2018'in Mart ayında Bergama Ovacık Altın Madeni'nin 3. atık
havuzu ile ilgili açılan davada bilirkişi keşfine gidenler madenin girişinde
demir kapı ve gerisindeki silahlı özel güvenlikler tarafından karşılandı.
Yaklaşık 30 kişilik gruptan davacı kurumları temsilen birkaç kişi dışında hiç
kimsenin maden sahasına sokulmaması emrini almıştı özel güvenlikçiler.
Dediklerine göre hakim bu yönde karar vermişti. Ege Bölgesinde ve hatta
ülkedeki ekolojik yıkımın, talanın sembollerinden birisi olan bu altın
madeninin yarattığı doğa tahribatı demir kapılar ve yamaçlara yığılan, üzeri çimlendirilmiş
tümseklerle gözlerden gizlenmeye çalışılıyordu. Demir kapının ötesinde iki tane
siyanürlü atık barajı, tepe haline gelmiş pasa yığınları ve döne döne yerin
derinliklerine ilerleyen cehennem çukuru denilen bir açık maden ocağının
korkunç görüntüsü gizleniyordu.
Yaşamı savunmak için yıllardır ısrarla direnenleri, madenin
girişindeki demir kapının tam üzerinde boy vermiş sarı bir çiçek karşıladı. Yaşam,
talan edildiği yerde, talan edenleri kendilerine karşı gelenlerden ayıran demir
kapının üzerinde filizlenmişti. Doğa herşeye inat direniyor, 'siz de direnin,
yaşam kazanacak' mesajı veriyordu.
Aydın kent merkezine 10 kilometre uzaklıktaki
Kızılcaköy'lüler de yeni yıla direnişle girecekler. İncir, zeytin bahçelerinin
ortasında yapılmak istenen jeotermal santraline karşı kurdukları çadırda nöbetteler.
Nöbet aslında dört ayı aşkındır sürüyor ama yılın bu son ayı polis, jandarma,
şirket güvenliği ile adeta göğüs göğüse bir mücadele şeklinde geçti.
Kızılcaköyün kadınları bu direnişin öncüsü. Direniş, daha
birkaç ay öncesine kadar siyasi iktidar ve onun destekçisi partiye oy vermiş
köylülerde ve özellikle kadınlarda önemli bir siyasi değişimi de getirdi.
Kurulduğundan bu yana AKP'ye oy verdiğini söyleyen 70 yaşındaki Zehra Doğrul
Cumhurbaşkanına seslenerek "Haram olsun ona verdiğim oylar" diyordu. Leyla
Çiyanşen ise kendisini TBMM'ye davet eden bir siyasi parti liderine
"Meclise gitmeliyim tamam da çıkıp kürsüye halkın anlayacağı dilden
konuşmalıyım. Ben konu mankeni miyim?" diye yanıt veriyordu, kameralar
karşısında.
Direniş değişimi tetikliyor. Devletle halkın göz göze
gelmesi, kendi vergileriyle beslediği askerin, polisin kendilerini itmesi,
kakması, dövmesi, güvendikleri hukuk düzeninin zengini koruduğunun ortaya
çıkması hiçbir sözün anlatamayacağını anlatıp kavratıyor...
Ülkedeki hukukun geldiği bu nokta nedeniyle İzmir Körfez
Geçişi Projesi'nin ÇED Raporu bu yılın son ayında iptal edilince hemen hiç
kimse "tamam bu iş bitti" demedi. Diyemedi çünkü ÇED süreçlerinin ve
bunlara karşı açılan davaların artık hukuken bir çıkmaz yol olduğu yaşanan
onlarca örnekle görülmüştü. Yıllarca süren ÇED davalarının ardından çeşitli
risklere dikkat çekilerek bu raporlar mahkemece iptal edilse bile, şirket 2009/7
Genelgesine dayanarak hemen bu riskleri kağıt üzerinde gidereceğine dair revize
bir ÇED dosyası ile başvuruyor, bir ay dolmadan yeni ÇED'ine kavuşuyordu.
İzmir Körfez Geçişi projesinde de böyle bir durum
yaşanabilir elbette. İzmirlilerin şu an için tek güvendikleri şey ise ekonomik
kriz! Zaten birçok yorumda ekonomik krizin bu projeyi durdurduğu yönünde. Hemen
hepsi yandaş sermaye gruplarına rant aktarmak olan bu "çılgın
projeler"de ekonomi iyi kötü kapitalist ilişkiler içerisinde döndüğünde
geçerli oluyor sonuçta.
Bu yılın başında, 2018 Ocak ayında ÇED süreci başlatılan
Sinop Nükleer Santrali ile ilgili yıl sonunda gelen haberin de içinden geçilen
kriz ortamından bağımsız olduğunu söylemek zor. Japon Nikki Gazetesi tarafından
bu ay içerisinde gündeme getirilen Japonya'nın Sinop'ta Japon - Fransız
ortaklığıyla inşa edilmesi planlanan nükleer santral projesinden çekildiği iddialarından
bahsediyoruz.
AKP'nin çılgın projelerinden İstanbul Havalimanında da işler
hiç iyiye gitmiyor. Hemen her yağışta sular altında kalan havalimanı, tüm
uyarılara rağmen bir ekoloji ve emek cehennemi yaratılarak yapılmış,
İstanbul'un kuzey ormanlarının ve sulak alanlarının üzerine kurulmuştu.
Sürekli büyümek
ve tüketmek zorunda olan sistemde ürettiği elektriğin neredeyse üçte birini
tüketemeyen ülkenin yeni termik santral, nükleer, RES, JES, GES gibi enerji
yatırımlarına soyunması, dağı taşı zehirleyerek, alt üst ederek vahşi
madencilik projelerine geçit vermesi, doğal ve kültürel varlıkların talanına
zemin hazırlayan yasa yönetmelikleri çıkarmasının ardındaki neden işte sistemin
bu 'çaresiz' döngüsünde.
Ekoloji gündemi
ülkenin diğer tüm gündemleri kadar etkileniyor her gelişmeden. Ekolojik
sorunlar da buna karşı verilen mücadeleler de doğal olarak artıyor. Ekonomik
kriz ekolojik krizle paralel ilerliyor. Ekonomik krize karşı emekçilerin
tepkileri, yaşam alanlarını koruma mücadelesi veren halkın direnişiyle bütünleştiğinde
asıl o zaman AKP'nin ve kapitalizmin krizi başlayacaktır. Buna onların krizi,
doğanın ve emeğin kurtuluşunun başlangıcı demek gerekiyor.
Doğa, nasıl altın
madeninin demir kapısı üzerinde açan çiçekle direniyorsa, yaşam da yıkıma karşı
bir yolunu bulur. Yaşamın doğası direniş üzerine kuruludur. Doğa ise direnişin
ta kendisidir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder