http://www.evrensel.net/news.php?id=17635
Nurettin Öztatar
Gerçeğe ulaşmak, gerçeği bulmak tarihin hiçbir döneminde şimdiki kadar zor olmamıştı. Halbuki bilim ve teknikteki gelişmelerin, iletişim olanaklarını artmasının bunu kolaylaştırması bekleniyordu. Herkesin ihtiyaç duyduğu anda her türlü bilgiye erişimi mümkün olabilecek, dolayısıyla insanlar doğru bilgilere dayanarak doğru-uygun kararlar alabilecekti. Böylece hukuk, siyaset, toplumsal yaşam, ekonomi gibi doğrudan insan yaşamıyla ilgili alanlarda demokratik bir süreç de yaşanabilecekti. İdeal olan, ‘bilgi toplumu’ denilerek propagandası yapılan da buydu. Ama üzerinden daha 10 yıl bile geçmeden, bunları savunanların, daha doğrusu topluma empoze edenlerin foyası ortaya çıktı. Gerçekte yaşanan, bilginin çarpıtılması, bu yapılamadığında üzerinin örtülmesi oldu. Ve tabii bütün bunlar, 150 yıldır olduğu gibi düzenin, sistemin sahiplerinin çıkarlarını korumak, geliştirmek adına yapıldı. Sermaye politikalarının özü de buydu zaten. Olan yine her türlü bilgiye gerçekten ihtiyaç duyanlara, onu arayanlara oldu. Ama işte bu toplumsal ihtiyaç nedeniyle gerçeğin peşinde olanlar da varlığını sürdürdü.
SORUŞTURMACI GAZETECİLİK
Son yıllarda araştırmacı gazetecilik denildiğinde ilk akla gelen isim hiç kuşkusuz Nedim Şener. Şener cezaevinde. Milliyet Yazarlarından Kadri Gürsel, 14 Kasım 2011 tarihli ‘Hapiste olan gazeteciliktir’ başlıklı yazısında şunları yazdı: “Farkında mısınız bilmem ama hapisteki Nedim Şener Türkiye’nin yetiştirdiği son soruşturmacı gazeteciydi. İddiamın arkasındayım; onun tutuklandığı günden bu yana Türk medyasında bir tanecik bile gerçek soruşturmacı gazetecilik ürünü haber okudunuz ya da izlediniz mi? Kim gönül rahatlığıyla “evet” cevabını verebilir bu soruya?” Yine Gürsel’in yazısında bahsettiği Haluk Şahin tarafından yazılan ‘Can çekişen bir meslek üzerine son notlar’ adlı kitapta da gazeteciliğin karşı karşıya olduğu sorunlar ele alınıyor. Bütün bunları niye anlattığıma gelince... Gerçeği aramak ve bulmanın yeterli olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Gerçeğin peşinde olmak, onu ortaya çıkarıp halkın kullanımına sunmak; artık bir ‘hastalık’ olarak görülüyor. Çünkü bunu yapanlar o kadar azaldı ki ve bunu yapmak o kadar cesaret isteyen bir iş haline geldi ki... Gerçeğin yayılmasından korkanlar kimler peki? Başta sermayedarlar ve onların politikacıları değil mi? Ve bu korku nedeniyle yapıp ettikleri neyse, planladıkları neyse kendilerini hiçbir yasaya kurala bağlı hissetmemeleri de bu yüzden.
‘İĞNE İLE KUYU KAZMAK’
Kuyudaki Taş, Özer Akdemir’in bu yıl çıkan ikinci kitabı. İlk kitap ‘Anadolu’nun ‘Altın’daki tehlike- Kışladağ’a Ağıt’ adıyla çıkmıştı. Yeni kitabındaki gibi altın madencilerinin amaçlarına ulaşmak için neler yapabildiğini anlatıyordu kitabında. Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği alt başlığıyla çıkan yeni kitabında da Özer, altın madenciliğine karşı yürüttüğü mücadeleyle simge haline gelen Bergama köylülerinin mücadelesinin nasıl engellenmeye çalışıldığını, bunun için kimlerin neler yaptığını ve Bergama köylüsüne ve onların mücadelesini destekleyenlere atılan en büyük çamurun sahibinin öldürülmesini ele alıyor. Hablemitoğlu’nun kitabının ardından çevre mücadelesinin içinde bulunan çok sayıda kişi hakkında ‘Alman casusluğu’ iddiasıyla dava açılmış ancak tamamı beraat etmişti. Kitabın yazarı ise duruşmalar başlamadan öldürülmüştü. Aynı zamanda Özer’in kitapta anlattıklarının tanığı olan Gazeteci-Yazar Aydın Engin ‘İğne ile kuyu kazmak’ başlığıyla yazdığı önsözde şöyle anlatıyor ele alınan konunun zorluklarını: “Özer Akdemir elinizde tuttuğunuz bu kitabı yazmaya başladığını bana söylediğinde yüzüne karşı “Kolay gelsin” dedim; ama içimden “Allah akıl fikir versin. Bu genç meslektaş nasıl bir gayya kuyusuna daldığının, nasıl bir meslek belasına çattığının galiba farkında değil” diye geçirdim.” “Hem Bergama altın madeninde dönen dolapları ve birbirinin içine geçmiş iğrenç çıkar ilişkilerini sergilemeyi hem de Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinin üstünde yatan sır perdesini aralamayı...” diyerek Özer’in kitabında bir taşla iki kuş vurmayı hedeflediğine dikkat çekiyor Engin.
KİMDİR NECİP HABLEMİTOĞLU?
Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002’de bir suikast sonucu öldürülen bir ‘bilim adamı’, Ankara Üniversitesinde yıllarca Atatürk İlke leri ve Devrim Tarihi dersleri veren kendi deyimiyle bir “istihbarat tarihçisi”. Öldürülmeden önce MİT müsteşarlığı için bile adı geçen biriydi. Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabı yazdı. Kuyuya bir taş attı. Ama o taşı attıranlar, işleri bitince de ‘defterden sildiler’ onu. Özer’se kitabında, bir taraftan bu cinayetin, -kitabın ilk baskısının Otopsi Yayınları’ndan çıkmasının yarattığı çağrışımla- ‘otopsisini’ yapmaya çalışırken, diğer taraftan da Hablemitoğlu’nun gerçeği nasıl karartmaya çalıştığını gösteriyor. Ve bu amaçla yürütülen kampanyaları...
BİR MÜCADELEYİ BOĞMA PLANI
Kimler yok ki bu kampanyanın içinde. MGK, TSK, hükümet, TÜBİTAK, DGM gibi resmi kurumlar, Milliyet, Aydınlık, Cumhuriyet, Türkiye, Akşam gibi gazete ve dergiler, Fikret Bila, Hıncal Uluç, Emin Çölaşan, İlhan Selçuk gibi ünlü gazeteciler, milletvekilleri... Hepsi bir olup Bergama’nın siyanürle zehirlenmesini savundular yazı, haber ve raporlarıyla. “Bu kitapta Bergama köylülerinin siyanürlü altına karşı verdiği mücadeledeki kırılma döneminin, 2000-2002 yılları arasında gelişen olayların izini süreceğiz. Kırılmanın nasıl örgütlendiğini, ne zaman başladığını, devletin kullandığı araçları ve sonuçlarını anlamaya çalışacağız. Bu kırılmada büyük etkisi bulunan Necip Hablemitoğlu’nun yazdığı kitabı ana eksen olarak alacağız ve kitapla tanıştığımız Hablemitoğlu’nu, 2002 yılında bir suikast sonucu ölüme götüren süreci ve sonrasını da sorgulayacağız. Yıllardır gündemden düşmeyen “faili meçhul” Hablemitoğlu suikastı ile ilgili ilginç bilgi ve belgeleri de kitabın son bölümünde bulacaksınız” diyor Özer, kitabı yazmaktaki amacını açıklarken.
HERŞEY YALAN HERŞEY SAHTE
Hablemitoğlu’nu kim öldürdü; daha önemlisi kimler öldürttü. ‘Katil benim’ dediği halde bir kişinin söyledikleri niye ciddiye alınmadı? Kitabı kimler finanse etti? Amaçları neydi? Altın madenciliğini bu cinayetten önce kimler yapıyordu; sonrasında nasıl bir gelişme oldu, kimlerin eline geçti madenler? Kitaptaki sahte belgelere, yalanlara kimler dört elle sarıldı. Cemaatin, başka istihbarat örgütlerinin cinayetteki rolü neydi? Özer, bu soruların peşine düşüyor kitabında. Gazeteci-Yazar, gazetemizin de muhabirlerinden Özer Akdemir böylece gerçek olmayan haberler yayarak, gerçeği görülmez hale getirmeye çalışanların da yakasına yapışıyor bir anlamda.. Ve bunu karmaşık bir sorunun derinlemesine araştırarak-soruşturarak yapıyor. Kitaptaki bilgilerin bir bölümüyle ilgili gazetemizde de sık sık haberlerini okumuştuk Özer’in. Basında soruşturmacı gazeteci kalmadığını söyleyen Kadri Gürsel’e duyurulur.
İNATÇI GERÇEK!
Dönelim gerçeğe... Gerçeğe ulaşmanın zorlaştığından bahsederek başlamıştık yazıya. Gerçeğin inatçı olduğunu söyleyerek bitirelim. Hiçbir çaba, fiziksel ya da toplumsal bir gerçeğin ilelebet saklanmasını sağlayamıyor. Gerçeğin peşinde olanlar ve gerçeğe ihtiyaç duyanlar var oldukça da bu gerçek, kendisini bir biçimde gösterecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder