16 Ocak 2013 Çarşamba

Kuyudaki Taş- 5 / Derin suikast


KUYUDAKİ TAŞ-5
Özer Akdemir
2002 yılının 18 Aralık’ında akşam saat 19.00 civarında Hablemitoğlu evinin önünde, arabasını park ettikten hemen sonra öldürüldü. Katil ya da katiller yanı başına geldikleri Hablemitoğlu’na biri gözünden olmak üzere başına iki kurşun sıkarak öldürdüler.
Eşinin öldürülmesi sonrası yaşadıklarını anlattığı Sessiz Ağıt’ta Şengül Hablemitoğlu, eşinin öldürülmeden önce ciddi tehditler aldığını belirterek; “Bir insan çocuklarıyla bir gün babanız ölürse biz böyle böyle davranmalıyız, diye konuşmak zorunda kalabilir mi? Ben bunu yaptım” diyordu. Şengül Hablemitoğlu, eşinin “böyle bir ölümü bekle”diğini, “zamanını da üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyor” olduğunu yazmakta. Hatta suikasttan bir hafta önce eşine artık koruma talep etmesini söylemiştir.
Şengül Hablemitoğlu, yetkililerin eşine e-maillerle ölüm tehditleri gönderenlerin peşine düşmek yerine, onun bilgisayarından bir fotoğrafı basına servis ederek, eşi hakkında “şaibe” yaratmayı tercih etmekle suçluyordu. Ş. Hablemitoğlu eşinin “Derin ilişkiler içinde olan birisi”, “Müstakbel MİT müsteşarı” gibi tanıtılmasının gerçeklikle ilgili olmadığını ileri sürüyordu.
MİT’LE İLİŞKİSİ VAR MIYDI?
Necip Hablemitoğlu’nun, gerek ele aldığı konuların içeriği, gerek bunları veriş biçimi, gerekse uzmanlık alanı nedeniyle (istihbarat tarihçisi) istihbarat örgütleriyle (özellikle MİT) ilişkili olabileceği algısı yaygındı. Kendisi, her ne kadar bu ilişkiyi hep reddetse de, ölümünden sonra yakınındaki kişilerin sözleri bu iddiaları destekler nitelikteydi. Mehmet Eymür, Hablemitoğlu ile yaptığı sert polemikte onun MİT’le ilişkisine dikkat çekmek için soyadını “Hable-MİTOĞLU” diye yazıyordu.
Gazeteci - Yasemin Güneri, TRT’de yayınlanan ve Hablemitoğlu suikastına ayrılan “Faili Meçhul” adlı programda, öldürülmeden önce yaptığı son röportajda Hablemitoğlunun kendisine ‘Ben MİT müsteşarı olacağım’ dediğini anlattı.
Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emin Gürses de suikastın ardından yaptığı açıklama da”Hablemitoğlu buluşmamızda MİT’in başına getirileceğini söylemişti” demektedir.
1980 öncesi Adalet Partisi ve Türk-İş’te basın danışmanlığı yapan Hablemitoğlu, akademik yaşamında 1986, 1990, 1991 yılları arasında toplam 3 kez görevinden uzaklaştırıldı. Bu uzaklaştırma gerekçelerinden birisi de “Kendisini istihbaratçı gibi tanıtmakta ve bunu bir baskı unsuru olarak kullanmak”tı.
Hablemitoğlu suikasti ile ilgili iddialar arasında, onun ulusalcı-Kemalist çevreler tarafından MİT müsteşarlığına getirilmek istendiği, suikastin de bu nedenle işlendiği iddiaları belli bir ağırlık kazanmakta. Eşi ve arkadaşları Hablemitoğlu’nun MİT’in başına getirileceği yönündeki söylentinin onun sonunu hazırladığı görüşündeler.
CEMAATİN PEŞİNDE
Hablemitoğlu, öldürülmeden önce yazdığı ve ölümünün ardından yayınlanan “Köstebek” adlı kitabında Gülen cemaatini konu edindi. Bu kitapta da “Fethullah Gülen’in istihbarat tutkusu, amaçları, söylem ve eylemleri, resmi belgelerdeki istihbarat savaşımı, Fethullahçı istihbaratçıların operasyonları ve bu istihbaratçılarla ilgili basında yer alan suç duyuruları” anlatılmaktaydı. Gülen cemaatinin devlet kurumları içerisinde, özellikle emniyetteki örgütlenme çabaları ile ilgili Hablemitoğlu’nun dile getirdiği bu görüşler, 2011 martında Gazeteci Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının toplatma gerekçelerinden birisi olmuştu. Bu çalışmaları başta Gülen cemaati olmak üzere ‘dinci’ çevreleri Hablemitoğlu ile karşı karşıya getirdi. Şengül Hablemitoğlu suikastin ardından savcılığa verdiği ifadesinde, 1997 martından sonra Fethullah Gülen’le ilgili çeşitli kasetler yayınlanmaya başlandığında eşine tehdit telefonları ve mailleri geldiğini söylüyordu.
SUİKASTTE ERGENEKON İZİ
2 Ekim 2006 akşam üzeri 18.20’de, Alsancak’taki İbrahim Çiftçi’ye ait Alsancak Kafe’ye atılan el bombaları sonucu 12 kişi yaralanırken, Kafenin Sahibi Çiftçi yaşamını yitirdi.
El bombalarının kriminal raporu el bombalarından birisinin seri numarasının, Ergenekon iddianamesinin en önemli dosyaları arasında bulunan Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen ve Cumhuriyet gazetelerine atılan el bombalarının da aralarında bulunduğu el bombaları ile aynı seriden olduğunu gösteriyordu! El bombaları ile ilgili bu ilginç bilginin ortaya çıkmasının ardından Ergenekon Davası Savcısı Zekeriya Öz harekete geçti. Dosyayı Ergenekon eklerine getirten Öz, 2003 yılında “Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm”  demesine rağmen ‘inandırıcı’ bulunmayan Durmuş Anuçin’in ifadesini bir de kendisi alır. 28.02.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığında alınan ifadede, Anuçin 5 yıl önce anlattıklarını yinelerken anlattıkları arasında 2003 yılında Savcı Cengiz Köksal’a verdiği ifadelerde olmayan bilgiler de vardı. Anuçin, cezaevine döndükten sonra aralarında Veli Küçük’ün de bulunduğu Ergenekon tutuklularının kendisini konuşmaması için tehdit ettiklerini belirterek, 5 sayfalık el yazısı bir ifade ile yeni ayrıntılarla suikastı bir kez daha üstlenir. Tüm bu itiraflara rağmen savcılar Anuçin’i “Sanık olamayacak kadar bilgisiz” bulurlar ve dosyayı kapatırlar.
Diğer ayrıntılar vs. bir yana bir insan neden ısrarla, üç-dört kez Hablemitoğlu suikastını üstlensin ki? Sadece kendisini değil, suikastta birlikte hareket ettiklerini ileri sürdüğü bir düzine ismi, bu kadar ayrıntılı ve mantıklı bir dizge içerisinde anlatabilecek şekilde büyük bir ‘yalancı, senarist’ mi Anuçin? Oysa DGM savcıları onu “Sanık olamayacak kadar bilgisiz” bulmamışlar mıydı? Anuçin’in itiraflarından yıllar sonra çıkan Ergenekon ilişkileri, Veli Küçük’e, Muzaffer Tekin’e, Sami Hoştan’a, Sedat Peker’e uzanan ilişkiler ağı anlamsız ya da tesadüf mü?
“Hablemitoğlu’nun parasını masalarda bitirdik”
Ergenekon iddianamesinde, Gizli tanık 9 (Osman Yıldırım) ifadesinde Veli Küçük’ün kendisinden N. Hablemitoğlu’nu öldürmesini istediğini söyledi. Yıldırım ifadesinde kendisi bunu kabul etmeyince Veli Küçük’ün “Osman bu iş gene sana düştü” diyerek, ‘iş’i Osman Gürbüz’e havale ettiğini aktardı. Yıldırım’a göre, Çerkez İbrahim lakaplı İbrahim Çiftçi ile Osman Gürbüz çok samimiler ve sık sık bir araya geliyorlardı. Ayrıca Veli Küçük’le İbrahim Çiftçi’nin tanıştığına dair dosyada tanık ifadeleri bulunmakta.  Osman Yıldırım, Osman Gürbüz’ün bu olaydan yaklaşık 6-7 ay sonra kendisine “Hablemitoğlu’nun parasını masalarda bitirdik” dediğini belirtiyor ifadesinde. Ergenekon sanıklarından Doç. Dr. Ümit Sayın’ın evinden çıkan bilgisayar kayıtlarındaki Hablemitoğlu ile ilgili yazışmalar, savcılar tarafından Ergenekon İddianamesine “Necip Hablemitoğlu cinayeti Ergenekon örgütü tarafından eski bir silah kaçakçısı olan İbrahim Çiftçi’ye sipariş edildi” şeklinde geçirildi.
Durmuş Anuçin , İbrahim Çiftçi’nin kendisine bu ‘iş’ için  2 milyon dolar vereceğini, suikastın ardından paranın bir bölümünü, bir milyon dolar karşılığı avroyu Çiftçi’nin kendisine verdiğini anlatır. Anuçin, geri kalan paranın İstanbul’da bir bankada olduğu söylenerek kendisinin İstanbul’a gönderilip, polise yakalatıldığını düşünüyor. Hablemitoğlu suikastından kısa bir süre önce Osman Gürbüz’ün banka hesaplarında önemli miktarda para artışı olduğu ve Gürbüz’ün 200 bin liraya ev aldığı tapu ve banka kayıtlarını inceleyen Ergenekon Savcılarının iddiaları arasında.
Durmuş Anuçin’in konuyla ilgili el yazısı ile yazdığı son ifadede Ergenekon davasının en önemli sanıklarından Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in adı da var. Tekin’in adı Ergenekon Operasyonlarının başlangıcı sayılan Ümraniye’de ele geçirilen el bombaları ile anılıyor.
NEYE NİYET KİME KISMET!
Fethullah Gülen cemaati için Hablemitoğlu’nun kendisi ve cemaatle ilgili yazdıkları ne derece olumsuz çağrışımlarla anılıyorsa, Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabı, tam tersine, cemaate yakın altın madencisi şirketler için, neredeyse başucu kitaplarından birisi durumunda.
Diyebiliriz ki, Hablemitoğlu’nun öldürülmesi belki de en çok bu grubun ve bu grupla işbirliği içinde olduğu ileri sürülen uluslararası altın tekellerinin işine geldi. Hem Gülen cemaatinin çok sert bir muhalifleri ortadan kalktı, hem de altın madenciliğinin önündeki büyük bir engel (Bergama köylülerinin direnişi) Hablemitoğlu’nun kitabının inkar götürmez katkısı ile bertaraf edildi. Bergama direnişinin ortadan kaldırılması sonrasında cemaate yakın şirketlerin, uluslararası altın tekelleri ile ortak bir şekilde, dolu dizgin altın madenciliğine soyunduğu görüldü.
DÖRT KİTABIN ORTAK NOKTALARI
Hablemitoğlu suikastının ele alındığı Talip Doğan Karlıbel’in “Alman Gizli Servisinin Türkiye Operasyonları”, Zafer Güler’in “Alman Derin Devleti”, Tuncer Günay’ın “Sahibini Arayan Cinayetler ve Necip Hablemitoğlu Suikastı” ve Zihni Çakır’ın “Ergenekonun Çöküşü - 2” kitaplarından ilk üçünde suikast Alman Gizli servisinin üzerine atılırken, sonuncusunda ise adı anılmadan Ergenekon’u taşeron olarak kullanan büyük bir devletin gizli servisi adres gösterilmekte. Bu dört kitabın ortaklaştığı nokta ise suikastla Gülen cemaatinin hiçbir ilgisinin bulunmadığı, ama suikastı yapanların bu yönde bir algı gelişmesini beklediğidir. Hablemitoğlu suikastına değinen bu dört kitapla ilgili önemli bir ortak nokta daha var. Dört kitapta da 2003 yılında mahkeme huzurunda “Necip Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm” diyen, cinayeti birlikte işlediği kişileri, nasıl olduğunu vs, birçok ayrıntıyı anlatan “seri katil” Durmuş Anuçin’in itirafları ile ilgili tek satır yok! Bu dört “araştırmacı - yazar” da, DGM savcısının yaptığı gibi bu kişinin anlattıklarına inanmamış, “Sanık olamayacak kadar bilgisiz” bulmuş olabilirler. Ama, biri kendi el yazısıyla (5 sayfa) olmak üzere, savcılara suikastla ilgili 3 kez ifade veren, her ifadesinde farklı bir ayrıntıyı daha anlatan bu kişinin anlatımları en azından “Biri de çıktı böyle şeyler ileri sürdü ama inandırıcı bulunmadı” denecek kadar da önemsiz mi gerçekten?

 ‘HABLEMİTOĞLU’NU BEN ÖLDÜRDÜM’

8 Nisan 2003 günü İstanbul 5 No’lu DGM’de görülen bir davada, “seri katil” Durmuş Anuçin, işlediği 5 cinayeti soğukkanlı bir biçimde anlatırken, dosyada yer almayan iki farklı cinayetinin daha olduğunu söyledi. Bunlardan biri Sinop’lu bir iş adamının oğlunun öldürülmesiydi. Anuçin’in itiraf ettiği ikinci olay ise işlendiği günlerde ülkeyi sarsan Hablemitoğlu suikastıydı; “Türkiye’de gündemi değiştirecek bazı olaylarım var. Ankara’da Necip Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm. Daha sonraki duruşmalarda öldürme sebebimi, aldığım parayı, silahların yerini belgeleriyle birlikte mahkemeye sunacağım”. Anuçin, bu suikastı İzmir Ödemişli Çerkez İbrahim lakaplı İbrahim Çiftçi ile gerçekleştirdiklerini anlattı; “Ancak cinayet esnasında Çiftçi yanımda değildi. Ankara’ya kadar gelmişti. Beni kullananlar, beni yakalatmasını da başardılar. Parayı bilerek İstanbul’daki bankaya gönderip yakalattılar” dedi duruşmada. Anuçin’in mahkemedeki bu sözleri Hablemitoğlu suikastını soruşturan DGM Savcısı Cengiz Köksal’ı harekete geçirdi. Savcı Köksal, Anuçin’in itiraflarının ertesi günü Ankara TEM’den bir polisle birlikte soluğu Anuçin’in tutulduğu Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevinde aldı. Savcı Cengiz Köksal Anuçin’in bu itiraflarının ardından bu beyanların doğruluğunu araştırılması için İzmir’e gitti. “Mafya babası Çerkez İbrahim” olarak bilinen İbrahim Çiftçi, Anuçin’in basına yansıyan mahkemedeki itiraflarının hemen ardından yurt dışına çıktı. Döndüğünde savcı tarafından ifadesi alındı ve serbest bırakıldı.

KUYUYA HER AN YENİ BİR TAŞ ATILABİLİR
Almanya’da yayınlanan Yeni Hayat gazetesinde Yücel Özdemir, “Gülen Cemaati Almanya’da Nasıl Büyüdü?” başlıklı Nisan 2010 tarihli bir haber yayınladı. O günkü rakamlarla Almanya’da 14 tane özel lisenin (Privatgymnasium) olduğunu yazan Özdemir, bir grup “eğitim gönüllüsü” akademisyenin dernek kurması ve esnaflardan topladığı “bağışlarla” kurulan özel liselere birçok eyalet hükümetleri ve belediyeler tarafından açık bir şekilde destek verildiğini belirtiyor.
Geçtiğimiz haftalarda, Almanya Sol Parti (Die Linke), Fethullah Gülen cemaatinin ülkedeki faaliyetleri ile ilgili CDU/CSU ve FDP koalisyon hükümetine 17 soruluk önerge sundu. Önergede hükümetin cemaate doğrudan ve dolaylı desteği de soruldu. Birçoğunun yanıtlanmadığı bu soru önergelerinden çıkan en önemli sonuç, Berlin hükümetinin ilk kez Gülen hareketine yakın kuruluşlarla temas halinde olduklarını açıklaması oldu.
Başbakan Erdoğan’ın son Alman vakıfları çıkışından sonra cemaate yakınlığı ile bilinen gazete, televizyon ve dergiler, bir kez daha altın madeni karşıtı mücadele ile Almanya arasındaki ‘olmayan’ ilişkiyi gündeme getirdiler. Oysa Alman hükümeti tarafından resmi olarak itiraf edilen cemaatle Almanya arasındaki ekonomik-siyasi-kültürel ilişki, aynı cemaat gazeteleri tarafından, yukarıdaki kurgudan çok farklı bir şekilde veriliyor.
Cemaat yanlısı medya kadar ‘yaygın medya’ olarak adlandırılan ana gövde medya da, kamuoyuna “çevre direnişlerini Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen Almanya, dış güçler kışkırtıyor”, propagandasını yaymaya devam ediyor. Yaşamı savunma mücadelesinin bu kara propagandayı etkisiz kılma olanakları son derece sınırlı olsa da, bu mücadelelerin gittikçe tabana yayılması, kentlerde ve kırlarda halkın bu sorunlarla birebir karşı karşıya gelmeleri, kara propagandanın etkisini azaltan bir süreci de geliştiriyor. Düne kadar topraklarını savunan köylülerin arkasında dış güçlerin olduğuna inandırılan halk, bugün kendi yaşam alanlarındaki bir sorun karşısında direnmeye başladığında, aynı söylentilerin kendileri için de çıkarıldığını gördüğü anda olayların ardındaki gerçekliği kavrıyor.
Son dönemde özellikle HES karşıtlarına, bu oyunun sergilenebilmesi için bir takım hazırlıklar yapıldığı gözlerden kaçmıyor. Gazeteler, tıpkı 2000’lerin başında Bergamalılara yapıldığı gibi yavaş yavaş ‘dış güçler masalı’nı kamuoyuna anlatmaya başladılar. Kuyuya her an yeni bir taş atılabilir…(BİTTİ)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...