine yönelen baskı, susturma, tehditlerin, sansürün giderek artmasından payını aldı. Kırılma noktası, bana göre 2013 Haziran’ındaki Gezi isyanıydı:  CNN Türk’ün Gezi Parkı’ndan haber aktarmak yerine penguen belgeseli göstermesiyle sembolleşen “görmeme, duymama” hali, büyük bir medya protestosuna neden oldu. İktidara yakın gazeteler başta olmak üzere, kimi gazetecilerin dezenformasyon haberleri yıllarca konuşuldu. Bu konuda yıllar sonra birkaç gazeteci “hata yaptığını” kabul etse de gerçek bir yüzleşmeden bahsedilemez…

Gezi’de çevreciler, bazı resmi yetkililer tarafından “masum” olarak ayrıştırılırken, kitleler, sivil toplum örgütleri, hatta iş insanları vandallıkla, darbecilikle, finansörlükle suçlandı. Gezi’ye dair tüm davalar beraatle sonuçlansa da hem iktidarın, hem medyanın dilinde hala “hükümeti devirme girişimi” olarak sık kullanılan bir malzemeye dönüştü. Yine de çevre meseleleri, direnişleri gündemde kalmaya devam etti.

Ana akımda etik kurallara uyulmadığı gibi, 2016 darbe girişimi sonrası, medyada artan tasfiyeler ve el değiştirmelerle birlikte pek çok alanda habercilik dahi yapılamaz hale geldi. Bağımsız, eleştirel yayınlara tek tek el konulur ve kapatılırken, iktidarın isteklerine biat eden yayın politikasına geçen medya da payını aldı. Bu zincirin son ve en büyük halkası, Doğan Medya Grubu’nun 2018’de Demirören Grubu’na satılmasıydı…

Bugün, ilk onda yer alan medyanın sermaye sahipleri, hükümetle yakın ilişkiler içinde. (2019 tarihli bir çalışma burada)

Medya patronları doğrudan inşaat, enerji, turizm, altyapı sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Bunun çevre gazeteciliği açısından anlamı, nükleerden barajlara, ormansızlaştırmadan yol yapımına, kıyıların yağmalanmasından kentlerin talanına, hiçbir eleştirel haberin artık ana akım medyada yer almaması, şirket ve devlet politikalarının yüceltilmesi, pembe tablolar çizilmesi.

İktidara bağlı bir medya grubunda çalışan bir meslektaşıma, çevre haberlerini nasıl yaptıklarını sordum:

“İki yıl öncesine kadar sansüre uğramadan çevre haberlerini yapabiliyorduk. Kırılma noktası, grubun satış süreci oldu. Şimdi de çevre haberleri yapıyoruz ama en çok sansürlenen, kaldırılan sayfalara dönüştü. Bakanlıklardan daha haberi yazmadan ihtar alıyoruz, ‘bunu asla yayınlamayacaksınız’ diye telefon ediyorlar. Mesela Kaz Dağları nöbetini de haber yapamıyoruz. Kanalistanbul projesi gibi kadar büyük bir ekolojik felaketi de. Ne etiği, ne ahlakı?”

Ya bağımsızlık ve tarafsızlık? Ana akımda çalışan meslektaşım, ekonomi sayfalarının iktidara yakın ve çevre katliamının sorumlusu olan büyük şirketlerin lehine hazırlandığını sözlerine ekliyor:

“Çevreye dair kavramlar ve haber dili konusunda da medya çok sorunlu. Bilimsel raporlar görmezden geliniyor. Herhangi birisi uzmanım, profesörüm diye çıkıp saçmalama hakkına sahip. Söylediğinin doğrusu, yanlışı kontrol edilmiyor… İklim değişikliği haberlerinde kullanılan jargonda, fosil yakıtı üreten ve teşvik eden şirket ve devletler yokmuş, bu tamamen bireysel bir sorunmuş gibi davranılıyor. Sanki iklim sorunu gökyüzünden indi!”

Bir başka sorun, şirketlerin “sürdürülebilirlik” gibi kavramları eğip bükerek suistimal etmesi. Kimyasal üretip müthiş bir kirliliğe neden olan şirketler bile “sürdürülebilirlik”, “doğayı koruma” adı altında kendini aklıyor.

Yazının başında, 90’lardaki “seksi fotoğraf, seksi başlık” tutkusundan bahsetmiştim. Günümüzde doğa haberlerinde bir kutup ayısı yavrusu iklim krizi için sıkça kullanılıyor. Ana akım medyada bir hayvan türünün renkleri, fotoğrafı beğenilmeyince sırf fotoğrafı daha güzel diye alakasız bir tür seçilebiliyor. Mesela endemik bir türün fotoğrafı kullanılacakken “daha renkli” herhangi bir kelebek tercih edilebiliyor. Önemli olan sayfada “şık durması”.

Evrensel gazetesinin ödüllü çevre muhabiri Özer Akdemir, yaşamın savunulduğu yerde tarafsızlığın mümkün olmadığını belirtiyor:

“Doğa ve canlı katliamı artarken sadece gazetecilik yaparak olanı aktarmak yetmez. Gazeteci de yurdunu, doğayı, çocuklarının geleceğini, özgürlüğünü savunan bir birey olarak doğayla barışık bir yaşam mücadelesinin tarafında yer almak ve bunu da sadece haberleriyle yapmaktan öte bir çaba içinde olmak durumunda.”

