1 Ağustos 2019 Perşembe

Direnenlerin öyküleri (Özlem Türkdoğan_Magma Dergisi söyleşi_Ağustos 2019)


 Özlem Türkdoğan

·         Doğa mücadelesi verenlerin tanık oldukları manzaraları, olayları öyküsel bir dille anlatıyorsunuz. Neden edebiyatla anlatma yolunu seçtiniz?  Gerekçeniz doğa haberlerinin medyada yer almaması ya da yer aldığında ilgi görememesi mi?
·         Çevre haberlerine ilginin her geçen gün daha da arttığını söyleyebiliriz. Bu bir anlamda güzel ama öteki açıdan baktığınızda iç burkan bir gelişme. Sorunlar o kadar çoğaldı ve yakıcı hale geldi ki bu tür haberler artık hemen herkesin tanıklık ettiği, bizzat yaşadığı olayları anlatıyor.
 Öte yandan; bir olayı, çevre sorununu ya da buna karşı verilen mücadeleyi haber dili ile anlatmak çoğu zaman olan bitenin sadece çok küçük bir kısmının aktarılmasına neden oluyor. İşte Doğa ve Direniş Öykülerinde, habercilik tekniği ve formatı ile anlatma olanağı bulamadığım duygu, düşünce ve gözlemleri, edebiyatla, öykülerle anlatmaya çalıştım. Edebiyatın gücüne inanan bir gazeteci olarak haberlerin bende bıraktığı izleri, izlenimleri bu şekilde aktarmaya çaba gösterdim.

·         Kitapta yazılanlara bakıldığında, epey öykü var kurgusal ve gerçek. Ne zamandan bu yana biriktirdiniz bu öyküleri.  Hemen hepsi güncel diyorsunuz bir röportajınızda. Bu kadar dar sürede, bu kadar çok öykü, Türkiye’deki doğa direnişi hakkında bize ne söylüyor?
·         Evet, öykülerin çoğu güncel çevre direnişleri içerisinden süzülüp geldi. Bu öyküleri orijinal kılan, özgün yönleri de işte bu bir anlamda ‘gerçek zamanlı’ olmaları. Her ne kadar eko kurgu türüne dahil edilseler de kurgu kısmı öykülerin büyük bir çoğunluğu için son derece sınırlı. Kitaptaki fotoğrafların önemli bir bölümü de bu mücadelelerden kesitler aslında. Halen devam eden çevre direnişlerini, ekoloji mücadelelerini edebiyatla aktarmaya çalışan öyküleri Türkiye yazınında ‘ilk örnek’ olarak niteleyebiliriz. Okurların yanı sıra edebiyat araştırmacılarının da Doğa ve Direniş Öykülerine birde bu gözle bakmaları gerektiğini düşünüyorum.
·         Öngörünüz nedir Türkiye’deki doğa mücadelesi için? Zaferin öyküsü de yazılır mı?
Resim
·         Türkiye'deki bütün mücadelelerin yanı sıra çevre mücadelelerinin de gelişeceğini ve mutlaka başarıya ulaşacağını düşünüyorum. Çevre sorunlarının olduğu kadar, emek, demokrasi, insan hakları ve birçok temel sorunun kaynağı olan sistem er ya da geç yıkılacak. Özellikle son yıllardaki iklim olayları ile iyice ete kemiğe bürünen küresel ısınma gerçeğini göz önünde bulundurduğumuz da insanlığın ve dünya üzerindeki yaşamın başka bir çıkar yolunun olmadığını görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda evet o gün bu “zaferin öyküsünü” yazacağız ve aslında bu başarı öyküsünden sonra büyük bir acı ve hüzün envanteri de çıkarmamız gerekecek. Doğanın bu kadar talan edildiği, bir anlamda eko kırımların yaşandığı bu vahşet günlerinden geriye büyük bir acı ve utanç da kalacak bize. Bu acıların ne kadarını tamir edebiliriz ve doğayla barışık insan onuruna bir yaşam kurabiliriz, en önemli sorunlarımızdan birisi de bu olacak..


·         Doğa ve Direniş Öyküleri,  ekolojisi mücadelesinin içinde olmayan kişilere nasıl bir mesaj veriyor?
·         Herkese aslında bu mücadelenin içinde olduklarını, kendilerini soyutlama gibi bir durumun olanaksızlığını anlatmaya çalışıyor bu öyküler. Hepimiz bu çemberin içindeyiz ve birimizi etkileyen her neyse aslında hepimizi etkiliyor. Hal böyleyse daha iyi, daha güzel, daha onurlu, daha ekolojik bir yaşam için her şeyden önce var olanı korumak ve daha sonra geliştirmek zorundayız. Bunun içinde direnmekten başka yolumuz yok!...

·         Sevgi Halime Özçelik ile birlikte yönetmenliğini yaptığınız “Yalnız Efe” belgeseli var bir de. Sorumu, Documentarist’in sitesinde yer alan tanıtımdan yola çıkarak sormak istiyorum: “Peki kimdir Ahmet Karaçam, gerçekte ve varoluşuyla bize fısıldadığı cümle ne?”
·         Yalnız Efe, İzmirin içme suyu havzasında işletilen altın madenine, tüm baskılara, büyük ekonomik vaatlere, içinde bulunduğu yoksunluk ve yoksulluklara rağmen topraklarını satmayan tek Efemçukuru köylüsü olan, keçi çobanı Ahmet Karaçam’ın yaşam ve direniş öyküsüdür. Tek kişi kalınsa bile direnmenin ve  umudu beslemenin önemine dikkat çeken bir öykü. Yalnız Efe’yi bir direniş güzellemesi olarak tanımlayabiliriz.
·         Uzun yıllardır hem çevre gazeteciliği yapıyor hem de ekoloji mücadelesi veriyorsunuz. Ekoloji muhabirliği yapan bir kişi ekoloji mücadelesine nasıl yaklaşmalı? Gazeteci olarak mı kalmalı, yoksa mücadelenin bir parçası mı olmalı?
·         Evet, bir takım sıkıntıları,  zorlukları olsa da ben ekoloji mücadelesi içinde yer alarak da iyi gazetecilik yapılabileceğine hatta bu alanda iyi haberler çıkarılabileceğine inananlardanım. Bu sizi zaman zaman haberin bir parçası da yapabiliyor. Habercinin haberin bir parçası olmasında herhangi bir beis görmüyorum çünkü “tarafsız gazetecilik” olamayacağını düşünüyorum. Hele ki çevre sorunlarını, katliamlarını gözlemleyen, haberleştiren bir gazeteci olarak bütün bu yaşananları gördükten sonra tarafsız kalamayacağınızı ve kendinizi bu mücadelenin bir emektarı olarak çaba harcamak zorunda hissedeceğinizi söyleyebilirim. En azından benim kişisel deneyimim bu yönde oldu. Herkes yolunu böyle çizmek zorunda değil ama ülkenin, dünyanın, çocukların geleceğini yok olurken sadece olan biteni aktaran bir gazeteci olarak kalmak aslında belki -biraz ağır kaçacak ama- bütün bu sorunların kaynağı olan sistemin ekmeğini yağ sürmekle eşdeğer gibi geliyor bana. Gazeteci sadece gazeteci değildir çünkü. Mesleği gereği ülkesinin, dünyanın, yaşamın sürdürülebilir geleceğinin kaygısını her zaman en yakından duyumsayan bir aydındır aynı zamanda.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...