KUYUDAKİ TAŞ-5
Özer Akdemir
2002 yılının 18 Aralık’ında akşam saat 19.00 civarında
Hablemitoğlu evinin önünde, arabasını park ettikten hemen sonra öldürüldü.
Katil ya da katiller yanı başına geldikleri Hablemitoğlu’na biri gözünden olmak
üzere başına iki kurşun sıkarak öldürdüler.
Eşinin öldürülmesi sonrası yaşadıklarını anlattığı Sessiz
Ağıt’ta Şengül Hablemitoğlu, eşinin öldürülmeden önce ciddi tehditler aldığını
belirterek; “Bir insan çocuklarıyla bir gün babanız ölürse biz böyle böyle
davranmalıyız, diye konuşmak zorunda kalabilir mi? Ben bunu yaptım” diyordu.
Şengül Hablemitoğlu, eşinin “böyle bir ölümü bekle”diğini, “zamanını da üç aşağı
beş yukarı tahmin edebiliyor” olduğunu yazmakta. Hatta suikasttan bir hafta
önce eşine artık koruma talep etmesini söylemiştir.
Şengül Hablemitoğlu, yetkililerin eşine e-maillerle ölüm
tehditleri gönderenlerin peşine düşmek yerine, onun bilgisayarından bir
fotoğrafı basına servis ederek, eşi hakkında “şaibe” yaratmayı tercih etmekle
suçluyordu. Ş. Hablemitoğlu eşinin “Derin ilişkiler içinde olan birisi”,
“Müstakbel MİT müsteşarı” gibi tanıtılmasının gerçeklikle ilgili olmadığını
ileri sürüyordu.
MİT’LE İLİŞKİSİ VAR MIYDI?
Necip Hablemitoğlu’nun, gerek ele aldığı konuların içeriği,
gerek bunları veriş biçimi, gerekse uzmanlık alanı nedeniyle (istihbarat
tarihçisi) istihbarat örgütleriyle (özellikle MİT) ilişkili olabileceği algısı
yaygındı. Kendisi, her ne kadar bu ilişkiyi hep reddetse de, ölümünden sonra
yakınındaki kişilerin sözleri bu iddiaları destekler nitelikteydi. Mehmet
Eymür, Hablemitoğlu ile yaptığı sert polemikte onun MİT’le ilişkisine dikkat
çekmek için soyadını “Hable-MİTOĞLU” diye yazıyordu.
Gazeteci - Yasemin Güneri, TRT’de yayınlanan ve Hablemitoğlu
suikastına ayrılan “Faili Meçhul” adlı programda, öldürülmeden önce yaptığı son
röportajda Hablemitoğlunun kendisine ‘Ben MİT müsteşarı olacağım’ dediğini
anlattı.
Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emin
Gürses de suikastın ardından yaptığı açıklama da”Hablemitoğlu buluşmamızda
MİT’in başına getirileceğini söylemişti” demektedir.
1980 öncesi Adalet Partisi ve Türk-İş’te basın danışmanlığı
yapan Hablemitoğlu, akademik yaşamında 1986, 1990, 1991 yılları arasında toplam
3 kez görevinden uzaklaştırıldı. Bu uzaklaştırma gerekçelerinden birisi de
“Kendisini istihbaratçı gibi tanıtmakta ve bunu bir baskı unsuru olarak
kullanmak”tı.
Hablemitoğlu suikasti ile ilgili iddialar arasında, onun
ulusalcı-Kemalist çevreler tarafından MİT müsteşarlığına getirilmek istendiği,
suikastin de bu nedenle işlendiği iddiaları belli bir ağırlık kazanmakta. Eşi
ve arkadaşları Hablemitoğlu’nun MİT’in başına getirileceği yönündeki söylentinin
onun sonunu hazırladığı görüşündeler.
CEMAATİN PEŞİNDE
Hablemitoğlu, öldürülmeden önce yazdığı ve ölümünün ardından
yayınlanan “Köstebek” adlı kitabında Gülen cemaatini konu edindi. Bu kitapta da
“Fethullah Gülen’in istihbarat tutkusu, amaçları, söylem ve eylemleri, resmi
belgelerdeki istihbarat savaşımı, Fethullahçı istihbaratçıların operasyonları
ve bu istihbaratçılarla ilgili basında yer alan suç duyuruları”
anlatılmaktaydı. Gülen cemaatinin devlet kurumları içerisinde, özellikle
emniyetteki örgütlenme çabaları ile ilgili Hablemitoğlu’nun dile getirdiği bu
görüşler, 2011 martında Gazeteci Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının toplatma
gerekçelerinden birisi olmuştu. Bu çalışmaları başta Gülen cemaati olmak üzere
‘dinci’ çevreleri Hablemitoğlu ile karşı karşıya getirdi. Şengül Hablemitoğlu
suikastin ardından savcılığa verdiği ifadesinde, 1997 martından sonra Fethullah
Gülen’le ilgili çeşitli kasetler yayınlanmaya başlandığında eşine tehdit
telefonları ve mailleri geldiğini söylüyordu.
SUİKASTTE ERGENEKON İZİ
2 Ekim 2006 akşam üzeri 18.20’de, Alsancak’taki İbrahim
Çiftçi’ye ait Alsancak Kafe’ye atılan el bombaları sonucu 12 kişi yaralanırken,
Kafenin Sahibi Çiftçi yaşamını yitirdi.
El bombalarının kriminal raporu el bombalarından birisinin
seri numarasının, Ergenekon iddianamesinin en önemli dosyaları arasında bulunan
Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen ve Cumhuriyet gazetelerine atılan el
bombalarının da aralarında bulunduğu el bombaları ile aynı seriden olduğunu
gösteriyordu! El bombaları ile ilgili bu ilginç bilginin ortaya çıkmasının
ardından Ergenekon Davası Savcısı Zekeriya Öz harekete geçti. Dosyayı Ergenekon
eklerine getirten Öz, 2003 yılında “Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm”
demesine rağmen ‘inandırıcı’ bulunmayan Durmuş Anuçin’in ifadesini bir de
kendisi alır. 28.02.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığında alınan
ifadede, Anuçin 5 yıl önce anlattıklarını yinelerken anlattıkları arasında 2003
yılında Savcı Cengiz Köksal’a verdiği ifadelerde olmayan bilgiler de vardı.
Anuçin, cezaevine döndükten sonra aralarında Veli Küçük’ün de bulunduğu
Ergenekon tutuklularının kendisini konuşmaması için tehdit ettiklerini
belirterek, 5 sayfalık el yazısı bir ifade ile yeni ayrıntılarla suikastı bir
kez daha üstlenir. Tüm bu itiraflara rağmen savcılar Anuçin’i “Sanık olamayacak
kadar bilgisiz” bulurlar ve dosyayı kapatırlar.
Diğer ayrıntılar vs. bir yana bir insan neden ısrarla, üç-dört kez Hablemitoğlu
suikastını üstlensin ki? Sadece kendisini değil, suikastta birlikte hareket
ettiklerini ileri sürdüğü bir düzine ismi, bu kadar ayrıntılı ve mantıklı bir
dizge içerisinde anlatabilecek şekilde büyük bir ‘yalancı, senarist’ mi Anuçin?
Oysa DGM savcıları onu “Sanık olamayacak kadar bilgisiz” bulmamışlar mıydı?
Anuçin’in itiraflarından yıllar sonra çıkan Ergenekon ilişkileri, Veli Küçük’e,
Muzaffer Tekin’e, Sami Hoştan’a, Sedat Peker’e uzanan ilişkiler ağı anlamsız ya
da tesadüf mü?
“Hablemitoğlu’nun parasını masalarda bitirdik”
Ergenekon iddianamesinde, Gizli tanık 9 (Osman Yıldırım)
ifadesinde Veli Küçük’ün kendisinden N. Hablemitoğlu’nu öldürmesini istediğini
söyledi. Yıldırım ifadesinde kendisi bunu kabul etmeyince Veli Küçük’ün “Osman
bu iş gene sana düştü” diyerek, ‘iş’i Osman Gürbüz’e havale ettiğini aktardı.
Yıldırım’a göre, Çerkez İbrahim lakaplı İbrahim Çiftçi ile Osman Gürbüz çok
samimiler ve sık sık bir araya geliyorlardı. Ayrıca Veli Küçük’le İbrahim
Çiftçi’nin tanıştığına dair dosyada tanık ifadeleri bulunmakta. Osman Yıldırım,
Osman Gürbüz’ün bu olaydan yaklaşık 6-7 ay sonra kendisine “Hablemitoğlu’nun
parasını masalarda bitirdik” dediğini belirtiyor ifadesinde. Ergenekon
sanıklarından Doç. Dr. Ümit Sayın’ın evinden çıkan bilgisayar kayıtlarındaki
Hablemitoğlu ile ilgili yazışmalar, savcılar tarafından Ergenekon İddianamesine
“Necip Hablemitoğlu cinayeti Ergenekon örgütü tarafından eski bir silah
kaçakçısı olan İbrahim Çiftçi’ye sipariş edildi” şeklinde geçirildi.
Durmuş Anuçin , İbrahim Çiftçi’nin kendisine bu ‘iş’
için 2 milyon dolar vereceğini, suikastın ardından paranın bir bölümünü,
bir milyon dolar karşılığı avroyu Çiftçi’nin kendisine verdiğini anlatır.
Anuçin, geri kalan paranın İstanbul’da bir bankada olduğu söylenerek kendisinin
İstanbul’a gönderilip, polise yakalatıldığını düşünüyor. Hablemitoğlu
suikastından kısa bir süre önce Osman Gürbüz’ün banka hesaplarında önemli
miktarda para artışı olduğu ve Gürbüz’ün 200 bin liraya ev aldığı tapu ve banka
kayıtlarını inceleyen Ergenekon Savcılarının iddiaları arasında.
Durmuş Anuçin’in konuyla ilgili el yazısı ile yazdığı son ifadede Ergenekon
davasının en önemli sanıklarından Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in adı da var.
Tekin’in adı Ergenekon Operasyonlarının başlangıcı sayılan Ümraniye’de ele
geçirilen el bombaları ile anılıyor.
NEYE NİYET KİME KISMET!
Fethullah Gülen cemaati için Hablemitoğlu’nun kendisi ve
cemaatle ilgili yazdıkları ne derece olumsuz çağrışımlarla anılıyorsa,
Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabı, tam tersine,
cemaate yakın altın madencisi şirketler için, neredeyse başucu kitaplarından
birisi durumunda.
Diyebiliriz ki, Hablemitoğlu’nun öldürülmesi belki de en çok
bu grubun ve bu grupla işbirliği içinde olduğu ileri sürülen uluslararası altın
tekellerinin işine geldi. Hem Gülen cemaatinin çok sert bir muhalifleri ortadan
kalktı, hem de altın madenciliğinin önündeki büyük bir engel (Bergama
köylülerinin direnişi) Hablemitoğlu’nun kitabının inkar götürmez katkısı ile
bertaraf edildi. Bergama direnişinin ortadan kaldırılması sonrasında cemaate
yakın şirketlerin, uluslararası altın tekelleri ile ortak bir şekilde, dolu
dizgin altın madenciliğine soyunduğu görüldü.
DÖRT KİTABIN ORTAK NOKTALARI
Hablemitoğlu suikastının ele alındığı Talip Doğan
Karlıbel’in “Alman Gizli Servisinin Türkiye Operasyonları”, Zafer Güler’in
“Alman Derin Devleti”, Tuncer Günay’ın “Sahibini Arayan Cinayetler ve Necip
Hablemitoğlu Suikastı” ve Zihni Çakır’ın “Ergenekonun Çöküşü - 2” kitaplarından ilk üçünde
suikast Alman Gizli servisinin üzerine atılırken, sonuncusunda ise adı
anılmadan Ergenekon’u taşeron olarak kullanan büyük bir devletin gizli servisi
adres gösterilmekte. Bu dört kitabın ortaklaştığı nokta ise suikastla Gülen
cemaatinin hiçbir ilgisinin bulunmadığı, ama suikastı yapanların bu yönde bir
algı gelişmesini beklediğidir. Hablemitoğlu suikastına değinen bu dört kitapla
ilgili önemli bir ortak nokta daha var. Dört kitapta da 2003 yılında mahkeme
huzurunda “Necip Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm” diyen, cinayeti birlikte
işlediği kişileri, nasıl olduğunu vs, birçok ayrıntıyı anlatan “seri katil”
Durmuş Anuçin’in itirafları ile ilgili tek satır yok! Bu dört “araştırmacı -
yazar” da, DGM savcısının yaptığı gibi bu kişinin anlattıklarına inanmamış,
“Sanık olamayacak kadar bilgisiz” bulmuş olabilirler. Ama, biri kendi el
yazısıyla (5 sayfa) olmak üzere, savcılara suikastla ilgili 3 kez ifade veren,
her ifadesinde farklı bir ayrıntıyı daha anlatan bu kişinin anlatımları en
azından “Biri de çıktı böyle şeyler ileri sürdü ama inandırıcı bulunmadı”
denecek kadar da önemsiz mi gerçekten?
‘HABLEMİTOĞLU’NU BEN
ÖLDÜRDÜM’
8 Nisan 2003 günü İstanbul 5 No’lu DGM’de görülen bir davada, “seri katil”
Durmuş Anuçin, işlediği 5 cinayeti soğukkanlı bir biçimde anlatırken, dosyada
yer almayan iki farklı cinayetinin daha olduğunu söyledi. Bunlardan biri
Sinop’lu bir iş adamının oğlunun öldürülmesiydi. Anuçin’in itiraf ettiği ikinci
olay ise işlendiği günlerde ülkeyi sarsan Hablemitoğlu suikastıydı; “Türkiye’de
gündemi değiştirecek bazı olaylarım var. Ankara’da Necip Hablemitoğlu’nu ben
öldürdüm. Daha sonraki duruşmalarda öldürme sebebimi, aldığım parayı,
silahların yerini belgeleriyle birlikte mahkemeye sunacağım”. Anuçin, bu
suikastı İzmir Ödemişli Çerkez İbrahim lakaplı İbrahim Çiftçi ile
gerçekleştirdiklerini anlattı; “Ancak cinayet esnasında Çiftçi yanımda değildi.
Ankara’ya kadar gelmişti. Beni kullananlar, beni yakalatmasını da başardılar.
Parayı bilerek İstanbul’daki bankaya gönderip yakalattılar” dedi duruşmada.
Anuçin’in mahkemedeki bu sözleri Hablemitoğlu suikastını soruşturan DGM Savcısı
Cengiz Köksal’ı harekete geçirdi. Savcı Köksal, Anuçin’in itiraflarının ertesi
günü Ankara TEM’den bir polisle birlikte soluğu Anuçin’in tutulduğu Kocaeli 1
No’lu F Tipi Cezaevinde aldı. Savcı Cengiz Köksal Anuçin’in bu itiraflarının
ardından bu beyanların doğruluğunu araştırılması için İzmir’e gitti. “Mafya
babası Çerkez İbrahim” olarak bilinen İbrahim Çiftçi, Anuçin’in basına yansıyan
mahkemedeki itiraflarının hemen ardından yurt dışına çıktı. Döndüğünde savcı
tarafından ifadesi alındı ve serbest bırakıldı.
KUYUYA HER AN YENİ BİR TAŞ ATILABİLİR
Almanya’da yayınlanan Yeni Hayat gazetesinde Yücel Özdemir,
“Gülen Cemaati Almanya’da Nasıl Büyüdü?” başlıklı Nisan 2010 tarihli bir haber
yayınladı. O günkü rakamlarla Almanya’da 14 tane özel lisenin (Privatgymnasium)
olduğunu yazan Özdemir, bir grup “eğitim gönüllüsü” akademisyenin dernek
kurması ve esnaflardan topladığı “bağışlarla” kurulan özel liselere birçok
eyalet hükümetleri ve belediyeler tarafından açık bir şekilde destek
verildiğini belirtiyor.
Geçtiğimiz haftalarda, Almanya Sol Parti (Die Linke), Fethullah
Gülen cemaatinin ülkedeki faaliyetleri ile ilgili CDU/CSU ve FDP koalisyon
hükümetine 17 soruluk önerge sundu. Önergede hükümetin cemaate doğrudan ve
dolaylı desteği de soruldu. Birçoğunun yanıtlanmadığı bu soru önergelerinden
çıkan en önemli sonuç, Berlin hükümetinin ilk kez Gülen hareketine yakın
kuruluşlarla temas halinde olduklarını açıklaması oldu.
Başbakan Erdoğan’ın son Alman vakıfları çıkışından sonra
cemaate yakınlığı ile bilinen gazete, televizyon ve dergiler, bir kez daha
altın madeni karşıtı mücadele ile Almanya arasındaki ‘olmayan’ ilişkiyi gündeme
getirdiler. Oysa Alman hükümeti tarafından resmi olarak itiraf edilen cemaatle
Almanya arasındaki ekonomik-siyasi-kültürel ilişki, aynı cemaat gazeteleri
tarafından, yukarıdaki kurgudan çok farklı bir şekilde veriliyor.
Cemaat yanlısı medya kadar ‘yaygın medya’ olarak
adlandırılan ana gövde medya da, kamuoyuna “çevre direnişlerini Türkiye’nin
kalkınmasını istemeyen Almanya, dış güçler kışkırtıyor”, propagandasını yaymaya
devam ediyor. Yaşamı savunma mücadelesinin bu kara propagandayı etkisiz kılma
olanakları son derece sınırlı olsa da, bu mücadelelerin gittikçe tabana
yayılması, kentlerde ve kırlarda halkın bu sorunlarla birebir karşı karşıya
gelmeleri, kara propagandanın etkisini azaltan bir süreci de geliştiriyor. Düne
kadar topraklarını savunan köylülerin arkasında dış güçlerin olduğuna
inandırılan halk, bugün kendi yaşam alanlarındaki bir sorun karşısında
direnmeye başladığında, aynı söylentilerin kendileri için de çıkarıldığını
gördüğü anda olayların ardındaki gerçekliği kavrıyor.
Son dönemde özellikle HES karşıtlarına, bu oyunun
sergilenebilmesi için bir takım hazırlıklar yapıldığı gözlerden kaçmıyor.
Gazeteler, tıpkı 2000’lerin başında Bergamalılara yapıldığı gibi yavaş yavaş
‘dış güçler masalı’nı kamuoyuna anlatmaya başladılar. Kuyuya her an yeni bir
taş atılabilir…(BİTTİ)