02 Aralık 2018 04:35
Uzun yıllar Boğaziçi Üniversitesinde öğretim görevlisi
olarak çalışan Fotoğraf Sanatçısı-Belgeselci Nejla Osseiran’ın Karabiga ile
ilgili belgeseli “Priapos’un Geleceği”ni izlediğimde birden 7 yıl öncesine
gittim. O zamanlar, bugün Osseiran’ın belgeselinde ete kemiğe bürünen endişeye
tanıklık etmiştim.
Çan’a bağlı Elmalı köyüne, köy yakınlarında yapılmak istenen
altın madenine karşı çıkan köylülerin eylemini Hayat Televizyonu Çepeçevre
Yaşam programına çekmek için gitmiştik. Soğuk bir mart gününde, bu şirin Pomak
köyünün sıcak kanlı insanlarının ateşli direnişi içimizi ısıtmıştı. Gösterişli
yerel giysileri, renkli gözleri, beyaz tenleri ile sarışın Pomak gençlerinin
duruşları, kararlılıkları bizde “Bu köye giremezler” duygusunu oluşturmuştu.
Köylüler meydana astıkları “Elmalı EL-MALI olmayacak”
pankartının hakkını verdiler ve altın madencileri arkalarına baka baka köyü
terk etmek zorunda kaldılar.
Elmalı köylülerine destek için Çan’dan, Çanakkale’den ve
Karabiga’dan yurttaşlar, bilim insanları da gelmişti o gün. Onların arasında
bulunan Karabiga Belediye Başkanı Muzaffer Karadağ bizi Karabiga’ya davet etti.
Karabigalılar da tam o zamanlarda henüz proje aşamasında olan termik santrale
karşı direnmeye çalışıyorlardı.
***
Balıkçı Cahit Sarı ile tanıştık Karabiga’da. Kasabanın küçük
limanına demirlediği kayığında eşi ile birlikte ağları onarırken, denizden,
balıklardan, geçim derdinden ve termik santral projesinden konuştuk. “On
senedir deniz bize küstü” dedi Cahit Sarı. Trolcülerden, sanayi atıklarından
yakındı, kim-senin kendilerine sahip çıkmadığından dert yandı. Sabahın
altısında kalkıp, henüz gün daha ışımadan çıktıkları denizden öğleyin iki kilo
dil balığı ile döndüklerini anlatırken, “Yaktığımız mazotu çıkarır mı bilmem?”
diyordu üzgünce. Onunla sohbet ederken küçük sarı bir kedi yanaştı dibimize.
Uzanıp yanı başımıza bizi dinledi. Sohbetin ardından gelip ayaklarımıza
sürtünen, uysal mırıltılar çıkaran kediye iri bir sardalye verdi balıkçı Cahit.
“Bu deniz, bu kedinin de rızkını veriyor gördüğünüz gibi” dedi gülerek.
O zamanlar 3 bin 500 nüfuslu şirin bir kıyı kasabası olan
Karabiga’da, belde merkezinin hemen yakınındaki çiftlik evinde konuştuğumuz
Hakan Anahtarcı’nın öyküsü ise biraz daha farklıydı. Üniversite ve iş yaşamının
önemli bir kısmını İstanbul’da geçirmiş bir elektrik mühendisi olan Anahtarcı,
kentin trafiği, kalabalığından adeta kaçarak baba ocağına sığınmıştı. Priapos
antik kentine komşu, üçüncü derece sit statüsünde olan arazisine temelsiz,
ahşap ve doğal taşlardan bir ev yapmıştı öncelikle. Bir yanının penceresi
Priapos’un kalıntılarına, diğer pencereleri ise Marmara denizine ve Karabiga’ya
bakan altıgen köşeli bir burç şeklinde inşaa etmişti evini. Evinin yanındaki
bahçeye üzüm asmaları dikip tamamen organik bir şekilde ürettiği üzümleri yaşam
alanının köşesine kurduğu işlikte şarap haline getirmeye başlamış, küçük de bir
mahzen yapmıştı kendisine. İçinde şöminesi olan bir odacıkta kondurunca
mahzenin yanına, eşini dostunu ağırladığı, soğuk kış gecelerinde yanan ateşin
karşısında ke-yifli sohbetlerin yapıldığı bir durak haline gelmiş adeta evi.
Bizi de bu odada konuk etti. Şöminesini yakmış, şişesinin ucundan nefis kokulu
bir buğu yükselen şaraplardan ikram ederken başına gelen “Bahtsız Bedevi
hikayesi”ni anlattı:
“Evimizi öyle özene bezene yaptık ki, büyük kentin
kalabalığından, gürültü patırtıdan, kirden pastan uzak, eşim ve küçük kızımla
başka bir yaşam kurmak istedik ömrümüzün geri kalan kısmında. Evimiz
Karabiga’ya yürüyüş mesafesinde ama çevresi el değmemiş düzlükler,
yeşilliklerin tam ortasındaydı. Kumsal elli metre ötemizde, denizinde Akdeniz
foklarının dolaştığı Karabiga koyları yanı başımızdaydı. Bir cennetti burası
bizim için. Bir gün bir termik santralle kapı komşu olacağımızı öğrendik! Öyle
ki tavuklarımız duvardan aşsa termik santralin bahçesine girecekti!”
Mesleği elektrik-elektronik mühendisliği olan Anahtarcı,
termik santrallerin yaratacağı kirliliğin, hem deniz, hem tarih, hem Karabiga
için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu çok iyi biliyordu.
Belediye Başkanı Muzaffer Karadağ ile termik santralin
yapılmasının düşünüldüğü alanda söyleşi yaptık. Kasvetli, yer yer hafif
yağmurun atıştırdığı bir havada, sert rüzgarların estiği Karabiga kıyılarında
mikrofonlarımıza termik santrale neden karşı olduklarını anlatmıştı başkan.
Esen rüzgara işaret ederek hakim rüzgarların termik santralin dumanlarını
Karabiga’nın üzerine kusacağını, çok daha ötelere de taşıyacağını söyledi.
Birkaç yüz metre uzaklıktaki Priapos kalıntılarını göstererek tarihe zararından
dem vurdu. ‘Denizde, bakir koylarda yaşayan nesli tükenmek üzere olan Akdeniz
foklarına bari acısınlar, onların başka yaşam alanları yok’ dedi. Termik
santralle birlikte Karabiga’ya demir çelik fabrikası, gemi söküm gibi kirli
sanayilerin de geleceği endişelerini anlattı, anlattı...
Çekimlerimiz bitip üzerine çöken kara bulutları hırçın
rüzgara rağmen dağıtamayan Karabiga’yı gerimizde bırakırken, Priapos’un surları
sisler ardında bir yitip bir görünüyordu. Mart ayında yemyeşildi doğa. Kış,
bıçkın bir soğukla gelip konmuştu kır tanrısının yurduna. Ayaz yapraksız
dalların arasında dolaşıyor, denizi köpük köpük dalgalandırıyordu.
Bizim Karabiga programımızın yayımlanmasından bir yıl sonra
termikçi şirket belediye başkanı ve köy muhtarlarını Almanya’ya götürdü.
“Çevreci termik santralleri” gösterdi onlara. Döndüklerinde hepsi canhıraş
birer termik santral savunucusuydu artık! Birkaç yıl öncesine kadar termik
santrale karşı çıkıp, sonra termikçi olan belediye başkanı önümüzdeki yerel
seçimlerde de yine ana muhalefet partisinin adayı!
***
Nejla Osseiran’ın belgeselinde, o zamanlar bomboş ve
yemyeşil olan kırların orta yerinde kocaman bir termik santral bacası görünüyor
bugün. Yazın çekilmiş görüntüler. Buğday tarlalarının arasından kadraja alınmış
termik bacası. Kurumuş deve dikenlerinin, onların arasında yayılan ineklerin
görüntüleri ile ucu kırmızı kuşaklı devasa baca dip dibe adeta. Priapos’un burç
kalıntılarının hemen yanı başında termik santralin tesisleri. Bir de insanların
denize girdiği kumsaldan bir çekim var. Adeta santral bacasının gölgesinde
denize giriyorlar.
Beş dakikalık kısa belgeseli izledikten sonra, denizi,
kıyıları, otlakları, kültür varlıkları ve yaşayan tüm canlıları ile Karabiga’yı
adı gibi kara bir geleceğe mahkum edenlerin hâlâ el üstünde tutulmasına
üzülüyorsunuz.
Doğa yeniler kendini bin yıl geçse de aradan. Otlar yeniden
yeşerir, deniz balık kaynar yine ve dikilen baca tarih olur günün birinde.
Kömür karasını yıkarsın geçer de ya yüz karasını ne temizler! Kaç paradır günü
gelmeden solan bir çiçeğin yaşamı gözünüzde!
https://www.evrensel.net/yazi/82782/komur-degil-yuz-karasi
Yazıda bahsi geçen belgesel: https://vimeo.com/302867296
Yazıda bahsi geçen belgesel: https://vimeo.com/302867296
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder