16 Ocak 2013 Çarşamba

Kuyudaki Taş 1 / Alman vakıfları ve Bergama gerçeği


KUYUDAKİ TAŞ-1
Özer Akdemir
Dosyanın sonunda söyleyeceğimiz sözü en başta söyleyelim; 2000’li yılların başında altın tekellerinin ve süregelen sermaye düzeninin tekerine çomak soktuğu için Bergama köylü hareketine karşı bir ‘oyun’ tezgahlandı. Dr. Necip Hablemitoğlu kendi ölümünü de hazırlayan bu oyunda çok önemli bir role soyundu. Kuyuya taşı ona attırdılar. O, bu oyundaki rolüne son nefesine kadar sadık kalırken, oyunun başarısının ancak kendi ölümü ile olanaklı olacağını elbette bilmiyordu….
Evrensel okurları, bu yazı dizisinin sonunda “Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm” diyen, büyük olasılıkla doğru da söyleyen kişi ile de tanışacaklar. Bu konu ile ilgili kitaplar yazan, program yapan “araştırmacı-gazeteciler”, televizyoncular tarafından “görülmeyen”, savcılar tarafından “bilgisiz” bulunup ciddiye alınmayan, ama suikastı nasıl işlediklerini an be an, biri mahkemede, diğeri el yazısı ile olmak üzere dört kere, sayfalarca anlatan ‘seri katil’in adını öğrenecekler. Bir anlamda yıllardır “fail-i meçhul” kalmış bir suikastın failinin nasıl meçhulleştiğini görecekler.
AKP BU SUİKASTI ÇÖZEMEZ!
Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Erdoğan’ın Alman Vakıflarının PKK ve CHP’ye para aktardığı ile ilgili sözleri, eski bir tartışmayı yeniden gündeme getirdi. 9 yıl önce de, bir yerlerden düğmeye basılmış gibi, Alman vakıflarının siyanürlü altına karşı direnen Bergama köylülerini kışkırttığı, onları maddi-manevi desteklediği iddia edilmişti. Dr. Necip Hablemitoğlu, bu iddiaları “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabında ortaya atarak, Bergama direnişinin önde gelen isimleri ile Alman vakıflarının yöneticilerinin DGM’de “legal casusluk” suçlaması ile yargılanmalarına zemin hazırlamıştı. Zamanın ‘ünlü’ DGM savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından açılan bu davanın ilk duruşmasından 8 gün önce, Hablemitoğlu evinin önünde bir suikast sonucu öldürüldü.
Ne gariptir ki, Dr. Necip Hablemitoğlu’nun katil zanlısı olarak da gösterilen bir Ergenekon davası sanığı, tam Başbakan Erdoğan’ın bu sözleri söylediği günlerde tahliye edildi. Kitap yazmaktan, gazetecilik yapmaktan başka ‘suçları’ olmayan kişiler, aylardır mahkemeye dahi çıkarılmadan Ergenekon üyesi olmaktan hapiste yatarken, Gazi olayları ve Hablemitoğlu suikastı dahil, 200 kişinin ölümünden sorumlu tutulan Osman Gürbüz sessiz sedasız serbest bırakıldı! Hem de dava dosyasındaki onca delile, suikastı anlatan gizli tanık ifadelerine, “Hablemitoğlu suikastı parasıyla ev aldığı” iddialarının tapu kayıtlarına rağmen… Osman Gürbüz’ün serbest bırakılması bile AKP’nin Hablemitoğlu suikastını çözme gibi bir niyetinin olmadığını gösteriyor aslında. “Bizim iktidarımızda çözülememiş tek cinayet” diye bahsettikleri bu cinayetin çözülmesi durumunda karşılarına çıkacak manzara belki onları ürkütüyor…
Başbakan Erdoğan’ın Alman vakıfları ile ilgili sözlerinin ardından, birçok gazete ve köşe yazarı, 10 yıl önce yazdığı kitapla bu iddiaları gündeme taşıyan Dr. Necip Hablemitoğlu’nun kitabını ve hâlâ çözülemeyen faili meçhul kalan suikastı konu edindi.
Hablemitoğlu Ağustos 2001 tarihinde ilk baskısını yapan kitabında, topraklarında siyanürlü altın işletmesi kurulmasına karşı kararlı bir şekilde direnen Bergama köylülerinin Almanya tarafından kışkırtıldığını iddia ediyordu. Her yıl Türkiye’ye 3 milyar dolarlık altın satan Almanya’nın bu büyük kârdan olmamak için Türkiye’de altın çıkarılmasını engellemeye çalıştığı, bunu da ülkemizde faaliyet gösteren Alman vakıfları aracılığı ile yaptığı ileri sürülüyordu. Bu işle özellikle “FIAN Örgütü”nün (kitapta vakıf olarak geçiyor) görevlendirildiği, örgütün bununla ilgili yapacağı işleri ve ilişkileri anlatan Almanya Ekonomi ve Kalkınma Bakanlığının ayrıntılı bir raporu da kitabın içinde yer alıyordu.
Bergama köylülerinin altın karşıtı mücadelesinin önde gelen isimlerinin ve aralarında  İstanbul Eski Baro Başkanı Yücel Sayman’ın da bulunduğu birçok tanınmış ismin bu Alman vakıfları ile işbirliği içinde olduğu, “Çevrecilik adı altında ülkemizde altın çıkarılmasını önlemeye dönük bu projede” Almanya yararına çalıştıkları iddia ediliyordu. Burhaniye Ören’de tatil köyü bulunan, özellikle Küçükdere’de ve sonrasında Bergama’daki altın karşıtı mücadelede adını duyuran, Alternatif Nobel Ödüllü Bir Turizmci, Birsel Lemke’nin FIAN örgütü tarafından bu iş için görevlendirildiği de önemli iddialar arasında idi.
KRİZE ALTIN MÜJDESİ!
Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlatması ile tetiklenen kriz günleriydi. Halk krizle boğuşurken IMF ile çok ciddi anlaşmalar yapan koalisyon, 15 günde 15 yasa çıkarmak için mecliste fazla mesai yapıyordu. 30 Haziran 2001 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan “Altın Müjdesi” başlıklı manşet, krizden çıkışa bir yol gösteriyordu.
DSP Milletvekilleri Erol Al ve Hasan Özgöbek tarafından Ecevit’e sunulan, Türkiye’de 6 bin 500 ton altın rezervi olduğu yönündeki rapor, kriz içerisindeki ülke için adeta bir “ekonomik kurtuluş reçetesi” olarak gösterilmekteydi. “Uzaydan yapılan saptamalara göre Türkiye’de 580 noktada altın rezervi” bulunuyordu. Bunları çıkarmak için açılacak maden ocaklarının sayısı, bütün dünyadaki altın madenlerinin sayısından (553) fazla idi ama gam değildi! Bu altın madenlerinin üretime açılması halinde 25 bin kişiye iş verileceği ileri sürülen raporda, en dikkat çeken yön ise Bergama’da altın madeni karşıtı mücadelenin “Alman FIAN Vakfı tarafından desteklendiği saptaması”ydı.
SIKLIKLA UYGULANAN STRATEJİ: DIŞ GÜÇLER
Alman vakıfları iddialarıyla kafası bulandırılan kamuoyunun artık Bergama köylülerine eskisi kadar sempati ile bakmaması sağlandı. “Özellikle Bergama hareketinin ‘dış güçler’ tarafından yönlendirildiği iddiası, Bergamalı protestocular bu iddialar doğrultusunda açılan mahkemelerce aklanmış olmalarına rağmen, harekete verilen desteği azaltmıştır.
… Herhangi bir muhalif hareketin dış güçler tarafından yönlendirildiği iddiası gerek Türk devletinin gerekse statükonun çeşitli aktörlerinin muhalif hareketleri bastırmakta sıklıkla kullandığı oldukça etkili söylemsel bir stratejidir” Bergama köylülerinin “Ülke güvenliğini tehlikeye atan” direnişlerine karşı “psikolojik harekat” uygulanması, TİB’den deneyimli bakanın da çağrıldığı bu toplantıda kararlaştırılmış olabilir mi?

MGK TOPLANTISINDA NE KONUŞULDU?
2001 yılı, Bergama köylülerinin siyanürlü altına karşı mücadelesinde bir dönüm noktasıydı. Eldeki veriler Bergama köylülerinin direnişinin devletin en üst yönetim organında “Milli Tehdit” olarak değerlendirildiği ve bunu ortadan kaldırmak için Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığının (TİB) harekete geçirildiği yönünde. MGK’nın 21 Ağustos 2001’deki toplantısına kurulun olağan üyeleri, Başbakan Yardımcıları Devlet Bahçeli, Hüsamettin Özkan ve Mesut Yılmaz’ın yanı sıra bir başka bakan daha davet edilmişti. MGK toplantısı ile ilgili gazetecilere dağıtılan basın bildirisinde “…gündem konuları ile ilgili olarak Devlet Bakanı Prof. Dr. Abdülhaluk Mehmet Çay, toplantının bir bölümüne iştirak etmiştir” bilgisi yer alıyordu. MHP Milletvekili ve Devlet Bakanı Abdülhaluk Mehmet Çay’ın, MGK Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler Başkanlığında (TİB) uzmanlık ve müşavirlik yaptığı iddiaları var. “İddia” çünkü TİB, kadrosu, uygulamaları hatta bütçesi gizli olan, MGK Genel Sekreterliğine bağlı bir kurumdu. Eski MİT Müsteşarı Mehmet Eymür’ün ABD’den yönettiği  İnternet sitesinde 26.11.2001 tarihinde yayınlanan iddialara bakalım; “Bilmem biliyor musunuz, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bağlı, “Toplumla İlişkiler Başkanlığı (TİB)” adı altında bir ana hizmet birimi var. Kanuni bir kuruluş. Mesela, Türkiye Büyük Millet Meclisi 21. Dönem Milletvekili ve Devlet Bakanı Abdulhaluk Mehmet Çay (MHP), 1985 Haziranında YÖK Yasası’nın 38. maddesine istinaden Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler Başkanlığında uzman ve daha sonra müşavir olarak görev yapmış.” Bergama köylülerinin direnişinin en üst noktasında, 2000-2002 yılları arasında gelişen ve önemli bir kırılmayı beraberinde getiren bu sürecin, sonradan ortaya çıkan veriler ışığında devletin en üst organı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından şekillendirildiğini söyleyebiliriz. Bu kırılma, köylülerin mücadelesini “milli güvenliğe tehdit” olarak değerlendiren MGK’nın buna karşı örgütlediği bir Psikolojik Harekat eylem planı sonrasında yaşandı. Bu psikolojik harekatta medya, bilim çevreleri, siyasi partiler ve TSK sürecin içerisinde yer aldılar. İşte Necip Hablemitoğlu’nun yazdığı ve Bergama köylülerinin altın karşıtı direnişinin dış güçlerin, Almanya’nın kışkırtması olduğunu ileri süren kitabı da bu psikolojik harekatın önemli bir parçası oldu.

BERGAMA HAREKETİNİN ÜÇ DÖNEMİ
Bergama köylülerinin kararlı mücadelesi, başta devlet kurumları ve siyasi iktidar olmak üzere altın madenlerinin işletilmesinden yana olanlarca karşı bir hamle ile giderilmek istenmiştir. Bergama köylüleri hakkında “Gizli örgüt kurmak”, “Yasa dışı eylemlere katılmak” gibi suçlamalarla açılan davaların, en önemlisi ise direnişin ardında Almanya’nın olduğu iddiaları eşliğinde açılan “Almanya yararına legal casusluk” davasıdır.
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Hayriye Özen “Bergama Mücadelesi: Doğuşu, Gelişimi ve Sonuçları” adlı makalesinde bu hareketin özelliklerini şöyle anlatıyor; “ Bergama hareketi, hem Türkiye toplumunun değişen dinamiklerini anlamak hem de Türkiye’nin siyasi yapısının demokratik kapasitesini anlamak açısından önemli bir toplumsal harekettir. Zira, Bergama hareketi bir yandan son 25 yıldır tecrübe edilen neoliberal dönüşümün yarattığı birtakım toplumsal problemlere ve bunlarla ilişkili toplumsal taleplere dikkat çeker, diğer yandan ise toplumun tabanından doğan ve mücadelesini yasal sınırlar içerisinde veren bir toplumsal hareketin gerek taleplerini seslendirme yönünde gerekse taleplerinin karşılanması doğrultusunda ne gibi fırsat ve engellerle karşılaştığını ve ne gibi sonuçlara ulaştığını ortaya koyarak, Türkiye siyasetinin toplumsal taleplere açıklığı hakkında önemli ipuçları verir.” Özen, Bergama hareketinin 1990-2005 yılları arasını kapsayan 15 yıllık mücadele sürecini, üç döneme ayırarak ele alır; 1- “…Yerel halkın yanı sıra farklı toplumsal grupların da çeşitli toplumsal talepler etrafında maden şirketinin faaliyetlerine karşı seferber olmalarıyla”  şekillenen ilk dönem (1990- Nisan 1996). 2- “Hareketin dile getirdiği toplumsal taleplerin artması ve bu talepler doğrultusunda önemli kazanımlar edinmesiyle birlikte güçlendiği ve yayıldığı ikinci dönemi (Nisan 1996- 1998)” 3- “Bergama hareketine karşı bir cephenin oluşması ve harekete karşı yoğun bir mücadele başlatmasıyla Bergama hareketinin zayıfladığı üçüncü ve son dönemi (1999- 2005”
Özen, başlangıçta yaşam alanlarında altın işletmeciliği yapılmaması talebi ile gelişen direnişin zamanla, “Çevrenin korunması, altın madenciliğinin genel olarak önlenmesi, yabancı ve çok uluslu şirketlerin faaliyetlerinin önlenmesi, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi farklı toplumsal talepleri dile getirdiğini ve bu niteliğiyle Türkiye’nin toplumsal yapısında mevcut olan iki tür tabiiyet/itaat ilişkisini sorguladığı”nın altını çizer.
Çevrenin korunması, çok uluslu şirketlerin talanına karşı konulması, insan hakları, demokrasi gibi geniş bir toplumsal kesimi ilgilendiren taleplerin Bergama hareketi içerisinde dile getirilmesinin yanı sıra “Kolektif eylemlerin yoğun biçimde sürdürülmesi”nin de çok çeşitli toplumsal kesimlerin harekete desteğine neden olduğunu belirtir. Birçok toplumsal grubu “mobilize” eden hareket, o süreçte altın madenciliği alanında faaliyet göstermeye hazırlanan 12 yabancı şirketten dokuzunun Bergama mücadelesi yüzünden bu alanda oluşan belirsizlik nedeniyle yatırım yapmaktan vazgeçerek ülkeyi terk etmelerine de yol açmıştı.

ASKERDEN ‘ALTIN’ AYARI
Milliyet’in koçbaşı olduğu bu haberlerin, bir MGK psikolojik harp çalışması olduğu daha sonradan ortaya çıkacaktı. Birçok gazete ve televizyon programında eş zamanlı yapılan bu haberlere, devlet kurumlarından önemli destekler geldi. Ama en önemli desteği asker verdi diyebiliriz:
Tarih 1 Ekim 2001. Yer Cumhurbaşkanlığı Köşkü. Yeni yasama yılı nedeniyle verilen resepsiyonda ana gündem Afganistan’a ABD müdahalesiydi. Gazetecilerin bu yöndeki sorularına Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cumhur Asparuk’un verdiği yanıt şaşkınlıkla karşılandı. Yanıtın gazetecilerin sorduğu soru ile alakası yoktu çünkü. Bu yanıtlar, tüm dünyanın Irak savaşına kilitlendiği günlerde devletin tepelerinde nelerin konuşulduğuna da ışık tutuyordu. Asparuk ABD’nin Afganistan’a müdahalesi ile ilgili sorulara, “Asıl Türkiye’ye bakın... Dünyanın en zengin altın rezervi bizde. Ama çıkarılamıyor. Çünkü Türkiye’ye altın ihraç eden Almanlar lobicilik yapıyor” diye yanıt veriyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Asparuk, henüz 1 ay kadar önce çıkan Hablemitoğlu’nun kitabını okumuş, oradaki tezlerin tamamını doğru olarak kabul ederek, gazetecilere istedikleri sorunun yanıtını değil, kendi mesajını vermekteydi.
30 Ekim 2002 tarihinde aralarında Ege Ordu ve NATO Güneydoğu Müşterek Komutanı’nın da bulunduğu 45 komutan, eşleri ile birlikte Bergama’daki altın madenini gezdiler. Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, eline aldığı külçe altınla gazetecilere poz verirken, “Ülke ekonomisine ciddi katkı koyan madeni bu konuda karar vereceklerin gelip görmesini isterim” demekteydi. Tolon, tam da o sıralarda, 10.01.2002 tarihinde deneme izninin iptali ile kapatılan ancak 29.03.2002’de Bakanlar Kurulunun Prensip Kararı ile yeniden çalıştırılan madenle ilgili bu son kararı görüşmekte olan Danıştay yargıçlarına mı seslenmekteydi? Maden yöneticilerine plaket veren, elinde altın külçesi ile fotoğraf çektiren askerler, açık açık madenin çalışmasından yana oldukları mesajını veriyorlardı.
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=524361677598189&set=a.524361360931554.121824.123575381010156&type=3&theater
YARIN: İddialar ve gerçekler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...