31 Mayıs 2018 Perşembe

Büyük Menderes ölüm nehri haline geliyor


31 Mayıs 2018 15:08
   
Aydınlılar Büyük Menderes'te son günlerde meydana gelen balık katliamlarını protesto ederken, nehrin başka bir kolunda yine binlerce balık öldü.
 Büyük Menderes ölüm nehri haline geliyor
Özer AKDEMİR
Geçtiğimiz hafta içinde yüz binlerce balığın öldüğü Menderes'te ölümler devam ediyor. Dün balık ölümlerinin gerçekleştiği ana tahliye kanalı kenarında bir araya gelen Aydınlılar, suyu, toprağı, havayı kirletenlere ve bunlara göz yumanlara tepki gösterdiler. Aydın, Germencik, Söke, Didim, Kuşadası, Çine, Yatağan gibi yerlerden gelen Aydınlılara, EGEÇEP Yürütme kurulu üyeleri de destek verdi.
 
Fotoğraf: Mehmet Vergili
NEHİR DE DENİZ DE AYLARCA KENDİNE GELEMEZ
Basın açıklaması için tahliye kanalı kenarına gelenleri yörede geçimini balıkçılıkla sağlayan yurttaşlar karşıladı. Nehirdeki balıkların tamamının öldüğünü ve suyun artık aylarca kendine gelmesinin olanaksız olduğunu söyleyen balıkçılardan Veli Dündar, geçimini balıkçılıkla karşılayan onlarca ailenin çok zor durumda olduğunu söyledi. Dündar, "nehir artık üç dört ay kendine gelemez. Deniz de gelemez. Fabrikaların kimyasalları bu balıkları öldürdü. Biz de balıkçılığı artık bırakmak zorunda kaldık. Ölü balık kokusundan sahildeki barakalarımızda duramıyoruz" dedi.

YETKİLİLER GÖZ YUMUYOR
Nehrin kenarında yapılan basın açıklamasında hazırlanan metni okuyan Aydın Çevre ve Kültür Derneği (AYÇEP) Sekreteri Gönül Hastaoğlu, binlerce yıldır Aydın Ovasına, Menderes Deltasına yaşam taşıyan Büyük Menderes Nehrinin, yıllardır her türlü kirlilik nedeniyle artık bir ölüm nehri haline geldiğini belirterek, toplu balık katliamlarının nehirdeki kirliliğin boyutunu açıkça ortaya koyduğunu ifade etti. Menderes'in doğduğu yerden Ege denizine dökülene kadar kat ettiği 584 km'lik hat boyunca evsel, sanayi, tarım zehirleri, jeotermal akışkanlar gibi birçok kirletici unsur tarafından kirletildiğini belirten Hastaoğlu, yetkililerin ise gerekli tedbirleri almayıp, bir anlamda göz yumduklarını söyledi. Hastaoğlu; "Aydın'da havamızı, suyumuzu, toprağımızı kirletenlere, doğamızı şirketlerin talanına açanlara karşı yaşam alanlarımızı koruma mücadelemizi devam ettireceğiz. Gelecek kuşaklara yaşanılası bir dünya bırakmakta kararlıyız" dedi. 
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL
EKOSİSTEM DERİN BİR YARA ALDI
Basın açıklamasında konuşan Ekosistemi Koruma ve Doğayı Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin sürücü ise Menderes Milli Parkı'nın tam ortasından geçen nehirde görülen kirliliğin yetkililerce de bilindiğini ancak bir türlü gereken önlemlerin alınmadığını dile getirdi. Sürücü, "Burası uluslararası sözleşmelerle korunması gereken birinci derece Sit alanı olan bir yer. Türkiye'nin en önemli sulak alanlarından birisi. Bölgenin eko sistemi derin bir yara almıştır. Bu balık ölümlerinin yöredeki biyo çeşitliliği nasıl etkileyeceği önümüzdeki dönemde belli olacak. Nehirdeki, kanallardaki kirliliği görüyorsunuz. Buradan görünmeyen Söke çayı denilen bir kanal daha var, Menderes'e karışan. O kanalın suyunu görseniz buradaki suyu içersiniz!" dedi.

DOĞAMIZI DEVLET KORUMUYOR, BİZ KORUYACAĞIZ!
AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili ise özellikle JES'lerin yörede meydana getirdiği çevresel sorunlara dikkat çekerek, "Dağlarımızda, ovalarımızda maden ocaklarının yarattığı katliamın etkilerini artık şehir içlerine bile hissediyoruz. Kokudan pencerelerimizi açamıyoruz. Buralar tarım, turizm bölgesi. Bu sularla yetiştirilen ürünleri nereye satabilirsiniz? Buralara turist gelir mi? Yaşam alanlarımızı korumayı devlet yapmıyorsa biz kendimiz yapmalıyız. Bu bizim Anayasal görevimiz" dedi.
KİRLİLİĞİN BAŞI YATAĞAN
Basın açıklamasına Yatağan Turgut'dan gelerek katılan Turgut Yardımlaşma, Dayanışma Derneği Başkanı Kazım Erol, "Bu kirliliğin başı yatağandır. Öncelikle yatağandaki termik santral ve mermercilerin kontrol altına alınması gerekiyor" dedi. Çine Doğa Derneği'nden Ahmet Uslu ise Çine'deki madenlerde kullanılan kimyasalların Çine çayına boşaltıldığını dile getirdi.
BALIK ÖLÜMLERİ DEVAM EDİYOR
Basın açıklamasına katılanlar daha geldikleri yerlere dönmemişken, Menderes'in başka bir kolundan daha balık ölümleri haberi geldi. Sultanhisar'da Malgaç Çayının Menderes'le birleştiği yerde binlerce balığın öldüğü haberini alan yaşayan savunucuları o bölgeye gittiler. Jandarma ve diğer yetkililere de haber verilirken, balık  ölümleri tutanak altına alındı. Yörede yaşayan çiftçiler ve balıkçılar Menderes'in ve civardaki diğer nehirlerin artık  bir ölüm suyu haline geldiğini, bunun balıkların ardından, insanlara ve diğer canlılara da mutlaka bir yansıması olacağını söylediler.
Son Düzenlenme Tarihi: 31 Mayıs 2018 15:26
      


29 Mayıs 2018 Salı

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Turgut Köyü kömür ocaklarına direniyor

https://youtu.be/yx7sE2jJf_k


turgut kömür ocaklarına direniyor çepeçevre ile ilgili görsel sonucu

Termik santral tarafından köyleri elinden alınan Yeşilbağcılar ve onlar gibi olmamak için mücadele eden Turgut köylüleri Çepeçevre Yaşam'da.
   
 29 Mayıs 2018 18:10
  
Türkiye'de kömürlü termik santrallerin yol açtığı çevre ve sağlık sorunları dendi mi akla gelen ilk yerlerden olan Yatağan bugünlerde eski günlerini mumla aratabilecek yeni bir termik santral projesini tartışıyor. 15'e yakın köyü, on binlerce zeytin ağacını, birinci sınıf tarım topraklarını yok edeceği söylenen termik santralin tahribatı kültürel bakımdan da büyük olacak.
TARIMI, TARİHİ, ZEYTİNLİKLERİ, YAŞAMI TEHDİT EDİYOR
Eski adı Leyne olan Yatağan'a 10 km uzaklıkta bulunan Turgut beldesi son haftalarda komşuları Yeşilbağcılar'ın kaderini yaşayacakları endişesiyle yatıp kalkıyor. Yatağan termik santralinin kömür alımı sahasında bulunan Yeşilbağcılar'ın bir kısmı madenci şirket tarafından istimlak edilerek, köy aşağı ovaya taşınmış. Köyün daha yüksekte kalan kısmındaki evler ile yeni taşınan yer arasında ise devasa bir kömür madeni çukuru oluşmuş. 
ZEYTİNLERİ SÖKEN ŞİRKETE ALTIN MADALYA!
Muğla'da, Yatağan Turgut Köylüleri zeytinliklerini ellerinden alıp kömür ocağı yapan şirkete "Zeytin Dostu Derneği" tarafından altın madalya verilmesini protesto etti. Turgut Yardımlaşma Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği binasında bir araya gelen Turgutlular, bölgedeki zeytinlikleri söküp ekolojik yıkıma yol açan termik santrale Zeytindostu Derneği tarafından altın madalya verilmesini kara mizah olarak niteledi. 
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam bu hafta, kömür madenleri tarafından köyleri ellerinden alınan Yeşilbağcılar ve onların kaderini paylaşmamak için direnen Turgut Köylüleri ele alıyor. Kömür ocakları tarafından yutulan köyler, sökülen zeytinliklerden elde edilen yağa verilen madalya, yok olan tarih ve bir avuç köylünün direnme çabaları Çepeçevre Yaşam'da. (EVRENSEL WEBTV)
Son Düzenlenme Tarihi: 29 Mayıs 2018 18:27
https://www.evrensel.net/haber/353640/cepecevre-yasam-turgut-koyu-komur-ocaklarina-direniyor

Aydın'da toplu felaketler peş peşe geliyor: Bu kez ağaçlar kuruyor!



 29 Mayıs 2018 12:02
    
Aydın'da yaşanan balık ölümlerinin ardından Germencik Alangüllü'de JES yakınındaki 1500 zeytin ve incir ağacı kurudu.
 Aydın'da toplu felaketler peÅŸ peÅŸe geliyor: Bu kez aÄŸaçlar kuruyor!
Özer AKDEMİR
Büyük Menderes nehrinin Söke civarındaki kısmında toplu balık ölümlerinin ardından Aydın'a bir şok haber daha. Germencik Alangüllü'de jeotermal Enerji Santrali (JES) yakınındaki 1500 zeytin ve incir ağacı kurudu! Yörede hayvanlarda da sakat ve ölü doğum oranlarının büyük rakamlara ulaştığını ifade edilirken, Germencik İlçe Tarım'ın ağaç kurumaları ile ilgili "Hastalık" açıklamasını Zeytincilik Araştırma Enstitüsü yalanladı.  
JES'İN YANINDAKİ İNCİR VE ZEYTİN AĞAÇLARI KURUDU
Yörede yaşayan çiftçilerin ihbarı üzerine Alangüllü bölgesinde bir inceleme yapan Germencik Çevre ve Doğa Derneği( GERÇED) yüzlerce zeytin ve incir ağacının kuruduğunu tespit etti. Yaptıkları incelemelerle ilgili bilgi veren GERÇED Sözcüsü Dr. Metin Aydın, Alangüllü’de ki jeotermal santrale ait sıfır noktasından 1000 metre kadar uzak mesafedeki alanda, yaklaşık 250-300 dönümlük arazide yer alan 1500 kadar zeytin ve incir ağacının kurumuş olduğunu aktardı. Kurumuş incir ve zeytin ağaçlarının yer aldığı alandan sonraki 500 metrelik mesafede de zeytin ve incir ağaçlarında yaprakların sararmaya başladığını belirten Aydın, bu ağaçların da kuruma sürecine girdiklerini ifade etti.
 
Fotoğraf: GERÇED
UZUN KÖKLÜ AĞAÇLAR ÖLÜYOR
Çiftçilerle yaptıkları görüşmelerde bu alanda var olan incir ve zeytin ağaç kurumaları dışında jeotermale yakın yeni ekilen incir ağaçlarınında 2-3 yıldır büyümediğinin dile getirildiğini aktaran Aydın, dallardaki kurumanın bu yeni dikilen ağaçlarda da görüldüğünü belirtti. Bölgede incir ve zeytin ağaç kurumaları dışında özellikle Alangüllü mezarlığında yer alan çam ağaçlarının da kuruduğuna dikkat çeken Aydın, kuruyan incir ve zeytin ağaçlarının olduğu alanlarda ekili olan mısır, fasulye gibi sebzelerin yeşil olması ile ilgili şu yorumu getirdi; "Jeotermale yakın uzun köke sahip zeytin, incir ve çam ağaçlarının kuruduğu/kurumaya devam ettiği, kısa köke sahip sebze ve otların ise şimdilik yeşil kaldığı görünüyor. Alangüllü çiftçisi zeytin ve incir ağaçlarındaki kurumaların son bir ay içinde hızlı bir şekilde gerçekleştiğini söyledi".

ÜNİVERSİTE İLÇE TARIM'I YALANLIYOR
Çiftçilerin Germencik Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne yaptıkları müracaat sonrası müdürlük yetkililerinin incir ve zeytindeki kurumayı “Filiz kıran” hastalığına bağladıklarını ve "yapacak bir şey yok" dediklerini belirten Aydın, "Deneyimli çiftçiler ve derneğimizde görev alan Ziraat Mühendisleri ise bu kurumaların kesinlikle “Filiz kıran hastalığına” bağlı olmadığını söylediler. Nitekim Alangüllü çiftçilerinin başvurdukları İzmir Bornova Zeytincilik Araştırma Enstitüsü incelemelerinde “Ağaçlarda kurumaya sebep olacak zeytin hastalık ve zararlılarına ait bulgular rastlanılmamıştır” sonucu çıkmıştır" dedi.
HAYVANLAR DA ÖLMEYE BAŞLADI
Jeotermal yakınında kuruyan zeytin ve incir ağaçlarının yer aldığı alandaki hayvan çiftliğine yaptıkları ziyarette bir başka şok ile karşılaştıklarını aktaran Aydın, "Hayvan yetiştiricisi son 4 ay içinde 80 kadar koyununun öldüğünü, koyunların 30 kadar düşük yaptığını, anomalili kuzu doğumlarının olduğunu söyledi. Yetiştirici koyunların alanda serbest şekilde gezdiğini, ahırda kapalı duran büyük baş hayvanlarda ise ölümlerin olmadığını söyledi" diye konuştu.
 
Fotoğraf: GERÇED
TEK ŞÜPHELİ JEOTERMAL
GERÇED olarak Alangüllü’de yaptıkları ziyarette incir, zeytin ve çam ağaçlarındaki kurumaların yeraltı sularında meydana gelen kirliliğe, koyun ölümlerinin ise Alangüllü deresindeki su kirliliğine bağlı olabileceğini düşündükleri belirten Aydın, bu alanda yerüstü ve yeraltı su kirliliği yapan tek unsurun ise jeotermal santrallerin akışkanları olduğunu söyledi.
BUNLAR SİZİN İÇİN YETERLİ DEĞİL Mİ?
GERÇED olarak Aydın Valiliğine, TBMM’ne, Belediyelere, Ziraat Odalarına çağrıda bulunduklarını söyleyen Aydın, şunları dile getirdi; "Aydın’da jeotermallerin zararlarını görmeniz, araştırmanız, gerekli tedbirleri almanız için acaba Aydın’da daha nasıl bir toplu felaketlerin olması gerekir? Aydın’da toplu balık ölümleri oluyor, Menderes havzasında kuşların sayısı giderek azalıyor, toplu incir-zeytin ağaçları kuruyor, toplu koyun ölümleri oluyor. Bunlar sizin için yeterli değil mi? Önemli değil mi? Sizlerin inanması için Aydın’da ne kadar bebek, çocuk, anne ölmesi gerekiyor? Aydın çürük yumurta, Menderes nehri leş kokuyor. Aydın çölleşiyor ve ölüyor".
ÇİFTÇİNİN ELİNDEN TUTACAK KİMSE YOK
Aydın, "Alangüllü bölgesinde daha önce Ege Üniversitesi, Adnan Menderes Üniversitesi,Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Tübitak tarafından yapılan çalışmaların hepsinde Alangüllü’de yer alan jeotermal santrale ait akışkanların yeraltı ve yerüstü sularını kirlettiği, normalin çok üstünde suda ve toprakta Bor kirliliği yaptığı, bu suların tarımsal sulamada kullanılırsa tarımsal ürünlere zarar vereceği saptanmış idi. İzmir Bornova Zeytin Araştırma Enstitüsü’nün zeytin ağaçlarında yaptığı araştırma sonuçları Bor kirliliği ile uyumlu görülmektedir.Bölgede şimdilik görünen incir, zeytin, çam ağaçları kuruması ve koyun ölümleridir. Peki bu ölümlerin ve çevre kirliliğinin insan sağlığı üzerine yansıması nedir? Ne olacaktır?" dedi.Alangüllü’de görülen toplu incir, zeytin ağaç kurumalarının, koyun ölümlerinin Menderes nehrinde görülen balık ölümlerinden hiç bir farkı olmadığını aktaran Aydın, Alangüllü çiftçisinin elinden tutacak bir yetkili bulamadığını ifade etti.

AYDIN JES'LERE TESLİM EDİLDİ
Topraklarının yüzde 80’ni jeotermal enerji kullanımına açılan Aydın, Türkiye’de belirlenen jeotermal sahaların yüzde 67’sine sahip. Şu anda Türkiye’de üretimde olan jeotermal santrallerin yüzde 57’i Aydın’da yer alırken, bu JES'lerin yüzde 50’si de Germencik ilçesinde yer alıyor. Jeotermal santraller Aydın’da birinci sınıf tarım arazilerine, incir-zeytin gibi özel tarım arazilerine, sulak alanlara, doğal ve arkeolojik sit alanlara, yerleşim yerlerinin yanı ve içine,sağlık kuruluşları yanı, mezarlıklar içine kurulabilmekte. Jeotermal santrallere faaliyetleri sırasında denetim ve kontroller yapılmamakta, jeotermaller zehirli gazlarını havaya, akışkanlarını dere-çay-sulama kanalları ile Menderes nehrine bırakıyorlar.
BİLİM YILLAR ÖNCE UYARMIŞTI
İncir, zeytin, çam ağaçlarındaki kurumaların ve hayvan ölümlerinin yaşandığı Alangüllü bölgesinde 2010 yılında yapılan bilimsel bir çalışma bölgede JES kaynaklı kirliliği tartışmasız biçimde ortaya koymuştu. Ege Üniversitesi Fen Bilimlerinden Prof. Dr. Mustafa Bolca'nın başında bulunduğu bir ekip tarafından gerçekleştirilen çalışmada, "Alangüllü’de yer alan jeotermal santrallerin çıkardığı akışkanların yerüstü ve yeraltı sularına karışarak onları kirlettiği, bu suların tarımsal sulamada kullanılırsa suların içindeki ağır metal ve kimyasal maddelerin besin yolu ile insan ve canlılara geçebileceğini, jeotermal kaynakların boşaltım gösterdiği dere sularının Hıdırbeyli barajında toplandığı, bu suların tarımda kullanılınca tarım arazilerinin olumsuz etkilendiği, sularda yüksek oranda bulunan Bor’un bitkilere toksik etki gösterdiği" gibi çok önemli saptamalar yapılmıştı.
Yine 2015 yılında Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesinden Dr. Sunay Dağ 'ınAlangüllü’de yaptığı araştırmada JES'lere yakın topraklarda asit miktarının arttığını, incir ağaçlarının yaprakların hastalıklı olduğu, dallardaki meyve sayısının daha az, meyve büyüklüğünün daha küçük olduğu saptanmıştı. Araştırmada jeotermale yakın incir ağaçlarına ait kuru incirlerde uzak bölge kuru incirlere göre daha yüksek değerlerde Bor, Kükürt, Nikel, Kurşun, Kobalt, Kadmiyum, Krom, Mangan tespit edilmişti.
Son Düzenlenme Tarihi: 29 Mayıs 2018 12:20
www.evrensel.net


27 Mayıs 2018 Pazar

'Elimize değen ölür' (Pazar Yazısı)


27 Mayıs 2018 03:25

Özer AKDEMİR


“Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların yüzde 0,01’ini oluşturan insan, gezegendeki vahşi hayvanların yüzde 83’ünün, bitkilerin ise yarısının yok olmasına yol açtı”
‘Proceedings of the National Academy of Sciences’ Dergisi 
“Balık tuttum yiyen ölür
Elimize değen ölür”
Nazım Hikmet
Daha geçen hafta, Latmos’un yaylalarında, yeni bulunan sekiz bin yıllık bir kaya resmini görmeye gittiğinde ciğerlerine dolan havanın verdiği mutluluğu anımsadı. Vadide yürürken, görünmeyen bir el tarafından sanki teker teker şekillendirilip Latmos’a serpiştirilen kayaların arasında durmuş, kokuyu keyifle içine çekmişti. Gelincik, dağ gülü, yaban kekiği, zeytin ve nar çiçeği karışımı kokuya deniz meltemi de karışmıştı.
Menderes nehrini besleyen su kanalına yaklaştıkça artan kötü kokuyu unutmak için bir yandan burnunu tıkarken, bir yandan da Latmos’daki o meltemi düşünmeye çalıştı. Kokuya daha fazla dayanamayıp, avucundaki kolonyalı mendili ağzına, burnuna bir maske gibi bağladı. Biraz daha rahat nefes alabildiğini anladığında kanalın kıyısına doğru hızlı adımlarla yaklaştı. Yanı başında yürüyen balıkçı köylü de ondan farklı değildi. O da eliyle burnunu kapatmıştı. 
Kanala vardıklarında manzara tahmin ettiklerinden çok daha kötüydü. Binlerce balık cansız bir halde suyun yüzünde birikmiş, bazı yerlerde kurtlanmaya başlamıştı. Kötü koku da işte bu çürüyüp, kurtlanan balıklardan geliyordu. 
Ayaklarının dibinde ölü yatan, küçük parmağından bile küçük balıklar suyun gelgitleri nedeniyle karaya vurmuştu. Parmak kadar olan, bıyıklı çay balıklarına kederle baktı. Çine çayında, Menderes’in bir zamanlar yeşile çalan sularında şen şakrak oynayışları, oltanın, ağın içindeki halleri, tavadaki lezzetleri geldi aklına. 
Su kanalını tıkayan ölü balıkların arasında sarı balıklar, İsrail sazanları, kefaller, yılan balıkları görülüyordu. Onların arkasında çok daha iri bir balık karnı yukarı gelecek şekilde suyun üzerinde yüzüyordu. Yirmi, otuz kilo ağırlığında olduğunu tahmin ettiği bu yayın balığı, yıllardır bu nehirde gördüğü en büyük yayındı. 
İlerde, sazlara tırmanmış bir yılan gördü. Yılan suya değmemek için sazlığa sımsıkı sarılmış gibiydi. Onun biraz ötesinde küçük küçük su kaplumbağaları yan yatmış sazların üzerinde birikmişler, sudan mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışıyorlardı. Normal zamanlarda suyun içerisinde olması gereken bu hayvanların sudan korkmaları ve içgüdü ile ondan kaçmaları suyun artık yaşam değil ölüm taşıdığının bir göstergesiydi. Zaten, suyun yüzeyini kaplayan yüz binlerce balık bunun en acı kanıtıydılar.
***
Çok uzun zaman kalamadılar kanalın kıyısında. Birlikte geldiği balıkçı üç kilometrelik kanalın baştan sona bu manzara ile dolu olduğunu, sadece Menderes’in kanallarının değil, azmaklarda da durumun farklı olmadığını anlatırken neredeyse ağlayacaktı. “Yüzmeyi Menderes’in tertemiz sularında öğrendik. Pamuk çapasında suyunu tülbentle süzer içerdik. Suyu öldürdüler. Balıkların da kökü kurudu artık” dedi yürürken. 
Üzerlerinden alçak uçuş yapıp ölü balıklara doğru giden tepeli pelikan ve sazlıkların içinde kümelenen diğer kuşlar adeta bayram yapmışçasına ölü balıkları yiyorlardı. Bu sefer de kuşlar için endişelendiler. Bu balıkları yiyen kuşlar etkilenecek miydi acaba? Balıklar zehirlenmişler miydi, yoksa sudaki kirlilik nedeniyle oksijensizlikten boğulmuşlar mıydı? Suda yaşayıp, su içinde boğulmayı düşününce çok garip geldi. 
Menderes’in bu halinin onun sularıyla beslenen Bafa’yı ve Azap Gölünü de daha fazla kirleteceği ortadaydı. Zaten her iki göl de yıllardır kirlilikle boğuşuyor, yazın köpürüyordu. 
Evsel atıklardan daha çok sanayi kuruluşları, tarım zehirleri ve son yıllarda jeotermal santrallerinin akışkanlarını boca etmesi nedeniyle Menderes adeta ölümünü bekleyen bir su haline gelmişti. Ölmeye yatan su içindeki canlıları da öldürüyordu artık. Sıra bu suların etrafındaki tarlalarda yetişen ürünlere ve bunları yiyen insanlara gelecekti. Aydın’daki kanser oranlarının korkunç artışı ile ilgili haberler geçti gözünün önünden, “Belki de çoktan geldi” diye düşündü, sazlıktan çıkarken.
***
Söke yakınlarındaki azmaklara da gittiler. Burada da yüz binlerce balık ölmüştü. Azmakların, ovanın ortasından geçirilen çift şeritli yollar tarafından ikiye ayrılmasının yarattığı trajedi geldi gözlerinin önüne. Sucul ortamdaki yaban yaşamının son sığınaklarıydı azmaklar. 
Geçtiğimiz yıl nesli tükenmek üzere olan bir su samurunun otoyolun öbür yanındaki azmağa geçmek isterken araçların altında kalarak öldüğü aklına geldi. “Bir su samuru otoyolda neden araç altında kalıp da ölür ki?” diye düşünmüş ve onların bu çaresizliğine günlerce üzülmüştü.
***
Kepçe, su kanalına girerek kanalı tıkayan ölü balıklardan bir kısmını kenara çekti. Tıkanıklığı giden kanal, üzerinde yüz binlerce ölü balık olduğu halde Ege Denizine doğru hızla yol aldı. Denize akan balıkları izleyen Veterinerlik Fakültesinden  Prof. Dr. Serap Birincioğlu, nehrin kısa sürede kendini toparlamasının çok zor olduğunu söylüyordu gazetecilere; “8-10 çeşit balıkta farklı büyüklüklerde tonlarca balık ölümü var. Balıkların yeniden bu doğaya adapte olması ve yavrulaması zor”.
***
Ölü balıkların ağır ağır Ege Denizine doğru sürüklenmelerine çöküp kaldığı yerden, başını iki elinin arasına alarak baktı balıkçı Erkan Çiçek. Gecenin ikisinde üçünde, sicim gibi yağan yağmurlara, kırağı düşüren soğuklara, yılan, çıyan korkusuna aldırmadan, ekmek parası için, kaçak balık avına çıktığı günlerin artık bir hayal olduğunu görüyordu. “Bizim kaçak avlamamıza binlerce lira ceza yazan Orman görevlileri, Su Ürünleri ekipleri nerede şimdi? Balıkların yüz binlercesini birden zehirleyen fabrikalara niye ses çıkarmıyorlar” diye isyan ediyordu.
***
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, “Toplu balık katliamı” yazdı bilgi notunun başlığına. Bütün gün gezip gördüklerini iç burkan fotoğraflarla birlikte yazıya döktü. Menderes’in eski görkemli halini anlatırken adının, “suyun salına salına akması, dolambacı, sarmalı” anlamına gelen “meander”den türediğine, Heredot’un 12 İyon kentine yurtluk yapan Menderes Deltasını “Uygarlıklar Vadisi” olarak tanımlamasına değindi.
Notunun sonuna, Menderes’in kıyısında M.Ö. 624 yılında doğan Miletli Thales’in “evrenin özü sudur” sözünü koydu.
İnsan, şimdi üzerinde yüz binlerce ölü balıkla, salına salına Ege’ye akan Menderes’i değil sadece, evrenin özünü de öldürüyordu!...
https://www.evrensel.net/yazi/81549/elimize-degen-olur

24 Mayıs 2018 Perşembe

Azmaklarda da balık katliamı var!



  
 24 Mayıs 2018 16:22
Menderes Nehri ve kanallarında görülen balık ölümleri, azmaklara da sıçradı.
 Azmaklarda da balık katliamı var!
Özer AKDEMİR
Büyük Menderes Deltası ve nehir kanallarında görülen toplu balık ölümleri azmaklara da sıçradı. Bu durum top balık ölümlerinin deltanın sınırları dışında da yaşandığını gösteriyor.
YABAN YAŞAMININ SON ALANLARI
Söke Ovası’nın kuzeyinde, Menderes nehrinin yatak değiştirmesi sonucunda gölet şekline dönüşen alanlara yöre insanı tarafından Azmak denmekte. Hiçbir koruma statüsü bulunmayan bu azmaklar, Aşağı Büyük Menderes Havzası’ndaki yaban hayatının son yaşam alanları olarak biliniyor. Birçok türe ev sahipliği yapan Azmaklar, su samurlarının yanı sıra onlarca memeli türünün ve yüzlerce kuş türünün barınma, beslenme ve üremelerini sağladığı sulak alanlar durumunda. Azmakların bir diğer yararı ise kurak geçen yıllarda bölgenin, çiftçinin ve yaban hayatının can suyunu sağlaması. Yağmur sularıyla beslenen Azmaklara zaman zaman kanallar aracılığı ile Büyük Menderes Nehri’nden de su verilmekte.

TOPLU BALIK KATLİAMI
Ekosistemi Koruma ve Doğa Severler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü Menderes Nehrindeki toplu balık ölümlerinin ardından Azmakların birinde yaptıkları araştırmalarda buralarda da binlerce balığın öldüğünü tespit ettiklerini açıkladı.
Ölümleri "Toplu katliam" olarak niteleyen Sürücü, "başta yöre insanlarının sarıbalık dediği sazan balıkları, kefaller, yılan balıkları, İsrail Sazanlarıyla dolu binlerce balığın öldüğü gördük. Parmak büyüklüğündeki balıklardan, yaklaşık 10 kg.’a ulaşan sazan balıklarına kadar, Azmaklarda hiç tahmin edemeyeceğimiz büyüklükteki balıkların öldüğünü tespit ettik" dedi.
Bazı alanlarda sulama sularının alınmasıyla birlikte su seviyesinin düştüğü ve ölen balıkların kokuşup kurtlandığını aktaran  Sürücü, ölü balıkların olduğu alanın kokudan yaklaşılamaz halde olduğunu ifade etti.

Fotoğraf: EKODOSD
SUYUN 6 KM'Sİ ÖLÜ BALIKLARLA DOLU
EKODOSD Bilim danışmanı, Adnan Menderes Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Serap Birincioğlu ile birlikte, ilk balıkların öldüğü Menderesin içinde bir inceleme gerçekleştirdiklerini belirten Sürücü şunları söyledi; "Yaklaşık ana yol ile deniz arasındaki 6 km.lik mesafede suyun yüzeyinin tamamen balıklarla kaplı olduğu görüldü. Rengi katran gibi simsiyah olan tahliye kanalı,  bir kepçe tarafından açılarak, ölen balıkların çoğu Menderes vasıtasıyla birlikte Ege Denizi’ne ulaştırıldı" dedi.
UYGARLIKLAR VADİSİNDEN ÖLÜM NEHRİNE!
Büyük Menderes’in son yıllardaki ekolojik sorunların, asıl sorunun kaynağının 584 km. boyunca etrafında şekillenen endüstriyel işletmeler ve OSB’ler’in arıtmasız atıkları olduğunu kaydeden Sürücü, "tarımda giderek artan zirai ilaçlamalar, evsel atıklar, biyolojik atıklar ve tüm bunların kahrını çeken, Türkiye’nin en önemli sulak alanlarının başında gelen Büyük Menderes Deltası. “Yüzmeyi Büyük Menderes’in tertemiz sularında öğrendik, pamuk çapasında suyunu tülbentle süzer içerdik” diyen insanların hayatta olduğu düşünüldüğünde, Menderesi ne kadar kısa bir sürede günümüzdeki haline dönüştürdüğümüzü düşünmemiz gerekli. Tarihin babası Herodot’un yaklaşık 2500 yıl önce “Uygarlıklar Vadisi” dediği bir bölgenin son 30 yıl içinde ne hale getirdiğimizin resmidir bu" dedi.
Sürücü şöyle devam etti:
"Menderesin kıyısındaki sazlıkların aralarının balıklarla dolu olduğu görüldü. Duruma en çok üzülen yöre balıkçıları olduğu yüz ifadelerinden anlaşıldı. Balıkçının söyleyebileceği çok şey vardı ama söylediği tek şey “Burada balığın kökü kurudu” oldu.
Yaklaşık 20 kg.’a yakın uzun süredir görülmeyen yayın balıklarının da öldüğü görüldü.
Ulusal, yerel birçok basın ve medya kuruluşu meydana gelen balık ölümlerine ilgi gösterdi.
Balık ölümlerini yapılan canlı yayın ve haberlerle ülke gündemine taşıdı.
Yıllardır Menderesle ilgili projeler, ulusal ve uluslararası toplantılar, Havza Valiliklerinin yönetim planları yapıldı. Ne yazık ki bugün gelinen sonuca bakıldığında, durumun dünden daha kötüye gittiğini göstermektedir. Biz sadece ölen balıkları görebiliyoruz. Buradaki ekosistem içinde neleri kaybettiğimizin belki de farkında bile olamayacağız. Bölgenin ekolojisi büyük bir yara almıştır. Bunun sorumluları mutlaka bulunmalı ve gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Uluslararası sözleşmelerle koruma altında bulunan Büyük Menderes Deltası’nın biyolojik çeşitliliğine zarar veren dış kaynaklı atıkların ve kirliliğin nedenlerinin araştırılarak, çevreyi kasten kirleten kişi ve kurumların cezalandırılması için Cumhuriyet Başsavcılığına başvuru yaptık.
Belki bu bölgenin insanı hiçbir zaman mendereste bir daha yüzemeyecek, suyunu süzerek içemeyecektir. Hiç olmazsa bu ekosistem içinde yaşayan canlıları yaşatmanın, insan sağlığını yakından ilgilendiren temiz bir suyla çiftçilerin ürünlerini üretmesini ve Türkiye’nin en önemli sulak alanlarından biri olan Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’nda Biyolojik Çeşitliliğin sürdürülebilir olmasını sağlayabiliriz. Sorun da belli, çözüm de… Bunları uygulayacak ve uygulatacak sorumluları göreve davet ediyoruz."
Son Düzenlenme Tarihi: 24 Mayıs 2018 17:17
www.evrensel.net


23 Mayıs 2018 Çarşamba

Şirketler için kurtarılmış maden bölgeleri geliyor!



  23 Mayıs 2018 15:36
  
Maden Bölgeleri kurulmasına dair yönetmelik Resmi Gazete'de yayınlandı
 
Özer AKDEMİR
İzmir
Resmi Gazete'de bugün yayınlanan yönetmelikle maden bölgeleri oluşturuluyor. Yönetmelik şirketler için kurtarılmış maden bölgeleri oluşturulurken, maden bölgesi içerisinde kalan alanlar boşaltılabilecek
ŞİRKETLER İÇİN KURTARILMIŞ BÖLGELER
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yayınlanan "Maden Bölgelerine Ve Ruhsatların Taşınmasına İlişkin Yönetmelik" önümüzdeki günlerde epey tartışılacak maddeleri içeriyor. Yönetmelikle bir anlamda şirketler için "kurtarılmış maden bölgeleri" oluşturuluyor. Maden İşleri Genel Müdürlüğü'nün teklifi ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının onayı ile bugünkü Resmi Gazete'de yayınlanan yönetmeliğin amacı şöyle sözlerle edildi; "Birbirine bitişik ve/veya yakın maden sahalarında tek başına yapılan maden işletme faaliyetlerinin; çevresel etkileri, şehirleşme, işletme güvenliği, rezervin verimli işletilmesi ve benzeri sebepler..."
MADENLER BİRLEŞTİRİLİYOR
Amaçları bu şekilde sıralanan yönetmeliğe göre yapılacak proje ve planlama çerçevesinde maden bölgesinin ilan edilecek, bu ruhsatların yeni ruhsatta birleştirilerek oluşturulacak maden bölgesinde ortak proje kapsamında maden işletme faaliyetlerinde bulunulacak.
Yönetmeliğin Amaç kısmında "aynı grup ruhsatlar için maden bölgesinin oluşturulması amacıyla ruhsatların birleştirilmesi, taksiri, iptali, ihale edilmesi, yeniden ruhsatlandırılması, ruhsatlardaki yatırım giderlerinin belirlenmesi" gibi maddelere de yer verildi. Bir veya birden fazla il sınırına giren maden bölgeleri için komisyon oluşturulacak.
MADEN BÖLGESİ KOMİSYONU
Yönetmelik ile Maden Bölgesi içindeki ruhsat sahiplerinden ruhsatlarını birleştirmeleri isterinken, aksi halde maden sahasının yeniden ihaleye çıkartılması öngörülüyor.
Yönetmelikteki bu maddeler "madenler hangi şirketlerde toplanmak isteniyor?" sorusunu akla getiriyor. Her türlü madencilik denetimini yapmak üzere Maden Bölgesi Komisyonu kurulacak. Komisyon valilik, belediye ve ruhsat sahibi şirketlerin temsilcilerinden oluşurken, komisyonun görevleri arasında şunlar yer alıyor;
a) Madencilik faaliyetlerinin proje ve plana göre yürütülmesini sağlamak.
b) Madencilik faaliyetlerinin çevreye ve insan sağlığına etkilerini kontrol ederek gerekli tedbirlerin alınması için kontrol ve ölçümleri gerçekleştirmek.
c) İşletme güvenliği ile ilgili yapılan uygulamaları kontrol etmek ve önerilerde bulunmak.
ç) Madencilik faaliyetlerinin yerine getirilebilmesi, gerekli altyapının sağlanması için valiliğin ve/veya ilgili belediyenin imkân ve kabiliyetlerini kullanmak, gerektiğinde hizmet alımı yapmak.
d) Madencilik faaliyetlerinin kontrolleri sonucunda komisyona sunulan raporları inceleyerek, karara bağlamak ve bu kararları şirkete yazılı olarak bildirmek.
e) Gerektiğinde geçici faaliyet durdurma kararlarını almak ve bu kararı bir gün içerisinde Genel Müdürlüğe bildirmek.
Maden Bölgesi Komisyonunun dışında Maden İşleri genel Müdürlüğü de ihtiyaç duyarsa her türlü denetimi yapacak.
MADEN BÖLGELERİ BOŞALTILABİLECEK
Yönetmelikle, Çevre, Sağlık, Çalışma Bakanlıkları, Belediyeler vs kurumlar gibi idare ve kurumların maden bölgelerinde hiçbir yetkisi kalmayacak.
Maden Bölgesindeki her grup madencilik için irtifak, intifa hakkı ve kamulaştırma yapılabilecek. Bu Maden Bölgesi ilan edilmiş alanların boşaltılabileceği ve mülkiyet devirlerinin yaşanabileceği anlamına gelmekte. Maden Bölgesi işletme sahaları ve sağlık koruma bandı çevre düzeni ve imar planlarına işlenecek, böylece plansız madenciliğin önü iyice açılmış olacak.
ŞİRKETLERE KAPATILAN BÖLGELER OLUŞACAK
Resmi Gazete'de yayınlanan yönetmeliği yorumlayan EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Avukat Arif Ali Cangı, "Yönetmelikle yerin altında maden olan alanlarda yaşayan insanları ve diğer canlıları yerinden yurdundan edecek, her türlü denetime kapalı, dev maden şirketler tarafından kapatılan bölgeler yaratılmak isteniyor. Madencilik faaliyetlerinin ekoloji, çalışma yaşamı üzerinde yarattığı tehditlerin katlanmasına, zaten yetersiz olan denetimlerden de vazgeçilmesi sonucunu doğuracak bir yönetmelikle karşı karşıyayız" dedi.

Son Düzenlenme Tarihi: 23 Mayıs 2018 15:51

Menderes nehrindeki kirlilik binlerce balığı öldürdü


Menderes nehrindeki kirlilik binlerce balığı öldürdü

 23 Mayıs 2018 12:01
   
Menderes Nehri, binlerce yıldır yaşam kaynağıydı şimdi ölüm taşıyor.

Özer AKDEMİR
İzmir
Türkiye’nin en önemli sulak alanlarından birisi olan Büyük Menderes Deltası yine toplu balık ölümleri ile gündemde. Deltanın Milli park koruması altındaki sınırları içerisinden geçen tahliye kanalında, binlerce balık ve su canlısı yaşamını yitirdi. Tahliye kanalının Büyük Menderes Nehri ile birleşerek denize aktığı alan boyunca ölü balıklar suyun yüzeyini kapladı.
Bölgede faaliyet gösteren Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) benzer balık ölümlerinin hemen her yıl yaşandığını dile getirdi. Balık ölümlerinin yaşandığı kanalda Milli Park yetkilileri, Söke ve Didim Gıda, Tarım ve Hayvancılık şube müdürlüklerine bağlı su ürünleri uzmanları balıklardan ve sudan numuneler aldılar.
ÖLÜ BALIKLARI YİYEN KUŞLARA NE OLACAĞI BELİRSİZ
 
Fotoğraf: EKODOSD
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, biyolojik çeşitlilik açısından bölgenin en zengin ve hassas alanlarından biri olan deltanın 256 çeşit kuş türüne ev sahipliği yaptığını belirtti. Sürücü, "Başta nesli küresel ölçekte tehlike altında bulunan tepeli pelikanlar olmak üzere birçok kuş türünün bayram yapmışçasına ölü balıkları yedikleri görüldü. Ölü balıkları yiyen kuşlarının akıbetinin ne olacağı belli değil" dedi.
Büyük Menderes Deltası’nda, nehrin geçtiği bu bölgenin çok hassas ekosistemleri barındırdığına dikkat çeken Sürücü, "Sudaki bu sorunun sonucunda sadece balıklar değil, nehir ekosisteminde yaşayan diğer canlılar da olumsuz etkilenecektir. Türkiye’nin en önemli sulak alanları arasında yer alan Büyük Menderes Deltası zengin türlere ev sahipliği yapmaktadır. Ancak tam ortasından geçen ve 584 km. havza boyunca kıvrılarak gelen Büyük Menderes Nehri ne yazık ki havzanın tüm kirliliğini buraya taşımaktadır. Menderesin kirliliğinin haricinde tahliye kanalı ise deyim yerindeyse su değil, zehir taşımaktadır. Bundan en çok delta ekosisteminde bulunan canlılar etkilenmekte ve deniz de kirletilmektedir" dedi.
KANAYAN YARA
Süraücü, sanayi atıkları, zirai ilaçlar, atık sularla sürekli kirletilen Büyük Menderes Nehri ve tahliye kanalının sorunlarının havza boyunca değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Kanayan yara haline gelen Menderes kirliliği için havza koruma eylem planı ve nehir yönetim planlarının uygulamaya geçmesinin önemine vurgu yapan Sürücü, "Çevre kanunu ve bu kanuna bağlı su kirliliği kontrol yönetmeliği hükümleri çerçevesinde, evsel veya endüstriyel kaynaklı atıksu üreten faaliyetler denetlenmeli, arıtma tesisi kurma yükümlülüğü bulunan endüstriyel tesislere arıtma tesisleri kurdurulmalı, kuranların arıtmaları çalıştırılmalı, kirletenler hakkında gerekli uygulamalar mutlaka yapılmalıdır" dedi.
TÜRKİYE'NİN EN KİRLİ ÜÇÜNCÜ NEHRİ
 Fotoğraf: EKODOSD
Büyük Menderes 548 km uzunluğu ile Türkiye'nin en uzun sekizinci nehri. Afyon Suçıkan mevkiinden doğan nehir, Uşak ve Denizli’den geçerek Aydın Söke'den Ege Denizine dökülüyor. Bin yıllardır geçtiği yerleşim yerlerine yaşam taşıyan nehire, Denizli ve Uşak illerinde deri, tekstil ve kentsel atıklar bırakılırken, Aydın'da ise jeotermal akışkanları, sanayi kuruluşlarının atıkları, maden tozları, zeytin karasuları, kentsel atıklar ve tarım ilaçları gelişigüzel boşaltılıyor. Nehrin suyu yıllardır dökülen bu kirleticiler nedeniyle dördüncü sınıf su kirlilik seviyesine ulaşmış durumda. Öyle ki kirlilik ölçümlerinde Büyük Menderes nehri Türkiye'nin en kirli üçüncü nehri haline geldi.

Son Düzenlenme Tarihi: 23 Mayıs 2018 12:10
https://www.evrensel.net/haber/353166/menderes-nehrindeki-kirlilik-binlerce-baligi-oldurdu

22 Mayıs 2018 Salı

Bergama’daki Ovacık Altın Madeni ÇED'siz çalışıyor



  
 22 Mayıs 2018 14:37
8 yıl önce kapanması gereken madene ÇED izni veren kamu görevlilerinin yargılanması istendi.
 Bergama’daki Ovacık Altın Madeni ÇED'siz çalışıyor
Özer AKDEMİR
İzmir
Bergama yakınlarındaki Ovacık Altın Madeni'ne verilen ÇED izninin yürürlükteki yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle yürütmesinin durdurulması ve ÇED'e onay veren kamu görevlilerinin yargılanması talep edildi.
Aralarında EGEÇEP, İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, Bergama Belediye Başkanlığı, Yeşil Artvin Derneği gibi kurumların yanı sıra yüzün üzerinde yurttaş adına mahkemeye gönderilen dilekçede, madenin bu haliyle yürürlükteki yasalara göre ÇED'siz çalıştığı dile getirildi.
BEŞ BİLİRKİŞİDEN DÖRDÜ ‘UYGUN DEĞİL’ DEDİ
ÇED Raporunun mahkemece iptal edilmesinin ardından Ovacık Altın Madenine 2009/7 Genelgesine göre yeni ÇED olumlu belgesi verilmişti. bu ÇED'e karşı açılan davanın bilirkişi keşfi ile ilgili rapor geçtiğimiz günlerde açıklandı. Madendeki birçok kritik verinin son 10 yıldır güncellenmediğinin ortaya çıkarıldığı bilirkişi incelemesinde 5 heyet üyesinden dördü madenin bu haliyle çalışmasının uygun olmadığı sonucuna varmıştı.
MADENİN ÇED'SİZ FAALİYET GÖSTERDİĞİ KANITLANDI
EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Avukat Arif Ali Cangı tarafından İzmir 6. İdare Mahkemesi Başkanlığı'na geçtiğimiz günlerde gönderilen dilekçede "bilirkişi raporu Ovacık Altın Madeni işletmesinin, ÇED yapılmadan faaliyet gösterdiğini bir kez daha kanıtlanmıştır" denildi. Bilirkişi raporunun madene verilen ÇED'in 10 yıl önceki veriler esas alınarak düzenlendiğinin ortaya koyduğuna dikkat çekilen dilekçede, bunun hukuka açıkça aykırı olduğu ifade edildi.
KAMU GÖREVLİLERİ HAKKINDA SUÇ DUYURUSU
Bilirkişi raporundaki tespitlerin aynı zamanda ÇED sürecinde kamu görevlilerinin görevlerini gereğini yerine getirmediklerini gösterdiğinin belirtildiği dilekçede, bunun ihbar edilmesi gereken bir suç olduğu kaydedildi. Dilekçede, ÇED raporu için 'nihai' karar veren İnceleme Değerlendirme Komisyonu üyeleri ile ÇED olumlu kararını veren kamu görevlileri hakkında re'sen suç duyurusunda bulunulması talep edildi.
Son bilirkişi raporundan sonra daha fazla zaman geçirilmeden derhal yürütmeyi durdurma kararı verilmesi gerektiğinin dile getirildiği dilekçede, bilirkişi raporundaki tespitler maddeler halinde sıralandı.
MADEN 2010'DA KAPANMALIYDI
Bilirkişi raporunun madene, yeraltı su seviyesinin çok altında taban kotu olan atık depolama tesisi öngören, jeoloji haritası eksik, depremsellik incelemesi özensiz, 2010 yılında sona eren faaliyete ilişkin, bu tarihten sonrasını kapsamayan bir ÇED raporu verildiğini ortaya koyduğuna işaret edilen dilekçede, madenle ilgili "olumlu" görüş veren maden mühendisinin hiçbir inceleme içermeyen tek sayfalık görüşünün hükme esas alınmasının mümkün olmadığı ifade edildi.
YASALARA GÖRE ÇED'SİZ ÇALIŞIYOR!
Dilekçede bilirkişi raporundaki tespitlere dair şu görüşlere yer verildi;
“ * ÇED Raporu son 10 yılı kapsamamaktadır, bu durumda şu anki işletmenin çevresel etki değerlendirmesi yapılmamış durumdadır.
* Çevre Mühendisi tarafından düzenlenen rapora göre, Ovacık Altın Madeni işletmesi için
ortada kanun ve yönetmeliğin tanımladığı anlamda bir ÇED raporu yoktur.
* ÇED Raporunun fauna yönünden de yetersiz olduğu kanıtlanmıştır.
* Flora bakımından da yetersiz bir ÇED raporu ile karşı karşıyayız.
TEREDDÜTSÜZ HUKUKA AYKIRI
Dilekçenin sonuç kısmında; "Olayda tereddüde mahal kalmayacak derecede hukuka aykırılık ve telafisi imkânsız zarar bir arada ve ayni anda oluşmuştur. Bu nedenle daha fazla gecikmeden dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmesini diliyoruz." denildi.


Son Düzenlenme Tarihi: 22 Mayıs 2018 14:43
      
https://www.evrensel.net/haber/353094/bergamadaki-ovacik-altin-madeni-cedsiz-calisiyor

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Termik santralin öldürdüğü doğa: Yatağan kül barajı



Yatağan Termik Santralinin arıtma atıklarının toplandığı bölge kül barajına ve kül dağına dönüşmüş durumda.
   
 22 Mayıs 2018 13:22
  yataÄŸan kül dağı evrensel ile ilgili görsel sonucu

Yatağan Termik Santralinden emekli olan Süleyman Nalbant, termik santral kül dağlarını ve kül barajını Özer Akdemir’in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam'a anlattı.
Yaşamın olmadığı bir gezegen toprağıydı ayaklarımızın altındaki. Pudraya benziyordu, o kadar inceydi. Zaten toprak da değildi üzerinde gezdiğimiz zemin. Termik santralin kül dağıydı!
ÖLÜ BİR GEZEGEN GİBİ!
Oysa burası da, hemen birkaç yüz metre ötesinde görülen vadinin yamaçlarındaki zakkumlar, bademler, makilik gibi, ince yeşil yapraklarıyla gülümseyen delice zeytinleri, yaban kekikleri ve sarı kantaron otlarıyla örtülüymüş bir zamanlar. Yaşam varmış her karışında, bakanın yüzünü güldüren, çiçeklerin kokusundan başını döndüren bir yaşam. Yaşamı yok etmişler ve ölü bir gezegen haline getirmişler vadiyi. (EVRENSEL WEBTV)
Son Düzenlenme Tarihi: 22 Mayıs 2018 13:50
https://www.youtube.com/watch?v=83GBKlwkg20&feature=youtu.be

21 Mayıs 2018 Pazartesi

Dünya Süt Günü'nde hileli süt uyarısı



  
 21 Mayıs 2018 15:37
   
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İzmir Şubesi Dünya Süt Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, firmaların hileli üretime kaydığına dikkat çekti.
 
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İzmir Şubesi Dünya Süt Günü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında süt ürünlerinde yapılan hilelere dikkat çekti. Süt ve süt ürünlerinde yüksek maliyetler nedeniyle firmaların hileli üretime kaydığına dikkat çekilen basın açıklamasında, tüketicilerin bu hileleri anlamalarının son derece güç olduğu dile getirildi. 
YÜKSEK MALİYET SÜT ÜRETİCİLERİNİN BELİNİ KIRIYOR
ZMO Lokalinde gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan Şube Başkanı Ferdan Çiftçi, süt maliyetlerinin yüzde 70'ini oluşturan hayvan yemlerindeki yem katkı maddelerinin genellikle yurt dışından ithal edildiğine dikkat çekerek, dövizdeki artışın süt sektörünü de olumsuz yönde etkilediğini ifade etti. Süt sektörünün en önemli sorunları arasında yüksek maliyet ve hileli sütleri sayan Çiftçi, yüksek maliyet baskısı altında kalan süt üreticilerinin üretimden vazgeçecek konuma geldiklerini dile getirdi. Çiftçi bu durumun köyden kente yığılmayı beraberinde getiren bir göç olgusuna neden olduğunu aktararak, göçün engellenmesi için üreticinin örgütlenerek kazanması gerektiğini söyledi. 
GIDALARDA YAPILAN BAZI HİLELER
 
Fotoğraf: Evrensel
Süt ürünlerindeki hilelerin özellikle son dönemlerde sıkça kamuoyunun gündemine geldiğinin altını çizen Çiftçi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının sitesinde teşhir edilen hile yapan firmalara bakıldığında gıda hilelerinin ne kadar yaygın olduğunun görülebileceğini belirtti.
Çiftçi, gıdada yapılan bazı hileleri şöyle sıraladı; yoğurtlara jelatin, süt yağı yerine margarin, süzme yoğurtlara margarin, lora aşırı miktarda kalsiyum klorür, kaymaklı yoğurtlara küflenmeyi önleyecek kimyasallar, tereyağına margarin-patates püresi, peynirlere ve eritme peynirlere nişasta. 
PEYNİRE KEMİK UNU!
Bunların yanı sıra bazı peynirlere kemik unu katıldığına dair haberlerin de olduğunun altını çizen Çiftçi, "Son olarak 22 Mart tarihinde Bakanlığın açıkladığı listede 52 adet süt ürünleri işletmesi teşhir edilmiştir. Hileli gıda sektörü domino etkisi yaparak gittikçe yayılmaktadır. Güvenli gıda üretip yüksek maliyetler nedeniyle  piyasada rekabet edemeyen birçok firma da bu yola kaymaktadır" diye konuştu. Hileli gıdaların insan sağlığına olan maliyetleri konusunda da bilgiler veren Çiftçi, bu gıdalarla beslenmeler nedeniyle hiper tansiyon, şeker, kalp-damar hastalıkları, kalp krizi, obezite, kolestrol ve birçok kanser türüyle mücadele edilmek durumunda kalındığını ifade etti. 
HİLEYİ ANLAMAK SON DERECE ZOR
Tüketicilerin hileli süt ve süt ürünlerini anlamasının son derece zor olduğuna işaret eden Çiftçi, hileleri örtmek için birçok yasal ya da yasadışı gıda katkı maddesi kullanıldığına dikkat çekti. Çiftçi, tüketicileri ucuz gıdalardan uzak durmaya çağırırken, çözüm olarak ise şu konuların altını çizdi; "Hileli gıda satanlara ağır yaptırımlar getirilmesi. Para cezaların caydırıcılıktan uzaktır. bu işi yapan firmalara önce ağır para cezası, ikinci de kapatma, üçüncüde faaliyetten men edilmelidir. Sütlerin toplanması işleminin kooperatifler eliyle yapılması teşvik edilmelidir. Böylece süt sektöründeki kayıt dışılık önlenecek kalite artacak, maliyetler düşürülecektir. Sektörün desteklenmesi sütünü kooperatifler üzerinden pazarlayanlara avantajlı olacak şekilde gerçekleştirilmelidir. Kooperatiflerin de kendi markalarıyla süt ürünleri üretmeleri desteklenmelidir."
AÇIK SÜT UYARISI
Basın toplantısında konuşan Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölümü Süt Teknolojisi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Harun Reşit Uysal, açıkta satılan sütlerin geleneksel  yöntemlerle kaynatılmasının en değerli protein ve besin maddelerini yok ettiğini söyledi. Uysal, açık sütteki mikropların öldürülmesi için sıcaklıktan çok sürenin göz önüne alınması gerektiğini, market sütlerinde kullanılan teknolojide de belli oranda besin kaybı olduğunu ifade etti. Uysal, açık sütlerin hastalıklardan ari işletmelerden alınması önerisinde bulundu. (İzmir/EVRENSEL)

Son Düzenlenme Tarihi: 21 Mayıs 2018 15:46
      

Gazeteci Akdemir; "Atikhisar'ı sadece halk kurtarabilir"



21.05.2018       

Toplum gönüllüleri (TOG) Çanakkale, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kapsamında 'Genç Hafta' etkinlikleri düzenledi. TOG Üyeleri, Atikhisar Barajı?nda yaptıkları kampta Gazeteci-Yazar Özer Akdemir ile bir araya geldiler. Akdemir, söyleşide, Atikhisar Barajı su havzası üzerindeki altın madenlerine dikkat çekerek, "Atikhisar'ı sadece halk kurtarabilir" dedi.

 Toplum gönüllüleri (TOG) Çanakkale, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kapsamında ‘Genç Hafta’ etkinlikleri düzenledi. Atikhisar Barajı’nda kamp yapan TOG Üyeler, burada Evrensel Gazetesi İzmir Muhabiri gazeteci Özer Akdemir ile söyleşi düzenleyerek çevre sorunlarına ilişkin konuştular. Akdemir, yaptığı söyleşide TOG’un hazırladığı atölyelerde genç olma ve gençlik sorunları üzerine konuştu.  Akdemir, çevre sorununun neden gençlik sorunu olduğunu anlattı. Atikhisar Barajı’nı bekleyen tehlikelerin konuşulduğu söyleşide Akdemir; “Çanakkale’nin çeşitli yerlerinde yapılacak olan altın işletmeciliği, açık havada bir teknikle yapılacak. Bu, dünyanın en vahşi yöntemidir. Şuanda Bergama’da yapılan yöntem bu değil ama buralarda yapılacak olanlar yığın liçi tekniğidir. Oradan çıkan sıvı atıklar, cevheri alınmış, altını alınmış, gümüşü alınmış pasalar, böyle bir yere yığılacak ve doğada 100’lerce yıl, binlerce yıl kalacak. Altın işletmeciliği klasik anlamda bir madencilik faaliyeti değil. Bu, aynı zamanda bir kimyasal işletme ve ayrıca tehlikeli atık sınavına girecek boyutlarda işlemler yapılan ve ona göre önlemlerin alınması gereken bir kimyasal işletmedir” dedi. 
 
“Bergamalı köylüler, kadınıyla, erkeğiyle mücadele verdi”
Atikhisar’ın maruz kaldığı tehlikenin bir örneğinin de Bergama’da yapıldığını söyleyen Akdemir; “Durum böyle olunca Bergama köylüleri bunları öğrendikten sonra altın işletmeciliğine karşı mücadele etmeye başladılar. Bu mücadele, 1990’ların başında başlayıp 2005’e kadar süren önemli bir mücadele sürecidir. Bu sürecin başka bir önemi de Türkiye’de ilk altın madenciliği Bergama’da başladı. Köylülerin, yapmadıkları eylem de kalmadı, 17 köy bir araya geldi, yürüdüler, İstanbul’a gittiler, Boğaz Köprüsü’nü kapattılar, bu madenin çevresinde birçok eylem gerçekleştirdiler, aslında çok yaratıcı eylemler de yaptılar. Yani Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir zaman yapılmamış eylemleri yaptılar. Erkekler, üst tarafları çıplak bir şekilde İstanbul’da Ankara’da bildiri dağıttılar. Kadınlar, o döneme kadar hiçbir şekilde sokağa çıkmamış, eylem yapmamış kadınlar, bir anda mücadelenin önüne geçtiler” dedi. 

“Köylüler, sadece şirketle değil, hükümetle de mücadele verdi”
Akdemir, “Yani böyle bir niteliksel dönüşüm de yaşandı ve tam bu dönüşümün olduğu süreçte Bergama köylülerinin karşılarında uluslararası bir şirket vardı ama Bergama köylüleri karşılarında sadece bir şirket olmadığını, iktidarın da bütün devlet olanaklarıyla uluslararası şirketin yanında olduğunu gördü. Yani daha düne kadar kendi çocukları olarak benimsedikleri polisin, jandarmanın kendilerine karşı cop kullandıklarını, gaz sıktıklarını görmeye de başladılar. İşte orada da bilinçsel bir dönüşüm yaşandı. Bergama’daki bütün cevherleri tükettiler orada hazır siyanür tesisini kurdular, Havran’daki cevheri alıyorlar, kamyonlarla Bergama’ya getiriyorlar Bergama’da da bunları siyanürlü işleme tesisinde ayrıştırıyorlar. Bergama bir kapıydı, altın madencileri de Bergama kapısından içeri girdi. Bergama’dan sonra Kışladağ’a girdiler ve Kışladağ, şuanda Avrupa’nın en büyük atın madeni şirketidir. Atikhisar Barajı çevresindeki alanda yapılmak istenen altın işletmeciliği eğer yapılırsa barajın kirlenmesi hemen hemen garanti oluyor” dedi. 
 
“Başkan Gökhan, yıllardır çevrecilerle birlikte çırpınıyor”
Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın çevre konusundaki mücadelesine de dikkat çeken Akdemir; “Bunu Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan çok iyi biliyor. O yüzden başkan yıllardır çırpınıyor çevrecilerle birlikte ama bir belediye başkanı ne yapabilir. Bu altın madenini durduracak mesele hukuktur, eğer hukuk yoksa halktır. Kaz Dağı bölgesinde 7-8 tane altın madeni var. Bunların işletmesi hukuken durdurulmuştu. Bütün altın madenlerinin ÇED’leri iptal edildi. Çünkü dar bir alanda bu kadar altın madeni olmaz. Kaz Dağı gibi dünyanın en önemli ekosistemine sahip olan bir yerde altın işletmeciliği yapılır mı? Yani böyle yerlerde 7-8 tane altın madeni projelendiriliyor ve mahkeme de buna dur diyor. Daha sonra yerel mahkemenin karaları Ankara’ya gitti ve bu karalar orada bozuldu” ifadelerini kullandı.

“Başkan Gökhan, suyunu Çanakkalelilerle kurtarması gerekiyor”
Atikhisar Barajı’nda yapılan çalışmaları sadece Çanakkalelilerin durdurabileceğini söyleyen Akdemir; “Altın madencileri, şuanda Kirazlı’da, Balaban’da, Söğütlü tarafında, Ağı Dağı tarafında ağaç katliamına başladılar. Sadece burada kesilmesi düşünülen 1 milyon ağaçtan bahsediliyor. Çanakkale Belediye Başkanı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun yaptığı şeyleri yapmaması gerekiyor. Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, buradaki yaşam alanını korumak istiyorsa bunu Çanakkalelilerle halletmesi lazım. Çanakkaleliler buraya gelecek ve burada nöbet tutacaklar. Buradaki suyu korumak lazım bu su gittiği zaman Çanakkale içmeye su bulamayacak. Başkan bunun çok iyi biliyor. bu durumu korumak için hukuk artık hafif kalıyor. Çünkü hukuk, burada bir yere kadar gitti ve tıkandı. Bundan sonra halkın kendi yaşam alanını koruma mücadelesi başlamak zorunda. Türkiye’de birçok alanda yaşam mücadelesi veriliyor. Termik santrallerle ilgili mücadele bu bölgeyi de kapsayan bir mücadele. Çünkü sadece bu alanda 21 tane termik santral yapılmak isteniyor. Bütün dünya Fukuşima’dan sonra nükleer santralden vazgeçerken ‘nükleer silah yapacağı, nükleer silah sahibi olacağım’ sevdasıyla bu ülkenin hükümeti resmen kumar oynuyor. O nükleer santralin çevreye vereceği zarar sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacak, bunun etkinsi bütün dünya hissedecek” dedi.
(Baykal Sağlam)

20 Mayıs 2018 Pazar

Hesabı sorulmayacak mı Kışladağ’ın? (Pazar Yazısı)



20 Mayıs 2018 04:09
     

Özer AKDEMİR


Etrafında döndü durdu yerde yatan ölü kuzunun. Acı acı meleyerek döndü. Yönünü sürüye çevirdi, yürüdü üç beş adım, yine döndü. Koştu geldi ölü kuzunun yanına, uzun uzun kokladı. Göbek bağının olduğu yeri yaladı, hiç açılmamış göz kapaklarını, minik ağzının kenarını.



Çoban ilerde sürünün başında bekledi koyunu. Gütmedi sürüyü gürbüz otların olduğu yere doğru. Koyunun ölü doğan yavrusuyla vedalaşmasını izledi oturduğu yerden. Çoban köpeği de oturdu yanına. O da kafasını yere uzatıp bekledi.

Koyun, uzun dakikalar sonra, başını kaldırdı. Meleyerek etrafına baktı, umar gözlerle. Bir yardım gelmeyeceğini anladı. iri gözlerindeki hüzün büyüdü büyüdü. Son kez vardı ölü kuzusunun yanına. Son kez kokladı küçük gövdeyi baştan sona. Ve son kez öptü kuzusunu, boynundan. Yürüdü sürüye doğru!...



***
Sorumun bitmesinin ardından kısa bir sessizlik oldu telefonun karşı ucunda.
“Numaramı nereden buldunuz, önce onu bir söyleyin” dedi. Ses tonundan epeyce bir gerginleştiği anlaşılıyordu. “Siz sendikacı değil misiniz? Telefonlarınıza her yerden ulaşmam mümkün”. “Öyleyim tabii de...” cümlenin sonunu getiremedi, ne diyebilirdi ki?
Boşluktan yararlanıp yeniden sordum; “Madenden sizin üyeniz olan 300’e yakın işçinin çıkarıldığı, madenin kapatılacağı doğru mu?” Ben soruyu sorana kadar ne diyeceğini de toparlamıştı sanırım, daha soruyu bitirmeden “Yok öyle bir şey kardeşim. İşçi çıkarımı falan söz konusu değil” dedi. Sesi hala gergindi. “Numaramı kimden aldığınızı söylerseniz...”
Sorusunu duymazdan gelip “teşekkürler, iyi günler” deyip kapattım.
Aradan on beş dakika geçmedi ki bu sefer o beni aradı. Yine telefon numarasını nereden aldığımı sordu ilk olarak. Ben de kendisine haber kaynağımı söylememin mümkün olmadığını usulünce anlattım. Asıl derdi bu değilmiş zaten. “Benim size görüş vermeye yetkim yok, onun için aradım” dedi. “Nasıl yani? Biraz önce işçi çıkarımı yok demiştiniz, bu bilgi doğru mu değil mi?” Aynı şeyi söyledi; “bu konuda basına görüş verme yetkim yok”. Bu aslında bir anlamda olayın dolaylı olarak itirafıydı. Söylediği yalanın başına iş açmasından korkuyordu sendikacı.
Aldığım bilgi son derece güvenilirdi. Kaynağım, soruyu duyar duymaz anlatmaya başlamıştı, “Evet, doğru. Bugün itibariyle 280 sendikalı işçi işten çıkarıldı madende. Doğru düzgün bir gerekçe ileri sürmüyorlar. Madene iki ya da üç yıl ara verileceğini, sonra teknoloji yenilenerek yeniden işe alınacakları söyleniyor işçilere. Çıkarımlar basından gizleniyor. Zaten Uşak basını bunun haberini yapamaz. Sendikadan da ses çıkmıyor. Burnumuza kötü kokular geliyor. Bu geçici bir durum değil gibi”.
Bilgi almak için aradığım madene yakın İnay köyünden Muammer Sakaryalı, “geçen hafta yanından geçtik arabayla, maden hayalet gibi!” dedi. Görünen o ki “Avrupa’nın en büyük altın madeni”, Kışladağ’ı bir hırsız tedirginliği ile sessiz sedasız terk ediyordu!
***
Üç yıl önce bilirkişi keşfi sırasında devasa bir alana yayılan maden sahasını gezerken, bölgenin 15 yıl önceki hali gelmişti gözlerimin önüne. Daha altın madeni için kazma vurulmamışken, bu genç ormanlarla kaplı tepeleri, o tepelerin arasından, kızılçam ağaçlarının gölgesinde kıvrıla kıvrıla giden yolları anımsadım. O yol bizi Ovacık Köyü’ne çıkarmıştı. Köydeki ölüm sessizliğini bugün bile unutamam. Altın madeni sahasının ortasında kalan köyün tamamını satın almıştı şirket. Bir iki ay içinde de köyün boşaltılmasını istemişti. Köylülerin çoğu evlerini, sokaklarını arkalarında bırakıp göçüp gitmişti şehre. Kalan birkaç köylüden birisinin evine gittik.


Evin iri taşlarla çevrili avlusunda karşıladı bizi 70 yaşındaki Meryem Taşdöven nine. Elindeki toprak testiden su ikram etti. Arkasındaki duvarın üzerine sıralanmış sardunyalar, kadife çiçekleri, gülhatmileri sordum. “Bunları da götürecek misiniz?” diye. Gözleri dolu dolu oldu. “Bu çiçekleri götürdük diyelim anılarımız, çocukluğumuz, gençliğimiz ne olacak? Ya mezarlarında bırakıp gideceğimiz ölülerimiz! Ya koyunları, kuzuları nereye götüreceğiz?” dedi. Yarasına tuz basmıştım sorumla.
Yandaki evde ise başka bir hummalı çalışma vardı. Komşu Katrancılar köyünden Kamil Atılay daha bir yıl önce yapılan ve neredeyse hiç oturulmamış evin kapı, pencerelerini, ahşap kısımlarını söküyordu. “Ev sahibi Almanya’da. Herhalde içinde oturmak nasip olmadı” dedi.
***
Siyanür sızdırılan toprağın üzerinde gezerken herkes tedirgindi. Madencilerin ‘seyreltilmiş siyanür var borularda, bir zararı yok” sözlerine rağmen kimse damla damla siyanürün akıtıldığı dev gibi alanı gezmek istemedi daha fazla.
On beş yıl önce ormanlarla kaplı tepelerde tek bir ağaç kalmamıştı. Tepe kalmamıştı daha doğrusu! Devasa bir ‘cehennem çukuru’ tepeyi yutmuştu. O keşfin ardından madenin kapasitesini üç kat arttırma izni onaylandı. Eski haritalarda kalan Ovacık köyünün yanına yenilerini katacaktı, yeni köyleri yutacaktı maden!


***
Şimdi, sebebini kimsenin tam olarak bilemediği nedenlerde işçi çıkarıyor şirket. En  son gelen sayı 500 civarında ve daha da artacağı söyleniyor. Başka bir şirkete devir edileceği, siyasi iktidardan önemli birileri ile kar paylaşımında anlaşılamadığı gibi bir sürü bilgi havada uçuşuyor. İşçi işsiz kalırken, sendikası bu gerçeği gizliyor. Maden yetkililerinin ağzını bıçak açmıyor. Basında Avrupa’nın en büyük madeninin böyle sessiz sakin kapanmaya doğru gidişi haber dahi olmuyor. Bir zamanlar ormanlarında kekliklerin, ceylanların, tilkilerin dolaştığı, İç Anadolu’yu Ege’ye bağlayan Kışladağ viran edilmişti, talan edilmişti. Kaçıp gidiyorlar şimdi, “Dur, nereye? Burası aldığında böyle miydi?” diyen yok nasıl olsa!
***
Yıllardır, yüzlerce kuzu ölü doğdu Kışladağ çevresinde. Yüzlercesi meleyemedi hiç, ağzı, çenesi, gözleri olmayanları saymıyorum. Ölü yavrusunu terk edemeyen koyunun acısına tanıklık ettik. Bütün bu acıları yaratan madenci şirketin hiçbir şey olmamış gibi, Kışladağ’ı viran edip kaçıp gitmesine izin mi verilecek şimdi? İçinde birazcık yurt, doğa, vatan, insan sevgisi olanlar dikilmeyecek mi karşılarına? Hesabı sorulmayacak mı Kışladağ’ın?
     

17 Mayıs 2018 Perşembe

Maden tehdidindeki Latmos’ta yeni kaya resimleri bulundu



 17 Mayıs 2018 16:41
  
Antik çağdaki adı Latmos olan Beşparmak Dağlarında yeni kaya resimleri bulundu. Bölge madencilik faaliyetleri tehdidi altında.
 Maden tehdidindeki Latmos’ta yeni kaya resimleri bulundu
Özer AKDEMİR
İzmir
Antik çağdaki adı Latmos olan, Aydın ve Muğla illeri arasındaki Beşparmak Dağlarında tarih öncesinden kalma yeni kaya resimleri bulundu. Bölgede yoğun olarak yapılan madencilik faaliyetleri 8 bin yıllık kaya resimleri için büyük tehdit durumunda. 
Latmos’ta kaya resimleri ilk olarak 1994 yılında Almanyalı Arkeolog Dr. Anneliese Peschlow tarafından tespit edilmişti. O günden bu yana birçok yeni kaya resmi ve geçmiş uygarlıklara ait eserler bulunan Latmos, kuvars ve feldspat madenciliği yapan şirketler tarafından adeta istila edilmiş durumda. 
Hem doğal yapıya hem tarihi ve kültürel eserlere önemli oranda zarar verdiği gözlemlenen bu madenler, Latmos’un tamamının sit alanı ilan edilmesi çabalarına rağmen her geçen gün kapasite arttırıyor.  
8 BİN YIL ÖNCE YAPILAN RESİMLER
Latmos’ta en son iki yeni mağarada 8 bin yıllık tarih öncesi kaya resimlerinin ve fresklerden oluşan bir kaya sığınağının tespit edildiği Ekosistemi Koruma ve Doğa Severler Derneği (EKODOSD) tarafından açıklandı. EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü bulunan mağaranın birindeki resimlerin oldukça iyi durumda olduğunu ve insan olmayan değişik bezeme ve tezyinat gibi figürlerden oluştuğunu dile getirdi. Diğer mağaradaki resimlerde zaman içinde iklim koşulları ve mağara içinde yakılan ateş sonucu bozulmalar meydana geldiğini ifade eden Sürücü, “Bilinen sit alanları dışında hiçbir koruma statüsü bulunmayan Latmos dağlarındaki mağaralarda, yöre insanlarından aldığımız bilgilere göre dışarıdan gelen avcı vb. meraklılar tarafından içinde ateş yakıldığı, bunun sonucunda da mağaranın duvarlarında bozulmalar meydana geldiği görüldü. Bazı mağaradaki kaya resimlerini fark edebilmek uzmanlık gerektiriyor. Ne yazık ki bunları fark etmeyen bilinçsiz kişilerin yaktığı ateş sonucunda resimler yok olmaktadır” dedi.
KEŞFEDİLMEYİ BEKLEYEN BİRÇOK İNSANLIK MİRASI VAR
 
Fotoğraflar: EKODOSD
Bir kaya sığınağının altında Bizans dönemine ait fresklerin de bulunduğu bilgisini veren Sürücü, burada da definecilerin yarattığı tahribatların yanı sıra bazı bilinçsiz kişilerin resimlerin üzerine seramik parçalarıyla şekiller çizdiklerini aktardı. Latmos Dağlarında Bizans dönemine ait birçok manastır, kilise yapısı ve savunma kalelerinin bulunduğunu dile getiren Sürücü, bu gizemli coğrafyada, daha keşfedilmeyen birçok insanlık mirası bulunduğunun altını çizdi.

MADEN OCAKLARINA YENİ İZİNLER VERİLİYOR
İnsanlığın ortak mirası olan Latmos’un bakir coğrafyası, jeolojik yapısı, doğal ve kültürel varlıkları ile maden ocaklarının tehdidi altında olduğunu belirten Sürücü, “Mevcut maden ocaklarının yarattığı tahribatlar göz önündeyken, yeni talepler Latmos’un doğal ve kültürel değerlerini yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır. Gelecekte bölge ve ülke turizmine önemli katkı yapmasını beklediğimiz açık hava müzesi niteliğinde ki alan kaybedilmiş olacaktır. 8 bin  yıldır devam eden Latmos kültürünün yaşatılması için bu dağlarda yaşayan insanların köylerinden kentlere göç etmesi yerine, hazırlanacak eko turizm projeleriyle yaşam alanlarında kalmaları sağlanmalıdır” dedi. 
Son Düzenlenme Tarihi: 17 Mayıs 2018 17:20
      

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...