Vakit daraldı. Altın madencileri gün sayıyor artık. Toronto
Borsasına 2013’de üretime başlayacaklarını bildirmişlerdi. Verdikleri süre
birkaç ay sonra dolacak.
Öte yandan, daha üretime başlamadan projelerini
değiştirmeye, kapasite arttırmaya başladılar. 28 Ağustos’ta Kirazlı’daki altın
sahası için yapılmak istenen kapasite artırımı ile ilgili ÇED halkı
bilgilendirme toplantısı altın madencilerini kağıt üzerindeki planlarına
güvenilemeyeceğinin de bir kanıtı aynı zamanda.
8 yılda gideceklerdi 25 yıldır Bergama’dalar!
Bergama’da da böyle olmuştu. “8 yıl çalışıp, maden alanını
rehabilite ettikten sonra gideceğiz” diyen altıncılar 25 yıldır Bergama’da!
Üstelik Bergamayı tükettikleri gibi yanı başındaki Kozak yaylaları, Havran
Küçükdere hatta İzmir Güzelbahçede ki altınlı toprağı Bergama’ya taşıyıp,
siyanürle altın elde etmek istiyorlar. Havran’daki cevheri iki yıldır
taşıyorlar zaten. Bergama bir siyanür işleme merkezi haline geldi.
Siyanürün yer altı sularına, toprağa, yöredeki canlı
yaşamına etkileri ile ilgili doyurucu hiçbir araştırma yapılmıyor. Benim
bildiğim en son ciddi araştırma madenin yakınındaki Soğanlı ve Ovacık
köylerinin içme-kullanma sularına Ege Üniversitesi tarafından yapılmıştı. 2004
yılındaki bu tahlillerin sonucu altın işletmeciliğinin nasıl bir ‘bela’
olduğunu ortaya koymaya yetiyordu. Sonuçları aşağıdaki tabloda:
Devlet bu rezaletin ve felaketin üzerini örtmeyi bildi. Aynı
tarihlerdeki aynı içme sularında Hıfzısıhha tarafından yapılan analizlerde
suların değerleri neredeyse menbaa suyu gibiydi! Tıpkı 2006 yılında Eşme’de
1700 kişinin Kışladağ Altın madenindeki siyanür kazası sonrası zehirlenmesinde
yapıldığı gibi! Hikayesi uzun. Ayrı bir yazıda anlatırız.
Celladına aşık olma durumu
Yıllardır bu altın madenlerini, şirketleri, gelmiş geçmiş
hükümetlerin bunlarla ilişkilerini izlemeye çalışan bir gazeteci olarak demem o
ki, söz konusu altın madenciliği ise ne şirkete ne devlete güven olmaz! Biri
sermayenin kendisi diğeri onun cisimleşmiş iktidarı. Kimi kime şikayet edeceksin,
kimi kimden ayıracaksın?…
Kazdağlarının onlarca yerinde altın işletmeciliği yapmak
isteyen şirketlerin sözleri ve bu sözlere, kağıt üzerindeki ÇED raporlarına
dayanılarak verilen izinlere yöre halkının zerrece güveni olmamalı. Yok da
zaten.
Peki ne yapılacak? Sorunun özü bu aslında. Kazdağlarındaki
altın işletmeciliğinin zararları konusunda yörede yaşayan yurttaşların %99’unun
kafasının net olduğunu düşünüyorum. Sorun, arkasına devasa bir maddi gücü ve
siyasi iktidar olanaklarını almış bu emperyalist şirketlerin nasıl
durdurulacağı? Yöre halkı, bu devlere karşı koyacak gücü göremezse (ki aslında
kendisidir o güç) ne yazık ki, devletin ve şirketin de gayretleriyle bir süre
sonra ‘çaresizliği öğreniyor’. Hatta celladına aşık bile oluyor! Üzücü ama olan
bu…
Yanlış nerede?
Bu altın madenlerine karşı verilen mücadeleyi yakından
izlemeye çalışan birisi olarak, şunu söyleyebilirim ki; son bir-bir buçuk
yıldır hareketlenen çalışması ve etkinliğine rağmen Çanakkale Çevre Platformu
(ÇEP) bugünkü yapısı ve anlayışıyla, altın madenciliğine karşı kararlı ve sonuç
alıcı bir mücadeleyi örgütleyemez. Daha doğrusu, ÇEP tarzı gönüllü olarak bir
araya gelen ve özveri ile mücadele etmeye çalışan bir grup yaşam savunucusu,
devasa altın tekelleri ve iktidar mekanizmasına karşı koyamaz. Hele hele
ülkemiz gibi hukuk devleti bile olmaktan son derece uzak, kendi koyduğu
yasaları bile şirketlerin çıkarları için bir çırpıda değiştirebilen sermaye
iktidarlarının hüküm sürdüğü ülkelerde bu hiç olmaz.
ÇEP, mücadeleyi yöre halkına taşıyabilseydi, onun ihtiyacı
olan bilimsel, hukuki ve teknik desteği sağlayıp, kendisini mücadelenin öznesi
gibi görme yanlışına düşmeseydi asıl işlevini yerine getirmiş olurdu. Ne yazık
ki Çanakkale ÇEP, mücadelenin sadece halkın gücüne dayanılırsa kazanılacağı gerçeğini
bir türlü içselleştiremedi. ÇEP eleştirisini sonraya bırakarak, günümüzde acil
olarak ne yapılabileceğine bir iki cümle ile değinip yazıyı sonlandıralım.
Belediyeler sorumluluk almalı
Çanakkale ve Kazdağları-Madran Dağı Belediyeler Birliği bu
noktada daha çok sorumluluk almalı diye düşünüyorum. Direnişin örgütlenmesini
ÇEP’e bırakıp “size her türlü desteği sağlarız” demenin şu saatten sonra yararı
yok.
Aksine, halkın oyları ile işbaşına gelen yerel yönetimler,
bu talana, yağmaya, doğa katliamına bütün olanaklarını halkın topyekûn
direnişini yaratmak için seferber ederek öncülük etmek zorunda artık.
Belediyesi ile, siyasi, sosyal, iktisadi her türlü örgütsel yapısı ile
bütünleşmiş bir şekilde altın madenciliğine karşı çıkan halktın gücü asla
yenilemez! Kazdağlarının kurtuluşunun yolu da buradan geçiyor. İşte bunu
başarmak zorundayız ve başarabiliriz de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder