31 Ocak 2013 Perşembe

Altın şirketinin talimatıyla saldırmışlar




·         
BASKINDAN 6,5 YIL SONRA GELEN İTİRAF
Özer Akdemir
Dikili’de 19 Ağustos 2006 tarihinde ‘Emek Demokrasi ve Çevre Festivali’ kapsamında düzenlenen “Siyanür, altın, çevre” paneline, Koza Altın şirketi çalışanlarının saldırmasıyla ilgili davanın duruşmasına önceki gün devam edildi. Duruşmaya maden çalışanlarını panel baskını için Dikili’ye taşıyan servis şoförü Mustafa Karacaoğlu’nun tanıklığı damga vurdu.  Dikili Asliye Ceza Mahkemesinde görülen duruşmaya İzmir, Bergama ve Dikili’den gelen çok sayıda vatandaş ve Dikili Belediye Başkan Vekili Yusuf Altıparmak katıldı. Duruşmada sanık olarak ifadesi alınan Utkan Özgüven, olay günü üzerinde madene ait iş kıyafetleri ile çalışanların panelin düzenlendiği yere gelerek bayraklara sarılı sopalarla paneli izleyen topluluğa saldırdıklarını söyledi. Özgüven, kendisinin sopaları alarak orada bulunan güvenlik güçlerine teslim ettiğini, kimseye vurmadığını söyledi. Sanık müdafii Av. Arif Ali Cangı; olayları madenci şirketin organize ettiğine yönelik yeni bir tanıklarını bulunduğunu belirterek, o dönemde madende servis şoförlüğü yapan Mustafa Karacaoğlu’nun dinlenmesini talep etti.
PANELDE KONUŞMASINLAR DİYE
Mustafa Karacaoğlu ifadesinde şunları söyledi; “Ben olay tarihinde altın madeninde servis şoförlüğü yapıyordum. O gün insan kaynaklarından beni aradılar. Gece vardiyasından çıkanlar da dâhil olmak üzere 3 araçla Dikili’ye getirildiler. Her bir araba 27 kişilikti. Yolda panel konuşmacılarını konuşturmamak için geldiklerini söylüyorlardı. Altın madeninin kapanmaması ve işlerinden olmamaları yönünde konuşuyorlard” dedi. Karacaoğlu “İşçiler kendi rızaları ile mi geldi yoksa talimatla mı” sorusuna da “Talimat üzerine getirildiler” diye yanıt verdi.
Duruşma 7 Mayıs 2013 tarihine ertelendi.

SALDIRI NASIL OLMUŞTU?
DİKİLİ Belediyesi’nin festivali kapsamında, “Siyanür altın çevre” konulu bir söyleşi düzenlenmişti. Söyleşinin yapılacağı çay bahçesine sopalarla gelen Koza Altın Şirketi çalışanlarının panelistlere sataşmasının ardından arbede çıkmıştı. Belediye zabıtasının sopaları alandan çıkarma girişimi üzerine sandalyeler, masalar havada uçuşurken, her şeye rağmen yapılan panelin sonunda Ovacık Altın Madeninden getirilen maden çalışanlarının da karıştığı olaylar büyümüştü. Polis olayları havaya açtığı ateşle önleyebilirken, bazı maden çalışanları da gözaltına almıştı. Olayların ardından çok sayıda kişi hakkında dava açılırken, olaylara müdahale eden polis memurlarının altıncı şirketin girişimleri sonrası başka yerlere sürüldüğü iddiaları basına yansımıştı

ÖZGÜVEN’İN MESAJI OKUNDU
DURUŞMANIN ardından adliyenin önünde yapılan basın açıklamasında konuşan Av. Arif Ali Cangı, altın madeni çalışanlarının yaptığı panel baskınındaki amacın canlı yaşamını ve hukukun üstünlüğünü korumak için çabalayanlara gözdağı vermek olduğunu söyledi. Dikili Belediyesi Başkan Vekili Yusuf Altıparmak da; “Yaşanılır bir çevre için Belediye Başkanımız Osman Özgüven’inde yoğun bir şekilde yürüttüğü çevre mücadelesinin takipçisi olacağız” dedi. Basın açıklamasında Yargıtay tarafından onaylanan hapis cezasının ardından İsveç’e giden Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in gönderdiği mesaj da okundu. Özgüven mesajında şunları dile getirdi; “Tek düşünceleri kar etmek olan altıncılar alışık olduğumuz tarzlarıyla gerçek yüzlerini burada gösterdiler. Ancak bilmelidirler ki; altıncılara, kömürlü santrallere, HES’lere karşı temiz bir doğa ve sağlıklı bir yaşam için mücadelemiz hep birlikte yayılarak devam edecektir.”(İzmir/EVRENSEL)

30 Ocak 2013 Çarşamba

Yangına zehirle gitmişler



BAKAN’DAN KAZ DAĞLARI YANGINI İTİRAFI
Sinem Uğurlu
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Kaz Dağları’nda geçen yılın eylül ayında çıkan yangını söndürmek için, maden göletinden alınan zehirli suyun kullanıldığını kabul etti.
CHP Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova, Bakanın yanıtlaması talebiyle verdiği soru önergesinde Kaz Dağları’nda çıkan yangının söndürülmesi esnasında bakır ve molibden madeninin çökertme havuzundaki suyun kullanılıp kullanılmadığını sormuştu.
Bakan Eroğlu, soru önergesini yanıtladı. Yanıtta, “Havran yangınında aşırı rüzgar sebebiyle Tepeoba, Kalabak ve Fazlıca köyleri yangın tehlikesine düşmüştür. Mülki amirce, köylerin boşaltılması için hazırlık yapılması talimatı verilmiştir. Köylerde yaşayan vatandaşlar açısından hayati tehlike bulunması sebebiyle can ve mal kaybını önlemek için zamanla yarışılmıştır. En yakın su kaynağı 6.3 kilometre uzaklıkta bulunduğundan; yangın söndürmek maksadıyla yangın alanına bitişik maden göletinden bir miktar su, zorunlu olarak kullanılmıştır” dedi.
YANGINDAN BETER!
Gazetemize konuşan Eski Orman Mühendisleri Odası Genel Başkanı ve Kaz Dağları Madra Dağları Belediyeler Birliği Danışmanı Salih Sönmezışık ise, Bakanın “zorunda kaldık” açıklamasının inandırıcı olmadığını ifade etti. İşte Sönmezışık’ın itiraz ettiği noktalar:
- Kimyasal suların yangın söndürüldükten sonra yaratacağı etki yangından çok daha büyük.
- Yangında kullanılan ağır metal içeren sular, yanık alandaki toprağı zehirledi. Daha sonra oluşacak bitki örtüsü etkilendi ve pek çok endemik bitki türü artık geri gelmeyecek.
- Yangın alanı ile yan yana bulunan alanlardaki canlılar da atık sudan zehirlendiler.
-  sağlığı da tehlikede. Toprağa karışan zehirli su, yer altı sularına da karışacak ve bölgedeki insan sağlığı olumsuz yönde etkilenecek.
- Yangın alanına en yakın su alanı 6.3 kilometre. Maden alanının havuzu ise 2 kilometre. Su taşıyan bir helikopter için aradaki 4 kilometrelik mesafenin bir farkı yok. Burada kolaya kaçılmış.
- Kaz Dağları gibi zengin bitki örtüsüne sahip bir bölgede hazır sular bulundurmak gerekirdi. İhmal var.
- Orman yangınlarını söndürmek kadar önlemek de önemlidir. Yangın çıkmadan önce gerekli önlemler alınmalı.

‘BU BİR KABULDÜR’
CHP Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova da, Orman ve Su işleri Bakanlığının verdiği cevap ile Kaz Dağları’nın zehirlendiğini kabul ettiğini söyledi. “Bölgede daha büyük felaketler” olabilirdi diyen Akova, “İnsan sağlığı da tehlike altında. Biz bölgede balık ve hayvan ölümleri olduğunu da biliyoruz. Kaz Dağları bizim milli servetimiz” diye konuştu.

‘ZEHİRİN ETKİSİ ZAMANLA GÖRÜLECEK’
ORMAN ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu Havza Çayı’nda yaşanan balık ölümlerinin arkasında maden işletmesinin zehirli sularının kullanılmasının bulunup bulunmadığı yönündeki soruya, “Sadece 7 balık öldü” yanıtı verdi. Ancak Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Hicri Nalbant, rakamın daha fazla olduğunu ifade ederek, bakanın olayı küçümsediği uyarısı yaptı. Nalbant, “Balık ölümleri anında olmuştur. Ancak ağır metallerin insan ve doğa sağlığına vereceği zarar aniden gerçekleşmez, süreç içinde gerçekleşir” dedi. Nalbant, ağır metallerin bölgeye vereceği zararın, yangından daha fazla olduğuna da dikkat çekti. (İstanbul/EVRENSEL)

(Fotoğraf, Salih Sönmezışık’tan alınmıştır)
http://www.evrensel.net/news.php?id=47678 

Adını siz koyun!..




Fotoğraf: Adını siz koyun!..

Özer AKDEMİR

Son yıllarda altın madencilerinin talan girişimi ile gündeme gelen Kazdağları ve Çanakkale yöresi, termik santrallerin de kıskacı altında. Dilovası’nda, Aliağa-Foça bölgesinde, Yatağan ve Elbistan’da çarpık sanayileşme ve zehir kusan termik santraller nedeniyle yaşanan çevresel felaket görüntüleri çok yakın bir gelecekte Çanakkale ve Kazdağlarını da bekliyor. Aşağıda vereceğimiz termik santraller ve altın madenleri ile ilgili bilgilerin ardından, dünyaca ünlü Kazdağları yöresinde ve boğazın iki yanına serpilmiş şirin yerleşim birimleriyle Çanakkale’de  
yaşanabileceklere biz ad koymakta zorlandık. Adını siz koyun!..

Termik santraller: 

1.       İÇDAŞ Bekirli Termik Santrali 
Biga İlçesi’nin Kemer ve Bekirli köylerinin, Marmaracık ve Durmuşdede mevkiine Doğalgaz Kombine çevrim santralı kuracak olan İÇDAŞ Elektrik ve Enerjisi Üretim ve Yatırım A.Ş, 1000 MW, 1025 MW, 1694 MW büyüklüğünde olacak 
2.      İçdaş Değirmencik Termik Santralı  400 MW
3.      İçdaş 1000 MW gücünde Doğalgaz Kombine çevrim santralı 
4.      Alarko Holding ve Cengiz İnşaat ortak girişim gurubu AlCen Biga 2x600 Mw ithal kömür santrali: Karabiga Alcen Enerji Santrali (1200 Mw/1250 Mw/2926 Mw), İskelesi Ve Kül Depolama Sahası. Cengiz Enerji San. Ve Tic. A.Ş. Alarko Karabiga Termik Santralı 1200 Mw     
5.      Alarko Karabiga  510 Mw Gücünde (doğalgaz) santrali
6.     Lapseki Kirazlıdere Termik Santrali: Lapseki İlçesi sınırları içerisinde Filiz Enerji Madencilik Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş tarafından kurulması planlanan 610 Mw / 600 MWe kurulu güçte  “Kirazlıdere Termik Santrali Entegre Projesi ( Endüstriyel Atık(kül) Depolama Alanı ve İskele Projesi Dahil)” projesi
7.   Alarko Ezine doğalgaz yakıtlı 500 Mwe kombine çevrim santralı
8.      Lapseki Kirazlıdere-2 Termik Santrali --- Filiz Kirazlıdere Elektrik Üretim A.Ş     
9.    Karabiga Sarıkaya Enerji  Karaburun Termik Santralı: Karabiga    
660 MW kurulu elektriksel güç ve yaklaşık 1.625 MW yakıt ısıl gücüne sahip    
10.  Çan Termik Santralı - Çan
11.  Akçansa/Enerjisa termik santralı- Ezine
12.  Çanakkale Seramik termik santralı- Çan 
 Altın İşletmeleri (Çed Süreci Tamamlananlar)
 1.    Ağı Dağı Altın İşletmesi- (Alamos Gold-Çan) 
2.    Kirazlı Altın İşletmesi -(Alamos Gold Çanakkale Merkez)
3.    Çamyurt Altın İşletmesi- (Alamos Gold-Çan)
4.     Bayramiç Kuşçayırı Altın İşletmesi- Chesser Arama Mad.Ltd.Şti.
5.    Lapseki Şahinli Altın İşletmesi- Chesser Arama Mad.Ltd.Şti.
6.    Esan Eczacıbaşı Lapseki Şahinli Altın İşletmesi
7.     Çan Halilağa Altın İşletmesi- Truva Bakır Maden İşletmeleri Aş- Pilot Gold

DAHA SAYMADIKLARIMIZ VAR…

Yukarıda saydığımız termik santraller ve altın madenleri bu bölgede yapılacak olanların tam listesi de değil aslında. Kazdağlarında halen ÇED aşamasında olan ya da arama ve sondaj çalışmalarını sürdürülen onlarca altın madeni var. Önceki gün bir işçinin ölümü 2 işçinin yaralanması ile sonuçlanan kazanın yaşandığı Çan Kumarlı Köyü yakınlarındaki kurşun madeni de bu listeye dahil değil. Özel bir şirket tarafından işletilen kurşun madeninde geçtiğimiz yıl Nisan ayında meydana gelen kazada da 2 işçi yaralanmıştı. 

Yukarıdaki listeye termik santraller ve altın işletmeciliği nedeniyle zarar gören, yok olma tehlikesi bulunan binlerce yıllık antik kentlerde girmedi. Biga’da İÇDAŞ şirketinin tesisleri tarafından kuşatılan Parion Antik kenti, Karabiga’da termik santrallerin yanı başındaki Priapos Antik kenti ya da altın işletmesine komşu Bayramiç yakınlarındaki Skepsis antik kenti gibi onlarca tarih ve kültür mirasımız bu işletmelerin tehdidi altında.

DİLOVASI DENEYİMLERİ

Bu kirletici sanayi ve maden kuruluşlarının kuşatması altındaki Çanakkale önümüzdeki günlerde önemli bir konuğu ağırlayacak. Dilovası’ndaki sanayi kuruluşlarının insan sağlığına etkileri konusunda yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle AKP hükümetinin şimşeklerini üzerine çeken ve hakkında çeşitli davalar açılan Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu 9 Şubat Pazar günü Çanakkale’de bir panelde konuşacak. Saat 14.00’de yapılacak panelin yeri Belediye Nikah salonu. 

(Çanakkale/EVRENSEL) Özer AKDEMİR

Son yıllarda altın madencilerinin talan girişimi ile gündeme gelen Kazdağları ve Çanakkale yöresi, termik santrallerin de kıskacı altında. Dilovası’nda, Aliağa-Foça bölgesinde, Yatağan ve Elbistan’da çarpık sanayileşme ve zehir kusan termik santraller nedeniyle yaşanan çevresel felaket görüntüleri çok yakın bir gelecekte Çanakkale ve Kazdağlarını da bekliyor. Aşağıda vereceğimiz termik santraller ve altın madenleri ile ilgili bilgilerin ardından, dünyaca ünlü Kazdağları yöresinde ve boğazın iki yanına serpilmiş şirin yerleşim birimleriyle Çanakkale’de
yaşanabileceklere biz ad koymakta zorlandık. Adını siz koyun!..

Termik santraller:


1. İÇDAŞ Bekirli Termik Santrali
Biga İlçesi’nin Kemer ve Bekirli köylerinin, Marmaracık ve Durmuşdede mevkiine Doğalgaz Kombine çevrim santralı kuracak olan İÇDAŞ Elektrik ve Enerjisi Üretim ve Yatırım A.Ş, 1000 MW, 1025 MW, 1694 MW büyüklüğünde olacak
2. İçdaş Değirmencik Termik Santralı 400 MW
3. İçdaş 1000 MW gücünde Doğalgaz Kombine çevrim santralı
4. Alarko Holding ve Cengiz İnşaat ortak girişim gurubu AlCen Biga 2x600 Mw ithal kömür santrali: Karabiga Alcen Enerji Santrali (1200 Mw/1250 Mw/2926 Mw), İskelesi Ve Kül Depolama Sahası. Cengiz Enerji San. Ve Tic. A.Ş. Alarko Karabiga Termik Santralı 1200 Mw
5. Alarko Karabiga 510 Mw Gücünde (doğalgaz) santrali
6. Lapseki Kirazlıdere Termik Santrali: Lapseki İlçesi sınırları içerisinde Filiz Enerji Madencilik Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş tarafından kurulması planlanan 610 Mw / 600 MWe kurulu güçte “Kirazlıdere Termik Santrali Entegre Projesi ( Endüstriyel Atık(kül) Depolama Alanı ve İskele Projesi Dahil)” projesi
7. Alarko Ezine doğalgaz yakıtlı 500 Mwe kombine çevrim santralı
8. Lapseki Kirazlıdere-2 Termik Santrali --- Filiz Kirazlıdere Elektrik Üretim A.Ş
9. Karabiga Sarıkaya Enerji Karaburun Termik Santralı: Karabiga
660 MW kurulu elektriksel güç ve yaklaşık 1.625 MW yakıt ısıl gücüne sahip
10. Çan Termik Santralı - Çan
11. Akçansa/Enerjisa termik santralı- Ezine
12. Çanakkale Seramik termik santralı- Çan
Altın İşletmeleri (Çed Süreci Tamamlananlar)
1. Ağı Dağı Altın İşletmesi- (Alamos Gold-Çan)
2. Kirazlı Altın İşletmesi -(Alamos Gold Çanakkale Merkez)
3. Çamyurt Altın İşletmesi- (Alamos Gold-Çan)
4. Bayramiç Kuşçayırı Altın İşletmesi- Chesser Arama Mad.Ltd.Şti.
5. Lapseki Şahinli Altın İşletmesi- Chesser Arama Mad.Ltd.Şti.
6. Esan Eczacıbaşı Lapseki Şahinli Altın İşletmesi
7. Çan Halilağa Altın İşletmesi- Truva Bakır Maden İşletmeleri Aş- Pilot Gold

DAHA SAYMADIKLARIMIZ VAR…


Yukarıda saydığımız termik santraller ve altın madenleri bu bölgede yapılacak olanların tam listesi de değil aslında. Kazdağlarında halen ÇED aşamasında olan ya da arama ve sondaj çalışmalarını sürdürülen onlarca altın madeni var. Önceki gün bir işçinin ölümü 2 işçinin yaralanması ile sonuçlanan kazanın yaşandığı Çan Kumarlı Köyü yakınlarındaki kurşun madeni de bu listeye dahil değil. Özel bir şirket tarafından işletilen kurşun madeninde geçtiğimiz yıl Nisan ayında meydana gelen kazada da 2 işçi yaralanmıştı.

Yukarıdaki listeye termik santraller ve altın işletmeciliği nedeniyle zarar gören, yok olma tehlikesi bulunan binlerce yıllık antik kentlerde girmedi. Biga’da İÇDAŞ şirketinin tesisleri tarafından kuşatılan Parion Antik kenti, Karabiga’da termik santrallerin yanı başındaki Priapos Antik kenti ya da altın işletmesine komşu Bayramiç yakınlarındaki Skepsis antik kenti gibi onlarca tarih ve kültür mirasımız bu işletmelerin tehdidi altında.

DİLOVASI DENEYİMLERİ


Bu kirletici sanayi ve maden kuruluşlarının kuşatması altındaki Çanakkale önümüzdeki günlerde önemli bir konuğu ağırlayacak. Dilovası’ndaki sanayi kuruluşlarının insan sağlığına etkileri konusunda yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle AKP hükümetinin şimşeklerini üzerine çeken ve hakkında çeşitli davalar açılan Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu 9 Şubat Pazar günü Çanakkale’de bir panelde konuşacak. Saat 14.00’de yapılacak panelin yeri Belediye Nikah salonu.
(Çanakkale/EVRENSEL)
http://www.evrensel.net/news.php?id=48189 
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=530926090275081&set=a.123634057670955.13149.123575381010156&type=1&theater 

25 Ocak 2013 Cuma

“Sen salla başını ben bilirim işimi”!..



Fotoğraf: “Sen salla başını ben bilirim işimi”!..

Özer AKDEMİR

İstanbul Bağımsız milletvekili A. Levent Tüzel’in Munzur Vadisinde yapımı planlanan barajlarla ilgili 24 Aralık 2012 tarihli yazılı soru önergesine Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan yanıt geldi. 15 Ocak 2013 tarihli yanıtında kamu yararını sorgulayan soruya Bayraktar barajların Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) yönetmeliğinden muaf olduklarına vurgu yaparak yanıt verdi. Oysa, daha geçtiğimiz haftalarda verilen mahkeme kararı ise tam tersi yönde karar vermişti. 

KAMU YARARI NE?

İstanbul Bağımsız milletvekili Tüzel verdiği soru önergesinde Munzur Vadisi'nde yapımı planlanan baraj ve HES'lerle ilgili olarak yargının verdiği iptal ve yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen baraj ve HES yapımlarının devam ettiğine dikkat çekti. Dersim halkının, çevre uzmanları ve akademisyenlerin projelere karşı çıkmasına rağmen, baraj projelerinin yapımına devam edildiğini aktaran Tüzel, yargının verdiği yürütmeyi durdurma kararının da bu baraj ve HES inşaatlarına engel olmadığının altını çiziyordu. İdare Mahkemeleri ve Danıştay’ın Munzur Milli Parkındaki bu projelerin iptali yönündeki kararlara karşın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 18 Nisan 201 l'de Munzur Vadisi Mili Park sınırları dahilinde yapımı kararlaştırılan baraj ve HES'lerin 'yapılmasında zorunluluk' olduğunu ve 'projelerde üstün kamu yararı' bulunduğuna ilişkin bir karar alabildiğini anımsatan Tüzel, “Kamu yararı her zaman ekolojinin korunmasından yanadır. Türkiye'de ilk defa bir milli parkta yapımı planlanan baraj için 'üstün kamu yararı vardır' şeklinde karar alınmıştır. Bölge halkının tepkilerine, ekolojik dengenin bozulmasını sağlayacak olan bu çalışmaya nasıl 'üstün kamu yararı vardır' kararı verilmiştir?” sorusun yöneltti. 

BİR SORUYA YANIT VERDİ

Bakan Erdoğan Bayraktar yanıtında  “milli parka baraj yaptıran bu kamu yararı nedir?” konusuna hiç girmezken, baraj projelerinin ÇED muafiyetine ilişkin yasal düzenlemeleri sıralamakla yetindi. 2008 yılında Çıkarılan ÇED yönetmeliğine dayanılarak baraj projelerinin ÇED sürecinden muaf tutulduğunu dile getiren Bayraktar, Milli Park konusundaki kararın ise Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından belirlendiğini belirtmekle yetindi. Bayraktar Tüzel’in 4 maddelik yazılı soru önergesinin 2,3 ve 4. maddelerini de “bizim sorumluluk alanımızın dışında, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından bilgi alın” diyerek yanıtlamadı. 

EN BÜYÜK MİLLİ PARK

Bayraktar’ın, soru önergesinin ilk maddesine verdiği, soruyla alakasız yanıt bile bakanlığın mahkeme kararlarını değil bildiğini okuduğunu gösteriyor. Tüzel’in ‘kamu yararı’nı sorduğu sorusuna, projenin ÇED muafiyetini anlatarak yanıt veren Bayraktar’ın bu yanıtı, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ve İdare Mahkemeleri kararları ile çelişiyor. Ankara 8. İdare Mahkemesi Munzur Vadisi Milli Parkı üzerinde yapımı devam eden Bozkaya Barajı ve Hidroelektrik Santrali inşaatının durdurulması ile ilgili kararının ana dayanağını projenin ÇED’den muaf tutulmasına dayandırıyor. Baraj iptali için açılan davada projenin ÇED’den muaf olmasının olanaksızlığına dikkat çekilerek, “Munzur Vadisinin Çevre Kanunu ve ilgili mevzuat uyarınca korunması gereken alan olduğu, bölgenin Türkiye' nin en büyük milli parkı olduğu, üretilmek istenilen enerjinin güneş ve rüzgar enerjisi ile daha ucuza üretilebileceği, söz konusu alanda yapılacak barajlar ile ekolojik dengenin bozulacağı” dile getiriliyordu
 
BİLDİKLERİNİ OKUYORLAR

Ankara 8. İdare Mahkemesi Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 07.10.2010 günlü “ÇED sürecinden muafiyet sağlayan düzenlemede, çevrenin korunması ilkesi açısından hukuka uyarlık görülmediği” gerekçeli kararına dikkat çekerek, barajın ÇED’den muaf tutulmasının hukuka aykırı olduğu sonucuna vardı. Mahkeme projenin iptaline karar verdi. 

Bakan Bayraktar’ın bu açık mahkeme kararlarına rağmen yanıtında hala ÇED muafiyetini getiren yönetmeliğe vurgu yapması yürütmenin yargı kararlarına rağmen bildiğini okumaya devam ettiği şeklinde yorumlanıyor. 

(İzmir/EVRENSEL)

- Doğa İçin El Ele -

Özer AKDEMİR

İstanbul Bağımsız milletvekili A. Levent Tüzel’in Munzur Vadisinde yapımı planlanan barajlarla ilgili 24 Aralık 2012 tarihli yazılı soru önergesine Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan yanıt geldi. 15 Ocak 2013 tarihli yanıtında kamu yararını sorgulayan soruya Bayraktar barajların Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) yönetmeliğinden muaf olduklarına vurgu yaparak yanıt verdi. Oysa, daha geçtiğimiz haftalarda verilen mahkeme kararı ise tam tersi yönde karar vermişti.

KAMU YARARI NE?


İstanbul Bağımsız milletvekili Tüzel verdiği soru önergesinde Munzur Vadisi'nde yapımı planlanan baraj ve HES'lerle ilgili olarak yargının verdiği iptal ve yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen baraj ve HES yapımlarının devam ettiğine dikkat çekti. Dersim halkının, çevre uzmanları ve akademisyenlerin projelere karşı çıkmasına rağmen, baraj projelerinin yapımına devam edildiğini aktaran Tüzel, yargının verdiği yürütmeyi durdurma kararının da bu baraj ve HES inşaatlarına engel olmadığının altını çiziyordu. İdare Mahkemeleri ve Danıştay’ın Munzur Milli Parkındaki bu projelerin iptali yönündeki kararlara karşın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 18 Nisan 201 l'de Munzur Vadisi Mili Park sınırları dahilinde yapımı kararlaştırılan baraj ve HES'lerin 'yapılmasında zorunluluk' olduğunu ve 'projelerde üstün kamu yararı' bulunduğuna ilişkin bir karar alabildiğini anımsatan Tüzel, “Kamu yararı her zaman ekolojinin korunmasından yanadır. Türkiye'de ilk defa bir milli parkta yapımı planlanan baraj için 'üstün kamu yararı vardır' şeklinde karar alınmıştır. Bölge halkının tepkilerine, ekolojik dengenin bozulmasını sağlayacak olan bu çalışmaya nasıl 'üstün kamu yararı vardır' kararı verilmiştir?” sorusun yöneltti.

BİR SORUYA YANIT VERDİ


Bakan Erdoğan Bayraktar yanıtında “milli parka baraj yaptıran bu kamu yararı nedir?” konusuna hiç girmezken, baraj projelerinin ÇED muafiyetine ilişkin yasal düzenlemeleri sıralamakla yetindi. 2008 yılında Çıkarılan ÇED yönetmeliğine dayanılarak baraj projelerinin ÇED sürecinden muaf tutulduğunu dile getiren Bayraktar, Milli Park konusundaki kararın ise Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından belirlendiğini belirtmekle yetindi. Bayraktar Tüzel’in 4 maddelik yazılı soru önergesinin 2,3 ve 4. maddelerini de “bizim sorumluluk alanımızın dışında, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından bilgi alın” diyerek yanıtlamadı.

EN BÜYÜK MİLLİ PARK


Bayraktar’ın, soru önergesinin ilk maddesine verdiği, soruyla alakasız yanıt bile bakanlığın mahkeme kararlarını değil bildiğini okuduğunu gösteriyor. Tüzel’in ‘kamu yararı’nı sorduğu sorusuna, projenin ÇED muafiyetini anlatarak yanıt veren Bayraktar’ın bu yanıtı, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ve İdare Mahkemeleri kararları ile çelişiyor. Ankara 8. İdare Mahkemesi Munzur Vadisi Milli Parkı üzerinde yapımı devam eden Bozkaya Barajı ve Hidroelektrik Santrali inşaatının durdurulması ile ilgili kararının ana dayanağını projenin ÇED’den muaf tutulmasına dayandırıyor. Baraj iptali için açılan davada projenin ÇED’den muaf olmasının olanaksızlığına dikkat çekilerek, “Munzur Vadisinin Çevre Kanunu ve ilgili mevzuat uyarınca korunması gereken alan olduğu, bölgenin Türkiye' nin en büyük milli parkı olduğu, üretilmek istenilen enerjinin güneş ve rüzgar enerjisi ile daha ucuza üretilebileceği, söz konusu alanda yapılacak barajlar ile ekolojik dengenin bozulacağı” dile getiriliyordu

BİLDİKLERİNİ OKUYORLAR


Ankara 8. İdare Mahkemesi Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 07.10.2010 günlü “ÇED sürecinden muafiyet sağlayan düzenlemede, çevrenin korunması ilkesi açısından hukuka uyarlık görülmediği” gerekçeli kararına dikkat çekerek, barajın ÇED’den muaf tutulmasının hukuka aykırı olduğu sonucuna vardı. Mahkeme projenin iptaline karar verdi.

Bakan Bayraktar’ın bu açık mahkeme kararlarına rağmen yanıtında hala ÇED muafiyetini getiren yönetmeliğe vurgu yapması yürütmenin yargı kararlarına rağmen bildiğini okumaya devam ettiği şeklinde yorumlanıyor.
(İzmir/EVRENSEL)
http://www.evrensel.net/news.php?id=47487

24 Ocak 2013 Perşembe

Nükleer karşıtları: Asıl siz dışa bağımlısınız



Burak Şefkat
Mersin Nükleer Karşıtı Platform üyeleri Akkuyu’ya kurulması planlan nükleer santralin toplum bilgilendirme merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Akkuyu Nükleer Güç Santrali AŞ’nin Mersin’de açtığı Toplum Bilgilendirme Merkezi Müdürü Faruk Uzel’in nükleer karşıtlarını “Dışa bağımlı güçler” olmakla itham etmesine tepki gösterildi. Açıklamada, Gazetemiz Muhabiri Özer Akdemir’in Türkiye’deki altın madenleri ve şirketleriyle ilgili araştırmalarını derlediği ve Evrensel Basım Yayın’dan çıkan “Kuyudaki Taş” isimli kitabı da tepki amacıyla Müdür Uzel’e verildi. Basın açıklamasını okuyan Emek Partisi Mersin İl Başkanı Mehmet Taşçı,  Uzel’e “Halkın yaşam alanlarını, çevreyi ve ekolojik dengeyi savunmak mı dışa bağımlılık, yoksa müdürlüğünü yaptığınız yabancı şirket mi dışa bağımlı” diye sordu.
 
ÇAMUR AT İZİ KALSIN
Konuyla ilgili görüştüğümüz Özer Akdemir, kitabında, Bergama altın madeni sürecinin incelendiğini ifade ederek, kitabın ‘Dış güçler’ yalanını belgelerle çürüttüğünü söyledi. “Yaşam savunucularını karalamak için devlet ve şirket desteği ile atılan ‘Kuyudaki Taş’ı çıkaran kitabın, ortaya koyduğu gerçekler o taşı atanların iddiaları kadar yaygınlaşmadığı sürece, birileri o taşı kullanmaya devam edecek” diyen Akdemir, Mersin’in nükleer karşıtı mücadelesine yönelik atılan iftiranın da, bunun son delili olduğunu dile getirdi.

KİTAP NE ANLATIYOR?
“Kuyudaki Taş” kitabında siyanürlü altın işletmesine karşı çıkan Bergama köylülerinin mücadelesi anlatılıyor. Altın işletmesi yetkilileri ve siyasi iktidar, köylülerin Almanya tarafından kışkırtıldığını ve Alman Vakıflarıyla birlikte çalıştıklarını iddia etmişti. Mücadele eden köylülerin “Dış Güçler”le birlikte Türkiye’de altın rezervi ve bunların çıkarılmasına karşı çıktıkları ileri sürülüyordu. Oysa köylüler doğal çevreye, canlı yaşamına zarar verilmesinden dolayı siyanürle altın çıkarma metoduna karşı. (Mersin/EVRENSEL)

“Biz kitabına uydurduk, siz de kurcalamayın”!..



Fotoğraf: “Biz kitabına uydurduk, siz de kurcalamayın”!..

Özer AKDEMİR

İstanbul Bağımsız milletvekili A. Levent Tüzel’in Turgutlu Çaldağı’nda işletilen nikel madeni ile ilgili yazılı soru önergesine Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu yanıt verdi. Madenin Gediz havzasındaki tarıma etkileri, yaratacağı kirliliğin boyutları ve doğa tahribatı ile ilgili sorulara Bakan Eroğlu, “Her şey ÇED’e, yasa ve yönetmeliklere uygun” demekle yetindi. Dört soruyu bir paragrafla  geçiştiren yanıtta adeta “Biz her şeyi kitabına uydurduk. Siz de kurcalamayın” deniliyor.

İŞTE ÇED GERÇEĞİ?

Tüzel’in “bölgenin tarım arazisi olduğu, yerel halkın büyük bölümünün çiftçilikle geçindiği bilindiği halde, doğaya ve tarım arazilerine ciddi anlamda zarar verecek bu tesislerin kurulmasına neden izin verildi”, yönündeki sorusuna Eroğlu, madene verilen ÇED Raporuna vurgu yaparak yanıt verdi. Eroğlu, “..madencilik faaliyetinin halk sağlığına, doğaya ve tarım arazilerine etkileriyle alakalı olarak ilgili kurumların görüşleri de dikkate alınarak ÇED raporu hazırlanmıştır” dedi. Oysa, madenin en önemli ünitelerinden olan sülfirik asit fabrikasından ÇED Raporu istenmiyor! Madende bir ton cevher için 750 kg sülfürik asit kullanılırken kullanılacak toplam sülfürik asit miktarı 18 milyon tonu bulacak. Mevzuat gereği hangi sektörde olursa olsun tüm fabrikalar için Çevresel Etki Değerlemesi Raporu istenirken, dünyanın ikinci büyük sülfürik asit fabrikasından ÇED raporu istenmemekte! 

TARIM CENNETİNİN ORTASINDA

Bakan Eroğlu, soru önergesindeki işletmenin ilk aşamasında kesilecek 109 bin ağacın akıbeti ile ilgili “bu doğanın talan edilmesi anlamına gelmez mi? Karşılığında alınan para kesilen ağaçların işlevlerini tamamlayabilir m?i” sorusuna da “Madencilik faaliyeti sona erdikten sonra hazırlanılan rehabilitasyon projesine uygun rehabilitasyon çalışmaları ile saha doğaya kazandırılacak ve ağaçlandırılacaktır. İzin verilen sahada mevzuat gereği çeşitli bedeller alınmaktadır” demekle yetindi. Orman Mühendisleri Odasının hesaplamalarına göre toplam faaliyet süresince 2 milyon ağaç kesilecek olan Çaldağı, dünyanın 7 önemli tarım havzasından birisi olan Gediz’in ortasında. Fabrika alanı,  İzmire 40, Manisa’ya 20 km, nüfusu 120 bini aşan Turgutlu’ya 10 km, Gediz nehrine 3 km uzaklıkta.  

MADEN NELER GÖTÜRECEK

a.1,2 milyar dolar tutarında yatırım yaparken, ülkenin 25 milyar dolarlık yer altı zenginliğini
b. Yalnızca Çal Dağında yetişen, başka bir bölgede yetişmeyen 20 bitki türü vardır. Bunlar yok olacaktır.
c.. Maden işletme alanında 13'ü ulusal ve 4'ü yerel olan endemik bitki türü; 
d. Çevredeki tarımsal yaşamın zenginliği ve verimliliği;
e. İnsan ve diğer canlıların sağlığı elden gidecek. 

 GERİYE BİZE KALANLAR

a.. Dev bir çukur
b.. İki adet büyük, zehirli atık dağı
c.. 900 000 metrekareye yayılmış 40 metre yüksekliğinde sülfürik asitle yıkanmış, içinde  en az 4 milyon 500 bin ton kükürt bulunan atık yığınları 
d.. Etrafa zehir saçan asit fabrikasının enkazı
e.. 10 milyon ton kükürt oksitleriyle kirlenmiş doğa 

(Turgutlu/EVRENSEL)

Özer AKDEMİR

İstanbul Bağımsız milletvekili A. Levent Tüzel’in Turgutlu Çaldağı’nda işletilen nikel madeni ile ilgili yazılı soru önergesine Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu yanıt verdi. Madenin Gediz havzasındaki tarıma etkileri, yaratacağı kirliliğin boyutları ve doğa tahribatı ile ilgili sorulara Bakan Eroğlu, “Her şey ÇED’e, yasa ve yönetmeliklere uygun” demekle yetindi. Dört soruyu bir paragrafla geçiştiren yanıtta adeta “Biz her şeyi kitabına uydurduk. Siz de kurcalamayın” deniliyor.

İŞTE ÇED GERÇEĞİ?

Tüzel’in “bölgenin tarım arazisi olduğu, yerel halkın büyük bölümünün çiftçilikle geçindiği bilindiği halde, doğaya ve tarım arazilerine ciddi anlamda zarar verecek bu tesislerin kurulmasına neden izin verildi”, yönündeki sorusuna Eroğlu, madene verilen ÇED Raporuna vurgu yaparak yanıt verdi. Eroğlu, “..madencilik faaliyetinin halk sağlığına, doğaya ve tarım arazilerine etkileriyle alakalı olarak ilgili kurumların görüşleri de dikkate alınarak ÇED raporu hazırlanmıştır” dedi. Oysa, madenin en önemli ünitelerinden olan sülfirik asit fabrikasından ÇED Raporu istenmiyor! Madende bir ton cevher için 750 kg sülfürik asit kullanılırken kullanılacak toplam sülfürik asit miktarı 18 milyon tonu bulacak. Mevzuat gereği hangi sektörde olursa olsun tüm fabrikalar için Çevresel Etki Değerlemesi Raporu istenirken, dünyanın ikinci büyük sülfürik asit fabrikasından ÇED raporu istenmemekte!

TARIM CENNETİNİN ORTASINDA

Bakan Eroğlu, soru önergesindeki işletmenin ilk aşamasında kesilecek 109 bin ağacın akıbeti ile ilgili “bu doğanın talan edilmesi anlamına gelmez mi? Karşılığında alınan para kesilen ağaçların işlevlerini tamamlayabilir m?i” sorusuna da “Madencilik faaliyeti sona erdikten sonra hazırlanılan rehabilitasyon projesine uygun rehabilitasyon çalışmaları ile saha doğaya kazandırılacak ve ağaçlandırılacaktır. İzin verilen sahada mevzuat gereği çeşitli bedeller alınmaktadır” demekle yetindi. Orman Mühendisleri Odasının hesaplamalarına göre toplam faaliyet süresince 2 milyon ağaç kesilecek olan Çaldağı, dünyanın 7 önemli tarım havzasından birisi olan Gediz’in ortasında. Fabrika alanı, İzmire 40, Manisa’ya 20 km, nüfusu 120 bini aşan Turgutlu’ya 10 km, Gediz nehrine 3 km uzaklıkta.

MADEN NELER GÖTÜRECEK

a.1,2 milyar dolar tutarında yatırım yaparken, ülkenin 25 milyar dolarlık yer altı zenginliğini
b. Yalnızca Çal Dağında yetişen, başka bir bölgede yetişmeyen 20 bitki türü vardır. Bunlar yok olacaktır.
c.. Maden işletme alanında 13'ü ulusal ve 4'ü yerel olan endemik bitki türü;
d. Çevredeki tarımsal yaşamın zenginliği ve verimliliği;
e. İnsan ve diğer canlıların sağlığı elden gidecek.

GERİYE BİZE KALANLAR

a.. Dev bir çukur
b.. İki adet büyük, zehirli atık dağı
c.. 900 000 metrekareye yayılmış 40 metre yüksekliğinde sülfürik asitle yıkanmış, içinde en az 4 milyon 500 bin ton kükürt bulunan atık yığınları
d.. Etrafa zehir saçan asit fabrikasının enkazı
e.. 10 milyon ton kükürt oksitleriyle kirlenmiş doğa
(Turgutlu/EVRENSEL)

Altıncı şirket ‘çoban matı’ oldu ama…





Özer Akdemir

‘İzmir’in damı’ denilen 700 m yükseklikte, kente 20 km uzaklıktaki Efemçukuru Altın madeni için Bakanlar Kurulu acele kamulaştırma kararına karşı açılan davanın duruşması Mayıs ayına ertelendi. Köyde acele kamulaştırmaya direnen tek köylü durumundaki keçi çobanı Ahmet. Karaçam, oğlu askerde olduğu için keçilerini emanet edecek kimseyi bulamayınca duruşmaya gelemedi. Keçi çobanı Ahmet Karaçam’ın tek başına direndiği altın madenine İzmir İl Özel İdaresi direnemedi. Maden, verilen deneme izninin mahkemece iptal edilmesine rağmen, İl Özel İdaresi verdiği çalışma izniyle üretime devam ediyor. Deneme izni iptal edilen, acele kamulaştırma ile ilgili bakanlar kurulu kararı Danıştay’ın en yüksek organı tarafından geri çevrilen altın madeninin nasıl çalışabildiği ise ‘güçler ayrılığı ve dengesi var’ denilen ülkemizde hukukunun yürütme karşısındaki içler acısı haline bir örnek olarak gösteriliyor. Öte yandan altıncı şirket çoban Ahmet Karaçam’ı geçemeyip bir anlamda ‘çoban matı’ olmasına rağmen, hakemlerin de cesaretlendirmesiyle güreşi bırakmıyor!...

DENEMEYİ BEĞENMEDİK, YİNE DE BUYRUN…

Madene verilen deneme izni, Efemçukurlu keçi çobanı Ahmet Karaçam’ın arazisini satın alamayan madenin sağlık koruma bandı oluşturamaması nedeniyle İzmir 1. İdare Mahkemesi tarafından 23.11.2012 tarihinde iptal edilmişti. Deneme izni daha iptal edilmeden İl Özel İdaresi madene işletme izni vermişti. Bu izne karşı EGEÇEP adına dava açan Av. Arif Ali Cangı, 20.12.2012 tarihli verdiği dilekçede deneme iznini iptali kararını da göstererek işletme iznini yürütmesini durdurmasını istedi. Dilekçede, sağlık koruma bandı oluşturamayan altın madenine verilen izinlerin ilgili yasa ve yönetmeliklere aykırı olduğunun altı çiziliyordu. Bu dilekçenin verildiği günün ertesi günü, 21.12.2012 tarihinde İzmir 3. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma istemini reddetti. Cangı bu kararın mahkemenin dilekçeyi hiç okumamasından ya da ciddiye almamasından kaynaklandığı görüşünde. Mahkemenin verdiği karara herhangi bir gerekçe göstermediğine dikkat çeken Cangı, bunun Anayasa’nın 141. maddesinde yer alan ‘mahkeme kararları gerekçeli olmalıdır’ hükmüne aykırı olduğunu söyledi.

İZMİR İÇİN DUR DEYİN!

Cangı, yürütmeyi durdurma reddi kararına karşı Bölge İdare mahkemesine verdiği itiraz dilekçesinde Efemçukuru Altın madenine neden izin verilmemesi gerektiği ile ilgili birçok başka gerekçe de sıraladı. Bunlar arasında; 1.5 yıldır çalışan madenin civarındaki köylerde hayvan ölümleri görülmeye başladığı, madenin İzmir’e içme suyu sağlayan barajların havzasında olduğu, bunun kentin içme suyunun kirlenmesi ve her an geri dönüşümü olanaksız zararlara yol açma potansiyeli taşıdığı vs, sayılabilir. Dilekçede mahkeme heyetine şöyle seslenildi; “Efemçukuru konusundaki tercih; ya İzmir’in suyunun korunmasından yana, ya da Altıncı Şirketin çıkarlarından yana olmaktır. İzmir İl Özel İdaresi tercihini İzmir'in yaşamından, geleceğinden yana değil, Altıncı Şirketin çıkarlarından yana kullanmıştır. Geliyorum diyen tehlikeye dur demek gerekmektedir. Bunu ancak mahkemenizin vereceği karar sağlayabilecektir. İzmir gelecekte susuz bırakılmak istenmiyorsa, dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulması gerekmektedir.”

DAHA FAZLA GECİKMEDEN

Önceki gün Menderes Adliyesinde görülen Ahmet Karaçam’ın arazisi ile ilgili acele kamulaştırma davasında, Danıştay’daki dosyanın sonucunun beklenilmesine karar verildi. Danıştay acele kamulaştırma kararı ile ilgili açılan davayı reddetmiş, Danıştay’ın en üst denetim mekanizması olan İdari Dava Daireleri Kurulu bu kararı bozmuştu. Karaçam'ın avukatı Arif Ali Cangı duruşmada ''Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği bozma kararına Danıştay uymak zorunda, dolayısıyla acele kamulaştırma kararı iptal edilecektir'' dedi. Davanın dayanağı ortadan kalktığı için daha fazla gecikmeden davanın reddine karar verilmesini istedi. Cangı ayrıca Efemçukuru altın madeni deneme izninin iptali kararını da mahkemeye sundu. Dava 8 Mayıs tarihine ertelendi.
(İzmir/EVRENSEL)

23 Ocak 2013 Çarşamba

Garın saati bela çiçeğini vuruyor (Arşiv haber)



Fotoğraf: GARIN SAATİ ‘BELA ÇİÇEĞİ’Nİ VURUYOR*

Özer AKDEMİR

Türkiye’nin ilk demiryolu olan İzmir-Aydın hattının başlangıcında bulunan Alsancak Garı, açık arttırma yoluyla satılığa çıkarıldı. Birçok roman, şiir, öykü ve sinema eserine konu olan tarihi garın tabelasının altına bir emlak firması tarafından asılan duyuruda, TCDD’nin “ihtiyaç fazlası” olarak gösterdiği garın 2 Mart’ta açık arttırma ile satılacağı belirtiliyor. Böylece 1856 yılında hizmete açılan İzmir-Aydın demiryolu hattının, İzmir’deki bitim noktası olan Alsancak Garı, hizmete açıldığı 1858 yılından tam 148 yıl sonra haraç-mezat satışa çıkarılıyor. Birleşik Taşımacılık Sendikası İzmir Şube Başkanı Bülent Çuhadar, Alsancak Garı’nın satışa çıkarılmasını, “Türkiye’de Aslancak Garı ile başlayan demiryolculuk başladığı yerde yok ediliyor” sözleriyle değerlendiriyor. 

İKİ RAPOR VE SONRASI 

1996’dan sonra hız kazanan demiryollarındaki özelleştirme çalışmaları sonucunda önce yük ve yolcu vagonlarının onarımı için kullanılan atölyeler özelleştirilirken, yol atölyesi de kapatıldı. Demiryollarına eleman yetiştiren meslek okulu da kapatılan yerler arasında idi. TCDD’ye ait hastaneler satılırken, çeşitli kamplar da satış aşamasında. Tüm bunlar IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılan demiryolları ile ilgili projelerin ürünü olarak gerçekleşti. Bunun için hazırlanan iki farklı raporun ilkinde kâr etmeyen yolcu trenlerinin seferden kaldırılması, yük taşımacılığının özel sektöre devredilmesi, atölyelerin ve fabrikaların kapatılması tavsiye ediliyordu. Bu sayılan şeylerin birçoğu gerçekleştirildi. CANAC adlı bir Kanada firmasına hazırlattırılan ikinci raporda ise daha çok TCDD’nin personel istihdamına yönelik bir proje ortaya konuluyor ve gayri menkullerin elden çıkarılması öngörülüyordu. Bu iki rapora dayanılarak emekliliği gelen çalışanlar emekli edilirken, kalan personel için esnek çalışma koşulları dayatıldı. 

ESKİCİDEN “SATILIK” GAR! 

Kanadalı CANAC firmasının demiryollarının yeniden yapılandırılması için 800 bin dolar karşılığında 2004’te hazırladığı raporun, 2005 yılı içerisinde uygulanmaya başlandığını aktaran BTS İzmir Şube Başkanı Çuhadar, sendika olarak bu raporun deşifre edilmesine dönük çeşitli çalışmalar yaptıklarını aktarıyor. Bu raporun en önemli önermesinin personel istihdamı ve TCDD’nin gayri menkullerinin elden çıkarılması olduğunu dile getiren Çuhadar, şunları söylüyor, “CANAC birinci önermesinde diyor ki: TCDD’de şu an 30 bin çalışan var. Bu çok fazla, bunun 15 bine indirilmesi lazım. İkinci ve daha büyük bir önermede diyorlar ki: İstasyon binalarını ve gayri menkulleri ya özel sektöre satın, ya belediyeler devredin, hiç kullanamıyorsanız da yıkın. Yıkmaktaki amaç da, bu projeler durdurulursa ortada sağlam bina kalmasın, insanlar psikolojik olarak da baskı altına alınsın. Bu önermeye istinaden de demiryollarının gayri menkullerini el birliği ile satmaya çalışıyorlar.” 

TALANIN HESABINI YAPIYORLAR

Alsancak Garı’nın duvarına asılan açık arttırma ilanının CANAC raporu ile öngörülen uygulamaların devamı olduğuna dikkat çekiyor Çuhadar, garla ilgili çok çeşitli spekülasyonlar döndüğünü aktarıyor ve, “Alsancak Garı Dönüşüm Projesi adında bir proje hazırlamışlar. Bu projeyi hazırlayan Yaka Nakliyat diye bir firma. Bu Yaka Nakliyat’ın kadrosuna baktığımızda TCDD’nin eski üst düzey yöneticilerinin ve İzmir’in eski yerel yöneticilerinin yakınları olduğunu görüyoruz. Yani İzmir’i ve demiryollarını iyi tanıyan bir ekip, ‘Neresi daha kolay talan edilir, neresi daha kolay ele geçilir’in hesabını yaparak hareket ediyor” diyor. Banliyö geliştirme projesi çerçevesinde Çiğli Garı’nın artık son durak olduğunu hatırlatıyor Çuhadar, bu nedenle Çiğli belli kesimler için artık iyi bir rant kapısı olarak görülüyor. Bu konudaki iddiaları da aktarıyor, “Çiğli Garı ve çevresinde demiryollarının boş binaları ve kiracıları var. O kiracılara şimdi mektup yazıldı, ‘boşaltın burayı kullanacağız’ diye. Bunun yanında boş olan hangarımızı da birine kiraya veriyorlar. Bu isim AKP İl Başkan Yardımcısı Kemal Ünlü’nün kardeşi Yüksel Ünlü. Komisyonda imzalanan kiralama kararı Bölge Müdürü’nün onayını bekliyor.” 

‘BAŞLADIĞI YERDE BİTİRİLİYOR’ 

Hazırlanan proje ile ilgili TCDD Genel Müdür’ünün İl Müdürlüğü’ne gönderdiği yazıdaki ifadelere dikkat çeken Çuhadar, genel müdürün garı ve çevresindeki havzayı “demiryolu işletmeciliği bağlamında önemli ölçüde işlevsiz ve fonksiyonsuz” olarak nitelediğinin altını çiziyor. “İşlevsiz” denilerek “yap-işlet-devret” mantığıyla özel sektöre bırakılması planlanan alanın her şeyden önce Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescil edildiğini vurgulayan Çuhadar, SİT alanı olan garın restorasyonunu izne bağlı olduğunu söylüyor. Çuhadar’ın, bir diğer dikkat çektiği konu ise olayın sosyolojik boyutu. Alsancak Garı ile ilgili ortaya konan bu proje kentin dokusunu değiştirecek nitelikte çünkü. Çuhadar Alsancak Garı’nın satışının ardından planlanan şeyleri şöyle aktarıyor, “Buraya şunu yapmak istiyorlar: Bölge Müdürlüğü binası restore edilerek bulvar kafe, pastane, kuaför ve güzellik merkezi olacak, havza dediğimiz kısma da aquapark yapılacak. Alsancak Garı ile başlayan Türkiye’deki demiryolu macerası yine burada, başladığı yerde bitirilmek isteniyor.” 

Yani, İzmirli şair Attila İlhan’ın en ünlü şiirlerinden, “Bela Çiçeği”nin geçtiği gar, yakında kafe, kuaför ve güzellik salonu olacak! Alsancak Garı’nda artık, “Bela Çiçeği” şiirindeki elleri kelepçeli erkeğin ve onun valizini taşıyan kadının birden bire sapsarı kesilmelerine neden olan vagonların usul usul kımıldaması duyulmuyor. 150 yıllık garın saati artık kendisi için, “Bela Çiçeği”ni vuruyor. 

BELA ÇİÇEĞİ

Alsancak garı'na devrildiler 
Gece garın saati bela çiçeği 
Hiçbir şeyin farkında değildiler 
Kalleş bir titreme aldı erkeği 
Elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler 
Çantasını karısı taşıyordu 

Hiç kimse tanımıyordu kimdiler 
Gece garın saati bela çiçeği 
Üçüncü mevki bir vagona bindiler 
Anlaşıldı erkeğin gideceği 
Bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler 
Bir türlü karısına bakamıyordu 

Ayaküstü birer bafra içtiler 
Gece garın saati bela çiçeği 
Şimdiden bir yalnızlık içindeydiler 
Karanlık gelmişi geleceği 
Birdenbire sapsarı kesildiler 
Vagonlar usul usul kımıldıyordu

(İzmir/EVRENSEL)

* Arşiv Haber

Özer AKDEMİR

Türkiye’nin ilk demiryolu olan İzmir-Aydın hattının başlangıcında bulunan Alsancak Garı, açık arttırma yoluyla satılığa çıkarıldı. Birçok roman, şiir, öykü ve sinema eserine konu olan tarihi garın tabelasının altına bir emlak firması tarafından asılan duyuruda, TCDD’nin “ihtiyaç fazlası” olarak gösterdiği garın 2 Mart’ta açık arttırma ile satılacağı belirtiliyor. Böylece 1856 yılında hizmete açılan İzmir-Aydın demiryolu hattının, İzmir’deki bitim noktası olan Alsancak Garı, hizmete açıldığı 1858 yılından tam 148 yıl sonra haraç-mezat satışa çıkarılıyor. Birleşik Taşımacılık Sendikası İzmir Şube Başkanı Bülent Çuhadar, Alsancak Garı’nın satışa çıkarılmasını, “Türkiye’de Aslancak Garı ile başlayan demiryolculuk başladığı yerde yok ediliyor” sözleriyle değerlendiriyor.

İKİ RAPOR VE SONRASI

1996’dan sonra hız kazanan demiryollarındaki özelleştirme çalışmaları sonucunda önce yük ve yolcu vagonlarının onarımı için kullanılan atölyeler özelleştirilirken, yol atölyesi de kapatıldı. Demiryollarına eleman yetiştiren meslek okulu da kapatılan yerler arasında idi. TCDD’ye ait hastaneler satılırken, çeşitli kamplar da satış aşamasında. Tüm bunlar IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılan demiryolları ile ilgili projelerin ürünü olarak gerçekleşti. Bunun için hazırlanan iki farklı raporun ilkinde kâr etmeyen yolcu trenlerinin seferden kaldırılması, yük taşımacılığının özel sektöre devredilmesi, atölyelerin ve fabrikaların kapatılması tavsiye ediliyordu. Bu sayılan şeylerin birçoğu gerçekleştirildi. CANAC adlı bir Kanada firmasına hazırlattırılan ikinci raporda ise daha çok TCDD’nin personel istihdamına yönelik bir proje ortaya konuluyor ve gayri menkullerin elden çıkarılması öngörülüyordu. Bu iki rapora dayanılarak emekliliği gelen çalışanlar emekli edilirken, kalan personel için esnek çalışma koşulları dayatıldı.

ESKİCİDEN “SATILIK” GAR!

Kanadalı CANAC firmasının demiryollarının yeniden yapılandırılması için 800 bin dolar karşılığında 2004’te hazırladığı raporun, 2005 yılı içerisinde uygulanmaya başlandığını aktaran BTS İzmir Şube Başkanı Çuhadar, sendika olarak bu raporun deşifre edilmesine dönük çeşitli çalışmalar yaptıklarını aktarıyor. Bu raporun en önemli önermesinin personel istihdamı ve TCDD’nin gayri menkullerinin elden çıkarılması olduğunu dile getiren Çuhadar, şunları söylüyor, “CANAC birinci önermesinde diyor ki: TCDD’de şu an 30 bin çalışan var. Bu çok fazla, bunun 15 bine indirilmesi lazım. İkinci ve daha büyük bir önermede diyorlar ki: İstasyon binalarını ve gayri menkulleri ya özel sektöre satın, ya belediyeler devredin, hiç kullanamıyorsanız da yıkın. Yıkmaktaki amaç da, bu projeler durdurulursa ortada sağlam bina kalmasın, insanlar psikolojik olarak da baskı altına alınsın. Bu önermeye istinaden de demiryollarının gayri menkullerini el birliği ile satmaya çalışıyorlar.”

TALANIN HESABINI YAPIYORLAR

Alsancak Garı’nın duvarına asılan açık arttırma ilanının CANAC raporu ile öngörülen uygulamaların devamı olduğuna dikkat çekiyor Çuhadar, garla ilgili çok çeşitli spekülasyonlar döndüğünü aktarıyor ve, “Alsancak Garı Dönüşüm Projesi adında bir proje hazırlamışlar. Bu projeyi hazırlayan Yaka Nakliyat diye bir firma. Bu Yaka Nakliyat’ın kadrosuna baktığımızda TCDD’nin eski üst düzey yöneticilerinin ve İzmir’in eski yerel yöneticilerinin yakınları olduğunu görüyoruz. Yani İzmir’i ve demiryollarını iyi tanıyan bir ekip, ‘Neresi daha kolay talan edilir, neresi daha kolay ele geçilir’in hesabını yaparak hareket ediyor” diyor. Banliyö geliştirme projesi çerçevesinde Çiğli Garı’nın artık son durak olduğunu hatırlatıyor Çuhadar, bu nedenle Çiğli belli kesimler için artık iyi bir rant kapısı olarak görülüyor. Bu konudaki iddiaları da aktarıyor, “Çiğli Garı ve çevresinde demiryollarının boş binaları ve kiracıları var. O kiracılara şimdi mektup yazıldı, ‘boşaltın burayı kullanacağız’ diye. Bunun yanında boş olan hangarımızı da birine kiraya veriyorlar. Bu isim AKP İl Başkan Yardımcısı Kemal Ünlü’nün kardeşi Yüksel Ünlü. Komisyonda imzalanan kiralama kararı Bölge Müdürü’nün onayını bekliyor.”

‘BAŞLADIĞI YERDE BİTİRİLİYOR’

Hazırlanan proje ile ilgili TCDD Genel Müdür’ünün İl Müdürlüğü’ne gönderdiği yazıdaki ifadelere dikkat çeken Çuhadar, genel müdürün garı ve çevresindeki havzayı “demiryolu işletmeciliği bağlamında önemli ölçüde işlevsiz ve fonksiyonsuz” olarak nitelediğinin altını çiziyor. “İşlevsiz” denilerek “yap-işlet-devret” mantığıyla özel sektöre bırakılması planlanan alanın her şeyden önce Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescil edildiğini vurgulayan Çuhadar, SİT alanı olan garın restorasyonunu izne bağlı olduğunu söylüyor. Çuhadar’ın, bir diğer dikkat çektiği konu ise olayın sosyolojik boyutu. Alsancak Garı ile ilgili ortaya konan bu proje kentin dokusunu değiştirecek nitelikte çünkü. Çuhadar Alsancak Garı’nın satışının ardından planlanan şeyleri şöyle aktarıyor, “Buraya şunu yapmak istiyorlar: Bölge Müdürlüğü binası restore edilerek bulvar kafe, pastane, kuaför ve güzellik merkezi olacak, havza dediğimiz kısma da aquapark yapılacak. Alsancak Garı ile başlayan Türkiye’deki demiryolu macerası yine burada, başladığı yerde bitirilmek isteniyor.”

Yani, İzmirli şair Attila İlhan’ın en ünlü şiirlerinden, “Bela Çiçeği”nin geçtiği gar, yakında kafe, kuaför ve güzellik salonu olacak! Alsancak Garı’nda artık, “Bela Çiçeği” şiirindeki elleri kelepçeli erkeğin ve onun valizini taşıyan kadının birden bire sapsarı kesilmelerine neden olan vagonların usul usul kımıldaması duyulmuyor. 150 yıllık garın saati artık kendisi için, “Bela Çiçeği”ni vuruyor.

BELA ÇİÇEĞİ

Alsancak garı'na devrildiler
Gece garın saati bela çiçeği
Hiçbir şeyin farkında değildiler
Kalleş bir titreme aldı erkeği
Elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler
Çantasını karısı taşıyordu

Hiç kimse tanımıyordu kimdiler
Gece garın saati bela çiçeği
Üçüncü mevki bir vagona bindiler
Anlaşıldı erkeğin gideceği
Bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
Bir türlü karısına bakamıyordu

Ayaküstü birer bafra içtiler
Gece garın saati bela çiçeği
Şimdiden bir yalnızlık içindeydiler
Karanlık gelmişi geleceği
Birdenbire sapsarı kesildiler
Vagonlar usul usul kımıldıyordu

(İzmir/EVRENSEL)

* Arşiv Haber

22 Ocak 2013 Salı

Bergama’dan tarihe son notlar




Özer AKDEMİR

Bergama’da bulunan Ovacık Altın Madeni’nin kapasite artırımı ile ilgili açılan davanın bilirkişi keşfine katılan, Av. Arif Ali Cangı, madene karşı açılan son dava ile tarihe bir not düşüldüğünü dile getirdi. Tarihe yüzlerce not düşülmüş olan Bergama altın madeni mücadelesindeki bu son notlar, onlarca yıldır süregelen hukuksuzlukların da son örneği oldu aynı zamanda. Bilirkişi keşfini atık barajının önünde bekleyen çevrecilerle siyanür barajına komşu Narlıca Köylüleri arasındaki diyaloglar ise Bergama Köylülerinin yaktığı ateşin, üzeri küllenmesine rağmen hala harlı olduğunu da ortaya koydu.

TARLALARIN ORTASINA SİYANÜR BARAJI

Madenin son sahibi Koza Altın Şirketi Ovacık’taki cevher bitmesine rağmen, buradaki tesisleri bir siyanürle altın ayrıştırma merkezi haline getirmek için kapasite artırımına gitti. Şirketin planı, yakın bölgelerde Kozak Yaylaları ve Havran Küçükdere’daki madenlerden çıkarttığı cevheri burada ayrıştırmaktı. Şirket bu hamle ile her madene ayrı ayrı siyanür tesisi kurma masrafından kurtulma, hem de o bölgelerde yükselen tepkileri bir ölçüde azaltma amacını güdüyordu. Kapasite arttırımı kararı ile Ovacık madenini hemen yanına, verimli tarım arazilerinin ortasına ikinci bir atık barajı konduruldu. Daha doğrusu madenin açık ocağından çıkarılıp bu alana yığılan pasalar bir iki teknik düzenleme ile atık barajı haline getirildi. Önceki gün bilirkişi keşfinde EGEÇEP Derneğini temsilen yer alan Av. Arif Ali Cangı bu durumu dikkat çekerek, pasalardan yapılan barajın yönetmeliklere aykırı olduğuna dikkat çekti.

BU SORULAR YANIT BULACAK MI?

Cangı’nın dikkat çektiği ve tutanağa geçirttiği diğer noktalar şunlar oldu;
• Bölge birinci derece deprem kuşağında. Pasalarla yapılan siyanür barajı bir depremde ne olacak?
• Proje yapılırken tarım alanlarının ortasındaki bu tesisin bölge tarımına, Kozak’taki fıstık çamlarına etkisi araştırıldı mı?
• Barajın oluşturması gereken sağlık koruma bandı oluşturuldu mu?
• Yönetmelik bu tür tehlikeli atık deplarının yerleşim birimine en az 1 kilometre uzaklıkta olması gerektiğine hükmederken, barajın Ovacık köyüne 200-300 metre uzaklıkta olması, Narlıca’ya 400 merte mesafede bulunması bu duruma aykırı değil mi?

NARLICA’DAKİ ATEŞ SÖNMEDİ


Cangı’nın keşif sırasında itiraz ettiği noktalardan birisi de davacı konumda olan EGEÇEP üyelerinin keşfe alınmaması ve adeta keşfin bir altın madeni şovuna dönüştürülmesi idi.Atık barajına giden yol yerine madenin tesislerinin olduğu kapıdan giriş yapıldığının, buranın da bilirkişileri etkilemeye dönük adeta bir şov merkezi gibi düzenlendiğini belirten Cangı her iki itirazını da tutanaklara, biraz zorla da olma geçirttiğini dile getirdi. Cangı, mahkeme heyetinin yukarıdaki iki konudaki tutumları nedeniyle tarafsızlık ilkesini ihlal ettiklerini söyledi.

Keşfe alınmadıkları için atık barajının önündeki yolda bekleyen İzmir’den gelen çevrecileri görüp araçlarını durduran 3 Narlıca köylüsü, bu olaydan haberdar edilmedikleri için sitem ettiler. Yıllar önce yapılan eylemlere aktif bir şekilde katıldığını belirten Hüseyin Andaç, “Haberimiz olsaydı köyü buraya yığardık. Biz çok mücadele ettik ama buraları mahvettiler. Yinede köylerimizin büyük çoğunluğu madene karşı. Bugün desek yine yollara düşerler” dedi. Köy azası Selahattin Çokal ise madenden sonra özellikle kanserlerin arttığını, yetkililerden kimsenin bununla illi bir incleme yapmadığını söyledi. Köylüler, bir dahaki eyleme mutlaka kendilerinin de çağrılmasını ve haber verilmesini isteyerek gruba veda ettiler.

BAKIN KİMLER MADENCİ OLMUŞ!?

Madenin kapasite artırımına karşı TMMOB’a bağlı bazı odalar, EGEÇEP ve Ekoloji Kolektifleri Derneği tarafından ÇED Daire Başkanlığı aleyhine açılan davaya bakanlık yanında müdahil olanların kimliği tarihe düşülecek ilginç notlar arasında. Altıncı şirketin ve içerisinde yer aldığı örgütlerin yanı sıra Bakanlığın yanında davaya müdahil olan kurumlar arasında en dikkat çekenler Kozak yaylasındaki Köylerin muhtarları oldu. Kozak’ın alıntı üstüne getiren madenci şirkete karşı çıkışı bir süre sonra bırakan 16 köyün muhtarı şimdi madencilerle birlikte, açılan davaya müdahil olmuş durumdalar. Şirketin, gerek yörede yaptığı fıstık fabrikası, süt kooperatifi, turizm yatırımı gibi ticari faaliyetler, gerek Kozak’tan cevherin taşınması için kurdurduğu kamyon kooperatifine bu köylerin ortak edilmesi gibi yöntemlerle bu köy muhtarlarını yanlarına çektiği dile getiriliyor. Madenin yanında davaya katılanların arasında en dikkat çekenlerden birisi de madende örgütlü olan Türkiye Maden İş sendikası oldu.

(Bergama/EVRENSEL)
 http://www.evrensel.net/news.php?id=47173
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=527140913986932&set=a.213035068730853.58717.123575381010156&type=1&theater
http://www.yarimada.org/tema-urlada-bergamadaydi-ozer-akdemir-yazdi-2.html 

20 Ocak 2013 Pazar

Sarı Küpeler





Özer AKDEMİR


Sarı küpeleri masanın üzerine hışımla bıraktı Halim, ama yine de gözlerini bir süre daha onlardan alamadı. Köy kahvesindeki çardağın altında, kenarları yıpranmış, ortasında sigara yanıkları olan mor kadife örtülü masanın üzerinde boncuk boncuk bakıyorlardı kendisine. Alelade bir ipe dizilmiş, 55 sarı küpeydi belki masanın etrafındakiler için bunlar. Oysa Halim Çatıkkaş’ın ekmeğiydi, umutlarıydı, düşleriydi…

Küpeleri dalgınca eline aldığında tam karşısındaki kadın gazeteci biraz kaldırmasını istedi. Gözlerinin hizasına kadar kaldırdı Halim. Yeniden baktı küpelere, yüzü acıyla buruştu.

Henüz köye ineli bir iki dakika olmuş, mesleki içgüdüyle kalabalığın yoğunlaştığı masaya yönelmiş başka bir gazeteci, elindeki küpeleri kaldırmış, karşısında fotoğraf çekenlere gösteren 30-35 yaşlarındaki Halim Çatıkkaş’a yaklaştı. “Anlatır mısınız” dedi, “bunlar ne?”

Çatıkkaş, ardı ardına patlayan flaşlardan aldı gözünü ve soruyu soran kişiye döndü. Boynunda fotoğraf makinesi, elinde not defteri olan hafif göbekli gazeteci, merakının giderilmesini isteyen gözlerle bakıyordu kendisine. Yarım saat içinde belki 5’inci kez, ama yine de hiç yüksünmeden küpelerin öyküsünü anlattı Halim;

“Bunlar ölen keçilerimin küpeleri. Banka kredisiyle almıştım, Çanakkale’den. Daha borcu bitmemişti”.

“Neden öldü keçileriniz”, diye sordu gazeteci. Bir taraftan da yeleğinin cebinden çıkardığı ses kayıt cihazını çalıştırmaya uğraşıyordu.

“Madenden” dedi Halim, “Efemçukuru altın madeninden”.

“Benimde atım öldü” dedi, hemen çaprazında ayakta dikilen genç bir köylü.

“Bir dakika bir dakika”, dedi gazeteci. “Önce bu arkadaş anlatsın hele, keçilerin nasıl öldüğünü, sonra sen anlatırsın atını”.

Bu arada öyküyü daha önce dinleyip, bol bol fotoğraf çeken diğer gazeteciler, başka köylülerden görüş almak için masadan kalkmışlardı.

Masanın boşalmasından memnun, ama bir yandan da ‘acaba bir şeyleri mi kaçırıyorum’ endişesi ile etrafı kolaçan eden gazeteci, ‘atım öldü’ diyen köylüye de yanlarına oturmasını söyleyerek, tekrar Halim’e döndü.

“Evet, keçiler madenden öldü diyordunuz”

“Maden öldürdü keçilerimi. Zaten bu maden buraya geleli dirliğimiz düzenimiz kalmadı. Köyümüz birbirine düştü. Kimi madenci oldu kimi madene karşı. Ben çok zehirli, zararlı diye duydum madeni. Efemçukurlular eylem yaparken, gittim birinde. Orda İzmir’den gelen bir hoca anlatıyordu. Buraları kazdıklarında sizin sularınız da kirlenecek, ürünleriniz, hayvanlarınız hastalanacak’ diye. İşte, şimdi görüyorsun, keçilerimin başına geleni”.

“Nasıl öldüler keçileriniz” diye sabırsızca sordu gazeteci.

“Nasıl ölecek, madenin içinden geçen dere bizim tarlalarımızın yanından da akıp gider. Kokarpınar deresi deriz biz. Hayvanlarımızı yaylıma götürürken o dereden sularız hep. İşte o gün de keçilerimi suladım, otlağa götürdüm. Hayvanlar bir süre sonra düşmeye, sürünmeye başladılar. Ağızları da köpürüyordu. Ne yapacağımı bilemedim. 55’i de öldü, can çekişerek gözümün önünde”.

“Anladım, adınızı söyler misiniz?” dedi gazeteci.

“Halim. Halim Çatıkkaş”.

“Siz de adınızı söyler misiniz” diye atı ölen genç köylüye döndü gazeteci.

“Sizin atınız da mı aynı gün öldü?”

“Evet” dedi köylü. “Benim adım Mutlu Aksu. Doğma büyüme Kavacık köylüsüyüm. O gün bahçenin yanındaki Değirmendere’de suladım atımı. Hayvan bir süre sonra rahatsızlandı ve öldü. Hemen anladım madenden olduğunu. Çünkü 1.5 yıl bende çalıştım madende. Her yağmurda arıtma yetersiz kalıyor, kimyasallar derelere taşıyordu”.

“Eee, yetkililere haber vermediniz mi hayvanlarınızla ilgili?” diye sordu gazeteci, her iki köylünün de yüzlerine bakarak.

“Ben hemen telefonla madeni aradım” dedi Mutlu. “Bana ortalığı velveleye verme, zararın neyse karşılayacağız” dediler. Ben de bugün karşılarlar, yarın karşılarlar diye bekledim aylarca. En sonunda telefonla arayıp dava açacağım dediğimde beni “bir avukatına karşı beş avukat tutar, mahvederiz seni” diye tehdit ettiler”.

Halim, bakışları kendisine dönen gazeteciye “Aradığım yetkililer ‘Ölü keçiyi inceleyemeyiz dediler’. O gün deredeki balıkların da hepsi ölmüştü. Onlardan alıp götürdük, incelensin diye. İZSU’da gelip numune aldı. Raporu yeni geldi elimize. Dereye asit dökülmüş diyor raporda”

Raporun köy muhtarında olduğunu öğrenen gazeteci, teşekkür edip kapattı ses kayıt cihazını. İkisinin fotoğraflarını çekti. Halim’inkini ayrı çekti, küpelerle.

Gazeteci yanlarından uzaklaşırken Halim elindeki küpelere daldı tekrar. Her birinin üzerindeki sayılara okşar gibi dokundu. Gözleri dolu dolu oldu…

19 Ocak 2013 Cumartesi

Maden şirketlerinin foyası meydana çıktı






Özer AKDEMİR

Geçtiğimiz yıl belli zamanlarda siyaha yakın akan Çine Çayı'nın rengi son zamanlarda beyaza döndü. Çaydaki kirlilikten sorumlu tutulan zeytinyağı fabrikalarına yönelik sıkı kontrol ve cezalar kirliliği önlemedi ama asıl kaynağının ortaya çıkmasına neden oldu.

GÜNAH KEÇİSİ ZEYTİN FABRİKALARI

Büyük Menderes Nehri'nin en önemli kollarından olan Çine Çayı'nda yaşanan kirlilik balık ölümleri ve çayın renk değiştirerek akması nedeniyle çeşitli zamanlarda kamuoyunun gündemine gelmişti. İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel “zehir akan nehirler” olarak bilenen Çine Çayı ile birlikte Ergene, Samanlı ve Dalaman nehirlerindeki kirliliği geçtiğimiz yıl ekim ayında bir soru önergesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Veysel Eroğlu’na sormuştu.

Bakan Eroğlu verdiği yanıtta, Çine Çayı'ndaki kirlilikle ilgili “Denetimler esnasında söz konusu kirliliğin özellikle sezonluk (Kasım-Nisan ayları arasında) faaliyet gösteren ve bölgede yer alan zeytinyağı fabrikalarından (28 adet) kaynaklandığı tespit edilmiştir” diyerek, kirlilikten doğrudan zeytinyağı fabrikalarını sorumlu tutmuştu. Bakan Eroğlu havzada yer alan tüm zeytinyağı fabrikalarının üretim sezonu öncesinde, atık sularını çaya boşaltmamaları konusunda uyarıldığını, 2011-2012 üretim sezonunda karasularını (endüstriyel atık su) alıcı ortama bırakarak kirliliğe sebebiyet veren 16 adet zeytinyağı fabrikasının her birine 37.696,00 lira ceza kesildiğini de belirtmişti. Oysa Çineliler kirliliğin asıl kaynağı olarak maden şirketlerini işaret ederlerken, Bakan Eroğlu’nun yanıtında madenlerle ilgili tek satır olmaması dikkat çekmişti.

MADENCİLERİN FOYASI DÖKÜLDÜ

Zeytin fabrikalarına kesilen cezalar bu fabrikaları atık sularını çaya boşaltmalarını önlerken, çaydaki kirliliğin ise asıl kaynağını ortaya çıkardı. Çine Doğa Derneği İkinci Başkanı Ahmet Uslu bu ilginç durumu şöyle anlatıyor; “Çaydaki kirliliğin kaynağının madenlerden kaynaklandığını hep söyledik biz. Ancak madenciler şimdiye kadar biz kirletmiyoruz diye inkar ediyorlar, suçu zeytin fabrikalarına atıyorlardı. Zeytincilerin karasuyu, çayın üstünde aktığı için madencilerin kirliliğini kamufle ediyordu. Son denetimlerin ve cezaların ardından zeytinyağı fabrikaları gerekli önlemi alınca madencinin foyası ortaya çıktı”.

ÇAY BAŞINDAN BULANMIŞ


Ahmet Uslu, zeytinyağı fabrikalarının üzerine gidildiği kadar bu madenlerin üzerine gidilmediğini aktararak, “Maden şirketlerinin korunduğundan şüpheleniyoruz” diyor. Bu maden firmalarının en büyüklerinden olan Kaltun Madencilik’in CHP Aydın milletvekili Osman Aydın’ın olduğunu hatırlatan Uslu, “Kaltun’un çaya deşarj ettiği kirliliği gösteren çok sayıda fotoğraf çektik. Bizim bu çalışmalarımız nedeniyle derneğimize saldırarak dernek başkanını darp eden ve derneğe zarar veren iki kişi de milletvekili Osman Aydın’ın eski şoförlerindendi” diye hala mahkeme aşamasında olan dernek saldırısı davasını anımsattı.

Çine’de bulunan onlarca maden işletmesinden dünyanın birçok ülkesine sodyum feldspat, potasyum feldspat ve kuvars madenleri gönderiliyor. Bölgede Eczacıbaşı, Kaltun Madencilik, Polat Madencilik, Ak Maden gibi ülke madenciliğinde söz sahibi büyük 9 madencilik şirketinin yanı sıra irili ufaklı birçok madencilik firması var.

Çayın renginin geçtiğimiz haftalarda beyaza dönmesini değerlendiren Çine Ziraat Odası Meclis Üyesi Hakan Karabulut da çaydaki kirliliği madenlerin pis sularının çaya bırakmasından kaynaklandığı görüşünde.

HEM İŞÇİYİ HEM ÇEVREYİ ZEHİRLİYORLAR

Ahmet Uslu’nun bir diğer dikkat çektiği konu ise bu madenlerde çalışan işçilerin durumu oldu. Asgari ücretle, işçi sağlığı kurallarının göz ardı edildiği iş koşullarında çalışan işçilerin birçoğunun bu nedenle silikozis hastalığına yakalandığını kaydeden Uslu, aylık kontrollerde göğüs filmlerinde ciğerleri lekeli görünen işçilerin kapı önüne konduğunu vurguluyor. Uslu, “İşten çıkarılan bu hasta işçiler bir süre sonra sesiz sedasız ölüyorlar. Bizim bilebildiğimiz böyle 20’nin üzerinde işçi öldü. Bu maden fabrikaları hem içinde çalışanı hem dışarıdakini zehirliyor” dedi.

PERİLERİN GÖZYAŞLARI

Frigya efsanelerinde Çine (Marsyas) Çayı'nın Sanatın dokuz perisinin gözyaşları ile oluştuğu söylenmektedir. Çoban Marsias nefis ezgiler çıkarttığı flütü ile güzel sanatlar tanrısı Apollon’a meydan okuyunca, tarihteki ilk müzik yarışması gerçekleştirilir. Hakem Frigya Kralı Midas’tır. Apollon Lirini Marsyas flütünü çalar. Midas oyunu Marsias’tan yana kullanınca tanrının gazabına uğrar. “İyi duyamadın galiba” diyen tanrı Apollon Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirir. Marsiası ise daha acı bir son beklemektedir. Derisi yüzülerek bir ağaca gerilir. Sanatın dokuz perisi Marsiays’ın bu haline o kadar üzülürler ve ağlarlar ki gözyaşları nehre dönüşür. İşte Çine Çayı sanatın dokuz perisinin gözyaşlarıdır.

(İzmir/EVRENSEL)

Aynı kabusa karşı ortak mücadele





Özer AKDEMİR

İki farklı şirket tarafından Turgutlu ve Gördes’te yapılmak için çalışmaları süren nikel madenciliği ile ilgili 19 Ocak Cumartesi günü Akhisar’da bir panel gerçekleştirilecek. Panele, 25 Kasım 2012’de Turgutlu’da yapılan panelde de konuşmacı olan Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Jeoloji Yük. Müh. Tahir Öngür ve İzmir Orman Mühendisleri Odası Başkanı Kenan Öztan katılacak. Özellikle Turgutlu’da nikel işletmeciliğinin gündeme geldiği 3-4 yıldır bu türden onlarca panel, söyleşi, basın açıklamasının yanı sıra, lokma dökme, kefen giyme gibi ‘renkli’ eylemlerin de yapıldığı biliniyor. Gördes, maden çalışmalarının geç gündeme oturması nedeniyle Turgutlu’ya oranla mücadeleyi örme sürecinde biraz geç kaldı. Yine de birbirine çok yakın konumda bulunan Turgutlu ve Gördes’in, aynı kabusu görüp, bu kabusu kovmak için birlikte hareket etmeleri olumlu bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

MADENİ SAVUNMAK İNSANLIK SUÇUDUR!

25 Kasım 2012’de Turgutlu’da gerçekleştirilen panelle ilgili açıklanan sonuç bildirgesi aslında yıllar önce söylenmesi gereken bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizdi. Dünyanın en verimli 7 tarım ovasından birisinde sülfürik asit yöntemiyle nikel madenciliğini savunan artık “insanlık suçu” işlemiş sayılacak. Bu anlayana çok şey anlatan ileti en başta Turgutlu Belediye Başkanı olmak üzere, onun partisini (AKP) ve ilçede madeni savunan bir avuç azınlığı frenler mi bilinmez ama bu sözün altının doldurulmasının gerektiği kesin. Bu kararlılık da tek başına, Turgutlu’da AKP dışında bütün siyasi partilerin, meslek örgütlerinin, sendikaların, derneklerin oluşturduğu Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP) ile, TURÇEP’le olacak bir şey değil! Madenin çevresindeki köyler, Manisa hatta İzmir kamuoyu mücadelenin içine çekilmediği sürece, tüm Gediz Havzasını asite bulayacak, İzmir’in içme sularını kirletecek olan bu madenleri durdurmak zor görünüyor. Hal böyleyken geçtiğimiz yıllarda maden çevresindeki köylerde cılız da olsa var olan karşı çıkışın son süreçte iyice azaldığı gerçeği ile de yüzleşmek gerekiyor. Köylüler, madenin uyguladığı işçi alımı politikası, maden yanlısı tutumu nedeniyle adı ‘İngiliz Serhat’a çıkan belediye başkanının etkisi, baskı vs yöntemlerle ses soluk çıkaramaz hale getirildi. B günün en önemli sorunu, madenler çevresindeki köylerin yanı sıra Manisa ve İzmir kamuoyunda da gerekli duyarlılığı yaratarak mücadelenin nasıl kitlelere mal edileceği gibi görülüyor.

KISA SÜREN ’ZAFER HAVASI’

Turgutlu’daki madenin ilk sahibi İngiliz şirketin “buradaki işten vazgeçip Filipinlere gideceğiz” açıklaması yapmasına neden olan sürecin ertesinde bu durum ‘zafer’ olarak değerlendirilmişti. Hemen sonrasında madenin Türk vatandaşı üç kişi tarafından kurulan VTG adlı bir şirkete satıldığı ve şirketin de madenin işletilmesi için hızla çalışmalara başladığı haberi bu ‘zafer havası’nı dağıttı. AKP’li bakanları bile birbirine düşüren Çaldağındaki orman kesim izni bu el değişimin ardından hızla uygulandı ve bu satırlar yazılırken bile Çaldağındaki orman katliamı devam ediyor. Akhisar panelinde de konuşmacı olan Orman Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Kenan Öztan 2 milyon ağacın kesileceği bilgisini veriyor. Çaldağının bağrındaki ‘cehennem çukuru’, maden açık ocağı her geçen gün büyüyor, büyüyor…

MÜCADELE TAKVİMİ

Öte yandan, Çaldağını maden talanından korumak için çırpınan TURÇEP, yeni yıla yeni bir mücadele takvimi ile girdi. Platforma katılan öğretmen sendikaları ve ziraat odasının konuyu okullarda ve köylerde gündeme taşıması ve bu kesimlerin mücadeleye katılımının sağlanması takvimdeki en önemli işlerden birisi olarak görünüyor. Geçtiğimiz günlerde TURÇEP'in bileşeni olan 3 öğretmen sendikası Eğitim-İş, Eğitim-Sen ve Türk Eğitim-Sen ortak bir basın açıklaması yaparak, "Turgutlu'da öğretmenlerin maden isyanı" mesajını verdiler. Takvimde, önümüzdeki Mayıs ayında da geniş katılımlı bir miting öngörülüyor.

(İzmir/EVRENSEL)

16 Ocak 2013 Çarşamba

Kuyudaki Taş- 5 / Derin suikast


KUYUDAKİ TAŞ-5
Özer Akdemir
2002 yılının 18 Aralık’ında akşam saat 19.00 civarında Hablemitoğlu evinin önünde, arabasını park ettikten hemen sonra öldürüldü. Katil ya da katiller yanı başına geldikleri Hablemitoğlu’na biri gözünden olmak üzere başına iki kurşun sıkarak öldürdüler.
Eşinin öldürülmesi sonrası yaşadıklarını anlattığı Sessiz Ağıt’ta Şengül Hablemitoğlu, eşinin öldürülmeden önce ciddi tehditler aldığını belirterek; “Bir insan çocuklarıyla bir gün babanız ölürse biz böyle böyle davranmalıyız, diye konuşmak zorunda kalabilir mi? Ben bunu yaptım” diyordu. Şengül Hablemitoğlu, eşinin “böyle bir ölümü bekle”diğini, “zamanını da üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyor” olduğunu yazmakta. Hatta suikasttan bir hafta önce eşine artık koruma talep etmesini söylemiştir.
Şengül Hablemitoğlu, yetkililerin eşine e-maillerle ölüm tehditleri gönderenlerin peşine düşmek yerine, onun bilgisayarından bir fotoğrafı basına servis ederek, eşi hakkında “şaibe” yaratmayı tercih etmekle suçluyordu. Ş. Hablemitoğlu eşinin “Derin ilişkiler içinde olan birisi”, “Müstakbel MİT müsteşarı” gibi tanıtılmasının gerçeklikle ilgili olmadığını ileri sürüyordu.
MİT’LE İLİŞKİSİ VAR MIYDI?
Necip Hablemitoğlu’nun, gerek ele aldığı konuların içeriği, gerek bunları veriş biçimi, gerekse uzmanlık alanı nedeniyle (istihbarat tarihçisi) istihbarat örgütleriyle (özellikle MİT) ilişkili olabileceği algısı yaygındı. Kendisi, her ne kadar bu ilişkiyi hep reddetse de, ölümünden sonra yakınındaki kişilerin sözleri bu iddiaları destekler nitelikteydi. Mehmet Eymür, Hablemitoğlu ile yaptığı sert polemikte onun MİT’le ilişkisine dikkat çekmek için soyadını “Hable-MİTOĞLU” diye yazıyordu.
Gazeteci - Yasemin Güneri, TRT’de yayınlanan ve Hablemitoğlu suikastına ayrılan “Faili Meçhul” adlı programda, öldürülmeden önce yaptığı son röportajda Hablemitoğlunun kendisine ‘Ben MİT müsteşarı olacağım’ dediğini anlattı.
Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emin Gürses de suikastın ardından yaptığı açıklama da”Hablemitoğlu buluşmamızda MİT’in başına getirileceğini söylemişti” demektedir.
1980 öncesi Adalet Partisi ve Türk-İş’te basın danışmanlığı yapan Hablemitoğlu, akademik yaşamında 1986, 1990, 1991 yılları arasında toplam 3 kez görevinden uzaklaştırıldı. Bu uzaklaştırma gerekçelerinden birisi de “Kendisini istihbaratçı gibi tanıtmakta ve bunu bir baskı unsuru olarak kullanmak”tı.
Hablemitoğlu suikasti ile ilgili iddialar arasında, onun ulusalcı-Kemalist çevreler tarafından MİT müsteşarlığına getirilmek istendiği, suikastin de bu nedenle işlendiği iddiaları belli bir ağırlık kazanmakta. Eşi ve arkadaşları Hablemitoğlu’nun MİT’in başına getirileceği yönündeki söylentinin onun sonunu hazırladığı görüşündeler.
CEMAATİN PEŞİNDE
Hablemitoğlu, öldürülmeden önce yazdığı ve ölümünün ardından yayınlanan “Köstebek” adlı kitabında Gülen cemaatini konu edindi. Bu kitapta da “Fethullah Gülen’in istihbarat tutkusu, amaçları, söylem ve eylemleri, resmi belgelerdeki istihbarat savaşımı, Fethullahçı istihbaratçıların operasyonları ve bu istihbaratçılarla ilgili basında yer alan suç duyuruları” anlatılmaktaydı. Gülen cemaatinin devlet kurumları içerisinde, özellikle emniyetteki örgütlenme çabaları ile ilgili Hablemitoğlu’nun dile getirdiği bu görüşler, 2011 martında Gazeteci Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının toplatma gerekçelerinden birisi olmuştu. Bu çalışmaları başta Gülen cemaati olmak üzere ‘dinci’ çevreleri Hablemitoğlu ile karşı karşıya getirdi. Şengül Hablemitoğlu suikastin ardından savcılığa verdiği ifadesinde, 1997 martından sonra Fethullah Gülen’le ilgili çeşitli kasetler yayınlanmaya başlandığında eşine tehdit telefonları ve mailleri geldiğini söylüyordu.
SUİKASTTE ERGENEKON İZİ
2 Ekim 2006 akşam üzeri 18.20’de, Alsancak’taki İbrahim Çiftçi’ye ait Alsancak Kafe’ye atılan el bombaları sonucu 12 kişi yaralanırken, Kafenin Sahibi Çiftçi yaşamını yitirdi.
El bombalarının kriminal raporu el bombalarından birisinin seri numarasının, Ergenekon iddianamesinin en önemli dosyaları arasında bulunan Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen ve Cumhuriyet gazetelerine atılan el bombalarının da aralarında bulunduğu el bombaları ile aynı seriden olduğunu gösteriyordu! El bombaları ile ilgili bu ilginç bilginin ortaya çıkmasının ardından Ergenekon Davası Savcısı Zekeriya Öz harekete geçti. Dosyayı Ergenekon eklerine getirten Öz, 2003 yılında “Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm”  demesine rağmen ‘inandırıcı’ bulunmayan Durmuş Anuçin’in ifadesini bir de kendisi alır. 28.02.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığında alınan ifadede, Anuçin 5 yıl önce anlattıklarını yinelerken anlattıkları arasında 2003 yılında Savcı Cengiz Köksal’a verdiği ifadelerde olmayan bilgiler de vardı. Anuçin, cezaevine döndükten sonra aralarında Veli Küçük’ün de bulunduğu Ergenekon tutuklularının kendisini konuşmaması için tehdit ettiklerini belirterek, 5 sayfalık el yazısı bir ifade ile yeni ayrıntılarla suikastı bir kez daha üstlenir. Tüm bu itiraflara rağmen savcılar Anuçin’i “Sanık olamayacak kadar bilgisiz” bulurlar ve dosyayı kapatırlar.
Diğer ayrıntılar vs. bir yana bir insan neden ısrarla, üç-dört kez Hablemitoğlu suikastını üstlensin ki? Sadece kendisini değil, suikastta birlikte hareket ettiklerini ileri sürdüğü bir düzine ismi, bu kadar ayrıntılı ve mantıklı bir dizge içerisinde anlatabilecek şekilde büyük bir ‘yalancı, senarist’ mi Anuçin? Oysa DGM savcıları onu “Sanık olamayacak kadar bilgisiz” bulmamışlar mıydı? Anuçin’in itiraflarından yıllar sonra çıkan Ergenekon ilişkileri, Veli Küçük’e, Muzaffer Tekin’e, Sami Hoştan’a, Sedat Peker’e uzanan ilişkiler ağı anlamsız ya da tesadüf mü?
“Hablemitoğlu’nun parasını masalarda bitirdik”
Ergenekon iddianamesinde, Gizli tanık 9 (Osman Yıldırım) ifadesinde Veli Küçük’ün kendisinden N. Hablemitoğlu’nu öldürmesini istediğini söyledi. Yıldırım ifadesinde kendisi bunu kabul etmeyince Veli Küçük’ün “Osman bu iş gene sana düştü” diyerek, ‘iş’i Osman Gürbüz’e havale ettiğini aktardı. Yıldırım’a göre, Çerkez İbrahim lakaplı İbrahim Çiftçi ile Osman Gürbüz çok samimiler ve sık sık bir araya geliyorlardı. Ayrıca Veli Küçük’le İbrahim Çiftçi’nin tanıştığına dair dosyada tanık ifadeleri bulunmakta.  Osman Yıldırım, Osman Gürbüz’ün bu olaydan yaklaşık 6-7 ay sonra kendisine “Hablemitoğlu’nun parasını masalarda bitirdik” dediğini belirtiyor ifadesinde. Ergenekon sanıklarından Doç. Dr. Ümit Sayın’ın evinden çıkan bilgisayar kayıtlarındaki Hablemitoğlu ile ilgili yazışmalar, savcılar tarafından Ergenekon İddianamesine “Necip Hablemitoğlu cinayeti Ergenekon örgütü tarafından eski bir silah kaçakçısı olan İbrahim Çiftçi’ye sipariş edildi” şeklinde geçirildi.
Durmuş Anuçin , İbrahim Çiftçi’nin kendisine bu ‘iş’ için  2 milyon dolar vereceğini, suikastın ardından paranın bir bölümünü, bir milyon dolar karşılığı avroyu Çiftçi’nin kendisine verdiğini anlatır. Anuçin, geri kalan paranın İstanbul’da bir bankada olduğu söylenerek kendisinin İstanbul’a gönderilip, polise yakalatıldığını düşünüyor. Hablemitoğlu suikastından kısa bir süre önce Osman Gürbüz’ün banka hesaplarında önemli miktarda para artışı olduğu ve Gürbüz’ün 200 bin liraya ev aldığı tapu ve banka kayıtlarını inceleyen Ergenekon Savcılarının iddiaları arasında.
Durmuş Anuçin’in konuyla ilgili el yazısı ile yazdığı son ifadede Ergenekon davasının en önemli sanıklarından Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in adı da var. Tekin’in adı Ergenekon Operasyonlarının başlangıcı sayılan Ümraniye’de ele geçirilen el bombaları ile anılıyor.
NEYE NİYET KİME KISMET!
Fethullah Gülen cemaati için Hablemitoğlu’nun kendisi ve cemaatle ilgili yazdıkları ne derece olumsuz çağrışımlarla anılıyorsa, Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabı, tam tersine, cemaate yakın altın madencisi şirketler için, neredeyse başucu kitaplarından birisi durumunda.
Diyebiliriz ki, Hablemitoğlu’nun öldürülmesi belki de en çok bu grubun ve bu grupla işbirliği içinde olduğu ileri sürülen uluslararası altın tekellerinin işine geldi. Hem Gülen cemaatinin çok sert bir muhalifleri ortadan kalktı, hem de altın madenciliğinin önündeki büyük bir engel (Bergama köylülerinin direnişi) Hablemitoğlu’nun kitabının inkar götürmez katkısı ile bertaraf edildi. Bergama direnişinin ortadan kaldırılması sonrasında cemaate yakın şirketlerin, uluslararası altın tekelleri ile ortak bir şekilde, dolu dizgin altın madenciliğine soyunduğu görüldü.
DÖRT KİTABIN ORTAK NOKTALARI
Hablemitoğlu suikastının ele alındığı Talip Doğan Karlıbel’in “Alman Gizli Servisinin Türkiye Operasyonları”, Zafer Güler’in “Alman Derin Devleti”, Tuncer Günay’ın “Sahibini Arayan Cinayetler ve Necip Hablemitoğlu Suikastı” ve Zihni Çakır’ın “Ergenekonun Çöküşü - 2” kitaplarından ilk üçünde suikast Alman Gizli servisinin üzerine atılırken, sonuncusunda ise adı anılmadan Ergenekon’u taşeron olarak kullanan büyük bir devletin gizli servisi adres gösterilmekte. Bu dört kitabın ortaklaştığı nokta ise suikastla Gülen cemaatinin hiçbir ilgisinin bulunmadığı, ama suikastı yapanların bu yönde bir algı gelişmesini beklediğidir. Hablemitoğlu suikastına değinen bu dört kitapla ilgili önemli bir ortak nokta daha var. Dört kitapta da 2003 yılında mahkeme huzurunda “Necip Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm” diyen, cinayeti birlikte işlediği kişileri, nasıl olduğunu vs, birçok ayrıntıyı anlatan “seri katil” Durmuş Anuçin’in itirafları ile ilgili tek satır yok! Bu dört “araştırmacı - yazar” da, DGM savcısının yaptığı gibi bu kişinin anlattıklarına inanmamış, “Sanık olamayacak kadar bilgisiz” bulmuş olabilirler. Ama, biri kendi el yazısıyla (5 sayfa) olmak üzere, savcılara suikastla ilgili 3 kez ifade veren, her ifadesinde farklı bir ayrıntıyı daha anlatan bu kişinin anlatımları en azından “Biri de çıktı böyle şeyler ileri sürdü ama inandırıcı bulunmadı” denecek kadar da önemsiz mi gerçekten?

 ‘HABLEMİTOĞLU’NU BEN ÖLDÜRDÜM’

8 Nisan 2003 günü İstanbul 5 No’lu DGM’de görülen bir davada, “seri katil” Durmuş Anuçin, işlediği 5 cinayeti soğukkanlı bir biçimde anlatırken, dosyada yer almayan iki farklı cinayetinin daha olduğunu söyledi. Bunlardan biri Sinop’lu bir iş adamının oğlunun öldürülmesiydi. Anuçin’in itiraf ettiği ikinci olay ise işlendiği günlerde ülkeyi sarsan Hablemitoğlu suikastıydı; “Türkiye’de gündemi değiştirecek bazı olaylarım var. Ankara’da Necip Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm. Daha sonraki duruşmalarda öldürme sebebimi, aldığım parayı, silahların yerini belgeleriyle birlikte mahkemeye sunacağım”. Anuçin, bu suikastı İzmir Ödemişli Çerkez İbrahim lakaplı İbrahim Çiftçi ile gerçekleştirdiklerini anlattı; “Ancak cinayet esnasında Çiftçi yanımda değildi. Ankara’ya kadar gelmişti. Beni kullananlar, beni yakalatmasını da başardılar. Parayı bilerek İstanbul’daki bankaya gönderip yakalattılar” dedi duruşmada. Anuçin’in mahkemedeki bu sözleri Hablemitoğlu suikastını soruşturan DGM Savcısı Cengiz Köksal’ı harekete geçirdi. Savcı Köksal, Anuçin’in itiraflarının ertesi günü Ankara TEM’den bir polisle birlikte soluğu Anuçin’in tutulduğu Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevinde aldı. Savcı Cengiz Köksal Anuçin’in bu itiraflarının ardından bu beyanların doğruluğunu araştırılması için İzmir’e gitti. “Mafya babası Çerkez İbrahim” olarak bilinen İbrahim Çiftçi, Anuçin’in basına yansıyan mahkemedeki itiraflarının hemen ardından yurt dışına çıktı. Döndüğünde savcı tarafından ifadesi alındı ve serbest bırakıldı.

KUYUYA HER AN YENİ BİR TAŞ ATILABİLİR
Almanya’da yayınlanan Yeni Hayat gazetesinde Yücel Özdemir, “Gülen Cemaati Almanya’da Nasıl Büyüdü?” başlıklı Nisan 2010 tarihli bir haber yayınladı. O günkü rakamlarla Almanya’da 14 tane özel lisenin (Privatgymnasium) olduğunu yazan Özdemir, bir grup “eğitim gönüllüsü” akademisyenin dernek kurması ve esnaflardan topladığı “bağışlarla” kurulan özel liselere birçok eyalet hükümetleri ve belediyeler tarafından açık bir şekilde destek verildiğini belirtiyor.
Geçtiğimiz haftalarda, Almanya Sol Parti (Die Linke), Fethullah Gülen cemaatinin ülkedeki faaliyetleri ile ilgili CDU/CSU ve FDP koalisyon hükümetine 17 soruluk önerge sundu. Önergede hükümetin cemaate doğrudan ve dolaylı desteği de soruldu. Birçoğunun yanıtlanmadığı bu soru önergelerinden çıkan en önemli sonuç, Berlin hükümetinin ilk kez Gülen hareketine yakın kuruluşlarla temas halinde olduklarını açıklaması oldu.
Başbakan Erdoğan’ın son Alman vakıfları çıkışından sonra cemaate yakınlığı ile bilinen gazete, televizyon ve dergiler, bir kez daha altın madeni karşıtı mücadele ile Almanya arasındaki ‘olmayan’ ilişkiyi gündeme getirdiler. Oysa Alman hükümeti tarafından resmi olarak itiraf edilen cemaatle Almanya arasındaki ekonomik-siyasi-kültürel ilişki, aynı cemaat gazeteleri tarafından, yukarıdaki kurgudan çok farklı bir şekilde veriliyor.
Cemaat yanlısı medya kadar ‘yaygın medya’ olarak adlandırılan ana gövde medya da, kamuoyuna “çevre direnişlerini Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen Almanya, dış güçler kışkırtıyor”, propagandasını yaymaya devam ediyor. Yaşamı savunma mücadelesinin bu kara propagandayı etkisiz kılma olanakları son derece sınırlı olsa da, bu mücadelelerin gittikçe tabana yayılması, kentlerde ve kırlarda halkın bu sorunlarla birebir karşı karşıya gelmeleri, kara propagandanın etkisini azaltan bir süreci de geliştiriyor. Düne kadar topraklarını savunan köylülerin arkasında dış güçlerin olduğuna inandırılan halk, bugün kendi yaşam alanlarındaki bir sorun karşısında direnmeye başladığında, aynı söylentilerin kendileri için de çıkarıldığını gördüğü anda olayların ardındaki gerçekliği kavrıyor.
Son dönemde özellikle HES karşıtlarına, bu oyunun sergilenebilmesi için bir takım hazırlıklar yapıldığı gözlerden kaçmıyor. Gazeteler, tıpkı 2000’lerin başında Bergamalılara yapıldığı gibi yavaş yavaş ‘dış güçler masalı’nı kamuoyuna anlatmaya başladılar. Kuyuya her an yeni bir taş atılabilir…(BİTTİ)

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...