29 Ocak 2017 Pazar

Nergisler yas tutup...

 Hüzünlü bir Karaburun öyküsü
  

  29 Ocak 2017 03:06
     
Yılın ilk nergislerinin açtığı İzmir Karaburun’dan nesli tükenmekte olan fokların ve balık çiftliklerinin öyküsünü Özer Akdemir kaleme aldı.
Özer AKDEMİR
Eline sinen nergis kokusunu uzun uzun içine çekti. Yüzü ışıdı yeniden. Bu ekmeğin kokusuydu. Bir yılın emeğinin boşa gitmeyeceğinin işaretiydi boynunu topraktan uzatan nergisler. Deli bir poyraz esiyordu, Bozdağ’dan doğru. Deli mi deli. İliklere işleyen, körpe fideleri üşüten bir poyraz. Sarı kareli poşusunu iyice doladı boynuna. Kafasına sardı, kulaklarını, başını örttü. Boynunu içine çekti biraz daha. Bu poyraz da yüzünü ışıttı. Nergis’in en sevdiği rüzgar buydu işte. Lodosta hasta gibi yapraklarını büzen, çiçekleri ölgünleşen nergis, poyrazda soğuğun inadına dimdik dikerdi başını göğe. Göğsünü buz gibi esen rüzgara verir, sanki yeniden canlandırırdı.
Ocak sonunu gösteriyordu takvim. “Var daha” dedi önünde uzanan nergis tarlasına bakarak. Şubatın sonuna kadar zamanı olduğunu biliyordu. Aralık’ta başlardı Karaburun’da nergis mevsimi. Ülkenin zemheriyi yaşadığı günlerde, karın boranın yolları kestiği mevsimde Ege’nin kıyıcığında birer ikişer boy vermeye başlardı nergisler. Badembükü’nde çıkardı ilk. Kokusu taa tepedeki Sazak köyünden duyulurdu.

Sazak, Sazaki… Ahhh more ahhh... Kan kırmızı üzümlerin, sıvasız taş duvar ustalarının, ballı incirlerin, dumanlı şarapların, Ege’nin şen balıkçılarının yurdu. Ahhh Sazak! Şimdi, geçmişine buzuki nameleri sinmiş, sirtakilerin gölgesi düşmüş çatısız taş duvarları ile ölüm sessizliğine gömülmüş kadersiz köy! 90 yıl önce, feryat figan terk edip yurdunu, denizin ötesine giden sevgilisini, çocuğunu, babasını, yarini bekleyen sabırlı ana. Ahhh Sazak, Sazaki…


Sonra Sarpıncık’ın dik eğimli tepelerinde biterdi birden bire nergisler. Ahh Sarpıncık… Fenerin geçmişe bir ışık tutsa neler anlatırdın bize neler. O güzel taş evlerin serinliğinde yaşanan sevdaları, göz pınarlarını kurutan hasretleri, isyan ateşlerini sonra. Öfkenin baş eğmez gücünü, kılıcın keskin parıltısı, topuzun gümbürtüsünü…Koyları, bükleri, keçi yollarını, orda yiten canları, yoldaşları. Ayak yalın, namlu çıplak düşenleri. Dikişsiz ak libasa sarılıp, yalınayak ölüme koşanları, anlatsa, anlatsan…Oysa şimdi ağzı bağlı, dili lal kör bir ahraz gibi suskun, suskun, içine gömülmüşsün. Ahh Sarpıncık, ahh Dede Sultan’ın, Börklüce’nin yurdu, ahhh…

Sonra Hamzabükü, Parlak Köyü, sonra Salman, Saip, Bozköy, Bozdağın bağrına büzülmüş Yaylaköy. Koyunun, keçinin kuzuladığı zamanlarda, nergislerin kokusuyla şenlenen kırlar. Baharı zemheride gelen koca Mimas…

Poyraz hızını azalttı. Gün Ege’de hızla devriliyor şimdi. Poyraz soğuğuna akşamın alacası karışmak üzere. Başını kaldırıp baktı. Güneş Ege’nin ötesinde batacak birazdan. Denize eğildikçe portakala, turunca çalıyor rengi, bala kesiyor. Denizin üzeri alev alev yanıyor sanki. Son maviliklerin arasında dalıp çıkan fok balığını o zaman görüyor. Kıyıdan uzakta değil. Denizin ilerisinde biten kayalıkların dibinden başını uzatıp gülüyor sanki. Dönüp köyüne doğru gitmeden önce el ediyor fok balığına…
***
Acele ediyor fok balığı. Mağaranın karanlık dehlizlerinde bıraktığı yavrusuna bir an önce ulaşmak için dalıp çıkıyor denize. Levrek, kefal, barbun, yılan balığı, ahtapot ne bulabilirse o günkü öğününde bir an önce avlamak ve memeleri süt dolu olarak yavrusuna koşmanın telaşında.

Bazen, bir balıkçının ağından balık aldığı zaman da oluyor. O zaman balıkçılar düşman belliyorlar onu. Kürek sallayanlar, ardından tüfek patlatanlar, üzerine kayıklarını sürenler…
Kıyıdakilerde da çok vefa görmedi aslında fok. O yüzden insanlardan uzakta, adaların, adacıkların el değmemiş koylarında, denize giren kayalıklarında, mağaralarında yaşamaya, neslini devam ettirmeye çalışıyor. Kırıla kırıla, avlana avlana tüm dünyada 600 fok balığı kaldılar ve hala öldürülüyorlar. Hala kirletilen denizlerde kimse duymadan, görmeden ölüme, kıyıma inat gülerek yitiyorlar….

Balık çiftlikleri binlerce yıllardır yaşam alanları olan denizlere gelip kurulduğundan bu yana Ege’nin bir başka sürgünü oldu foklar. Köşe bucak saklanıyorlar. Nesillerinin devamı, Egenin iki yakasındaki iki dost, iki düşman, iki akraba, iki kanlı bıçaklı kardeş ülkenin elinde; Türkiye ve Yunanistan.

Dün Sazak’tan, Sarpıncık’tan, Mimoza Koyundan, Badembükü’den canlarını kurtarmak için Ege’nin sularının ötesindeki karaya, adalara doğru yelken açanların ortak kaderini paylaşıyor foklar.

Koylara, büklere, ince taşlı kumlarla kaplı sahillere inen beton binalar, insan kalabalıkları, öfkeli balıkçılar düşman onlara.
Tüm bunlardan öte, Akdeniz fokunu yeryüzünden silecek, bire kadar kıracak ve o biri de tarihin tekerleği içinde nesli tükenen canlılar içine yazacak olan son tehdit ise balık çiftlikleri. İlaçlı yemleri, daracık bir alana sıkışmış yüz binlerce balığın pisliğinin kirlettiği denizi ve ağları ile son cellatları, balık çiftlikleri.
***
Kaynarpınar açıklarında daldı fok. Dupduru deniz. Günün son ışıkları ile ıpıl ıpıl. Aşağıda denizin dibindeki antik kentin yan yatmış sütunlarının altından bir ahtapot yakalayıp yedi. Mağarasına, yavrusuna doğru kulaç attı son sürat.

Gün Ege’ye gömüldü. Mimas saçını taradı tuzlu sularda. Orman Perisi, güzeller güzeli Ekho Narkisos’a karşılıksız sevdasından eridi damla damla. Narkisos sudaki suretine aşık tüketti ömrünün son demini. Nergis oldu, kokusu ömre bedel, sardı bütün Karaburun’u…

1 yorum:

  1. Yüreğinize sağlık.bu kadar guzel anlatılabilirdi!ah benim güzel memleketim dağları RESler le talan denizi balık çiftlikleriyle talan edilen memleketim.

    YanıtlaSil

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...