09 Aralık 2018 03:30
Dalları göğü kucaklayan kocaman bir erik ağacının altında oturuyordu
kadınlar. Önlerinde dumanı uslu uslu tüten bir ateş vardı. Ateşin közlerinin
içine yarısını yediği mısırı koydu gencecik bir kız. Gitti, yetmiş yaşının
üzerinde gösteren bir kadının dizinin dibine oturdu. Başını göğsüne koyup,
gözlerini yumdu.
Ateşin etrafındaki kadınların kiminin kucağında 3-4
yaşlarında çocuklar vardı. Yılların izlerini taşıyan yüzlerinden yorgunluk
akıyordu. Biraz önce jandarmayla yine karşı karşıya gelmişler, itiş kakış,
çığlıklar arasında bitkin düşmüşlerdi.
Şirketin çimento dolu kam-yoneti yine jandarmanın arkasında
tarlanın etrafına dikilen direklerin dibine beton atmaya yeltenmiş, köyün
kadını erkeği, yılanın ağzındaki kuş gibi çığırarak kamyonetin üzerine
yürümüşlerdi. Erik bahçesinin önündeki ikinci günlerinde bu sahne defalarca
tekrarlandı.
Son jandarma saldırısında üç kadın yere yuvarlandı. Üçü de
kalkamadı düştükleri topraktan. Toprak çamurlu ve soğuktu.
Jandarmanın başındaki binbaşı askerlere kol kola
kenetlenmelerini ve sırtlarını köylülere dönmelerini emretti. “Arka arka
yürüyün, süpürün!” dedi. Çoğunun yüzleri ifadesiz, donuk ama bazılarının göz
pınarlarından yaşlar süzülen askerler, arkalarında kendilerini durdurmaya
çalışanları görmeden geri geri ilerlerken ayaklarının altına düşen beyaz
başörtülü bir neneyi çiğnediler. Ninenin omzuna basıp ayağı kayan bir asker
düşmekten son anda kurtuldu. Kahverengi eşarbının üzerinde sarı çiçekleri
bulunan bir başka kadın da acıyla inleyip ağlayan ninenin hemen yanına
devrildi. Başını taşa vurdu. Kolu jandarma postalının altında ezildi.
Köylü gençler, çocuklar, ihtiyarlar bu sahnelere
dayanamadılar. Yüklendiler tüm güçleriyle askerlerin üzerine. Askerlerin
zinciri koptu, dağıldılar. Şirketin kamyonetinin üzerinde direk diplerine beton
dökmeye çalışan turuncu iş yelekleri giymiş üç genç atlayıp tarlanın içlerine
doğru kaçtı. Üniformalı ve sivil giysili askerler de çekildiler tarlanın iç
taraflarına. Yetmiş yaşlarında görünen bir nine gitti tek başına oturdu
jandarmanın karşısına.
Ortalık biraz sakinleştikten sonradır ki yere düşen üç
kadının üzerine kapaklandı köylüler. Kimi su verdi, kimi az ötede bekletilen
ambulansları, sağlık görevlilerini çağırdılar. Üç kadın apar topar ambulanslara
bindirilip hastaneye gönderilirken, köylüler askerlere beddua ediyorlardı.
“Kolumdaki kanı hastanede fark ettim” dedi 78 yaşındaki
Hatice Barlas. Tetanos iğnesi yapıldıktan sonra titrek parmaklarıyla imzaladığı
suç duyurusu metninde yaşadığı şiddeti şöyle anlatıyordu; “Ben 78 yaşında
toprağına sahip çıkmaya çalışan biri olarak bunları yaşıyorum ve çok
üzgünüm”...
Öğleden sonra hastaneden kolları sargılı, başları bandajlı,
solgun bir yüzle döndü kadınlar.
Doktorların evlerine gidip dinlenmeleri tavsiyesine
aldırmayıp, yine direniş alanına gelmişlerdi. 78 yaşındaki Hatice Nine koluna
girip yürümesine destek veren kızına kendisini az ötede, tarlanın içinde
dikilen askerlerin yanına götürmesini istedi. Yüzünden acıdan daha çok
güceniklik, incinmişlik akıyordu. “Neden vurdunuz bana evlatlarım” dedi
jandarmalara. Aralarında kadın askerler de vardı. Hepsi de bakışlarını
kaçırdılar yaşlı kadından. “Benim anam bu işte, 80 yaşına girecek” dedi koluna
giren kadın, “Hiç utanmadınız mı vurmaya?”. Gözlerine yaşlar dolan Hatice Nine
titrek adımlarla yavaş yavaş uzaklaştı askerlerin yanından.
Leyla Çiyanşen, askerlerin müdahalesi sırasında düşerken
başını vurmuş, bayılmıştı. Hastane dönüşünde o da öfkeli ama kararlı bir sesle
anlattı yaşadıklarını; “Askerlerin başındaki komutan bana ‘Sen çok ortalıkta
görünüyorsun, televizyona çıkıp artist mi olmak istiyorsun?’ dedi. Ben, bizim
derdimiz topraklarımızı savunmak, diye yanıt verdim. Askere emir verdi vurun
diye, birisi karnıma vurdu. Kadın asker de yoktu. Göğümden ittirdi birisi.
Düşmüşüm, sonrasını hayal meyal hatırlıyorum. Hâlâ göğsüm ağrıyor. Başımda
ceviz kadar şişlik var. Doktorlar 24 saat gözetim altında olmamı istediler ama
ben dayanamadım yine geldim”.
Tarlanın içinde tek sıra halinde dizili askerlere dönerek
sesini yükseltti; “Anayasa bize bu hakkı verdiyse bu topraklar bizim. Bu hayat
bizim, bu vatan bizim! Bu şirketler nerden gelmişler. Bir asker halkının
arkasında durur. Ben askerimize yazıklar olsun deyom”
Kızılcaköylü İbrahim Çevik, askerliğini birkaç yıl önce
Güneydoğu’da tamamladığını anlatırken, hâlâ sabahki olayların şaşkınlığını
atamamıştı; “Kadınlara vurulur mu arkadaş? Kadınlar yere düştükleri halde
üzerlerine beton atmaya çalıştılar!”
***
Ertesi gün hava daha da soğuktu. Gece, ovanın ortasında
yaktıkları büyük bir ateşin etrafında nöbet tutmuştu köyün gençleri. Sabahleyin
kuşluk vakti yine yollara düştü köylüler. Üç kilometre ötede, jeotermal
şirketinin satın aldığı erik bahçesine yürüdüler. Yanlarında bu sefer
ilköğretim çağındaki çocukları da vardı. Okula göndermemişler, direnişe onları
da getirmişlerdi.
Önce herşeyi bir oyun gibi gören, gülüp şakalaşan çocuklar,
filden bile büyük bir demir yığını ve onların arkasında elleri coplu, kalkanlı
askerleri görünce korktular. Annelerinin eteklerinin dibine sokuldular. Sonra
zamanla onlar da alıştılar bu ortama. Anneleri, babaları, neneleri gibi
şirketin elemanlarına, polise, jandarmaya söylenmeye başladılar. Ortam her
gerildiğinde gözyaşlarını tutamayan çocuklar, hıçkırıklar arasında bir yandan
da incecik, tiz çığlıklarla “Burası bizim topraklarımız, zehirlenmek
istemiyoruz” diye ağlıyorlardı.
TOMA ile gelmişti polis o gün. Çevik kuvveti de takviye
etmişti. Bu sefer 80 yaşında kadınların, ilköğretim çağındaki çocukların
üzerine biber gazı sıktılar. Fenalaşanlar, bayılanlar oldu yine. Bu hengame
içinde otuz dönümlük bahçenin etrafını tel örgüler içerisine aldı şirket.
İkindiye doğru, günlerdir “Vali gelsin” diye bağıran köylüler
vali yardımcısını karşılarında buldular. Uzun kızıl saçlı, kıvrık burunlu vali
yardımcısı köylülerin feryat figan anlatımlarını boş gözlerle, mandalina
yiyerek dinledi. Arada “Biber gazından bişey olmaz yaa. Diyelim ki ben emir
verdim gaz sıkın diye. Tamam özür dilerim, ne olacak?” diye gülerek, yarım ağız
yanıtlar verdi. Bu yanıtlar köylüyü daha da öfkelendirmekten öte hiçbir işe de
yaramadı.
Bahçe tel örgülerle çevrildikten sonra jandarma komutanı
“Benim işim bitti” dedi. Vali yardımcısı lütfeder gibi “Askeri, polisi ve
şirket çalışanlarını çekeceğim araziden. Sizler de köyünüze dönün artık.
Gerekli izinler alınmadan hiçbir çalışma olmayacak” dedi, söz verdi. Üç gündür
işlerinden güçlerinden olan, polisle, jandarmayla kapışmaktan yorgun düşen
köylüler çocuklarının ellerinden tutup evlerine döndüler.
Vali yardımcısının verdiği sözün yirmi dört saat bile
geçerliliğinin olmadığı ertesi gün görülecek, şirket elemanları genişletmek
istedikleri yolların ölçülerini almaya çalışacaklardı.
Bir gün önce söktükleri nöbet çadırını yeniden kurarken “Bu
iş daha bitmedi. Kızılca kıyamet kopmadan Kızılcaköy’e jeotermal
yaptırmayacağız” diyordu Kızılcaköylüler...
https://kuzeyormanlari.org/2018/12/10/kizilca-kiyamet-kopmadan/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder