İhsan Çaralan
Özer Akdemir arkadaşımızın özenli haberlerinden her boyutunu
izliyoruz: Ülkemizin doğal SİT alanları, doğa harikası kıyıları, birinci sınıf
tarım arazileri uluslararası ve yerli maden şirketleri, HES’çiler, termik
santralciler, nükleerciler, kirli sanayi patronları... tarafından gün be gün
yağmalanıyor. Her gün bu faaliyetlerin sonucu olarak güzel bir doğa parçasının
daha yok olduğunu yüreğimiz burkularak izliyoruz. Ya da kendi topraklarını
düşman işgaline karşı savunurcasına mücadele eden köylülerin şirketlere ve
şirketlerin arkasında yer alan devlet güçlerine karşı giriştiği mücadelelerle
gururlanıyor, onlarla aynı safta olmakla övünüyoruz. Çanakkale’si, İzmir’i Kaz
dağları, Uşak-Eşme’si, Eskişehir’i, Sinop’u, Mersin’i, İskenderun’u,
Hasankeyf’i, Munzur’u, İkizdere’si, bu yağmadan kurtulamıyor. Dün ovalarında
pamuk, zeytin, incir, portakal, nar, ayçiçeği, pirinç, buğday... yetişen
topraklar, dünyanın akciğeri orman alanları şimdi siyanürün, kömürün, petrol
atıklarının çöplüğü haline geliyor. Üstelik yasa, hak hukuk tanımadan; bazen
mahkeme kararlarıyla, bazen mahkeme kararlarına rağmen, hükümet, vali, jandarma
desteğinde yapılıyor bu yağma.
Ancak dün gazetemizde çıkan iki haber bu yağmanın ne aşamaya
geldiğini gösterdi.
Haber-1) Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde yeraltı
sularına sayaç takılacağı, köylülere de sayaç kartı dağıtılarak suyun bu
kartlara işlenmiş “krediyle” verileceği köylülere duyurulmuş. Bu uygulamayı
devletin DSİ’si yapacak. Sulama amaçlı barajlardan köylülere parayla su
verilmesinden sonra şimdi de kuyu sularının da “kart”la, “kredi”yle verilmesine
sıra gelmiş. Bunun bir adım sonrası da zaten kuyudan çıkacak her litre suyun
parayla satılacağıdır!
Haber-2) Erzurum’da Valilik, İl Mera Komisyonunu
toplamış, bugüne kadar vatandaşın parasız olarak kullandığı meraların listesini
çıkarmış ve bundan böyle bu meralarda göçerlerin ancak meradan bir alanı
kiralayarak sürülerini, hayvanlarını otlatabileceğini; aksi halde yasak
olduğunu ilan etmiş! Yani merayı kiraya veren de şu ya da bu köy, ya da bir şirket
değil, devletin valiliği artık!
Bize inanılmaz gelen bu uygulamalar kapitalist piyasa
mantığı bakımından hiç de inanılmaz değil. Tersine, böyle olmaması inanılmaz!
Çünkü onlara göre her şey kâr, her şey üstünden kâr edildiği zaman anlamlı. Ve
onlar dağların, ormanların, kıyıların, meraların tahrip olmasını da
umursamazlar, yeter ki bu tahribat onlara para kazandırmış olsun! Onun için
yıllarca “Zengin ülkenin yoksul bekçileri olmayacağız!” demagojisini yaptılar.
Ve şimdi ülkenin yerüstü ve yeraltı kaynaklarını yağmalayarak iki taraflı
zenginleştiriyorlar.
Tıpkı bunun gibi; “Kuyu suyu da köylüye parayla satılır
mıymış?” demeyin; onlara göre yer üstündeki içme suyunu nasıl şişeleyip
satıyorlarsa yeraltındaki suyun sahibi de kendileridir ve o su onlara para
kazandırmalıdır!
Ya da meralar orada duruyor diye kimse sahipsiz sanmasın,
onlar meraların da sahibidir ve hayvanlarını merada otlatacak olanlar onlara
para ödemelidir!
Piyasanın, kapitalizmin mantığı bu. Ve giderek bütün bunlara
sahip olmayanlar, sahip olmadığının ihtiyacı kadarını alacak parası olmayanlara
hayat hakkı tanımayan kapitalist kâr hırsı hiçbir alanı boş bırakmayacak
biçimde genişliyor.
Akarsular, madenler, verimli tarım arazileri, SİT alanları
derken kuyu sularına, meralara el koymaya ve bunların üstünden bin yıllardır
yaşayanlara parayla satmaya kadar genişlettiler egemenlik alanlarını.
Ve bu zihniyete, kapitalizme karşı bir mücadele için
birleşmeden de öyle bölük pörçük karşı duruşlarla üstesinden gelinemez
yağmanın, talanın.
Çünkü yağmanın böreği çok lezzetli ve büyük, yağmacıların
iştahı da yedikçe artıyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder