KUYUDAKİ TAŞ-1
Özer Akdemir
Dosyanın sonunda söyleyeceğimiz sözü en başta söyleyelim;
2000’li yılların başında altın tekellerinin ve süregelen sermaye düzeninin
tekerine çomak soktuğu için Bergama köylü hareketine karşı bir ‘oyun’
tezgahlandı. Dr. Necip Hablemitoğlu kendi ölümünü de hazırlayan bu oyunda çok
önemli bir role soyundu. Kuyuya taşı ona attırdılar. O, bu oyundaki rolüne son
nefesine kadar sadık kalırken, oyunun başarısının ancak kendi ölümü ile
olanaklı olacağını elbette bilmiyordu….
Evrensel okurları, bu yazı dizisinin sonunda
“Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm” diyen, büyük olasılıkla doğru da söyleyen kişi
ile de tanışacaklar. Bu konu ile ilgili kitaplar yazan, program yapan
“araştırmacı-gazeteciler”, televizyoncular tarafından “görülmeyen”, savcılar
tarafından “bilgisiz” bulunup ciddiye alınmayan, ama suikastı nasıl
işlediklerini an be an, biri mahkemede, diğeri el yazısı ile olmak üzere dört
kere, sayfalarca anlatan ‘seri katil’in adını öğrenecekler. Bir anlamda
yıllardır “fail-i meçhul” kalmış bir suikastın failinin nasıl meçhulleştiğini
görecekler.
AKP BU SUİKASTI ÇÖZEMEZ!
Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Erdoğan’ın Alman Vakıflarının
PKK ve CHP’ye para aktardığı ile ilgili sözleri, eski bir tartışmayı yeniden
gündeme getirdi. 9 yıl önce de, bir yerlerden düğmeye basılmış gibi, Alman
vakıflarının siyanürlü altına karşı direnen Bergama köylülerini kışkırttığı,
onları maddi-manevi desteklediği iddia edilmişti. Dr. Necip Hablemitoğlu, bu
iddiaları “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabında ortaya atarak, Bergama
direnişinin önde gelen isimleri ile Alman vakıflarının yöneticilerinin DGM’de
“legal casusluk” suçlaması ile yargılanmalarına zemin hazırlamıştı. Zamanın
‘ünlü’ DGM savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından açılan bu davanın ilk
duruşmasından 8 gün önce, Hablemitoğlu evinin önünde bir suikast sonucu
öldürüldü.
Ne gariptir ki, Dr. Necip Hablemitoğlu’nun katil zanlısı
olarak da gösterilen bir Ergenekon davası sanığı, tam Başbakan Erdoğan’ın bu
sözleri söylediği günlerde tahliye edildi. Kitap yazmaktan, gazetecilik
yapmaktan başka ‘suçları’ olmayan kişiler, aylardır mahkemeye dahi çıkarılmadan
Ergenekon üyesi olmaktan hapiste yatarken, Gazi olayları ve Hablemitoğlu
suikastı dahil, 200 kişinin ölümünden sorumlu tutulan Osman Gürbüz sessiz
sedasız serbest bırakıldı! Hem de dava dosyasındaki onca delile, suikastı
anlatan gizli tanık ifadelerine, “Hablemitoğlu suikastı parasıyla ev aldığı”
iddialarının tapu kayıtlarına rağmen… Osman Gürbüz’ün serbest bırakılması bile
AKP’nin Hablemitoğlu suikastını çözme gibi bir niyetinin olmadığını gösteriyor
aslında. “Bizim iktidarımızda çözülememiş tek cinayet” diye bahsettikleri bu
cinayetin çözülmesi durumunda karşılarına çıkacak manzara belki onları
ürkütüyor…
Başbakan Erdoğan’ın Alman vakıfları ile ilgili sözlerinin
ardından, birçok gazete ve köşe yazarı, 10 yıl önce yazdığı kitapla bu
iddiaları gündeme taşıyan Dr. Necip Hablemitoğlu’nun kitabını ve hâlâ
çözülemeyen faili meçhul kalan suikastı konu edindi.
Hablemitoğlu Ağustos 2001 tarihinde ilk baskısını yapan
kitabında, topraklarında siyanürlü altın işletmesi kurulmasına karşı kararlı
bir şekilde direnen Bergama köylülerinin Almanya tarafından kışkırtıldığını
iddia ediyordu. Her yıl Türkiye’ye 3 milyar dolarlık altın satan Almanya’nın bu
büyük kârdan olmamak için Türkiye’de altın çıkarılmasını engellemeye çalıştığı,
bunu da ülkemizde faaliyet gösteren Alman vakıfları aracılığı ile yaptığı ileri
sürülüyordu. Bu işle özellikle “FIAN Örgütü”nün (kitapta vakıf olarak geçiyor)
görevlendirildiği, örgütün bununla ilgili yapacağı işleri ve ilişkileri anlatan
Almanya Ekonomi ve Kalkınma Bakanlığının ayrıntılı bir raporu da kitabın içinde
yer alıyordu.
Bergama köylülerinin altın karşıtı mücadelesinin önde gelen
isimlerinin ve aralarında İstanbul Eski Baro Başkanı Yücel Sayman’ın da
bulunduğu birçok tanınmış ismin bu Alman vakıfları ile işbirliği içinde olduğu,
“Çevrecilik adı altında ülkemizde altın çıkarılmasını önlemeye dönük bu
projede” Almanya yararına çalıştıkları iddia ediliyordu. Burhaniye Ören’de
tatil köyü bulunan, özellikle Küçükdere’de ve sonrasında Bergama’daki altın
karşıtı mücadelede adını duyuran, Alternatif Nobel Ödüllü Bir Turizmci, Birsel
Lemke’nin FIAN örgütü tarafından bu iş için görevlendirildiği de önemli
iddialar arasında idi.
KRİZE ALTIN MÜJDESİ!
Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in Ecevit’e anayasa kitapçığı
fırlatması ile tetiklenen kriz günleriydi. Halk krizle boğuşurken IMF ile çok
ciddi anlaşmalar yapan koalisyon, 15 günde 15 yasa çıkarmak için mecliste fazla
mesai yapıyordu. 30 Haziran 2001 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan “Altın
Müjdesi” başlıklı manşet, krizden çıkışa bir yol gösteriyordu.
DSP Milletvekilleri Erol Al ve Hasan Özgöbek tarafından
Ecevit’e sunulan, Türkiye’de 6 bin 500 ton altın rezervi olduğu yönündeki
rapor, kriz içerisindeki ülke için adeta bir “ekonomik kurtuluş reçetesi”
olarak gösterilmekteydi. “Uzaydan yapılan saptamalara göre Türkiye’de 580
noktada altın rezervi” bulunuyordu. Bunları çıkarmak için açılacak maden
ocaklarının sayısı, bütün dünyadaki altın madenlerinin sayısından (553) fazla
idi ama gam değildi! Bu altın madenlerinin üretime açılması halinde 25 bin
kişiye iş verileceği ileri sürülen raporda, en dikkat çeken yön ise Bergama’da
altın madeni karşıtı mücadelenin “Alman FIAN Vakfı tarafından desteklendiği
saptaması”ydı.
SIKLIKLA UYGULANAN STRATEJİ: DIŞ GÜÇLER
Alman vakıfları iddialarıyla kafası bulandırılan kamuoyunun
artık Bergama köylülerine eskisi kadar sempati ile bakmaması sağlandı.
“Özellikle Bergama hareketinin ‘dış güçler’ tarafından yönlendirildiği iddiası,
Bergamalı protestocular bu iddialar doğrultusunda açılan mahkemelerce aklanmış
olmalarına rağmen, harekete verilen desteği azaltmıştır.
… Herhangi bir muhalif hareketin dış güçler tarafından
yönlendirildiği iddiası gerek Türk devletinin gerekse statükonun çeşitli
aktörlerinin muhalif hareketleri bastırmakta sıklıkla kullandığı oldukça etkili
söylemsel bir stratejidir” Bergama köylülerinin “Ülke güvenliğini tehlikeye
atan” direnişlerine karşı “psikolojik harekat” uygulanması, TİB’den deneyimli
bakanın da çağrıldığı bu toplantıda kararlaştırılmış olabilir mi?
MGK TOPLANTISINDA NE KONUŞULDU?
2001 yılı, Bergama köylülerinin siyanürlü altına karşı
mücadelesinde bir dönüm noktasıydı. Eldeki veriler Bergama köylülerinin
direnişinin devletin en üst yönetim organında “Milli Tehdit” olarak
değerlendirildiği ve bunu ortadan kaldırmak için Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğine bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığının (TİB) harekete
geçirildiği yönünde. MGK’nın 21 Ağustos 2001’deki toplantısına kurulun olağan
üyeleri, Başbakan Yardımcıları Devlet Bahçeli, Hüsamettin Özkan ve Mesut
Yılmaz’ın yanı sıra bir başka bakan daha davet edilmişti. MGK toplantısı ile
ilgili gazetecilere dağıtılan basın bildirisinde “…gündem konuları ile ilgili
olarak Devlet Bakanı Prof. Dr. Abdülhaluk Mehmet Çay, toplantının bir bölümüne
iştirak etmiştir” bilgisi yer alıyordu. MHP Milletvekili ve Devlet Bakanı
Abdülhaluk Mehmet Çay’ın, MGK Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler
Başkanlığında (TİB) uzmanlık ve müşavirlik yaptığı iddiaları var. “İddia” çünkü
TİB, kadrosu, uygulamaları hatta bütçesi gizli olan, MGK Genel Sekreterliğine bağlı
bir kurumdu. Eski MİT Müsteşarı Mehmet Eymür’ün ABD’den yönettiği
İnternet sitesinde 26.11.2001 tarihinde yayınlanan iddialara bakalım; “Bilmem
biliyor musunuz, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bağlı, “Toplumla
İlişkiler Başkanlığı (TİB)” adı altında bir ana hizmet birimi var. Kanuni bir
kuruluş. Mesela, Türkiye Büyük Millet Meclisi 21. Dönem Milletvekili ve Devlet
Bakanı Abdulhaluk Mehmet Çay (MHP), 1985 Haziranında YÖK Yasası’nın 38.
maddesine istinaden Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler
Başkanlığında uzman ve daha sonra müşavir olarak görev yapmış.” Bergama
köylülerinin direnişinin en üst noktasında, 2000-2002 yılları arasında gelişen
ve önemli bir kırılmayı beraberinde getiren bu sürecin, sonradan ortaya çıkan
veriler ışığında devletin en üst organı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından
şekillendirildiğini söyleyebiliriz. Bu kırılma, köylülerin mücadelesini “milli
güvenliğe tehdit” olarak değerlendiren MGK’nın buna karşı örgütlediği bir
Psikolojik Harekat eylem planı sonrasında yaşandı. Bu psikolojik harekatta
medya, bilim çevreleri, siyasi partiler ve TSK sürecin içerisinde yer aldılar.
İşte Necip Hablemitoğlu’nun yazdığı ve Bergama köylülerinin altın karşıtı
direnişinin dış güçlerin, Almanya’nın kışkırtması olduğunu ileri süren kitabı
da bu psikolojik harekatın önemli bir parçası oldu.
BERGAMA HAREKETİNİN ÜÇ DÖNEMİ
Bergama köylülerinin kararlı mücadelesi, başta devlet
kurumları ve siyasi iktidar olmak üzere altın madenlerinin işletilmesinden yana
olanlarca karşı bir hamle ile giderilmek istenmiştir. Bergama köylüleri
hakkında “Gizli örgüt kurmak”, “Yasa dışı eylemlere katılmak” gibi suçlamalarla
açılan davaların, en önemlisi ise direnişin ardında Almanya’nın olduğu
iddiaları eşliğinde açılan “Almanya yararına legal casusluk” davasıdır.
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Yard.
Doç. Dr. Hayriye Özen “Bergama Mücadelesi: Doğuşu, Gelişimi ve Sonuçları” adlı
makalesinde bu hareketin özelliklerini şöyle anlatıyor; “ Bergama hareketi, hem
Türkiye toplumunun değişen dinamiklerini anlamak hem de Türkiye’nin siyasi
yapısının demokratik kapasitesini anlamak açısından önemli bir toplumsal
harekettir. Zira, Bergama hareketi bir yandan son 25 yıldır tecrübe edilen
neoliberal dönüşümün yarattığı birtakım toplumsal problemlere ve bunlarla
ilişkili toplumsal taleplere dikkat çeker, diğer yandan ise toplumun tabanından
doğan ve mücadelesini yasal sınırlar içerisinde veren bir toplumsal hareketin
gerek taleplerini seslendirme yönünde gerekse taleplerinin karşılanması doğrultusunda
ne gibi fırsat ve engellerle karşılaştığını ve ne gibi sonuçlara ulaştığını
ortaya koyarak, Türkiye siyasetinin toplumsal taleplere açıklığı hakkında
önemli ipuçları verir.” Özen, Bergama hareketinin 1990-2005 yılları arasını
kapsayan 15 yıllık mücadele sürecini, üç döneme ayırarak ele alır; 1- “…Yerel
halkın yanı sıra farklı toplumsal grupların da çeşitli toplumsal talepler
etrafında maden şirketinin faaliyetlerine karşı seferber olmalarıyla”
şekillenen ilk dönem (1990- Nisan 1996). 2- “Hareketin dile getirdiği toplumsal
taleplerin artması ve bu talepler doğrultusunda önemli kazanımlar edinmesiyle
birlikte güçlendiği ve yayıldığı ikinci dönemi (Nisan 1996- 1998)” 3- “Bergama
hareketine karşı bir cephenin oluşması ve harekete karşı yoğun bir mücadele
başlatmasıyla Bergama hareketinin zayıfladığı üçüncü ve son dönemi (1999- 2005”
Özen, başlangıçta yaşam alanlarında altın işletmeciliği
yapılmaması talebi ile gelişen direnişin zamanla, “Çevrenin korunması, altın
madenciliğinin genel olarak önlenmesi, yabancı ve çok uluslu şirketlerin
faaliyetlerinin önlenmesi, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi farklı toplumsal
talepleri dile getirdiğini ve bu niteliğiyle Türkiye’nin toplumsal yapısında
mevcut olan iki tür tabiiyet/itaat ilişkisini sorguladığı”nın altını çizer.
Çevrenin korunması, çok uluslu şirketlerin talanına karşı
konulması, insan hakları, demokrasi gibi geniş bir toplumsal kesimi
ilgilendiren taleplerin Bergama hareketi içerisinde dile getirilmesinin yanı
sıra “Kolektif eylemlerin yoğun biçimde sürdürülmesi”nin de çok çeşitli
toplumsal kesimlerin harekete desteğine neden olduğunu belirtir. Birçok
toplumsal grubu “mobilize” eden hareket, o süreçte altın madenciliği alanında
faaliyet göstermeye hazırlanan 12 yabancı şirketten dokuzunun Bergama mücadelesi
yüzünden bu alanda oluşan belirsizlik nedeniyle yatırım yapmaktan vazgeçerek
ülkeyi terk etmelerine de yol açmıştı.
ASKERDEN ‘ALTIN’ AYARI
Milliyet’in koçbaşı olduğu bu haberlerin, bir MGK psikolojik
harp çalışması olduğu daha sonradan ortaya çıkacaktı. Birçok gazete ve
televizyon programında eş zamanlı yapılan bu haberlere, devlet kurumlarından
önemli destekler geldi. Ama en önemli desteği asker verdi diyebiliriz:
Tarih 1 Ekim 2001. Yer Cumhurbaşkanlığı Köşkü. Yeni yasama
yılı nedeniyle verilen resepsiyonda ana gündem Afganistan’a ABD müdahalesiydi.
Gazetecilerin bu yöndeki sorularına Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cumhur
Asparuk’un verdiği yanıt şaşkınlıkla karşılandı. Yanıtın gazetecilerin sorduğu
soru ile alakası yoktu çünkü. Bu yanıtlar, tüm dünyanın Irak savaşına
kilitlendiği günlerde devletin tepelerinde nelerin konuşulduğuna da ışık
tutuyordu. Asparuk ABD’nin Afganistan’a müdahalesi ile ilgili sorulara, “Asıl
Türkiye’ye bakın... Dünyanın en zengin altın rezervi bizde. Ama çıkarılamıyor. Çünkü
Türkiye’ye altın ihraç eden Almanlar lobicilik yapıyor” diye yanıt veriyordu.
Anlaşıldığı kadarıyla Asparuk, henüz 1 ay kadar önce çıkan Hablemitoğlu’nun
kitabını okumuş, oradaki tezlerin tamamını doğru olarak kabul ederek,
gazetecilere istedikleri sorunun yanıtını değil, kendi mesajını vermekteydi.
30 Ekim 2002 tarihinde aralarında Ege Ordu ve NATO Güneydoğu
Müşterek Komutanı’nın da bulunduğu 45 komutan, eşleri ile birlikte Bergama’daki
altın madenini gezdiler. Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, eline aldığı
külçe altınla gazetecilere poz verirken, “Ülke ekonomisine ciddi katkı koyan
madeni bu konuda karar vereceklerin gelip görmesini isterim” demekteydi. Tolon,
tam da o sıralarda, 10.01.2002 tarihinde deneme izninin iptali ile kapatılan
ancak 29.03.2002’de Bakanlar Kurulunun Prensip Kararı ile yeniden çalıştırılan
madenle ilgili bu son kararı görüşmekte olan Danıştay yargıçlarına mı
seslenmekteydi? Maden yöneticilerine plaket veren, elinde altın külçesi ile
fotoğraf çektiren askerler, açık açık madenin çalışmasından yana oldukları
mesajını veriyorlardı.
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=524361677598189&set=a.524361360931554.121824.123575381010156&type=3&theater
YARIN: İddialar ve gerçekler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder