30 Aralık 2018 Pazar

Latmos'lu ressamlar ve Göbeklitepe


30 Aralık 2018 14:24

Sadece insanı ve aile sahnelerini değil suyu da çizmişler Latmos’lu ressamlar… Özer Akdemir, Latmos kaya resimlerini yazdı.

 Latmos'lu ressamlar ve Göbeklitepe
Fotoğraf: EKODOSD (Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği)

Özer AKDEMİR
İzmir
Urfa Göbeklitepe’de bulunan T biçiminde taşlar ile ondan binlerce kilometre uzaklıktaki eski adı Latmos olan Beşparmak Dağlarındaki kaya resimleri arasında bir ilişki olabilir mi? Yaşamının 20 yılını Latmos kaya resimleri ile ilgili çalışmalara veren Dr. Anneliese Peschlow bu sorunun yanıtını da araştırıyor.


8000 YILLIK RESİMLER
1971 yılında Latmos'daki antik taş döşeli yolların kıyısında bulunan beyaz haçların peşinde gezerken, bölgede arıcılık yapan Yaşar Beşparmak'ın gösterdiği kırmızı resimler tarihin yanı sıra Peschlow'un yaşamını da değiştirmiş. Karakaya'nın Söğütözü mevkiinde Göktepe'de bulunan ilk kaya resminin tarihinin M.Ö. 6000’lere dayandığının, yani günümüzden 8000 yıl önce burada yaşayan Latmos’lu resim sanatçılarının bu resimleri yaptığının ortaya çıkması arkeoloji bilimi açısından çok önemli bir keşfi de işaret etmekteydi. Peschlow'un o günden sonra bölgede yaptığı çalışmalar yöre insanlarından, çobanlardan, arıcılardan alınan bilgiler sonucunda bulunan kaya resimlerinin sayısı günümüzde 180’e yaklaşmış durumda. Latmos'da eğer yok edilmemişse hâlâ yeni kaya resimleri bulunmaya devam ediliyor. Dünya kültürünün en önemli miraslarından birisi, 8000 yıl önceki Anadolulu ressamların eserleri, ne yazık ki günümüzde bölgede gittikçe çoğalan taş, felspat ve kuars madenlerinin tehdidi altında.
 
Fotoğraf: EKODOSD (Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği)

İNSANI, AİLEYİ, SUYU ÇİZMİŞLER
Hangi kayaların altında ya da karanlık bir mağaranın duvarında resimler var, bunun ortaya çıkarılması ancak uzman gözlerin titiz çalışmaları ile mümkün. Latmos’lu sanatçılar, dünyada başka ülkelerde bulunan eski kaya resimlerindeki hayvanların, avcılığın aksine, dağın vahşi kayalıklarına insanı çizmişler. Aile yaşamını, eşlerin, anne çocuğun yaşamını, bebeğini hoppa yapan bir kadını, ele ele halay çeker gibi tutuşan insanları görmek mümkün bu resimlerde. Sadece insanı ve aile sahnelerini değil suyu da çizmişler Latmos’lu ressamlar. Menderes'i kutsal bellemişler ve onu da çizerek kutsamışlar. Tarımı öğrenip yerleşik düzene geçmişler Latmos'lular. Kurak geçen yıllarda tarım için gerekli yağmurlar yağmayınca hava ve iklim tanrısına dua eden motifleri çizdiğini görüyoruz Latmos ressamlarının. Dağın zirvesinin en iyi göründüğü yer olan Karadere mağarasında bulunan kayanın doğal yapısı, aşınmaları ile birlikte çizilen resimler Latmos tanrılarının çizimleri olarak değerlendiriliyor. Sanki yanlarından akıp giden ırmağa dua eder gibiler.

T BİÇİMLİ GİZEM
 Fotoğraf: EKODOSD (Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği)
Bu resimlerde ilgi çeken başka bir özellik ise figürlerin başlarının T biçiminde yapılması. Günümüzden 12 bin 500 yıl öncesine tarihlenen ve dünya arkeolojisinin yeniden yazılmasına neden olan Urfa Göbeklitepe'de ortaya çıkarılan T şeklindeki taşlarla bu figürler arasında bir bağ, ilişki var mı? Dr. Anneliese Peschlow buradaki taşları incelemek ve Latmos Tanrılarının başlarında olan T biçimlerindeki benzerliği araştırmak için Urfa Göbeklitepe’ye gitmişti.

MUTLULUĞUN RESİMLERİ


Fotoğraf: EKODOSD (Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği)
8000 yıl önceden demiroksit kullanarak kırmızı renklerle mutluluğun resimlerini çizen Latmos'lu sanatçıların özlemleri, düşleri, yaşamları o günlerden bize kadar gelebildi. Bu resimlerin bizden sonraki bin yıllara taşınabilmesi için ise korunması gerekiyor. Batı Anadolu’nun benzersiz coğrafyasında yer alan bu resimlerin bulunduğu bölgede yeni yeni maden ocakları için ruhsat verilmesi, gözümüz gibi korumamız gereken, bu insanlık miraslarına karşı yapılan en büyük 'ihanet' sayılıyor. Tuvalet taşı, lavabo, mutfak tezgahı hammaddesi için Latmos'lu ressamların günümüz kadar gelmiş 8000 yıllık resimlerinin yok olmasına göz yumanlar, zemin hazırlayanlar sadece tarih önünde değil insanlığın kültür mirasına karşı bir suç olarak günümüz hukukunda da yargılanıp cezalandırmalı.






Doğa ve direniş (2018 Almanak)





2018'in Mart ayında Bergama Ovacık Altın Madeni'nin 3. atık havuzu ile ilgili açılan davada bilirkişi keşfine gidenler madenin girişinde demir kapı ve gerisindeki silahlı özel güvenlikler tarafından karşılandı. Yaklaşık 30 kişilik gruptan davacı kurumları temsilen birkaç kişi dışında hiç kimsenin maden sahasına sokulmaması emrini almıştı özel güvenlikçiler. Dediklerine göre hakim bu yönde karar vermişti. Ege Bölgesinde ve hatta ülkedeki ekolojik yıkımın, talanın sembollerinden birisi olan bu altın madeninin yarattığı doğa tahribatı demir kapılar ve yamaçlara yığılan, üzeri çimlendirilmiş tümseklerle gözlerden gizlenmeye çalışılıyordu. Demir kapının ötesinde iki tane siyanürlü atık barajı, tepe haline gelmiş pasa yığınları ve döne döne yerin derinliklerine ilerleyen cehennem çukuru denilen bir açık maden ocağının korkunç görüntüsü gizleniyordu.

Yaşamı savunmak için yıllardır ısrarla direnenleri, madenin girişindeki demir kapının tam üzerinde boy vermiş sarı bir çiçek karşıladı. Yaşam, talan edildiği yerde, talan edenleri kendilerine karşı gelenlerden ayıran demir kapının üzerinde filizlenmişti. Doğa herşeye inat direniyor, 'siz de direnin, yaşam kazanacak' mesajı veriyordu.

Aydın kent merkezine 10 kilometre uzaklıktaki Kızılcaköy'lüler de yeni yıla direnişle girecekler. İncir, zeytin bahçelerinin ortasında yapılmak istenen jeotermal santraline karşı kurdukları çadırda nöbetteler. Nöbet aslında dört ayı aşkındır sürüyor ama yılın bu son ayı polis, jandarma, şirket güvenliği ile adeta göğüs göğüse bir mücadele şeklinde geçti.

Kızılcaköyün kadınları bu direnişin öncüsü. Direniş, daha birkaç ay öncesine kadar siyasi iktidar ve onun destekçisi partiye oy vermiş köylülerde ve özellikle kadınlarda önemli bir siyasi değişimi de getirdi. Kurulduğundan bu yana AKP'ye oy verdiğini söyleyen 70 yaşındaki Zehra Doğrul Cumhurbaşkanına seslenerek "Haram olsun ona verdiğim oylar" diyordu. Leyla Çiyanşen ise kendisini TBMM'ye davet eden bir siyasi parti liderine "Meclise gitmeliyim tamam da çıkıp kürsüye halkın anlayacağı dilden konuşmalıyım. Ben konu mankeni miyim?" diye yanıt veriyordu, kameralar karşısında.


Direniş değişimi tetikliyor. Devletle halkın göz göze gelmesi, kendi vergileriyle beslediği askerin, polisin kendilerini itmesi, kakması, dövmesi, güvendikleri hukuk düzeninin zengini koruduğunun ortaya çıkması hiçbir sözün anlatamayacağını anlatıp kavratıyor...

Ülkedeki hukukun geldiği bu nokta nedeniyle İzmir Körfez Geçişi Projesi'nin ÇED Raporu bu yılın son ayında iptal edilince hemen hiç kimse "tamam bu iş bitti" demedi. Diyemedi çünkü ÇED süreçlerinin ve bunlara karşı açılan davaların artık hukuken bir çıkmaz yol olduğu yaşanan onlarca örnekle görülmüştü. Yıllarca süren ÇED davalarının ardından çeşitli risklere dikkat çekilerek bu raporlar mahkemece iptal edilse bile, şirket 2009/7 Genelgesine dayanarak hemen bu riskleri kağıt üzerinde gidereceğine dair revize bir ÇED dosyası ile başvuruyor, bir ay dolmadan yeni ÇED'ine kavuşuyordu.

İzmir Körfez Geçişi projesinde de böyle bir durum yaşanabilir elbette. İzmirlilerin şu an için tek güvendikleri şey ise ekonomik kriz! Zaten birçok yorumda ekonomik krizin bu projeyi durdurduğu yönünde. Hemen hepsi yandaş sermaye gruplarına rant aktarmak olan bu "çılgın projeler"de ekonomi iyi kötü kapitalist ilişkiler içerisinde döndüğünde geçerli oluyor sonuçta.

Bu yılın başında, 2018 Ocak ayında ÇED süreci başlatılan Sinop Nükleer Santrali ile ilgili yıl sonunda gelen haberin de içinden geçilen kriz ortamından bağımsız olduğunu söylemek zor. Japon Nikki Gazetesi tarafından bu ay içerisinde gündeme getirilen Japonya'nın Sinop'ta Japon - Fransız ortaklığıyla inşa edilmesi planlanan nükleer santral projesinden çekildiği iddialarından bahsediyoruz.

AKP'nin çılgın projelerinden İstanbul Havalimanında da işler hiç iyiye gitmiyor. Hemen her yağışta sular altında kalan havalimanı, tüm uyarılara rağmen bir ekoloji ve emek cehennemi yaratılarak yapılmış, İstanbul'un kuzey ormanlarının ve sulak alanlarının üzerine kurulmuştu.

Sürekli büyümek ve tüketmek zorunda olan sistemde ürettiği elektriğin neredeyse üçte birini tüketemeyen ülkenin yeni termik santral, nükleer, RES, JES, GES gibi enerji yatırımlarına soyunması, dağı taşı zehirleyerek, alt üst ederek vahşi madencilik projelerine geçit vermesi, doğal ve kültürel varlıkların talanına zemin hazırlayan yasa yönetmelikleri çıkarmasının ardındaki neden işte sistemin bu 'çaresiz' döngüsünde.
Ekoloji gündemi ülkenin diğer tüm gündemleri kadar etkileniyor her gelişmeden. Ekolojik sorunlar da buna karşı verilen mücadeleler de doğal olarak artıyor. Ekonomik kriz ekolojik krizle paralel ilerliyor. Ekonomik krize karşı emekçilerin tepkileri, yaşam alanlarını koruma mücadelesi veren halkın direnişiyle bütünleştiğinde asıl o zaman AKP'nin ve kapitalizmin krizi başlayacaktır. Buna onların krizi, doğanın ve emeğin kurtuluşunun başlangıcı demek gerekiyor.
Doğa, nasıl altın madeninin demir kapısı üzerinde açan çiçekle direniyorsa, yaşam da yıkıma karşı bir yolunu bulur. Yaşamın doğası direniş üzerine kuruludur. Doğa ise direnişin ta kendisidir..

https://www.evrensel.net/haber/369662/doga-ve-direnis

Keçileri kim kaçırdı? (Pazar yazısı)


30 Aralık 2018 04:30



Geçtiğimiz günlerde İzmir Havagazı Fabrikasında Yerel Tarih Yarışmasının ödül töreni yapıldı. Ödüllerden birisi de “Yarımada'nın Kıl Keçileri ve Yetiştiricileri” başlıklı sözlü tarih çalışmaları ile Karaburun Gençlik Meclisi üyelerine verildi.
Karaburun Yarımadasındaki keçi yetiştiricilerine ve çobanlarına sorulan soruların yanıtları geçmişten günümüze uzanan hüzünlü bir yolculuğun izlerini taşıyor. Çalışma, yarımadada yaşayan insanların yüz yıllardır en önemli geçim kaynağı olan keçi yetiştiriciliğinin neden ve nasıl can çekiştiğine de ışık tutuyor.

Çalışmayı yaparken “yarımadanın soluk alış verişini hissettik” diyen gençler, şimdiki zamanı keçi çobanlarından dinlerken yüreklerinin acısının gözyaşlarına karıştığını söylüyorlar.
Karaburun'un dağlarında, daracık bir alana sıkışıp kalmış keçi çobanlarının dünü anlatırkenki coşkuları ile bugünden bahsederken içine düştükleri çaresizlik duygusu hemen hissediliyor.
Kadim çağlarda “Rüzgarlı Mimas” adı verilen Karaburun'un kekik kokulu dağlarını dolaşırlarken, sarp kayaların ötesinden gelen sesleri duymuş gençler öncelikle. Bu seslerin çobanlarla keçilerin anlaşmaların sağlayan dil olduğunu anladıklarında adım adım yaklaşmışlar onlara.
Çalışmanın sonrası ağıllarda, kışlaklarda çobanlara sorulan sorular ve yanıtlarından oluşuyor. “Nerede yaşıyorlar? Kimler çobanlık yapıyor? Peynirleri nasıl yapıyorlar? Bugünkü durumları ne?” gibi soruların yanıtlarını ararken, “olayın diğer yüzüyle” karşılaşmışlar.


“Bir aile düşünün ki; 5 kuşaktır sadece kara keçiden karın doyuruyor. Nerede doğdunuz, ne kadar zamandır bu işle meşgulsünüz sorusuna ; “evladım ben başka iş, yer bilmem anam beni damda doğurmuş” diye karşılık veriyordu, çoban. Bugün gelinen noktada RES şirketleri tarafından her yanı çevrilmiş Yayla Köyü'nde 9 sürü bulunuyor. RES santralleri için kiralanan alanlar köyün kenarındaki bütün kışlakları kaplıyor. Bu yetmezmiş gibi bir de özel zeytin ağaçlandırma sahaları var,  yüzlerce dönümü kiraya verilmiş. Koruma amaçlı etrafı çevrilen araziler dedesinin, dedesinin, dedesinden beri burada hayvancılık yapan, yürürken aynı taş yüzünden dedesiyle aynı yerde ayağını burkan çobanın patikalarını elinden alıyor.”
Bir dokunup bin ah işitmişler çobanlardan. Ellerinden alınan meraları, her geçen yıl azala azala bir avuç kalan sürüleri, dağlarda, tepelerde yitip giden çeşmeleri, RES'lerin sesleri yüzünden düşük yapan keçileri, artık unutulan örgü sepetini, oğlak mayasını, kurtların yitişi köpeklerin çoğalışını, peynirin, yağın, yoğurdun tadını değiştiren zamanın Karaburun'u da adım adım yok oluşa sürüklemesini dinlemişler onlardan.

“Çeşme Otobanı yapıldıktan sonra kurtlar tükendi” diyorlar ağız birliği etmişçesine tüm çobanlar. Bir zamanlar elde tüfek kurt bekledikleri geceleri anlatırken o anlara bile özlem duyduklarını hissediyorsunuz. Kurtlar kaybolunca yazlıkçıların terk ettiği köpeklerin oluşturduğu çeteler saldırır olmuş sürülere.
“RES Santrallerinin bulunduğu alanlar dışında türbinler için açılan iletim hatları Karaburun/İzmir yolundan geniş. Yol açmak için yok edilen bitki örtüsü yetmezmiş gibi inşaat aşamasında ortaya çıkan toz, geriye kalan makilikleri örtüyor. Bunları keçiler yemiyor, yeseler de toz sebebiyle ciğer hastalıklarına tutuluyor”.
415 km2 yüzölçümü olan Karaburun'da 6 firmaya verilen RES ruhsatları yarımada yüzölçümünün yüzde 71'ini kapsarken, dağlık, sarp arazileri çıkarttığınızda yaşam için bırakılan alan ise yüzde 16'da kalmış!..
RES şirketi müdürünün “20 yıl içerisinde Yaylaköy kalmayacak” dediğinden bu yana RES'ler yüzünden yaşam alanları sürekli daralan, ellerindeki meraları zeytinlik yapmak için büyük şirketlere kiralanan köylüler yavaş yavaş köyleri boşaltmaya başlamış.
Temiz, sağlıklı, güvenilir gıdaya ulaşmanın öneminin her geçen gün daha çok hissedildiği, çevresel etkenler ve sağlıksız gıda nedeniyle hastalıkların, kanser oranlarının sürekli arttığı bir dönemde, Karaburun da keçi yetiştiriciliğinin bitmeye yüz tutmasının olumsuz etkileri elbette ki sadece yarımadadaki köylülerle sınırlı kalmayacak.
Kırkım şenlikleri, peynir yapım teknikleri, türküleri, şiirleri, çoban çeşmeleri ile bir kültür kaybolacak. Karaburun'dan keçilerin kaçırılmasının öyküsü Anadolu'nun doğası, kültürü ve tarihine yönelik talanının da küçük bir özeti adeta.
“Dağlarımıza zulüm ediliyor” diye dert yanan çobanların sesleri nereye kadar duyulur, duyulursa ne gibi çareler üretilir bilinmez ama, doğada bu zulmün karşılığı gün gelir mutlaka görülür.
Doğa kin tutmaz ama ektiğinizi biçtirmeden de bırakmaz!..
https://www.evrensel.net/yazi/82966/kecileri-kim-kacirdi

28 Aralık 2018 Cuma

Bilirkişi: Gediz Deltası mutlaka korunmalı


 28 Aralık 2018 14:17

Bilirkişi, İzmir Körfez Geçiş Projesi kapsamında Gediz Deltasını koruma sınırlarını daraltan ve yapılaşmanın önünü açan karara karşı görüş bildirdi.
 BilirkiÅŸi: Gediz Deltası mutlaka korunmalı
Özer AKDEMİR
İzmir
Gediz Deltasının koruma statüsünü değiştiren Ulusal Sulak Alan Komisyonu’nun (USAK) kararına karşı açılan davada bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu. Bilirkişiler deltanın yeryüzünün en önemli ekosistemlerinden biri olduğuna dikkat çekerek değişikliğe, karşı görüş bildirdi. İzmir Körfez Geçişi Projesinin mahkeme tarafından iptalinin ardından, bilirkişi raporu da başta flamingolar olmak üzere Gediz Deltasında yaşayan canlılar için sevindirici.
Gediz Nehri Sulak Alanı Koruma Bölgesi’nin belirlenmesine dair mart 2017 tarihinde kabul edilen Ulusal Sulak Alan Komisyonunun (USAK) kararına karşı Doğa Derneği, İzmir Kent Stratejileri Merkezinden Araştırmacı Ali Rıza Avcan ve Avukat Cem Altıparmak tarafından dava açılmıştı. Mutlak koruma alanı içerisinde bulunan Gediz Deltasının koruma sınırlarını daralttığı ve yapılaşmanın önünü açtığı gerekçeleriyle USAK kararına olur veren Bakanlığın olurunun yürütmesinin durdurulması istenmişti. Açılan dava ile ilgili alanda 14 Nisan 2018 tarihinde yapılan incelemelerde bilirkişilerden USAK kararının Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde belirtilen koruma bölgeleri tanımlarına uygun olup olmadığının tespiti istendi.
DELTANIN TAMAMI KUŞ CENNETİ
Davanın görüldüğü İzmir 3. İdare Mahkemesine sunulan 57 sayfalık bilirkişi raporunda alanın kuş faunası bakımından oldukça önemli olduğuna vurgu yapılarak; "Deltanın tamamının kuş cenneti statüsünde olduğu ve koruma çalışmaları dışında yapılacak herhangi bir faaliyetin, kuşlar üzerinde kesinlikle negatif etki oluşturacağı" dile getirildi. USAK kararında yer alan "tampon bölge" tanımı ile zaten daha önceden daralmış olan alanın daha da daralmasının söz konusu olduğuna dikkat çekilen raporda, "bu durumun sulak alan ekosistemlerinin korunmasında, ekosistem dengesinin bozulmasını başlatacak bir etki olarak değerlendirildiği" ifadelerine yer verilerek USAK kararının ornitolojik açıdan uygun görülmediği kaydedildi.
USAK kararının çevre mühendisliği açısından değerlendirilmesinde Bakanlık tarafından kabul edilen USAK kararının Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ndeki koruma bölgeleri tanımlarına uygunluğundan çok İzmir Körfez temizlik Projesi göz önüne alınarak oluşturulduğu belirtildi.



'YAPILAŞMA BASKISI OLUŞTURUR'
Kararın şehir planlama açısından Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'ndeki "kontrollü kullanım tanımına uymadığı, Gediz Deltası Koruma Bölgesinin bütününe yönelik olumsuz etkisi olabilecek yapılaşma baskısı oluşturabileceği..." ifade edildi. 
Bilirkişi raporunda bölgedeki flora içerisinde özellikle tuzcul türleri içeren familyalara ait türlerin fazlalığının alanın ekolojik önemini ortaya koyduğu belirtilerek, alanın vejetasyon bileşenleri açısından da önemli olduğu dile getirildi. Raporda; "...bölgenin koruma statüsünün değişmesi noktasında alana gelecekte yapılabilecek olası müdahalelerde, güney Gediz'de bu habitatın tamamen ortadan kalkması ve buna bağlı bu habitatı kullanan tüm canlı gruplarının zarar görmesi kaçınılmazdır" ifadelerine yer verildi.
Bölgede yapılmış ve yapılması olası müdahaleleri alanın su ve tuz dengesini bozacağı ve doğal vejetasyonun buna bağlı olarak, başta kuşlar olmak üzere diğer canlıların dağılımını etkileyeceğinin belirtildiği raporda, "bu bilgiler ışığında dava konusu işlemin Gediz Deltası Flora ve habitat bütünlüğünün üzerinde olumsuz etkiler oluşturacağı düşünüldüğünden uygun görülmemektedir" denildi.
YERYÜZÜNÜN EN ÖNEMLİ EKOSİSTEMİ
Bilirkişi raporunda ayrıca deltanın sucul alanlar için eşsiz bir yaşam alanı olduğuna işaret edilerek, nesli tükenme tehdidi altındaki Akdeniz Foku'nun yaşam alanı da olan bu sucul ekosistemin daraltılmasının zamanla faunistik yapıyı da bozacağı vurgulandı. Raporda USAK kararının faunistik açıdan değerlendirilmesi şu şekilde yapıldı; "Böyle bir sulak alan ekosisteminin binlerce yılda oluştuğu, yeryüzünün en hassas ve aynı zamanda en karmaşık ilişkilerine sahip dinamik sistemler olduğu, sahip oldukları biyolojik çeşitlilik nedeniyle dünyanın doğal zenginlik müzeleri ve doğal işlevler ve ekonomik değeriyle yeryüzünün en önemli ekosistemleri olduğu, bu bölgenin yakın ve uzak gelecekte insan baskısından etkilenmemesi, sucul ve karasal fauna üzerine kalıcı ve telafi edilemez etkilerin oluşmaması için USAK tarafından alınan kararın faunistik açıdan uygun olmadığı" kararına varıldı. 

 
Görsel: Körfez Geçişi Projesi dosyasından alınmıştır
'İPTAL KARARI BEKLİYORUZ'
Bilirkişi raporunu değerlendiren Doğa Derneği avukatı ve aynı zamanda davacılardan olan Av. Cem Altıparmak, Körfez geçiş projesinin iptalinden sonra bu davada da büyük bir terslik olmaz ise bir iptal kararı beklediklerini belirtti.
Tarım ve Orman Bakanlığı'na bağlı Sulak Alanlar Komisyonunun, bilimsel hiçbir karşılığı olmayan bir düzenleme ile güney Gediz Deltasını, mutlak koruma alanından kontrollü kullanım alanına çevirdiğini aktaran Altıparmak, "Bu değişikliğin bu haliyle kabul görmesi halinde, güney deltanın oldukça kısa bir süre içinde doldurularak, sadece köprü geçişi ile kalmayıp, aklınıza gelebilecek her türlü inşai faaliyete ve ranta açılması gündeme gelebilecek" dedi. 

 'KÖTÜLÜĞÜN KAPILARINI BİR KEZ AÇARSANIZ...'
Bu söylediklerim hayal ürünü olmadığını ifade eden Altıparmak, "Bugün bir dairenin fiyatı 4-5 milyon liralarla ifade edildiği Mavişehir bölgesinin ve Bostanlı'nın, zamanında Gediz Deltası'na dahil olduğu ve geçmiş 40-50 yıl içinde ve doldurularak bu hale getirildiği dikkate alındığında, kötülüğün kapılarını bir kez daha açarsanız, bu bölgenin de çok değil 5-10 yıl içinde yok olacağını görürsünüz. Oysa bu bölge kentin nefes alabilen birkaç bölgesinden biri. Başta flamingolar olmak üzere bir çok canlı türünün beslenme ve üreme bölgesi" dedi. Bölgede düzenli olarak yapılan kış ortası kuş sayımlarında bu bölgenin oldukça önemli sayıda kuş türüne ev sahipliği yaptığının tespit edildiğini ifade eden Altıparmak, "Delta, UNESCO’nun Dünya Doğa Mirası ile ilgili kriterlerinin tamamını sağlıyor. O yüzden biz yargının, Gediz Deltası lehine vermiş olduğu bilirkişi raporunu da dikkate alarak, hukuki ve bilimsel bir karşılığı olmayan Sulak Alan Komisyonu kararını iptal edeceğine inanıyoruz"  dedi. 

KARARDA İKİ 'ÇEVRE  ÖRGÜTÜ'NÜN DE İMZASI VAR
Türkiye'nin onaylanmış 14 Ramsar alanından birisi olan Gediz Deltası, İzmir'in 25 km batısında yer alıyor. Tatlı ve tuzlu su çayırlarından oluşan Delta'nın güney sınırı Karşıyaka Mavişehir önüne kadar uzanıyor. İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin önünün açılması için alındığı ileri sürülerek tepki gösterilen USAK kararında WWF ve Doğa Araştırmaları Derneği adlı iki 'çevre örgütünün de imzalarının bulunduğu Evrensel'in 29 Eylül 2017 tarihli "İzmir Körfez Geçişinin önü böyle açıldı" haberiyle gündeme getirilmişti. Komisyon kararında adı geçen WWF Türkiye Sorumlusu Eren Atak, o kararı imzaladığı sırada projeden haberi olmadığını ileri sürerek, “Kararlar İKG’nin önünü açtı mı bilmiyorum, açmış da olabilir. Ama mevzuata uygundu” derken, Doğa Araştırmaları Derneği adına USAK belgesinde ismi bulunan İlker Özbahar'ın ise alanı hiç görmeden belgeye imza attığı ortaya çıkmıştı.





'Ayçiçek yağında sıfır gümrük, kooperatifleri zor durumda bırakır'


28 Aralık 2018 17:34
 Son Düzenlenme Tarihi: 28 Aralık 2018 17:42

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, yüzde 0 gümrük vergisiyle 300 bin ton yağlık ayçiçeği tohumu ithalatına serbestlik getirilmesine tepki gösterdi.
 'Ayçiçek yağında sıfır gümrük, kooperatifleri zor durumda bırakır'
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Atalık, 30 Haziran 2019 tarihine kadar %0 gümrük vergisiyle 300 bin ton yağlık ayçiçeği tohumu ithalatına serbestlik getirilmesinin "Üretmek için politika geliştirmek yerine ithalat kolaycılığına kaçmak" olduğunu dile getirdi. Atalık, bu durumun ayçiçeği tohumu üretimini artırmak ve üyesi çiftçilere daha fazla kazandırma uğraşısı içerisinde olan kooperatif birliklerini de son derece zor durumda bırakacağını belirtti.
'EN ÇOK AYÇİÇEK YAĞINI TÜKETİYORUZ'
Resmi Gazete’nin 26 Aralık 2018 tarih ve 30637 sayılı nüshasında yayımlanan 497 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 30 Haziran 2019 tarihine kadar ithal edilecek 300 bin ton yağlık ayçiçeği için gümrük vergisi sıfırlandı. Atalık, bu konuya dair yaptığı açıklamada tarım ürünleri ithalatında en büyük payı yağlı tohumlar ve bitkisel ham yağın aldığını aktararak, bu kapsamda 2017 yılında 3,2 milyon ton yağlı tohum ithalatına 1,5 milyar dolar, 1,4 milyon ton bitkisel ham yağ ithalatına ise 1,3 milyar dolar ödendiğini ifade etti.
Atalık, TÜİK tarafından verileri yayımlanan 2018 yılının Ocak-Ekim döneminde ise 3,1 milyon ton yağlı tohum ithalatına 1,3 milyar dolar, 1 milyon ton bitkisel yağ ithalatına da 801 milyon dolar ödendiğini kaydetti. Ülkemizde ayçiçeğinin hasat zamanının Temmuz Ağustos ayları olduğuna vurgu yapan Atalık, tam da hasadın yaklaştığı bir dönemde 5 Haziran 2018'de Bakanlar Kurulu Kararı ile yağlık ayçiçeği tohumu ithalatında uygulanan %27’lik gümrük vergisi oranının %13’e ve %36 oranında uygulanan ham ayçiçeği yağı ithalat gümrük vergisi de %23’e düşürüldüğünü hatırlattı. Üretmek yerine sadece iç piyasa fiyatlarını baskı altına alma amacını taşıyan bu hamlenin amacına ulaştığını aktaran Atalık, "Ülkemizde sıvı yağ tüketiminde ayçiçeği yağı en önemli yeri tutmaktadır. Yıllık tüketimimiz toplamda 950 bin ton civarında olup bunun yaklaşık %55’lik bölümünü yerli ayçiçeği tohumu üretimimizle, kalan %45’lik bölümünü ise yağlık ayçiçeği ve ham yağ ithalatı ile karşılıyoruz" dedi.
'AYÇİÇEK TOHUMU ÜRETİMİMİZİ ARTTIRMAMIZ LAZIM'
Çiftçinin sürekli artan üretim maliyetleri karşısında ayçiçeği tohumu üretim hızı yavaşlamışken, bu kez de 26 Aralık 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan karar ile 30 Haziran 2019 tarihine kadar %0 gümrük vergisiyle 300 bin ton yağlık ayçiçeği tohumu ithalatı serbestliği getirildiğine dikkat çeken Atalık, "İthalatta gümrük vergilerinin indirilmesi hatta sıfırlanması ayçiçeği tohumu üretimini arttırmak ve üyesi çiftçilere daha fazla kazandırma uğraşısı içerisinde olan kooperatif birliklerini de son derece zor durumda bırakmakta hatta zarar etme noktasına getirmektedir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bitkisel yağlar sadece gıda olarak değil enerji ve kimyasal sektörlerinde de stratejik ürün konumuna gelmiştir. Bu nedenle bitkisel yağ üretimimiz içinde en büyük paya sahip ayçiçeği yağı üretimimizi yerli üretimimiz ile karşılamak, hammaddede ithalat bağımlılığından kurtulmak son derece önemlidir. Bu hedefe ulaşmak için diğer sektörler de dikkate alınarak ayçiçeği tohumu üretimimizi %100 civarında arttırmamız gerekmektedir" dedi. 
Atalık, önerilerini şu şekilde sıraladı:
* Ayçiçeği tohumu tarımında tek bir sulama ile verimi iki katına çıkarmak mümkündür. Buradan hareketle tarım alanlarımıza suyu en ekonomik ve hızlı şekilde götürmek öncelikli hedefler arasında yer almalıdır.
* Hammaddelerin ülkemizde üretilme olanakları araştırılmalı, ilk aşamada ise girdiler desteklenerek maliyetler aşağı çekilmelidir.
* Sanayicinin ve kooperatif birliklerinin ambalajlamada kullandıkları sac ve plastik materyalin bile önemli miktarda yurtdışından gelmesi yağın fiyatını arttırmaktadır. Ambalaj materyallerinin de kaliteli bir şekilde ülkemizde üretilmesi desteklenmesi tüketiciye sunulan yağ fiyatlarında gerilemeye yol açacaktır.
* Çiftçimize yağ oranı yüksek daha kaliteli tohum temin etme yoluna gidilmelidir.
* Üretimimizi olumsuz etkileyen döviz kurundaki spekülatif hareketlere, faiz oranlarına, emtia fiyatlarına ve maliyetinin altında çiftçinin ürününü satmak zorunda bırakan piyasa mekanizmalarına karşı tedbirler alınmalıdır.
* İthalat yerine üretime yönelik olarak tarıma aktaracağımız kaynak ve yatırımlar çok daha büyük bir kazanç olarak geri dönecek, halkımızın refah ve mutluluğu artacaktır.
(HABER MERKEZİ)

Bilirkişi: Gediz Deltası mutlaka korunmalı


Bilirkişi: Gediz Deltası mutlaka korunmalı
Bilirkişi, İzmir Körfez Geçiş Projesi kapsamında Gediz Deltasını koruma sınırlarını daraltan ve yapılaşmanın önünü açan karara karşı görüş bildirdi.
 BilirkiÅŸi: Gediz Deltası mutlaka korunmalı
Fotoğraf: Doğa Derneği

Özer AKDEMİR
İzmir
Gediz Deltasının koruma statüsünü değiştiren Ulusal Sulak Alan Komisyonu’nun (USAK) kararına karşı açılan davada bilirkişi raporu mahkemeye sunuldu. Bilirkişiler deltanın yeryüzünün en önemli ekosistemlerinden biri olduğuna dikkat çekerek değişikliğe, karşı görüş bildirdi. İzmir Körfez Geçişi Projesinin mahkeme tarafından iptalinin ardından, bilirkişi raporu da başta flamingolar olmak üzere Gediz Deltasında yaşayan canlılar için sevindirici.
Gediz Nehri Sulak Alanı Koruma Bölgesi’nin belirlenmesine dair mart 2017 tarihinde kabul edilen Ulusal Sulak Alan Komisyonunun (USAK) kararına karşı Doğa Derneği, İzmir Kent Stratejileri Merkezinden Araştırmacı Ali Rıza Avcan ve Avukat Cem Altıparmak tarafından dava açılmıştı. Mutlak koruma alanı içerisinde bulunan Gediz Deltasının koruma sınırlarını daralttığı ve yapılaşmanın önünü açtığı gerekçeleriyle USAK kararına olur veren Bakanlığın olurunun yürütmesinin durdurulması istenmişti. Açılan dava ile ilgili alanda 14 Nisan 2018 tarihinde yapılan incelemelerde bilirkişilerden USAK kararının Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde belirtilen koruma bölgeleri tanımlarına uygun olup olmadığının tespiti istendi.
DELTANIN TAMAMI KUŞ CENNETİ
Davanın görüldüğü İzmir 3. İdare Mahkemesine sunulan 57 sayfalık bilirkişi raporunda alanın kuş faunası bakımından oldukça önemli olduğuna vurgu yapılarak; "Deltanın tamamının kuş cenneti statüsünde olduğu ve koruma çalışmaları dışında yapılacak herhangi bir faaliyetin, kuşlar üzerinde kesinlikle negatif etki oluşturacağı" dile getirildi. USAK kararında yer alan "tampon bölge" tanımı ile zaten daha önceden daralmış olan alanın daha da daralmasının söz konusu olduğuna dikkat çekilen raporda, "bu durumun sulak alan ekosistemlerinin korunmasında, ekosistem dengesinin bozulmasını başlatacak bir etki olarak değerlendirildiği" ifadelerine yer verilerek USAK kararının ornitolojik açıdan uygun görülmediği kaydedildi.
USAK kararının çevre mühendisliği açısından değerlendirilmesinde Bakanlık tarafından kabul edilen USAK kararının Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ndeki koruma bölgeleri tanımlarına uygunluğundan çok İzmir Körfez temizlik Projesi göz önüne alınarak oluşturulduğu belirtildi.
'YAPILAŞMA BASKISI OLUŞTURUR'
Kararın şehir planlama açısından Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'ndeki "kontrollü kullanım tanımına uymadığı, Gediz Deltası Koruma Bölgesinin bütününe yönelik olumsuz etkisi olabilecek yapılaşma baskısı oluşturabileceği..." ifade edildi. 
Bilirkişi raporunda bölgedeki flora içerisinde özellikle tuzcul türleri içeren familyalara ait türlerin fazlalığının alanın ekolojik önemini ortaya koyduğu belirtilerek, alanın vejetasyon bileşenleri açısından da önemli olduğu dile getirildi. Raporda; "...bölgenin koruma statüsünün değişmesi noktasında alana gelecekte yapılabilecek olası müdahalelerde, güney Gediz'de bu habitatın tamamen ortadan kalkması ve buna bağlı bu habitatı kullanan tüm canlı gruplarının zarar görmesi kaçınılmazdır" ifadelerine yer verildi.
Bölgede yapılmış ve yapılması olası müdahaleleri alanın su ve tuz dengesini bozacağı ve doğal vejetasyonun buna bağlı olarak, başta kuşlar olmak üzere diğer canlıların dağılımını etkileyeceğinin belirtildiği raporda, "bu bilgiler ışığında dava konusu işlemin Gediz Deltası Flora ve habitat bütünlüğünün üzerinde olumsuz etkiler oluşturacağı düşünüldüğünden uygun görülmemektedir" denildi.
YERYÜZÜNÜN EN ÖNEMLİ EKOSİSTEMİ
Bilirkişi raporunda ayrıca deltanın sucul alanlar için eşsiz bir yaşam alanı olduğuna işaret edilerek, nesli tükenme tehdidi altındaki Akdeniz Foku'nun yaşam alanı da olan bu sucul ekosistemin daraltılmasının zamanla faunistik yapıyı da bozacağı vurgulandı. Raporda USAK kararının faunistik açıdan değerlendirilmesi şu şekilde yapıldı; "Böyle bir sulak alan ekosisteminin binlerce yılda oluştuğu, yeryüzünün en hassas ve aynı zamanda en karmaşık ilişkilerine sahip dinamik sistemler olduğu, sahip oldukları biyolojik çeşitlilik nedeniyle dünyanın doğal zenginlik müzeleri ve doğal işlevler ve ekonomik değeriyle yeryüzünün en önemli ekosistemleri olduğu, bu bölgenin yakın ve uzak gelecekte insan baskısından etkilenmemesi, sucul ve karasal fauna üzerine kalıcı ve telafi edilemez etkilerin oluşmaması için USAK tarafından alınan kararın faunistik açıdan uygun olmadığı" kararına varıldı. 

 Görsel: Körfez Geçişi Projesi dosyasından alınmıştır
'İPTAL KARARI BEKLİYORUZ'
Bilirkişi raporunu değerlendiren Doğa Derneği avukatı ve aynı zamanda davacılardan olan Av. Cem Altıparmak, Körfez geçiş projesinin iptalinden sonra bu davada da büyük bir terslik olmaz ise bir iptal kararı beklediklerini belirtti.
Tarım ve Orman Bakanlığı'na bağlı Sulak Alanlar Komisyonunun, bilimsel hiçbir karşılığı olmayan bir düzenleme ile güney Gediz Deltasını, mutlak koruma alanından kontrollü kullanım alanına çevirdiğini aktaran Altıparmak, "Bu değişikliğin bu haliyle kabul görmesi halinde, güney deltanın oldukça kısa bir süre içinde doldurularak, sadece köprü geçişi ile kalmayıp, aklınıza gelebilecek her türlü inşai faaliyete ve ranta açılması gündeme gelebilecek" dedi. 
'KÖTÜLÜĞÜN KAPILARINI BİR KEZ AÇARSANIZ...'
Bu söylediklerim hayal ürünü olmadığını ifade eden Altıparmak, "Bugün bir dairenin fiyatı 4-5 milyon liralarla ifade edildiği Mavişehir bölgesinin ve Bostanlı'nın, zamanında Gediz Deltası'na dahil olduğu ve geçmiş 40-50 yıl içinde ve doldurularak bu hale getirildiği dikkate alındığında, kötülüğün kapılarını bir kez daha açarsanız, bu bölgenin de çok değil 5-10 yıl içinde yok olacağını görürsünüz. Oysa bu bölge kentin nefes alabilen birkaç bölgesinden biri. Başta flamingolar olmak üzere bir çok canlı türünün beslenme ve üreme bölgesi" dedi. Bölgede düzenli olarak yapılan kış ortası kuş sayımlarında bu bölgenin oldukça önemli sayıda kuş türüne ev sahipliği yaptığının tespit edildiğini ifade eden Altıparmak, "Delta, UNESCO’nun Dünya Doğa Mirası ile ilgili kriterlerinin tamamını sağlıyor. O yüzden biz yargının, Gediz Deltası lehine vermiş olduğu bilirkişi raporunu da dikkate alarak, hukuki ve bilimsel bir karşılığı olmayan Sulak Alan Komisyonu kararını iptal edeceğine inanıyoruz"  dedi. 
KARARDA İKİ 'ÇEVRE  ÖRGÜTÜ'NÜN DE İMZASI VAR
Türkiye'nin onaylanmış 14 Ramsar alanından birisi olan Gediz Deltası, İzmir'in 25 km batısında yer alıyor. Tatlı ve tuzlu su çayırlarından oluşan Delta'nın güney sınırı Karşıyaka Mavişehir önüne kadar uzanıyor. İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin önünün açılması için alındığı ileri sürülerek tepki gösterilen USAK kararında WWF ve Doğa Araştırmaları Derneği adlı iki 'çevre örgütünün de imzalarının bulunduğu Evrensel'in 29 Eylül 2017 tarihli "İzmir Körfez Geçişinin önü böyle açıldı" haberiyle gündeme getirilmişti. Komisyon kararında adı geçen WWF Türkiye Sorumlusu Eren Atak, o kararı imzaladığı sırada projeden haberi olmadığını ileri sürerek, “Kararlar İKG’nin önünü açtı mı bilmiyorum, açmış da olabilir. Ama mevzuata uygundu” derken, Doğa Araştırmaları Derneği adına USAK belgesinde ismi bulunan İlker Özbahar'ın ise alanı hiç görmeden belgeye imza attığı ortaya çıkmıştı.
https://www.evrensel.net/haber/369577/bilirkisi-gediz-deltasi-mutlaka-korunmali

27 Aralık 2018 Perşembe

Ekoloji mücadeleleri için 2018 nasıl geçti? (Açık Radyo)



Ekoloji mücadeleleri için 2018 nasıl geçti? @ozer_akdemir ile konuşuyoruz 11'de @acikradyo 94.9 http://acikradyo.com.tr/stream/ 



Mordoğan'da RES şirketinin kapasite artışına 3. kez izin verilmedi


27 Aralık 2018 17:16

Yargı, Karaburun’daki RES projesine 3. kez 'dur' dedi. Mordoğan RES kapasite artışı projesinin, 'ÇED Olumlu' kararı iptal edildi.
Mordoğan'da RES şirketinin kapasite artışına 3. kez izin verilmedi

Özer AKDEMİR
İzmir 3. İdare Mahkemesi Danıştay'dan dönen Mordoğan RES kapasite artışı, ÇED iptal kararında direndi. Mahkeme bir kez daha RES şirketinin kapasite artışına geçit vermedi.
Ayen Enerji A.Ş. tarafından, eski Mordoğan köyü karşısındaki tepelik alanda yapılması planlanan 5 türbinlik kapasite artış projesine ilişkin "ÇED Olumlu" kararı, daha önce İzmir 3. İdare Mahkemesi tarafından 28.06.2016 günü iptal edilmişti. Bu iptal kararından sonra, aynı projeye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ikinci kez "ÇED Olumlu" kararı verilmesi üzerine bu karar da Karaburunlular tarafından yargıya taşınmıştı. İzmir 6. İdare Mahkemesi de  24/11/2017 tarihinde verdiği kararla, ikinci kez verilen ÇED Olumlu kararını iptal etmişti.

Bu esnada, İzmir 3. İdare Mahkemesi’nin ilk iptal kararı Danıştay tarafından bozulmuş ve dosya yeniden görülmeye başlamıştı. Yeniden görülen dosyada geçtiğimiz aylarda bir kez daha keşif ve bilirkişi incelemesi yapıldı.
Yapılan keşif ve alınan rapor sonucunda, İzmir 3. İdare Mahkemesi, daha önce iptal ettiği ancak Danıştay tarafından bozulan iptal kararında bir değişikliğe gitmeye gerek görmedi ve proje hakkında verilen ÇED Olumlu kararını oybirliğiyle bir kez daha iptal etti.
Böylece Ayen Enerji A.Ş.’nin Mordoğan RES projesi kapasite arttırımı talebi, mahkemeler tarafından 3.kez iptal edilmiş oldu.
Karaburun Kent Konseyi konuya dair yaptığı açıklamada Anayasa'nın çevreyi korumakla ilgili vatandaşlara verdiği ödevi eksiksiz yerine getirmeye devam edeceklerini belirterek, "Karaburun’u korumaya kararlıyız" denildi.






26 Aralık 2018 Çarşamba

Manisa Derbent’te okul bahçesindeki yüksek gerilim hattı kaldırıldı




26 Aralık 2018 14:50 Son Düzenlenme Tarihi: 26 Aralık 2018 15:02
Evrensel’in gündeme taşıdığı Manisa Derbent mahallesindeki okul bahçesinde bulunan yüksek gerilim hattı kaldırıldı.
 

Özer AKDEMİR
İzmir 
Manisa’nın Turgutlu ilçesi Derbent Mahallesindeki Sabiha Erturgut İlköğretim Okulunun bahçesinde bulunan yüksek gerilim hattı iptal edildi. Telleri iptal edilen hattın direği halen okulun bahçesinde bulunurken, yakın bir zamanda direğin de kaldırılacağı dile getirildi. 

Manisa Derbent'te okul bahçesindeki yüksek gerilim hattı kaldırıldı
OKUL BAHÇESİNDE ‘ÖLÜM TEHLİKESİ!’
Evrensel’in Aralık 2016 yılında gündeme taşıdığı İlköğretim Okulu’nun bahçesindeki yüksek gerilim hattı bu kadar da olmaz dedirtmişti. 34 bin 500 volt elektrik akımı geçen hat, okulun eğitim-öğretime açıldığı 2013 yılından bu yana, okul çocuklarının teneffüs yaptıkları bahçenin tam ortasında bulunmaktaydı. Üzerinde “ölüm tehlikesi” yazılı direğin çevresi tel örgü ile çevrilirken, çocukların etrafında oyun oynadıkları görüntüler ve fotoğraflar büyük tepki çekmişti. Çocukların aileleri kadar okulda görev yapan eğitimcilerin de kaldırılması için defalarca yaptıkları girişimleri kurumlar hep topu birbirine atarak geçiştirmişlerdi. 
Evrensel’in 10 Aralık 2016’da tarihli birinci sayfası
ISRARLI TAKİP SONUÇ GETİRDİ
Okulun, direk orda bulunduğu halde sonradan yapıldığı belirtilirken, iki yüzün üzerinde çocuğun öğrenim gördüğü okuldaki bu yüksek gerilim skandalı ile ilgili Turgutlu Halk İmdat Platformu çeşitli kurumlara başvurarak kaldırılması için mücadele veriyordu. 


Platformun kararlı takibi sonrası direğin sahibi olan Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş platforma, 2018 yılında direğin kaldırılacağını belirten bir yazı göndermişti. Halk İmdat sözcüsü Hayri Bökü geçtiğimiz günlerde yüksek gerilim direğindeki kabloların söküldüğünü, direğin de ek kısa zamanda kaldırılacağına dair bilgi verildiğini söyleyerek, “Küçük yaştaki çocuklarımızın kanser ve lösemi olma riskini katlayan bu sorunun geç de olsa çözülmesinin sevincini yaşıyoruz. Emeği geçen herkese teşekkürler” dedi.



Balçova’da Evrensel ile dayanışma etkinliği düzenlendi


 26 Aralık 2018 13:20
İzmir Balçova’da Evrensel ile dayanışma yemeği düzenlendi.
Evrensel ile dayanışma etkinlikleri sürüyor. İzmir Balçova’da düzenlenen dayanışma yemeğinde birçok gazete okuru bir araya gelerek dayanışma mesajı verdi.
İzmir Balçova’da yapılan dayanışma etkinliğinde, Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, “1995’ten bu yana işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, kadınların, gençlerin, ekoloji mücadelesi verenlerin sesi olmaya çalıştık. Bu ülkede gerçekler perdelenmeye, gizlenmeye çalışılıyor. Evrensel Gazetesi de dayanışma içinde olduğumuz özgür basın ile bu baskıyı yıkmaya çalışıyor. Bunlar kolay olmuyor ve bunu okurlarımızla birlikte başardık. Bugünlere geldiysek en önemli dayanaklarından biri gazetemizin okurlarıdır. Gerçeğin sesi emeğin habercisi olmaya devam edeceğiz” dedi.
 Balçova’da Evrensel ile dayanışma etkinliÄŸi düzenlendi
Dayanışma yemeğine emek ve meslek örgütü temsilcileri ve siyasi parti temsilcileri de katıldı: DİSK Gıda İş Sendikası Ege Bölge Temsilcisi Mazhar Uzbek, Genel İş 7 No’lu Şube Başkanı, Tüm Bel-Sen 1 No’lu şube yönetim kurulu üyesi ile 2 No’lu Şube Başkanı, BES İzmir Şube yöneticisi, Eğitim Sen 4 No’lu Şube Başkanı ile Harita Mühendisleri Odası yönetim kurulu üyeleri, İnşaat Mühendisleri Odası yönetim kurulu üyesi,  Alevi Bektaşi Kültür Derneği Narlıdere Şube Başkanı, CHP İzmir 24. Dönem milletvekili Mustafa Moroğlu, Emek Partisi İzmir İl Başkanı, Büyükşehir Belediye Başkan aday adayı Musa Çam, Bornova Belediye Başkan aday adayı Ferdan Çiftçi, Konak Belediye Başkan aday adayı Birgül Değirmenci, Bornova Belediyesi Başkan aday adayı Bülent Çetinkaya, Karşıyaka Belediyesi Başkan aday adayı Murat Aydın. (İzmir/EVRENSEL)

https://www.evrensel.net/haber/369413/balcovada-evrensel-ile-dayanisma-etkinligi-duzenlendi

CHP'li Murat Bakan: Gökçealan’ın doğasını koruyacak mısınız?


26 Aralık 2018 17:18
 Son Düzenlenme Tarihi: 26 Aralık 2018 19:49

CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, Gökçealan köyünde yapılmak istenen taş ocakları ve JES projelerini Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a sordu.
 CHP'li Murat Bakan: Gökçealan’ın doÄŸasını koruyacak mısınız?
CHP İzmir Milletvekili ve Çevre Komisyonu Üyesi Murat Bakan, Gökçealan köyünde yapılmak istenen taş ocakları ve JES projelerini Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a sordu.
TAŞ OCAĞI, JES DERKEN ŞİMDİ DE BETON TESİSİ
Meclise sunduğu yazılı soru önergesinde Murat Bakan, İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Gökçealan Mahallesi’nde, farklı tarihlerde 4 taş ve maden ocağına onay çıktığını, hazırlanan projelere İzmir Valiliği tarafından ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir’ kararı verildiğini aktardı. Projelerin iptali için açılan davalarda idare mahkemelerin ÇED kararlarını iptal ettiğine dikkat çeken Bakan, Gökçealan’da bir yandan Jeotermal Enerji Santrali (JES) için de ÇED sürecinin devam ettiğini dile getirdi.

'GÖKÇEALANIN DOĞASINA HANÇER'
Gökçealanlıların JES’e karşı mücadeleye hazırlanırken, bu kez de kalker ocağı, kırma eleme tesisi ve hazır beton santrali için ÇED sürecinin başlatıldığını kaydeden Bakan, “Proje sahası yerleşim yerlerine 2,5 kilometre uzaklıkta, zeytinlikler ve Osmanlı üzümlerinin yetiştiği bağların bulunduğu yeri kapsıyor. Ayrıca Büyük Menderes Nehri’ni bu bölgedeki havzalar besliyor. Bu projeler, yer altı sularına doğrudan -olumsuz- etki edecek. Bu projelerle Gökçealan’ın doğasına, üretimine ve halkına hançer vurulmaktadır! Doğanın, üretimin ve Gökçealan’ın yanındayız. Bu kıyıma izin vermeyeceğiz” dedi.
Bakan, Gökçealan halkının yaşam alanlarında bu projeleri istemedikleri aktararak, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a "Bakanlığınız projelerin iznini iptal ederek Gökçealan’ın doğasını, üretimini ve halkını koruyacak mıdır?” sorusunu yöneltti. (HABER MERKEZİ)
https://www.evrensel.net/haber/369431/chpli-murat-bakan-gokcealanin-dogasini-koruyacak-misiniz




24 Aralık 2018 Pazartesi

Çepeçevre Yaşam - Aydın Kızılcaköy halkının JES'e karşı direnişi - 4. BÖLÜM

Aydın'a bağlı Kızılcaköy halkının, yaşam alanlarında kurulmasını istemedikleri JES'e karşı verdikleri mücadele, 4 bölüm halinde Çepeçevre Yaşam'da.


Aydın'a bağlı Kızılcaköy'de jeotermal enerji santrali (JES) yapılmasını istemeyen Kızılcaköy halkının direnişi, 4 bölüm halinde Çepeçevre Yaşam'da.

Topraklarında açılmak istenen jeotermal enerji kuyularına karşı aylardır direnen Aydın Kızılcaköy halkı, bölgeye girmek için jandarmaları da yanına alarak bölgeye gelen şirket yetkilileriyle karşı karşıya kaldı. Jandarmaya ve şirket yetkililerine direnen halk, JES'çileri püskürttü. Aydın Vali Yardımcısı Mustafa Hulusi Arat, köylülere "Yasal izin olmadan hiçbir çalışma olmayacak" sözünü verdi fakat ertesi sabah köylüler şirket yetkililerini arazide suçüstü yakaladı.

Program videosu: https://youtu.be/BF7X_VWMp0c

23 Aralık 2018 Pazar

Kentleri ve nehirleri kederli ülke


23 Aralık 2018 04:35

On Gözlü Köprü’nün hemen dibindeki Sidem Kafe’nin ortaklarından Vedat Yavuz büyük bir hızla önünden akan Dicle’nin kıyısında oturup kalmıştı. Toprak rengi suların üzerinden her türlü eşya, hayvan ölüsü, kocaman ağaç dalları ve daha bir sürü şey sürüklenip gidiyordu. İki gün öncesine kadar yağmurlu havalarda ahşap oturma gruplarının üzerine açtıkları tenteyi bile geçmişti nehrin suları. Bakanın başını döndürecek bir hızla akan suların 20-30 metre içinde, neredeyse uçlarına kadar gömülmüş kavak ağaçlarını göstererek suyun yüksekliğinin 10 metreyi aştığını söyledi. Doğal afet diyenlere söylendi yüksek sesle “Ne doğal afeti! Yağmur kaç gündür yağıyor, bunun böyle olacağı belliydi. Bu düpedüz insan hatası” dedi.

 

Kurtarılan masa, sandalye, tabure, hasır yastıklar, küçük sedir kilimleri üst üste yağılmış, üzerine de yağmurdan etkilenmesin diye plastik bir branda gerilmişti. Nehrin kenarındaki yüksekçe bir yerden tasasız gamsız Dicle’yi izleyenlere gıpta ile baktı. Kimi az ötede, yolun karşısındaki kafede oturmuş çayını yudumluyor, kimi çekilen güvenlik şeritlerine aldırmadan suyun kıyısına gidip öz çekim yapıyordu.  
Yatağını alabildiğince genişletmişti Dicle. Belki de iki gün öncesinin iki katına çıkmıştı suyun kapladığı alan. Köprünün gözleri neredeyse su tarafından yutulacak derecede küçülmüştü. Karşı kıyıda, epey uzakta görünen tesislerde de bu taraftakine benzer kıpırdanmalar vardı. Yamacın hemen üzerinde, kocaman harflerle yazılı “Dicle Vadisi”nin arkasında yeni yapılar, yürüyüş yolları ve süs ağaçları göze çarpıyordu.
Nehrin o tarafında da manzaranın aynı olduğunu söyledi Vedat. “Zararımız çok büyük” dedi. “Özene bezene büyüttüğümüz ağaçlarımız, lokantanın önüne bağladığımız teknemiz, 17 tane çadırımız komple sele gitti. Suyun içinde televizyon mu dersin, masa mı, halı mı, kilim mi ne ararsan vardı.”
 
Oturduğu duvar dibinden usulca kalktı. “Dicle’nin öfkesine gem vurulmaz” dedi yan taraftan birisi. O itiraz etti; “Dicle’nin ne suçu var! Onu baraja hapsedenler böyle olacağını düşünmeliydi”.
 Mardinkapı’daki minibüs duraklarına dönerken şoför, Dicle’nin çok daha azgın aktığı zamanlardan bahsetti. Söylediğine göre sel sularının On Gözlü Köprü’nün üzerinden aştığı bile olmuş. Sakalı döşüne inen, şalvarlı, eli tespihli bir ihtiyar başıyla onayladı onu.
Mardinkapı’nın yanından surların üzerine çıktık. Yüksekten tüm vadi boylu boyunca görülüyordu. Hewsel Bahçelerinin büyük bir kısmı sular altındaydı. Ağaçların çoğu yarı gövdelerine kadar suya gömülmüştü.
Bir otomobilin rahatça üzerinden geçeceği genişlikteki surların Dicle’ye bakan yüzünden kente doğru döndüğümüzde manzara daha da iç karartıcıydı. Suriçi’de gürültücü kepçeler çalışıyordu. Yıkılan evlerin, sokakların yerine hummalı bir şekilde, ikişer katlı, kare şeklinde binalar yapılıyordu.

“Yeni Suriçi” diyorlardı hepsi birbirine benzeyen bu yapılara. Suriçi’de yüzlerce yıllık dar sokaklar, baharat kokulu evlerin pencerelerinden taşan çiçekler anılarda kalmıştı artık. Sur’da yaşayan insanların, kedilerin, evlerin teraslarında beslenen güvercinlerin, güneş gülüşlü çocukların sesleri tarih olmuştu. Bir savaş sonrası tarumarı, bir bombardıman ertesi yıkımını yaşıyor gibiydi her taraf.
Paravanlarla gözlerden ırak tutmaya çalışılan bir kent ve kültür talanı, bir insanlık suçu işleniyordu aslında. Birkaç yıl önce kurşunlanan, roket atılan ardından da yakılan Kurşunlu Camii’nin çevresi tamamen yıkılmıştı. Az ötede Surp Gragos Kilisesi de yapayalnız kalmıştı. Yıkım Dört Ayaklı Minare’nin dibine kadar sokulmuş, manzara görülmesin diye üzeri albenili reklam görselleri ile süslü tahta bir perdenin arkasına gizlenmişti. Tahir Elçi’nin vurulduğu yerde, sütunun üzerindeki kurşun izleri hâlâ duruyordu.
*
Bir gün sonra yapılan “Yerel seçimler ve ekoloji çalıştayı”nda Dicle Barajı’nın kapaklarından birisinin kopması sonrası yaşanan sel de gündemdeydi. Dicle ve Fırat üzerinde yapılan barajların yol açtığı sorunlara değinildi. “Su bile savaş aracı olarak kullanılıyor” dedi birisi. Çok şey konuşuldu; Hasankeyf’te 12 bin yıllık bir dünya kültür mirasının yok edilmesi,  göçler, kente yığılan köyler, asfalt ve beton kapitalizmi ve hepsinin üzerinde yükselen “Ne yapılacaksa artık yapılmalı” eşiğindeki iklim krizi...
Kayyımın elinde esirdi Diyarbakır. Surların içinde yıkım, dışında betona gömülen bir tarih vardı.
Dicle, özlemini giderdi iki gün boyunca. Kendinden alınanı bağrına bastı, Hewsel’le kucaklaştı.
Tüm halklar gibi özgürlüğüne düşkündür sular da. Set çekildi mi akışına, gem vuruldu mu sesine bir fırsatını arar ve bulur her zaman kurtuluşu.
Yıkar bentlerini elbette yine, kentleri ve nehirleri kederli ülke.

https://www.evrensel.net/yazi/82921/kentleri-ve-nehirleri-kederli-ulke

Kentleri ve nehirleri kederli ülke (Pazar yazısı)


23 Aralık 2018 04:35
Özer AKDEMİR


On Gözlü Köprü’nün hemen dibindeki Sidem Kafe’nin ortaklarından Vedat Yavuz büyük bir hızla önünden akan Dicle’nin kıyısında oturup kalmıştı. Toprak rengi suların üzerinden her türlü eşya, hayvan ölüsü, kocaman ağaç dalları ve daha bir sürü şey sürüklenip gidiyordu. İki gün öncesine kadar yağmurlu havalarda ahşap oturma gruplarının üzerine açtıkları tenteyi bile geçmişti nehrin suları. Bakanın başını döndürecek bir hızla akan suların 20-30 metre içinde, neredeyse uçlarına kadar gömülmüş kavak ağaçlarını göstererek suyun yüksekliğinin 10 metreyi aştığını söyledi. Doğal afet diyenlere söylendi yüksek sesle “Ne doğal afeti! Yağmur kaç gündür yağıyor, bunun böyle olacağı belliydi. Bu düpedüz insan hatası” dedi.
 
 Kurtarılan masa, sandalye, tabure, hasır yastıklar, küçük sedir kilimleri üst üste yağılmış, üzerine de yağmurdan etkilenmesin diye plastik bir branda gerilmişti. Nehrin kenarındaki yüksekçe bir yerden tasasız gamsız Dicle’yi izleyenlere gıpta ile baktı. Kimi az ötede, yolun karşısındaki kafede oturmuş çayını yudumluyor, kimi çekilen güvenlik şeritlerine aldırmadan suyun kıyısına gidip öz çekim yapıyordu.  
Yatağını alabildiğince genişletmişti Dicle. Belki de iki gün öncesinin iki katına çıkmıştı suyun kapladığı alan. Köprünün gözleri neredeyse su tarafından yutulacak derecede küçülmüştü. Karşı kıyıda, epey uzakta görünen tesislerde de bu taraftakine benzer kıpırdanmalar vardı. Yamacın hemen üzerinde, kocaman harflerle yazılı “Dicle Vadisi”nin arkasında yeni yapılar, yürüyüş yolları ve süs ağaçları göze çarpıyordu.
Nehrin o tarafında da manzaranın aynı olduğunu söyledi Vedat. “Zararımız çok büyük” dedi. “Özene bezene büyüttüğümüz ağaçlarımız, lokantanın önüne bağladığımız teknemiz, 17 tane çadırımız komple sele gitti. Suyun içinde televizyon mu dersin, masa mı, halı mı, kilim mi ne ararsan vardı.”
 
Oturduğu duvar dibinden usulca kalktı. “Dicle’nin öfkesine gem vurulmaz” dedi yan taraftan birisi. O itiraz etti; “Dicle’nin ne suçu var! Onu baraja hapsedenler böyle olacağını düşünmeliydi”.
 Mardinkapı’daki minibüs duraklarına dönerken şoför, Dicle’nin çok daha azgın aktığı zamanlardan bahsetti. Söylediğine göre sel sularının On Gözlü Köprü’nün üzerinden aştığı bile olmuş. Sakalı döşüne inen, şalvarlı, eli tespihli bir ihtiyar başıyla onayladı onu.
Mardinkapı’nın yanından surların üzerine çıktık. Yüksekten tüm vadi boylu boyunca görülüyordu. Hewsel Bahçelerinin büyük bir kısmı sular altındaydı. Ağaçların çoğu yarı gövdelerine kadar suya gömülmüştü.
Bir otomobilin rahatça üzerinden geçeceği genişlikteki surların Dicle’ye bakan yüzünden kente doğru döndüğümüzde manzara daha da iç karartıcıydı. Suriçi’de gürültücü kepçeler çalışıyordu. Yıkılan evlerin, sokakların yerine hummalı bir şekilde, ikişer katlı, kare şeklinde binalar yapılıyordu.
 
“Yeni Suriçi” diyorlardı hepsi birbirine benzeyen bu yapılara. Suriçi’de yüzlerce yıllık dar sokaklar, baharat kokulu evlerin pencerelerinden taşan çiçekler anılarda kalmıştı artık. Sur’da yaşayan insanların, kedilerin, evlerin teraslarında beslenen güvercinlerin, güneş gülüşlü çocukların sesleri tarih olmuştu. Bir savaş sonrası tarumarı, bir bombardıman ertesi yıkımını yaşıyor gibiydi her taraf.
Paravanlarla gözlerden ırak tutmaya çalışılan bir kent ve kültür talanı, bir insanlık suçu işleniyordu aslında. Birkaç yıl önce kurşunlanan, roket atılan ardından da yakılan Kurşunlu Camii’nin çevresi tamamen yıkılmıştı. Az ötede Surp Gragos Kilisesi de yapayalnız kalmıştı. Yıkım Dört Ayaklı Minare’nin dibine kadar sokulmuş, manzara görülmesin diye üzeri albenili reklam görselleri ile süslü tahta bir perdenin arkasına gizlenmişti. Tahir Elçi’nin vurulduğu yerde, sütunun üzerindeki kurşun izleri hâlâ duruyordu.
*
Bir gün sonra yapılan “Yerel seçimler ve ekoloji çalıştayı”nda Dicle Barajı’nın kapaklarından birisinin kopması sonrası yaşanan sel de gündemdeydi. Dicle ve Fırat üzerinde yapılan barajların yol açtığı sorunlara değinildi. “Su bile savaş aracı olarak kullanılıyor” dedi birisi. Çok şey konuşuldu; Hasankeyf’te 12 bin yıllık bir dünya kültür mirasının yok edilmesi,  göçler, kente yığılan köyler, asfalt ve beton kapitalizmi ve hepsinin üzerinde yükselen “Ne yapılacaksa artık yapılmalı” eşiğindeki iklim krizi...

Kayyımın elinde esirdi Diyarbakır. Surların içinde yıkım, dışında betona gömülen bir tarih vardı.
Dicle, özlemini giderdi iki gün boyunca. Kendinden alınanı bağrına bastı, Hewsel’le kucaklaştı.
Tüm halklar gibi özgürlüğüne düşkündür sular da. Set çekildi mi akışına, gem vuruldu mu sesine bir fırsatını arar ve bulur her zaman kurtuluşu.
Yıkar bentlerini elbette yine, kentleri ve nehirleri kederli ülke.




Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...