5 Şubat 2013 Salı

Kendi yurdunda esir gibi…




Fotoğraf: Kendi yurdunda esir gibi…

Özer AKDEMİR

Karaburun’a bağlı Parlak köylüleri kendi yurdunda esirliği yaşadıklarını söylüyorlar. “Mezarlarımıza bile gidecek yerimiz kalmadı” diyen köylüler, son kalan arazilerine de rüzgar santrali yapılmasın diye çırpınıyorlar. 

Osmanlı döneminde gelip bir yanı zeytin ormanı, bir yanı Ege Denizi’ne bakan tepelere yerleşmiş Parlak köylüleri. Bu köyü memleket bellediklerinde komşuları arasında Rum köyleri de varmış. Şimdi, yıkıntıları kalmış taş duvarlarıyla dünya cenneti Badembükü’nü bir tepenin üzerinden izleyen Sazak Köyü bunlardan birisiymiş. Parlak köylüleri yakın bir gelecekte kendi sonlarının da bu Rum köyü gibi olmasından endişe ettiklerini söylüyorlar. 

Sadece Parlak köyü değil, Karaburun yarımadasının neredeyse tamamına yakın bir kısmı kendi yurdunda esirliği yaşıyorlar sanki. Bölgede yapılan kadastro çalışmasının ardından yüzlerce, binlerce dönüm arazi çoğu büyük sermaye grubu olan özel şirketlere ağaçlandırma yapılması amacıyla kiralanmış. Yöre köylülerinin yüzyıllardır merası olan, hayvanlarını otlattığı araziler tel örgülerle çevrilince, köylüler küçücük bir alana sıkışıp kalmışlar. Bu durumun ilk etkileri ise hayvancılıkta görülmüş. Çocukluğundan bu yana keçi çobanlığı yaptığını söyleyen Parlak köylüsü Zeki Alan 5-10 yıl öncesine kadar on binin üzerine olan keçi sayısının şimdi 1500’lere düştüğünü söylüyor. O yıllarda köyün 7 çobanı varken, şimdi iki kişi kalmışlar. “Hepsi satıldı hayvanların. Araziler boştu eskiden. Buraları telle çevirdiler” diyor. 

TEL ÖRGÜLER İÇİNE ALINDIK 

Parlak Köylüleri, arazilerine Öres A.Ş adlı şirket tarafından yapılmak istenen rüzgar santrali ÇED toplantısı yapılmasına izin vermediler. Toplantı yapılamadı tutanağı düzenlenirken Karaburun Kent Konseyi tarafından yapılan basın açıklamasında konuşan  köylülerden Neclan Sarı, çok değil bir on yıl kadar önceki yaşamlarına olan özlemi dile getiriyordu; “Öncesinde çok güzel bir yaşantımız vardı. Cıvıl cıvıl karabaş otlarının içerisinde meralarımızın etrafından dolaşmakla geçiyordu ömrümüz, temiz havada. Bugün ise bütün meralarımız, etraflarımız tel örgülerle çevrelendi. Tel örgüler içine alındık. Kapılar kilitlendi, kapılarda kilit var. Kendi zeytinliğimize gidemiyoruz. Ölmüş olsak bizim kabrimizde dahi yerimiz kalmadı. Kabirlerimizin etrafı dahi çevrelendi tel örgülerle. Biz burada doğduk büyüdük, burada yaşayıp, buraya gömülmek istiyoruz”.  Köylülerden Gülsen Tükel de kendi yurdunda esirlik duygusunu yaşayanlardan; “Bir zamanlar giderdim zeytinimi toplardım, ihtiyacımı görürdüm çoluğumun çocuğumun. Ama şimdi evimizin önüne çıkamıyoruz. Her taraf SİT. Biz mahkum gibi bir şey olduk”. 

80 YAŞINDA KORKUYU ÖĞRENDİM

75 yaşındaki Gülten Özaydın gözleri dolu dolu “Biz bu işe razı değiliz” derken, bir pişmanlığını da söylemeden geçemiyor; “Biz bu tel örgüler çevrilmeden yollara dökülmemiz yazımdı, yerlere yatmamız lazımdı”. 80 yaşındaki Hatice Özaydın ise bu yaştan sonra korkuyla yaşamaya başladıklarını dile getiriyor. 

RES’ler balık çiftlikleri, gıda tekelleri tarafından kuşatılan Karaburun’lular her geçen gün daralan yaşam alanlarını korumanın derdine düşmüşler. Rum köylerini bir bir karşı Sakız ve Midilli adalarına göçürten zamane koşulları, geride kalan Karaburun’lulara da göçü dayatır hale gelmiş. “Bizim gidecek yerimiz yok” diyen Karaburun köylüleri ise kendi yurdunda esirliği yaşamamak için direnmeye çalışıyorlar.

Kimse bize sormuyor

Ahmet Çakır:  (Mordoğan Beld Başkanı): Yerel halkın içinde olmadığı hiçbir şeyin ülkemizde gerçekleşmesini istemiyoruz. Burada yaşayan insanlar en önce bu işlere karar vermesi lazım. Balık çiftliklerine ve RES’lere bizler de destek veriyoruz. Fakat bunlarını nereye, ne zaman yapılacağı çok önceden planlanmalı ve kurulacak yerdeki yerel halkla muhakkak sorulmalı. 

Kenan Özaydın (Parlak Köyü Muhtarı): Bu ağaçlandırmalar faydalı olmaz. Buranın rüzgarları bir anda 20-30 yıllık ağaçları söküp atabilir. Rüzgar güllerinin kurulacağı alan bundan 3 ay önce otlak-mera alanı olarak istemiş olduğumuz yerlerin üzerinde. Osmanlı döneminde yaşamış insanların torunları olarak burada var olduğumuzu ve var olacağımızı söylemek istiyoruz.

Fevzi Yavaş (Parlak köylüsü): Zeytinliğime gidemedim. Yollar kapalı hep. Zeytinler çürüdü ağacın altında. Bu rüzgar santralleri de yapılırsa biz burada duramayız artık. 

Mustafa Şenbahar (Yayla Köylüsü): Uygun yer seçimi kaydıyla biz RES’lere karşı değiliz. Ama Tarım Bakanlığının verdiği zeytin dikim alanına kurulmaz, köyün dibine olmaz ki bu.  Bu RES’ler yapılırken verilen bilirkişi raporları da bunların yapılamayacağını söylüyor. Buna rağmen yapıyorlar. RES’lerin temiz enerji olduğunu söyleyenler gelsinler Yayla Köyün halini görsünler. 

Bülent Gültekin (Muhtarlar Birliği ve Salman Köyü muhtarı): Karaburun Küçükbahçe köyünün 150 metre uzunluğundaki güzelim plajının karşısına balık çiftliği kuruyorlar. Oradaki pansiyonlara gelenler zifte bulanıyor. Rüzgar gülü kurulurken bize sorulsa biz uygun yerler konusunda yardımcı olabilirdik. 

(İzmir/EVRENSEL)




Özer AKDEMİR


Karaburun’a bağlı Parlak köylüleri kendi yurdunda esirliği yaşadıklarını söylüyorlar. “Mezarlarımıza bile gidecek yerimiz kalmadı” diyen köylüler, son kalan arazilerine de rüzgar santrali yapılmasın diye çırpınıyorlar.

Osmanlı döneminde gelip bir yanı zeytin ormanı, bir yanı Ege Denizi’ne bakan tepelere yerleşmiş Parlak köylüleri. Bu köyü memleket bellediklerinde komşuları arasında Rum köyleri de varmış. Şimdi, yıkıntıları kalmış taş duvarlarıyla dünya cenneti Badembükü’nü bir tepenin üzerinden izleyen Sazak Köyü bunlardan birisiymiş. Parlak köylüleri yakın bir gelecekte kendi sonlarının da bu Rum köyü gibi olmasından endişe ettiklerini söylüyorlar.

Sadece Parlak köyü değil, Karaburun yarımadasının neredeyse tamamına yakın bir kısmı kendi yurdunda esirliği yaşıyorlar sanki. Bölgede yapılan kadastro çalışmasının ardından yüzlerce, binlerce dönüm arazi çoğu büyük sermaye grubu olan özel şirketlere ağaçlandırma yapılması amacıyla kiralanmış. Yöre köylülerinin yüzyıllardır merası olan, hayvanlarını otlattığı araziler tel örgülerle çevrilince, köylüler küçücük bir alana sıkışıp kalmışlar. Bu durumun ilk etkileri ise hayvancılıkta görülmüş. Çocukluğundan bu yana keçi çobanlığı yaptığını söyleyen Parlak köylüsü Zeki Alan 5-10 yıl öncesine kadar on binin üzerine olan keçi sayısının şimdi 1500’lere düştüğünü söylüyor. O yıllarda köyün 7 çobanı varken, şimdi iki kişi kalmışlar. “Hepsi satıldı hayvanların. Araziler boştu eskiden. Buraları telle çevirdiler” diyor.

TEL ÖRGÜLER İÇİNE ALINDIK


Parlak Köylüleri, arazilerine Öres A.Ş adlı şirket tarafından yapılmak istenen rüzgar santrali ÇED toplantısı yapılmasına izin vermediler. Toplantı yapılamadı tutanağı düzenlenirken Karaburun Kent Konseyi tarafından yapılan basın açıklamasında konuşan köylülerden Neclan Sarı, çok değil bir on yıl kadar önceki yaşamlarına olan özlemi dile getiriyordu; “Öncesinde çok güzel bir yaşantımız vardı. Cıvıl cıvıl karabaş otlarının içerisinde meralarımızın etrafından dolaşmakla geçiyordu ömrümüz, temiz havada. Bugün ise bütün meralarımız, etraflarımız tel örgülerle çevrelendi. Tel örgüler içine alındık. Kapılar kilitlendi, kapılarda kilit var. Kendi zeytinliğimize gidemiyoruz. Ölmüş olsak bizim kabrimizde dahi yerimiz kalmadı. Kabirlerimizin etrafı dahi çevrelendi tel örgülerle. Biz burada doğduk büyüdük, burada yaşayıp, buraya gömülmek istiyoruz”. Köylülerden Gülsen Tükel de kendi yurdunda esirlik duygusunu yaşayanlardan; “Bir zamanlar giderdim zeytinimi toplardım, ihtiyacımı görürdüm çoluğumun çocuğumun. Ama şimdi evimizin önüne çıkamıyoruz. Her taraf SİT. Biz mahkum gibi bir şey olduk”.

80 YAŞINDA KORKUYU ÖĞRENDİM


75 yaşındaki Gülten Özaydın gözleri dolu dolu “Biz bu işe razı değiliz” derken, bir pişmanlığını da söylemeden geçemiyor; “Biz bu tel örgüler çevrilmeden yollara dökülmemiz yazımdı, yerlere yatmamız lazımdı”. 80 yaşındaki Hatice Özaydın ise bu yaştan sonra korkuyla yaşamaya başladıklarını dile getiriyor.

RES’ler balık çiftlikleri, gıda tekelleri tarafından kuşatılan Karaburun’lular her geçen gün daralan yaşam alanlarını korumanın derdine düşmüşler. Rum köylerini bir bir karşı Sakız ve Midilli adalarına göçürten zamane koşulları, geride kalan Karaburun’lulara da göçü dayatır hale gelmiş. “Bizim gidecek yerimiz yok” diyen Karaburun köylüleri ise kendi yurdunda esirliği yaşamamak için direnmeye çalışıyorlar.

KİMSE BİZE SORMUYOR!


Ahmet Çakır: (Mordoğan Beld Başkanı): Yerel halkın içinde olmadığı hiçbir şeyin ülkemizde gerçekleşmesini istemiyoruz. Burada yaşayan insanlar en önce bu işlere karar vermesi lazım. Balık çiftliklerine ve RES’lere bizler de destek veriyoruz. Fakat bunlarını nereye, ne zaman yapılacağı çok önceden planlanmalı ve kurulacak yerdeki yerel halkla muhakkak sorulmalı.

Kenan Özaydın (Parlak Köyü Muhtarı): Bu ağaçlandırmalar faydalı olmaz. Buranın rüzgarları bir anda 20-30 yıllık ağaçları söküp atabilir. Rüzgar güllerinin kurulacağı alan bundan 3 ay önce otlak-mera alanı olarak istemiş olduğumuz yerlerin üzerinde. Osmanlı döneminde yaşamış insanların torunları olarak burada var olduğumuzu ve var olacağımızı söylemek istiyoruz.

Fevzi Yavaş (Parlak köylüsü): Zeytinliğime gidemedim. Yollar kapalı hep. Zeytinler çürüdü ağacın altında. Bu rüzgar santralleri de yapılırsa biz burada duramayız artık.

Mustafa Şenbahar (Yayla Köylüsü): Uygun yer seçimi kaydıyla biz RES’lere karşı değiliz. Ama Tarım Bakanlığının verdiği zeytin dikim alanına kurulmaz, köyün dibine olmaz ki bu. Bu RES’ler yapılırken verilen bilirkişi raporları da bunların yapılamayacağını söylüyor. Buna rağmen yapıyorlar. RES’lerin temiz enerji olduğunu söyleyenler gelsinler Yayla Köyün halini görsünler.

Bülent Gültekin (Muhtarlar Birliği ve Salman Köyü muhtarı): Karaburun Küçükbahçe köyünün 150 metre uzunluğundaki güzelim plajının karşısına balık çiftliği kuruyorlar. Oradaki pansiyonlara gelenler zifte bulanıyor. Rüzgar gülü kurulurken bize sorulsa biz uygun yerler konusunda yardımcı olabilirdik.
 
(İzmir/EVRENSEL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...