16 Ocak 2013 Çarşamba

Doymadan Işıklar Sahiline...


Güneş “ışıklar sahili”ni altın sarısı bir renge boyayarak terk eder körfezde. Öyle hemencik de çekip gitmez. Deniz bu görkemli ışık oyunundan son derece memnun, nazlı nazlı salınır durur gökteki ilk yıldız görünene kadar.
Yamaçlarında zeytin, çam ve köknarların boyverdiği Bin Pınarlı İda’nın derinliklerinden gelen serin sularla beslenir Işıklar Sahili. Kekik, su püreni, yarpuz ve kozalak kokan sular, Işıklar Sahilinde Ege Denizi ile buluşur. Her daim birbirine hasret iki sevgilinin buluşmasıdır bu. Ege, yakıcı günün altında yükselen hararetini İda’nın soğuk sularıyla dindirir. İda, Ege’ye sevgilinin tenindeki tuzu tadar gibi yudum yudum karışır. Ege olur…
Sonra gün öğleyi devirince, Ege’den incecik bir buğu yükselir. Belli belirsiz. Denizin yosun kokulu nefesi bu buğuyu alır götürür İda’nın eteklerine. Zeytinlere, çamlara süre serpe doruklarına taşır. Sarıkız’ın türbesine kadar…
Tanrıçaların “en güzel kim” sorusuna yanıt aradıkları yerde yeniden İda’ya döner buğu. Ayazma’da küçük bir çağlayan yapar ve sevincini ağaçlara fısıldar. Tuzunu fıstıklara bırakır su. Tadı ise elmalara kalır, birazı da Bayramiç Beyazına. Gün akşama dönende İda yine Ege’ye akar. Özlemine, sevdiğine, Işıklar sahiline…
Doyran Köyü ışıkları sahilini, İda’nın bir tepesindeki sık yapraklı ağaçların arasından görür. Yüzlerce yıl önceden göçüp gelmiş bir Yörük köyüdür Doyran. Rivayet odur ki, İstanbul’un fethi öncesi Fatih Sultan Mehmet tarafından Çukurova’dan İda’ya getirilmişlerdir. Tahtacı Türkmenlerindendirler. Ağacı, ormanı adları gibi bilirler. Geçimlerini de ormana bağlarlar. Orman onları, bu topraklarda binlerce yıldır yaşayanları olduğu gibi aç koymaz, doyurur.
Birgün, ellerinde kazmaları, ölçüm cihazları ile birileri geldiler ormana. Kurşun madeni çıkaracaklarını söylediler, sırım gibi uzayıp giden gürgenlerle örtülü bir tepenin altından. Yeni bir iş kapısı diye sevindi Doyran’lılar. Birer, beşer işe girdiler. Çocuklarına iyi bir gelecekti düşleri. Ekmeklerinin yanına bir parça daha fazla katıktı. Paylarına ölüm düştü oysa…
Maden ocağında hastalanıp işten çıkan ve belki de sırf bu nedenle ölümden kurtulan bir köylü şöyle anlatıyor, arkadaşlarının can verişini; “Gencecikti daha. İki çocuğu vardı. Nefes alamıyordu arabanın içinde hastaneye götürmeye çalıştığımızda. Gözleri fal taşı gibi açılarak son nefesini verdi kucağımda”.
Köyün mezarlığı şimdi madende çalışırken hastalanıp ölen gençlerin acıklı yazıtları ile dolu. Kiminde yavrularına doyamadan öldü diyor, kiminde sevdiğine.
Doyranlılar İda’da yapılmak istenen altın madenine mezar taşlarındaki yazıları göstererek karşı çıkıyorlar. Işıklar Sahilinin altın ışıklarına doyamadan göçüp giden gencecik köylülerinin mezarlarını…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...