‘Tarafsız olamama”nın objektif haberciliğe engel olmadığına inanıyor Akdemir: “Çevre haberlerinde bilginin teyidi, karşı tarafın görüşlerine de yer verilmesi, habercilik etiğinin en önemli unsurlarından biri. Haber unsurları eksikse, görüş alınmasını gazetem hatırlatır. Ama çoğu zaman görüş alamayız, o ayrı. Yine de çaba gösterilmesi önemli.” Akdemir de ana akım medyada objektif habercilik pratiğinin çoktandır unutulduğunu, siyasi iktidar ve sermayenin sözcülüğünü yaptıklarını da sözlerine ekliyor.

Etik ilkelerin arasında “insana saygı, nefret dili kullanmamak” da var. Ancak çevre gazeteciliğinin etiğini tartışırken bu maddeye bir ekleme yapılabilir. Zira iklim krizi, biyoçeşitlilik kaybı, çevresel yıkımlar hep insan odaklı anlatılınca, çevreye ve insan dışı tüm canlılara da bir meta gözüyle bakma hatasına düşüyoruz. Çevre sorunlarının göbeğinde bu var: İnsan yararını, gelişimini, refahını öne sürerken bütüncül bir yaklaşım sergileyememek.

Çevre haberciliği, sadece insan odaklı bir habercilik olarak mı tanımlanmalı? Yoksa tüm canlı yaşam türlerinin ve bütünsel olarak çevreyi ilgilendiren haberleri mi kapsamalı? Gazetecinin bu anlamda bir tarafı olmalı mı, taraflı gazetecilik burada bir sorun mu?

Özer Akdemir, gazetecilik meslek ilkelerine “gazeteci, yaşamın savunulmasından yana taraftır. Doğadan, kültürel değerlerden, sürdürülebilir yaşamdan yanadır” ilkelerini de ekleyince ortaya çıkan sorunu şöyle tarifliyor:  “Emek ve doğa sömürüsü üzerine kurulu bir sistemde, bir ulusun diğerine tahakkümü, bir sınıfın diğerini sömürmesi, bir inancın-kültürün diğerlerine baskın olduğu koşullarda gazetecilik yapmak… Günümüz koşullarında çevre gazeteciliği, bedeller göze alınarak yapılmak zorunda bırakılıyor. Çünkü yazdığınız gerçekler, doğrudan sistemden kaynaklı çevre sorunlarının kaynağını teşhir eder nitelikte olmalı. Ayrıca halkın yaşam alanını ne pahasını savunduğunu; hukukun, sermayenin elinde nasıl bir oyun hamuruna dönüştüğünü göstermek durumundasınız.”

Tüm olumsuzluklara rağmen çevre gazeteciliği hiç yapılamıyor demek, Akdemir gibi çevre muhabirlerine, büyük çabalarla ayakta kalmaya çalışan bağımsız yayınlara haksızlık olur. Türkiye’de ana akım, büyük ölçüde iktidar ve sermayenin tek sesi haline gelirken özellikle dijital medyada birbiri ardına kurulan siteler, internet üzerinden yapılan yayınlarda çevre haberleri yapılıyor. Dahası, çevre sorunları muhalefetin de ilgi alanına yerleşmeye başladı. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini kazanan CHP, Kanalİstanbul’a net bir şekilde karşı. Bu projenin kent ekolojisi için bir yıkım olacağı yönünde sürekli yayınlar yapılıyor, sosyal medyada kampanyalar düzenleniyor.

Öte yandan, Anadolu’nun her bir yanındaki irili ufaklı çevre mücadeleleri, direniş, imza toplama, hukuki yollara başvurmayla devam ediyor. Bazen bir projeden vazgeçilmesinde çevre gazetecilerinin de payı büyük oluyor. Bazen de madencilik, baraj yapımı, nükleer santral yapımları, aksi yöndeki mahkeme kararlarına rağmen sürüyor. Ancak hukuksuzluğun, keyfiliğin, eşitsizliğin de göz önüne serilmesinde gazeteci de tarihe not düşmüş oluyor.

Çevre sorunları artık her bireyin hayatını doğrudan etkiliyor ve etkileyecek. İklim krizi nedeniyle büyük göç dalgalarının, gıda ve su kıtlığının yaşanacağını bilim söylüyor. Daha yakın ve hiç beklenmedik bir örnek, COVID19 salgını: Koronavirüsün Çin’deki bir vahşi hayvan pazarından çıkması, hem doğal alanlara insan müdahalesinin, hem küreselliğin nasıl bir faciaya yol açabileceğini olağanca açıklığıyla gösterdi. İklim kriziyle birlikte kaynak tüketimi ve insanın doğayla ilişkinin, yeniden ve daha fazla sorgulandığı bir döneme girdik. Çevre gazetecileri, yaşanan tüm sorunlara rağmen yaptıkları haberlerle hem halkın, hem gezegenin, hem siyasi-ekonomik düzenin sorunlarını aktarmak gibi son derecede kritik bir role sahip. Siyasi iktidarlar ne yaparsa yapsın, etik gazetecilik, doğru habercilik her zaman kazanacak.

https://etikgazetecilik.org/blog/cevre-gazetecisinin-kritik-rolu/