Özer Akdemir
Hüzün sarısı boyalı okulun arka bahçesindeki uzun ağaçların
her birinde bir şairin dizeleri asılıydı. En başta Nazım Hikmet, yanında Cemal
Süreya, Cahit Külebi, Şükran Kurdakul, Rıfat Ilgaz, Hasan Hüseyin… Bu
şairlerden birisi var ki, bu hüzün sarısı boyalı okulu diğerlerinden çok daha
iyi tanır. Bu okul da onu. Ölümünden birkaç ay öncesine kadar, arka bahçesinde
diğer ünlü şairlerle birlikte şiirlerinin asıldığı bu okul, Attila İlhan’ın 16
yaşında atıldığı okuldur…
HAPİSLİĞİ ÖĞRETEN ŞİİR
Yıl 1941. İzmir Atatürk Lisesi’nin birinci sınıfında okuyan ilk gençlik çağlarındaki bir delikanlı, kız arkadaşına Nazım Hikmetin bir şiirinden mısralar yazar, gönderir. Nazımın “Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü /sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın /Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın /bahtiyarlığına benzer seni sevmek...” dizeleri kızın babasının eline geçer ve hiç de hoş karşılanmaz. Durum önce polise, sonra okul idaresine bildirilir. 16 yaşındaki “şair namzeti” genç tutuklanır ve bugün hüzün sarısına boyamış olan okuldan atılır. Attila İlhan, üç haftalık gözetimin ardından tutuklanarak iki ay hapis yatar. Kız arkadaşına gönderdiği Nazım’ın dizeleri genç İlhan’a 16 yaşında hapisliği öğrettiği gibi, eline Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belgenin verilmesine de neden olur. Bu belge nedeniyle 1944’e kadar eğitime ara vermek durumunda kalır ve ancak Danıştay’ın kararı ile yeniden okula yazılabilir. İlhan, kovulduğu hüzün sarısı boyalı okula dönmez bir daha. İstanbul Işık Lisesi’ne yazılır. Lise son sınıfta iken amcasının kendisinden habersiz gönderdiği “cebbaroğlu mehemmet” adlı uzun şiiri CHP şiir yarışmasından pek çok ünlü şairi geride bırakarak ikinci gelir. 1946’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ne girer. Şiirleri Yığın, Gün gibi dergilerde yayınlanırken, ilk şiir kitabı “Duvar”ı kendi olanaklarıyla bastırır.
KESİŞEN YOLLAR
1949 yılında Nazım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak için Paris’e gider. Ülkeye döndüğünde polis baskısı ve gözaltılarla karşılaşır. Yavaş yavaş tanınmaya başlayan şairin biraz da yaşadığı gözaltı ve baskılar nedeniyle gitmek durumunda kaldığı Paris, şiirini de önemli ölçüde etkilemiştir. İstanbul doğumlu olsa da gençlik yıllarını İzmir’de geçiren, lise yıllarında Türkiye Emekçi ve Köylü Partisi Denizli Örgütü’nü kurma girişimi nedeniyle 1946’da tutuklanıp 5 ay hapis cezası alan Şükran Kurdakul’la Attila İlhan’ın
yaşamlarının bu dönemleri birbirine oldukça benzemektedir. Kurdakul da
Karşıyaka Lisesi’nde okurken “komünizm propagandası” gerekçesiyle tutuklanıp
okuldan atılmıştır. Toplumcu şiirlerinin yanı sıra öykü, inceleme ve
araştırmalarıyla da tanınan Kurdakul’la, Attila İlhan’ın yolu yıllar sonra
İlhan’ın atıldığı hüzün sarısı boyalı okulun bahçesinde kesişir. İzmir Atatürk
Lisesi’nin bahçesindeki ağaçlarda İlhan ve Kurdakul’un şiirleri yan yana, omuz
omuzadır yine…
İKİ ATTİLA İLHAN
Şükran Kurdakul, Türk Edebiyatının Tanzimat’tan günümüze gelişimini incelediği dört ciltlik Çağdaş Türk Edebiyatı’nda, Attila İlhan’ın Paris yolculukları sonrası şiirinin Nazım Hikmet estetiğinden uzaklaştığı görüşündedir. İlhan’ın, kendi deyimiyle “tout va bien kahvesinde” yazdığı bu şiirlerinde halk deyim ve deyişlerinden uzaklaşarak şiirlerine yabancı sözcükleri aldığını söyler Kurdakul. Ona göre, İlhan’ın bu tarzı kendinden sonra gelen şairleri de içerik ve biçim yönünden büyük oranda etkilemiştir. Kurdakul, İlhan’ın şiirlerinde kişilik çatışmaları yaşandığına da dikkat çeker; “Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum ve Bela Çiçeği’nin belli bölümlerini oluşturan şiirler, yer yer iki ayrı kişiliğin ürünleri izlenimini bırakacak ölçüde ayrı dünyaların havasını taşır” (Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Cumhuriyet Dönemi, Şiir. Evrensel Basım Yayın, Ağustos 2002) İlhan, şiirinde sürekli “ben” ve “toplum” arasında gidip gelmiştir.
“Elimden gelen bu ben iki kişiyim
ikisi birbirinden çıkmaya uğraşıyor
bilmem ki hangisinden vazgeçeyim
birisi yeni baştan serüvene başlamış
öbürü silahında son mermiyi yakıyor
çoğalmak neyse ne ayrılmak zor”
(Yasak Sevişmek, s.31)
Kurdakul, İlhan’ın şiirlerinde görülen “başkalarını bilemediği sıkıntılarla yorgun düşmüş”, “bireysel acılarla yüklü romantik” yapının belli dönemlerde değiştiğini belirtir. 1960 sonrası bu dönemlerden birisidir. Bela Çiçeği kitabının 78. sayfasındaki şu dizeleri örnek olarak verir Kurdakul:
“Hem bir kere yalnızlık ne demek
bu kadar milyonla bir
haksızlığın ekmeğini paylaşırken
bir cehennem sofrasında kadın erkek
saçımın her bir teli var ya her teli
saçımın her telinde
milyonlarca yürek taşırken
isimlerini bilerek bilmeyerek
yalnızlık ne kelime”
“ELDE VAR HÜZÜN”…
İlhan, İstanbul dönüşünde Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini tamamlamak ister ama yeni mesleği gazetecilikteki yoğunluğu buna olanak tanımaz. Daha sonraki yıllarda sinema yazıları, roman, senaryo ve şiire devam eden İlhan, babasının ölümünün ardından tekrar İzmir’e gelir ve yerleşir. Sekiz yıl İzmir’de yaşayan İlhan, Demokrat İzmir Gazetesinde yöneticilik ve yazarlık yapar. İzmir’in ardından sekiz yılını da Ankara’da geçiren şair, 1981’de döndüğü İstanbul’dan ölümüne kadar ayrılmaz. Şair her ne kadar İstanbul’da yaşasa da, doğduğu, çocukluğunu ve ilk gençliğini geçirdiği İzmir’e geliş gidişlerini aksatmaz. Ölümünün ardından şiirlerinin ve yaşam öyküsünün bulunduğu bir pano Konak Meydanı’nda Saat Kulesi’nin yanı başına yerleştirilir. İlhan’ın, Karşıyaka’dan her gün vapurla gelip, Demokrat İzmir gazetesine yürüdüğü güzergah olan Konak Meydanı’daki şiirleri genç - yaşlı İzmirlileri selamlıyor şimdi. İzmir’in kış yağmurunda Saat Kulesi’ne sokulan “Yağmur Kaçağı”, Konak İskelesi’nden yükselen buğular arasında yürürken “Sisleri Bulvarı”nı okuyor. “Sevmek için geç ölmek için erken” diyen “Kaptan”, Alsancak Garı’nda açan “Bela Çiçeğini” görmeye giderken, 16 yaşında atıldığı hüzün sarısı boyalı okulun önünden geçiyor, “elde var hüzün” diyerek...
(İzmir/EVRENSEL)
HAPİSLİĞİ ÖĞRETEN ŞİİR
Yıl 1941. İzmir Atatürk Lisesi’nin birinci sınıfında okuyan ilk gençlik çağlarındaki bir delikanlı, kız arkadaşına Nazım Hikmetin bir şiirinden mısralar yazar, gönderir. Nazımın “Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü /sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın /Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın /bahtiyarlığına benzer seni sevmek...” dizeleri kızın babasının eline geçer ve hiç de hoş karşılanmaz. Durum önce polise, sonra okul idaresine bildirilir. 16 yaşındaki “şair namzeti” genç tutuklanır ve bugün hüzün sarısına boyamış olan okuldan atılır. Attila İlhan, üç haftalık gözetimin ardından tutuklanarak iki ay hapis yatar. Kız arkadaşına gönderdiği Nazım’ın dizeleri genç İlhan’a 16 yaşında hapisliği öğrettiği gibi, eline Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belgenin verilmesine de neden olur. Bu belge nedeniyle 1944’e kadar eğitime ara vermek durumunda kalır ve ancak Danıştay’ın kararı ile yeniden okula yazılabilir. İlhan, kovulduğu hüzün sarısı boyalı okula dönmez bir daha. İstanbul Işık Lisesi’ne yazılır. Lise son sınıfta iken amcasının kendisinden habersiz gönderdiği “cebbaroğlu mehemmet” adlı uzun şiiri CHP şiir yarışmasından pek çok ünlü şairi geride bırakarak ikinci gelir. 1946’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ne girer. Şiirleri Yığın, Gün gibi dergilerde yayınlanırken, ilk şiir kitabı “Duvar”ı kendi olanaklarıyla bastırır.
KESİŞEN YOLLAR
1949 yılında Nazım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak için Paris’e gider. Ülkeye döndüğünde polis baskısı ve gözaltılarla karşılaşır. Yavaş yavaş tanınmaya başlayan şairin biraz da yaşadığı gözaltı ve baskılar nedeniyle gitmek durumunda kaldığı Paris, şiirini de önemli ölçüde etkilemiştir. İstanbul doğumlu olsa da gençlik yıllarını İzmir’de geçiren, lise yıllarında Türkiye Emekçi ve Köylü Partisi Denizli Örgütü’nü kurma girişimi nedeniyle 1946’da tutuklanıp 5 ay hapis cezası alan Şükran Kurdakul’
İKİ ATTİLA İLHAN
Şükran Kurdakul, Türk Edebiyatının Tanzimat’tan günümüze gelişimini incelediği dört ciltlik Çağdaş Türk Edebiyatı’nda, Attila İlhan’ın Paris yolculukları sonrası şiirinin Nazım Hikmet estetiğinden uzaklaştığı görüşündedir. İlhan’ın, kendi deyimiyle “tout va bien kahvesinde” yazdığı bu şiirlerinde halk deyim ve deyişlerinden uzaklaşarak şiirlerine yabancı sözcükleri aldığını söyler Kurdakul. Ona göre, İlhan’ın bu tarzı kendinden sonra gelen şairleri de içerik ve biçim yönünden büyük oranda etkilemiştir. Kurdakul, İlhan’ın şiirlerinde kişilik çatışmaları yaşandığına da dikkat çeker; “Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum ve Bela Çiçeği’nin belli bölümlerini oluşturan şiirler, yer yer iki ayrı kişiliğin ürünleri izlenimini bırakacak ölçüde ayrı dünyaların havasını taşır” (Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Cumhuriyet Dönemi, Şiir. Evrensel Basım Yayın, Ağustos 2002) İlhan, şiirinde sürekli “ben” ve “toplum” arasında gidip gelmiştir.
“Elimden gelen bu ben iki kişiyim
ikisi birbirinden çıkmaya uğraşıyor
bilmem ki hangisinden vazgeçeyim
birisi yeni baştan serüvene başlamış
öbürü silahında son mermiyi yakıyor
çoğalmak neyse ne ayrılmak zor”
(Yasak Sevişmek, s.31)
Kurdakul, İlhan’ın şiirlerinde görülen “başkalarını bilemediği sıkıntılarla yorgun düşmüş”, “bireysel acılarla yüklü romantik” yapının belli dönemlerde değiştiğini belirtir. 1960 sonrası bu dönemlerden birisidir. Bela Çiçeği kitabının 78. sayfasındaki şu dizeleri örnek olarak verir Kurdakul:
“Hem bir kere yalnızlık ne demek
bu kadar milyonla bir
haksızlığın ekmeğini paylaşırken
bir cehennem sofrasında kadın erkek
saçımın her bir teli var ya her teli
saçımın her telinde
milyonlarca yürek taşırken
isimlerini bilerek bilmeyerek
yalnızlık ne kelime”
“ELDE VAR HÜZÜN”…
İlhan, İstanbul dönüşünde Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini tamamlamak ister ama yeni mesleği gazetecilikteki yoğunluğu buna olanak tanımaz. Daha sonraki yıllarda sinema yazıları, roman, senaryo ve şiire devam eden İlhan, babasının ölümünün ardından tekrar İzmir’e gelir ve yerleşir. Sekiz yıl İzmir’de yaşayan İlhan, Demokrat İzmir Gazetesinde yöneticilik ve yazarlık yapar. İzmir’in ardından sekiz yılını da Ankara’da geçiren şair, 1981’de döndüğü İstanbul’dan ölümüne kadar ayrılmaz. Şair her ne kadar İstanbul’da yaşasa da, doğduğu, çocukluğunu ve ilk gençliğini geçirdiği İzmir’e geliş gidişlerini aksatmaz. Ölümünün ardından şiirlerinin ve yaşam öyküsünün bulunduğu bir pano Konak Meydanı’nda Saat Kulesi’nin yanı başına yerleştirilir. İlhan’ın, Karşıyaka’dan her gün vapurla gelip, Demokrat İzmir gazetesine yürüdüğü güzergah olan Konak Meydanı’daki şiirleri genç - yaşlı İzmirlileri selamlıyor şimdi. İzmir’in kış yağmurunda Saat Kulesi’ne sokulan “Yağmur Kaçağı”, Konak İskelesi’nden yükselen buğular arasında yürürken “Sisleri Bulvarı”nı okuyor. “Sevmek için geç ölmek için erken” diyen “Kaptan”, Alsancak Garı’nda açan “Bela Çiçeğini” görmeye giderken, 16 yaşında atıldığı hüzün sarısı boyalı okulun önünden geçiyor, “elde var hüzün” diyerek...
(İzmir/EVRENSEL)
Abicim Merhaba, Cemal Süreya tek "y" ile :)
YanıtlaSil