12 Mart 2017 03:50
EGEÇEP Kurultayından izlenimlerini aktaran Özer Akdemir,
yaşam savunucularının neden referandumda ‘Hayır’ demesi gerektiğini yazdı.
Özer AKDEMİR
2 yıldır hukuksuz bir şekilde Aliağa yakınlarında bacasından
dumanlar savuran İzdemir Termik Santrali’nin ÇED raporunun iptal edilmesinden
birkaç gün sonra yeni bir ÇED süreci başladığı haberi geldi. Aslında ÇED süreci
bile demek doğru değil bu son duruma. 2009/7 Genelgesi uyarınca, mahkemece
izinleri iptal edilmiş projelerin “yargı engelini” aşması için uydurulan bir
hukuku arkadan dolanma yöntemi bu. Bu defa halka hiç sorulmadan, Ankara’da
Bakanlık binasının kapalı kapıları ardında şirket ve bakanlık bürokratlarının
yapacağı İDK toplantısı ile her şey eski rayına oturtulacaktı.
EGEÇEP’ten biri avukat iki kişi yine de bu toplantıya
katıldılar. Gidip antik kentlerin ortasında, tarım arazisi üzerinde, havası,
suyu, toprağı kirliliğe doymuş bir bölgede bu termik santralin hukuksuz
olacağını anlattılar. Aynı akşam döndüklerinde de “biz görevimizi yaptık”
dediler. Bakanlık bürokratları da görevlerini yaparak hemen toplantının ertesi
günü ÇED Raporunu onayladı!..
***
Oysa, 26 Şubat’taki EGEÇEP 11. Kurultayında İzdemir Termik
Santrali için alınan ÇED iptal kararı “zafer” olarak nitelendirilmiş, OHAL’e,
KHK’lere, AKP’nin 15 yıldır tüm aksi yöndeki çabalarına rağmen hukukun
vazgeçilemez olduğuna en güncel örnek olarak dile getirilmiş, 30 yılı bulan
Aliağa’daki termik santral mücadelesinin başarısı olarak sunulmuştu. Hatta
kararı “kitlesel halk hareketi olmasa da hukukla başarı kazanılabileceğinin
kanıtı” olarak bile yorumlayanlar vardı ki bu görüşün geçersiz olduğunu görmek
için bir gün bile beklenilmedi. Aynı akşam İzdemir’in yeni ÇED Raporu gündeme
düşmüştü.
***
EGEÇEP’in “Doğanın ve kentin talanına #HAYIR” başlıklı
kurultayının ana gündemi 16 Nisan’da yapılacak olan Anayasa değişikliği
referandumu oldu.
Ayvalık, Bergama, Karaburun, Selçuk, Aydın, Çine, Didim gibi
birçok yerden gelen ekoloji örgütü temsilcileri yaşadıkları yerlerdeki çevre
sorunları ve buna karşı verdikleri mücadelelerin yanında referandumla ilgili
görüşlerini de ifade ettiler konuşmalarında. Çoğunu EGEÇEP bileşeni ekoloji
örgütü temsilcilerinin oluşturduğu yaklaşık 100 kişinin içinden bir tanesi bile
referandumda “Evet oyu verilmeli” demedi.
Bergama Çevre Platformu sözcüsü, altın madenlerine karşı
yıllardır verdikleri mücadeleyi, Kozak Yaylasındaki altın ve RES talanı
girişimini anlattıktan sonra, “Evet” çıkarsa işimiz çok daha zor olacak
buralarda. Şimdiye kadar genelde AKP’ye oy veren Kozaklıların bu sefer ‘Hayır’
diyeceğini düşünüyorum” dedi.
Aydın kent merkezine birkaç kilometre uzaklıktaki Pınardere
köyünden gelip, 450 kovan arısının jeotermal enerji santrallerinin saldığı
gazlardan nasıl öldüğünü anlatan Ahmet ve Fadime Camuz çifti de “Hayır”
diyeceklerini söylüyordu. Onların yanında gelen ve AKP üyesi olduğu öğrenilen
kişi bile haksızlığa karşı isyan ettiğini söylüyordu.
Karaburunlular, Urlalılar, Çeşmeliler tepelerinde vızır
vızır dönen RES direklerinin gürültüsü yanında, bunların yaşam alanlarına,
tarıma ve turizme etkisinden yakınırken, tek kişinin dudakları arasındaki bir
sistemde, şimdi iyi kötü ümit besledikleri yargıya da artık hiçbir güvenlerinin
kalmayacağını söylüyorlardı.
Urla’nın Zeytineli köyü yakınlarındaki Hacılar koyunda, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’a ait olduğu öne sürülen villalarla ilgili hukuki süreç, birinci derece
doğal ve tarihi sit alanındaki villaların yıkılmasına yönelik mahkeme
kararlarının nasıl aşıldığı, villalara yasal statü kazandırmak için valisinden,
kaymakamına, bakanlıklarından, yargı mensuplarına kadar nasıl bir canhıraş çaba
gösterildiği örneği bile referandumda neden ‘Hayır’ denilmesi gerektiğinin
somut örneklerinden birisiydi.
Didimliler denizlerindeki kirliliği, Selçuklular Meryem Ana
Kilisesinin bulunduğu dağa yapılan RES’leri, Sökeliler jeotermalleri,
Ayvalıklılar tabiat parkının koruma statüsünün düşürülerek ranta açılmasını
anlatırken yaklaşan referandumun önemine dikkat çektiler.
Kurultaya katılan hukukçular da tek adama bağlı bir hukuk
sisteminin işlemeyeceğini, bunun adının hukuk devleti olamayacağını anlatırken,
Anayasa’nın ÇED’i tanımlamasını kullanıyorlardı. Anayasa değişikliğinin
çevresel etkilerini özetlerken, bilgi paylaşımı, görüş alışverişi ve karar
süreçlerine halkın katılımı olmadan kullanılacak yetkilerin demokrasi için de
ekoloji için de tehlikeli olacağını dile getiriyorlardı.
***
EGEÇEP Kurultayındaki mücadele deneyimlerinden de süzülüp
gelen ve altı çizilen gerçek şu oldu; yaşamı savunmak ancak ve ancak hukukun,
demokrasinin, insan ve tüm doğadaki canlı/cansız varlıkların, kültürün,
tarihin, savunulması, korunması ile olanaklıdır. Ekolojik yıkım karşısında doğa
- insan ortaklığını düşünen herkes ‘tek’ adamlığa, sultanlığa, parti devleti
rejimine karşı tutum almak zorundadır. Ve bu referandum tepetaklak faşist
diktatörlüğe sürüklenen rejim için köprüden önceki son çıkıştır!..
***
Ülkedeki tüm yaşam savunucuları, ülkenin politik gündeminden
bağımsız bir ekoloji mücadelesinin olamayacağını da çok iyi biliyorlar. Ekoloji
örgütleri, yaşadığı dünyayı, toprakları geleceğe temiz bir şekilde bırakma
mücadelesi verenler, demokrasinin, insan haklarına saygının, özgürlüğün,
bilimsel özerkliğin, bilginin üstünlüğünün, kent hakkının, emeğin kurtuluşunun
olmadığı yerde doğayla barışık, insan onuruna yaraşır bir yaşam da olmayacağını
deneyimleyerek öğreniyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder