Evrensel'in İzmir temsilciliğini yapan çevre davalarının
takipçisi gazeteci yazar Özer Akdemir ile İzmir’in çevre sorunlarını, çevre
haberciliğini, son belgeseli Yalnız Efe’yi ve edebiyatla gazeteciliği
buluşturan unsurları konuştuk.
11.07.2019, 14:29 11.07.2019, 17:18
ASYA YAŞARİKİZ / İZ
GAZETE - Özer Akdemir, gazeteciliğe 1990’ların sonunda Evrensel’de başladı.
Türkiye’de çevrehareketinin başladığı yıllarda gazeteciliğe başlayan
Akdemir, Bergama köylülerinin altın madenine karşı verdiği mücadeleden
etkilenerek çevre gazeteciliğine yöneldi. Evrensel’in İzmir temsilciliğini
yapan Akdemir’in Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Anadolu’nun
‘Altın’daki Tehlike/Kışladağ'a Ağıt,Uranyum Uğruna / Dilsiz Çocukları
Ege'nin ile Doğa ve Direniş Öyküleri adlı 4 kitabı var.
Üretken bir gazeteci yazar olan Akdemir, son kitabı Doğa ve
Direniş Öyküleri’nin yanı sıra şimdi de Yalnız Efe belgeseliyle
gündemde.
Özer Akdemir ile İzmir’in çevre sorunlarını, çevre
haberciliğini, son belgeseli Yalnız Efe’yi ve edebiyatla gazeteciliği
buluşturan unsurları konuştuk.
Yalnız Efe nasıl doğdu?
Yalnız Efe, İzmir’in içme suyu havzasında kurulan bir altın
madenine karşı direnen bir köylünün hikâyesi. Kente 20 km uzaklıkta olan
Efemçukuru Altın Madeni, 2002 yılından beri İzmir’in gündeminde. Bu altın
madeni, orman bölgesinde ve 6 yıldır faaliyet gösteriyor. Köylülerin bağlarının
olduğu bu ormanlık alanda, son derece kaliteli üzümler yetiştiriliyor. Köylüler
başından beri altın madenine karşı direnmişti. Zamanla köylüler arazilerini,
bağlarını satmak zorunda kaldı. Tek bir köylü dışında; Ahmet Karaçam. Herkes
ona "Yalnız Efe" diyor. Yalnız Efe, 60’lı yaşlarında hala keçi
çobanlığı yapan yoksul bir köylü. Çünkü hem bağlarını satmamakta hem de maden
şirketiyle iletişim kurmamakta direndi. Arazisi, sağlık koruma bandının
içerisinde olan ve maden için son derece stratejik bir yerde. Bu yüzden şirket
Ahmet abinin bağlarını almak zorundaydı ve bunun için O’na astronomik fiyatlar
verdiler. Buna rağmen paraları elinin tersiyle itip, bağını satmayan yoksul
yaşamını devam ettiren madene direnen bir keçi çobanın öyküsü aslında Yalnız
Efe.
Yalnız Efe’nin ilk
gösterimi ne zaman yapıldı?
Documentarist 12. İstanbul Belgesel Günleri’nde 16 Haziran
2019 tarihinde gösterildi. Birkaç film festivalinde daha gösterilecek. Ondan
sonra İzmir’de ve Türkiye’de ekoloji mücadelesi verilen Kaz Dağları’ndan
Artvin’e, Ordu’dan İç Anadolu’daki altın madenleri olan yerlerde filmin
gösterimini yapmak istiyoruz.
EDEBİYAT VE
GAZETECİLİK İLİŞKİSİ
Edebiyatla
gazeteciliği yakınlaştıran unsurlar neler?
Haberi 5N1K ile yazarsınız, bir tekniği bir dili vardır.
Haberci habere gittiğinde onda kalan duygular, düşünceler vardır.
Etkilendiklerini habere aktaramayabilir. Haberde bahsedemediğim duyguları,
düşünceleri eko kurgu denemeleriyle ele almaya başladım. Olayı öyküselleştiriyorum.
Öykülerimin çoğunun konusu gerçektir. Kurguyu öyküselleştirerek insanların öykü
tadında okuyacağı bir türe dönüştürmeye çalıştım. Geri dönüşler olumlu oldu.
Olayın haberini önce yapıp daha sonra gazetenin haftalık eki olan Pazar
sayfasında eko kurgu öyküsünü yazmaya başladım. Bu türe devam etmeye
çalışıyorum hala.
Okuyucuya haber dilinden öte öykü dili daha yakın geliyor
olabilir
Evet. Yok edilmiş bir dağda yaşayan sincabın gözünden dağın
halini anlatmaya çalışmak önemli benim için. Ya da Kuşadası’nda kuruyan Koca
Göl’ün etrafına yapılan yazlıkların olduğu yer birçok canlının yaşam alanı.
Çeltikçi Kuşunun Ağıdı öyküsünde, çeltikçi kuşunun yaşam alanının yok edilmesi,
buradaki ekosistemin yok edilmesinin öyküsünü anlatmaya çalıştım. Öyküyü okuyan
çeltikçi kuşunun çaresizliğini, hüznünü hissetsin istedim.
Belgesel ve öyküye yönelme nedenin de biraz bu sebeplerden
ötürü sanırım
Yalnız Efe belgeselinin yapım ve yönetmenliğini gazeteci
arkadaşım Sevgi Halime Özçelik ile birlikte yaptık. Ahmet Karaçam ikimize de
ilham verdi. Yalnız Efe’nin haberlerini yıllardır yapıyorum ama Ahmet abi
müthiş bir karakter. Bir Yaşar Kemal olsa Ahmet abiden ikinci bir İnce Memet
yazar. Ahmet abinin öyle bir yaşamı, karizması var. O adamın sadece haberlerde
kalması, kuru anlatımlarda kalmasını kabul edemem. Ahmet abinin direnişinin
güzelliğini, duruşunu, tek başına bile kalınsa direnmenin önemini anlatmak
istedim. Hem öyküler hem belgesel aslında yaptığım işin devamıdır.
Çevre gazeteciliğine
nasıl başladın?
1998 yılında Zonguldak’ta Evrensel’de başladım. 2000 yılında
öğretmen olan eşimin tayiniyle İzmir’e geldik. Bu dönemde Bergama köylülerinin
altın madenine karşı en hareketli dönemiydi. Köylülerin altın mücadelesini
izleyerek çevre gazeteciliğine başladım.
Çevre haberciliğinde
iyi haberin esasları nelerdir?
Konuyu bilmek lazım. Konunu neye mal olacağını bilmek lazım.
Bilimsel çevre raporlarını okumak burada çok önemli bir unsur. Konunun
uzmanlarıyla da iletişim içinde olmak gerekiyor. Ama her şeyden önemlisi doğayı
sevmek, onun korunması gerektiği bilincine sahip olmak gerekiyor. Olaya sadece
bir haber mantığıyla yaklaşmamak gerekiyor. Çünkü verilen mücadele sıradan bir
konu değil. Konu yaşamın savunulması. Hem bugünün hem geleceğin savunulması bu.
Sadece gazeteci refleksiyle bu haberlere bakmamak lazım.
Çevre haberi yaparken
tarafsız kalınabilir mi?
Tarafsız gazetecilik olabileceğini düşünmüyorum. Diğer
alanlarda da bu böyle. Gazetecilikte belli etik kurallar vardır. Gazeteci
demokrasiye inanmalı her şeyden önce. Yaşamın savunulması, doğanın korunması,
barıştan yana olmak gibi etik değerlere sahip olmak önemli. Bir haber için
gittiğinizde oradaki doğanın tahribatını gördüğünüzde vicdanınız başka bir
yerlere endeksli değilse etkilenmemeniz olanaksız. İyi bir çevre gazetecisi
bunu yüreğinde de hissetmeli.
Çevre haberciliği
felaket haberciliği midir?
Hep sorunları haber yapmak zorundasınız. Dünyadaki iklim
meselesine bakarsanız, egemen olanlar ekosistemi yok ediyor. Kendi bindiği dalı
kesmiyor; ağacı kökünden kesiyor! Küresel ısınmanın etkilerini her geçen gün
daha çok hissediyoruz. Milyonlarca canlı yok olacak. İnsanları bu sisteme karşı
harekete geçirmek için bunu anlatmak zorundayız.
"DEMİRCİ DÜKKANI
BİLE AÇILMAMALI..."
İzmir’in çevre
sorunları neler?
İzmir’in çevresel anlamda çok sorunu var. AKP iktidarının
ekonomi politikaları nedeniyle inşaat ve yol gibi faaliyetler nedeniyle taş
ocakları meselesi İzmir’in çeperinde sıkıntılı bir durumda. Kentin göbeğinde
iki tane çimento fabrikası var. Bu çimento fabrikaları tehlikeli atık yakıyor.
Zehirli gazlar havaya karışarak insan sağlığını tehdit ediyor. Işıkkent,
Pınarbaşı gibi kentin çeperlerinde kalan son ormanlar yok ediliyor. Hem
ağaçları kesiyorlar hem tepeyi alarak ham madde yapıyorlar.
Bunun dışında Foça Aliağa arasında kalan demir çelik
fabrikaları, termik santralleri, demir söküm tesisleri, gübre sanayi, petro
kimya tesisleri Türkiye’nin Dilovası’ndan sonra en kirli alanıdır bu bölge.
Bilim insanlarının tanımlamasıyla bu bölgeye artık demirci dükkânı bile
açılmaması gerekiyor. Buna rağmen şimdi de bir biyogaz tesisi yapmak istiyorlar.
Karaburun’da "temiz enerji" denen Rüzgâr Enerji
Santralleri (RES) o bölgenin insanına da doğasına da zarar veriyor. Keçicilik
bitme noktasına geldi.
Çeşme’de ise, taş ocakları jeotermal tesisler, RES’ler var.
Tire’de JES yapılmak isteniyor.
Altın madenleri ise İzmir’in en önemli sorunlarından biri.
Efemçukuru Altın Madeninin kentin içme suyu havzasını kirlettiği bilimsel
olarak kanıtlanmıştır.
Bergama’da yıllardır devam eden Ovacık Altın Madeni
siyanürle işleme tesisi var. Oradaki cevheri bitince ekosistemiyle ünlü Kozak
gibi bir bölgede birkaç tane farklı madenden cevheri getirip o siyanürü işleme
tesisinde altını ayrıştırma gibi bir garabet hala devam ediyor.
Kent içerisinde de Kültürpark, Basmane Çukuru meselesi gibi
kentteki ekolojik tahribata yol açacak konuların mücadelesi olumlu bir takım
gelişmelerle devam ediyor. Kentsel dönüşüm dediğimiz kentin merkezinde kalan
yoksulların kent dışına sürülmesi süreci var. Merkezde kalan yerlerin
sermayeye, rant alanlarına çevrilmesi sorunları var.
Hem deniz kirliliği hem nehir kirliliği var. Büyük Menderes,
Gediz son derece kirli. Geçen yıl buralarda yüz binlerce balık öldü. Denizlerde
ise balık çiftlikleri sorunu var.
HARMANDALI'DA NE
OLACAK?
Bu kadar soruna
karşın yerel yöneticilerin tutumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Aziz beyin tutumunu hiç beğenmiyordum. Aziz beyin vebalinin
çok büyük olduğunu düşünüyorum.Tunç Soyer’in Seferihisar’da yaptığı olumlu
işler var. Soyer’i İzmirlilerin içine sinen, kabul gören bir başkan olarak
yorumlamak lazım. Tabi, 'çevreci' bakış açısıyla ekolojist bakış açısını burada
ayırmak lazım. Soyer’in açıkçası çevreci bir bakış açısına sahip olduğunu
düşünüyorum. Bu da şu demek; bu sistem içerisinde bir takım reform ve
revizyonlarla çarkın dönebileceğini düşünüyor. Enerji üretimini ele alalım;
Enerji meselesine nerden baktığınız önemli. ‘Ülkeye enerji de lazım’ diye
bakarsanız yanlış yerden bakarsınız. Enerjinin üretiminin çevresel toplumsal
maliyetini göz ardı edemeyiz. Ülkemizde enerji fazlalığı olduğunu bilmeniz
lazım. Bir de, enerji neden üretiliyor bunu kim kullanıyor? Bunların hepsini
tartarak değerlendirme yapmak gerekiyor. Örneğin Harmandalı’da Biyogaz Dönüşüm
Tesisi yapılacak. Bu konuda dikkatimi ilk çeken şey, Çevresel Etki
Değerlendirme (ÇED) Raporu alınmadan yapılıyor. Neden ÇED’ ten kaçılıyor ki? O
bölgede çöplüğün çevresinde çok fazla insan yaşıyor. Güneş enerjisi, rüzgâr
enerjisi temiz enerji vs diye bu tür enerji üretim modellerini önermek de doğru
değil. Onların da ekosisteme olumsuz etkileri var.
Kapitalist sistem içerisinde temiz hiçbir şey yoktur. Çünkü
kar mantığıyla çalışıyorlar. İşin içerisine kar girince karın artması için doğa
koruma önlemleri, işçilik emekten tasarruf gibi olgular işin içerisine giriyor.
Bu en temiz projeyi en kirli hale getirebiliyor. Burada yerel yöneticilerin
mensup oldukları partilerin bakış açısı da sorunlu diye düşünüyorum. Çevreci
bir bakış açısıyla bakıyorlar. 'Çevreci' bir bakış açısıyla doğa korunamaz.
Görünürde söylem üzerinde koruyormuş gibi birtakım projelerde, söylemlerde
bulunursunuz ama arka plana baktığınızda koruyamazsınız. Kapitalist sistem
içerisindeki çözümlerle çevrenin korunması olanaklı değildir.
Gazeteci olarak İzmir’deki çevre davalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz? İptal edilen ÇED’ler, değiştirilmeden yeniden alınan
ÇED’ler?
Hukuktan vazgeçemezsiniz. Hukukta ısrar etmek zorundasınız.
Hukuka cüret hareket etmek zorundasınız. Şu dönemde içerisinde bulunduğumuz
hukukla ekolojik bir başarı elde etme şansı çok çok zayıf. Buna rağmen
kuruyorum bu cümleleri. Öte yandan "hukuk zaferi" dediğimiz davalar
bir günde, çeşitli yöntemlerle, özellikle 2009/7 denen ucube genelgeyle
elinizden alınabiliyor. Bunu İzmir’de de defalarca yaşadık, birçok yerde
yaşadık. Açılan davaları ısrarla takip etmek lazım ama bir yerde bir faaliyetin
yaşam alanını yok etmemesini istiyorsak orda mücadeleyi toplumsallaştırmaktan
başka çözüm yok. Hukuksal mücadeleyi toplumsallaştırarak sürdürmek lazım ki
hukukta kazandığınız kararı koruyabilesiniz. Aynı şekilde en azından hukuktaki
tıkanma olduğunda kendi yaşam alanınızı kendi meşru fiili mücadele koruma
şansınız olabilir. Çünkü davalar yıllarca devam ediyor. Örneğin Efem çukuru
davası 2005 yılından beri devam ediyor ama maden de bir taraftan üretimini
sürdürüyor! Yani davalar bunu durdurmuyor. Dava sonuçlanana kadar faaliyetin durması
gibi bir şey ne yazık ki söz konusu olmuyor. Yaşam alanın bittikten sonra
davayı kazansan ne olacak?
Soyer, Uluslararası
Sürdürülebilir Kentler Birliği’nin düzenlediği Dirençli Kentler Zirvesi’nde
İzmir’de yaşayan çocukların iklim değişikliği farkındalığını arttırmak için
sunduğu proje olumlu karşılandı. Soyer’in tutumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Çocuklara bu tür ekolojik bilincin verilebileceği projelerin
desteklemesi lazım. Soyer bu açılardan da İzmirlinin çok şey beklediği bir
belediye başkanı.
https://www.izgazete.net/medya/gazeteci-yazar-ozer-akdemir-yalniz-efe-de-direnmenin-onemini-h37356.html