31 Ekim 2017 Salı

Kaz Dağı yeni bir felaketin eşiğinde uyarısı

 31 Ekim 2017 12:08
   
Balıkesir'in Havran ilçesinde işletilmek istenen altın madeni için 'Havran Barajını kirletecek' uyarısı yapıldı.
Balıkesir'in Havran ilçesinde işletilmek istenen altın madeni için 'Havran Barajını kirletecek' uyarısı yapıldı.
Özer AKDEMİR
Kaz Dağı yeni bir felaketin eşiğinde uyarısı
Balıkesir’in Havran İlçesi yakınlarında işletilmek istenen altın madeninin Havran Barajını kirleteceği uyarısı yapıldı. Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından yapılan açıklamada Havran'ın ikinci bir Balya olabileceği dile getirildi. Madenci şirket yarın (1 Kasım 2017) Büyükşapçı Köyü'nde ÇED halkı bilgilendirme toplantısı yapacak. 
MOLİBDEN MADENİNİN ZARARLARI HEP GÜNDEMDE
Havran, son yıllarda Tepeoba molibden madeninin yol açtığı çevre ve sağlık sorunları ile kamuoyunun gündemine geliyordu. Madenin yöredeki suları ve tarım alanlarını kirlettiği, yanı başında henüz hiçbir arkeolojik çalışma yapılmamış Thebe Antik Kentine zarar verdiği madene yöneltilen iddiaların başında. Diğer taraftan bölgede hemen her yıl çıkan orman yangınlarının bu madenin civarında olması buraların maden alanına eklenmesi için sabotajla bilinçli yakıldığı iddialarının sıkça dillendirilmesine neden oluyor. Bu iddialar yöre Milletvekilleri tarafından TBMM'ye  soru önergesi olarak da iletilmişti. Orman yangınlarını söndürmek için mobilden madeninin atık havuzundan alınan suyla yangınlara müdahale edilmesinin yöredeki derelerde sucul yaşamı yok ettiği, insanlara da zarar verdiği bir diğer iddia arasında.
KİRLİLİK KATLANACAK ENDİŞESİ
Havran'ın  Eğmir Köyü’ndeki  kurşun madeni projesinin yanı sıra Büyükşapçı Köyü yakınına açılmak istenen altın madeni var olan çevre kirliliği ve sağlık sorunları endişesini bir kat daha arttırmış durumda. Madenin "en vahşi yöntem" olarak adlandırılan ve bilim insanları tarafından "ancak çöllerde ve canlı yaşamının olmadığı yerlerde uygulanabilir" diye tanımlanan siyanür yığın liçi yöntemiyle yapılacak olması endişelerin daha da boyutlanmasını beraberinde getiriyor.
KUARS İZNİ ALINMIŞ OYSA ALTIN ARANACAK
Altıncı şirket yarın (1 Kasım 2017) saat 14.00'de Büyükşapçı Köyünde ÇED halkın katılımı toplantısı gerçekleştirecek. Bu toplantı öncesi bir açıklama yapan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Kazdağının önemine dikkat çekerek projeden vazgeçilmesi çağrısında bulundu. Altın madeni ruhsatının sürekli el değiştirdiğini en son olarak Baharlar Madenciliğe satıldığını ifade eden Dernek açıklamasında, "dosyada yer alan evraktan ruhsatların henüz Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nden devir edilmediği görülüyor. Bu durumda daha ruhsatların devir işlemi bitmeden ÇED sürecinin nasıl başlatıldığı soru işareti" denildi. Açıklamada 2012-2013 yıllarında “kuartz” arayacağız diye yapılan başvurular için Balıkesir Valiliği tarafından  “ÇED Gerekli Değildir” kararları verildiğine dikkat çekilerek, oysa arananın quarts değil altın-gümüş olduğunun altı çizildi.
HAVRAN BARAJI VE KÖYÜN SUYU TEHDİT ALTINDA
Havran
Proje dosyasında maden alanının, Havran Çayı’nın su toplama havzasında yer aldığını belirten dernek açıklamasında şu görüşlere yer verdi; "Değirmendere ve Gelindere, Havran Çayı’na çay ise Havran Barajına akıyor. Dolayısıyla, maden alanına çok yakın olan bu dereler asit maden drenajı ve siyanür barajı tehdidi altında. Bu derelerdeki kirlenme doğrudan Havran Barajına ulaşacak ve bu barajdan sulanan tarım arazileri de kirlenecek. Balya örneği önümüzde. Balya’da her yıl hala asit maden drenajı nedeniyle asitli sular dereleri kirletiyor ve derelerdeki balıklar ölüyor".
Büyükşapçı Köyü’nün içme suyu kaynağının da maden alanında yer aldığının ifade edildiği açıklamada "Köyün içme suları hem kirlilik, hem de yok olma tehdidi altında. DSİ, bu koşullarda  projeye olumlu görüş vermeyecektir" denildi.
ENDEMİK BİTKİLER NE OLACAK?
58 bin 500  dönümlük ruhsat alanının 6. 886 dönümünün ÇED izin alanı olarak gösterildiğini aktaran dernek, bu alanın % 79’u karaçam ve meşe ormanı olduğunu vurguladı. 
Proje tanıtım dosyasının inceleme-araştırmadan öte literatür çalışması ile yapıldığını, bir endemik bitkiden bahsedilirken "incelenirse daha fazla endemik bitki bulunabilir" dendiğinin kaydedildiği dernek açıklamasında "O halde, endemikler ne olacak?" sorusu yöneltildi. 
Dernek, "Umarız Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğü, kuraklığın iyice arttığı ülkemizin ve bölgenin çıkarlarını ve orman ekosisteminin önemini  gözeterek böylesi önemli endemik bitkilerin ve karaçam ağaçlarının bulunduğu bu önemli ormanlık alanı madencilere tahsis etmez" dedi.
TARIM ARAZİLERİ DE YOK OLACAK.
Proje alanının yüzde 20’sinin yani yaklaşık 1500 dönümün tarım alanı olduğunu belirten dernek, "Tarımdan yeterince gelir elde edemeyen Büyükşapçı Köylüsü, tarım arazilerinin 700-800 dönümünü madencilere çoktan satmış bile. Balıkesir Toprak Koruma Kurulu görevini yerine getirip bu tarım arazilerinin tarım dışı kullanımına izin vermemeli dedi".

HAVRAN, İVRİNDİ, BALYA, KALKIM ELDEN GİDİYOR
Tepeoba Molibden, Eğmir Kurşun, Kalkım kurşun, Balya Kurşun, İvrindi altın madenleri  ve sıradaki ruhsat alanlarının birbirine çok yakın olduğunun ifade edildiği açıklamada şöyle denildi; "Bu madenlerin yeni yapılacak Lapseki-Yenice-Savaştepe Otoyolu ile birlikte  bölgeye toplam etkisinin acilen incelenmesi gerekmektedir. Bölge için Stratejik Çevresel Değerlendirme yapılması zorunludur.Yok edilen yüz binlerce dönüm orman ve tarım arazileri ve madenlerde kullanılacak sular, bölgede kuraklığa, susuzluğa, açlığa, yoksulluğa yol açacak, köyler iyice boşalacak, tarımsal üretim duracaktır. Bölgemizin Kaz Dağı ekosistemini oluşturan en önemli etmenlerden olan ve bölgemize hayat veren orman varlığı ve  tarımsal potansiyeli yörenin gerçek  altınıdır, yerin altındaki altın ise yalnızca madenciye kar getirip, halka da hastalık ve yoksulluk olarak geri dönecek, kamuya ve ülkemize hiçbir yarar sağlamayacaktır". 
Kaz Dağı’nda hayatın altından değerli olduğuna vurgu yapan dernek, "Havran-Demirtaş Altın Madeni Projesi’nden acilen vazgeçilmeli, bu projeye “ÇED Olumsuz” kararı verilmelidir" çağrısında bulundu.

30 Ekim 2017 Pazartesi

Sulak alan yata kurban

 Sulak alan yata kurban
 30 Ekim 2017 01:59
     İzmir Aliağa'da 200 dönümlük sulak alanda tekne ve yat imalatı yapılması için AKP'li yerel yöneticiler ve İzmir Valiliği seferber oldu.
Özer AKDEMİR
İzmir
Aliağa’nın Çaltılıdere köyündeki 200 dönümlük sulak alanın, tekne, yat, imalat bölgesi yapılması için, AKP Narlıdere İlçe Başkanı Aslan Bilgi ve İzmir Valiliği seferber oldu.
26 Ekim tarihinde İzmir Mahalli Sulak Alan Komisyonunun tartışmalı oturumunda, aralarında Vali Yardımcısı Ahmet Ali Barış ve Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Selahattin Varan’ın da olduğu 8 üyenin “evet” oyuyla 200 dönümlük arazi sulak alan olmaktan çıkarıldı. Komisyonun bu kararında Ege Üniversitesi öğretim üyelerine hazırlattırılan arazinin sulak alan özelliği kalmadığı raporunun etkili olduğu dile getiriliyor.
Ancak, İzmir Mahalli Sulak Alan Komisyonunda yer alan bir üye, bölgenin sulak alan olduğuna dair Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından hazırlanan bir rapor olduğunu, fakat bu raporun Valilik tarafından komisyon üyelerine gösterilmediğini ileri sürdü. Gazetemize konuşan komisyon üyesi, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden istenilen rapor çıkmaması üzerine Ege Üniversitesi’nden rapor alındığını iddia etti.
SULAK ALANDA YAT İMALATI PROJESİ
İzmir’in Aliağa İlçesi Çaltılıdere köyündeki 200 dönümlük sulak alanda tekne yat imalat sanayi bölgesi projesinin yapılmak istendiği aylar öncesinden basına yansımış, projenin çizimleri bile paylaşılmıştı. Bu projenin arkasındaki ismin ise AKP’nin İzmir Narlıdere İlçe Başkanı Aslan Bilgi olduğu kısa zaman sonra basına yansıyan haberler arasında yer aldı.
İzmir Tekne ve Yat İmalatçıları Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi (YATEK) Başkanı olarak çeşitli gazetelere röportajlar veren Bilgi, yasal süreçleri beklemeden Çaltılıdere Hacıahmet Koyu sulak alanında 150 işyeri kapasiteli yat imalat tesisi yapılacağına dair demeçler verdi. Öyle ki, “Denizden Merhaba” isimli denizcilik dergisinin 14. sayısında üniversitelerden alanla ilgili rapor istendiğini, “Dokuz Eylül Üniversitesinden istenen rapor yatırım için olumlu olmazsa Ege Üniversitesinden olumlu rapor alınacağını” açıklamaktan da geri durmadı.
Adını vermek istemeyen komisyon üyesinden aldığımız bilgiye göre, Mahalli Sulak Alan Komisyonu, 11 Aralık 2015 tarihinde alana yaptığı ziyaret sonrası hazırladığı raporda alanın sulak alan olarak tescil edildiğini bakanlığa bildirdi. Ancak bakanlık, söz konusu alanla ilgili değerlendirmenin yeniden gözden geçirilmesini istedi.
‘RAPOR SÜMEN ALTI EDİLDİ’ İDDİASI
Bunun üzerine Dokuz Eylül Üniversitesinden bir rapor istendi. Ancak adını vermek istemeyen komisyon üyesi, 17 Şubat 2017 tarih ve 48354255/604/99-348 sayılı üst yazısına ulaşılan raporun komisyon üyelerine gösterilmediğini ve Ege Üniversitesinden alınan başka bir raporun komisyona sunulduğunu anlattı.
Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Kara, Prof. Dr. Şükran Çaklı, Prof. Dr. Celalettin Aydın ve Doç. Dr. Özgür Altan tarafından hazırlanan 24 Nisan 2017 tarihli raporda ise, “Hacıahmet Koyu, başta balıklar ve su kuşları olmak üzere gerek ekolojik değeri gerekse ticari değeri yüksek bitki ve hayvan çeşitliliği ile birçok tür için bir yaşama ortamı olma ve kendi kendini koruyabilme ve yenilenebilme özeliliğini kaybetmiştir” deniliyor.
Komisyondaki akademisyenler bu raporun tamamen asılsız, bilimsellikten uzak ve imza atan akademisyenlerin konu ile ilgili hiçbir bilimsel altyapıları olmadığını dile getirerek raporun içeriğine itiraz ettiler.
İzmir Valiliği toplantı salonunda 26 Ekim günü Vali Yardımcısı Ahmet Ali Barış başkanlığında gerçekleştirilen Mahalli Sulak Alan Komisyonu toplantısında ise bir kez daha alanın sulak alan olmaktan çıkarılması konusu gündeme getirildi. 16 üyeli komisyonda 8 “evet”, 5 “çekimser” ve 3”red” oyuyla Çaltılıdere köyündeki 200 dönümlük arazi sulak alan olmaktan çıkarıldı. Gazetemize konuşan komisyon üyesi, normalde karar için salt çoğunluğun sağlanması gerektiği halde 8 oyla arazinin sulak alan olmaktan çıkarıldığını ifade etti.
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ NİYE ÇEKİMSER KALDI?
Komisyon toplantısında Vali Yardımcısının yanı sıra, 7 kurum temsilcisi alanın sulak alan olmaktan çıkarılması doğrultusunda oy kullandı. Aralarında İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) temsilcisi olmak üzere 5 kurum temsilcisi çekimser kalırken, 3 kurum temsilcisi ise kararın aleyhinde oy kullandı. Daha alanla ilgili sulak alan tezini destekler yönde görüş oluşturan İBB’nin, bu son oylamada çekimser kalması dikkat çekti.

29 Ekim 2017 Pazar

Bakırçay baladı - Pazar yazısı












Özer AKDEMİR
Gün öğlene varmadan bıraktı tarladaki işi. Sabah kuşluk vakti gelmiş suyu bırakmıştı tarladaki. Bamyaların epey bir kısmını sulamıştı. Daha haziranın başı olmasına rağmen toprak suya doymuyordu. İki güne bir su vermezsen damar damar çatlamaya, üzerindeki bitkileri pörsümeye başlıyordu. 
Traktörü durdurdu yolun yarısına geldiğinde. Arkasından duman gibi fışkıran toz da durdu traktörle birlikte. Sarı poşusuyla alnındaki teri sildi. Hemen yanındaki tarlanın içinde boyvermiş ılgın ağacında öten bülbülün sesini o zaman duydu. Ne de güzel, ne de içten, yanık yanık ötüyordu. 
Önünde uzanan ovanın sonuna doğru elini gözüne siper ederek baktı. Bereketli Bakırçay sarı sıcağın alnında dalgalanıp duruyordu. Sanki suyun içindeymiş gibi görünüyordu tarlalar, höyükler, zeytin ağaçları… 
Ovacık köyünün yaslandığı tepenin başında bir kamyon ağır ağır ilerliyordu. Yamaca geldiğinde dorsesini kaldırıp içindeki taş-toprağı aşağıya doğru boşalttı. Bir toz tabakası eşliğinde pasalar aşağıya doğru aktı. Yüzü asıldı, gözlerini kıstı. Geçen gün kahvede hiç homurtuları eksilmeyen bu kamyonları çenesiyle gösterip “Böyle böyle gömecekler bizi buraya. Mezarımızın üstüne dökülüyor bu toprak” dediğinde, İsmet emminin “Yav geç bu lafları, hep şu çevrecilerin ağzıyla konuşuyonuz” sözleri aklına gelmişti. Pek bir maden sever olmuştu İsmet emmi, oğlu madende işe gireli. Selam verilecek adam değildi vesselam ama işte büyüğüydü, akrabasıydı. Ses etmeyip çayını alıp kalkmıştı masadan. 
*** 
Bakırçay baladı
Kara yoluna çıktığında bir terslik olduğunu anladı. Çamköy sapağının hemen ilerisindeki petrol istasyonunun önünde büyük bir kalabalık vardı. Trafik durmuştu. Karşıdan gelen araç yoktu. İzmir yönüne gidecekler ise kuyruk oluşturmuştu. 
Köy yoluna döndüğünde turuncu giysili maden işçileri geçti traktörün önüne. 
“Hoop hemşerim dur bakalım, nereye böyle?” dedi turunculu adamlardan birisi. Başlarındaki yılan gözlü müdürü tanıyordu. O da onu tanımış, yanındakilere bir şeyler fısıldıyordu. Aldırmadı, yüzünü çevirdi kendisine soru soran turunculuya. “Köyüme gidiyorum, nereye gideceğim, Çamköylüyüm ben” dedi. Bastıbacak müdürün konuştuğu turunculu adamlardan birisi daha geldi yanlarına, “Köy yolu kapalı. Madenin çevre şenliği var. Öbür yoldan gideceksin” dedi alaycı bir sesle. Öbür yol dediği Ovacık’ı geçtikten sonra Narlıca köyüne dönen yoldu ki geldiği yönün tam tersiydi. Tepesi attı birden, “Yaa kardeşim eşkıya mısınız siz. Ne bu güpegündüz yol kesmek” diye çıkıştı. Birkaç turunculu daha birikti başına. “Sen bir in hele şu traktörden, sana gösterelim eşkıya nasıl olurmuş” dedi içlerinden birisi. Biri traktöre çıkmaya yeltendi. Omzundan ittirdi, binmesine izin vermedi. Bastıbacak, yılan gözlü müdür sakince geldi yanlarına, “Çocuklar ne yapıyorsunuz” dedi yalancıktan kızar gibi. “Tahsin Bey’i tanımadınız mı?”. Sonra dönüp, “Tahsin Bey yol maalesef kapalı, Narlıca yolundan gitmeniz gerekecek” dedi bıyık altından gülerek. Onun bu gülüşü yok mu!.. 


Hiçbir şey söylemedi. Muhatap bile olmak istemiyordu bu yılan gözlü ile. Geri geri gidip döndürdü traktörünü. Son bir kez petrol istasyonunun önüne baktı. Kalabalık bir grup yol üstüne oturmuştu. “Siyanürlü şirket Bergama’yı terk et” sloganları atılıyordu. Turuncu giysili adamların arasında, yanında siyah takım elbiseli iri kıyım tiplerin olduğu, krem renk giysili, şapkalı adamı o zaman gördü. Madenin Sahibi Akın İpek’ti bu. Elleri ardında “Küçük dağları ben yarattım” edasıyla dikiliyordu en önde. Traktörün gaz pedalına hırsla basmadan önce öfkeyle yere tükürdü!..


*** 
Pazar günü konutunun kapısına dayanan çevrecilere perdenin ucundan baktı kaymakam. Kapıdaki görevliye madencilerin köy yolunu kapattığını, kara yolundan gelip geçen tüm araçları taşladığını söyleyip kendisiyle görüşmek istediklerini iletmişlerdi. Hiç kulak asmadı söylenenlere, dışarı bile çıkmadı. Yarım saat bekleyip arkalarına bakarak gittiler. Ne zaman ki çevrecilerin yolu trafiğe kapattığı haberi geldi, apar topar jandarma komutanı ve hazır kıta bekleyen askerlerle birlikte soluğu olay yerinde aldı. Çevrecilere yemin billah sözler verdi, altın madencilerine devletin yolunu açtıracak, güven içinde Çamköy’e gitmelerini sağlayacaktı.

*** 
Kocaman bir taş otobüsün yan camını çatlatınca aşağıya eğildi emekli öğretmen. Eliyle gergin bir şekilde tuttuğu perde olmasa belki de taş tam kafasına gelecekti. Otobüs her tarafına gelen yağmur gibi taşlar, yumurtalar arasında ilerlemeye çalışırken koridorun karşısındaki pencereye baktı. Askerler tek sıra halinde yüzlerini otobüse, arkalarını protestoculara dönmüşlerdi. Tam tersini yapmalıydılar oysa diye geçirdi aklından. Yeni bir taş en arka camı patlattığında tekrar başını eğdi. 
Arka tarafta oturan Bergamalının omzuna gelmişti taş. Kırılan camdan öfkeyle kafasını uzatıp, bağırıyordu: “Hepiniz alçaksınız, satılmışsınız!” Yanındaki arkadaşı tutup aşağıya çekmese  muhtemelen o taş ve yumurtaların epeyce bir kısmı suratında patlayacaktı. 
Otobüs yaklaşık 50-60 metrelik asker, madenci koridorundan çıkıp, Çamköy yokuşuna tırmanışa geçtiğinde camı çerçevesi kırılmış, savaştan çıkmış bir haldeydi. Arkasından gelen minibüslerin, otomobillerin de ondan pek farkı yoktu. Devlet-şirket el ele vermiş çevrecilere haddi bildirilmişti!
***
“Bugün ben saatlerce köyüme giremedim. Biz madene karşı yürüyünce terörist oluyoruz, Alman ajanı oluyoruz. Ya yolumuzu kesenler ne oluyor?” dedi sarı poşulu Tahsin Sezer. Tarlanın tozu üzerindeydi hâlâ. “Bize bu yapılanlar düpedüz terördür” dedi Eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın. “Siz kimden yanasınız halktan mı şirketlerden mi” diye sordu Ovacıklı Şahsenem teyze.
Saatlerdir süren olaylardan yorulmuş, örselenmiş bir şekilde 17 köyün kitabesinin olduğu bahçede toplanmışlardı. Eşme’den, Ankara’dan, Çanakkale’den kalkıp gelen konuklarının bu hale düşürülmesi onları yerin dibine sokmuştu. 
***  
Saldırıya uğrayanlar örselendikleriyle kaldılar. Saldırıdan 5 yıl sonra davası açılabildi. 12 yıl sürdü, 30 celse görüldü Bergama Adliyesinde. Üç gün önce de zaman aşımından düşürüldü.
Maden 20 yıldır Bakırçay’ın ortasına zehrini kusmaya devam ederken, geriye hayal mi gerçek mi seçilemeyen bir Bakırçay baladı kaldı. Bir de ovanın ortasında, ılgın ağacının dalında hâlâ yanık yanık öten bülbülün ağıdı..


12 yıllık 'altın madencilerinin saldırısı' davası düştü

27 Ekim 2017 14:35
  
Patronu 'FETÖ' firarisi olan Bergama'daki Koza altın madeni şirketi çalışanlarının çevrecilere saldırısı davası düştü: 12 yıl 30 celse elde var sıfır.

12 yıllık 'altın madencilerinin saldırısı' davası düştü

Özer AKDEMİR
İzmir
5 Haziran 2005 Dünya Çevre gününü Bergama Çamköy'de yapmak isteyen yaşam alanı savunucularına yönelik Koza şirketinin altın madencilerinin saldırısı davası zamanaşımı gerekçesiyle düşürüldü. Saldırıdan 5 yıl sonra açılabilen dava, hukukun nasıl siyasallaştırıldığı önemli örneklerinden birisi oldu. 
SALDIRIDAN 5 YIL SONRA DAVA AÇILABİLDİ
Çamköy'de yapılmak istenen şenlikleri engellemek için alternatif çevre günü şenliği düzenleyen altıncı şirket, İzmir, Uşak, İstanbul, Çanakkale gibi birçok yerden gelen yaşam savunucularına taş ve yumurtalarla saldırmıştı. Bu olaylarla ilgili yapılan suç duyurusunun üzerinden 5 yıl geçtikten sonra açılabilen davada, olayları yöneten altın madeni sahibi Akın İpek'in sanıklar arasında yer almaması, Gülen Cemaatine yakınlığını hiç gizlemeyen bu ismin korunduğu iddialarını da güçlendirilmişti. EGEÇEP avukatlarının itirazları sonrası İpek'in sanık yapılmasına şirket yaşam savunucularının Avukatı Arif Ali Cangı'yı da sanık yaptırarak bir anlamda karşılık vermişti.
CEMAAT-AKP ORTAKLIĞI
Tam 12 yıl süren yargılama sürecinde yüzün üzerinde hem maden çalışanı hem de yaşam savunucusu yargılandı. Geçtiğimiz gün yapılan 31. celsede yapılan son savunmalarda da madencilerin tek amaçları doğanın korunması, kirlenmesinin önlenmesi konusunda mesajlar vermek olan etkinliğe yönelik saldırısının, tüm çevre hareketine gözdağı olduğu dile getirildi. Maden patronu Akın İpek'in uzun zaman korunup kollanmasının yargıdaki Cemaat etkisinin yanı sıra, Cemaat-AKP ortaklığının da bir ürünü olduğu belirtilirken, davanın zamanaşımına uğratılmasının hem saldırganların hem de FETÖ firarisi olarak aranan maden patronunun kollanmaya devam etmesi anlamına geldiği dile getirildi. 
ADIM ADIM ZAMANAŞIMINA GÖTÜRÜLDÜ
Zamanaşımı kararının ardından bir açıklama yapan EGEÇEP avukatı Arif Ali Cangı, davanın sırf Koza şirketinin patronu ve çalışanları  ceza almasınlar diye dava adım adım zamanaşımına götürüldüğünü belirterek, “Düşme kararı 5 Haziran 2005'de işlenen suçları ortadan kaldırmaz, aksine onlarla birlikte   geriye doğru 12 yıllık hukuk dışı ilişkilerle içiçe olan yargının, iktidarın mahkumiyetidir. Bu dava burada bitmez. Ovacık'ta doğaya ve insanlara karşı işlenen suçların üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz" dedi.

27 Ekim 2017 Cuma

Kültürpark Platformu: Esnaflık değil belediyecilik yapın

27 Ekim 2017 14:10
Kültürpark Platformu, Folkart ile İzmir Büyükşehir Belediyesi iş birliği ile 'Basmane Çukuru'na yapılması planlanan gökdelenleri protesto etti.

Kültürpark Platformu: Esnaflık değil belediyecilik yapın

Kültürpark Platformu, “Basmane çukuru” olarak bilinen eski garaj alanında Folkart-İzmir Büyükşehir Belediyesi iş birliği ile yapılması planlanan gökdelenleri protesto etti. Arsanın önemli bir bölümünün kamu malı olduğunu belirten Kültürpark Platformu belediyeye bir kez daha yanlıştan dönme çağrısı yaptı.
KÜLTÜRPARK'TAN KOPARILDI
Gökdelen yapılması planlanan alanın Fuar 9 Eylül Kapısının karşısındaki köşesinde yapılan basın açıklamasına Kültürpark Platformu'nun birçok bileşeni katıldı. Basın açıklamasında platform adına konuşan Ebru Türkdamar Diktaş geçmişte Kültürpark’a ait olan “Basmane Çukuru” denen arsanın en üst düzeyde kamu yararı gözetilerek değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, arsanın 1990'larda Kültürpark’tan koparıldığını dile getirdi. 2015 yılında yapılan revizyonla arsanın imar koşullarının değiştirilerek kültür sanat işlevi yerine Belediye Hizmet Birimi haline getirildiğini aktaran Diktaş, alanda yapılması planlanan yapının hukuka aykırı olarak 220 bin metrekareyi aşan bir inşaat alanına sahip olacağını, bu haliyle bir kent suçu niteliği taşıdığını ifade etti. İBB Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun belediyenin arsa payını yüzde 12'den 30'a çıkarmakla övündüğüne dikkat çeken Diktaş, konuya dair platformun endişelerini şu sorularla gündeme getirdi:
1-    Arsa satılırken arsanın en değerli yerinden ayrılan kamu payının şu an arsanın neresinden ayrıldığı belli midir?
2-    Arsa satılırken kongre merkezi – kültür – sanat işlevli olarak ayrılan belediye payı hangi gerekçelerle Belediye Hizmet Binası olarak değiştirilmiştir?
3-    İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hizmet birimleri için kentte bir holdingin inşa ettiği kent suçu niteliğindeki bir yüksek yapının içinden daha uygun bir yer yok mudur?
BAKKAL HESABI YAPMAYIN
Kamunun malı demek olan Belediye’nin hissesi üzerinde yapılacak anlaşmaların bakkal hesabı gibi değil,  imar durumu belgesi ve projeler üzerinde belirtilerek açık ve şeffaf olarak kentliye açıklanması gerektiğinin altını çizen Diktaş, "Her kentli, kentin hakkının korunup korunmadığını izleyebilmelidir. Çağdaş ve sosyal demokrat belediyeciliğin esnaflıktan farkları olduğunu düşünüyoruz. Bu vesile ile tekrar vurgulamak isteriz ki Basmane Çukuru denen arsa aslında Kültürpark’tan kopartılmış, halkın elinden alınmış bir alandır” diye konuştu. Diktaş, Kültürpark projesinin de kentlinin önemli bir kısmı tarafından kabul görmediğini ifade ederek, İBB'nin bu projede ısrar etmemesi çağrısında bulundu. Basın açıklaması sırasında “İzmir’e gökdelen istemiyoruz” sloganları atıldı. (İzmir/EVRENSEL)



26 Ekim 2017 Perşembe

Kaz Dağı’nı ‘en vahşi yöntemle’ siyanüre boğacaklar

 26 Ekim 2017 03:22
  
Havran’da kurulması planlanan altın madeni, bilim insanları tarafından 'en vahşi yöntem' olarak adlandırılan siyanür yığın liçi ile maden işleyecek.


Özer AKDEMİR
İzmir
Balıkesir Havran’da işletilmesi planlanan altın madeni Kaz Dağı’nın eşsiz ekosistemine yeni bir tehdit olacak. Tamamı orman ve tarım arazisi üzerinde kurulması planlanan altın işletmesinin yöredeki endemik bitkilere vereceği zararlar şirketin kendi hazırladığı proje tanıtım dosyasında bile itiraf ediliyor.
KOZA’NIN TAŞERONUYDU
Havran’ın 15 km kuzeydoğusunda işletilmek için ÇED sürecine başlayan altın madeni şirketi Eğmir köyüne 3.4 km, Büyükşapçı köyüne 1.4 km ve Küçükşapçı köyüne ise 3.3 km uzaklıkta yer alacak. Daha önce Amerikan Normandy’e  ait olan saha çeşitli el değiştirmelerin ardından şimdi Bahar Madencilik Ltd. Şti’nin elinde. Bahar Madencilik,  FETÖ’nün para kaynağı gibi gerekçelerle el konulup TMSF’ye devredilen Bergama, Gümüşhane, Eskişehir gibi yerlerde altın işletmeciliği yapan Koza İpek grubunun taşeronu durumundaydı. 
EN VAHŞİ YÖNTEM VE SİYANÜR
Demirtepe Projesi adı verilen altın işletmesinin ÇED proje tanıtım  dosyasında 16 milyon ton rezervi olduğu dile getiriliyor. İşletme bilim insanları tarafından “en vahşi yöntem” olarak adlandırılan siyanür yığın liçi yöntemi ile açık ocak işletmeciliği şeklinde çalışacak. İşletme faaliyetinin 10 yıl süreceği belirtilirken, cevher arama çalışmalarının sürdüğü ve yakınlarda yeni cevher yatakları bulunması durumunda projenin ömrünün uzamasının söz konusu olduğu belirtiliyor. Maden işletmelerinin hemen hepsinin uyguladığı bu yöntemle, işletme faaliyete geçtikten bir iki yıl sonra kapasite artışına giderek ömrünü katlıyorlar. Proje tanıtım dosyasında 10 yılda ortaya çıkacak olan 2.65 milon m3 pasanın açık ocağın kuzeyi ve güneyinde belirlenen sahalara depolanacağı ifade ediliyor. Yılın her günü 3 vardiya halinde çalışması planlanan madenin inşa aşamasında 250, işletme aşamasında ise 234 kişinin çalışması planlanıyor. Sahada daha önce Kuars madenciliği için 2010 yılında verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararı herhangi bir işlem yapılmadığı için yıllar içerisinde geçersiz hale gelmiş. Daha sonra ise el değiştiren maden sahasında altın işletmeciliği için planlar yapılmaya başlanmış. 



İLK SAHİBİ BERGAMA’DAN TANIDIK: NEWMONT
Sahanın ilk sahibi olan Newmont Mining Corporation (Newmont), ruhsatları 2004 yılında  Teck Resource Limited (Teck) şirketine sattı. Sahada Teck tarafından 2006 -2011 yılları arasında maden arama çalışmaları yürütüldü. Proje ruhsatları Ekim 2016 yılında imzalanan satış anlaşması ile Bahar Madencilik tarafından satın alındı. 
TAMAMI ORMAN VE TARIM ARAZİSİ
Proje tanıtım dosyasındaki haritaya göre ÇED izin alanının yaklaşık yüzde 79’u (547,4 ha) orman (karaçam ve meşe) geri kalan kısım ise tarım arazisi olduğu görülüyor. 2014 yılında alanda yapılan yüzeysel gözlemler, yöre halkının anlatımları ve literatür taramasına göre bölgenin flora fauna değerlendirmesinde madenciliğin yörede yapacağı tahribatın itirafları olarak değerlendirilebilir. 
1 ENDEMİK TÜR VAR VE SAYI ARTACAK
Proje alanında 44 familyaya ait 182 tür bitkinin yayılış gösterme ihtimali olduğunun altı çizilirken, “Yapılacak çalışmalar ile bu sayı doğal olarak değişecektir. Tahminimize göre var olduğu düşünülen türlerden biri endemiktir. Alanda yapılacak detaylı floristik çalışmalar ile endemik sayısının artacağı kesindir. Çünkü Kaz Dağları silsilesi çok sayıda lokal endemik bitki türü barındırmaktadır” denilmekte. Dosyada muhtemelen bu endemiklerden Prangosilanae (Kaz Çakşırı), Cirsium steirolepis (Kaz Kangalı), Verbascum simavicum (Simav Sığırkuyruğu) ve Digitalis trojana (Yüksük otu) türlerine proje alanında da rastlanacağı dile getiriliyor. Ayrıca proje alanı ve yakın çevresinde yaşadığı belirlenen yabanıl kuş türleri arasında yaygın, tehlike altında olmayan türler olduğu gibi nadir, koruma altındaki türler de bulunduğu ifade ediliyor.  

24 Ekim 2017 Salı

AİHM bir kez daha 'Bergamalıların hakları ihlal edildi' dedi

 24 Ekim 2017 08:53
  
AİHM Bergama’daki altın madeninin işletilme sürecindeki hukuk süreci nedeniyle Türkiye’yi bir kez daha mahkum etti.


Özer AKDEMİR
Altın madeni karşıtı mücadele iyice zayıflasa da Bergama köylüleri kazanmaya devam ediyor. yıllarca Bergama köylülerinin avukatlığını yapan  Senih Özay'ın açtığı davada AİHM iki Bergama Köylüsü için "Adil Yarılama hakkı ihlali ve aile yaşamını ihlalden" Türkiye'yi kusurlu bularak 3000 avro tazminata mahkum etti. 
ALTIN MADENCİLİĞİNİN ÖNÜ BERGAMA'DA AÇILDI
Türkiye'de altın madenciliğinin önünü açan Bergama Ovacık Altın Madenine karşı yöre köylüleri yıllarca mücadele etti. Binlerce köylünün yaşam alanlarını korumak için sivil itaatsizlik türünden gerçekleştirdikleri eylemler ve uzun soluklu bu mücadele Türkiye ekoloji hareketinin de dönüm noktasını oluşturdu. Çevre hukuku, idari hukuk Bergama mücadelesinden önemli ölçüde etkilendi. Yasalar değiştirildi, yargı kararları askıya alındı, Bakanlar Kurulu kararları ile madenin çalışmasına olanak tanındı. 
2 MADDE'DEN İHLAL KARARI 
Bu dava süreçlerinde uzun yıllar Bergama Köylülerinin avukatlığını yapan Senih Özay'ın AİHM'e açtığı bir dava geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Yılmaz Acar, Mustafa Demircan,  Feride Genç adlı müvekkilleri adına AİHM'e yapılan 2 ayrı başvuruda daha sonra dosyalar birleştirildi. Yapılan yargılama sonucunda AİHM Sözleşmenin 6. maddesi olan Adil yargılama ilkesinin ve 8. maddesi olan Özel ve aile yaşamı maddelerinin ihlal edildiğine karar vererek Türkiye'nin 3 davacıya 3000'er Euro tazminat ödemesine karar verdi. 
ÖZEL YAŞAMA SAYGI HAKKINI İHLAL
AİHM'e başvuran Bergamalılar siyanürle altın ayrıştıran işletmeye resmi kurumlar tarafından verilen ruhsatları şikayet ederek, resmi makamlar ile yerel halk arasında resmi makamların kesinleşmiş yargı kararlarını kasıtlı biçimde hiçe sayması yüzünden tetiklenen uzun süreli hukuki anlaşmazlığın özel yaşamlarını çekilmez hale getirdiğini ileri sürmüşlerdi. AİHM kararında Bergama Altın madenine karşı açılan davaları, kesinleşmiş mahkeme kararlarına rağmen hükümetin çeşitli yollarla madenin çalışmasına olanak tanıması süreçlerini özetlediği kararında Türkiye'nin kendi yasal mevzuatına ve yargı kararlarına rağmen AİHM'e başvuran Bergama Köylülerinin haklarını "yararlarına olan sonuçlardan hiç yararlanamayacak biçimde mahrum ettiler" denildi. Mahkeme Türkiye'nin AİHM Sözleşmenin 8. Maddesini ihlal ederek başvuru sahiplerinin özel yaşamları ile aile yaşamlarına saygı hakkını güvence altına alma yükümlülüğünü yerine getirmediğine hükmetti. Mahkeme idarenin yargı kararına uymayarak yurttaşların etkin yargı koruması hakkından yararlanmasını da ihlal ettiği sonucuna vardı. 
AİHM bir kez daha 'Bergamalıların hakları ihlal edildi' dedi
YARGI KARARLARINA UYULMADI
AİHM kararında; "ulusal makamların İzmir İdare Mahkemesi ile Danıştay’ın verdiği 1 Haziran 2001, 27 Mayıs 2004, 23 Haziran 2004 ve 22 Mart 2006 tarihli kararlarının uygulanmasında ve makul zaman içerisinde bunlara uymada gereğini yapmamış" diyerek AİHM Sözleşmesinin 6. maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Mahkeme her bir başvurucu için Türkiye'nin 3.000 Euro tazminat ödemesini kararlaştırdı. 
AİHM İHLALLERİ TESPİT ETTİ
Daha önce de yüzlerce Bergama Köylüsünü mahkeme kararlarının uygulanmaması nedeniyle AİHM'den tazminat kazanması davasını da açan Av Senih Özay, son kararda paradan çok ihlalin tespit edilmiş olmasının önemli olduğu görüşünde. Özay kararla ilgili şu yorumda bulundu; "Bu kararın özü şu; AİHM Bergamada siyanürlü altın çıkarma işletme teşebbüsü İdare Mahkemesinin ve Danıştayın Mahkeme kararlarına rağmen nasıl olup da sürdürülebilmiş, sürdürülebiliniyor? Nasıl Bakanlar Kurulu bu yolda gizli kararname çıkarabiliyor? Yaşam hakkı ve sağlıklı çevre hakkı yargı kararıyla tespit edilmesine rağmen nasıl ciddiye alınmıyor? Nasıl maden faaliyete devam edebilir? diyerek 3000 Euro tazminat kararını vermiştir".
 https://www.evrensel.net/haber/336004/aihm-bir-kez-daha-bergamalilarin-haklari-ihlal-edildi-dedi

Son Düzenlenme Tarihi: 24 Ekim 2017 11:41

23 Ekim 2017 Pazartesi

Karaburun’da yargı-bakanlık restleşmesi: 2. ÇED raporuna ret

 23 Ekim 2017 13:27
    
Mahkeme, bakanlığın onay verdiği Karaburun Mordoğan'daki rüzgar enerjisi santralinin (RES) 2. çevresel değerlendirme raporunu (ÇED) iptal etti.
Karaburun’da yargı-bakanlık restleşmesi: 2. ÇED raporuna ret
Özer AKDEMİR
İzmir
Yargı, Karaburun, Ayen Enerji A.Ş.’ne ait Mordoğan RES kapasite artışı projesinin 2. kez verilen “ÇED olumlu” kararın da bozdu. Mahkeme projenin flora faunaya etkisi, bölge ekosistemine getireceği olumsuz yük gibi birçok gerekçeleri bir kez daha sıraladı.
Şirketin Mordoğan RES Kapasite Artışı Projesine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen 1. ‘ÇED Olumlu’ Kararı, İzmir 3.İdare Mahkemesi’nin geçtiğimiz yıl Haziran ayında oybirliği ile iptal edilmişti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise bu mahkemenin iptal kararından bir ay önce, proje için 2009/7 sayılı genelgeye dayanarak 2. bir ÇED sürecini başlatmış ve hemen ardından projeye 2. kez ‘ÇED olumlu’ kararını vermişti. Bunla yetinmeyen Bakanlık 1. ÇED'in iptal kararına da itiraz ederken, bu itirazın sonucunu beklemeden yeni bir ÇED sürecini yürüterek şirkete 2inci kez ‘ÇED olumlu’ kararını vermişti. 
RES'lerin yaşam alanlarını ve yöre ekosistemine olumsuz etkilerine karşı dava açan 82 Karaburunlu yurttaş bu verilen 2. ÇED olumlu kararını da yargıya taşımışlardı. 
Bu kararla 15 adet rüzgar türbini ile çalışmakta olan Mordoğan RES'in kapasitesi 2.1 MW'lık 5 türbin daha ilave edilerek 10.5 MW arttırılması planlanıyor. 
İzmir 6. İdare Mahkemesi'nce, ivedi yargılama usulü uyarınca yaptığı yagılama sonucu dosyadaki bilirkişi raporunu da inceleyerek bu raporda dikkat çekilen konuları kararına dayanak yaptı. 
BİLİRKİŞİ RAPORU RES'LERE KARŞI
Bilirkişi raporunda şu konuların altı çiziliyordu:
* Karaburun 3 Önemli Doğa Alanının içinde yer almakta.
* Yapılan bir günlük bilirkişi incelemesinde nadir türler bulunmuş olması alanın 4 mevsimlik izleme ile ele alındığında daha fazla endemik ve nadir türe ev sahipliği yapabileceği olasılığı
* Alanın potansiyel orman alanı olduğu,
* Alanda yapılacak inşa çalışmalarının (türbün, ulaşım yolları vb.) doğal ekosistemin dinamikleri üzerine etkilerinin dikkate alınması gerektiği,
* Bölgede yer alan RES’lerin kümülatif etkisinin tür üzerine olası etkisinin dikkate alınması gerektiği, 
‘HASSASİYETLERİ YÜKSEK BÖLGE’
Mahkeme kararında yapılan bilimsel araştırmalar ışığında mevzuatta yer almamasına karşın planda konumlandırılan türbin alanlarının yerleşim alanlarına yakın mesafede olduğuna da dikkat çekiliyor. Ayrıca EPDK tarafından sınırlandırılmış alanın kısmen Mordoğan Göletinin EPDK sahasında kaldığı dile getiriliyor. 
Mahkeme karının en önemli cümlelerinden birisi ise projenin bölgede bulunan diğer RES'lerle birlikte toplam etki olarak değerlendirilmesine vurgu yapıyor. Mahkeme kararında, "Flora, fauna, sosyo-ekonomik durum açısından sadece faaliyet alanına değil etki alanının tamamına bakılması gerektiğinden bölge hassasiyetleri yüksek bölge kategorisinde yer aldığı, bölgede 6 farklı firmaya ait RES projeleri yer aldığı, bu nedenle değerlendirme yapılırken bölgede yer alan diğer faaliyetlerin de sadece gürültü açısından değil flora, fauna, sosyo-ekonomik açıdan değerlendirilmesi gerektiği” dile getirildi.  
KARARA İTİRAZ YOLU KAPALI
Mahkeme kararını sonuç kısmında ÇED olumlu kararının flora, fauna ve çevresel açıdan uygun olmadığının belirlendiği anlaşıldığından hukuka uygun olmadığı dile getirildi. Uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğabileceğinin altını çizerek projenin yürütmesini de durduran mahkeme  uyuşmazlığın ivedi yargılama usulüne tabi olduğu anlaşıldığından, karara karşı itiraz yolu kapalı olduğuna da oybirliği ile hükmetti. 
ÇEVRE MÜCADELESİ DEĞİL, YAŞAM HAKKI MÜCADELESİ
Mahkeme kararı ile Karaburun Kent Konseyi tarafından yapılan açıklamada “Bu kararla Karaburun Yarımadası’nın üzerine, doğal sit alanlarına, meralara, köylerin ve mahallelerin metrelerce yakınına yapılmak istenen RES projelerinin, yenilenebilir enerji kaynağı olarak savunulması ve sunulmasının da mümkün olmadığı açıktır” görüşlerine yer verildi. 
Karaburun Yarımadası’nda 6 firma tarafından kurulan/kurulumuna başlanan toplam 231,55 Mwe kapasitede  115 adet endüstriyel  türbin olduğuna dikkat çekilen açıklamada, kapasite artışlarıyla birlikte, planlanan toplam türbin sayısının ise şimdilik 234 olduğu ifade edildi. Kent Konseyi açıklamasında, "Verilen mücadele sadece bir çevre mücadelesi olmaktan çıkmış, tüm canlıları kapsayan bir yaşam hakkı ve kırsal kalkınma olanaklarını savunma mücadelesine dönüşmüştür" ifadelerine yer verildi. 
İPAR BUĞRA ANILDI
Kent Konseyi açıklamasında geçtiğimiz haftalarda ani gelişin bir hastalık sonucu yaşamını yitiren Kent Konseyi Başkanı İpar Buğra'da "Mahkemenin bu kararıyla, diğerlerinde olduğu gibi, bu dava sürecinde de büyük emeği geçen, doğanın kucağına uğurladığımız Karaburun Kent Konseyi Başkanımız sevgili İpar Buğra'yı bir kez daha anıyoruz" denildi. 



Son Düzenlenme Tarihi: 23 Ekim 2017 13:34

22 Ekim 2017 Pazar

Çöldağı (Pazar yazısı)

22 Ekim 2017 04:45
   
Özer Akdemir Turgutlu Çaldağında yapılan nikel madenciliğinin yol açtığı doğa tahribatını ve doksan yaşındaki Çaldağı direnişçisini yazdı.


“Ağaçlarımız kurudu, nohutlarımız sararıp soldu, domatesler hep lekeli” diye yana yakıla dertlerini anlatmaya çalışan köylüler duvara konuşuyorlardı sanki. Madenin müdürü eli arkasında, yüzünde yapışkan bir sırıtış ile boş boş bakıyordu köylülerin yüzüne. Bilirkişi heyetindekiler ondan çok daha ilgiliydiler.
“Sülfürik asidi suyla karıştırıp kullanacağız” dedi müdür. Nikel madeni ona göre çevreye hiçbir zarar vermeyecekti. O konuştukça Kimya Mühendisleri Odası Başkanını afakanlar basıyordu. Dört saattir aynı şeyleri konuşmaktan, anlatmaktan usanmış bir sesle “Olur mu müdür bey öyle şey” dedi ama sonunu getirmedi. Artık o da, mahkeme heyeti de, keşfi izleyenler de bıkmıştı, yorulmuştu.

Keşfin sonunda madenin deneme üretimi yaptığı yere gelindi. Altı siyah plastik örtülerle kaplanmış küçük havuzcuklar yan yana sıralanmıştı. Onların hemen yanı başında dev gibi bir ağacın gölgesinde keşif tutanağının yazılması beklendi.
Pelit ağacı300 yıllık yalnız bir pelit ağacıydı bu. Yalnızdı çünkü başka hiçbir ağaç yoktu uzun zamandır yanında yöresinde. Bir Alakabak kuşunun tohumunu toprağa gömmesinden bu yana geçen yüzyıllar boyunca neler görmüş, neler yaşamıştı. Komşu ağaçların bir kısmını tarla açmak için köylüler kesmişti. Kalanları ise tam ortasında kaldığı maden işletmesi halletmişti! İki yıl önce, iki metre ötesine yapılan kötü kokulu küçük havuzcuklar olmasa yine de halinden memnundu. Şimdi, geleceğin belirsizliğinden mi, havuzcuktan kalkıp geniş dallarına, yapraklarına yapışan asit sisinden mi koca gövdesinin bazı kısımlarında sararmalar başlamıştı. Kadim dostları kuşlar bile eskisi kadar konmuyordu dallarına. Bir tek rüzgarla dertleşebiliyordu. Bir tek rüzgar anlıyordu onun iç çekerek sızlanmalarını. Buruş buruş olmuş kalın kabuklu gövdesini, göğe uzanan dallarını, yeşil yapraklarını, tomurcuklanmış meyvelerini teker teker okşayıp teselli etmeye çalışıyordu.
*** 

Yaşlı pelitin gölgesinde bastonuna iki eliyle dayanarak duruyordu Muammer Arabul. 90 yaşına merdiven dayamıştı. Neredeyse altında bulunduğu pelit kadar yaşlandığını düşündü. Bacakları artık gövdesini taşımakta zorlanıyordu. Kafasına sarındığı beyaz bir tülbentle güneşten korunmaya uğraşmıştı bütün gün. Bazen oturarak, bazen ayakta hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan anlatılanları dinlemeye çabaladı saatler süren keşif boyunca.
Çöldağı
Yorgunluk, sıcak neyse de en çok Çaldağı’nın bu hali çökertmişti omuzlarını. Yıllar önce, sık çamların içinde keklik, tavşan kovaladığı günleri andı özlemle. Sarı kantaronların baygın kokuları arasında uzandığı, rüzgarın çamlarla birlikte söylediği şarkıyı dinlediği, kuşların kulaklarından gitmeyen namelerine eşlik ettiği, papatyaların yanı başına yatıp uyuduğu günler geldi gözlerinin önüne. Eskiye daldı mı, o güzellikleri aklına getirdi mi göğsünden başlayıp boğazına doğru yayılan ve orada tıkanıp kalan baskıya engel olamıyordu. Yine öyle oldu!
İçinde yürürken gökyüzünü göremediğiniz orman yok olup gitmişti şimdi. Yüz binlerce ağaç tam diplerinden kesilmiş, ölü gövdeler güneşin alnında üst üste yığılarak kurumaya bırakılmıştı. Bilirkişi heyeti az ötede kaç ağacın kesildiğinin, kesileceğinin tartışmasını yaparken o önünde uzanan yamaç boyunca yerinde yeller esen ormanların boşluğundan ovaya baktı. İnce bir pus çökmüştü kasabanın üstüne. Evler, minareler belli belirsiz görünüyordu. Kesik ağaç köklerine bakıp elini dizine vurdu, “Ahhh” etti. “Bizi düşmandan korudun, biz seni koruyamadık, eyvah!” dedi. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar gelmeden önce Kasabalılar Çaldağına kaçmış, bu ormanlarda aylarca saklanmıştı.  
Kurumuş otların arasına oturdu bir süre, ellerini toprağa daldırdı. Yanıyordu toprak, sıcacıktı. Çöl sıcağı gibi. “Ne hale getirmişler seni Çaldağı? Çöldağı olmuşsun neredeyse!” dedi acı bir fısıltıyla.
Muammer amca
***
'Keşke bu kadar yaşamasaydım, bunları
görmeseydim. Keşke çocukluğumda kalan
Çaldağı’nın özlemi ile ölseydim'
Kesilen ormanın biraz ilerisinde madenin açık ocağının dev gibi çukuru vardı. Bir uçurum gibi kıvrıla kıvrıla aşağıya inen çukurun içinde yemyeşil bir su birikmişti. Zehir yeşili bir su!
Burasının daha birkaç yıl öncesine kadar sincapların, tilkilerin, türlü tevir kuşların, yılanların, böceklerin oynaştığı, bin bir çeşit çiçeklerin açtığı bir orman olduğunu bilmek canını çok acıtıyordu! “Keşke bu kadar yaşamasaydım, bunları görmeseydim. Keşke çocukluğumda kalan Çaldağı’nın özlemi ile ölseydim” diye geçirdi o gün içinden, kaçıncı kez...
Pelit ağacının sarı bir yaprağı dalından kopup bastonunun önüne düştüğünde dayanamadı daha fazla. Hâlâ madenin zararsız olacağını anlatan müdüre dedi ki “90 yaşındayım, hadi beni geç! Şu altında durduğun senden 10 kat yaşlı ağaçtan, kestiğiniz ormanlardan, yerinden yurdundan ettiğiniz hayvanlardan utanmıyor musun? Bu toprakları zehire buladınız mı, bu ağaçları toprağından kopardınız mı burada yaşam olmayacağını bilmiyoruz muyuz sanıyorsun. Biz aptal değiliz!”
Turgutlu'da Çaldağı paneli
***
Ekim ayının ortalarında Turgutlu Belediyesi Toplantı Salonunu dolduran Kasabalıların arasında o da vardı yine. Emektar bastonuna dayanarak en ön sıraya oturmuş, bir ay sonra yapılacak yeni bilirkişi keşfiyle ilgili anlatılanları dinliyordu. Arada gözleri dalıp uyukladığında rüyasında hep Çaldağını görüyordu. Yine ormanın içinde, yine kuşlarla yarenlik ederken yakalıyordu çocukluğunu.

Son Düzenlenme Tarihi: 22 Ekim 2017 09:03

20 Ekim 2017 Cuma

Kalker ocağı raporu: Kızılırmak’ı Kırklareli’ye bağladılar

20 Ekim 2017 13:05
   
Kalker ocağı açmak için kopyala yapıştır ÇED raporu hazırladılar. Kızılırmak nehrini Trakya’ya bağladılar.

Kalker ocağı raporu: Kızılırmak’ı Kırklareli’ye bağladılar

Özer AKDEMİR
İzmir
Kırklareli’de kalker ocağı işletmek isteyen Çimentaş’ın hazrıladığı raporda bir skandala imza atıldı: Sivas’tan doğup Samsun’a dökülen Kızılırmak nehri Trakya’ya bağlandı. 
TBMM’de görüşülen torba yasada en çok tartışılan maddelerden birisi de ÇED raporları için yapılan başvuruların üç ay içinde sonuçlandırılmaması durumunda firmaya ÇED izni verilmiş sayılması. Bir anlamda “ÇED raporundan vazgeçmek” olarak yorumlanan bu madde, aslında Hükümetin çok uzun zamandır formaliteden öte bir denetim getirmediği yönünde eleştiriler getirilen ÇED raporlarına bile tahammülü olmadığını gösteriyor. 
Bu kadar çok tartışılsa bile en azından faaliyetle ilgili belli başlı bilgilerin öğrenilmesi, alanda güdük de olsa bazı incelemelerin yapılması, yöre halkının en azından görüşlerinin ortaya konması açısından her şeye rağmen önemsenen ÇED raporlarının nasıl da baştan savma hazırlandığının son örneği Kırklareli’nden geldi.
KIZILIRMAK TRAKYA’DA NE GEZİYOR?!
Kırklareli Bulgaristan sınırında kalker ocağı işletmek isteyen Çimentaş Çimento Şirketinin hazırladığı ÇED Başvuru Dosyası bu kadarı da olmaz dedirtti. ÇED başvuru dosyasına göre Kırıkkale Bulgaristan sınırı arasında yer alan kalker ocağı alanının 15 kilometre kuzeyinden Kızılırmak nehri geçiyor! Evet, bildiğiniz Sivas İmranlı’dan doğup, Samsun Bafra’dan Karadeniz’e dökülen Kızılırmak! Acaba isim benzerliği olabilir mi diye ÇED raporunun “Doğal afet durumu” başlıklı 24. sayfasını okumaya devam ettiğinizde şu bilgileri görerek komedinin bir yanlışlıktan kaynaklanmadığını anlıyorsunuz; “Proje alanının yaklaşık 15 km kuzey doğusunda Sarımsaklı barajı, Kızılırmak nehri üzerinde Kayseri’nin 25 km kuzeybatısında, 43 km kuş uçumu mesafede bulunan Yamula barajı bulunmaktadır. Ayrıca proje alanının güneybatısında yaklaşık 65 km Yay Gölü ve Sultansazlığı bulunmaktadır”.
Kırklareli Bulgaristan sınırındaki bir faaliyetin yaklaşık 1000 km ötedeki Kayseri ili içerisinde yer alan akarsu ve barajlarla ne ilgilisi var? ÇED raporları böyle kopyala yapıştır olarak hazırlanıp, hiç okunmadan onaylanırsa buna benzer daha pek çok “yanlışlıklar” da haliyle ortaya çıkıyor. 
BULGARİSTAN YOLU NASIL BU KADAR UZAKLAŞTI!
Çimentaş’ın ÇED raporundaki yanlışlıkları sadece bununla da sınırlı değil. Raporun 7. sayfasında kalker ocağı ve işletmesi alanına en yakın yerleşim alanları sayılırken kalker ocağının “Kırklareli-Bulgaristan karayoluna en yakın noktası yaklaşık olarak 20 m. mesafededir” deniliyor. Raporun 13. sayfasında ise aynı cümlede ocağın yola mesafesi biraz daha artmış! “Ocak alanı Kırklareli- Bulgaristan karayoluna yaklaşık olarak 1 km. mesafededir”.

ÇED KURNAZLIĞI BU KEZ SÖKMEMİŞ
Ocağı, Kırklareli’de merkeze bağlı  Kapaklı köyüne 850 metre, Koru köyüne 2 bin 600 metre uzaklıkta işletmek isteyen Çimentaş, kalker ocağı için “ÇED raporu külfetinden” sıyrılmak için faaliyet alanını 25 ha’nın altında, üretim kapasitesini de eşik değer olan 400.000 ton/yılın altında göstermiş. Şirketin başvurularını inceleyen Kırklareli Çevre İl Müdürlüğü’nün özeni bu kurnazlığa geçit vermemiş. Proje tanıtım dosyasında ruhsat alanını 90.49 ha, faaliyet alanını 24.76 ha göstererek ÇED gerekli değildir kararı almak isteyen şirketin bilgilerini inceleyen İl Çevre Müdürlüğü, proje ile ilgili değerlendirmesinde; “Tesisin çalışma alanının eşik değer olan 25 ha (24,76 ha) ve kapasite eşit değeri olan 400.000 ton/yıl’a (399,360 ton/yıl)’a çok yakın olduğu...”nu belirterek aynı işletmenin 2,27 km mesafede aynı yönde bir ocak açmak için eş zamanlı yaptığı başvuruya dikkat çekiyor. Bu ikinci alanda 24,74 ha’lık alanda kalker ocağı işletme istediğiyle şirketin toplam faaliyet alanının 49,23 ha’ya çıkacağını, toplam üretim miktarının da 2.124.200 ton/yıl olacağını belirten Çevre İl Müdürlüğü, alanın orman vasfı ve yapılacak dinamit patlatmaları gibi konulara da dikkat çekerek ÇED gerekli kararı verildiğini dile getirdi. 
İZMİR’İN ORTASINDA ZEHİR KUSMAYA DEVAM EDİYOR
İzmir’in artık göbeğinde kalan, Türkiye’nin 3. büyük ilinin şehirlerarası otogarının tam karşısında yer alan, kirliliği, kokusu, dumanı ile Bornova, Işıkkent, Yeşilova, Altındağ gibi mahallelerde yaşayanları adeta canından bezdiren Çimentaş, komşusu Batıçim ile birlikte bölgedeki tepeleri de kemirmiş durumda. Fabrika İzmir’in çeperinde bulunan orman alanlarını da ham madde üretimi için yok etmeye devam ediyor.

19 Ekim 2017 Perşembe

Turgutlu halkı Çaldağı'nı korumakta kararlı

19 Ekim 2017 20:14
  
Önümüzdeki günlerde Çaldağında yapılacak olan yeni bilirkişi keşfi öncesi Turgutlu'da geniş katılımlı bir bilgilendirme toplantısı ve panel  yapıldı
Turgutlu halkı Çaldağı'nı korumakta kararlı
Turgutlu halkının Çaldağı'nda yapılmak istenen nikel madenciliğine karşı mücadelesi devam ediyor. 10 yılda bir çok kez el değiştiren şirkete verilen ÇED Raporu mahkemece iptal edilmiş olmasına rağmen, iptale dayanak olan bilirkişi raporundaki eksiklikler gerekçesiyle bu karar Danaştay'ca bozulmuştu. Önümüzdeki günlerde Çaldağında yapılacak olan yeni bilirkişi keşfi öncesi Turgutlu'da geniş katılımlı bir bilgilendirme toplantısı ve panel  yapıldı. 
BAKAN DÜŞÜREN ORMAN İZNİ
Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP) tarafından düzenlenen panel Belediye Meclisi toplantı Salonu’nda gerçekleştirildi. Salonun tamamen dolduğu panelde birçok Turgutlulu da paneli ayakta izlediler. TURÇEP Dönem Sözcülerinden Perihan Hasergin’in moderatörlük yaptığı panelin başlangıcından önce AKP hükümetinin ilk Çevre Bakanı olan Osman Pepe’nin Çaldağı’ndaki madene neden izin vermediğine dair röportaj videosu gösterildi. Pepe, videoda Çaldağı'ndaki madene izin vermediği için görevden alındığını ima ediyordu. 
‘BUNUN ADI MADENCİLİK DEĞİL FACİA’
Panelde ilk olarak konuşan Jeoloji Yük. Müh. Tahir Öngür, proje için alınan ÇED raporunun birçok yanlış ve yalanlarla dolu olduğunu dile getirdi. Öngür, böyle bir madenciliğe dünyanın hiçbir ülkesinde izin verilmediğine de dikkat çektiği konuşmasında ÇED raporunu değerlendirirken, “Devletin resmi sitesine girdiğinizde Turgutlu’nun deprem fay hattının haritasını kolaylıkla görüp elde edinebilirken, ÇED raporundaki deprem haritasında bu fay hattının silinip ortadan kaldırılmış. Bunun ne büyük ve tehlikeli bir sahtekarlık olduğunu anlamak çok kolay. Ama böyle bir ÇED raporuna nasıl onay verildiğini anlayabilmek çok zor. Bu ÇED raporu baştan sona yanlışlar ve yalanlarla dolu” dedi. ÇED raporu’nda yer alan bu yanlışlar ve yalanlarla ilgili bazı ayrıntıları bilimsel yanlarıyla açıklayan Jeoloji Yük. Müh. Öngür, “Bu ÇED raporu asla bilimsel değil, yalanlar ve yanlışlarla dolu bir paçavradır. Benim temsil ettiğim bilim, bu projenin bir madencilik değil bir facia olduğunu söylüyor” dedi.
‘YAŞAM BELİRTİSİ KALMAYACAK!’
 Turgutlu'da Çaldağı paneli
EGEÇEP Dönem Sözcüsü Prof. Dr. Ali Osman Karababa konuşmasında Çaldağı’ndaki nikel madencilik projesinin uygulanması durumunda çevre ve halk sağlığı açısından yaratacağı tehlikelere değindi. Prof. Dr. Karababa,  “Burada kanserojen etkisi yaptığı bilimsel olarak kanıtlanmış ham nikel tozlarından, çok geniş bir alanda ve tamamen açık bir ortamda yapılacak nikel madenciliğinden ve en tehlikeli kimyasal olarak 18 milyon ton sülfürik asitten, başka ülkelerde uygulanmasına izin verilmeyen bir madencilik yönteminden söz ediyoruz. Sadece bunun anlamı bile; çevre ve halk sağlığı çok korkunç bir tehlike altında kalacak, madencilik uygulaması bittikten sonra bu çevrede yaşam belirtisi artık kalmayacak demektir” dedi. Prof. Dr. Karababa, başta Manisa ovası olmak üzere tüm Gediz havzasını tehdit eden bir tehlikenin söz konusu olduğunu belirterek; "Madenin işi bitip de gittikten sonra bu bölgede bir yaşam belirtisi belki de olmayacak. Yöre halkının göç etmekten başka bir seçeneği kalmayabilir" dedi.
TORBA YASAYA DİKKAT
Son konuşmacı Avukat Arif Ali Cangı da konuşmasında hem ÇED raporu hem de madencilik projesini hukuksal yönleriyle değerlendirdi. 13 Kasım’da yapılacak bilirkişi keşfi ve ardından görülecek ÇED iptal davası hakkında da bilgilendirmelerde bulunan Cangı, ayrıca Danıştay’ın 11 Temmuz 2017 tarihindeki “Çaldağı’nda orman tahsis izninin iptali”ni isteyen kararını da değerlendirdi. Cangı, “Danıştay’ın Çaldağı için verdiği bu kararı, sizlerin davanızda ne kadar haklı olduğunuza dair anayasal bir destek anlamını da taşıyor. Çünkü Anayasanın 169. Maddesine dayandırılıyor" dedi. TBMM'de görüşmeleri süren Torba Yasa’ya dikkat çeken Cangı, "Eğer bu yasa çıkarsa, madencilik ‘dokunulmaz’, ÇED raporları da’gereksiz’ hale gelecektir” dedi. 

Panel, izleyicilerin çeşitli soruları ve konuşmacıların bu sorulara ilişkin cevaplarının yer aldığı soru-cevap bölümü ile tamamlandı. (İzmir/EVRENSEL)

Efemçukuru altın madeni: Keşif değil turistik gezi yaptılar

 19 Ekim 2017 12:55

İzmir'e su sağlayan barajların havzasındaki Efemçukuru altın madenine karşı açılan davada verilen ikinci bilirkişi raporuna itiraz edildi.

Efemçukuru altın madeni: Keşif değil turistik gezi yaptılar

Özer AKDEMİR
İzmir
EGEÇEP, Efemçukuru Altın madeninin kapasite artırımı ÇED olumlu belgesinin iptali ile ilgili davada verilen ikinci bilirkişi raporuna itiraz etti. İlk bilirkişi raporunun tam aksine değerlendirmelerin yer aldığı ikinci bilirkişi raporunu EGEÇEP bir "maden güzellemesi" olarak yorumladı. 
ÇED VE İŞLETME GÜZELLEMESİ
EGEÇEP adına davayı yürüten Avukat Arif Ali Cangı tarafından İzmir 1. İdare Mahkemesine verilen itiraz dilekçesinde ikinci bilirkişi raporunun Danıştay'ın bozma gerekçelerini karşılamadığı dile getirildi. Raporun somut bilimsel verilerle tarafları tatmin eden bir belge olması gerektiğine dikkat çekilen dilekçede, raporun sanki keşfe gidilmemiş gibi hazırlandığı ifade edildi. Önceki bilirkişi heyeti tarafından işletmenin karış karış incelenip örnekler üzerinde analizler yapılarak hazırlanan 107 sayfalık rapora yönelik ikinci rapordaki yorumların "saygısızca" olduğunun dile getirildiği dilekçede; "Sunulan Rapor; ÇED raporu ve işletme güzellemesi niteliğinde bir belgedir" denildi.
‘ADETA BİRŞEYLERİ GİZLEMEK İSTER GİBİ...’
Keşif sırasında bazı yerlerde tekrar numuneler alınması ile ilgili taleplerin karşılanmadığının ifade edildiği dilekçede, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve davalı yanında katılan Tüprag firmasının vekilleri ‘adeta bir şeyler gizlenmek isteniyormuş gibi’ örnek alınmasına çok sert karşı çıktılar. Her şey bir yana sırf bu karşı çıkışlara bakarak o işin mutlaka yapılması gerekirdi” denildi. 
KEŞFE NE GEREK VARDI?
Dilekçede “Toplam 7 sayfadan ibaret bilirkişi raporunun hiç bir yerinde sahadaki gözlem ve incelemelere dayanan bir tespit bulunmamaktadır. Böyle bir rapor düzenlenecekse keşfe ne gerek vardı?" Bilirkişilerin ÇED raporu ile şirketin dilekçelerini esas alarak soyut değerlendirmelerle bir rapor düzenlediği belirtilen dilekçede, "Böylesine zayıf bir raporla Türkiye'nin 3. büyük kentinin su havzası için büyük risk oluşturan maden işletmesinin hukuki denetimi yapılamaz" görüşlerine yer verildi.
KEŞİF TURİSTİK SEYAHATE DÖNÜŞTÜ
Keşif sırasında yapılan taleplere yanıt verilmediği, Danıştayın bozma kararından sonra da sahadan örnekler alınması gerekirken alınmadığının altının çizildiği dilekçede, "mahallinde yapılan keşifte dava konusu ÇED raporundaki öngörülerin doğru olup olmadığı, taahhütlere uyulup uyulmadığı, ÇED olumlu belgesiyle yapılan faaliyetin çevreye etkilerinin somut biçimde tespiti yapılmamıştır. Bu haliyle yapılan keşif, amacı dışında bir tür turistik seyahate dönüşmüştür". Bilirkişilerin bu "turistik seyahati" için mahkemenin belirlediği 10.000 Tl'lik keşif parasının da İzmirliler tarafından ödendiğini geçerken belirtelim!” denildi. 
YENİ HEYETLE YENİ BİLİRKİŞİ RAPORU
Dilekçede “Tüm bu nedenlerden ötürü yeni bir bilirkişi heyeti oluşturulması, yerinde örnekler alınarak analiz yapılmak suretiyle yeniden keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmesini ediliyoruz" denildi. 
İLK RAPORA AKLA ZİYAN BOZMA GEREKÇELERİ

Davanın ilk bilirkişi raporu altın madeninin bölgedeki yeraltı-yerüstü sularını kirlettiğini ortaya koymuştu. Madenci şirketin işini bir hayli sıkıntıya sokan bu rapor ise akla ziyan gerekçelerle, "raporu hazırlayan bilim insanlarının İzmir'deki üniversitelerde çalışmaları ve alınan numunelerin analiz edildiği İYTE laboratuarının akredite olmadığı" gerekçeleriyle Danıştay tarafından iptal edilmişti.

17 Ekim 2017 Salı

Dicle Nehri kirletiliyor, Hasankeyf tahrip ediliyor!

 17 Ekim 2017 12:29

Hasankeyf Yaşatma Girişimi ve Hasankeyf Matters'in ortak açıklamasında Ilısu Barajı'nın çevreye ve tarihe verdiği tahribata tepki gösterildi.

Dicle Nehri kirletiliyor, Hasankeyf tahrip ediliyor!

Özer AKDEMİR
İzmir
Tarihi 12 bin 500 yıl öncesine dayanan Hasankeyf'te tahribat devam ediyor. Yapımı büyük ölçüde tamamlanan Ilısu Barajı altında kalma tehdidiyle karşı karşı bulunan Hasankeyf'teki son durum hakkında Hasankeyf Yaşatma Girişimi tarafından yapılan açıklamada antik kentte "güçlendirme" adı altında tahribatın devam ettiği dile getirildi.
'DİCLE NEHRİ'NİN YÖNÜ DEĞİŞTİRİLDİ'
Hasankeyf Yaşatma Girişimi ve Hasankeyf Matters'in ortak yaptığı çakılamaya göre bir süredir “Ilısu Barajı yapım ve Hasankeyf Antik Kentinin Jeolojik-Jeoteknik Bakımdan Araştırılması ve Güçlendirilmesi Yapımı İşi Çalışmaları” adı altında tarihi kayaların patlayıcılarla tahrip edilmesi ile gündemde olan Hasankeyf'teki tahribatın artarak sürdüğü söylendi.
Açıklamaya göre Hasankeyf Kalesi’nin 200 civarı mağarasını doldurmak ve kayalarını kapatmakta kullanılacak hafriyatın taşınmasına dönük Dicle Nehri üzerinde Ağustos ayında yapımına başlanan köprü için nehir suyunun önüne setler çekildi ve suyun yönü değiştirildi. 
Bu çalışmalarda ağır tonajlı iş makinelerinin kullanılması nedeniyle kirlenen nehrin yatak yapısındaki yaşam alanları en az bir buçuk km boyunca büyük oranda zarar gördü. Açıklamada, "Nehrin kıyısındaki doğal ortam şirket eli ile tahrip edilmiş, başta balıkların olmak üzere diğer su organizmaların doğal ortamları yok edilmiştir. Nitekim binlerce balığın bu sebepten ötürü öldüğünü gözlemledik" denildi.
Binlerce endemik canlıya hayat veren nehrin su kalitesinin bozulmasının yanı sıra nehir kenarında bulunan ağaçların da kesildiğinin dile getirildiği açıklamada, bu çalışmalarda Hasankeyf’in tarihi ve kültürel dokusuna zarar verildiği belirtildi.
'ŞEFFAFLIK YOK'
Hasankeyfi koruyabilmek için mücadele veren iki kurum olarak yerinde yaptıkları gözlemlerden bilgiler paylaşılan açıklamada antik kentteki "Jeolojik jeoteknik güçlendirme" adı altında yapılan çalışmaların hafta sonları, hatta geceleri bile sürdüğünün altı çizildi. 
Yapılan çalışmalarda bilgilendirme tabelasında işi yapan yüklenici ve alt yüklenici firmalara dair bir bilgiye yer verilmediğine dikkat çekilen açıklamada, "İşi yapan firmaların adlarının saklanması, bu projedeki şeffaflığı ortadan kaldırmaktadır. Bilgilendirme levhalarında firmalara dair bilgi bulunmaması üzerine yapılan araştırmalarda bu projeyi alan yüklenici firmanın 'ICC GRUP' olduğu öğrenilmiştir. Kayaları düşüren firma ise (alt yüklenici) 'Rüzgâr Endüstriyel Dağcılık'tır" bilgilerine yer verildi. Açıklamada mağaraların kayalarla doldurulup kapatılmasının Hasankeyf’in taşınmaz tarihi yapısına ve somut olmayan dokusuna zarar vereceği kaydedildi.
'KİMSE HASANKEYFLİLERE SORMUYOR'
Açıklamada bir diğer dikkat çekilen konu ise Hasankeyflilerin bu süreçte görüşlerine yer verilmemesi ve dışarıda tutulması oldu. Halkın görüşlerinin alınmamasının yasalara aykırı olduğunun altının çizildiği açıklamada; "Ulusal yasalara göre somut olmayan kültürel mirasın korunması gerekmektedir. Taşınmaz kültürel mirasın korunmasını hedefleyen çalışmaların planlanıp gerçekleştirilirken düzenli olarak halkın görüşlerinin alınması ve kamuoyunun sürekli bilgilendirilmesi gerekmektedir. Buna rağmen Hasankeyf Kalesi’nin Güçlendirilme Projesi’nin tamamen şeffaf olmayan bir şekilde devam ettiğinin altını çizmek istiyoruz" denildi. 
'PROJE ÇÖPE ATILSIN'
Hasankeyfte yapılan işlemin ulusal ve uluslararası birçok yasaya göre hukuk dışı olduğunun dile getirildiği açıklamada şu görüşlere yer verildi; "Hasankeyf Kalesinin etrafındaki kayaların güçlendirilmesinin insan hakları arasında yer alan kültür hakkı üzerindeki etkisinin de dikkate alınması gerekmektedir. Yerel halk ise bu çalışmaları yüzyıllar boyunca yaşadıkları çevrenin yok edilmesi olarak görmektedir. Bu projenin yarattığı patlama sesleri ve toz bulutları ile kendi kültürleri için önemli mekân ve varlıkların yok edilmesine tanıklık ediyor. Bu da travmanın boyutlarını katmerleştiriyor. Tarihi dokuya ve Dicle Havzasındaki ekosisteme zarar veren şirketlerin, bu projelerden derhal çekilmesi ve bu projenin çöpe atılarak, tahribatları onarıcı politikaların uygulamaya geçilmesi gerekmektedir".

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...