30 Mart 2017 Perşembe

Bergama pazarından referandum izlenimleri

Özer Akdemir, Bergama'da pazar yerinde EGEÇEP üyelerinin hayır bildirisi dağıtımı sırasındaki izlenimlerini yazdı.

Özer AKDEMİR
İzmir

Bergama pazarından referandum izlenimleri
Pazartesi günü Bergama’da EGEÇEP ve Bergama Çevre Platformu tarafından düzenlenen “Anayasa Referandumu ve Çevre “ konulu panele katılım için Bergama’daydık. Panel öncesi İzmir’den giden yaklaşık 25 kadar EGEÇEP’li, Bergama Çevre Platformu üyeleri ile buluşarak Bergama pazarında “Hayır” içerikli bildiriler dağıttı. Bergama’nın dış mahallelerinde, devlet hastanesi ile karşı karşıya olan pazar yeri, yöre köylülerinin buluşma noktasıydı aynı zamanda. Yetiştirdikleri sebze-meyvesini satmak için haftanın bir günü ilçeye inen Bergama köylülerinin referandum eğilimlerinin gözlenmesi açısından iyi bir fırsattı bu. 
SON İKİ SEÇİMDE BERGAMANIN TERCİHLERİ
Bergama yıllardır sağ muhafazakar bir seçmen profiline sahip olmasına rağmen iki dönemdir CHP’li genç belediye başkanı Mehmet Gönenç yarışta ipi göğüsleyen kişi olmuştu. 7 Haziran ve 1 Kasım Genel seçimlerine baktığımızda CHP’nin %42.7 (7 Haziran) - 43.3 (1 Kasım) oranında bir oy aldığı görülürken, 7 Haziranda %33’lere kadar gerileyen AKP (2011’de %43 idi) 1 Kasım’da ülke genelinde olduğu gibi Bergama’da da oyunu arttırmış, artış oranı ise %5’i bulmuştu. AKP’nin bu %5’lik oyu MHP ve diğer sağ partilerden belki bir miktar HDP’li seçmenden de aldığını sonuçlara bakarak söylemek mümkün. Bu arada 7 Haziran’da %3.5 oy alan HDP’nin 1 Kasım Genel Seçimlerinde oyunun %2.8’e düşürdüğünü söyleyelim.
‘EVET’Çİ İLE KARŞILAŞMA ŞAŞKINLIĞI
Çok da örgütlü bir şekilde olmayan, ellerinde “hayır” yazılı herhangi bir parti ya da kurum imzası taşımayan bildirilerle pazar yerindeki pazarcı esnafa ve alışveriş yapan vatandaşlara bildiri dağıtımı başladığında iki farklı tepki ortaya çıktı. İzmir’de Karşıyaka, Konak, Güzelbahçe, Buca gibi sol-sosyal demokrat siyasi görüşe sahip vatandaşların yaşadığı yerlerden gelen EGEÇEP’lilerin birkaç bildiri dağıtımının ardından yaşadıkları şaşkınlığı buraya not etmek gerekiyor. “Referandum’da hayır diyoruz” sözleriyle dağıtılan bildirileri bazı esnaf ve vatandaşlar alıp teşekkür ederken bazılarının sert bir şekilde geri çevirmesi, hiç almak istememeleri ya da terslemeleri bildiri dağıtanların şaşkınlığına neden oldu. Bu aslında doğal bir şaşkınlıktı çünkü İzmir’de oturdukları mahallelerde de bu tür referandum çalışmasına katılanların hiçbiri bu çalışmalar sırasında böyle tepkilerle karşılaşmamışlardı. Tek tük “Evet”çi çıksa da “Hayır” içerikli bildirilere yoğun bir ilgi ve sahiplenmenin olduğu İzmir metropol ilçelerinden sonra Bergama gibi taşra bir ilçede yapılan çalışma kent/kır arasındaki siyasi eğilim farkını ve kutuplaşmayı da ortaya seriyordu.
‘EVET’ÇİLERDE SERTLİK DİLİ 
Gözlemlenen başka birşey ise “Evet”çi olduklarını söyleyen kesimlerin “Hayır”cılara yaklaşımındaki sertlikti. Bildirileri reddederkenki söylemleri hergün AKP’nin borazanı olan televizyonlarda izlediklerinin birebir kopyasıydı; “PKK da hayır diyor. Bu bildirinin aynısını geçen Diyarbakır’da da dağıtıyorlardı. Avrupa’nın hayır dediği yerde tabii ki evet diyeceğiz. Türkiye’nin güçlenmesini istemeyenler “Hayır” diyorlar...” gibi. Bildirileri reddederken ya da kendileriyle iletişim kurmaya çalışanlara karşı sergiledikleri vücut dili de tehditkar, ötekileştirici, kutuplaştırıcı bir dildi. Hepimizin her gün en üst düzeyde, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP’nin tüm kadrolarında görmeye artık alıştığımız dildi bu. 
KARARSIZ DEĞİLLER AMA KORKUYORLAR
Bir diğer dikkat çeken konu ise bazı vatandaşların bildirileri alırken, görüşlerini gizleme gereği duymalarıydı. Özellikle “daha kararımı vermedim” diyenlerin tedirginliği gözlerinden okuyordu. Kararlarını vermiş ama bunu açıktan söylemeye çekinen bir halleri var gibiydi.  Bildiri dağıtımı sırasında birkaç kişinin “Hayır çıkarsa ülke karışacak diyorlar. Bundan korkuyoruz” demeleri, AKP yöneticilerinin tıpkı 1 Kasım seçimleri öncesinde olduğu gibi “Biz kazanamazsak kaos olur. İç savaş çıkar” tehditlerinin halkta belli bir karşılık bulduğunu, korku ve endişeye yol açtığını gösteriyordu. 
‘HAYIR’CILAR TEDİRGİN
“Hayır” cephesindeki duruma bakacak olursak; AKP’nin  tüm devlet kurumlarını yanına alarak yarattığı baskı, ötekileştirme, “Hayır”cıları ‘terör örgütleri’ ile yan yana anma söylemlerinin bu kesimi de etkilediğini, en azından psikolojik olarak referandum çalışmasına endişeli bir ruh hali ile başlamalarına neden olduklarını söylemek mümkün. Bildiri dağıtımı sırasında sergilenen çekingen tutum ve Bergamalıların özellikle tanıdıkları, bildikleri kişilere verme çabaları bunun bir göstergesi idi.
BERGAMA’DA HAYIR ÖNDE
Sonuç olarak, bildiri dağıtımı sonrası dağıtanlarla yaptığımız değerlendirmede tüm baskılara ve çalışmanın yetersizliğine rağmen “Hayır” oylarının ‘Evet’i Bergama’da da geçeceği yönünde. Bu oranını %55, %60’a çıkaran görüşler de vardı, %50’yı çok az geçeceğine yönelik olanlar da. 

16 Nisana çok az bir süre kalmışken Bergama’da ve İzmir’in taşra ilçe ve köylerinde “Hayır” oylarının “Evet”e oranla yüksek ama bu oranın merkezdekine göre çok daha düşük olduğunu söylemek mümkün. Çalışmanın buralarda yoğunlaştırılması, AKP’nin ve onun güdümündeki devlet kurumlarının baskılarına göğüs gererek, cesaretle “Hayır”ın meşruluğunu ve haklılığını anlatmak gerekiyor. 
30 Mart 2017

29 Mart 2017 Çarşamba

Su tekelleri bastırdı, Bakanlık boyun eğdi


 

İzmirlinin ucuz içme suyu sağladığı su istasyonları kapatılıyor. Jeoloji Mühendisleri Odası, kapatmalara karşı dava açacak.


Su tekelleri bastırdı, Bakanlık boyun eğdi

Jeoloji Mühendisleri Odası(JMO) İzmir Şubesi mahallerdeki su istasyonlarının kapatılması kararı ile ilgili yaptığı basın toplantısında, bu durumdan yerli/yabancı su tekellerinin ve Sağlık Bakanlığı'nın sorumlu olduğunu söyledi. Oda, 31 Martta hayata geçecek olan su istasyonlarının kapatılması kararına karşı dava açacaklarını dile getirdi.
8 SU İSTASYONU KAPATILACAK
Odanın toplantı salonunda gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan JMO Şube Başkanı Alim Murathan, özellikle dar gelirli İzmirlilerin yararlandığı toplam 8 farklı yerde bulunan içme suyu dolum istasyonlarının kentliye kaliteli ve ucuz su sağladığını belirterek, Yamanlar Dağından gelen suların dağıtıldığı bu istasyonların hijyen koşullarının ve kontrollerinin İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından düzenli olarak yapıldığını aktardı. İzmir Valiliği'nin Büyükşehir Belediyesine gönderdiği yazı ile bu istasyonların kapatılmasını istediğini kaydeden Murathan, bu istasyonların İzmir halkına kaliteli ve ucuz su verdiği için kapatılmak istendiğini söyledi.
BAKANLIK SU ŞİRKETLERİNİN HAMİSİ Mİ?
"Sağlık Bakanlığı ambalajlı su satan su şirketlerin hamisi, avukatı, koruyucusu ve pazarlayıcısı mıdır?" diye soran Murathan; "İzmir’in ve ülkemizin doğal kaynak suları ulusal ve uluslararası ambalajlı su  şirketlerinin kâr hırsına kurban ediliyor. İzmir Büyükşehir Belediyesine, halka açık su istasyonlarında  güvenilir ve kaliteli su sağlansa dahi bu suyu çeşmelerden ucuz olarak değil ancak  ambalajlayarak yani piyasalaştırarak, pahalı hale getirerek satabilirsiniz deniyor. Şişelenmiş suları ancak parası olanlar alabilir, bu bağlamda da ambalajlı su, herkesin yeterli ve kaliteli miktarda suya erişiminin önünde engeldir" dedi.
AMBALAJLI SU SAĞLIKLI SU DEĞİLDİR
Ambalajlı suyun mutlak sağlıklı su olmadığını vurgulayan Murathan, " Ambalajlı şişe suyu, günümüzde küresel içecek endüstrisinde oldukça büyük bir yere sahip ve hızla büyüyen bir sektör. Türkiye’de 250’den fazla yerli ve yabancı firma ambalajlı su sektöründe pazar payını arttırmak için rekabet halinde. Pet şişe su sektöründe Coca Cola’nın Damla’yı, Pepsi’nin Aqua’yı, Nestle’nin Erikli’yi ve Danone’nin Hayat’ı satın almasıyla yabancı firmaların payı %50’ye ulaşırken, damacana su satışlarında yerli şirketlerin yüzde 70 hâkimiyeti bulunmakta. Ambalajlı suların zararlarına ilişkin kapsamlı araştırmalar yapılmakta" dedi.
İZMİRLİ MUSLUK SUYU İÇSİN
Halk Sağlığı Müdürlüklerince yapılan denetimlerde  “ambalajlı suların depolanması ve halka ulaştırma sürecinde sağlık açısından birçok olumsuzlukların tespit edildiğini kaydeden Murathan, "İzmir halkı, içme suyunu İZSU’dan sağlamalı, evlere su sağlanan çeşmeleri kullanmalıdır. İzmir halkını ucuz ve kaliteli kendi musluk -Çeşme sularını tüketmeye davet ediyoruz. Herkesin yeterli kalite ve miktarda suya erişiminin önünde engel olan, suların şişelenip satılmasına dayalı bu özelleştirme politikasına karşı durmak gerektiğini düşünüyoruz" diye konuştu.
İBB'NİN BELİRLEDİĞİ FİYAT DA ÇOK PAHALI

İzmir Büyükşehir Belediyesinin geçtiğimiz haftalarda açıkladığı su fabrikası kurarak damacana su satışına başlayacağı açıklamasındaki 19 litre ambalajlı suyun 6 TL'ye satılacağına yönelik fiyatı gazetecilerden öğrenen Murathan, "1.5 liralık suyu 6 liraya vermek doğru değil. İBB burada yanlış yapıyor. Biz oda olarak istasyonların kapatılması kararına karşı önümüzdeki günlerde dava açacağız" dedi. (İzmir/EVRENSEL)

Kuruyan Seyfe Gölü ile ilgili çalışma başlatıldı_(DHA)


200'den fazla kuş türünün yaşam alanıyken kuruyan Seyfe Gölü'nün yeniden hayat bulması için çalışma başlatıldı.

Kuruyan Seyfe Gölü ile ilgili çalışma başlatıldı

Kırşehir'in Mucur ilçesi sınırlarında bulunan ve 200'den fazla kuşun yaşam alanıyken kuruyan Seyfe Gölü'nün yeniden hayat bulması için gölün kurumasına neden olan içme ve sulama amaçlı kuyuların kapatılması kararlaştırıldı.
Bir zamanlar yaklaşık 15 kilometre alanı kapsayan Seyfe Gölü, kenarında bilinçsizce açılan içme ve sulama amaçlı kuyular nedeniyle toz gölüne dönüşürken çevresinde bulunan 17 köy de kuraklıkla karşı karşıya kalmıştı. Seyfe Gölü Koruma Derneği Başkanı Mustafa Yavuz'un bir süre önce Kırşehir Valiliği ve Mucur Belediye Başkanlığı'na noter aracılığı ile gölden su çekilmesinin durdurulması için ihtarname de çekmişti. DSİ Genel Müdürlüğü 12. Bölge Müdürlüğü, gölün kurumasına neden olan Seyfe Gölü kenarında açılan su kuyuları hakkında, "Göl kenarında açılan tüm içme ve sulama amaçlı kuyular kapanacak" kararı aldı.
 
Seyfe Gölü Koruma Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, "Seyfe Gölü kenarında ve içinde yaşam savaşı veren tüm canlılar için müjdeli bir haber. Umarım yetkiler kısa zamanda kararı uygulayarak Seyfe Gölü kuş cennetini yeniden hayata kazandırmanın mutluluğunu hep birlikte yaşarız" dedi.
 
Son 10 yıldır kuş cenneti Seyfe Gölü'nün kurumaması için çırpındığını belirten emekli öğretmen, Seyfe Gölü Koruma Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, müjdeli haberin Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na bağlı DSİ Genel Müdürlüğü 12. Bölge Müdürlüğü'nden geldiğini söyledi. Gelen açıklamada, "İlgi ekindeki dilekçe ile Seyfe Gölü pınarlarının Mucur ilçesi içme suyu derin kuyu pompaları sebebiyle kurulduğu belirtilmiş olup, kuyuların kapatılarak ve yeni kuyuların açılmasına izin verilmemesi ile gölün kurtarılması talep edilmektedir. Seyfe Kapalı Alt Havzası'nda 1049 nolu içme suyu kuyusu ruhsatı iptal edilmiştir. Kapatma işlemlerinin Kırşehir Valiliği veya kaymakamlık vasıtasıyla yaptırılması gerekmektedir. Ayrıca söz konusu alt havzada yeni derin kuyu ruhsatı verilmemektedir' denildi.
 

Dernek Başkanı Yavuz, "Bu belge uygulandığında göl içinde ve kenarında yaşayan tüm canlılar için sevindirici bir haber" dedi. Yavuz, son üç yıldır gölün kuruması ile bölgede doğal dengenin bozulduğuna dikkat çekerek, "Kuruyan gölden kalkan toz bulutları bitki örtülerine zarar vermeye başladı. Bölgede yaşam savaşı veren ve üreyen 200'e yakın kaçan yaban kuşları canlarını kurtardı, kaçamayanlar ise telef oldu gitti. Gölün doğal güzellikleri yok oldu. Ne yazık ki gözümüz gibi koruyacağımız gölümüzü bürokratik nedenlerle koruyamadık. Gölü besleyen yüksek debide kuyulardan çekilen sular tekrar göle verilmeye başlanırsa, göl az da olsa canlanır, bölgede yaşam bulan göçmen kuşlar tekrar yaşam alanlarına döner" dedi. (DHA)

28 Mart 2017 Salı

Termik santral için mahkeme kararı çöpe atıldı

İzmir Aliağa'da üç yıldır faaliyette bulunan İzdemir Termik Santralinin ÇED olumlu raporunun iptal edilmesinin ardından yeni ÇED raporu çıkarıldı.
Özer AKDEMİR
İzmir

Termik santral için mahkeme kararı çöpe atıldı
Aliağa ilçesi yakınlarında üç yıldır faaliyette olan İzdemir Termik Santralinin ÇED raporunun mahkemece iptal edilmesinin ardından santrale mühür vurulması beklenirken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığından jet hızıyla yeni ÇED raporu çıkardı. Mahkeme kararının 21 Şubat 2017 tarihinde Bakanlığa tebliğ edilmesinden sonra, iki hafta içinde yeni bir ÇED raporu hazırlandı ve bakanlık İnceleme Değerlendirme Komisyonu'nda uygun bulundu. 22 Mart tarihinde de tüm itirazlara rağmen “ÇED olumlu” kararı verildi.
Bergama, Kışladağ, Efemçukuru Altın Madenleri davalarından, Allianoi'in sular altında kalmaması için verilen mücadeleye, Gaziemir nükleer atıklarından, Aliağa-Foça arasındaki termik santraline kadar  onlarca çevre davasında yaşam savunucularının avukatlığını yapan EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Avukat Arif Ali Cangı, İzdemir Termik Santrali ÇED Raporu sürecindeki şaşkınlığını  “Siz bu kadar hızlı bir ÇED izni sürecine tanık oldunuz mu? Ben olmadım!" sözleriyle anlattı.
DEMİRCİ DÜKKANI AÇILMAYACAK YERE TERMİK SANTRAL
Aliağa-Foça arasındaki demir çelik fabrikaları, haddehaneler, petro-kimya tesisleri, gübre sanayi, gemi söküm gibi birçok ağır sanayi kuruluşları tarafından kirletilen bölgede yapılan termik santrale karşı açılan davanın süreci de aslında ülkedeki hukukun nasıl işlediğine örnek niteliğinde. Bilim insanlarının, "Havası, suyu, toprağı, denizi kirlendi. Buraya, bırakın demirçelik fabrikasını, termik santrali, demirci dükkanı bile açılmamalı " dediği bir bölgede yapılan termik santral daha proje aşamasından itibaren yöre halkının ve İzmirlilerin tepkisine neden oldu. 27 yıl önce, örnek bir direniş göstererek termik santral girişimini püskürten yöre halkı, bir anda 7 yeni termik santral projesine karşı yeniden mücadeleye başlamak durumunda kaldı. İzdemir'in termik santraline karşı Menemen Belediyesi'nin yanı sıra yöredeki ziraat odaları,  çeşitli dernekler ve EGEÇEP de dava açtı. Bu davalar devam ederken, bir taraftan da termik santralin inşaat çalışmaları hızla tamamlandı. Şirket, yaklaşık 3 yıl önce, inşaat çalışmasının hemen bitiminde de İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden alması gereken Gayri Sıhhi Müessese İzin belgesini bile almaya gerek görmeden üretime başladı.
MAHKEME 'DUR' DEDİ AMA
Tarım alanlarının üzerine, birçok antik kentin tam ortasına, uluslararası koruma statüleri olan tarihi ve kentsel sit alanlarına komşu bir konumda bulunan, bilirkişi raporlarıyla ÇED dosyasındaki birçok eksikliğin ortaya konduğu İzdemir-II termik santral projesinin 2010 yılında verilen “ÇED olumlu raporu” geçtiğimiz yıl Aralık ayında mahkemece iptal edildi. Mahkemenin kararı Bakanlığa 21 Şubat 2017 tarihinde tebliğ edildi. Yürürlükteki yasalar ve Anayasa gereği mahkeme kararına uyularak 30 gün içerisinde termik santralin mühürlenmesi gerekiyordu. Ancak öyle olmadı!
‘BÖLGEDE YAŞAYANLARLA ALAY EDİYORLAR’
2009/7 sayılı genelgeye dayanılarak santral için yeni bir ÇED süreci başlatıldı. Bir iki gün içinde yeni ÇED raporu hazırlandı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına sunuldu. Bakanlık İnceleme Değerlendirme Komisyonu'nda 6 Mart 2017 tarihinde yapılan toplantıya katılan EGEÇEP ve FOÇEP temsilcilerinin santralle ilgili itirazları ve buna dayanak olan bilimsel raporları aktarmalarının hiçbir işe yaramadığı ertesi gün ÇED Raporu'nun uygun bulunduğunun açıklanması ile ortaya çıktı. Duyurulan “Nihai ÇED Raporu” için 10 günlük itiraz süresi içinde EGEÇEP, İzmirliler ve yaşam savunucularının Bakanlığa yüzlerce itiraz dilekçesi göndermesi de fayda etmedi. Mahkeme kararı gereği en geç 23 Mart’ta termik santrali kapatması gereken Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 22 Mart’ta santrale yeniden ÇED olumlu kararı verdiğini duyurdu.
Bu baş döndürücü süreci yorumlayan Av. Cangı, Bakanlığın mahkeme kararını yok saydığını dile getirdi. Cangı, "Çevre Bakanlığı ve  şirket el ele vererek Aliağa’da mahkeme kararını çöpe attılar! Aliağa’nın, Foça’nın, Menemen’in Karaburun’un, İzmir’in sağlığını umursamıyor, bölgede yaşayan herkesle alay ediyorlar. Bu gidişe dur demek gerekiyor.
Bakanlık ile şirketin el ele yarattıkları hukuksuzluklara karşı direnmeye, yaşamı savunmaya devam etmeliyiz"  diye konuştu.
28 Mart 2017

Bergama’da ‘Anayasa değişikliği ve çevre’ konuşuldu

Bergama'da EGEÇEP ve Bergama Çevre Platformu öncülüğünde 'Anayasa Değişikliği ve Çevre' konulu panel düzenlendi.

28 Mart 2017

Bergama’da ‘Anayasa değişikliği ve çevre’ konuşuldu

İzmir’in Bergama ilçesinde, Ege Çevre Platformu (EGEÇEP) ile Bergama Çevre Platformu öncülüğünde, “Anayasa Değişikliği ve Çevre” konulu panel düzenlendi. Panel öncesi EGEÇEP ve Bergama Çevre Platformu üyeleri toplu olarak Bergama pazarında anayasa değişikliğini anlatan 'hayır' bildirileri dağıtarak, pazara gelen köylülerle sohbet ettiler.. 
'BERGAMA EKOLOJİ HAREKETİNİN MİLADI'
Bergama Belediyesi Haluk Elbe Konferans Salonu’nda gerçekleşen etkinliğin moderatörlüğünü Bergama Çevre Platformu sözcüsü Erol Engel yaptı. Panelde ilk olarak gazeteci-yazar Özer Akdemir’in “Bergama Çevre Hareketi ve Türkiye’de ki çevre mücadeleleri” konulu belgesel filmi ile slayt gösterimi izlendi.
Akdemir konuşmasında, "Bir ülkede iktidar emekçilerden ve demokrasiden yana değilse o ülkenin zenginlikleri başa beladan başka bir şey getirmiyor. Toprakları ellerinden alınan, kirletilen, geçim derdi ile baş başa bırakılan halkın olduğu bir ülkede yaşam alanlarını ele geçirmek daha da kolay oluyor” dedi. Hiçbir soruşturma ya da mahkeme kararı olmamasına rağmen, iktidarın politikalarına muhalif yayın yaptığı için KHK ile kapatılan Hayatın sesi Televizyonunda uzun yıllar çevre programı yaptığını aktaran Akdemir, " Bergama Köylü Hareketi Türkiye ekoloji hareketinde bir milattır. 16 Nisan'da yapılacak Anayasa Referandumunda çıkacak "hayır", hukukun, iş güvencesinin, ekolojik yıkımın, doğa talanının, en temel demokratik hakların ortadan kaldırıldığı bir dayatmaya karşı milat olacaktır" dedi.
'ANGELİNA JOLİE DE BAŞKAN OLABİLİR Mİ?'
Avukat Kerem Dikmen "Anayasa paketi ve referandum yaşamımızda neler değiştirecek" başlıklı sunumunda değişiklik maddelerinin neler getireceğinin yanı sıra, kendi gözlemlerini de aktardı. Dikmen, “Bizler İzmir’de baroya bağlı 30 avukat arkadaşım ile birlikte köy köy gezerek yeni anayasa değişikliğini anlatıyoruz. Gezdiğimiz köylerde vatandaşlarımın hayır oyu verirlerse bunun bir suç gibi lanse edilmesi algısıyla karşılaşıyoruz” dedi. Bir izleyicinin "Angelina Jolie de başkan olabilecek mi?" sorusu gülüşmelere yol açarken, Dikmen'in yanıtı ise daha da ilginçti; "Değişiklik böyle geçerse Cumhurbaşkanı yabancı birisine bir günde vatandaşlık verip, ertesi gün başkan yardımcısı ilan etmemesi için hiçbir neden yok. Yurtdışına gittiğinde bu kişi başkanın yetkilerine sahip olabilir. Ayrıca cezaevindeki bir mahkumu da affedip aynı şekilde başkan yardımcısı yapabilir".
'DOĞA VE GELECEĞE KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ VAR'
EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Avukat Arif Ali Cangı ise yeni anayasa değişikliği konusuna değinerek; “Anayasa değişikliği referandumuna 20 gün kaldı. Bu iş hafife alınacak bir şey değil çocuklarımız, ülkemiz, doğa ve dünyanın geleceği için sorumluluklarımız var. Anayasa değişikliğinin özünü cumhurbaşkanlığı kurumunda yapılan değişiklikler, cumhurbaşkanında pek çok yetkinin toplanması oluşturuyor. Karar vermemiz gereken şey, kim olursa olsun tek bir kişinin bu kadar önemli atama yetkilerine sahip olmasına, ülkeyi savaşa sürükleyebilecek milli güvenlik politikalarını belirlemesine, kararnamelerle ve yönetmeliklerle ülkeyi tek başına yönetmesine ne diyeceğimiz?” dedi.
'YENİ ANAYASAYI KİM YAZDI BELLİ DEĞİL'
Panelin son konuşmacısı Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ise Bergama’da yaşanan çevre kararlarında yaşanan haksızlıklara değindi. Yeni anayasa teklifinin kim ya da kimler tarafından hazırlandığının belli olmadığını söyleyen Gönenç "Ülke normal bir süreçten geçse bugün burada başka şeyler konuşurduk. Burada hepimizi kaygılandıran durum, bir kişiye inanılmaz yetkiler verilmesi" dedi. (İzmir/EVRENSEL)

26 Mart 2017 Pazar

Ömrümüz sular gibi…

'Bunun içindeki su bizim her şeyimiz. Buralara tutunma sebebimiz. Yaşam kaynağımız dedi.'
Özer AKDEMİR
Ömrümüz sular gibi…
Tepenin yamacından aşağısına doğru uzanıyordu boru. Bilek kalınlığındaydı. Kara bir yılana benziyordu. Bazı yerde çamların gölgelediği toprağa giriyor, 10 metre sonra tekrar dışarı çıkıp aşağıya kıvrılarak akıp gidiyordu. 
Ödemiş’in Horzum Alayaka köyü muhtarı Erol Adıgüzel ayağıyla bastı borunun üzerine; “Bunun içindeki su bizim her şeyimiz. Buralara tutunma sebebimiz. Yaşam kaynağımız” dedi. “Hayvancılık yapıyoruz. Kestane, ceviz, elma... Bu sularla suluyoruz bahçelerimizi, bağımızı. Köye de buradan gidiyor su. Bu kadarcık su sadece bizi değil bu dağdaki domuzun, tilkinin, kirpinin, yılkı atların da yaşam kaynağı. İşte bu suları istiyorlar bizden!”
Sırtını iktidara dayamış bir şirket Bozdağların güney yamacındaki köylerin sularına 30 yıllığına gelip konmuş. Binlerce yıldır yatağında usul usul akan, ağacı, meyveyi, çiçeği, kurdu, kuşu, dağın yamacına serpilmiş köylerdeki insanları besleyen suları “artık bu su benim” diyerek  borularla bir depoya akıtıyordu. Oradan şişeleyip satacaktı. Bozdağın bağrında yaşayanların ne yiyip içeceği, neyle geçineceği, köylünün kestanesini, cevizini neyle sulayacağı hiç önemli değildi şirket için. O suyla kaç şişe doldurduğuna, o gün kaç lira kazandığına bakacaktı. Gerisinin hiçbir önemi yoktu...
“Yağma yok” dedi Fadime Başkurt. Elini beline götürmüş, başını dikleştirmiş, gözleriyle meydan okuyordu. Ümmü Girgin mavi çiçekli eşarbını düzeltip konuştu. “Bizim çocuklarımız var. İki tane. İkisini de okutuyorum. Sadece hayvanlarımızla, kestaneliğimizle. Başka bir şeyimiz yok. Kestane ağaçlarımız kurudu. Su olmayınca hayat olur mu?” dedi. 
Alayaka köyünde, kadın-erkek, çoluk çocuk, işleri güçleri bırakıp toplanmışlardı ilkokulun önüne. Kadınlar, okulun kapısında biriken erkeklerden biraz uzakta duruyorlardı. Eşarplarının ucuyla ağızlarını örterek konuşuyorlardı ama hepsinin gözlerinde aynı kararlılık okunuyordu. Her an avına atlamaya hazırlanan bir atmaca gibiydiler. Konuşmaların ardından, tek sıra olup yürüdüler köyün çıkışına doğru. Sloganlara öfkeli sözler karışıyordu; “Gelsinler bakalım sularımızı almaya. Sonuna kadar direneceğiz, vermeyeceğiz. Hayvanlarımız, arılarımız, meyvelerimiz var. Çocuklarımız var, geriden gelen. Su bizim ömrümüz. Ömrümüz sular gibi…”
***
Rize Fındıklı’da, Arılı Deresi boyunda durdurdular arabamızı. İki genç, aracın içindekilere baktılar, şüpheci, meraklı, biraz öfkeli. Kafasını uzatıp “Biziz gençler” dedi Çevre Platformu Sözcüsü Hüseyin Acar, “yabancı değil”. Yayla yolunda gün aşırı motosikletle devriye gezen gençlerin yüzü ışıdı. “Tamamdır Hüseyin abi, asayiş berkemal” deyip gülerek uzaklaştılar motosikletleriyle. 
Az ötede, çam ağacının tepesine bal kovanlarını koyan arıcı Yaşar’a, çamın gövdesine iki metre yükseğe kadar sardıkları metal levhaların ne olduklarını sordum gülerek; “Bunlarda mı HES’ciler için?” 
“Yok” dedi sertçe, “Ayılar için bunlar. Ağaca tırmanıp balı yemesinler diye. Ha bu ayılara kurban olsun HES’ciler. Ayılar buranın gerçek sahibi. Biz onların konuklarıyız. Yine de ekmek derdi, geçim belası. Ballarımızı ayılardan korumak zorundayız. HES’ciler kimin nesi peki? Ne ayının, ne arının, ne çamın dostu onlar. Bu Arılı deresini, bu Çağlayan deresini HES’le dizginledi mi ne arı olur buralarda, ne ayı artık”. 
Bastonuna dayanıp ağız dolusu gülüşüyle bizi buyur eden nene dedi ki; “Gelin uşaklar karayemiş yiyin, fındık, ceviz, bal...” Aşağıda, sık çamların ötesinden sesi gelen, orman güllerinin içinden ucu görünen ırmağı gösterdi. “Yaşım 70’i geçti. Bu derenin kıyısında doğdum, büyüdüm. Gelin oldum. Çocuklarımı bu derenin sularıyla yıkadım. Balığımı verdi dere, suyumu, neşemi. Çok göz yaşımı akıttım bu sulara, alın terimle karıştı dere. Şimdi diyorlar ki ‘dere sizin neyinize. Biz derenizi alacağız. Sen istersen öl! Senden bize ne ki’! Dere bizim kanımız, dere bizim canımız, dere bizim alın terimiz?” Bastonunu, az ötede yolun kenarına park edip olan biteni gözleyen jandarma minibüsüne uzatarak; “Bu devlet işi değil. Bizi ezen insanlar var, sırtımızdan kazananlar. Fakirler ölsün, zenginler yürüsün. Böyle bir dava var midur?”
***
“Buradan taş yuvarlansa Fırat’a düşer” dedi avukat Mehmet. Erzincan İliç’te, Çöpler köyünün yamacındaydık. Tam karşımızda, Fırat’ın en büyük kollarından Karasu’ya 400-500 metre uzaktaki altın madeninin işletmeleri vardı. Sabahın erken bir saatinde, işçilerin gündüz mesaisinden önce gitmiştik, dikkat çekmeyelim diye. Madenin siyanürlü tesislerini tam karşıdan gören tepede havayı şüpheli şüpheli kokladı TMMOB yönetim kurulu üyesi Cemalettin Küçük; “Bakın işte! Acı badem kokusu” dedi. “Hidrojen siyanür var havada. Hemen gidelim buradan”...
***
Kayseri-Nevşehir il sınırının tam üzerindeydi Himmetdede altın madeni. Kıvrıla kıvrıla yeri delen açık ocak Nevşehir sınırları içerisinde, siyanürlü liç alanı Kayseri tarafında kalıyordu. Erdemler Un Fabrikası’nı altın madenin tesislerinden sadece bir tel örgü ayırıyordu. Fabrika ile maden işletmeleri arasındaki mesafe “sıfır”, siyanürün kullanıldığı liç alanı arasındaki uzaklık ise 30-40 metre kadardı. “Çok su lazım bunlara, nerden alıyorlar?” sorusuna “yeraltından” diye yanıt verdi Mustafa Erdem. “Onlarca kuyuları var arazide. Saatte 216 bin litre su çekiyorlar yeraltından”. Madenin bir saatte çektiği su günlük 108 bin insanın içme suyuna eşitti! 
Tek damla suyun hesabının yapıldığı bozkırda, dağdaki alıç ağacı, güneşin alnında pişen kenger, tarladaki buğday sapları, yol kenarında biten çakır dikenler susuzluktan kırılırken altın madeni bütün sularını çekip zehirliyordu!

“Ömrümüz sular gibi, ömrümüz rüzgar gibi, ömrümüz dağlar gibi, geçti ömrümüz”...
26 Mart 2017

24 Mart 2017 Cuma

SİT alanlarını talana açan ilke kararlarına dava açıldı

 24 Mart 2017
TBB ve EGEÇEP resmi gazetede yayınlanan "Doğal Sitler Koruma ve Kullanma Koşullarına İlişkin İlke Kararı"nın iptali için dava açtı
Özer AKDEMİR
İzmir
SİT alanlarını talana açan ilke kararlarına dava açıldı

Türkiye Barolar Birliği (TBB) ve EGEÇEP 25.01.2017 günlü resmi gazetede yayınlanan "Doğal Sitler Koruma ve Kullanma Koşullarına İlişkin İlke Kararı"nın iptali için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine dava açtılar. İlke kararının normlar hiyerarşisine ve daha önce çıkarılan yasa ve yönetmeliklere aykırılıklar taşıdığını belirten TBB ve EGEÇEP kararın yürütmesinin durdurulmasını ve iptalini istediler.
AYNI İÇERİKLİ İKİ İLKE KARARI
AKP Hükümeti 25 Ocak 2017 tarihindeki Resmi Gazete'de ardı ardına üç ilke kararı yayınladı  
- 99 Sayılı karar "Doğal Sit Alanları Koruma ve Kullanma Koşulları İlke Kararı"
- 98 sayılı karar "Doğal Sit Alanlarında Rüzgar Enerjisi Santralleri İlke Kararı"
-100 sayılı karar "Doğal Sit Alanlarında Güneş Enerjisi Santralleri İlke Kararı"
TBB adına Av. Ömer Erlat ve EGEÇEP adına Av. Erol Çiçek imzası ile Danıştay Başkanlığına gönderilen dava dilekçesinde Ocak 2017 tarihinde çıkarılan Doğal Sit Alanları Koruma ve Kullanma Koşullarına ilişkin 99 Sayılı ilke kararı ile 2007/728 sayılı ilke kararının aynı içerikte olduğunun altı çizildi. Bu aynı konuda eşit norm statüsünde iki ayrı düzenlemenin olduğu anlamına geliyor.
1. DERECE DOĞAL SİT ALANLARI RES'LERE AÇILDI
TTB Çevre ve Kent Komisyonu Sekreteri Av. Ömer Erlat, Doğal sitlerin koruma ve kullanma koşullarının zaten 2007/728 sayılı ilke kararı ile belli olduğunu kaydederek "Ancak, ilk kez Rüzgar ve Güneş Enerji Santralleri için bir ilke kararı yayınlanıyor. Birinci ve  asıl yenilik burada. Bunun önemi şu;  Artık doğal sit alanlarının enerji santrallerinin kullanımı için sadece enerjiye mahsus “özel” düzenlemeler yapılıyor. Eskiden genel düzenlemeler içinde yer alırdı" dedi. 98 Sayılı Rüzgar santralleri ilke kararı "Kesin Korunacak Doğal Sit" (Önceki tabiri ile 1.Derece Doğal Sit) alanlarında "Bilimsel Rapor" alınarak RES'lerin yapılabileceğini, mevcutlarının da kapasitesinin artırılabileceğini düzenlediğini aktaran Erlat, "Aslında bu "Bilimsel Rapor" ların ne olduğu ve nasıl da alınabildiği herkesçe malum. Sözün özü, yeni düzenleme ile 1. Derece Doğal Sitler RES'lere açılıyor. Her nasılsa daha önce 1. Derece Doğal Sitlerde yapılmış RS'lere meşruluk kazandırılıyor ve kapasitelerini de artırmalarına imkan tanınıyor" dedi.  
KEYFE KEDER İLKELER
 Doğal Sit Alanları Koruma ve Kullanma Koşulları İlke Kararı ile 1. Derece Doğal Sitlerin "Devletin Güvenlik ve Emniyeti" sebebiyle yapılaşmaya ve kullanıma açıldığını ifade eden Erdlat, "Devletin Güvenlik ve Emniyeti" kavramı tanımlanmamış, bu kavram muğlak. Artık bürokrasi "Devletin Güvenlik ve Emniyeti" gerekçesini nasıl yorumlarsa 1.Derece Doğal Sitler de ona göre kullanılacak" diye konuştu. İlke kararı ile "Ruhsatlı sayılan Yapılar"ın 1. Derece Doğal Sit Alanlarında varlıklarını sürdüreceğinin hüküm altına alındığını belirten Erlat, "Ben "Ruhsatlı Sayılan Yapılar" kavramı ile neyi tanımladıklarını anlayamadım. . Önceki ilke kararında bunlar için "tasfiye" öngörülmüş iken şimdi izin veriliyor. 
Doğal Sitlerde, bir şekilde kaçak, yasadışı, izinsiz yapılmış yapılara meşruiyet kazandıracaklarından şüpheliyim" dedi. 
DAHA ÇOK TAŞ OCAĞI, DAHA AZ ORMAN VE BİTKİ
Erlat, daha önceden 2. Derece doğal sit alanlarındaki orman alanlarından ağaç kesimine izin verilmezken yeni ilke kararı ile ağaç kesimine izin verildiğinin de altını çizdi.
3. derece doğal sit alanlarının daha önce sadece "konut kullanımına da açılabilecek alanlar" olarak tanımlanmış iken yeni ilke kararı ile bu kullanımın "düşük yoğunlukta faaliyetler, turizm ve yerleşimler" olarak hayli genişletildiğine işaret eden Erlat, "Düşük yoğunlukta faaliyet kavramı ile neyin anlatılmak istendiği de tamamen belirsiz. İhtiyaç neyi gerektiriyorsa ona göre anlaşılacak gibi görünüyor" dedi. Erlat ayrıca 3. Derece doğal sit alanlarının daha önce sanayi tesislerine kapalı iken yeni ilke kararı ile buralarda "Sanayi Tesisi" yapılmasına da izin çıktığına dikkat çekti. Erlat "Görüldüğü gibi temel amaç,  Doğal sit alanlarında; daha çok imar-inşaat, daha çok enerji santrali, daha çok sanayi tesisi, daha çok taş ocağı, daha az ağaç, daha az bitki örtüsü, daha az flora ve fauna" diye konuştu.
TELEFERİKTE KAMUSAL YARAR NE?
TBB ve EGEÇEP'in dava dilekçesindeki itirazlar arasında ilke kararı B-Nitelikli Doğal Koruma Alanlarında teknik altyapı hizmetleri olan telefon hattı, GSM baz istasyonu, teleferik, telesiyej gibi uygulamalarının yapılabilmesi var. Dava dilekçesinde “teleferik, telesiyej  gibi” uygulamalar koruma ilkelerine aykırı olduğu gibi kamusal yarar da taşımadığı itirazı yapıldı.
ENDÜSTRİYEL TARIMA AÇIK KAPI
 İlke kararının bu alanlarda Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu izniyle; örtü altı tarım, kültür balıkçılığı ve entegre tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin yapılabileceğine ilişkin düzenlemeye de itiraz edildi. Örtü altı tarım ve entegre faaliyetlerinde, yoğun kimyasal gübre ve ilaç kullanımı söz konusu olduğuna dikkat çekilen dava dilekçesinde "bunlar endüstriyel tarım faaliyetlerine girmektedir. Hiçbir alansal sınırlama, yoğunluk ile gübre ve ilaç sınırlamasına tabi olmadan ölçüsüz ve sınırsız faaliyete izin veren “Örtü altı tarım, kültür balıkçılığı ve entegre tarım ve hayvancılık faaliyetlerine yapılabileceğine”  ibaresinin tümü hukuka aykırıdır ve iptali gerekir" denildi.
KORUNAN ALANDA AKARYAKIT İSTASYONU, ÇÖP TESİSİ!
Dava dilekçesinde Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu izniyle;  katı atık düzenli depolama tesisi, atık su arıtma tesisi, akaryakıt istasyonu ve sanayi tesisleri uygulamaların yapılabileceğine ifadesinin de hukuka aykırı olduğu dile getirildi. Ayrıca ilke kararının Danıştay kararlarıyla da uyuşmadığına dikkat çekildi. 

Dava dilekçesinde "yasa veya en azından yönetmelikle düzenlenmesi gereken konuların ilke kararı gibi düzenleyici işlemler kategorisinde bile yer almayan bir düzenlemeyle yapılmış olması ilke kararının tümünün yürütmesinin durdurulmasını ve  iptalini" gerektirir denildi. (İzmir/EVRENSEL)

Ekoloji örgütleri köylerde referandum çalışmasında

EGEÇEP bileşenlerinden Yeni Foça Forumu, referandum öncesi başlattıkları çalışmaları Ilıpınar Köyü'nde sürdürüyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
24 Mart 2017
Ekoloji örgütleri köylerde  referandum çalışmasında
Ülkedeki ekoloji hareketleri Anayasa değişikliği referandumu çalışmalarında ‘hayır’ oyu verilmesine dönük birçok açıklama yaptı. Ülkenin dört bir yanındaki yaşam savunucuları mücadele ettikleri alanlarda yaptıkları ‘hayır’ çalışması ile referandum sürecine aktif olarak katılıyorlar.
KÖYLERDE REFERANDUM ÇALIŞMASI
Bunlardan birisi de EGEÇEP bileşenlerinden Yeni Foça Forumu. Aliağa, Foça, Yeni Foça arasındaki dağ gibi biriken çevre sorunlarına karşı mücadele yürüten Yeni Foça Forumu, her hafta bir köye giderek hem yerel çevre sorunları hem de yaklaşan referandumla ilgili çalışma yürütüyor. Geçtiğimiz günlerde demir çelik fabrikaları ve termik santrallerin atıklarının depolandığı bölgeye yakın bir konumda olan Ilıpınar Köyüne giden forum üyeleri köyde kapı kapı gezerek referandum çalışması ve çevre sorunları ile ilgili köylülerle buluştu. Evrensel'e köyde yaptıkları çalışmayı anlatan forum üyeleri, köy evlerini teker teker dolaşarak bir gün sonra köy kahvesinde yapacakları toplantıya çağırdıklarını aktardılar. 
MEYVELİ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ SUNUMU
Ertesi günkü köy kahvesindeki toplantıdan önce manava uğrayarak değişik meyveler aldıklarını belirten forum üyeleri bu meyvelerle yaptıkları Anayasa değişikliği mizanseninin köylülerce ilgiyle karşılandığını aktardı.  Forum üyeleri bu çalışmayı şu şekilde aktardılar: “Canan arkadaşımız Anayasa maddelerindeki değişiklikleri anlatmak üzere söz aldı. Masanın üzerinde bulunan tepsilerde çeşit çeşit meyvelerle bir de boş tepsi bulunuyordu. Öncelikle kadın konuklarımızdan birini ‘pozitif ayrımcılıkla’ cumhurbaşkanı seçti. Sonra boş tepsiyi kendisine verdi. ‘Şimdi birer birer yetkilerini sana vereceğiz’ diyerek saydığı her yetki için farklı bir meyveyi boş tepsiye koymaya başladı. Boş tepsi meyvelerle dolmaya başlarken meclisi temsil eden tepsi birer birer boşalıyordu. Son maddeye gelindiğinde meclis tepsisinde sadece kanun yapma yetkisini temsil eden bir hıyar kalmıştı. Oysa kadın cumhurbaşkanımızın tepsisi rengarenk meyvelerle dolmuştu.”
‘KİRLİLİKTEN BIKIP USANDIK’
Forum üyeleri köy kahvesindeki çalışmayı şu şekilde aktardı: “Açılış konuşmasını Fırat Korkmaz arkadaşımız yaptı. Konuşmasında İDÇ Termik Santralinin ÇED iptal davasının kazanıldığını ama işletmenin hızla yeni ÇED başvurusunda bulunduğunu, buna karşı da gerekli çalışmanın yapılacağını aktardı. Köye yakın cüruf sahası içinde yapılması planlanan atık yakma ve enerji elde etme projesinin bölgemiz için yeni bir kirletici olacağını, bu nedenle iptali için dava açılması gerektiğini, bu konuda hep birlikte çalışmamız gerektiğini söylediğimizde, kirlilikten bıkıp usandıklarını belirten sesler yükseldi.”
‘ÇEVRE SORUNU TAMAM AMA SİYASET YAPMASANIZ?’
Bir forum üyesinin Anayasa değişikliğinin çevreyi korumaya da izin vermeyeceği, vatandaşın elindeki hakları alacağı yönündeki sözlerine köylülerden birisinden “Her türlü çevre eyleminde yanımızda olurum, maddi manevi her türlü yardıma hazırım ama Anayasa değişikliği konusunu siyasi bir konu olarak buraya getirmeyin” uyarısı gelmiş. Forum üyeleri de “Çevre konusu siyasetten ayrı düşünülemez. Şu anda kazanılmış davalar ‘evet’ çıkması sonucunda, hiç bir zaman kazanılamayacak ve bu yüzden yaşam alanlarımızı hiç koruyamayacağımız” yanıtını vermiş.
‘BİR DAHA Kİ TOPLANTIYI BİZİM EVDE YAPALIM’
Daha sonra toplantının başlangıcında ‘siyasete girmeyelim’ diyen köylü söz alarak; “Bugüne kadar ülke zaten kötü yönetiliyordu. ‘Evet’ çıkarsa daha da kötü olur” diyerek görüşünü belirtmiş. Toplantıdan tam da istedikleri sorucu aldıklarını ve köylülerle birlikte anayasa değişikliğini tartıştıklarını belirten Yeni Foça Forum üyeleri toplantıyı da ilginç bir biçimde bitirmişler;  “Cumhurbaşkanı yetkilerini temsil eden meyveleri konuklarımıza ikram ederek hep birlikte yedik. Bu arada daha sıcak bir sohbet başladı. Kadın konuklarımızın her biri, bir sonraki toplantıyı kendi evlerinde yapabileceğimizi, her türlü yardıma hazır olduklarını söylediler.”  Yeni Foça Forumun yerel çevre sorunları ve Anayasa değişikliği konulu referandum ile ilgili saha çalışmalarının ikinci durağı Yeni Bağarası köyü oldu. Forum üyeleri burada da köylülerle oldukça verimli bir toplantı gerçekleştirdiklerini aktardı. 

23 Mart 2017 Perşembe

Bunun adı ‘RES’men kıyak!

Bakanlık Karaburun'da kurulu RES'ler için mahkeme kararının 'arkasından dolanarak' RES'çi şirkete resmen 'kıyak geçti'.
Özer AKDEMİR
İzmir
23 Mart 2017

Karaburun’da Rüzgar Enerji Santralleri (RES) ile ilgili hukuksuzluklar yeni bir boyut kazandı. RES’ci şirketin ÇED izni aldığı 47 RES’lik kapasite artışı projesinin ÇED izni, mahkeme ve bilirkişi süreci devam ederken direklerin yerini değiştirdiği gerekçesiyle mahkemece iptal edilmişti. Bakanlık, “mahkeme kararlarının arkadan dolanılması yasası” da denilen 2009/7 genelgesini dayanak göstererek RES’ci şirkete bir kıyak daha yaptı. RES’ci şirket, yerlerini değiştirdiği direkler için yeni bir ÇED ve halkın katılımı toplantısı yapmadan işlerini yürütebilecek.
Bunun adı ‘RES’men kıyak!
ENERJİ BAKANLIĞI VETOSU
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı dışında bütün devlet kurumlarının “Özel Çevre koruma alanı ilan edilsin” dedikleri Karaburun son yıllarda RES’lere karşı mücadele ediyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün “…Karaburun Yarımadası, ekosistem ile biyolojik çeşitliliğin korunmasını ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığıyla ve gelecek nesillere aktarılabilmesi açısından mutlaka Özel Çevre Koruma Alanı (ÖÇK) olarak ilan edilmesi gereken ulusal ve uluslararası açıdan önemli bir yarımada...” olarak tanımladığı yarımada, rüzgar potansiyeli nedeniyle Enerji Bakanlığı’ndan ÖÇK konusunda veto yemiş durumda. Lodos AŞ adlı şirket Karaburun’un % 61’inde (252 km²) 166 türbin kurmayı hedefliyor. Şirketin bu hedefi için var olan RES tribünlerine 47 ilave türbinlik kapasite artırımına ilişkin ÇED Olumlu Kararı Karaburunluların açtığı dava sonrası İzmir 6. İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Mahkeme iptal gerekçesinde ÇED Olumlu Kararı verildikten sonra, Lodos A.Ş’nin  üretim lisansında tadilata giderek kapasite artışına konu 47 türbinin tamamını projede  belirtilen koordinatlar dışında konumlandırarak, RES sahası ve etki alanının değiştirmiş olmasını göstermişti. Mahkeme, projenin son durumuna göre, yeniden proje tanıtım dosyası hazırlanarak çevresel etki değerlendirmesi sürecinin başlatılması gerektiği sonucuna varmıştı.
DİREKLERİN YERİ DEĞİŞTİ AMA…
Karaburunluların sevinçle karşıladığı bu mahkeme kararı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı web sayfasında yayınlanan bir ilanın ardından yerini üzüntüye bıraktı. Bakanlık şirketin kapasite artırımı projesi için, mahkeme kararını görmezden gelerek yeni ÇED süreci başlatmak yerine, 2009/7 Genelgesi uyarınca Ankara’da İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı yapılacağını ilan etti. Duyuruda, şirketin bu toplantı öncesi “türbin revizyonunu kapsayacak şekilde revize ÇED Raporu” hazırlanmasının yeterli olacağı dile getirildi. Böylece RES’ci şirket yeni ÇED raporu hazırlamak “külfeti” dışında “Halkın Katılımı Toplantısı”gibi bir “formalite”den de kurtarılmış oldu. Karaburunluların avukatlarının bile mahkeme sürecinde öğrendiği RES direkleri yer değişikliğinin çevresel etkilerini inceleme gereği bile duymayan bakanlık yargı sürecinin şirketin önünde bir “engel” olmasını böylece yönetmelikle aşmış oldu. 
 
AYLARCA SÜRECEK RAPOR İKİ GÜNDE HAZIRLANDI
Şirket Bakanlığın bu “kıyağı”nın ardından hemen bir revize ÇED Raporu hazırladı. Bu Revize ÇED Raporunun ekinde yer alan “Ekosistem Değerlendirme, Ornitoloji, Peyzaj Onarım Raporlar” Karaburunluları çileden çıkarmış durumda. Karaburun Kent Konseyi, her biri aylarca sürecek bir inceleme, değerlendirme ve gözlem sonucu hazırlanabilecek olan bu raporların bir iki günde hazırlanıp mahkemeye “uzman raporu” olarak sunulmasındaki çelişkiyi İDK üyelerinin dikkatine sundu. Konsey yaptığı açıklamada; ”bilim insanlarınca “Doğu Akdeniz Havzası’nın en bozulmamış bölgesi” olarak tanımlanan Karaburun Yarımadası’nda doğal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamı doğrudan etkilemesi beklenen yaşamsal önemdeki bu raporların hazırlanması, gerekli gözlemlerin ve inceleme-araştırmaların yapılması birkaç günde mümkün müdür?” sorusunu yöneltti. (İzmir/EVRENSEL)

 

22 Mart 2017 Çarşamba

Yaşamı savundu diye 'Zorlu' bedel istiyor

Yaşamı savundu diye 'Zorlu' bedel istiyor
Özer Akdemir
İzmir

22 Mart 2017 11:40


Gördes'te nikel madenciliği yapan Zorlu Holding'in, EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi Hayri Bökü hakkında açtığı davanın duruşması dün Soma'da gerçekleştirildi. "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme" suçlamasıyla açılan davanın İzmir'in içme suyuyla ve dolaylı olarak 22 Mart Dünya Su Günüyle ilgisi de vardı. 
Geçtiğimiz günlerde sülfürik asit tankerinin Akhisar Gördes yolu üzerinde, Dingiller Köyünün hemen çıkışında devrilmesi ve tarlalara sülfürik asit yayılması ile gündeme gelen Gördes yakınlarındaki nikel madeni aslında bölgede uzun zamandır tartışma konusu. 

Özellikle nikel madeninde liç yapmak için Çin'den getirtilen halkın "cehennem kazanı" adını taktığı 738 tonluk otoklav adlı tankın 2013 Mayıs ayının ortalarında Aliağa limanından Gördes'e gidene kadarki yolculuğu sırasında birçok eylem ve etkinlikler yapıldı. 

Bergama, Kınık, Soma güzergahından yaklaşık 167 kilometrelik yolu 2 ayı aşkın bir zamanda giden tankın geçtiği birçok yerde protesto gösterileri ve yaşam nöbetleri tutuldu. Yöredeki ekoloji mücadelesini canlandıran, Gezi eylemlerinin en etkili olduğu bir döneme denk gelen bu süreç içerisinde yapılan etkinliklerden birisi de Soma'da gerçekleştirildi. Soma Öğretmenevinde yapılan, cehennem kazanına karşı nasıl ortak tepki gösterileceği konusunun işlendiği, Soma, Turgutlu, Akhisar, İzmir, Bergama, Dikili gibi yakın çevredeki yerleşimlerden gelen yaşam savunucularının katıldığı toplantıda konuşanlardan birisi de EGEÇEP bileşenlerinden Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP) yürütme kurulu üyesi Mesut Hayri Bökü idi. 

YAŞAMI SAVUNMAK ZORLU'NUN ZORUNA GİDİNCE
Aradan 2.5 yıl geçtikten sonra madenci şirket Zorlu Holding’in şikayeti üzerine Hayri Bökü'nün buradaki konuşması  hakkında "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" gerekçesiyle kamu davası açıldı. 

Soma Cumhuriyet Savcılığı iddianamesinde Bökü'nün konuşmasındaki kapitalizme karşı mücadelelerin birleştirilmesi ile ilgili görüşlerini de alarak “Ve savaşta yaklaşıyor, bunlar sizi kıracaklar. O yerdeki mahsun insanlara saldıracaklar, sizi birbirinize kırdıracaklar. Doğu bizi birleştirdi. Doğu olmasaydı kırılıyorduk. Bugün Taksim’deki mücadelenin özü budur. Bu anlamda bugün Gördes’teki mücadele buradaki insanların hepsinin mücadelesidir. Kaybedersek hepimiz kaybederiz. Tıpkı Taksim’deki mücadele gibi” sözlerinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiğini ileri sürdü. Bökü'nün "doğa bizi birleştirdi" sözleri "doğu bizi birleştirdi" şeklinde yazılarak suçlamaya zemin hazırlanmak istenmişti. 
‘DAVA ZORLU'NUN UTANCI  BENİM ONURUM’
Soma 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 7. duruşmasında sanık olarak hakimin karşısına çıkan Bökü, nikel madeninin yöre açısından yarattığı çevre sorunlarına dikkat çekerek Soma'daki toplantıda söylediği sözlerin ardında durduğunu belirtti. Bökü, "yaşamı, toprağı, suyu savunan bizlere bununla ilgili söylediğimiz sözler nedeniyle bu davanın açılmış olması bile utanç verici. Bu Zorlu Holdingin utancı benim ise çocuklarıma bırakacağım bir onur davasıdır. Zorlu davasından vazgeçip özür dilerse ancak onları affedebilirim" dedi. 
DOĞA MI DOĞU MU TARTIŞMASI?
Davada tanık olarak dinlenen toplantıyı bir gazeteci olarak izlediğini belirten Turgutlulu Metin Sert "cehennem kazanı"nın geçişi sürecinde Manisa ve yöresindeki kamuoyunun madenin zararları konusundaki endişeleri nedeniyle birçok eylem etkinlik gerçekleştirdiğini söyledi. Soma'daki toplantının bu yöndeki ilk toplantı olduğunu toplantıda konuşan Bökü'nün ilk kurşun sözleri ile toplantının ilerdeki eylemler açısından önemine dikkat çekmek istediğini aktaran Sert, Bökü'nün "doğu bizi birleştirdi" yönündeki sözleri söyleyip söylemediği ile ilgili soruya ise "Konunun doğu ile bir ilgisi yoktu. Toplantının konusu zaten doğa idi. Doğa bizi bir araya getirdi. Anlamında sözler söyledi" diye yanıt verdi. 
'İLK KURŞUN' MECAZİ ANLAMDA SÖYLENDİ
Duruşmada konuşan Akhisarlı Mustafa Özel de Hayri Bökü'nün konuşmasında yapılacak olan madencilik faaliyetinin çevreye, ağaca, suya, doğaya verebileceği zararları anlattığını aktardı. Özel, bölgede insanların çevresel olaylara ilişkin bilincinin çok fazla olmadığını belirterek Bökü'nün "ilk kurşun çok önemli" sözlerinin bu duyarlılığın artmasına dönük mecazi anlamda söylediğini dile getirdi. Turgutlu, Akhisar, Soma, İzmir ve Dikili'den yaşam savunucularının izlediği duruşma 4 Mayıs 2017 tarihine ertelendi. Bökü'nün konuşması ile ilgili video görüntüleri konusunda istenen bilirkişi raporunda bilirkişinin madenin çevresel sorunlara yol açıp açmayacağı ile ilgili ayrı bir bilirkişi incelemesi yapılması gerektiği tespiti dikkat çekti. 
İZMİR'İN SUYU TEHLİKEDE
22 Mart Dünya Su Günü'nden 1 gün önce görülen duruşma dolaylı olarak bu günle de bağlantılıydı. 2025 yılına kadar İzmir'e yılda 60 milyon ton içme suyu sağlayacak olan Gördes Barajı'na komşu olan nikel madeninin faaliyetleri sürecinde suyu kirletebileceğine yönelik birçok bilimsel uyarı dikkate alınmıyor.

20 Mart 2017 Pazartesi

‘Ekmeğe giren GDO’nun nedeni yanlış tarım politikaları'

‘Ekmeğe giren GDO’nun nedeni yanlış tarım politikaları'
Özer AKDEMİR
İzmir
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ekmekte tespit edilen GDO ile ilgili yaptığı açıklamada gıda ürünlerini giren GDO'nun nedeninin yanlış tarım politikaları olduğunu dile getirdi. 
Halkın GDO‘lu gıdalar konusundaki hassasiyetinin son derece yüksek olduğunu ve bu gıdaları istemediğinin altını çizen Atalık, “GDO‘lu ürünlerin insan sağlığı üzerine etkileri kesin olarak bilinmemektedir, çünkü bu konuda çalışma ve izleme yoktur. Ancak, hayvanlar üzerinde yapılan pek çok çalışma GDO‘lu ürünlerin böbrek ve karaciğer fonksiyonlarını bozduğunu, kısırlığa yol açtığını, kandaki şeker ve trigliserid miktarını arttırdığını göstermektedir" dedi. 
Biyogüvenlik Kanunu‘na göre ülkemizde GDO‘lu bitki ve hayvan üretimi ile GDO‘lu ürünlerin çocuk ve bebek gıdalarında kullanılmasının yasak olduğunu hatırlatan Atalık, Biyogüvenlik Kurulu'nun bugüne kadar GDO‘lu 25 mısır ile GDO‘lu 7 soya çeşidinin ithalatına sadece yem amaçlı kullanılmak üzere izin verdiğini söyledi. ÜLkemizde her yıl 1.5 milyon ton mısır ve 2 milyon tonun üzerinde soya dış alımı yapıldığını aktaran Atalık, “Dünyada soyanın yüzde 83‘ü GDO‘lu tohumlardan üretilmektedir. Mısırda ise bu oran yüzde 29‘dur. Dünya ticaretine konu olan soyanın GDO‘suzunu bulmak neredeyse imkansız hale gelmiştir. Soya dış alımımızın yüzde 55 ile yüzde 70‘i GDO‘lu soya üreten ülkelerden yapılmaktadır" dedi.
HALK SAĞLIĞINDAN TASARRUF OLMAZ
Sadece yem amaçlı izin verilmiş olsa da GDO‘lu soya ekmeğin içine kadar girdiğini ifade eden Atalık, "Adana‘da bir firmanın ürettiği ekmek katkı maddesinin içinde GDO‘lu soya bulundu. Ülkemizde üretim, satış ve toplu tüketim yeri olarak toplam 621 bin gıda işletmesi mevcuttur. Tüm bu işletmeler, tarım ve gıda eğitimi almış sadece 5 bin denetçi tarafından denetlenmektedir. GDO, çocuklar dahil halkımızın temel gıdası ekmeğin içine kadar girdiğine göre gıda denetim işinin gerektiği gibi yapılamadığı açıktır" dedi. 
Halkın sağlığı konusunda tasarruf yapılmaması gerektiğini kaydeden Atalık, "Çiftçimizin üretemeyeceği hiçbir ürün, altından kalkamayacağı hiçbir iş yoktur. Yeter ki ürettiğini pazarlayabilsin. Devlet politikası olarak pazarlama sorununa çözüm getirilmesi halinde çiftçimiz yapacağı üretimle bizleri GDO‘lu ürünlerden kurtaracaktır.  GDO‘lu ürünlere mahkumiyetimizin nedenleri bellidir. Çözüm yolları da açıktır. Buna rağmen ekmeğimizin içine kadar GDO giriyorsa nedeni tarım politikaları ve bu politikaları üretenlerdir" dedi. 
20 Mart 2017 17:46


19 Mart 2017 Pazar

Dicle’nin son türküsü (Pazar eki)

Dicle’nin son türküsü

Dicle’yi yukarıdan gören bir yere oturduk. Hasankeyf’te akşam olmuştu artık. Nasıl bir maviydi bu gökyüzündeki! Cam gibi berrak uzayıp gidiyordu sonsuzluk. Lacivert bir kadife gibi yumuşacık sardı bizi akşam. Tek tük görülmeye başlayan yıldızlar ve koyuluğu gittikçe artan bir gece mavisine kesti etrafımız. 
Dicle’nin orta yerinde, sarı lambalarla ışıklandırılmış köprü kalıntılarının öte yakasında belli belirsiz çocuk gülüşlerinin, çorba kokularının yayıldığı Hasankeyf evlerinden gelen sesler süzülüyordu geceye...
Kalenin üzerinden gelen rüzgarın ürpertisini sıcacık çay bardaklarını avuçlarımıza alarak gidermeye çalışırken Dicle’yi dinledik. Dicle’nin sesini. Binlerce yıldan bu yana Yukarı Mezopotamya’nın kadim topraklarına can veren neşeli sularını.
Bugün, sabahtan öğleye kadar Zeynelbey Türbesinin hemen aşağısında Dicle’nin sesine şarkılar, türküler, erbane ve bendir ritimleri karışmıştı. Zeynelbey Türbesinin duvarına oturmuş, kızlı-erkekli onlarca gencin, ayak bileklerine kadar gelen nehrin içerisinde omuz omuza halaya durmalarını, Kürtçe, Türkçe, Arapça şarkılar, şiirler söylemelerini izledik. Nehrin kıyısından dimdik yükselen kireçtaşı kalenin altında, öğle güneşinin yakıcı sıcaklığına aldırmadan, döndüler döndüler. Döndükçe gölgesi Dicle kıyısındaki güneşlenen Fırat tosbağasına vuran, Alacayalıçapkınını ürkütüp kaçıran Kızılakbaba, Gökkuzgun gibi..
Sonra, Dicle’nin üzerine yeni yapılan köprüden, rengarenk giysiler, pankartlar, poşular içerisinde Hasankeyf’e doğru yürüdüler. Önde “Dicle özgür aksın, Hasankeyfine baksın” pankartı, ardından her yaştan, ulustan yüzlerce insan. En arkada bisikletli bir grup, onun ardında Avrupa’dan gelen Hasankeyf sevdalıları...
***
Az kaldı! Ilısu Barajı tamamlanmak üzere. 12 bin yıllık Hasankeyf sulara gömülecek baraj su tuttuğunda. Tıpkı Bergama yakınlarındaki antik sağlık yurdu Allianoi gibi, tıpkı efsanelere beşiklik etmiş Çine Çayını ince bir kemer zarafetiyle 1800 yıldır saran Roma Köprüsü gibi...
Allianoi su perisinin gözyaşlarına boğuldu şimdi. Ömrü 50 yıllık Yortanlı Barajı’nın altında. İncekemer Çine Barajının serin sularına terk edildi. İmi timi belirsiz oldu!..
Çanlar Hasankeyf için çalıyor günümüzde. Sadece esmer tenli, koca gözlü insanlar, Dicle’nin kıyısında yayılan atlar, koyunlar ve suyun üzerinden süzülüp giden derisi yeşile çalan yılanlar yok olmayacaklar. Sadece Hasankeyf Kalesi, sadece Zeynelbey Türbesi, binlerce yıllık mağaralar, köprü ayakları yok olmayacak. Yıllarca Hasankeyf Höyüğünü kazan Japon arkeolog Prof. Dr. Yutuka Miyake'nin sözleriyle ömrü en azından Göbeklitepe höyüğü kadar belki de ondan daha yaşlı olan Hasankeyf Höyüğü, tüm sırlarıyla sular altına gömülecek. Dikili tören taşları, boyalı iskeletleri ile burasının insanlığın ilk yerleşim yeri ve tören alanlarından birisi olup olmadığı sonsuza dek bilinmeyecek.
Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar, gökyüzü, kalabalık ve açık hava
***
Zeynel Bey Türbesi örtülüyor şimdi. Anadolu’daki Timur tarzı mimarinin ayakta kalan tek örneği yapıldığı topraklardan 2 kilometre öteye taşınacak. Ilısu Barajı’nın sularından kaçırılacak, sevdalısı Dicle’den uzaklaştırılacak. İran ve Orta Asya’daki hükümdar mezarlarına taş çıkartan bir incelikle yapılmış olan bu zarif türbe TOKİ’nin yaptığı “Yeni Hasankeyf”in çirkin evleri arasında kaybolup gidecek.
Tarihin garip cilvelerinden birisidir; Zeynel Bey Türbesini taşıyacak olan şirket, bugünlerde diplomatik skandallar nedeniyle ilişkilerin kopma noktasına geldiği Hollanda - Türkiye sermayeli Bresser Eurasia – Er-Bu ortaklığı.
Hasankeyfi yaşatmak için yıllardır mücadele eden ekoloji örgütlerinin, derneklerin son bir gayretle Europa Nostra’ya yazdıkları mektupta Zeynel Bey Türbesinin taşınmasının sakıncaları bir bir sıralanıyor. Hasankeyf ve çevresini 2016’da Avrupa’nın “En Tehlikede Olan 7 Kültür Mirası” arasında gösteren Europa Nostra’ya en azından Hollanda Dışişleri Bakanlığı ve Bresser-Eurasia üzerinden etki yaparak bu işlemden vazgeçirmeleri isteniyor.
Uzun mektupta Ilısu projesinin olumsuz etkileri sıralanırken, yörede yaşayan insanlara tercihlerinin hiç sorulmadığı yazılı. Sular altında kalacak olan 200 köyün yol açacağı göç, barajın yuttuğu köylerde kaybolacak olan tarih, bitki, hayvan türleri binlerce yılın anıları da sayılanlar arasında.
Hasankeyf Orta Doğu’daki önemli bir nehir sisteminin büyük ölçüde bozulmadan  kalabilmiş son kısmı. Barajdan sonra Dicle’nin aktığı yerlerde yaşayan insanlara etkileri ise bambaşka bir hüzün öyküsü aslında. Güney Irak’ta, Dicle ve Fırat’ın denize döküldüğü bataklık alanda yaşayan son Su Bedevilerini de Ilısu Barajı’nın su tutmasının ardından zor günler bekliyor.

Kürt Edebiyatının çınarı Mehmet Uzun “Dicle’nin Sesi” romanını yazarken, bir gün bu sesin boğulacağını, türküsünün, stranlarının susturulacağını aklından geçirmiş miydi acaba? Acaba Dicle kıyısında, mor bir çalının dibinde su içen taya kim diyecek ‘Kadim Dicle’yi gömmek istiyorlar baraj gövdelerine’ diye. Hasankeyf’in, Dicle’nin çocukları işte bu ölüm sessizliğine direniyorlar yıllardır. Susmasın Dicle’nin sesi, son türküsünü söylemesin, Hasankeyf silinmesin tarihten, sular durulmasın, erimesin kalenin bedenleri diye...
19 Mart 2017

18 Mart 2017 Cumartesi

İncirin ve zeytinin katili jeotermal!

İncirin ve zeytinin  katili jeotermal!
Özer AKDEMİR
İzmir 
Aydın’ın en önemli tarımsal ürünlerinden incirin, yörede sayısı çoğalan jeotermaller yüzünden zarar gördüğü bilimsel raporlar ve mahkeme kararları ile bir kez daha ortaya konuldu. Kuyucak ilçesi Pamukören köyünde çiftçilik yapan Selahattin Akçam’ın incir ağaçlarının hemen arazisinin yanı başındaki jeotermal kuyusunun saldığı akışkanlar nedeniyle kuruduğu analiz sonuçları ve bilirkişi raporlarıyla kanıtlandı.
ZARARIN NEDENİ JEOTERMAL SUYU
Pamukören Köyü Güzelönü mevkiinde incir ve zeytin bahçesi bulunan Selahattin Akçam’ın ağaçları, bahçenin hemen yanına açılan jeotermal kuyusunun ardından kurumaya başladı. Germencik’te gerçekleştirilen “Jeotermalle yaşamak” etkinliğinde görüştüğümüz Akçam’ın anlattıklarına göre kuyunun geliştirilmesi için basılan asit, kuyuyu patlatınca içindeki akışkan incir-zeytin bahçesine boşalmış. Akçam, bahçedeki 25-40 yaş arasındaki 60 incir ağacının ve 15-20 yaşındaki 30 zeytin ağacının kurumasının ardından Çelikler Jeotermal adlı şirkete dava açtı
 Selahattin Akçam
Selahattin Akçam

Davaya bakan Nazilli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi toprakta ve bitkide analiz yapılarak kurumanın nedenlerinin araştırılmasını istedi. Bahçenin 5 farklı yerinden alınan toprak örnekleri ile incir meyvesi ve yapraklarının olduğu numuneler Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü’nde incelendi.
Yrd. Doç. Dr. Hakan Çakıcı tarafından hazırlanan analiz raporunda “topraktaki bor içeriğinin bitkilerde toksik etki yapabilecek düzeyde yüksek olduğu” tespit edildi.
Aynı sonuçlar incir yaprağı üzerinde yapılan analizlerde de elde edildi. Raporun sonuç bölümünde; “...incir ağaçlarında meydana geldiği iddia edilen zararın jeotermal suyun toprağa karışması nedeniyle oluştuğu kanaatine varılmıştır” denildi. 
AĞAÇLAR YANMIŞ!
Ege Üniversitesi’nin bu raporunun ardından incir-zeytin üreticisi  Selahattin Akçam’ın zararının tespiti için mahkeme tarafından oluşturulan bilirkişi raporunda da heyet üyelerinin arazide yaptığı gözlemlere yer verildi.
Keşif yaptıkları gün jeotermal kuyusunun ağzına vana takılı olduğunu belirten bilirkişi heyeti, şirket tarafından kuyunun geliştirilmesi için  basılan asit nedeniyle kuyuda patlama meydana geldiği ve çevreye yayılan eriyik ve suyun, asit yağmurlarıyla birlikte çevre arazileri etkisi altına aldığı dile getirildi.
Bilirkişi raporunda bor mineralinin arazide uzun yıllar kalacağı, hemen temizlenmesinin mümkün olmadığı belirtilerek arazideki incir ve zeytin ağaçlarının yandığının gözlemlendiği ifade edildi.
Raporda jeotermal nedeniyle 60 incir, 30 zeytin ağacının kuruduğu, bu zehir etkisinin topraktan ve ağaçlardan kaç yılda gideceğinin belli olmadığının altı çizildi.
Bilirkişi heyeti 60 incir ağacının tanesi için 400 lira, 30 zeytin ağacı içinde tanesine 300 lira zarar bedeli belirledi. Ürünlerden elde edilecek geliri de 15 bin lira olarak hesaplayan heyet Selahattin Akçam’a zararları için toplam 48 bin lira ödenmesi gerektiği sonucuna vardı.
UZMANLAR UYARDI: İNCİRİN KÖKÜNÜ KURUTUR
Analiz sonuçları ve bilirkişi raporu hakkında görüş belirten Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burçin Çokuysal, jeotermal alanlarda ortaya çıkan çıkan su ana kaya ve minerallerde bulunan bor elementini çözdüğü için genellikle jeotermallere yakın alanlarda bor toksitesi görülme olasılığının da yüksek olduğuna dikkat çekti. Çokuysal, “Zararlanma ortada” dedi. Tıbbı Jeoloji uzmanı Dr. Eşref Atabey de analiz sonuçlarına göre bitkide çıkan borun çok yüksek olduğunu belirterek, “Bor değerinin bitkilerde 3 ppm’i geçmemesi gerekir. Burada çıkan 320 ppm bor incir ağacının kökünü kurutur. Tarım toprağı da ileriki zamanlarda beton gibi sertleşir” dedi. 

16 Mart 2017 Perşembe

Dicle'nin kıyısından Aydın Ovası'na ekoloji mücadelesi

Dicle'nin kıyısından Aydın Ovası'na ekoloji mücadelesi
  Ülkenin en verimli ovalarına sahip Aydın'da özellikle son birkaç yıldır çevre kirliliği her geçen gün katlanırken, halkın sağlığı ve geçim kaynakları bu kirlilik nedeniyle gözle görülür biçimde bozulmaya başladı. Aydın il ve ilçelerinde yükselen ekoloji mücadelesinin temelinde de bu artık bıçağın kemiğe dayanması ve özellikle sanayi ve madencilik kaynaklı bu kirliliğin dayanılmaz boyutlara ulaşması var. Dün Söke'de gerçekleştirilen panelde de ana gündem maddesi bu kirlilik ve 16 Nisan'da yapılacak Anayasa değişikliği Referandumu oldu.
ILISU'DAN AYDIN OVASI'NA
Vali Recep Yazıcıoğlu Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen "Doğa'nın ve Kentin Talanına Hayır" başlıklı etkinlik SökeÇep Sözcüsü Celal Gümüş'ün Söke yöresindeki çevre sorunları ve SökeÇep'in kuruluş süreci ile ilgili konuşması ile başladı. Etkinlik’te Hasankeyfi sular altında bırakacak Ilısu Barajı’nın su tutması sonrası Güney Irak’ta nehir kenarında yaşayan Bedevileri anlatan Sökeli Belgeselci Yavuz Pullukçu’nun "Su Bedevileri" adlı kısa filmi ilgiyle izlendi. 
Dr. Metin Aydın da bölgedeki jeotermal, madencilik, tarım ilaçları kullanımı gibi unsurlar nedeniyle meydana gelen su-toprak-hava kirliliği ve bunun doğaya, tarıma, sağlığa etkilerini anlattı. 
HAYATIN SESİ SUSTURULAMIYOR
Evrensel İzmir Muhabiri ve kapatılan Hayatın Sesi Televizyonu Çepeçevre Yaşam Programı yapımcısı Özer Akdemir de, televizyonun kapatılmasının bir nedeninin de Aydın'da yükselen ekoloji mücadelesinin sesinin duyulmasını önlemek olduğunu söyledi. Akdemir, "Gördüğünüz gibi Hayatın' Sesi susturulamıyor. Televizyonumuzu kapatsalar da bizler yaşam alanlarını, çocuklarının, ülkenin geleceğini korumak için direnen Aydınlıların, ülkenin dört bir yanında mücadele eden yaşam savunucularının sesini bu salonlarda, internet üzerinde ya da meydanlarda dile getirmeye devam edeceğiz" dedi.
Akdemir, Çepeçevre Yaşam programından yapılan seçkinin ardından, görseller eşliğinde ülkenin çeşitli yerlerinde süren ekoloji mücadelesinden kesitlerin yer aldığı sunum yaptı. Ekoloji mücadelesinin emek mücadelesi ile birleşerek mutlaka kazanacağını dile getiren Akdemir, 16 Nisan'da yapılacak Anayasa Referandum'undan çıkacak ‘Hayır’ın bunun en önemli ivmelerinden birisi olacağını söyledi. 
REFERANDUM BİR MİLAT
EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Av. Arif Ali Cangı da referandumun çevre mücadelesine ve hukuka etkilerini anlattı.Referandumun ülke açısından bir milat olduğunu dile getiren Cangı, "Hayır oyu çıkması için ‘Evet’ verecek olan seçmenlere ulaşıp bu kararın ne anlama geldiğini onlara açıklamak bizim görevimiz" dedi. Cangı, Söke'nin Kisir Köyünde eski uranyum sondajları nedeniyle meydana gelen radyoaktif kirlilik ve kanser olayları ile ilgili SökeÇep'in özel bir çalışma yapmasını, bu konuda planlanan bilimsel araştırmalara destek olunması gerektiğini söyledi. 
AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili de Aydın'da verilen çevre mücadelesinde özellikle kadınların önemli bir görev üstlendiğini dile getirdi. Sökelilerin yanı sıra Kisir Köyü muhtarı, Aydın, Germencik ve Didim'den yaşam savunucularının da katıldığı etkinlik gece saatlerine kadar devam etti. (İzmir/EVRENSEL)

14 Mart 2017 Salı

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Kanadı kopan RES_2. Bölüm_14 Mart 2017

45 tonluk RES’in kanadı koptu, faciaya ramak kaldı

İzmir’de Çandarlı’ya 2 kilometre uzaklıkta yer alan Rüzgar Enerji Santralleri’nden (RES) birisinin pervanesi koptu. Mavi Ege sitesinin evlerine 200-250 metre uzaklıktaki RES direklerindeki bu kopma sonrası faciaya ramak kaldı. Yörede yaşayan insanlar ve canlılar ölümden döndüler. Özer Akdemir’in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam, gerekli mesafelere uyulmayarak yaşam alanlarının dibine kadar sokulan RES'lerin ülkemizde şimdiye kadar görülmeyen risklerinden birisini yerinde giderek görüntüledi.

13 Mart 2017 Pazartesi

İzmirlilerin termik santrale karşı hukuk arayışı sürüyor

İzmirlilerin termik santrale karşı hukuk arayışı sürüyor
  
 13 Mart 2017 12:15
     
İzmir'de İzdemir Termik Santralinin iptal edilen ÇED'ine Bakanlığın bir günde yeni ÇED raporu vermesi tepki çekti.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir’in Aliağa ilçesi yakınlarında üç yıldır faaliyette olan İzdemir Termik Santralinin mahkemece iptal edilen ÇED'ine Bakanlığın bir günde yeni ÇED raporu vermesi tepkilere neden oldu. Yıllarca binbir emek ve masrafla termik santrale karşı hukuk mücadelesi yürüten yaşam savunucuları her şeye karşın adalet talep etmekten geri durmuyor. Yaşam savunucuları İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne dilekçeler vererek ÇED raporuna olumsuz karar verilmesini isteyecek.
MAHKEME İPTAL ETTİ AMA...
İzmir 2. İdare Mahkemesi İzdemir 2 Termik Santralinin ÇED raporunu Kyme antik kentinin bölgesi içerisinde olduğu, Foça, Menemen ve Çandarlı gibi arkeolojik sitler açısından son derece önemli bir bölge içinde kaldığı, Myrina, Aigai, Gryneion, Larissa, Panaztepe, Phokaia, Pitane gibi önemli antik kentlerin de tesis alanının yakın çevresinde bulunduğu, kül depolama alanının yaklaşık 2 kilometre batısındaki Kozbeyli köyünün kentsel sit alanı olduğu gibi gerekçelerle iptal etmişti. İptal kararının daha mürekkebi kurumadan,. bir hafta sonra Bakanlık 2009/7 Genelgesi gereği şirketin başvurusu üzerine yeni ÇED süreci başlattı.

ANKARA'DA İDK TOPLANTISI
EGEÇEP Hukuk Komisyonu Üyesi Av. Arif Ali Cangı ve FOÇEP'ten Bahadır Doğutürk Ankara’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığında yapılan İDK toplantısına ellerinde önemli raporlarla katıldı. 2009/7 Sayılı Genelgenin Hukuk Devleti ilkesine aykırılığının yanı sıra bu projede uygulanmasının olanaksızlığı, mahkemenin ÇED iptal gerekçelerinin yeni bir ÇED raporu ile giderilemeyeceği anlatıldı. Mahkemenin en önemli iptal gerekçelerinden olan termik santralin birçok antik kentin ya da koruma altında bulunan yerleşim yerlerinin tam ortasında olduğuna dair görüşünü destekleyen yeni uzman görüşleri sunuldu.
‘SADECE KYME DEĞİL BÜTÜN ÇEVRE ETKİLENİR’
 Yıllardır Foça'da kazılar yürüten bilim insanları tarafından yapılan değerlendirmenin sonuç kısmında “…termik santral tam kapasiteyle çalışmaya daha başlamamış olmasına karşın, Antik Kyme kentine şu anda çok zarar vermiş olduğu görülmektedir. Termik santralın etkileri, Aliağa çevresindeki diğer olumsuz etkilerle birleşerek daha da olumsuz kümülatif etkilerin doğmasına neden olmakta ve yalnızca Antik Kyme kenti değil, aynı zamanda bütün çevre de bundan kötü bir biçimde etkilenmektedir...” sözlerine dikkat çekildi. Ankara'dan bir-iki günlüğüne gelip termik santralin çevredeki antik yerleşimlere, fok balığına, özel çevre koruma alanındaki tarihsel varlıklara bir zararı olmayacağını ileri süren “bilim insanları”na en iyi yanıtı yıllarca yöreyi karış karış kazan arkeolog heyeti vermişti. Kalın bir klasör tutan bu raporları alan İDK toplantısındaki bürokratlar, içeriğine dahi göz atmadan hemen ertesi gün şirkete verilen ÇED raporunu onayladı.

HUKUK DEVLETİYSENİZ GEREĞİNİ YAPIN

İzmir Çevre İl Müdürlüğü internet sitesinde yayımlanan bu karara karşı 16 Mart'a kadar İzmirlilerin görüş belirtmesi isteniyor. EGEÇEP bu konu ile ilgili bir kampanya başlatarak tüm İzmirlilere verilen ÇED'in iptal edilmesi talebini içeren dilekçeler verme çağrısı yaptı. Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’ne posta, e-posta ya da faksla gönderilecek dilekçelerde özetle; “Aliağa'nın kapasitesi dolmuştur, Termik Santral insanlığın ortak kültür mirası Kyme antik kentine, bölgedeki zeytinliklere, tarım alanlarına, Foça Özel Çevre Koruma Bölgesi'ne, toprağa, denize, İzmir dahil olmak üzere bölgenin havasına çok büyük zarar veriyor, Anayasanın 2. maddesinde yazıldığı gibi Hukuk Devleti olmanın gereğini yapın mahkeme kararını derhal uygulayın, hukuka aykırı çalışan termik santrali kapatın” deniyor.

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...