30 Ocak 2017 Pazartesi

Kaza 'Geliyorum' dedi, sülfürik asit taşıyan tanker devrildi

Kaza 'Geliyorum' dedi, sülfürik asit taşıyan tanker devrildi
  
 30 Ocak 2017 14:13
     
Nikel madenine sülfürük asit taşıyan tanker yerleşim alanlarının yakınında devrildi, tonlarca kimyasal toprağa karıştı. (Fotoğraf: Vedat Özel) 
Özer AKDEMİR
İzmir


Manisa'nın Gördes ilçesi yakınlarında nikel madenine sülfürik asit taşıyan tanker önceki gün gece yarısı devrildi. Yaşam alanı savunucularının yıllardır eleştirdiği tankerin Dingiller Köyü çıkışında devrilmesiyle birlikte tonlarca sülfürik asit toprağa karıştı. 
TONLARCA ASİT ARAZİYE DÖKÜLDÜ
Gördes'in Fundacık-Çiçekli-Kabakoz ve Kalemoğlu köyleri yakınlarında yer alan Meta Nikel Kobalt Madenine sülfirik asit taşıyan tanker kaza yaptı. Sülfirik asit madeni sürecinde mücadele eden yaşam savunucularının ısrarla üzerinde durdukları tehlike bir kez daha gerçek oldu. Akhisar Gördes yolu üzerinde, Dingiller Köyünün hemen çıkışında evlerin hemen yanıbaşında meydana gelen kazanın ardından, kazaya müdahale sırasında tonlarca sülfirik asit araziye döküldü. Araziye dökülen asitler bir süre sonra şirketin iş makineleri ile kamyonlara yüklenirken toprağın nereye taşındığı henüz bilinmiyor.
 
BU ÜÇÜNCÜ KAZA
Gördes Çevre Derneği eski Yönetim Kurulu üyelerinde Hasan Türkel, son yaşanan kazanın üçüncü sülfürik asit kazası olduğunu söyledi. Mart 2016 yılında Göremez mevkiinde meydana gelen kazanın ardından da tonlarca sülfürik asitin araziye döküldüğünü belirten Türkel, "Köy muhtarı hemen tutanak tutturmuştu ilerde olabilecek zararlara karşı. Sülfirik asitli toprağı yakınlardaki hiçbir köy kabul etmemiş, bunun üzerine şirket toprakları maden sahası içine götürmek zorunda kalmıştı. Ayrıca eğimli bir yol olan Gördes yolunda giden asit tankerlerinin ardından parmak kalınlığında asitin yola dökülerek gittiğini de bir çok defa kameralarla tespit ettik. Bizim yıllardır yaptığımız uyarılar ne yazık ki yine gerçekleştirildi. Ben 2014 yılında yerel bir gazeteye yazdığım yazıda tehlikeli maddelerin taşınması ile ilgili ADR Yönetmeliğine vurgu yaparak dikkat çekmiştik. Şimdi kazanın ardından yapılan müdahalede tedbirsizlik nedeniyle tonlarca asit toprağa karışınca yönetmeliğin neden bu kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı" diye konuştu.

 

DOĞA KATLİAMI GÖRÜNTÜLENDİ
Asit tankerinin kazasını gidip görüntüleyen Akhisarlı Gazeteci Vedat Özel de çektiği fotoğraf ve kamera görüntüleriyle doğa katliamını ve kazanın yerleşim yerine çok yakın bir konumda olduğunu belgeledi. Köy, nikel madenine götürülen yöre halkının “cehennem kazanı" dediği otoklavın götürülüşü sırasında mola verilen yerlerden birisiydi. 738 ton ağırlığındaki dev kazanın, 264 tekerlekli tırla taşınması sırasında yaşam savunucuları günlerce protesto etmiş, tankerin geçeceği güzergahta yaşam nöbetleri tutmuşlardı. 

Ayvalık'taki altın madenleri iptal edildi


  
 30 Ocak 2017 12:36
     
Turgutlu Çaldağı'dan sonra Ayvalık Tıfıllar'a göz diken Oremine şirketinin altın madenlerine izin çıkmadı.
Özer AKDEMİR
İzmir
Ayvalık Tıfıllar Köyü merkez olmak üzere bölgedeki 4 ayrı yerde işletilmek istenen altın madenine izin çıkmadı. Altın madencilerinin yasal düzenlemelerin ardından dolanmak için yaptıkları kurnazlıklar bir kez daha yöre halkının kararlı duruşu ve mücadelesi nedeniyle geri tepti.

TURGUTLU'DAN SONRA AYVALIK'TAN DA ELİ BOŞ DÖNDÜ
Turgutlu Çaldağı'nda nikel madeni işletmek isteyen, ancak yöre halkının direnişi sonrası bunu başaramayan Oremine adlı şirket Ayvalık Tıfıllar madeninden de eli boş döndü. ÇED sürecinden kaçmak için maden alanını düşük gösteren şirket, Ayvalık Tıfıllar Köyü, Gömeç  Hacıömerli Yaylası, Burhaniye Damlalı Köyü ve Gömeç Kubaşlar Köyü yakınlarında dört ayrı alanda altın-gümüş işletmeciliği için başvuru yapmıştı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Balıkesir İl Müdürlüğü web sayfasında yayınlanan proje tanıtım dosyası, şirketlerin yasal mevzuatın arkasından nasıl dolandıklarının da örnekleri arasında.
YASALARI DELMEK İÇİN 40 TAKLA ATMIŞ
Şirket ÇED raporundan kaçabilmek için proje tanıtım dosyasında altın-gümüş madeni faaliyet alanını Ayvalık ilçesi Tıfıllar köyü olarak gösterirken, Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğünden alınan işletme ruhsatında ise faaliyet alanı olarak Ayvalık ilçesi Türközü Köyü görünüyor. Yine yasalar gereği 25 hektar üstü alanlarda halkın katılımına izin veren ÇED toplantısını engelleyebilmek için firma maden alanını şimdilik 12,61 hektar göstermiş. Hazırlanan proje tanıtım dosyasında Zeytin Yasası’nın hiç dikkate alınmadığı, kesilecek ağaç sayısının belli olmadığı görülüyor. Proje alanının 5250 m batısında Madra Barajı bulunurken, yöredeki dereler ise yok sayılmış. Çıkarılacak madenin işletileceği yer, patlatılacak dinamit, bunun yaratacağı etki gibi unsurların göz ardı edildiği ÇED proje tanıtım dosyasında en son yapılan kurnazlık ise ormanlık alan vasfı kazandığı gerekçesiyle köylünün elinden alınarak hazineye devredilen mera alanının  maden ocağı sahasına dahil edilmek istenmesi oldu.
 
MADENE KARŞI KARARLI MÜCADELE
Oremine firmasının Turgutlu Çaldağı nikel maden işletmesi gibi başka örneklerde de çevreye verdiği zararı göz önüne alarak mücadeleye girişen EGEÇEP bileşeni Ayvalık Tabiat Parkı madenin yaratacağı tehlikelere karşı köylüleri bilgilendirme çalışması başlatmıştı. Tıfıllar köyüne giderek muhtar  Mehmet Karaman'a madenin zararları konusunda bilgi veren platforma en önemli desteklerden birisi de Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer'den geldi. Gençer yaptığı basın açıklaması ile olayda taraf olduklarını ve madene karşı çıktıklarını duyurdu. Maden Yüksek Mühendisi Meryem Esenay Eltan’ın ÇED proje tanıtım dosyası ile ilgili değerlendirmesini esas alarak hazırlanan madene itiraz dilekçesini geçtiğimiz yıl Ağustos ayında  Balıkesir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne veren platformun başvurusuna bir süre sonra yöre köylülerinin muhtarları da katıldı.
 
SÖZÜMÜZÜ TUTTUK!
Dün Tıfıllar Altın Madeni ile ilgili gelişmeler konusunda bir açıklama yapan Ayvalık Tabiat Platformu, maden dosyası hakkında Balıkesir Tarım İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü ile Balıkesir Orman Müdürlüğünün olumsuz görüş verdiğini bu nedenle Tıfıllar ve diğer üç sahadaki (Hacıömerler Yaylası, Damlalı Köyü, Kubaşlar) altın-gümüş madeni projelerinin iptal olduğunu duyurdu.
Platform açıklamasında, "Mücadelemize başlarken çevre talanı bir kere başladığında önünü almanın zorlaşacağını, ilk adımda talancı maden firmalarını durdurmamız gerektiğini söylemiş, bu firmaları Ayvalık’a sokmayacağımızın sözünü vermiştik. Bu sözümüzü tuttuk" dedi.

Anayasa Değişikliği Çevre İçin Ne Anlama Geliyor?_ Pelin Cengiz

Anayasa Değişikliği Çevre İçin Ne Anlama Geliyor?

Pelin Cengiz
30 Ocak 2017

AKP'nin on sekiz maddeden oluşan “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Anayasa değişikliğinin TBMM’de kabul edilmesiyle birlikte Türkiye’yi referanduma götürecek süreç de başlamış oldu. Siyasal rejimin topyekûn yeniden inşası anlamına gelecek yenilikler, pek çok alanda köklü değişikliklere ve hatta sistemin kilitlenmesine yol açabilecek düzenlemeler içeriyor. Bunların en önemlilerinden ve belki en az tartışmaya açılanlarından biri, şüphesiz çevre meselelerine dair olanlar.
En kritik yenilikler, Bakanlar Kurulu’nun kaldırılarak halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının makamının yürütme organı haline gelmesi, bununla da kalmayıp yasamayı kontrol edecek olması olarak gösterilebilir. Yani yeni dönemde Türkiye’de artık Bakanlar Kurulu olmayacak, cumhurbaşkanı “hükümeti” Bakanlar Kurulu’nun yerine geçecek. Yeni sistemde yasama yetkisine açıkça ortak edilen cumhurbaşkanı, yönetmelik ve kararname çıkartabilecek, kanunları veto edebilecek ve hatta dilediği zaman seçimlerin yenilenmesine karar vererek Meclisi tamamen feshedebilecek.
Öte yandan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası uygulanmaya başlayan ve üç kez uzatılan OHAL sürecinde devreye sokulan KHK’ler ile, hukuka aykırı olarak, kanunlar değiştiriliyor. Şimdi değişikliklerle birlikte cumhurbaşkanı OHAL gerekmeksizin normal dönemlerde de buna benzer kararnameler çıkarabilecek, OHAL döneminde hiçbir sınırlama olmadan dilediği konuda kararnameler yayımlayabilecek.
Cumhurbaşkanı dilediği kişileri bakan, cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atayabilecek, atadığı kişileri istediği zaman görevden alabilecek, yürütmeye ilişkin kararname ve kanunların uygulanmasına dair yönetmelikler çıkartabilecek. Kaç cumhurbaşkanı yardımcısına, kaç bakana ihtiyaç duyulduğunu tek başına cumhurbaşkanı karar verecek. Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görev ve yetkileri, teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenecek. Dolayısıyla, cumhurbaşkanı yardımcılarının ve bakanların atanmasında TBMM’nin herhangi bir rolü olmayacak. 
Referandumdan “evet” çıkması halinde Anayasa değişikliği TBMM’den sonra halk tarafından da onaylanmış olacak. Bu gerçekleşirse çevre mevzuatı açısından cumhurbaşkanı hangi yetkilere sahip olacak, hangi kararları tek bir imzayla alabilecek birkaç örnekle sıralayalım:
• Madde 80: OHAL kararnameleri kapsamında Meclis’ten aceleyle geçirilerek yürürlüğe giren kamuoyunda Madde 80 olarak bilinen 6745 Sayılı Kanun, anayasa değişikliğinden sonra doğa ve yaşam alanlarına en büyük tahribatı yaratacak olanı. Bu madde hükümetin stratejik proje bazlı yatırımları hızlandırarak, tabiat varlıkları ve SİT alanlarına yapılacak yatırımları tüm denetim mekanizmalarının dışında tutmayı hedefliyordu. Yine aynı yasayla bu yatırımlara Kurumlar Vergisi ve Gümrük Vergisi muafiyeti ile Gelir Vergisi stopajı teşviki tanınacak. Hazine arazilerinin kırk dokuz yıllığına bedelsiz tahsisi sağlanacak. Söz konusu yatırımlar pek çok dokunulmazlığa ve teşvike sahip olacak. Bu yasaya yönelik en büyük eleştirilerden biri, tek bir Bakanlar Kurulu toplantısı kararıyla nükleer santrallerin, HES'lerin, altyapı yatırımlarının, termik santrallerin, mega projelerin Danıştay'ın defalarca verdiği iptal kararlarına rağmen onaydan geçecek olmasıydı. Bu kanun, Bakanlar Kurulu’na TBMM’den üstün yasama, bakanlıklardan üstün yürütme yetkisi veriyordu. Anayasa değişiklikleriyle birlikte  bu yetkilerin hepsi cumhurbaşkanı tarafından tek başına kullanılacak. Yani Kanal İstanbul, nükleer santral, köprüler, havaalanları, otoyollar gibi çevresel tahribatı çok büyük olan yatırımlar Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile hayata geçirilecek.
• Varlık Fonu: Yine OHAL döneminde “Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, TBMM’de kabul edilerek yasalaştı. Varlık Fonu adı altında denetimden muaf adeta ikinci bir Hazine oluşturuldu. Ekonomiyi canlandırmak, bu fonla sermaye yaratmak isteyen AKP iktidarı, aynı zamanda beton, asfalt ve kirli enerjilere dayalı ekonominin can damarı konumundaki mega projelere de kaynak aktarmak için yeni bir yöntem yaratmış oldu. Yasa gereği tamamen Bakanlar Kurulu’nun kontrolünde olacağı belirtilen Türkiye Varlık Yönetimi A.Ş. ile Türkiye Varlık Fonu ve buna göre kurulacak şirket ve alt fonlar Gelir ve Kurumlar Vergisi'nden muaf olacak. Bu muafiyet, Türkiye Varlık Fonu ve şirket kazanç ve iratları üzerinden Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanunu uyarınca yapılacak vergi kesintilerini de kapsayacak. Mega projelere kamu kesiminin borcu arttırılmadan sermaye yaratılması, yaratılan kaynağın da Varlık Fonu çatısı altında toplanarak bu mega projelere aktarılması planlanıyor. Çevre ve yaşam alanlarında geri dönülmez tahribatlar yaratan ve bu fonla finanse edilecek mega projelere dair yetkiler değişikliklerle birlikte tamamen cumhurbaşkanına ait olacak. Bu yatırımlar için verilecek acele kamulaştırma kararlarını, cumhurbaşkanı tek başına verecek. 
• ÇED Yönetmeliği: OHAL’in ilk günlerinde zaten bir anlamda olağanüstü hal durumunda olan ÇED süreçlerinin hızlandırılmasıyla ilgili açıklamalar yapıldı. OHAL koşulları doğa talanı için fırsata çevrilirken, ÇED raporlarına jet hızında onaylar verilmeye başladı. İlk kez 1993’te yayımlanan ÇED Yönetmeliği, AKP iktidarları döneminde yedi kez ana değişiklik olmak üzere yirmiye yakın değişikliğe uğradı. Delik deşik edilen ÇED Yönetmeliği’ndeki değişikliklerle yeni rant ve talan kapılarını açan çevre felaketleri artarken, işletilmeyen ya da mahkeme kararlarına rağmen eksik/yanlış işletilen ÇED uygulamaları Türkiye’de çevre davalarının ana gündemini oluşturdu. OHAL süreci, zaten uygulama aşamasında ciddi sorunlar yaşanan ÇED’leri tamamen etkisiz ve işlevsiz hale getirilmek için kullanılırken, yeni Anayasa değişikliği olasılığı ciddi bir tehdit haline geldi. Cumhurbaşkanına tanınan kararname çıkarma, kanunların uygulanmasına dair yönetmelik düzenleme yetkisi, çevre koruma mevzuatının dengeleyici ve denetleyici etkisini tamamıyla ortadan kaldıracak. Mevcut durumda hiç olmazsa Çevre ve Şehircilik Bakanlığı uzmanlarının süzgecinden geçen yönetmelik düzenlemeleri, yargı denetimi ve mahkeme kararları, cumhurbaşkanını donatan yeni yetkilerle birlikte tamamen ortadan kalkacak.
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Levent Köker, Yeni Düzen gazetesinde yayımlanan “Türkiye’de Sistem mi, Rejim mi Değişiyor?” başlıklı makalesinde de bu konuya dikkat çekerek şunları söylüyor:
“Burada teklif, yasalaştığı zaman büyük sorunlara yol açacak bir çelişki taşıyor: Aralarında ‘aile, eğitim, kamulaştırma, özelleştirme, sendika, toplu sözleşme, grev, sağlık, çevre, konut’ gibi konuların yer aldığı ‘sosyal ve ekonomik haklar’, Anayasa’nın 13. maddesine göre ‘ancak kânunla’ düzenlenebilir. Yani teklife göre ‘münhasıran kanunla düzenlenebilecek’ ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı kararnamesi ile düzenlenememesi gereken hak kategorileri. Buna karşılık teklif, kendi kendisiyle çelişkiye düşerek, kişi hakları ve ödevleri ile siyasi haklar ve ödevlerin kararnâme ile düzenlenemeyeceğini açıkça belirterek, sosyal ve ekonomik hakların kararnâme ile düzenlenebileceğini ima etmiş oluyor. Acaba hangisi doğru? Saydığım hak kategorilerinin pratikte ne kadar hayatî önem taşıyan haklar olduğunu göz önüne aldığımızda, bunun devletin işleyişini imkânsızlaştıracak veya tam anlamıyla keyfî ve yozlaşmış bir kamu yönetimine yol açacak bir çelişki yaratacağını görmemek imkânsızdır.”
Diğer yandan, cumhurbaşkanı tek başına bu yetkileri kullanırken, onu kim denetleyecek? Değişiklikle birlikte yasama organının yürütme üzerindeki denetim yetkisi olmayacak, sadece bilgi isteyebilecek, TBMM’nin önemli denetleme yolu olan güven oylaması ile hükümetin düşürülmesini sağlayan gensoru artık olmayacak. Cumhurbaşkanı ile birlikte yardımcıları da denetimsiz hale getiriliyor. Cumhurbaşkanı yardımcıları sadece kendilerini atayan cumhurbaşkanına karşı sorumlu oluyor. 
Özet olarak, Anayasa değişikliği Türkiye’nin insanları ile birlikte, çiçeğini, böceğini, ormanını, nehirlerini, dağlarını, ovalarını, doğasını, yaşam alanlarını yakından ilgilendiriyor. Yaşamı savunabilmek için şimdi tüm eksiklerine rağmen var olan anayasal güvenceleri savunmak gerekiyor.

29 Ocak 2017 Pazar

Nergisler yas tutup...

 Hüzünlü bir Karaburun öyküsü
  

  29 Ocak 2017 03:06
     
Yılın ilk nergislerinin açtığı İzmir Karaburun’dan nesli tükenmekte olan fokların ve balık çiftliklerinin öyküsünü Özer Akdemir kaleme aldı.
Özer AKDEMİR
Eline sinen nergis kokusunu uzun uzun içine çekti. Yüzü ışıdı yeniden. Bu ekmeğin kokusuydu. Bir yılın emeğinin boşa gitmeyeceğinin işaretiydi boynunu topraktan uzatan nergisler. Deli bir poyraz esiyordu, Bozdağ’dan doğru. Deli mi deli. İliklere işleyen, körpe fideleri üşüten bir poyraz. Sarı kareli poşusunu iyice doladı boynuna. Kafasına sardı, kulaklarını, başını örttü. Boynunu içine çekti biraz daha. Bu poyraz da yüzünü ışıttı. Nergis’in en sevdiği rüzgar buydu işte. Lodosta hasta gibi yapraklarını büzen, çiçekleri ölgünleşen nergis, poyrazda soğuğun inadına dimdik dikerdi başını göğe. Göğsünü buz gibi esen rüzgara verir, sanki yeniden canlandırırdı.
Ocak sonunu gösteriyordu takvim. “Var daha” dedi önünde uzanan nergis tarlasına bakarak. Şubatın sonuna kadar zamanı olduğunu biliyordu. Aralık’ta başlardı Karaburun’da nergis mevsimi. Ülkenin zemheriyi yaşadığı günlerde, karın boranın yolları kestiği mevsimde Ege’nin kıyıcığında birer ikişer boy vermeye başlardı nergisler. Badembükü’nde çıkardı ilk. Kokusu taa tepedeki Sazak köyünden duyulurdu.

Sazak, Sazaki… Ahhh more ahhh... Kan kırmızı üzümlerin, sıvasız taş duvar ustalarının, ballı incirlerin, dumanlı şarapların, Ege’nin şen balıkçılarının yurdu. Ahhh Sazak! Şimdi, geçmişine buzuki nameleri sinmiş, sirtakilerin gölgesi düşmüş çatısız taş duvarları ile ölüm sessizliğine gömülmüş kadersiz köy! 90 yıl önce, feryat figan terk edip yurdunu, denizin ötesine giden sevgilisini, çocuğunu, babasını, yarini bekleyen sabırlı ana. Ahhh Sazak, Sazaki…


Sonra Sarpıncık’ın dik eğimli tepelerinde biterdi birden bire nergisler. Ahh Sarpıncık… Fenerin geçmişe bir ışık tutsa neler anlatırdın bize neler. O güzel taş evlerin serinliğinde yaşanan sevdaları, göz pınarlarını kurutan hasretleri, isyan ateşlerini sonra. Öfkenin baş eğmez gücünü, kılıcın keskin parıltısı, topuzun gümbürtüsünü…Koyları, bükleri, keçi yollarını, orda yiten canları, yoldaşları. Ayak yalın, namlu çıplak düşenleri. Dikişsiz ak libasa sarılıp, yalınayak ölüme koşanları, anlatsa, anlatsan…Oysa şimdi ağzı bağlı, dili lal kör bir ahraz gibi suskun, suskun, içine gömülmüşsün. Ahh Sarpıncık, ahh Dede Sultan’ın, Börklüce’nin yurdu, ahhh…

Sonra Hamzabükü, Parlak Köyü, sonra Salman, Saip, Bozköy, Bozdağın bağrına büzülmüş Yaylaköy. Koyunun, keçinin kuzuladığı zamanlarda, nergislerin kokusuyla şenlenen kırlar. Baharı zemheride gelen koca Mimas…

Poyraz hızını azalttı. Gün Ege’de hızla devriliyor şimdi. Poyraz soğuğuna akşamın alacası karışmak üzere. Başını kaldırıp baktı. Güneş Ege’nin ötesinde batacak birazdan. Denize eğildikçe portakala, turunca çalıyor rengi, bala kesiyor. Denizin üzeri alev alev yanıyor sanki. Son maviliklerin arasında dalıp çıkan fok balığını o zaman görüyor. Kıyıdan uzakta değil. Denizin ilerisinde biten kayalıkların dibinden başını uzatıp gülüyor sanki. Dönüp köyüne doğru gitmeden önce el ediyor fok balığına…
***
Acele ediyor fok balığı. Mağaranın karanlık dehlizlerinde bıraktığı yavrusuna bir an önce ulaşmak için dalıp çıkıyor denize. Levrek, kefal, barbun, yılan balığı, ahtapot ne bulabilirse o günkü öğününde bir an önce avlamak ve memeleri süt dolu olarak yavrusuna koşmanın telaşında.

Bazen, bir balıkçının ağından balık aldığı zaman da oluyor. O zaman balıkçılar düşman belliyorlar onu. Kürek sallayanlar, ardından tüfek patlatanlar, üzerine kayıklarını sürenler…
Kıyıdakilerde da çok vefa görmedi aslında fok. O yüzden insanlardan uzakta, adaların, adacıkların el değmemiş koylarında, denize giren kayalıklarında, mağaralarında yaşamaya, neslini devam ettirmeye çalışıyor. Kırıla kırıla, avlana avlana tüm dünyada 600 fok balığı kaldılar ve hala öldürülüyorlar. Hala kirletilen denizlerde kimse duymadan, görmeden ölüme, kıyıma inat gülerek yitiyorlar….

Balık çiftlikleri binlerce yıllardır yaşam alanları olan denizlere gelip kurulduğundan bu yana Ege’nin bir başka sürgünü oldu foklar. Köşe bucak saklanıyorlar. Nesillerinin devamı, Egenin iki yakasındaki iki dost, iki düşman, iki akraba, iki kanlı bıçaklı kardeş ülkenin elinde; Türkiye ve Yunanistan.

Dün Sazak’tan, Sarpıncık’tan, Mimoza Koyundan, Badembükü’den canlarını kurtarmak için Ege’nin sularının ötesindeki karaya, adalara doğru yelken açanların ortak kaderini paylaşıyor foklar.

Koylara, büklere, ince taşlı kumlarla kaplı sahillere inen beton binalar, insan kalabalıkları, öfkeli balıkçılar düşman onlara.
Tüm bunlardan öte, Akdeniz fokunu yeryüzünden silecek, bire kadar kıracak ve o biri de tarihin tekerleği içinde nesli tükenen canlılar içine yazacak olan son tehdit ise balık çiftlikleri. İlaçlı yemleri, daracık bir alana sıkışmış yüz binlerce balığın pisliğinin kirlettiği denizi ve ağları ile son cellatları, balık çiftlikleri.
***
Kaynarpınar açıklarında daldı fok. Dupduru deniz. Günün son ışıkları ile ıpıl ıpıl. Aşağıda denizin dibindeki antik kentin yan yatmış sütunlarının altından bir ahtapot yakalayıp yedi. Mağarasına, yavrusuna doğru kulaç attı son sürat.

Gün Ege’ye gömüldü. Mimas saçını taradı tuzlu sularda. Orman Perisi, güzeller güzeli Ekho Narkisos’a karşılıksız sevdasından eridi damla damla. Narkisos sudaki suretine aşık tüketti ömrünün son demini. Nergis oldu, kokusu ömre bedel, sardı bütün Karaburun’u…

27 Ocak 2017 Cuma

Aliağa'da cürufların ortasına atık yakma tesisi

Aliağa'da cürufların ortasına atık yakma tesisi
  
 27 Ocak 2017 04:27
     
Aliağa Foça arasında bulunan cürufların olduğu bölgeye yapımı planlanan atık yakma tesisi yeni tartışmalara neden oldu.
Özer AKDEMİR
İzmir
Aliağa Foça arasındaki vadilere depolanan cürufların olduğu bölgeye yapımı planlanan atık yakma tesisi yeni tartışmaları beraberinde getirdi. Milyonlarca tonu bulan cürufların ortasına tehlikeli atıkların getirilip gömüldüğü yönündeki iddialar bu tesisle birlikte tekrar gündeme gelecek gibi görülüyor.
Bölgedeki o kadar yoğun sanayi kirliliğine yeni bir kirlilik türü katacak olan atık yakma tesisi İzmir’in kuzey aksında, kuzey ormanlarının olduğu bir bölgede, yer altı su havzasının üzerine yapılacak. 
Proje tanıtım dosyasına göre işletme Egedemir fabrikasının atıklarının yakıldığı bir tesis olarak kurulacak. Yıllardır bölgedeki çevre sorunlarına karşı mücadele eden Foça Çevre ve Kültür Platformu (FOÇEP) Yürütme Kurulu Üyesi Bahadır Doğutürk, tesislerin Egedemir Şirketinin sahibi olduğu araziye kurulacağını belirterek, yörede yaşayan vatandaşların ortaya attığı bir iddiaya dikkat çekti; “Cüruf alanlarına komşu Horozgediği Köyünün Eski Muhtarı Özcan Bora yıllardır Viking kağıt fabrikasından geceleri gizlice atıkların getirildiğini ve bu cüruf alanlarına döküldüğünü söylüyordu. Bunun tespitini yapamadık ama hep ‘Atıklar tehlikesiz ise neden gizli getiriliyor’ soruları kafamıza takılıyordu” dedi. 
HEM ATIK YAKMA TESİSİ HEM TERMİK SANTRAL
Tesisin proje tanıtım dosyasındaki iş akım şemasına bakıldığında atıkların yakılmasından elektrik enerjisi elde edileceği bilgisinin yer aldığını ifade eden Doğutürk, “Bu, tesislere aynı zamanda bir termik santral özelliği de veriyor. Yakılacak atıklar arasında elyaf, kağıt ve karton atıkları, mürekkep çamuru vs. olması bölgedeki en önemli kağıt fabrikasının atıklarının buraya getirileceği, (ya da getirildiği) iddialarını güçlendiriyor. Ayrıca bunların dışında bir atık gelmesi durumunda gerekli izinlerin alınacağı belirtilmiş. Atıkların türü nasıl kontrol edilecek, kim denetleyecek? Bu sorular belirsiz” dedi.
TEHLİKELİ İŞLERİN HABERCİSİ Mİ?
Fabrikanın yer seçimi ile ilgili bilgilerin kuşku uyandırdığını belirten Doğutürk, “Viking kağıtın hemen arkasında AKOSBİ ye değil de Gölyüzü’ne bu tesis yapılmak istenmesi, gözden kaçırılarak tehlikeli işler döneceğinin habercisi gibi geliyor bize” diye konuştu. Tesiste kullanılacak suyun, yakıtın hep tartışmalı olduğunu belirten Doğutürk’ün dikkat çektiği bir diğer konu ise yakma işlemi sonrası çıkacak olan küller. Günde 9 ton külün, tehlikelilik analizleri sonrası kül depolama alanlarına gönderileceğinin yazdığını aktaran Doğutürk, “Biliyoruz ki bölgedeki hiçbir yatırımcı çevreyi kirleteceğiz diye izin almadı ama gelinen nokta herkesin malumu” dedi. 
MAHKEME KARARLARI VAR
Yöredeki belediye, meslek örgütü ve çevre derneklerinin buradaki santraller ve kül alanları ile ilgili açılan davaları olduğunu, bu davalardan birisinde mahkemenin bölgenin kömür santrali atığı ve külü gibi endüstriyel atıkların atılması için uygun olmadığını açıkça belirttiğini kaydeden Doğutürk, “Ayrıca, mahkeme kararı, kül havuzuna 3 kilometreden daha yakın mesafede 25 hektardan daha büyük zeytin ağaçlarının olduğunu kaydetmektedir” dedi.
TEHLİKELİ ÇARPITMANIN SONUCU
Aliağa-Foça arasındaki demir-çelik fabrikaları, termik santraller, haddehaneler, petrokimya tesisleri, gübre ve kağıt fabrikalarının cüruf ve atıkları yıllardır Horozgediği ve Ilıpınar köyleri arasındaki vadilere depolanıyor. Kaç ton olduğu bile belli olmayan bu cüruf dağlarının her geçen gün büyümesi üzerine, geçtiğimiz yıllarda İzmir Büyüşehir Belediyesi (İBB) ve bölgedeki fabrika sahipleri “akıllara ziyan” bir projeyle imza attılar; Bu cürufların yol yapımı için dolgu malzemesi, bordür ve parke taşı yapımı ile eritilmesi! İBB’nin “Cüruf sorununa çevreci çözüm” diye övünerek sahiplendiği ve bölge patronlarından övgüler aldığı bu uygulamada en önemli sorun ise cürufların “Tehlikeli atık” olması idi. Cüruflarla ilgili açılan davada TÜBİTAK tarafından yapılan araştırma sonucuna göre bu cüruflar “Tehlikeli atık”tı ve suyla temas etmeyecek bir şekilde depolanması gerekiyordu. Bu önemli sorun, bilirkişi sıfatı taşıyan üç ‘bilim insanı’nın TÜBİTAK’ın bu raporunu tahrif edip, “Tehlikeli atık” cümlesini “Tehlikesiz atık” diye yazması ile son buldu! Mahkeme bu rapora dayanarak açılan davayı reddetti, bu bilimsel çarpıtmaya dair EGEÇEP’in açtığı dava ise “O ifade sehven yazılmıştır” geçiştirmesi ile sonuçsuz kaldı. 

Hemşin’de HES’e yargı ‘dur’ dedi

Hemşin’de HES’e  yargı ‘dur’ dedi

  
 27 Ocak 2017 04:16
     
Rize’nin Hemşin ilçesi'nde yapılması planlanan HES Projesi'nin ÇED olumlu kararı, Rize İdare mahkemesi tarafından iptal edildi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Rize’nin Hemşin ilçesi Pazar Çayı üzerinde yapımı planlanan HES Projesine verilen ÇED Olumlu kararı Rize İdare mahkemesi tarafından iptal edildi. Mahkeme heyeti oy birliği ile aldığı kararı yörede yapılan bilirkişi incelemesi sonrası hazırlanan rapora dayandırdı.

TARIMA VE BALIKLARA ETKİSİ BELİRLEYİCİ OLDU
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Hemşin Büyük Dere ve Pazar Çayı üzerinde yapılacak “Dikmen I-II Regülatörleri ve HES Projesi”ne Mart 2014 tarihinde verdiği ÇED Olumlu kararına karşı Hemşin Muhtarlar Derneği tarafından dava açıldı. 2007 yılından bu yana organik çay tarımı havzası olan bölgede yapılmak istenen HES’lerin tarıma, sucul yaşama, bölgedeki bitki ve hayvan varlığına etkilerinin ortaya konması için mahkeme bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verdi. 
BÖLGEDE ENGELSİZ DERE KALMADI
Hidrobiyolog Prof. Dr. Tahir Atıcı, Jeolog Doç. Dr. Mustafa Fener ve Çevre Mühendisi Doç. Dr. Beril Akın’dan oluşan bilirkişi heyeti alanda yaptıkları inceleme ve gözlemler sonrası hazırladıkları raporda, HES inşaatı sırasında ortaya çıkan hafriyatın tarım alanlarına etkisi, depolanmasındaki belirsizlikler, bırakılacak can suyunun Deniz Alabalığı gibi göç eden türler açısından yetersizliği gibi konulara dikkat çektiler. Heyet raporunda balık türlerinin korunması amacıyla özellikle üreme amaçlı göç hareketlerinin engellenmemesi gerektiğine dikkat çektikten sonra şu gerçeğin altını çizme gereği duydu: “bölgede üzerinde engel olmayan dere olarak başka hemen hemen hiç dere kalmamıştır”. Raporda, HES Projesinde belirtilen “balık geçidi”nin uygun çalışmaması veya geçebileceği belirtilen balık türlerinin geçişinin sağlanamaması durumunda, göç eden veya yıl içerisinde yer değiştiren türlerin yaşamlarını devam ettirebilmelerinin olanaksızlığına vurgu yapıldı.
BİLİRKİŞİ ÇED’İ EKSİK BULDU 

Bilirkişi raporunu karara esas alınabilir nitelikte bulan mahkeme heyeti oy birliği ile aldığı kararında; bilirkişi raporundaki “ÇED raporu içerisinde yapılan çalışmaların yüzeysel ve eksik olduğu” gerekçesiyle ÇED olumlu kararının hukuka uygun olmadığına
hükmetti. 

24 Ocak 2017 Salı

'Balık çiftlikleri hem denizimize hem geçimimize zararlı'


  
 25 Ocak 2017 14:26
     
Karaburunlular, balık çiftliklerine karşı bir oldu. Halk, balık çiftliklerinin hem doğaya hem geçimlerine zarar vereceğini vurguluyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir'de Karaburun Yarımadası halkı denizlerdeki balık çiftlikleri istilasına karşı bir oldu. Dün Ambarseki Köyünde yapılmak istenen balık çiftlikleri ÇED Toplantısına karşı toplantının yapılacağı kahveyi adeta kuşatan Karaburunluların kararlılığı sonrası toplantı yapılamadı. 
Agromey Gıda ve Yem San. Tic. A.Ş. tarafından, Karaburun Mimoza Koyu İle Kaynarpınar arasındaki 387 hektarlık deniz alanında kurulmak istenen balık çiftliği projesi Karaburunluların direnişine çarptı. Sabah saatlerinden itibaren Ambarseki köyü girişine ve ÇED Toplantısının yapılacağı kahve yakınlarına balık çiftliği, RES'ler, taş ocakları ve diğer çevre sorunlarına dair pankartlar asan Karaburunlulara İzmir, Mordoğan, Çeşme gibi yerlerden yaşam savunucuları da destek verdi. Yoğun yağış altında Ambarseki kahvesini dolduran Karaburunlular, şarkılar ve türkülerle balık çiftliklerini protesto etti. Çoluk çocuk, genç yaşlı yüzlerce Karaburunlu yaşam alanlarını tehdit eden projelere karşı sık sık sloganlarla tepkilerini ortaya koydu. Karaburunlular "Al çiftliğini git gari, yettin gari git gari", "Havama suyuma, toprağıma dokunma" sloganlarını atarken, ÇED toplantısı adeta bir eylem alanına dönüştü. Şirket yetkililerinin ve Çevre Şehircilik Bakanlığı görevlilerinin yuhalandığı ve "Şirket Karaburun'u terk et" sloganlarının atıldığı toplantı kahveyi hınca hınç dolduran halkın tepkisi nedeniyle yapılamadı. 
ŞİRKET KORSAN TUTANAK TUTMUŞ
Eyleme CHP İzmir Milletvekili Musa Çam, Karaburun  Belediye Başkanı Ahmet Çakır, köy muhtarları, esnaf odaları temsilcileri, Kent konseyi ve EGEÇEP temsilcileri de destek verdi. Çevre Şehircilik Bakanlığından gelen yetkililerin toplantı yapılamadı tutanağını tutmak istememesi uzun süre tartışmalara neden oldu. Toplantı tutanağı tutmadan kahveden ayrılan ve tutanağı kaymakamlıkta yazacaklarını söyleyen yetkililerin ayrılmasının ardından halk kendi tutanağını oluşturarak balık çiftliklerini ve bununla ilgili toplantıyı istemediklerini imza altına aldılar. Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü görevlileri ile kahve içerisinde tutanak tutma tartışmalarının sürdüğü bir ortamda şirket yetkililerinin kendi tutanaklarını tuttuklarına dair bilgi ise şaşkınlığa neden oldu. Halktan gizli, hiç kimsenin haberi dahi olmadan tutulduğu ileri sürülen tutanağın içeriği de bilinmiyor. 
BİRLİK VE KARARLI MÜCADELE VURGUSU
Yetkililerin köyden ayrılmasının ardından bir açıklama yapan CHP Milletvekili Musa Çam, eylem sırasında yaşanan görüş ayrılıklarının mücadeleyi böldüğü ve bunun bir handikap olduğunu söyledi. Avukat Şehrazat Mercan da ÇED halkı bilgilendirme toplantısının yapılması ya da yaptırılmamasının balık çiftlikleri ile ilgili sürece çok önemli bir etkisinin olmadığını söyleyerek, "Halkın olurunu almak değil bilgilendirmek için bu ÇED toplantıları yapılıyor. Bu mücadeleyi kararlılıkla sürdüremezsek bu çiftlikler kurulur ve denizlerimizi kirletmeye devam eder" dedi.

DENİZİN ALTINDA ANTİK KENTLER VAR
Karaburunlulara destek için gelenlerden Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Ahmet Uhri olayın hiç bilinmeyen bir yönüne dikkat çekti. Evrensel'e görüş veren Uhri, balık çiftlikleri kurulmak istenen denizin altında antik yerleşimler olduğunu belirterek, "Bir kısmını tescil ettirdiğimiz, bir kısmının da incelemesini yapıp rapor halinde Kültür ve Turizm Bakanlığına tescil için başvurduğumuz Roma dönemi ve Neolitik Çağ yerleşimleri tam bu balık çiftliklerinin kurulacağı alanlarda. Bunların korunabilmesi için balık çiftliklerini kesinlikle yapılmaması lazım" dedi. 
DENİZİMİZ TEMİZ KALSIN
Ambarseki köylülerinden 73 yaşındaki Mehmet Arkan da balık çiftliği değil, denizlerinin temiz kalmasını istediklerini söyledi.
İsmail Çiğdem: Mordoğanlıyım. Baba mesleği olarak balıkçılık yapıyorum. O bölgeye daha önce kurulan balık çiftliklerinin denizde yarattığı kirlenmeyi gözlerimle gördüm. tuttuğumuz balıkların kalitesi düşüyor. Balıkların dışkıları ve verilen yemler çiftlik dışında yaşayan balıkları da etkiliyor ve balığın kalitesini düşürüyor. Ben devamlı dalarım. Daldığımda parça parça balık dışkıları geliyor önüme. 

Mehmet Atal (Ambarseki): Balık çiftlikleri doğayı kirletiyor. Hazır yemler balıkların balıkları yamyamlaştırıyor. Bunlar sağlıklı değil. Mutlaka bir hastalığa neden olacak. Kıyılarımızı kirletecek. Bizim geçim kaynadığımız zeytin ve balıkçılık. Bunlar da zarar görecek..  

Köylünün can damarına RES direği

Köylünün can damarına RES direği
  
 24 Ocak 2017 04:40
     
İzmir Bergama’da Kozak Yaylası Çamavlu köyü yakınlarında kurulmak istenen RES, köylülerin merasını tehdit ediyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir Bergama’da Kozak Yaylası Çamavlu köyü yakınlarında kurulmak istenen rüzgar enerji santralleri köylülerin merasını tehdit ediyor. Çamavlu Köyü Muhtarı Mustafa Kocataş bir yıl önce yüz binlerce liraya açılış yaptıkları meraya RES için izin verilmesine akıl erdiremediklerini söyledi. Kocataş, büyük kısmı kendi meralarında yapılmak istenen RES’lerin ÇED toplantısı için komşu Güneşli köyünün adres verilmesinin ise iki köyün birliğini bozabileceğini söyledi.
ÇAMAVLU GEÇİT VERMEYİNCE
Balıkesir RES şirketi tarafından İzmir Bergama Güneşli Mahallesinde 3 Şubat’ta yapacağı duyurulan ÇED toplantısı Çamavlu Köylülerini harekete geçirdi. Kurulacak 25 tribünden 20’sinin kendi köy meraları üzerine yapılmak istendiğini söyleyen Çamavlu köyü muhtarı Mustafa Kocataş, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından finanse edilen İzmir İl Müdürlüğü ve Ege Üniversitesinin iş birliğiyle yürütülen mera ıslah projesinin daha geçen yıl açılışının yapıldığını dile getirdi. RES şirketinin bilinçli olarak direkleri Çamavlu merası değil Güneşli merasındaymış gibi gösterdiğini aktaran Kocataş, “Güneşli’de bir tane bile direk yok. Çamavlu’dan izin çıkmayacağını bildikleri için ÇED toplantısını bilinçli olarak Güneşli’ye kaydırmışlar. Bir de Güneşli’den gerilim hattı geçiyor. Onlarla birleştirecekler sanırım elektrik hattını” dedi.
ÖLÇÜM DİREĞİNE BİLE İZİN VERMEDİK
RES şirketi yetkililerinin geçtiğimiz yıl şubat ayında köye gelerek meraya ölçüm direği dikmek istediklerini, kendisinin buna izin vermediğini belirten Kocataş, “İl Tarım Müdürlüğünden izinlerinizi alın dedik. İl Tarım’dan RES direk yeri için bile merada böyle bir çalışma yapılamayacağına dair bunlara bir yazı gitmiş. Direği dikemediler ama birden ÇED toplantı duyurusuyla geldiler” diye konuştu.
MERA BİZİM CAN DAMARIMIZ
Çamavlu’nun en önemli geçim kaynağının hayvancılık olduğunu, 9-10 bin büyük-küçük baş hayvan varlığının bulunduğunu dile getiren Kocataş, “Halkın bu RES’leri kabul etmesi mümkün değil. Mera bizim can damarımız. Bundan 3 yıl öncesi de demir madenleri işletmek isteyen şirketlere karşı köylü mücadele etti, çoluk çocuk. Şu anda bakanlığın desteklediği bir projede böyle bir şey nasıl yapılabiliyor, aklım almıyor” dedi.
İKİ KÖYÜN BİRLİĞİNİ BOZACAKLAR
RES’lere 2-3 kişi dışında Güneşli köylülerinin de karşı olduğunu aktaran Kocataş, “Çamavlu’dan geçmeyeceğini bildikleri için Güneşli üzerinden yapıyorlar projeyi. Aslında  iki köyün birliğini bozmak için bu. Bu gerçekleşirse, iki köy birbirine düşer. Onlardan da 2-3 kişi dışında destekleyen yok RES’leri. Güneşli köylüleriyle de konuşacağız tekrar.” ifadelerini kullandı.
ŞİRKET ORMAN VE MERA İZİNLERİNİ SONRADAN ALACAKMIŞ
İzmir Bergama Güneşli Mahallesi ile Balıkesir Burhaniye Kırtık Mahallesi mevkii sınırları içerisinde yapılacak olan 25 RES tribününden 20 tanesinin her biri 1 MWm gücünde olacak.
5 türbinin her biri ise 2 MWm gücünde olmak üzere toplam kurulu gücün 30 MWm
olması planlanmakta. Şirket proje tanıtım dosyasında, 13’ü mera ve 3’ü ise ormanlık alanda kalan RES tribün sahaları için gerekli izinleri ÇED süreci sonunda alacağını duyurdu.
Son Düzenlenme Tarihi: 24 Ocak 2017 05:23

23 Ocak 2017 Pazartesi

'Yaşayan şehir, yaşanacak şehir'[1] ; İzmir -1 Arif Ali CANGI

  
İzmir'in yaşamsal sorunları deyince ne aklınıza gelir? Benim aklıma havası, suyu, toprağı, denizi, kent yaşamı geliyor.
İzmir'in  'yaşayan şehir, yaşanacak şehir' olabilmesi için yeterli ve temiz suyunun, hastalık yapmayan havasının, temiz bir körfezinin, kirletilmemiş denizinin, sağlıklı ürünler yetiştirecek toprağının, ruh ve beden sağlığımızı bozmayacak bir kent yaşamının olması gerekir. Bu konuda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum.
Peki İzmir gerçekten 'yaşayan şehir, yaşanacak şehir' mi? Bu konuyu birkaç yazıda didikleyelim mi? En acilinden başlayalım mı?

Temiz ve yeterli su için Efemçukuru temiz kalmalı

Bu köşede defalarca yazdım, yazmaya devam edeceğim; İzmir'in temiz ve yeterli suyunu sağlayabilmesi için Efemçukuru bölgesini gözü gibi koruması gerekiyor. Bölgeyi kirletme riski olan hiçbir faaliyete izin verilmemeli. Böyle olmasına rağmen, Efemçukuru bölgesi büyük risk altında. Şu anda bir altın madeni çalışıyor. Maden işletmesinin yaratacağı tehlikeleri gösteren onlarca rapor var, ancak maden 2011 yılının Haziran ayından beri çalışıyor, mahkeme nezaretinde alınan örneklerden alanda ağır metal kirlenmesinin başladığı tespit edildi. Ancak bu olay, İzmir'de bir türlü sorun olarak algılanmadı. Altın madeni yüzünden, bölgedeki yüzeysel suları biriktirecek Yarımada'nın su ihtiyacını karşılayacak Çamlı Barajı yaptırılmıyor, İzmir Gördes Barajı'na muhtaç duruma getirildi, şimdi oradan da su gelmiyor.
İzmir Büyükşehir Belediyi Başkanı'nın deyimi ile 'Tahtalı Barajı da Efemçukuru Altın Madeninin kirlilik tehdidi altında, orası da kirlenirse işimiz Allah'a kaldı'. Tamam da Allah da akıl vermiş, fikir vermiş, o akıldan, o fikirden bilimsel bilgi üretilmiş, hiçbir şey yapmadan her iş de Allah'a havale edilmez ki.
Bu kadar büyük bir tehdit yaratan maden işletmesi için, su havzasını korumakla yükümlü olan Büyükşehir Belediyesi, İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi ne yapıyor? Tek kelimeyle hiçbir şey yapmıyor, yaptıkları da dostlar alışverişte görsün niteliğinde. Daha önce İZSU'yu size şikayet etmiştim. (2)
Bir kez daha söylenmesi gerekenleri söylemem gerekiyor; su havzası kirletilmeye devam ediliyor, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ona bağlı İZSU seyrediyor. Dip nottaki yazımda da bahsettiğim davanın keşif masrafını İZSU halen karşılamadı, mahkeme bir kez daha davacılar Ahmet Karaçam, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, İzmir Tabip Odası ve EGEÇEP Derneği'nden 10 bin lira keşif avansının 10 gün içinde yatırılmasını istedi ve bu süre bugün itibariyle doldu ve para yatırılamadı.
Su havzasını kirletecek olan projeleri durdurmak öncelikle İZSU'nun görevi değil mi? Öyleyse bu davayı İZSU neden açmadı? Davayı açmadı, daha sonra bizim davamıza katıldı, güzel eyledi de masraflara neden katılmıyor? Buna dostlar alış verişte görsün denmez mi? Anayasa'nın 56.maddesindeki  "Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek ödevi" önce devletin değil mi? İZSU bu ödevden neden kaçınıyor?
Bu iş vatandaşa mı havale edildi? O zaman İZSU'nun davaya katılmasının hiçbir anlamı yok, gölge etmesin, davadan çekilsin. Her zaman olduğu gibi geçimlik bütçemizden ayıracağımız paralarla dava masrafını imece usulü toplarız, elimizden geldiği kadarıyla suyumuzu, yaşamımızı koruruz.

[1] İzmir Büyükşehir Belediye'sinin güzel sloganı
[2] İZSU görevini yapmıyor

TMMOB: Yapılırsa İzmir'in iki yakası bir araya gelmeyecek!

TMMOB: Yapılırsa İzmir'in iki yakası bir araya gelmeyecek!
 22 Ocak 2017 16:08
     
TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu (İKK), İzmir Körfez Geçişi Projesi değerlendirmelerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile paylaştı.
Özer AKDEMİR
İzmir
TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu (İKK), İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili görüş ve değerlendirmesini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü ile paylaştı. TMMOB'ye göre  "İzmirin iki yakası bir araya geliyor" reklamı ile kamuoyuna tanıtılan proje yapılırsa İzmir'in iki yakası bir araya gelmeyecek!
TMMOB 20 sayfalık görüşünde projenin kamusal yarar yerine, giderilmesi olanaksız, büyük ölçüde mali kaynak israfına ve çevresel, kamusal zarara neden olacağı uyarısında bulundu.
TMMOB İzmir İKK, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından, Balçova, Çiğli, Narlıdere, Karşıyaka ilçesi sınırları içerisinde Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yapılması planlanan İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili teknik özelliklerin yanı sıra, projenin şehircilik ve çevre açısından değerlendirmelerini paylaştığı raporunda, başlıklar halinde şu konulara dikkat çekti;  
 
* Projenin İzmir Kent Planları ile ilişkisi:
İzmir Körfezi Geçiş Projesi İzmir'in bütün ölçeklerdeki plan kademelerinin hiçbirisinde bulunmamaktadır. Böyle bir köprü-tünel geçişi ve projesi gereklilik olarak ortaya konmamıştır. Ülkemizin deprem açısından en riskli ili gerek zemin özellikleri, gerek yapı özellikleri gerekse bulunduğu bölgenin tektonik özellikleri nedeniyle İzmir’dir. İzmir Körfezinde özellikle Körfez Geçiş Projesinin bulunduğu güzergahlarda DEÜ. Deniz Bilimleri Teknolojisi ve Enstitüsünün yaptığı araştırmalarda tespit edilen fayların ayrıntılı incelenmesi gerekmektedir.
* Projenin İzmir ulaşım ana planı ile ilişkisi:
Ulaşım ana planı etütlerinin ve araştırmalarının hiçbir yerinde önerilen körfez köprü tünel projesinin gerekliliğine dair bir bulgu ortaya konmamaktadır. Bu nedenle önerilen körfez geçişi köprü-tünel-ada projesinin İzmir kent içi ulaşım sorunlarının çözümüne yönelik bir proje olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu proje İzmir Ulaşım Ana Planının bir önerisi değildir.
* Köprü tünel projesinin İzmir körfezine etkisi:
İzmir Körfezi kentin en önemli doğal zenginliğidir ve özenle dikkatle duyarlılıkla korunması gereken bir alandır. Önerilen projede orta körfezde yaklaşık 4.2 km. uzunluğunda köprü ve ayakları ile, 800 m. uzunluğunda 200 m. genişliğinde yapay ada oluşturulması körfezin ufuk çizgisini yok edecek bir müdahale olacak, kentin ufkunda bir duvar etkisi yaratılacaktır. Projeyi hazırlayan ve sunan uzmanlar da bu köprü ayakları ve yapay adanın körfez dip akıntılarına ve su sirkülasyonuna önemli bir engel oluşturacağını belirtmişlerdir. Bir başka ifadeyle körfezin deniz suyu temizliği sürecine son derece olumsuz etkisi olacağı ve körfezin kirliliğine neden olacağı itiraf edilmiştir. Bu durumda önerilen köprü-tünel-ada projesi ile İzmir körfezi için yaşamsal bir çevre sorunu felaketi yaratılmış olacaktır. İzmir körfezi ortasında hiç gereği olmayan ve yapılabilecek en büyük yanlış bir yapay ada oluşturmaktır.
 
* Sulak alanlara ve doğal sit alanlarına etkisi: Planlanan projede kuzey bağlantısı Gediz Deltası’nın güneydoğusunda bulunan eski Ragıp Paşa Dalyanı’nın olduğu bölgeden geçmektedir. Körfez geçiş projesinin kuzey aksı çok önemli bir doğa koruma alanının içinden geçmektedir. Alan I. Derece Doğal Sit Alanı ve aynı zamanda RAMSAR Alanı’dır. Bu bölgede yapılacak herhangi bir çalışma buradaki çok değerli bataklık alanları yok edecektir. Dahası koruma statülerinin delinmesi alanda bir rant oluşmasına ve gelecekte bölgede daha fazla yapılaşmaya yol açacaktır. Önerilen köprü-tünel ve bağlantı yolları ve kavşakları bu bölgedeki doğal alanları da olumsuz etkileyecektir. Doğal sit alanlarına ve sulak alana yapılacak bu olumsuz, zararlı etkiyi giderebilecek hiçbir bilimsel veya doğal önlem bulunmamaktadır. Önerilen proje uygulanacak olursa İzmir’in sahip olduğu doğal zenginliklere çok önemli ve geri dönüşü mümkün olmayan zararlar verilecektir.
Diğer çevresel ve teknik problemler
* Önerilen Körfez Geçişi Projesi köprü-tünel-yapay adanın İzmir körfezinde yaratacağı diğer risk ve çevresel problemlerin örneğin karbon ayak izi, kıyı ayak izi vb. yönlerden gerekli bilimsel araştırmalarla ortaya konmasına ihtiyaç vardır.
* İzmir Körfezinde tarama malzemesinin tehlikeli/ tehlikesiz olma durumu ile ilgili yeterli çalışma yapılmamıştır.
 
ARABALI VAPUR YETİP ARTIYOR
TMMOB İKK raporunda "Körfez geçişi projesinin maliyeti ile İzmir kent içi ulaşımında önceliği olan hangi ulaşım projeleri yapılabilir?" sorusuna da yanıtlar aradı. Güzergahta çalıştırılan arabalı vapurların düşük fiyat politikasına rağmen talep bulamadığını, bunun güzergahtaki ulaşım talebinin ne olduğu ile ilgili bir fikir sunduğunun kaydedildiği raporda, "Söz konusu güzergahtaki ulaşım talebi arabalı vapurlar ile hem de çok daha az maliyetli mevcut altyapı kullanılarak karşılanabilecekken aynı nokta için iki farklı yatırım kararı alınması kamu kaynaklarının boşa harcanması anlamına gelmektedir".
BU PARAYA İZMİR'İN BÜTÜN ULAŞIM SORUNLARI ÇÖZÜLEBİLİR
Proje maliyetinin 3.5 milyar TL hesaplanmasının gerçekçi olmadığının altının çizildiği raporda, 1 km metro ile projenin 1 km'lik maliyeti arasındaki kıyaslama dikkat çekici: "Hesaplanan 3.5 milyar liralık maliyet baz alındığında bile 1 km'si yaklaşık 330 milyon liraya mal olacaktır. ( Uygulanan metro projelerinde açıklandığı şekliyle, 1km. metro maliyetinin yaklaşık 60 milyon lira olduğu düşünüldüğünde ne kadar pahalı bir yatırım olacağı görülmektedir.) 3.5 milyar lira bir kaynak ile İzmir kent içi ulaşım projelerinin tamamı ve ulaşım araçlarının tamamı gerçekleştirilebilir. İzmir kent içi ulaşım sorunları gelecek on yılları kapsayacak şekilde ve kalıcı olarak çözülebilir.
 
KAMUSAL ZARAR, KAYNAK İSRAFI, ÇEVRE FELAKETİ
TMMOB İKK, İzmir körfezinin su sirkülasyonuna yapay ada ve köprü ayakları ile engel oluşturarak kirliliğin sürmesine neden olacak olan, ekonomik açıdan fizıbıl olmayan, kentin erişim, ulaşım talepleriyle ve kent içi ulaşımla hiçbir ilişkisi bulunmayan, kentin ulaşım ve imar planlarının 20 önerisi olmayan ve sulak alanlara, doğal sit alanlarına ve koruma alanlarına büyük zarar verecek olan bu projeden vazgeçilmesi çağrısında bulundu. TMMOB "Özetlenen duyarlılıkların gösterilmediği durumlarda, bu ve benzeri projelerle kentlerde kamusal yarar yerine, giderilmesi olanaksız ve büyük ölçüde mali kaynak israfına ve çevresel, kamusal zarara neden olunacaktır.
KÖRFEZ GEÇİŞİ PROJE ÖZETİ
İzmir Körfezi Geçiş Projesi Kuzey Çevre yolu Çiğli Sasalı kavşağından başlayıp köprü olarak körfez ortalarına kadar ve sonrası tünel olarak devam eden ve Yenikale’den Narlıdere’de İzmir Çeşme otoyoluna bağlanan kavşakla sona ermekte. Proje 12 km. otoyol, 16 km. raylı sistem tramvay olarak öngörülmekte bu kapsamda kuzeyde 4.2. km ayaklar üzerinde köprü, 800 m. bir yapay ada ve 1.9 km. batırma tüp tünel olarak önerilmekte.


KENT STRATEJİLERİ MERKEZİ KONUYLA İLGİLİ YAZILAR

22 Ocak 2017 Pazar

Aliağa'daki Enka Termik Santrali'nin ÇED Raporu iptal edildi

Aliağa'daki Enka Termik Santrali'nin ÇED Raporu iptal edildi

 22 Ocak 2017 14:01
     
İzmir'de Aliağa ile Foça arasında yapılmak istenen  termik santrale verilen ÇED Olumlu Raporu mahkemece iptal edildi.
Özer AKDEMİR
İzmir
ENKA Şirketi tarafından Aliağa ile Foça arasında yapılmak istenen  termik santrale verilen ÇED Olumlu Raporu mahkemece iptal edildi. ENKA'nın termik santrali Aliağa'da 20 yıl aradan sonra gündeme getirilen ilk termik santral olma özelliği taşıyordu. Bölgede hali hazırda biri faaliyete geçmiş birçok termik santral projesi daha var.
İzmir 2. İdare Mahkemesi EGEÇEP, Foça Ziraat Odası Başkanlığı, Foça Zeytin Üreticileri Birliği, ÇHD gibi kurumlar ve yurttaşlar tarafından açılan ENKA Şirketinin Aliağa-Foça arasında yapmak istediği termik santrale Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu kararının iptali davasını sonuçlandırdı. Aliağa Çakmaklı Köyü yakınlarında kurulması planlanan ''Aliağa Enerji Santrali''ne 2010 yılında verilen  ÇED olumlu kararına gerek yer seçimi, gerek santralin bölgede yaratacağı çevresel kirlilik, deniz - yeraltı sularına, tarıma, yöredeki koruma altında bulunan kültür  ve tabiat varlıklarına olumsuz etkileri gibi bir çok gerekçelere dayanılarak dava açılmıştı. Mahkeme sürecinde yapılan bilirkişi incelemesinde de bilirkişiler termik santralin etkilerini maddeler halinde incelemiş ve olumsuz görüş bildirmişlerdi.




BİLİRKİŞİ OLUMSUZ GÖRÜŞ VERDİ
Bilirkişi raporunda; hava kirliliğinin termik santralle daha da artacağı, termik santralden çıkan külün taşınmasının yaratacağı çevresel ve sağlık etkileri, soğutma suyunun bulunduğu alanın, kentsel yerleşik alan içinde yer aldığı, soğutma suyu miktarının bu tip santrallerde oldukça fazla olduğu, bu suyun klorlanması ve arıtılması, soğutulmasının deşarj edildiği çevresel ortamlar (deniz) için hayati önem taşıyan bir konu olduğu, termik santral yapılacak alanda bulunan arkeolojik ve sanat tarihi açısından önemli eserlerin yok olacağı, termik santralin Planlama Kararları ve yer seçimi ilkeleri açısından uygun olmadığı, tarım alanlarına vereceği  zarar gibi birçok yönden incelediği projeye için olumsuz görüş bildirmişti.
MAHKEME BİLİRKİŞİ RAPORUNU ESAS ALDI
Mahkeme, Bakanlık ve ENKA şirketinin yaptığı savunmaları yerinde bulmadığı kararında, bilirkişi raporunda dikkat çekilen, termik santralin yakın yerleşim alanları üzerindeki etkisi, atık su deniz deşarjının konut alanlarına yakınlığı ve deniz ekosistemine olan olumsuz etkileri, doğal sit alanları, arkeolojik ve kentsel sit alanları ile, Foça Özel Çevre Koruma Bölgesi, tarım ve mera üzerindeki olası etkilerinin yeterince incelenmediği, zeytin ağaçlarına ve tarıma yapacağı etki gibi gerekçelere vurgu yaptı. Mahkeme, kararında; "Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu kararının; şehircilik ilke ve esasları açısından, doğal ve yapılı çevre üzerindeki etki ve etkileşimler ile arkeolojik-tarihsel değerler ve tarımsal potansiyele olan etkilerinin bilimsel bir yaklaşımla değerlendirmesi açısından yeterli olmadığı görüşlerine yer verilmiş, rapor Mahkememizce de hükme esas alınabilecek mahiyette görülmüştür" dedi. Mahkeme, tüm bu gerekçelerle termik santrale verilen ÇED olumlu kararında hukuka ve yasal mevzuat hükümlerine uygunluk görülmediğine hükmetti.
DİĞERLERİNE ÖRNEK OLSUN
Mahkeme kararı ile ilgili görüş aldığımız Foça Çevre ve Kültür Platformu'ndan (FOÇEP) Bahadır Doğutürk, bu kararın yörede yapılan ve yapılmak istenen diğer termik santraller için bir başlangıç olmasını dilediklerini söyledi. Yörede kaç tane termik santral projesi olduğuna dair net sayıyı veremediklerini belirten  Doğutürk; "Açıkçası bizim de kafamız iyice karışmış durumda. Sayı sürekli değişiyor çünkü. Petkim'de iki petro-koklu termik santral projesi vardı, vazgeçtik dedirler. Son durum ne belli değil. ENKA'nın zaten bir tane doğalgaz çevrimli termik santrali var. İDÇ'nin bacası uzun zamandır tütüyor. Gencelli Koyunda yapılan çevrim santrali ve en son cüruf alanında yapılacak olan 'güya" tehlikesiz atık yakma tesisi de bir bakıma termik santral, çünkü enerji üretilecek burada da" dedi.
 
BU ÇELİŞKİYİ GÖRECEK BİR MAHKEME ARANIYOR
ENKA'nın ÇED'inin iptal edilmesi kararının kümülatif etki açısından İDÇ için de önemli olduğuna dikkat çeken Doğutürk, yan yana iki parselde kurulmak istenen termik santrallerle ilgili bilirkişi keşfini yapan aynı öğretim üyelerinin ENKA için olumsuz görüş verirken İDÇ'nin termik santraline yeşil ışık yaktığını hatırlatarak, "Mahkemenin bu çelişkiyi görüp İDÇ'nin izinlerini de iptal etmesini umuyoruz" dedi.
‘SIRA İZDEMİR VE SOCAR TERMİKLERDE’
EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Av. Arif Ali Cangı konuyu gazetemize şöyle değerlendirdi: “Bu dava son derece önemli, zira 1989,1990 yılındaki termik santral kurma denemesi, İzmirlilerin Konak'tan Gencelli'ye elele tutuşarak iptal ettirdikleri projeden sonra, Aliağa'da ilk termik santral kurma girişimine karşı açılan davalardan birisi.
Önce üretim lisansının iptali için dava açtık, Danıştay İdari Dava daireleri Genel Kurulu'nun yürütmeyi durdurma kararı üzerine yönetmelikte değişiklik yapılarak önce ÇED sınra lisans düzenlemesi getirildi, daha önce lisans almışlar içinse geçiş hükümleri uygulandı. Bu ÇED de o geçiş hükümlerinden yararlanılarak üstünkörü yapıldı. Nitekim mahkeme kararı ile bu üstünkörülük kanıtlanmış durumda. Diğer yandan Aliağa ve yöresi kirletici tesisler yönünden kapasitesini aşmış vaziyette, yeni bir kirletici faaliyete izin verilmesi bölgeyi ölüme terk etmek anlamına gelir. Bu karar ile bir yandan bir kez daha Aliağa'da termik santral yapılmasının çevre hukukuna aykırı olduğu kanıtlanmış oldu, diğer yandan Aliağa ve bölgenin yaşamını korumak için çabalayan yaşam savucularının EGEÇEP gibi yaşam savunucu örgütlerin olduğunu gösterdi. Şu bilinsin ki; Aliağa'yı, Ege Bölgesi'nin Türkiye'yi, Dünyayı birilerinin karı hırsına bırakmayacağız, yaşamı savunmak için direnmeye devam edeceğiz. Enka termik tamam sıra İzdemir ve Socar termiklerde.”


Kara böğürtlen bir gece*_Pazar ekine


  
 22 Ocak 2017 04:42
     
Feldspat ve uranyum madenleriyle çevrili Söke’deki Kisir köyünün adı 'Kanser Köy'e çıktı. Özer Akdemir köylülerin öyküsünü yazdı.
Özer AKDEMİR
Muhtar Baki “Yusuf abi kötü” dedi telefonda. Sesinden dağlar kadar bir keder akıyordu. Sustum. Anlamıştım. Sustuk…
Bu uğursuz sessizlik ne kadar sürdü bilmiyorum. “Ne zaman belli oldu” diye sordum. “15 gün kadar” dedi.
“Nerde şimdi, hastanede mi?”
“Yok, köyde ama gidip geliyor Söke’ye, Aydın’a” dedi muhtar Baki.
“Ben de iyi değilim” dedi sonra fısıldar gibi.
“Senin nen var” diye sordum endişeyle; “sen de mi, yoksa?!”
“Hastalık değil, domuz gibiyim (Aramızdaki garip bir espriydi bu) kahvecilik, muhtarlık götürüyoruz ama Yusuf abiye çok üzüldüm, çok” dedi.
“Yıllardır tanıdığın birisinin böyle olmasına…” sözünü tamamlamasına izin vermeden girdim araya, “Dur bakalım” dedim.
Konuştuk biraz daha, “Ararım Yusuf abiyi” dedim.
“İyi olur, bekliyor zaten aramanı” dedi. 

**********************
Köyün girişindeki mezarlıkta karşılamıştı bizi Kisir köyü muhtarı Baki Suna. İlk o zaman tanışmıştık. 40-45 yaşlarında, pos bıyıklı, kafasında siyah bir kasket, çakır gözlü, ağız dolusu gülen, uzun boylu, yakışıklı muhtarı. İmam hatip mezunu, yoklukta köye imamlık yapan, cenaze yıkayıp, duasını edip kaldıran, akşamları ise bambaşka bir dünyayı yudumlayan, “şahsına münhasır” bir kişilik… 
“Fakir Baykurt böyle yaptı beni” demişti birgün. “Onun Tırpan’ını okudum, İmam Hatipteyken. Orda da bir imam vardı, onun da adı Baki’ydi. İmam da ne imam! Her türlü kötülük var. O günden sonra imam olmak istemedim işte. Böyle oldum”. 
İyi ki öyle olmuştu Baki, içindeki güzelliği çevresiyle paylaşan bir insan güzeli…
muhtar_mezar.jpg görüntüleniyor
*****
Bundan iki yıl önce, güneşli bir Şubat günü Kisir köyü’nün Osmankuyusu yaylasında karşıladı bizi Yusuf Çenesiz. Biri ABD’den bir hafta önce gelmiş üç bilim insanı ile İzmir’den yola çıkmış, 2 saat sonra Kisir Köyü’ne gelmiştik. Köy kahvesinde birer çayını içtiğimiz Muhtar Baki’yi da alarak 2 kilometre ötedeki Osmankuyusu’na doğru yola koyulduk. Yaklaşık 20 gün önce ölçülen yüksek radyasyon değerlerinin olduğu uranyum sondajlarıydı gideceğimiz yer. 
Yemyeşil bir vadinin içinde, ortasından nazlı nazlı akan derenin kenarlarında kurulu Kisir Köyü’nün tepelerinde kalan merasıydı Osmankuyusu. Bahar  kendini iyice hissettirmeye başlamıştı burada. Toprak çimlenmiş, kış güneşinin altında buğu buğu tütüyordu nemi. Etrafı, taşlarla çevrili tarlaların yamaçlarında, birbirlerinden uzakça bir iki ev vardı. ‘Bunlar da nerden çıktı’ dedirten koca kayaların gelişigüzel dağıldığı  arazinin ortasından akıp giden toprak yolda yürürken, insan boyunu geçen kayalara sinmiş yeşil sarı renkli kısımları göstererek “işte uranyum zehiri bu” dedi Yusuf abi. Üç hoca (Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, Yard. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül ve Dr. Alper Öktem) ellerindeki cihazları Yusuf abinin gösterdiği kısımlara tutup ölçtüler. Yol boyu dikenin, taşın, toprağın, yoldaki hayvan gübrelerinin, kıyıda biriken suyun da ölçümlerini yapmışlardı. Sondajlara yaklaştıkça ikisi Almanya’dan, biri Amerika’dan gelen cihazların ekranlarında okunan değerler de artıyordu.
Kanser köy
*********************
İlk uranyum sondajı kuyusu Yusuf abinin harımının (küçük sebze bahçesi) hemen yanı başındaydı. Harıma ektiği kış sebzelerini yeni toplamıştı. Yanına bağladığı bir eşek keyifle yeni yeşeren otların tadını çıkarıyordu. Yaylalara girdiğimizden bu yana bizimle birlikte gelen, bazen parçalarımıza dolanan, bazen koşup ilerde bir yerde yuvarlanıp kendini sevdiren, Dr. Alper Öktem’in ise yüreğini ağzına getiren küçücük bir enik de en keyiflilerimiz arasındaydı… 
40 yıl önce terk edilen uranyum sondaj alanının hemen yanındaydı Yusuf abinin evi. Harımı, eşeği, eniği, koyunu, kuzusu ağzına futbol topu kadar bir taş konulan sondaj kuyularının arasında dolanıp duruyorlardı.
Tepenin yamacından kaynayıp ince bir sızıntı halinde aşağı süzülen dereciğin göllendiği yerdeki yeşilliğin parmaklarında bıraktığı izleri de “uranyum zehiri” diye gösterdi bize Yusuf abi. Radyasyon oranı oldukça yüksekti suyun. Az ötede, tepede, irice bir öbek halinde yığılan taşların olduğu bölgede ölçülen radyasyon ise akıl alır gibi değildi. Hocalar, cihazlarda ölçtükleri değerin, dünya standartlarında izin verilen limitlerin 500 katının üzerinde olduğunu söylüyorlardı, şaşkınlıkla. Tepedeki taş yığınının yanında Yusuf abi, “İngilizler giderken bize dedi ki, !’sakın bu taşlara dokunmayın. Evlerinizde, duvarlarda, hendeklerinizde de kullanmayın.’ O günden bu yana da bir Allahın kulu gelip gitmedi, buraya.” 

*************************
“Bir gece yarısı kan kusarak uyandım. O günü kadar önemli bir şey yoktu, halsizlik dışında. Doktor ‘akciğerde yara var’ dedi. Kimse kendine konduramıyor bu hastalığı ama biliyorduk eninde sonunda bizi de bulacağını. Devlet halkını bile bile ölüme gönderir mi? Bizi gönderdi. Şimdi bütün raporlarımı dosyalıyorum. Çocuklarım ilerde haklarını arasınlar” diye. Telefon da bunları söyledi Yusuf abi. Tedavisi belki Aydın’da belki İzmir’de olacakmış. Doktor hangisini uygun görürse…
********************
Dilinde kitle çıkan 13 yaşındaki bir kız çocuğunun çekimleri için gittiğimiz evin bahçesinde demişti ki muhtar Baki; “Köyümde eceliyle ölen yok. Hep kanser, hep... Köylülerim artık kötü hastalık çıkar diye doktora gitmek istemiyor. İzmir’e giden gelmiyor. İzmir’e giden…”

**************************
Adı “Kanser Köy”e çıkan Söke’nin Kisir Köy’lülerinin alışkın olduğu bir hastalık öyküsü bu. 40 yıl önce köyün yaylasında İngilizlerle ortak uranyum sondajları açan, sonra da olduğu gibi terk edip giden devletin kaderiyle baş başa bıraktığı köylülerden birisi Yusuf Çenesiz. İki yıl önce, hamile kızının karnında ölen 8 aylık yavrusuna, “bebecik örselenmesin, kızım üzülmesin” diye otopsi yaptırmayan, ama aklının bir köşesinde hep o ‘acaba’larla yatıp kalkan Yusuf abi, şimdi kendisi için düşünüyor aynı şeyleri. “Acaba uranyum…acaba… Yarın diye bir şey var mı?” Osmankuyusunun elektriksiz evlerine bulutlar ardından ölgün bir ay ışığı vuruyor. “Kara böğürtlen bir gece” örtüyor, usulcana...
* Behçet Aysan (Kül Harmanı)

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...