20 Mayıs 2018 04:09
Etrafında döndü durdu yerde yatan ölü kuzunun. Acı acı
meleyerek döndü. Yönünü sürüye çevirdi, yürüdü üç beş adım, yine döndü. Koştu
geldi ölü kuzunun yanına, uzun uzun kokladı. Göbek bağının olduğu yeri yaladı,
hiç açılmamış göz kapaklarını, minik ağzının kenarını.
Çoban ilerde sürünün başında bekledi koyunu. Gütmedi sürüyü
gürbüz otların olduğu yere doğru. Koyunun ölü doğan yavrusuyla vedalaşmasını
izledi oturduğu yerden. Çoban köpeği de oturdu yanına. O da kafasını yere
uzatıp bekledi.
Koyun, uzun dakikalar sonra, başını kaldırdı. Meleyerek
etrafına baktı, umar gözlerle. Bir yardım gelmeyeceğini anladı. iri
gözlerindeki hüzün büyüdü büyüdü. Son kez vardı ölü kuzusunun yanına. Son kez
kokladı küçük gövdeyi baştan sona. Ve son kez öptü kuzusunu, boynundan. Yürüdü
sürüye doğru!...
***
Sorumun bitmesinin ardından kısa bir sessizlik oldu
telefonun karşı ucunda.
“Numaramı nereden buldunuz, önce onu bir söyleyin” dedi. Ses
tonundan epeyce bir gerginleştiği anlaşılıyordu. “Siz sendikacı değil misiniz?
Telefonlarınıza her yerden ulaşmam mümkün”. “Öyleyim tabii de...” cümlenin
sonunu getiremedi, ne diyebilirdi ki?
Boşluktan yararlanıp yeniden sordum; “Madenden sizin üyeniz
olan 300’e yakın işçinin çıkarıldığı, madenin kapatılacağı doğru mu?” Ben
soruyu sorana kadar ne diyeceğini de toparlamıştı sanırım, daha soruyu bitirmeden
“Yok öyle bir şey kardeşim. İşçi çıkarımı falan söz konusu değil” dedi. Sesi
hala gergindi. “Numaramı kimden aldığınızı söylerseniz...”
Sorusunu duymazdan gelip “teşekkürler, iyi günler” deyip kapattım.
Sorusunu duymazdan gelip “teşekkürler, iyi günler” deyip kapattım.
Aradan on beş dakika geçmedi ki bu sefer o beni aradı. Yine
telefon numarasını nereden aldığımı sordu ilk olarak. Ben de kendisine haber
kaynağımı söylememin mümkün olmadığını usulünce anlattım. Asıl derdi bu
değilmiş zaten. “Benim size görüş vermeye yetkim yok, onun için aradım” dedi.
“Nasıl yani? Biraz önce işçi çıkarımı yok demiştiniz, bu bilgi doğru mu değil
mi?” Aynı şeyi söyledi; “bu konuda basına görüş verme yetkim yok”. Bu aslında
bir anlamda olayın dolaylı olarak itirafıydı. Söylediği yalanın başına iş
açmasından korkuyordu sendikacı.
Aldığım bilgi son derece güvenilirdi. Kaynağım, soruyu duyar
duymaz anlatmaya başlamıştı, “Evet, doğru. Bugün itibariyle 280 sendikalı işçi
işten çıkarıldı madende. Doğru düzgün bir gerekçe ileri sürmüyorlar. Madene iki
ya da üç yıl ara verileceğini, sonra teknoloji yenilenerek yeniden işe
alınacakları söyleniyor işçilere. Çıkarımlar basından gizleniyor. Zaten Uşak
basını bunun haberini yapamaz. Sendikadan da ses çıkmıyor. Burnumuza kötü
kokular geliyor. Bu geçici bir durum değil gibi”.
Bilgi almak için aradığım madene yakın İnay köyünden Muammer Sakaryalı, “geçen hafta yanından geçtik arabayla, maden hayalet gibi!” dedi. Görünen o ki “Avrupa’nın en büyük altın madeni”, Kışladağ’ı bir hırsız tedirginliği ile sessiz sedasız terk ediyordu!
Bilgi almak için aradığım madene yakın İnay köyünden Muammer Sakaryalı, “geçen hafta yanından geçtik arabayla, maden hayalet gibi!” dedi. Görünen o ki “Avrupa’nın en büyük altın madeni”, Kışladağ’ı bir hırsız tedirginliği ile sessiz sedasız terk ediyordu!
***
Üç yıl önce bilirkişi keşfi sırasında devasa bir alana
yayılan maden sahasını gezerken, bölgenin 15 yıl önceki hali gelmişti
gözlerimin önüne. Daha altın madeni için kazma vurulmamışken, bu genç
ormanlarla kaplı tepeleri, o tepelerin arasından, kızılçam ağaçlarının gölgesinde
kıvrıla kıvrıla giden yolları anımsadım. O yol bizi Ovacık Köyü’ne çıkarmıştı.
Köydeki ölüm sessizliğini bugün bile unutamam. Altın madeni sahasının ortasında
kalan köyün tamamını satın almıştı şirket. Bir iki ay içinde de köyün
boşaltılmasını istemişti. Köylülerin çoğu evlerini, sokaklarını arkalarında
bırakıp göçüp gitmişti şehre. Kalan birkaç köylüden birisinin evine gittik.
Evin iri taşlarla çevrili avlusunda karşıladı bizi 70
yaşındaki Meryem Taşdöven nine. Elindeki toprak testiden su ikram etti. Arkasındaki
duvarın üzerine sıralanmış sardunyalar, kadife çiçekleri, gülhatmileri sordum.
“Bunları da götürecek misiniz?” diye. Gözleri dolu dolu oldu. “Bu çiçekleri
götürdük diyelim anılarımız, çocukluğumuz, gençliğimiz ne olacak? Ya
mezarlarında bırakıp gideceğimiz ölülerimiz! Ya koyunları, kuzuları nereye
götüreceğiz?” dedi. Yarasına tuz basmıştım sorumla.
Yandaki evde ise başka bir hummalı çalışma vardı. Komşu
Katrancılar köyünden Kamil Atılay daha bir yıl önce yapılan ve neredeyse hiç
oturulmamış evin kapı, pencerelerini, ahşap kısımlarını söküyordu. “Ev sahibi
Almanya’da. Herhalde içinde oturmak nasip olmadı” dedi.
***
Siyanür sızdırılan toprağın üzerinde gezerken herkes
tedirgindi. Madencilerin ‘seyreltilmiş siyanür var borularda, bir zararı yok”
sözlerine rağmen kimse damla damla siyanürün akıtıldığı dev gibi alanı gezmek
istemedi daha fazla.
On beş yıl önce ormanlarla kaplı tepelerde tek bir ağaç
kalmamıştı. Tepe kalmamıştı daha doğrusu! Devasa bir ‘cehennem çukuru’ tepeyi
yutmuştu. O keşfin ardından madenin kapasitesini üç kat arttırma izni
onaylandı. Eski haritalarda kalan Ovacık köyünün yanına yenilerini katacaktı,
yeni köyleri yutacaktı maden!
***
Şimdi, sebebini kimsenin tam olarak bilemediği nedenlerde
işçi çıkarıyor şirket. En son gelen sayı 500 civarında ve daha da
artacağı söyleniyor. Başka bir şirkete devir edileceği, siyasi iktidardan
önemli birileri ile kar paylaşımında anlaşılamadığı gibi bir sürü bilgi havada
uçuşuyor. İşçi işsiz kalırken, sendikası bu gerçeği gizliyor. Maden yetkililerinin
ağzını bıçak açmıyor. Basında Avrupa’nın en büyük madeninin böyle sessiz sakin
kapanmaya doğru gidişi haber dahi olmuyor. Bir zamanlar ormanlarında
kekliklerin, ceylanların, tilkilerin dolaştığı, İç Anadolu’yu Ege’ye bağlayan
Kışladağ viran edilmişti, talan edilmişti. Kaçıp gidiyorlar şimdi, “Dur,
nereye? Burası aldığında böyle miydi?” diyen yok nasıl olsa!
***
Yıllardır, yüzlerce kuzu ölü doğdu Kışladağ çevresinde.
Yüzlercesi meleyemedi hiç, ağzı, çenesi, gözleri olmayanları saymıyorum. Ölü
yavrusunu terk edemeyen koyunun acısına tanıklık ettik. Bütün bu acıları
yaratan madenci şirketin hiçbir şey olmamış gibi, Kışladağ’ı viran edip kaçıp
gitmesine izin mi verilecek şimdi? İçinde birazcık yurt, doğa, vatan, insan
sevgisi olanlar dikilmeyecek mi karşılarına? Hesabı sorulmayacak mı
Kışladağ’ın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder