30 Kasım 2012 Cuma

Çam ağaçları fıstık vermeyince (EVRENSEL)

  •  http://www.evrensel.net/news.php?id=42212
  • BİR KIR LOKANTASI, 5 İŞÇİ KADINA SIĞINAK OLMUŞ
  • Özer Akdemir
  • Kozak Yaylası’nın ormanları arasında kıvrılarak ilerleyen yolda acıkırsanız Yayla Kafe’de mola verin. Bergama’dan Ayvalık istikametinde, Yukarıbey sapağına gelmeden birkaç yüz metre önce yolun solunda hemen. Etrafında hayvanların özgürce gezip dolaştığı küçük ahşap bir kır lokantası burası. Önünde genişçe bir çardak, şirin masaları, sandalyeleri var. Biraz ilerde otlayan vahşi at, sürüsünden kaçarak gelmiş, o da burada konaklamış. Lokantanın içindeki kafesteki kuş da, kedi de, dışarıda yeni yavrulamış köpek de bir yerlerden gelerek sığınmışlar buraya. Tıpkı lokantayı işleten Kozak’lı beş kadın gibi…
    HEM SIĞINAK HEM EKMEK TEKNESİ
    Biz gittiğimizde Emine Şen ve Saliha Uzun’un vardiyasına denk geldik. Vardiyalı çalışmaya alışkınlar. Aslında bu 5 kadın da birer fabrika işçisi. Kozak’ta bulunan çam fıstığı fabrikalarından birisinde işçi olarak çalışıyorlaarmış. Kozak’ta üçü özel, birisi kooperatife ait olan 4 çam fıstığı fabrikası var. Sebebi hala tam olarak belirlenememiş olan çamlardaki hastalık nedeniyle fıstık üretimi düşünce, kooperatifin de desteği ile 5 kadın ekmek paralarını çıkarmak için kır lokantası açmaya karar vermiş. Gün ışığının çamların dalları arasından sızarak tahta masamıza vurduğu bir öğle sonrası gittiğimiz lokantada yemekler kadar sohbet de güzeldi. Köy ekmeği, zeytinyağlı kuru fasulye, erişteli pilav, ev yapımı turşu ve yoğurttan oluşan yemeklerimizi masamıza getirirken lokantanın kuruluş öyküsünü şöyle anlatıyordu Emine Şen; “Fıstıklar olmayınca kooperatif başkanına çıktık. ‘Böyle bir iş yapsak destekler misiniz’ dedik. Sağ olsun onun da desteği ile burayı yaptık. Kerestelerinde, çivisinde her şeyinde emeğimiz var. 5 kadın Mart’tan bu yana işletiyoruz burasını”. Haftanın günlerini kendi aralarında vardiya usulü paylaşan kadınlar, ekmek teknelerinde, evlerinde yaptıkları yemeklerin lezzetinde yemeklerle ağırlıyorlar konuklarını.
    KADINLAR OLMADAN BİR ŞEY OLMAZ…
    Bakır madenine karşı mücadele eden Kozak Yaylasındaki Çamavlu Köyü’ne gitmeden önce uğradığımız lokantada, yanımızdaki o köyden bir gence Emine Şen şunları diyordu; “Biz altın madenine karşı kahvede yapılan bir toplantıya katıldığımızda sizin köylüler ‘Kadınlar da kahveye gelmiş’ diye bizi kınayan sözler ettilerdi. Oysa bizim hor görülecek bir davranışımız yoktu. Biz köyümüzü, toprağımızı savunuyorduk. O zaman Çamavlulular sesiz kaldı. Şimdi aynı bela sizlerin de başında. Siz de göreceksiniz kadınlar olmadan bu işin olmayacağını.” Kır lokantasının hemen ilerisinde bir tepeden, sonbaharın göz alıcı renklerinin tüm güzelliği ile sergilendiği Kozak Yaylasına bakarken, burada altın-bakır madenleri işletilmesindeki vahşeti iliklerinize kadar duyumsuyorsunuz. Taş ocaklarının açtığı yaralar bile Madran Dağı’nın yamaçlarında belli oluyor. Kozak’ta mavi bir sisin ardına gizlenmiş sonbahar. Önümüzde, fıstık çamlarıyla dolu yemyeşil bir ova uzanıyor… (İzmir/EVRENSEL)

29 Kasım 2012 Perşembe

‘Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu’ (Arşiv Haber)

http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=33399
 
Fotoğraf: ‘Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu’ (Arşiv Haber)

Özer Akdemir

“Bedrettin yiğitleri kayalardan ufka baktılar. 
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu, 
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla...”
N. Hikmet (Şeyh Bedrettin Destanı)

Kazdağı’nın eteklerinde, Çanakkale Çan ilçesine bağlı Halilağa köyünde karşılaştık Bedrettin’le. 14 yaşındaki Bedrettin, “kendini bildi bileli” çobanlık yapmış Kazdağı’nda. Babası da çoban Bedrettin’in, annesi “yemek pişiriyor”. Bir abisi var, Çan’da bir şirkette operatör. “Ben de operatör olacağım ileride” diyor, ne iş yapmak istediğini sorduğumuzda. Köyünde okul olmadığı için her gün komşu Etili köyüne gidiyor. Okulla arası da pek iyi değil.

Bedrettin bizi Kazdağı’nın Çan Ovası’na bakan yüzündeki, Bakırlık Tepesi denilen yerde bulunan altın madencisi Tech Cominco şirketinin sondaj kuyularına götürüyor. Yolda çok az konuşuyor, ama her sözcüğü yaşamın imbiğinden süzülüp gelmiş birinin sözcüğü. Bir “bilge çocuk” Bedrettin. Bayramiç Belediyesi’nin bizlere tahsis ettiği dört çekerli cipe sıkış tepiş binmiş, ormanın içindeki toprak yolda ilerlerken, Bedrettin kendisine yönelen ilgimizden biraz rahatsız da olsa aynı dinginlikle konuşuyor bizle.
 
Bedrettin’in öyküleri

Bedrettin bize 100 tane keçiye nasıl baktıklarını anlatıyor. Bu kadar keçiyi sarp olduğu kadar, sık ormanlarla kaplı bu dağlarda nasıl güttüğünden, onlara nerelerde su verdiğinden, kayıp olanları nasıl bulduğundan bahsediyor. Sonra babasının yaralı ayı ile karşılaşmasını, ayının babasına nasıl saldırıp hırpaladığını, babasının mucize kurtuluşunu öykülüyor. Madende çalışan, bazıları yabancı mühendislerle konuşmalarını; onların kendine tuhaf gelen davranışlarının ne anlama geldiğini öğrenmeye çalışıyor: 

- Şu yolun kenarından taa aşağılara kadar çukur açtılar. Gidip baktım ellerindeki kağıtlara, İngilizce bir şeyler yazıyorlar. Neden İngilizce yazdıklarını sordum. Bir şeyler söylediler, anlamadım. Kazdıkları yerlere ucu kırmızı boyalı küçük işaret direkleri dikiyorlar. Bana da sık sıkı tembih ediyorlar; ‘Sakın direklerin yerini değiştirme, uydudan izleniyor direkler, yakalanırsın’ diye. Gerçekten izliyorlar mı uydudan?” 

Ormanın içindeki bozuk dağ yollarından, yaklaşık 1 saat süren yolcuğun ardından sondaj alanına varıyoruz. Alana yaklaşırken Bedrettin’in sözünü ettiği gibi birçok yerde açılmış sondaj kuyuları, işaret levhaları ve numaralandırılmış ağaçlar görüyoruz. Sondaj yapılan alanda ise Kanadalı Tech Cominco şirketi adına çalışan çoğu Halilağa köyünden işçilerle karşılaşıyoruz. Çekimlerimizden tedirgin olan işçiler konuşmak istemiyorlar. Bedrettin bizim çekimlerimiz boyunca işçilere görünmüyor. Köylülerinin bizi oraya getirdiği için kendisine kızmalarından çekiniyor. Hatta fotoğraflarının çekilmesini bile istemiyor. 

Şarap Anaları

Dönüş yolunda Bedrettin bize halk arasında “Şarap Anaları” olarak bilinen bir yerden bahsediyor. Taştan oyulmuş, mezar çukurunu andıran ama ucunda oluğu olan taşları anlatıyor. Yolumuz üzerinde olduğunu, istersek gösterebileceğini söylüyor. Arabamızı yolda bırakıp önde Bedrettin, ormanın içinden dağın zirvesine tırmanıyoruz. Yaklaşık 15 dakikalık dik bir tırmanıştan sonra Bedrettin’in “Künk” dediği kayaların üzerine çıkıp zirveden ovalara bakıyoruz. Bir yanda Çan Ovası uzanırken, diğer yanda Bayramiç, Ayazma tarafları görünüyor. Halı gibi sık ormanlarla kaplı dağlar, ovada tarlalarla buluşuyor. Bayramiç tarafında ise ormanlar dağın eteklerinde meyveliklere karışıyor. Bedrettin, kayaların üzerinde bize görünen her yerin adını, öyküsünü anlatırken bu sefer fotoğraf çekme ısrarlarımıza karşı koymuyor. “Bu ormanlar yok olacaksa neden izin veriyorlar bunlara” diye soruyor bize. Verdiğimiz yanıtı sessiz bir el sallayışla karşılıyor ve bizi ‘Künk’ ün hemen ilerisindeki “Şarap Anaları” dediği yere götürüyor. Ne zaman, kimlerin yaptığı belli olmayan bu 60 cm eninde, yaklaşık 1.5 metre boyundaki dikdörtgen biçimli oyuk taşlar, Anadolu’da üzümün ezilerek şiresinin alındığı “şirehane” denilen yapılara benziyor. Tıpkı şirehanelerde olduğu gibi bu yapıların bir ucunda da küçük bir oluk var. Bu yapıların neden dağın zirvesinde yapıldığı sorusuna yanıt bulmaya çalışıyoruz. Tahminimiz, yakınlarda Kazdağı’nda onlarca olduğu bilinen bir antik kentin bulunduğu, burada da şarap yapıldığı yönünde.

Endişe

Altın madencilerinin istilasına uğramış, yüzlerce yeri sondajlarla delik deşik edilmiş Kazdağı’nda, keçi çobanı Bedrettin, bizleri götürdüğü zirvedeki kayalardan aşağılara bakıyor. Çan Ovası’nda kendi köyünü buluyor gözleri, sonra Bayramiç’e dönüp dağın öte yüzündekinden daha sık olan ormanları ve mavi dumana kesmiş tepeleri izliyor. Bizlerden dağların geleceğini öğrenmeye, madencilerin dağlarına neler yapabileceğini anlamaya çalışıyor. Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı şiirindeki mısralar, Kazdağı’nda keçi çobanı Bedrettin’in altın madencilerinden bahsederken ormanların üzerinde gezdirdiği endişeli bakışlarda bir kez daha ete kemiğe bürünüyor...

“Bedrettin yiğitleri kayalardan ufka baktılar. 
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu,
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla...” 

(İzmir/EVRENSEL) 30.06.2008 
http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=33399 Özer Akdemir

“Bedrettin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu,
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla...”

N. Hikmet (Şeyh Bedrettin Destanı)

Kazdağı’nın eteklerinde, Çanakkale Çan ilçesine bağlı Halilağa köyünde karşılaştık Bedrettin’le. 14 yaşındaki Bedrettin, “kendini bildi bileli” çobanlık yapmış Kazdağı’nda. Babası da çoban Bedrettin’in, annesi “yemek pişiriyor”. Bir abisi var, Çan’da bir şirkette operatör. “Ben de operatör olacağım ileride” diyor, ne iş yapmak istediğini sorduğumuzda. Köyünde okul olmadığı için her gün komşu Etili köyüne gidiyor. Okulla arası da pek iyi değil.

Bedrettin bizi Kazdağı’nın Çan Ovası’na bakan yüzündeki, Bakırlık Tepesi denilen yerde bulunan altın madencisi Tech Cominco şirketinin sondaj kuyularına götürüyor. Yolda çok az konuşuyor, ama her sözcüğü yaşamın imbiğinden süzülüp gelmiş birinin sözcüğü. Bir “bilge çocuk” Bedrettin. Bayramiç Belediyesi’nin bizlere tahsis ettiği dört çekerli cipe sıkış tepiş binmiş, ormanın içindeki toprak yolda ilerlerken, Bedrettin kendisine yönelen ilgimizden biraz rahatsız da olsa aynı dinginlikle konuşuyor bizle.

Bedrettin’in öyküleri

Bedrettin bize 100 tane keçiye nasıl baktıklarını anlatıyor. Bu kadar keçiyi sarp olduğu kadar, sık ormanlarla kaplı bu dağlarda nasıl güttüğünden, onlara nerelerde su verdiğinden, kayıp olanları nasıl bulduğundan bahsediyor. Sonra babasının yaralı ayı ile karşılaşmasını, ayının babasına nasıl saldırıp hırpaladığını, babasının mucize kurtuluşunu öykülüyor. Madende çalışan, bazıları yabancı mühendislerle konuşmalarını; onların kendine tuhaf gelen davranışlarının ne anlama geldiğini öğrenmeye çalışıyor:

- Şu yolun kenarından taa aşağılara kadar çukur açtılar. Gidip baktım ellerindeki kağıtlara, İngilizce bir şeyler yazıyorlar. Neden İngilizce yazdıklarını sordum. Bir şeyler söylediler, anlamadım. Kazdıkları yerlere ucu kırmızı boyalı küçük işaret direkleri dikiyorlar. Bana da sık sıkı tembih ediyorlar; ‘Sakın direklerin yerini değiştirme, uydudan izleniyor direkler, yakalanırsın’ diye. Gerçekten izliyorlar mı uydudan?”

Ormanın içindeki bozuk dağ yollarından, yaklaşık 1 saat süren yolcuğun ardından sondaj alanına varıyoruz. Alana yaklaşırken Bedrettin’in sözünü ettiği gibi birçok yerde açılmış sondaj kuyuları, işaret levhaları ve numaralandırılmış ağaçlar görüyoruz. Sondaj yapılan alanda ise Kanadalı Tech Cominco şirketi adına çalışan çoğu Halilağa köyünden işçilerle karşılaşıyoruz. Çekimlerimizden tedirgin olan işçiler konuşmak istemiyorlar. Bedrettin bizim çekimlerimiz boyunca işçilere görünmüyor. Köylülerinin bizi oraya getirdiği için kendisine kızmalarından çekiniyor. Hatta fotoğraflarının çekilmesini bile istemiyor.

Şarap Anaları

Dönüş yolunda Bedrettin bize halk arasında “Şarap Anaları” olarak bilinen bir yerden bahsediyor. Taştan oyulmuş, mezar çukurunu andıran ama ucunda oluğu olan taşları anlatıyor. Yolumuz üzerinde olduğunu, istersek gösterebileceğini söylüyor. Arabamızı yolda bırakıp önde Bedrettin, ormanın içinden dağın zirvesine tırmanıyoruz. Yaklaşık 15 dakikalık dik bir tırmanıştan sonra Bedrettin’in “Künk” dediği kayaların üzerine çıkıp zirveden ovalara bakıyoruz. Bir yanda Çan Ovası uzanırken, diğer yanda Bayramiç, Ayazma tarafları görünüyor. Halı gibi sık ormanlarla kaplı dağlar, ovada tarlalarla buluşuyor. Bayramiç tarafında ise ormanlar dağın eteklerinde meyveliklere karışıyor. Bedrettin, kayaların üzerinde bize görünen her yerin adını, öyküsünü anlatırken bu sefer fotoğraf çekme ısrarlarımıza karşı koymuyor. “Bu ormanlar yok olacaksa neden izin veriyorlar bunlara” diye soruyor bize. Verdiğimiz yanıtı sessiz bir el sallayışla karşılıyor ve bizi ‘Künk’ ün hemen ilerisindeki “Şarap Anaları” dediği yere götürüyor. Ne zaman, kimlerin yaptığı belli olmayan bu 60 cm eninde, yaklaşık 1.5 metre boyundaki dikdörtgen biçimli oyuk taşlar, Anadolu’da üzümün ezilerek şiresinin alındığı “şirehane” denilen yapılara benziyor. Tıpkı şirehanelerde olduğu gibi bu yapıların bir ucunda da küçük bir oluk var. Bu yapıların neden dağın zirvesinde yapıldığı sorusuna yanıt bulmaya çalışıyoruz. Tahminimiz, yakınlarda Kazdağı’nda onlarca olduğu bilinen bir antik kentin bulunduğu, burada da şarap yapıldığı yönünde.

Endişe

Altın madencilerinin istilasına uğramış, yüzlerce yeri sondajlarla delik deşik edilmiş Kazdağı’nda, keçi çobanı Bedrettin, bizleri götürdüğü zirvedeki kayalardan aşağılara bakıyor. Çan Ovası’nda kendi köyünü buluyor gözleri, sonra Bayramiç’e dönüp dağın öte yüzündekinden daha sık olan ormanları ve mavi dumana kesmiş tepeleri izliyor. Bizlerden dağların geleceğini öğrenmeye, madencilerin dağlarına neler yapabileceğini anlamaya çalışıyor. Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı şiirindeki mısralar, Kazdağı’nda keçi çobanı Bedrettin’in altın madencilerinden bahsederken ormanların üzerinde gezdirdiği endişeli bakışlarda bir kez daha ete kemiğe bürünüyor...

“Bedrettin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu,
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla...”


(İzmir/EVRENSEL) 30.06.2008
http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=33399

28 Kasım 2012 Çarşamba

Çamlar fıstık vermeyince



Kozak Yaylasında bir kır lokantası. Fıstık çamı fabrikasında çalışan 5 işçi kadına ve hayvanlara sığınak olmuş…

Özer AKDEMİR

Kozak Yaylasının ormanları arasında kıvrılarak ilerleyen yol da acıkırsanız Yayla Kafe de mola verin. Bergama’dan Ayvalık istikametinde, Yukarıbey sapağına gelmeden, birkaç yüz metre önce yolun solunda hemen. Etrafında hayvanların özgürce gezip dolaştığı küçük ahşap bir kır lokantası burası. Önünde genişçe bir çardak, şirin

masaları, sandalyeleri var. Biraz ilerde otlayan vahşi at, sürüsünden kaçarak gelmiş, o da burada konaklamış. Lokantanın içindeki kafesteki kuş da, kedi de, dışarıda yeni yavrulamış köpek de bir yerlerden gelerek sığınmışlar buraya. Tıpkı lokantayı işleten Kozak’lı beş kadın gibi…

SIĞINAK

Biz gittiğimizde Emine Şen ve Saliha Uzun’un vardiyasına denk geldik. Vardiya usulü çalışıyor kadınlar lokantada. Vardiyalı çalışmaya alışkınlar. Aslında bu 5 kadın da birer fabrika işçisi. Kozak’ta bulunan çam fıstığı fabrikalarından birisinde işçi olarak çalışan kadınlar, iki yıldır fıstık üretimindeki düşüşün üzerine bu işe başlamışlar. Kozak’ta 3’ü özel, birisi kooperatife ait olan 4 çam fıstığı fabrikası var. Sebebi hala tam olarak belirlenememiş olan çamlardaki hastalık nedeniyle fıstık üretimi düşünce, kooperatifin de desteği ile 5 kadın ekmek paralarını çıkarmak için kır lokantası açmaya karar vermişler.

EKMEK TEKNESİ

Gün ışığının çamların dalları arasından sızarak tahta masamıza vurduğu bir öğle sonrası gittiğimiz lokanta da yemekler kadar sohbette güzeldi. Köy ekmeği, zeytinyağlı kuru fasulye, erişteli pilav, ev yapımı turşu ve yoğurttan oluşan yemeklerimizi masamıza getirirken lokantanın kuruluş öyküsünü şöyle anlatıyordu Emine Şen; “Fıstıklar olmayınca kooperatif başkanına çıktık. Böyle bir iş yapsak destekler misiniz dedik. Sağ olsun onun da desteği ile burayı yaptık. Kerestelerinde, çivisinde her şeyinde emeğimiz var. 5 kadın Mart’tan bu yana işletiyoruz burasını”. Haftanın günlerini kendi aralarında vardiya usulü paylaşan kadınlar, ekmek teknelerinde, evlerinde yaptıkları yemeklerin lezzetinde yemeklerle ağırlıyorlar konuklarını. Hafta sonları özellikle Ayvalık’tan, Bergama’dan gelenler çok oluyormuş lokantaya.

KADINLAR OLMADAN BİRŞEY OLMAZ…

Bakır madenine karşı mücadele eden Kozak Yaylasındaki Çamavlu Köyü’ne gitmeden önce uğradığımız lokantada, yanımızdaki o köyden bir gence Emine Şen şunları diyordu; “Biz altın madenine karşı kahvede yapılan bir toplantıya katıldığımızda sizin köylüler ‘kadınlar da kahveye gelmiş’ diye bizi kınayan sözler ettilerdi. Oysa bizim hor görülecek bir davranışımız yoktu. Biz köyümüzü, toprağımızı savunuyorduk. O zaman Çamavlu’lular sesiz kaldı. Şimdi aynı bela sizlerin de başında. Siz de göreceksiniz kadınlar olmadan bu işin olmayacağını”.

Kır lokantasının hemen ilerisinde bir tepeden, sonbaharın göz alıcı renklerinin tüm güzelliği ile sergilendiği Kozak Yaylasına bakarken, burada altın-bakır madenleri işletilmesindeki vahşeti iliklerinize kadar duyumsuyorsunuz. Taş ocaklarının açtığı yaralar bile Madran Dağı’nın yamaçlarında belli oluyor.

Kozak’ta, mavi bir sisin ardına gizlenmiş sonbahar. Önümüzde, fıstık çamlarıyla dolu yemyeşil bir ova uzanıyor…
http://www.evrensel.net/news.php?id=42212
Fotoğraflar için tıklayınız
http://on.fb.me/TqlHnQ

27 Kasım 2012 Salı

Aynı gökyüzü aynı keder...


AYNI GÖKYÜZÜ AYNI KEDER…

Sinop Cezaevinde, Sabahattin Ali’nin yattığı koğuşun penceresinden görünen gökyüzü ve memleket cezaevlerindeki durum Behçet Aysan’ın şiirinde dediği gibi hala; “değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç./aynı gökyüzü aynı keder.”

Özer AKDEMİR

Üç metre kalınlığındaki duvarların ötesinden gelen bu ses hırçın dalgaların sesi. Sabahattin Ali’nin koğuşundan bir türlü göremediği, gök yüzüne bakıp “‘deniz gibidir gökyüzü/aldırma gönül aldırma” diye gönlünü avuttuğu Karadeniz bu. Önünden geçirilen yola ve öfkesini dindirmek için yapılan mendireğe inat, ozanın kaldığı koğuştan duyuluyor. Ve ‘deli dalgalar’ hala 4000 yıllık Sinop kalesinin duvarlarını yalıyor…


ZİNDAN

Nemden çürümeye yüz tutmuş duvarları, koğuş pencerelerinin önünde, betona, taşa, paslı demire inat sarmaşıkları ile dimdik ayakta Sinop Cezaevi. Daha giriş kapısında, yeni gelenlerin kayıtlarının yapıldığı yazıhaneye gelmeden sağ tarafta sizi karşılayan zindan, cezaevine gelenlere nasıl bir yerde olduklarını anlamaları için epey yardımcı oluyor! Ağır bir kol demiri ile kilitlenmiş kapısından içeri eğilerek girebiliyorsunuz. Kubbe şeklinde oldukça yüksek tavanlı, taştan, karanlıktan, nemden bir oda zindan. Odadan çok mağaraya benziyor aslında. Duvarda, soğuk taş zeminde hala mahkumların ayaklarının ve ellerinin bağlandığı paslı zincirler duruyor. “Hapishanelere güneş doğmuyor” diyen Gönül Dağının ozanı “Neşet Ertaş”ın unutulmaz bozlağının anlamını daha bir kavrıyorsunuz zindanın içinde. “…Bitmiyor geceler, olmaz sabahlar/Bu zindanda öleceğim gardiyan”...

Giriş kapısının sağından uzanan küçük ve dar bir sokağı andıran koridor sizi Çocuk Islahevi olan sarı binaya götürüyor. Bütün binaların rengi yıpranmış, silinmiş uçuk bir sarı cezaevinde. Çocuk ve cezaevi kavramları birbirine ne kadar yabancı oysa. Oyun çağından, cezaevi koğuşlarına giden bir süreç, o çocuğun yaşamında ne onulmaz yaralar açmıştır, kimbilir…

Çocuk İslahevinin bahçesinde eskilerden kalma bir cezaevi nakil aracı duruyor. Her tarafı demirden, uzun burunlu gri renkli, tekerleri patlamış, döşemeleri delik deşik ve yer yer paslanmış bu araç cezaevi tablosunu tamamlıyor sanki.


FARELER VE İNSANLAR

Başka bir dar sokakla mahkûmların çalıştıkları işliklere ve yemekhaneye ulaşıyorsunuz. İşlikler dar, havasız, yemekhane kasvetli… Duvarlarda cezaevindeki ‘suçlu’lara tanrıya, devlete ve otoriteye bağlılığın gereğini öğütleyen çeşitli sözler yazılı. En dikkat çekici olanı ise fizikçi Albert Einstein’ın “Hatasız insan yoktur. İnsanlık hatasını kabul ve tamir etmekle ölçülür” sözleri. Bu söz idari binaları, çocuk ve kadın koğuşlarının yanı sıra, erkek mahkûmların konduğu 3 büyük kısımdan oluşan cezaevinin birçok koridorunda, koğuşunda yazıyor.

Geniş sayılabilecek havalandırmaları ile koğuşlar üç katlı inşa edilmiş. En üst katlarda siyasi mahkumlar kalıyormuş. Her kısmın altında disiplin hücreleri adı altında, tek kişilik karanlık hücreler var. Hücre duvarlarının ötesi deniz olduğunda, dalgalı havalarda bu tek kişilik hücrelerdeki tuvalet deliğinden taşan sular içeriye dolar, insanlar farelerle iç içe yaşarlarmış. Öyle ki bu hücrelerde kalanlar, günün tek tayını olan ekmeği kendilerine zarar vermesinler diye, hücrelerinde bolca bulunan farelerle paylaşmak zorunda kalırlarmış.

BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN

Mustafa Suphi, Deniz Gezmiş, Kerim Korcan, Uğur Mumcu, Ahmet Arif, Refik Halit Karay gibi ünlü isimlerin kaldığı cezaevinin belki de en tanınmış mahkûmu, şüphesiz Sabahattin Ali’dir. Cezaevi İkinci Kısmının üst katındaki 20 numaralı koğuşta yatmış Sabahattin Ali. Koğuşun demir kapısının üzerinde “Sabahattin Ali 13 Mayıs 1933 Cuma günü bu koğuşa getirildi. 29 Mayıs 1933 yılında, 10. yıl affıyla 30 Ekim Günü tahliye edildi” yazıyor. Kapının mazgal penceresinde ise “Başın öne eğilmesin” dizesi okunuyor.

Dikdörtgen şeklindeki koğuşun, öbür ucunda, pencere kenarında kalan ranzalarda yatmış ünlü ozan. Aldırma Gönül şiirini burada yazmış. Hatta şiirde geçen “Dertlerin kalkınca şaha/Bir küfür yolla Allaha” mısraları, başına iş açmış ve disiplin cezası almış. Duvara yazdığı şiiri bu nedenle kazınmış. Bugün, Aldırma Gönül şiiri, bir levhaya yazılarak, ozanın yattığı ranzanın üstündeki duvara monte edilmiş. Tabii “Bir küfür yolla Allaha” dizesi, “Bir sitem yolla Allaha” olarak değiştirilerek…

Memleket hapishanelerine dün olduğu gibi bugünde güneş doğmuyor. Ölüm kol geziyor yine kalın duvarların içerisinde. İdealleri uğruna 68 gün açlık grevi yapılanlar ölümle yaşam arasındaki ince çizgide gidip geldiler. Sabahattin Ali’nin demir parmaklıklı penceresinden bakıp bakıp denize benzettiği gökyüzü ve yurdumuz hapishaneleri, Sivas katliamında yitirdiğimiz Behçet Aysan’ın dediği gibi hala; “değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç./aynı gökyüzü aynı keder.”


ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma

26 Kasım 2012 Pazartesi

Tarım cennetini asite boğuyorlar

http://www.evrensel.net/news.php?id=41960
Fotoğraf: Bırakın ağacı ot bile yetişmeyecek. Torunlarımızın hakkını çalıyoruz

Tarım cennetini asite boğuyorlar

Özer AKDEMİR

Dünyanın 7 cennet vadisinden birisi olarak biliniyor. Ülke yüzölçümünün ancak %8’i kadar olan birinci sınıf tarım topraklarının yarısı bu vadide. Üzüm diyarı. Dünya üzüm üretiminde ABD’den sonra geliyor. Çekirdeksiz kuru üzüm üretiminde ise dünya birincisi. Binlerce yıldır insanların yerleştiği, uygarlıklar kurduğu bir yurt. Orman varlığı ile bölgenin en önemli oksijen kaynağı… Gediz Vadisi’nden ve bu vadinin ortasındaki Çaldağı’ndan bahsediyoruz. Geçtiğimiz yıl üretime başlayan sülfirik asitli nikel madeninin cehenneme çevireceği söylenen bölge, işte böyle bir yer.

MADENCİ KAÇTI, GELMEDİ

AKP hariç Turgutlu’daki bütün siyasi parti temsilcileri, CHP milletvekilleri ve çok sayıda kurum temsilcisinin katıldığı panel aslında madene karşı olanlarla madeni savunan bilim insanlarının v uzmanlarının karşılıklı görüşlerini anlattıkları bir toplantı şeklinde örgütlenmek istemişti. Sözlü ve yazılı tüm çağrılara “biz ÇED raporumuzu aldık, orda her şeyi anlattık” diye yanıt vererek katılmayan, bunu yerine toplantının olduğu gün yerel gazetelere tam sayfa ilan vererek katılacak bilim insanlarını “kategorik maden karşıtı” olarak karalamaya çalışan madenci şirketin bu davranışı protesto edildi. Tüm konuşmacılar gerçekler karşısında şirketin söyleyecek sözü olmadığı için kaçtığını dile getirdiler. 

            BU YAPILAN MADENCİLİK DEĞİL

Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP) tarafından gerçekleştirilen panelin yürütücülüğünü Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ümit Erdem yaptı. İTÜ Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İsmail Duman Çaldağı’nda yapılan faaliyetin madencilik olarak nitelenemeyeceğini, bunun madencilik adı altında yapılan devasa bir kimyasal işletmecilik olduğunu söyledi. Duman, burada kullanılacak 18 milyon ton sülfirik asidin tankerlere konduğunda ve tankerlerin tampon tampona dizildiğinde Çin denizini geçerek denize döküldüğünü belirterek, “Bu korkunç bir şey” dedi.  
Madenci şirketin Turgutlu’dan bazı kişileri ve kurum temsilcilerini Finlandiya’daki nikel madeni olan Talvivaara’ya götürdüğünü hatırlatan Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, bu gezinin ardından daha geçtiğimiz günlerde Talvivara’da meydana gelen kazada büyük bir çevresel kirlenmenin meydana geldiğini aktardı. E. Ü. Halk Sağlığı bölümünden Uzm. Dr. Hür Hassoy nikel madenciliği ve sağlık adlı sunumunda insan ve çevre etkileşiminin anne karnında başladığının altını çizerek, kimyasal maddelerle yapılan metal işletmeciliğinde ortaya çıkan ağır metallerin ve özellikle arseniğin yarattığı sağlık sorunlarını sıraladı. 

TORUNLARIMIZIN HAKKINI ÇALIYORUZ

Panelin dikkat çeken sunumlarından birisi de İzmir Orman Mühendisleri Odası Başkanı Kenan Erten’den geldi. Maden alanının tamamının emekle yetiştirilmiş ormanlar olduğuna ve bölgenin 1976 yılından itibaren insan eliyle ağaçlandırıldığına vurgu yapan Özten, maden üretimi sürecinde bölgede bulunan 2 milyona yakın ağacın kesileceği iddiasını, bölgenin orman yapısını gösteren uydu fotoğrafları ile yineledi. Prof. Dr. Ümit Erdem de nikel madenciliği devam ederse bölgenin ziraat bakımından mahvolacağı uyarısında bulundu. “Bırakın ağacı ot bile yetişmeyecek. Bu maden İzmir’i tehdit ediyor. 2026 ya kadar elde edilecek bir gelir için torunlarımızın hakkını çalıyoruz” diye konuştu. Özer AKDEMİR

Dünyanın 7 cennet vadisinden birisi olarak biliniyor. Ülke yüzölçümünün ancak %8’i kadar olan birinci sınıf tarım topraklarının yarısı bu vadide. Üzüm diyarı. Dünya üzüm üretiminde ABD’den sonra geliyor. Çekirdeksiz kuru üzüm üretiminde ise dünya birincisi. Binlerce yıldır insanların yerleştiği, uygarlıklar kurduğu bir yurt. Orman varlığı ile bölgenin en öneml
i oksijen kaynağı… Gediz Vadisi’nden ve bu vadinin ortasındaki Çaldağı’ndan bahsediyoruz. Geçtiğimiz yıl üretime başlayan sülfirik asitli nikel madeninin cehenneme çevireceği söylenen bölge, işte böyle bir yer.

MADENCİ KAÇTI, GELMEDİ

AKP hariç Turgutlu’daki bütün siyasi parti temsilcileri, CHP milletvekilleri ve çok sayıda kurum temsilcisinin katıldığı panel aslında madene karşı olanlarla madeni savunan bilim insanlarının v uzmanlarının karşılıklı görüşlerini anlattıkları bir toplantı şeklinde örgütlenmek istemişti. Sözlü ve yazılı tüm çağrılara “biz ÇED raporumuzu aldık, orda her şeyi anlattık” diye yanıt vererek katılmayan, bunu yerine toplantının olduğu gün yerel gazetelere tam sayfa ilan vererek katılacak bilim insanlarını “kategorik maden karşıtı” olarak karalamaya çalışan madenci şirketin bu davranışı protesto edildi. Tüm konuşmacılar gerçekler karşısında şirketin söyleyecek sözü olmadığı için kaçtığını dile getirdiler.

BU YAPILAN MADENCİLİK DEĞİL

Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP) tarafından gerçekleştirilen panelin yürütücülüğünü Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ümit Erdem yaptı. İTÜ Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İsmail Duman Çaldağı’nda yapılan faaliyetin madencilik olarak nitelenemeyeceğini, bunun madencilik adı altında yapılan devasa bir kimyasal işletmecilik olduğunu söyledi. Duman, burada kullanılacak 18 milyon ton sülfirik asidin tankerlere konduğunda ve tankerlerin tampon tampona dizildiğinde Çin denizini geçerek denize döküldüğünü belirterek, “Bu korkunç bir şey” dedi.
Madenci şirketin Turgutlu’dan bazı kişileri ve kurum temsilcilerini Finlandiya’daki nikel madeni olan Talvivaara’ya götürdüğünü hatırlatan Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, bu gezinin ardından daha geçtiğimiz günlerde Talvivara’da meydana gelen kazada büyük bir çevresel kirlenmenin meydana geldiğini aktardı. E. Ü. Halk Sağlığı bölümünden Uzm. Dr. Hür Hassoy nikel madenciliği ve sağlık adlı sunumunda insan ve çevre etkileşiminin anne karnında başladığının altını çizerek, kimyasal maddelerle yapılan metal işletmeciliğinde ortaya çıkan ağır metallerin ve özellikle arseniğin yarattığı sağlık sorunlarını sıraladı.

TORUNLARIMIZIN HAKKINI ÇALIYORUZ

Panelin dikkat çeken sunumlarından birisi de İzmir Orman Mühendisleri Odası Başkanı Kenan Erten’den geldi. Maden alanının tamamının emekle yetiştirilmiş ormanlar olduğuna ve bölgenin 1976 yılından itibaren insan eliyle ağaçlandırıldığına vurgu yapan Özten, maden üretimi sürecinde bölgede bulunan 2 milyona yakın ağacın kesileceği iddiasını, bölgenin orman yapısını gösteren uydu fotoğrafları ile yineledi. Prof. Dr. Ümit Erdem de nikel madenciliği devam ederse bölgenin ziraat bakımından mahvolacağı uyarısında bulundu. “Bırakın ağacı ot bile yetişmeyecek. Bu maden İzmir’i tehdit ediyor. 2026 ya kadar elde edilecek bir gelir için torunlarımızın hakkını çalıyoruz” diye konuştu.

25 Kasım 2012 Pazar

Yolsuzluk yok, zarar yok, bu ceza neden?

http://www.evrensel.net/news.php?id=41777
Fotoğraf: Yolsuzluk yok, zarar yok, bu ceza neden?

Özer AKDEMİR

Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven ve bazı belediye görevlilerine  “İhaleye fesat karıştırma” suçlamasıyla verilen hapis cezalarının Yargıtay’ca onanmasına yönelik tepkiler dinmiyor. Dikili’de gerçekleştirilen mitingde Özgüven ve arkadaşlarına verilen hapis cezaları protesto edilirken, “Adalet istiyoruz” talebi öne çıkarıldı. Mitinge izinli olarak gittiği İsveç’ten sesli bir mesaj gönderen Özgüven, mahkeme kararının politik bir infaz olduğunu söyledi. 

KOMŞUDAN DESTEK

Dikili Atatürk Meydanında yapılan mitinge Dikililerin yanı sıra, İzmir, Bergama ve civar ilçelerden de katılım oldu. Mitinge Yunanistan’dan ve Midilliden de katılımların olması dikkat çekti. Yunan parlamenterler ve Midilli eski belediye başkanları Yunanca ve Türkçe “Hepimiz Osman Özgüveniz” pankartı ile katıldılar. Çok sayıda CHP milletvekili ve ilçe belediye başkanları da mitingde yer alırken, EGEÇEP’de pankartıyla mitinge katıldı.  

Alanda “Adalet istiyoruz”, “susma sustukça sıra sana gelecek”, “Faşizme karşı omuz omuza” pankartları dikkat çekerken, mitinge katılan birçok kişi de “Osman Özgüven ve arkadaşları yalnız değildir” dövizlerini taşıdılar. 

Müzik dinletisi ile başlayan mitingde açılış konuşmasını yapan CHP Dikili İlçe Başkanı İsmail Hakkı Şener, kamu zararı ya da yolsuzluğun olmadığının tespit edildiği bir davada Özgüven ve arkadaşlarına verilen cezayı kabul edilmesi olanaksız bir haksızlık olarak niteledi. 

KARAR POLİTİK BİR İNFAZDIR

Cezanın onaylanmasının ardından 15 günlük izin alarak İsveç’e giden belediye Başkanı Osman Özgüven’de mitinge sesli bir mesaj gönderdi. Mesajında Özgüven şunları söyledi; “Ben ve arkadaşlarım yüzlerinizi kızartacak hiçbir şey yapmadık. Karar politik bir infazdır. Bu ülkede iş, aş diyenler, demokrasi diyenler, yaşanabilir bir çevre isteyenler baskı altındadır. Cezaevlerindeki aydınlar, gazeteciler, milletvekilleri ve belediye başkanları bu durumun açık kanıtıdır”. Özgüven haksızlıklara karşı mücadelenin devam edeceğini dile getirdi. Daha sonra yapılan konuşmalarda da Özgüven’in  sosyal belediyecilik anlayışına ve emekten, yaşamdan yana duruşuna dikkat çekilerek, verilen cezanın bu dik duruş nedeniyle olduğu belirtildi. (Dikili/EVRENSEL)
Özer AKDEMİR

Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven ve bazı belediye görevlilerine “İhaleye fesat karıştırma” suçlamasıyla verilen hapis cezalarının Yargıtay’ca onanmasına yönelik tepkiler dinmiyor. Dikili’de gerçekleştirilen mitingde Özgüven ve arkadaşlarına verilen hapis cezaları protesto edilirken, “Adalet istiyoruz” talebi öne çıkarıldı. Mitinge izinli olarak gittiği İsveç’ten sesli bir mesaj gönderen Özgüven, mahkeme kararının p
olitik bir infaz olduğunu söyledi.

KOMŞUDAN DESTEK

Dikili Atatürk Meydanında yapılan mitinge Dikililerin yanı sıra, İzmir, Bergama ve civar ilçelerden de katılım oldu. Mitinge Yunanistan’dan ve Midilliden de katılımların olması dikkat çekti. Yunan parlamenterler ve Midilli eski belediye başkanları Yunanca ve Türkçe “Hepimiz Osman Özgüveniz” pankartı ile katıldılar. Çok sayıda CHP milletvekili ve ilçe belediye başkanları da mitingde yer alırken, EGEÇEP’de pankartıyla mitinge katıldı.

Alanda “Adalet istiyoruz”, “susma sustukça sıra sana gelecek”, “Faşizme karşı omuz omuza” pankartları dikkat çekerken, mitinge katılan birçok kişi de “Osman Özgüven ve arkadaşları yalnız değildir” dövizlerini taşıdılar.

Müzik dinletisi ile başlayan mitingde açılış konuşmasını yapan CHP Dikili İlçe Başkanı İsmail Hakkı Şener, kamu zararı ya da yolsuzluğun olmadığının tespit edildiği bir davada Özgüven ve arkadaşlarına verilen cezayı kabul edilmesi olanaksız bir haksızlık olarak niteledi.

KARAR POLİTİK BİR İNFAZDIR

Cezanın onaylanmasının ardından 15 günlük izin alarak İsveç’e giden belediye Başkanı Osman Özgüven’de mitinge sesli bir mesaj gönderdi. Mesajında Özgüven şunları söyledi; “Ben ve arkadaşlarım yüzlerinizi kızartacak hiçbir şey yapmadık. Karar politik bir infazdır. Bu ülkede iş, aş diyenler, demokrasi diyenler, yaşanabilir bir çevre isteyenler baskı altındadır. Cezaevlerindeki aydınlar, gazeteciler, milletvekilleri ve belediye başkanları bu durumun açık kanıtıdır”. Özgüven haksızlıklara karşı mücadelenin devam edeceğini dile getirdi. Daha sonra yapılan konuşmalarda da Özgüven’in sosyal belediyecilik anlayışına ve emekten, yaşamdan yana duruşuna dikkat çekilerek, verilen cezanın bu dik duruş nedeniyle olduğu belirtildi. (Dikili/EVRENSEL)

24 Kasım 2012 Cumartesi

Karaca’nın ‘altın’ vuruşu


Özer Akdemir
20 Kasım Salı günü Dikili Adliye Sarayı’nda TEMA Vakfı Kurucusu ve Onursal Başkanı Hayrettin Karaca yargılanmıştı. 90 yaşının fiziksel et- kilerine rağmen mahkeme salonuna gelerek ifadesini veren Karaca’nın ‘suçu’ altın madeninin kestiğini ağaçların fotoğrafını çekmek!..
ONLARIN BAĞIŞLAMASINA İHTİYACIM YOK
Dikili Adliyesinin kapısından girerken kendisini tanıyan polislerin ayağa kalkıp “Hoş geldiniz Hayrettin bey” dedikleri kişi 90 yaşındaki Hayrettin Karaca. Ülke kamuoyunda erozyon, ağaçlandırma ve çevre deyince ilk akla gelen, uyandırdığı sempatinin yanı sıra, özellikle üst yönetimindeki yapılanması nedeniyle ‘sermayenin çevre örgütü’ olmakla da eleştirilen TEMA Vakfı’nın kurucusu ve onursal başkanı. Mahkeme salonunun merdivenlerinden çıkarken; “Heyecanlıyım. İlk defa sanık olarak bir mahkemeye geleceğim” diyordu. Karaca’nın yaşadığı bir başka ilk ise fotoğraf çekmek istediği Kozak Yaylasında altın madencileri tarafından hakarete uğramak ve tehdit edilmek olmuş. Bu olayın ardından altıncı şirket Karaca ve yanındaki kişilerden ikisi hakkında bir de “işyerine izinsiz girmek”ten dava açmış. Karaca’nın 2012 Alternatif Nobel Ödülü’nü aldığının açıklandığı günlerde ise sadece onun hakkındaki davasından vazgeçmiş. Karaca mahkemede “onların bağışlamasına ihtiyacım yok” yanıtını verdi.

EKOLOJİK YIKIMDAN SERMAYE SORUMLU
Duruşma öncesi kaldığı otelde görüştüğümüz Karaca, TEMA Vakfını nasıl kurduklarını, büyümesini ve vakfın geleceği ile ilgili düşüncelerini de anlattı. Vakıf Başkanlığını bırakırken yaşadığı düş kırıklığını da üstü kapalı şu sözlerle ortaya koydu; “Gençler görev alsın istedim, benden iki yaş küçük birisi geldi!”.  Ülkenin en önemli tekstil sektöründen birisinin de kurucusu olan Karaca, açık yüreklilikle dünyadaki ekolojik yıkımdan sermayenin sorumlu olduğunu söylüyor. Bu yıkımı durdurmanın yolunu ise eğitim ve bireysel bilinçlenmede görüyor. “Sen, ben, biz durdurabiliriz bunu. Marka giymeyerek, az tüketerek, dilimize sahip çıkarak” Karaca bunları söylerken gömleğinin tersyüz edilmiş yakasını ve aşırı yıkamadan kaynaklanan yırtılmaları gösteriyordu. TEMA’yı ekolojik sistemin tahribi karşısında bir dünya kurtuluş hareketi gibi gördüğü inancını hakim karşısında da yineledi.

İLK ZAMANLARDA EL AÇTIK
Karaca, TEMA Vakfının özellikle ağaçlandırma ve erozyonla mücadele için kurulduğunu söylerken, diğer çevre sorunları ile ilgili duyarsız kaldığı noktasındaki eleştirilere bu şekilde yanıt veriyor. Vakfın kurulduktan sonra para ihtiyacını gidermek için birçok kesime “el açıldığını” söyleyen Karaca, “Bu kişilerden paralar geldi. Sonra bunlar bağışçı olarak mütevelli heyetine girdi. Asıl olan TEMA’nın savunduklarıdır” diyor. Loç Vadisinde HES kurmak isteyen, buna karşı çıkanlara da ben “TEMA’nın kurucularındanım” diyen Orya Enerji patronu ile ilgili, “Bu kişi ben böyle bir şey yapacağım TEMA bana sahip çıksın diyor. Öyle bir şey olamaz. Bir kere senin yaptıklarınla TEMA’nın anlayışı birbirine zıt” diyor. (İzmir/EVRENSEL)

22 Kasım 2012 Perşembe

Enerji de yaşam da özel sektöre emanet!



Özer AKDEMİR

İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel’in Aliağa’da kurulmak istenen termik santrallerle ilgili soru önergesine yanıt veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız elektrik sektöründe uygulanan politikaların esasını rekabete dayalı piyasaların geliştirilmesi oluşturduğunu belirterek, santrallerde kullanılacak yakıtın ve teknolojinin özel şirketlerin tercihinde olduğunu açıkladı. Buna göre, bir şirket kar el
de edeceğini düşünürse dünyanın en geri teknolojisini ve en zararlı yakıtını ülkemizde kullanabilecek!..

ALİAĞA’DA YAŞAM DURABİLİR!

Petro kimya, demir çelik fabrikaları, gemi söküm tesisleri, gübre fabrikası gibi 40’a yakın ağır sanayi kuruluşlarının yoğunlaştığı Aliağa - Foça arasında, bu tesislerin yarattığı çevre kirliliği çok önemli bir sorun halini aldı. Canlı yaşamına olduğu kadar su, toprak ve hava kirliliğinin üst düzeyde olduğu yapılan bilimsel araştırmalarla ortaya konan bölgede, bu kirliliğin önlenmesi ve temizlenmesi ile ilgili çalışma beklenirken, 7 tane birden termik santral yapımı gündeme geldi.

İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel, bölgenin bu hassas durumuna dikkat çektiği soru önergesinde, yapılması planlanan 7 termik santralin Aliağa ve çevresinde telafisi olmayan kirlilik yaratacağını dile getirdi. Bakırçay Havzasının, tarım, turizm, sanayi ve bunlara bağlı ticaret sektörünün canlı olduğu bir merkez durumunda olduğunu belirten Tüzel, “Ağır sanayi tesislerinin yoğun olarak varlığını koruduğu ve yeterince arıtılmadan doğaya salınan atıkların havayı, toprağı ve yer altı sularını kirletmesiyle yaşamın birçok alanında ölümcül etkilere maruz kalan Aliağa'da, kanser vakalarının Türkiye ortalamasının çok üstünde olduğuna dair bulgular çevre ve sağlık örgütleri tarafından yapılan araştırmalarda ortaya konulmaktadır. Çevre örgütleri yaptıkları açıklamalarda, Aliağa'nın geleceğinin de tıpkı Kocaeli, Dilovası'nda olduğu gibi yaşamın durma noktasına gelebileceği uyarısında bulunmaktadır” dedi.

BİZ KARIŞMAYIZ ÖZEL SEKTÖR KENDİ BİLİR!

Tüzel’in “Bölge halkının talebi olan, doğanın ve halk sağlığının korunması için bölgede termik santral yerine temiz ve ekonomik olan rüzgar ve güneş enerjisi gibi seçenekleri değerlendirmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna Bakan Yıldız imzasıyla verilen yanıtta, “Elektrik sektöründe uygulanan politikaların esasını rekabete dayalı piyasaların geliştirilmesi oluşturmaktadır. Özel sektör tarafından yapılacak olan yatırımlarda kaynak seçimi ve teknoloji seçimi gibi hususlar esasen rekabet şartlarında özel sektör tarafından yapılacak değerlendirmeler neticesinde kendileri tarafından” belirleneceği dile getirildi. Bununla birlikte Bakanlığın ileri teknolojinin kullanımı, yerli ve yenilenebilir kaynakların değerlendirilmesini özendirici politikalar geliştirdiğini ileri sürdü.

HERŞEY ENERJİ İÇİN

Yıldız, 2005 yılında yürürlüğe "Yenilenebilir Enerji Kanunu"nun, 2011 yılı başında yapılan değişikliklerle güncellendiğini ve yatırımcılara ek güvenceler sağlandığını belirtti. Bakan Yıldız’ın ek güvence sağlandığını açıkladığı sektörler arasında, ülkenin neredeyse bütün dereleri üzerine kurulması planlanan küçük HES’ler de var. Yenilenebilir enerji kaynaklarının ülke elektrik üretimindeki payının 2023 yılı itibariyle asgari % 30’a çıkarılmasının hedeflendiğini kaydeden Yıldızın bu hesabı içerisinde kurulması planlanan nükleer santraller de giriyor. HES’lerin yarattığı tahribat, termik santrallerin oluşturduğu kirlilik ve sağlığa etkilerinin yanı sıra, işin içine bir de nükleer santralin getireceği riskler eklenince enerji üretimi için yaşamın ikinci plana atıldığı eleştirileri ön plana çıkıyor.

TEK KONTROL ÇED SÜRECİ

Levent Tüzel’in soru önergesinde yer alan bu santraller ve ağır sanayi kuruluşlarının kurulması ve işletilmesinde çevreye duyarlı en temiz ve ileri teknolojinin kullanılıp kullanılmadığı sorusuna verilen yanıtta ise ÇED sürecine vurgu yapıldı. Bakanlığın adres gösterdiği ÇED Raporu süreci, bu raporun nasıl-kimler tarafından verildiği, halkın görüşünün dikkate dahi alınmadığı, araştırma, inceleme sonuçlarına göre değil bu işi profesyonel olarak yapan özel şirketler tarafından birbirinin aynı raporlarla geçiştirildiği eleştirileri nedeniyle sıkça gündeme geliyor. Bakan Yıldız termik santrallerde kullanılacak kömürün ülke ekonomisine maliyeti ile ilgili soruya ise kamuya ait ithal kömürle çalışan termik santral olmadığı, özel sektörün kuracağı santrallerdeki maliyet hesabının ise bu şirketlerin sorumluğunda bulunduğu yanıtını verdi.

Ağaçlar ayakta ölür!..

http://www.izmirizmir.net/ozer-akdemir-agaclar-ayakta-olur-y2757.html


Özer Akdemir

O da "90" yaşında. Yaşamında ilk kez sanık olarak hakim karşısında. Bakın hangi gerekçeyle…

“Ağaçlar için uğraştı. Ağaçlar gibi yaşadı. Ayakta ölmek istiyor”

20 Kasım 2012 Salı günü ülkenin iki farklı yerinde görülen iki ayrı dava ertesi gün gazetelerde kendine yer buldu. Her iki davada da yargılananların çoğunluğu 85-95 yaş arası kişilerdi. Bu davalardan birisinde yargılanan iki kişi yataklarında, kamera karşısında, çay kahve eşliğinde, ‘paşa keyfi’ yaparak ifade verdiler. Haklarındaki suçlamalar “darbe yapmak, binlerce insanın ölümünden sorumlu olmak, işkence gibi insanlık dışı muamelelere maruz bıraktırmak… vs”. Dikili’de görülen öbür davada yargılanan ve 90 yaşının fiziksel etkilerine rağmen mahkeme salonuna gelerek ifadesini veren diğer kişinin ‘suçu’ ise “altın madeninin yüzlerce ağacı kesmesini fotoğraf makinesi ile görüntülemeye çalışmak”!..

90 YILIN İLKLERİ

Dikili Adliyesinin kapısından girerken kendisini tanıyan polislerin ayağa kalkıp “Hoş geldiniz Hayrettin bey” dedikleri kişi 90 yaşındaki Hayrettin Karaca. Ülke kamuoyunda erozyon, ağaçlandırma ve çevre deyince ilk akla gelen, uyandırdığı sempatinin yanı sıra, özellikle üst yönetimindeki yapılanması nedeniyle ‘sermayenin çevre örgütü’ olmakla da eleştirilen TEMA Vakfı’nın kurucusu ve onursal başkanı. Adliye içinde üst kattaki mahkeme salonunun merdivenlerinden ağır ağır çıkarken, koluna girerek kendisine yardım eden TEMA Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Duygu Kutluay’a; “Heyecanlıyım biraz. İlk defa sanık olarak bir mahkemeye geleceğim. Tanık olmuştum ama sanık olarak ilk defa” diyordu. Karaca’nın yaşadığı bir başka ilk ise altın madencileri tarafından hakarete uğramak ve tehdit edilmek olmuş.

ALTINCIDAN TEHDİT VE HAKARET

Duruşma öncesi kaldığı otelde görüştüğümüz Karaca 90 yıllık yaşamında dünyanın birçok yerindeki altın madenlerini ve tahribata uğrayan doğal alanları gezdiğini belirterek, 2010 Nisan’ın da başına gelen ve “Hiç böyle bir muameleyle karşılaşmamıştım” dediği olayı şöyle anlattı: “Kozak yaylasında TEMA olarak düzenlenen bir toplantıya katıldım. Orada Koza Altın Şirketinin bölgede büyük doğa tahribatı yaptığı söylendi. Ben o maden için kesilen ağaçları görmek istedim. Giderken doğadaki tahribatın büyüklüğü beni çarptı. Hemen inerek yolun etrafındaki bu tahribatı fotoğraf makinesi ile çekmek istedim. Bu arada üç tane araçla etrafımızı çevirdiler. Bunlardan birisinden çıkan bir kişi, buradan öteye gidemeyeceğimiz söyledi. Ben, ‘Kaybolan doğayı ve tahrip edilen ekosistemi görmek için buradayım” dediğimde sert bir şekilde “Yeter artık. Seni ihtiyarlığına bağışladım daha uzatırsan gerekeni yaparım, haberin ola” dedi. Yanındaki üç kişi de üzerime yürüyünce bir tatsızlık çıkmasın diye dönmek zorunda kaldık”.

YAVUZ HIRSIZ

Bu olayın ardından altın şirketi Karaca ve yanındaki kişilerden ikisi hakkında işyeri dokunulmazlığını ihlal suçlamasıyla bir de dava açmış. Hayrettin Karaca bunu mahkemede “Yavuz Hırsız ev sahibi bastırmak istiyor” diye niteledi. Karaca’nın 2012 Alternatif Nobel Ödülü alacağının duyulmasının ardından şirket apar topar ona yönelik suçlamasından vazgeçerken, o hakime “onların bağışlamasına ihtiyacım yok” diyordu. Karaca, duruşma sırasında başına gelenleri, duygu kırıklıklarını anlatırken “Ben yaşamımı doğaya adamış biriyim. Kendim için değil ülkem için üzülüyorum” dedi.

Karaca, kendisiyle yaptığımız söyleşide TEMA Vakfını nasıl kurduklarını, nasıl gelişip uluslar arası bir güç haline geldiğini ve vakfın geleceği ile ilgili düşüncelerini de anlattı. Vakıf Başkanlığını bırakırken yaşadığı düş kırıklığını da üstü kapalı şu sözlerle ortaya koydu; “Gençler görev alsın istedim ama benden iki yaş küçük birisi göreve geldi”.

SORUMLU SERMAYE

Ülkenin en önemli tekstil sektöründen birisinin de kurucusu olan Karaca, açık yüreklilikle dünyadaki ekolojik yıkımdan sermayenin sorumlu olduğunu söylerken, bu yıkımı durdurmanın yolunu ise eğitim ve bireysel bilinçlenmede görüyordu. “Sen, ben, biz durdurabiliriz bunu. Marka giymeyerek, gereksiz tüketmeyerek, dilimize sahip çıkarak..” Karaca bunları söylerken gömleğinin tersyüz edilmiş yakasını ve aşırı yıkamadan kaynaklanan yırtılmaları gösteriyordu. Dilin bir ulusun varlığı ve bağımsızlığı için temel koşul olduğunu, Türkçenin yabancı sözcüklerden arındırılmasın önemini sıkça tekrarlarken, kendi ana dillerinde eğitim yapmak isteyen Kürtlerin taleplerine ise “Ana babaları öğretsin çocuklara. Ama okullarda öğretilmesine karşımı” sözleriyle karşı çıkıyor.

YAPTIKLARI TEMA’NIN ANLAYIŞINA AYKIRI

Karaca, TEMA Vakfının özellikle ağaçlandırma ve erozyonla mücadele için kurulduğunu söylerken, diğer çevre sorunları ile ilgili duyarsız kaldığı noktasındaki eleştirilere bu şekilde yanıt veriyor. Vakfın kurulduktan sonra para ihtiyacını gidermek için birçok kesime “el açıldığını” söyleyen Karaca, “Bu kişilerden paralar geldi. Sonra bunlar bağışçı olarak mütevelli heyetine girdiler. Asıl olan TEMA’nın savunduklarıdır” diyor. Loç Vadisinde HES kurmak isteyen, buna karşı çıkanlara da ben “TEMA’nın kurucularındanım” diyen Orya Enerji patronu ile ilgili şunları söylüyor, “bu kişi ben böyle bir şey yapacağım TEMA bana sahip çıksın diyor. Öyle bir şey olamaz. Bir kere senin yaptıklarınla TEMA’nın anlayışı birbirine zıt”.

Karaca, TEMA’yı ekolojik sistemin tahribi karşısında bir dünya kurtuluş hareketi gibi gördüğünü, gelecek nesillerin bunu mutlaka başaracağını söylerken, 90 yaşında, ilk kez sanık olarak çıktığı hakim karşısında da bu inancını yineledi. Yaptıkları darbenin hesabını yataklarında verenlere inat Dikiliye gelerek 90 yaşında dimdik ifade veren Hayrettin Karaca, orada bulunanlara “Ağaçlar için uğraştı. Ağaçlar gibi yaşadı. Ayakta ölmek istiyor” dedirtti…

İlgili haber için tıklayınız
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=498557446845279

Ülkem adına üzülüyorum!

  • http://www.evrensel.net/news.php?id=41386
  • KOZA ALTIN ŞİRKETİNİN AÇTIĞI DAVADA SAVUNMA VEREN KARACA:
  • Özer Akdemir

  • KOZA Altın Şirketi’nin, Kozak Yaylası’nda işletilen altın madenleri bölgesinde incelemelerde bulunmak isteyen TEMA Vakfı onursal Başkanı Hayrettin Karaca ve TEMA temsilcileri hakkında açtığı dava, Dikili’de görüldü. Sanık olarak yargılanan Hayrettin Karaca, açılan davanın Türkiye için bir utanç kaynağı olduğunu belirterek, “Kendim için değil, ülkem için üzülüyorum” dedi. Dikili Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davada, Bergama Tema Temsilcisi Gülden Karabudak ve Av. Hasan Namak da sanık olarak yargılandı. 
     
    YAVUZ HIRSIZ EVSAHİBİNİ BASTIRMAK İSTİYOR
     
    Duruşmada ifade veren Hayrettin Karaca, yaptıkları bir etkinlikte Kozak Yaylasında altıncı firmanın çok sayıda ağaç kestiğini öğrendiğini belirterek, “Oradaki ekolojik sistemin uğradığı zararı görmek istedim. Yolda giderken durup fotoğraf çekmeye başladım. Bir süre sonra birileri gelerek, ‘Buradan sonra gidemezsiniz’ dedi. Ben ilerisini de görmek istediğimi söylediğimde ise sert bir şekilde, ‘Yaşına hürmeten ses çıkarmadım. Israr edersen gerekeni yaparız’ dedi. Yanındaki 3-4 kişi de üzerime yürüyünce, geri dönmek zorunda kaldık. Benim bu şekilde engellenmem, üstüne bir de hakkımda dava açılmasına ülkem adına üzüldüm. Yavuz hırsız ev sahibini bastırmak istedi” dedi. 
     
    ‘ORMAN ŞİRKETİNDİR, GİRİLEMEZ’
     
    Diğer sanık Avukat Hasan Namak, dosyanın yanlışlıklarla dolu olduğunu belirterek, “Olay yerinin neresi olduğu bile belli değil. Keşif yapılmamış. Bizi engelleyen ve taciz edenlere şirket Genel Müdürü Hayrettin Öğüt talimat vermiştir. Onun da yargılanması gerekir. Koza şirketi çevre mücadelesi verenlere karşı bu tür saldırgan davranışları hep yapıyor. Ayrıca Hayretin Karaca’nın ‘Bu ormanlar Atatürk’ün emaneti’ sözüne ‘Atatürk’te kim oluyor. Onun da, sizinde zamanınız geçti’ diye hakaret ettiler” dedi. 
    Koza şirketinin Avukatı Zeki Uğraş, Hayrettin Karaca’nın doğanın korunması için yaptıklarını taktir ettiklerini bu nedenle kendisi ile ilgili davadan vazgeçtikleri söylerken, diğer iki sanık için ise davacı olduklarını yineledi. Uğraş, ormanın şirkete tahsis edildiği için  izinsiz girilemeyeceğini ileri sürdü. Duruşma keşif talepleri ve tanıkların dinlenmesi için 15 Şubat 2013 tarihine ertelendi. (İzmir/EVRENSEL)

    2012 İsveç Alternatif Nobel Ödülü verilen Hayrettin Karaca’nın yargılandığı davaya bu ülkeden de gözlemci olarak gelenler vardı. Duruşmaya Alternatif Nobel Ödülü veren İsveç Right Livelihood Award Foundation temsilcisi Agneta Johansson ve İsveçli bir gazeteci de katıldı.

Kazdağları mücadelesi büyüyor

http://www.canakkaleolay.com/details.asp?id=79706
Kazdağları’nda yaşanan çevre felaketlerini incelemek üzere Türk Tabipleri Birliği(TTB), Türkiye Barolar Birliği (TBB) ve Türk Mühendis ve Mimarları Odaları Birliği’nden (TMMOB) gelen heyet düzenlediği basın toplantısının ardından çeşitli incelemelerde bulunduğu Ağı Dağı’nın doğa güzelliğine hayran kaldı. Kazdağları ve çevresinde çeşitli incelemelerde bulunan ve çevreciler tarafından bilgilendirilen heyet, bir rapor hazırlayarak bölgedeki tüm arama, işletme faaliyetlerinin durdurulması ve ruhsatların iptal edilmesi için verilen mücadeleye ortak olacak.
 
Çevre felaketlerinin yaşandığı Kazdağları, TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı, TBB Çevre Komisyonu Başkanı Av. Ahmet Gürel, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özdemir Aktan, TBB Genel Sekreteri Av. Cengiz Tuğral, TTB Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan’ın Çanakkale’ye gelmesiyle ülke gündeminde yer bulup daha da önem kazandı. Altın arama çalışmalarının çevreye verdiği olumsuz etkileri araştırmak ve kamuoyunun dikkatini bu bölgeye çekmek amacıyla üç önemli meslek kuruluşu yöneticileri, düzenlenen gezi ile hem Kazdağları’nı hem de altın arama çalışmalarını yerinde inceledi. İlk olarak Atikhisar Barajı ve çevresinde bazı incelemelerde bulunan heyet, çeşitli endemik bitki örtüsünü içinde barındıran Ağı Dağı’na gitti. Ağı Dağı’nın doğa güzelliğine hayran kalan heyet, hem altın arama çalışmaları sırasında kesilecek olan ağaçlar hem de doğa güzelliğinin tahribata yol açacak olan çok uluslu altın tekellerini durdurmak için kolları sıvadı. Gezi sonrasında teknik inceleme sırasında edindikleri bilgiler ışığında bir rapor hazırlayacak olan heyet, bölgedeki tüm arama ve işletme faaliyetlerinin durdurulması, ruhsatların da iptal edilmesi için mücadele edecek.
 
 
“Ağı Dağı’na hayran kaldılar”
Kazdağları için verilen mücadeleye yeni bir boyut kazandıran teknik inceleme gezisi ile ilgili bilgiler veren Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant, Kazdağları için gelen heyete, altın arama çalışmalarının doğaya verdiği tahribat hakkında çeşitli bilgiler verdiklerini söyledi. bölgede bazı incelemeler yapan heyetin Ağı Dağı’na hayran kaldığını ve bu bölgede yaşanacak olan tahribat nedeniyle çok üzüldüğünü söyledi. İnceleme gezisinin Kazdağları için verilen mücadele anlamında çok faydalı geçtiğini belirten Nalbant; “Basın toplantısının ardından ilk önce Atikhisar Barajı’nın çevresinde çeşitli incelemelerde bulunduk. TMMOB, Türk Tabipler Birliği, Barolar Birliği temsilcilerine, Atikhisar su toplama havzasının koruma alanında altın üretimi yapılacağını ve bunun da barajı kirleteceğini gösterdik. Buradan Söğütalan Köyü’nün bulunduğu Ağı Dağı’na gittik. Ağı Dağı bitki örtüsü yönünden Kazdağları içerisinde çok özel bir yer. Çok zengin bir bitki örtüsü var. Çanakkale’ye gelen heyete, buraları göstermek için gittik. Orada da dağa girmeden önce neleri kaybedeceğimiz konusunda konukları bilgilendirdik. Konuklar Ağı Dağı’na hayran kaldılar. Hiç görmedikleri bir dağ. Dağdaki ağaçların kesilmek ve yok edilmek istendiğini görünce de TMMOB, Türk Tabipler Birliği, Barolar Birliği’nden gelen konuklar çok üzüldü. Bu anlamda hem basın toplantısındaki açıklama bölümü hem de Ağı Dağı’ndaki bölüm birbirini tamamlamış oldu. Kazdağları’nın korunması anlamında çok yararlı bir gezi olduğunu düşünüyoruz” dedi.
 
“Kazdağları için rapor hazırlayacaklar”
Kazdağları’nda devam eden altın arama çalışmalarının durması ve ruhsatların iptal edilmesi için heyette bulunan yetkililerin bir rapor hazırlayacağını kaydeden Nalbant; “TMMOB, Türk Tabipler Birliği, Barolar Birliği’nden gelen temsilciler bu gezi ile önemli bir görev üstlendiler. Çanakkale’de yapılan basın toplantısı hem ulusal hem de yerel basında yer aldı. Bundan sonra da Kazdağları ile ilgili TMMOB, Türk Tabipler Birliği, Barolar Birliği de bir rapor hazırlamayı düşünüyorlar. Önümüzdeki günlerde bu rapor ortaya çıkacak. Fırsat buldukları her zaman bu konuyu gündeme getirecekler. Hazırlayacakları rapor ile de basın toplantısında açıkladıkları gibi bölgedeki tüm arama ve işletme faaliyetlerinin durdurulması, ruhsatların da iptal edilmesi için girişimlerde bulunacaklar. Çünkü, görünen köy artık kılavuz istemiyor. Basın açıklamasında yetkililere seslendiler. Artık Kazdağları’na kazma vurmayın, bu işi burada bitirin ve iptal edin diye seslenmeye devam edecekler” diye konuştu.
 

Yaşam savunucuları Kazdağları için birleşiyor

http://www.canakkaleolay.com/details.asp?id=79715

Hafta sonu Türk Tabipleri Birliği(TTB), Türkiye Barolar Birliği(TBB) ve Türk Mühendis ve Mimarları Odaları Birliği’nin (TMMOB) Çanakkale toplantısının verdiği mesajlar son derece önemlidir. Ülkemizin çok önemli meslek kuruluşlarının Kazdağları’nda yaşanılacak çevre felaketlerine karşı göstermiş oldukları duyarlılık önemli bir destek ve moraldir. Kazdağları’nda yaşanabilecek çevre sorunları artık tüm ülkeye mal olmuştur, böyle olması da gereken bir durumdur.
 
Bu gelişmenin diğer bir yanı da Çanakkale’de bu mücadele için bir araya gelen kesimlerin çığlıkları artık daha güçlü çıkmakta ve etki alanı genişlemektedir.
 
İlimizdeki çeşitli sorunlar konusundaki mücadelelerin son günlerde yurt düzeyinde bir duyarlığa dönüşmesi mücadele potansiyelinin iyi bir noktada olduğunun göstergesidir.
 
Hafta sonu ilimizde yapılacak Üniversite Konseyleri Derneğinin toplantısını da bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
 
Bu toplantının gündeminde de ÇOMÜ’de yaşanılan bazı sorunlar olduğu için bu konuda verilen mücadelelerin etki alanı bu şekilde yerelden, ulusala doğru gelişmektedir.
 
Kazdağları noktasındaki duyarlılık ülke çapında ses vermeye başlayınca; özellik ile altıncı filo temsilcileri de kendi formatlarındaki bazı entrikal çalışmaları da hızlandırmış durumdadırlar.
 
Gizli gündem ile bakanların katıldığı toplantılardan tutun , kamuoyunu yanıltmak için özellik ile maden çalışmasının olduğu yörelerdeki köylülerin gözünü boyamak için giriştiği bazı uygulamalardan, yandaş medya yaratma çabalarına kadar bir dizi çalışma altıncı firmalar tarafından yoğunlaştırılmış durumdadır.
 
Bu mücadele gelinen noktada artık yaşamı savunma ile yaşamsal değerlerimiz olan toprağımızı, suyumuzu , havamızı yok etme mücadelesine dönüşmüştür. Bunun için bundan sonraki süreç daha keskin çizgileri ile sürecektir.
 
Bunun getireceği bazı sonuçları irdelemeden evvel Orman ve Su İşleri Bakanının bir bültendeki sözlerini sizler ile paylaşmak istiyorum.
 
Bu sözleri sarf eden bir bakan, herhalde Kazdağları için de aynı duyarlılık ile davranır desek de, gerçeğin böyle olmayacağını söyleyebilirim. İşte bütün sorun da burada zaten.
 
Bakan şunları söylüyor : “Bir metrekare, bizim hükümetimiz döneminde, ormanlık alan işgal ettirilmemiştir. Yanan ormanlık alanlardan hiçbir yere tahsis yapılmamıştır. Bir yıl içinde yanan alanlar ağaçlandırılmaktadır. Varsa buyursunlar göstersinler. Bizim ormanlık alanlarla alakalı bir metrekare işgal ettirdiğimize dair iddia eden varsa buyursun ispat etsin.
 
Hodri meydan diyorum. Dolayısıyla 75 milyon vatandaşımızın hakkını hukukunu en iyi şekilde koruyoruz, korumaya devam edeceğiz. Ne pahasına olursa olsun. Bu konuda da ben çok hassasım. Hiç kimse ormandan bir metrekare yer işgal edemez”
 
Bu sözler altıncı firmaların Kazdağları’nda altın üretimi başladığı zaman yok edeceği ormanlık alanlar gündeme geldiği zaman çok daha bir anlam kazanmış olacak.
 
Gelelim Pazar günü yapılan basın toplantısında bir yerel gazetenin göstermiş olduğu tavra.
 
“İnsaf biraz” başlığı ile yapılmış haber ile daha evvel yaşanmış olan bir olay farklı bir noktaya taşınarak basın etiği açısından uygun olmayan bir konum yaratılmıştır.
 
Sorun bu haberin yazılmasında değildir. Basın kuruluşları istediğini yazmak, değerlendirmek özgürlüğüne sahiptir. Gazetecilik zaten eleştiri yapmak demektir. Aynı zamanda taraflı olmak da son derece normaldir. Gazeteler çeşitli konularda çok tabii olarak taraf olabilir. Fakat hiçbir zaman için bağımsızlıklarını elden bırakmamalıdır. Yani taraflı olabilirler ,ama bağımlı olamazlar.
 
Bir gazetenin bir basın toplantısına katılarak basın toplantısını yapan kişilerden farklı bir şekilde düşünüyor olması ona o basın toplantısını sabote edecek şekilde davranma hakkını vermez.
 
Bu durum basın kuruluşunun bağımsızlığına zarar verir, basın etiği itibarıyla düzenlenen bir toplantıda basın kuruluşu hesap sormak güdüsüyle gazetecilik unvanını kullanıyorsa bu davranış hiçbir zaman gazetenin bağımsız tavrı olarak algılanmaz.
 
Gazete basın toplantısını haberleştirmeyebilir. ya da basın toplantısında gündeme getirilen konulardaki itirazlarını gazetesinde okuyucuları ile paylaşabilir . Fakat intikam alır gibi yapılacak toplantıya ilişkin özel haber üretir ve bu gazeteleri toplantıda dağıtarak ortamı germeye çalışırsa; adama “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” derler. Bu tavır ancak provokatif amaçlar içersinde olan insanların yapacağı bir tavır olabilir.
 
Daha açık bir örnek ile, bu durum bir siyasi partinin toplantısına onunla farklı bir anlayıştaki siyasi partinin gidip bildiri dağıtmasından farklı bir durum değildir. Bu anlamı ile etik değildir.
 
Madenci firmaların bu konuda yapmış oldukları çeşitli uygulamaları şöyle bir hatırlayalım.
 
Bu firmalar maden karşıtı panelleri, tutmuş oldukları paralı adamlar ile basarak olaylar çıkarıp panel katılımcılarına fiilen saldıran bir gelenekten gelmektedirler. Gazeteciliğin bağımsız olması konumu işte tamda böylesi bir durumda kendisini göstermektedir. Farklı düşündüğünüz gündemler için o toplantıları hedef alan bazı uygulamalar içersinde olursanız bağımsız karakterinize gölge düşürürsünüz. Çünkü bu tür uygulamalar ancak kendilerini teslim etmiş kendisi adına değil yönlendirilen kesimlerce yerine getirilen uygulamalardır.
 
Olayın bir başka yanı daha vardır. Eski ABD Başkanı Bush’a Bağdat’da ayakkabı atan gazeteci olayını yaşadık. Evet, biz çevre mücadelesi verenlere karşı bu netlik ile mücadele edeceğiz diyen bir gazetecilik anlayışına sahibiz diyorsanız yolunuz açık olsun demekten başka diyecek bir şey yoktur.
 
Şiddet ile kınıyorum.
Önceki gün TKP’nin “savaşa hayır” kampanyası için açmış olduğu imza masalarına saldıran kesimleri şiddet ile kınıyorum.
 
Aynı zamanda bir kez daha gördük ki ‘savaşa hayır’ seslerini susturmak isteyenlerin başvurdukları yöntem yine şiddet olmaktadır. Suriyede ‘de savaştan yana olanlar da , buna karşı duranlara saldıranlar da aynı şiddet damarından beslenmektedirler.
 
Bu faşist saldırı kabul edilemez. Bu saldırıyı yapanlar derhal tespit edilmeli haklarında gerekli işlemler yapılmalıdır.
 
Saldırıda yaralanan genç kardeşlerime de geçmiş olsun dileklerimi iletirim.

Kazdağları hassasiyeti tüm ülkeye yayılıyor...

Kazdağları’nda yaşanan çevre felaketlerini incelemek üzere Türk Tabipleri Birliği(TTB), Türkiye Barolar Birliği (TBB) ve Türk Mühendis ve Mimarları Odaları Birliği’nden (TMMOB) gelen heyet düzenlediği basın toplantısında AKP iktidarını bir kez daha uyardı. Yöre halkının haklı sesine kulak verilmesi gerektiği bildirilen toplantıda bölgedeki tüm arama ve işletme faaliyetlerinin durdurularak ruhsatların iptal edilmesi istendi.
 
Altın üretim hedefleri ile Kazdağları’nda çalışmalarını sürdüren madenci firmalar nedeniyle Kazdağlarında yaşanabilecek çevre felaketlerine bağlı olarak Çanakkale tüm ülkenin gündemine oturdu. Basın toplantısında inceleme gezisi ile ilgili hazırlanan basın bildirisi kamuoyu ile paylaşan Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Başkanı Ahmet Özdemir Aktan, Kazdağları’nda çevre felaketlerine neden olan altın arama çalışmaları nedeniyle siyasi iktidarı bir kez daha uyardı.
 
“Ruhsatları iptal edin”
Aktan; “İlk ağaç kesilmeden, ilk kazma vurulmadan, ölüm çukurları açılmadan, toprağımız ve havamız bozulmadan, sularımız zehirlenmeden ve bölgemiz susuz kalmadan önce bir kez daha düşünün. Bölge hakkında yerel örgütlerimizin ve uzman meslektaşlarımızın hazırladığı onlarca raporu algılamaya çalışın. Yöre halkının haklı sesini duyun. Bölgedeki tüm arama, işletme faaliyetlerini durdurun, ruhsatları iptal edin” dedi.
 
Öte yandan yapmış olduğu yayınlar ile altın üreticilerine destek verdiği iddiaları ile yaşam savunucularının tepki verdiği bir yerel gazetenin toplantıyı sabote etme girişimi de katılımcıların tepkisine yol açtı. Söz konusu gazetenin son olarak geliştirmiş olduğu tavrı provokasyon olarak değerlendiren katılımcılar, alkışlarıyla gazeteyi protesto etti.
 
 
 
 
Altın üretim hedefleri ile Kazdağları’nda çalışmalarını sürdüren madenci firmalar nedeniyle Kazdağlarında yaşanabilecek çevre felaketlerine bağlı olarak Çanakkale tüm ülkenin gündemine oturdu. Altın arama çalışmalarının çevreye verdiği olumsuz etkileri araştırmak ve kamuoyunun dikkatini bu bölgeye çekmek amacıyla üç önemli meslek kuruluşu yöneticileri, haftasonu Çanakkale’ye gelerek hem Kazdağları’nı hem de altın arama çalışmalarını yerinde inceledi. İnceleme gezisi öncesinde Truva Otel’de düzenlenen toplantıya CHP Çanakkale Milletvekilleri Ali Sarıbaş ile Serdar Soydan, Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı, TBB Çevre Komisyonu Başkanı Av. Ahmet Gürel, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özdemir Aktan, TBB Genel Sekreteri Av. Cengiz Tuğral, TTB Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan, Baro Başkanı Bülent Şarlan, Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant, Çanakkale Tabip Odası Başkanı Naci Hasanefendi, CHP İl Başkanı Hamza Karagöz, Eğitim-Sen Çanakkale Şube Başkanı Telat Koç, hekimler, profesörler, dernek temsilcileri, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.
 
Aktan’dan AKP’ye uyarı
“Bölgedeki tüm arama, işletme faaliyetlerini durdurun, ruhsatları iptal edin”
Basın toplantısında inceleme gezisi ile ilgili hazırlanan basın bildirisi kamuoyu ile paylaşıldı. Toplantıda konuşan Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Başkanı Ahmet Özdemir Aktan, Kazdağları’nda çevre felaketlerine neden olan altın arama çalışmaları nedeniyle siyasi iktidarı bir kez daha uyardı. Siyasi iktidara seslenen Aktan, ilk ağaç kesilmeden AKP hükümetinin bir kez daha düşünmesi gerektiğini ve yöre halkının haklı sesine kulak vererek, tüm arama ve işletme faaliyetlerini durdurup ruhsatları iptal etmesi gerektiğini söyledi.
 
“Kazdağları için buradayız”
Türk Tabipler Birliği, Türk Mühendisleri ve Mimar Odaları Birliği ve Barolar Birliği olarak Kazdağları’nda devam eden altın arama çalışmalarını yerinde incelemek üzere Çanakkale’de bulunduklarını belirten Aktan; “Bizler Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ( TMMOB), Türkiye Barolar Birliği(TBB) Yönetim Kurulu temsilcileri ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyeleri olarak. Çanakkale ili ve Kazdağları yöresinin binlerce yıllık tarihi, doğal ve yaşam kokan güzelliklerini yine binlerce yıl sonra, bu bölgede yaşayacak olan yurttaşlara taşıyabilmek amacıyla yürütülen mücadeleye destek vermek için buradayız. Bizler yaşamı savunmak, yaşama hakkımıza sahip çıkmak üzere Kazdağları’ndayız, Çanakkale'deyiz. Yöre halkının sesini büyütmek için buradayız. Çanakkale ilinin ve Kazdağları bölgesinin eşsiz coğrafyası ve zenginliklerinin, bizden sonraki nesillere bozulmadan aktarılabilmesi, yüreği olan herkesin görev sayacağı bir durumdur. Mesleki duyarlılığımız ve insani yönümüz, dünyada ender olarak bulunan bu bölgenin korunması ve yaşatılması için bize görev yüklemektedir” dedi.
 
“Gelişmeleri endişe ile yakından takip ediyoruz”
Yaklaşık 10 yıldır bölgede sürdürülen maden arama faaliyetlerini hem bireyler olarak hem de meslek örgütleri olarak endişe ile yakından takip ettiklerini ifade eden Aktan; “Ancak, bugün Çanakkale'de gelinen nokta, ülkemiz ve gelecek nesiller adına bizi daha da büyük bir endişe içine sevk etmektedir. Arama faaliyetlerinin sona ermek üzere olması, bu arada bölgede binlerce sondajın yapılmış olması, hatta sondajlar sonunda pırıl pırıl suları olan bazı köylerin artık damacana suyu içer hale gelmesi ve daha ilk sondajlarda bu durumun yaşanması bu bölgede yer altı su rezervinin karşı karşıya olduğu tehlikeyi gözler önüne sermektedir. Ayrıca, madencilik şirketlerinin, ruhsat sahalarının genişliği, şirketlerin kapasite artırımı istekleri, arama faaliyetlerin bu seviyede kalmayacağını göstermektedir. Çanakkale ili sınırları içinde, 6 maden işletmesi için ÇED süreçleri tamamlanmıştır. Bunlardan birisinin kapalı, diğerlerinin açık maden işletmesi olması planlanmaktadır. Bunlardan ikisi için ise, kapasite artırımı ve zenginleştirme tesisi başvurusu yapılmıştır” diye konuştu.
 
“Kazdağı yaşam kaynağıdır”
Konuşmasının devamında Kazdağları’nın önemine dikkat çeken Aktan; “Çanakkale ili, Kazdağı yöresi, Biga Yarımadası, Güney Marmara bölgesi tarihi, mitolojik, sosyal, kültürel, jeolojik, ekolojik birçok zenginlik, çeşitlilik ve değişkenlikleri barındıran nadir bölgelerimizden birisidir. Bölge bereketli topraklan, sulak alanları, yer üstü ve yer altı zenginlikleri, uygun iklim koşullarından dolayı binlerce yıl boyunca insanlığın yerleşim alanı olarak kullanılmıştır. Kazdağı, doğal ve kültürel kaynak değerleri açısından oldukça zengin bir potansiyele sahiptir. Bu değerler Kazdağı kütlesinin tümüne dağılmış durumdadır. Kazdağı, yerüstü ve yeraltı su rezervleriyle, sıcak ve soğuk su kaynaklarıyla, Biga Yarımadası'nın hayat kaynağıdır. Kazdağı, doğal bitki örtüsü olan ormanları, endemik türleri, gen kaynakları ve koruma alanları ile bölgenin yaşam kaynağıdır. Dünyamızın en önemli ekosistemlerinden birisidir. Kazdağı. tarihsel, kültürel, ekolojik ve toplumsal mirasımızdır. Tarım, bölgedeki temel ekonomik etkinliktir. Karasal habitatların başında ormanlar gelmektedir. Çanakkale ilinin il yüz ölçümünün yarısından fazlası ormanlarla kaplıdır. Tarihi, doğası, temiz havası ve suyu ile anılan bu bölge altın madenciliği girişimleri durdurulmaz ise sadece madencilikle anılır olacaktır. Tıpkı Bergama. Balya, Kışladağı gibi kirlilikle anılır olacaktır. Tıpkı Dilovası gibi, tıpkı Ergene havzası gibi anılacaktır” şeklinde konuştu.
 
“Çanakkale ve köyleri susuz kalacak”
Kazdağı ve yöresinde madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak uluslararası altın şirketlerinin ve yerli ortaklarının yürütmekte olduğu çalışmaların tehlikeli bir noktaya ulaştığını vurgulayan Aktan; altın arama çalışmaları nedeniyle Çanakkale ve köylerinin susuz kalacağını veya su kaynaklarının ağır metal zengini asidik sulara dönüşeceğini kaydederek şu şekilde konuştu: “Kazdağı ve yöresinde, Biga Yarımadası'nda yaklaşık iki milyon insanın içme suyunu sağlayan kaynakları, sulama göletleri, Karamenderes ve Kocabaş çayının suladığı topraklar üzerinden tüm tarımsal ürünleri olumsuz etkileyecek olan, madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak uluslararası altın şirketlerinin ve yerli ortaklarının yürütmekte olduğu çalışmalar bugün tehlikeli bir noktaya ulaşmıştır. Şimdilik planlanan 6 (altı) adet metalik maden işletmesinin her birinde milyonlarca tonluk toprak ve kaya çıkarılacak, bunlar öğütülecek ve siyanürle işlenerek altına dönüştürülecektir. Bu işlem sırasında yine milyarlarca metreküp su kullanılacaktır. Devasa çukurlar açılacak, yüzlerce metre yükseklikte pasa ve liç yığınları bırakılacak, çevreye kaya tozu. silis tozu. ağır metalli tozlar yayılacak, önlem de alınsa bu yığınlardan doğaya asitli sular yayılacaktır. Kirletilen yer altı suları ile birlikte, bölgenin suyu tüketilecek hatta başka havzalarda yapılacak barajlarla bölgeye su taşınacaktır. Milyar tona yaklaşan kaya kazılacak ve coğrafya değiştirilecektir. Ormanlık alanlar ve bölgenin kendini besleyebilen tarım sistemi yok edilecektir. Çanakkale ve köyleri susuz kalacak ya da su kaynakları ağır metal zengini asidik sulara dönüşecektir. Tarım ve ormancılığın çökmesi ile yöre insanı bölgeyi terk etmek zorunda kalacaktır. Su ve toprak kirliliği, bu bölgeden beslenmek zorunda olan insanların kanser ya da başka kronik hastalıklara yakalanmasına neden olabilecektir. Bütün bu manzara, belki de bugünden öngörebildiğimiz sorunların sadece bir bölümüdür.”
 
“Emek ve doğa toplumun maddi zenginliğini oluşturur”
“Kapitalizm, emek gücünü iş gücü, doğayı da hammadde ve kaynak olarak ele alarak sermaye birikimini ve büyümesini gerçekleştirir” diyen Aktan; “Kapitalizmin varoluşu ve kendini sürdürebilmesi; insanımızın piyasa koşullarında sefalete mahkûm edilmesiyle, çalışanların işsiz kalma korkusu altında her defasında daha düşük ücretle ve daha kötü yaşam koşullarını kabul ederek çalışmalarıyla, doğayı hammadde deposu ve kaynak olarak daha ucuza mal etme arayışı ile mümkündür. Sömürerek büyümeye devam eden sermaye doğanın kendi varlık koşullarını yenileyebilme olanaklarını ortadan kaldıracak şekilde tüketerek, insanoğlunun varlık koşullarını da zorlamaktadır. Yaşanan değişimler küreselleşen kapitalist dünyanın doğayla ilişkilerine de yansımıştır. Onlara göre, ormanlar, balık alanları, meralar, yeraltı ve yerüstü sularının ortak kullanılan kaynaklar olmaları ve mülkiyet haklarının iyi tanımlanmamış olması nedeniyle piyasa düzgün çalışmamaktadır. Onlara göre doğal kaynakların korunması ve piyasanın düzgün çalışması için bu kaynakların ya özelleştirilmesi ya da bedelini ödeyerek kullanmaya razı olan insanların kullanımına açılması gerekmektedir. Bu görüşler doğrultusunda çevre alınır satılır bir meta olarak uluslararası ticaretin konusu haline getirilmiştir. Uluslararası sermayenin, geldiği ülkede üretimden pazarlamaya kadar mülkiyet edinme de dâhil olmak üzere hiçbir sınırlama ve denetimle karşılaşmaması için kuramsal ve kurumsal düzenlemeler tüm dünyada olduğu gibi pervasız bir şekilde ülkemizde de yapılmıştır, yapılmaya devam etmektedir. Bu düzenlemelerde çevre de ticaretin konusu haline getirilmiştir. Eğitim ve sağlık alanında olduğu gibi doğal kaynaklar ve çevreyle ilgili hizmetler de serbest piyasada alınır satılır mallar haline getirilmiştir. Oysa; 1948'de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 25. maddesi; "yaşam hakkı" çerçevesinde 'Sağlık Hakkı'na yer vermiştir. "Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin 12. maddesi de sağlık hakkını tanımlarken, çevre sağlığını ve sanayi temizliğini her yönüyle ileriye götürme ve salgın hastalıkların, yöresel hastalıkların, mesleki hastalıkların ve diğer hastalıkların önlenmesinden bahsetmektedir. Anayasamız, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğunu belirtirken, çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesinin önlenmesini hem devlete hem de vatandaşa yerine getirilmesi zorunlu olan bir görev olarak vermektedir. Bu nedenle doğa ve insan yaşamı üzerinde olumsuz yönde risk oluşturabilecek bir faaliyete ekonomik değeri düşünülerek izin verilmesi Anayasamızın çevrenin korunması ile ilgili hükümlerine aykırıdır” şeklinde konuştu.
 
“Altıncılara karşı direnişi sonuna kadar destekliyoruz”
“Bölgedeki tüm arama, işletme faaliyetlerini durdurun, ruhsatları iptal edin” diyerek AKP hükümetini uyaran Aktan; “Ülkemizde altın madenciliği konusunda yaşanan Bergama tecrübesi birçok gerçeği gözler önüne sermiştir. Ancak on yıl önce yargı kararlarına rağmen Bergama'da sürdürülen yanlış bugün Çanakkale ili ve Kazdağlarında da inatla devam etmektedir. Türk Tabipleri Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ve Türkiye Barolar Birliği olarak bizler siyasal iktidarı ve yetkilileri bir kez daha uyarıyoruz. Siyasal iktidara ve ilgililere sesleniyoruz: Gelin ilk ağaç kesilmeden, ilk kazma vurulmadan, ölüm çukurları açılmadan, toprağımız ve havamız bozulmadan, sularımız zehirlenmeden ve bölgemiz susuz kalmadan önce bir kez daha düşünün. Bölge hakkında yerel örgütlerimizin ve uzman meslektaşlarımızın hazırladığı onlarca raporu algılamaya çalışın. Yöre halkının haklı sesini duyun. Bölgedeki tüm arama, işletme faaliyetlerini durdurun, ruhsatları iptal edin. Meslek örgütleri olarak bizler, bu bölgede yürütülen direnişi saygıyla selamlıyor ve sonuna kadar destekliyoruz. Ve şunu söylüyoruz ki; ne vaat ederlerse etsinler bu güzellikleri görmeyerek yağmalayanları, buna izin verenler ya da görmezden gelenleri, bugün bizler, yarın gelecek kuşaklar asla hoş görmeyeceklerdir” dedi.
 
Yerel gazetenin tavrı tepki topladı
Basın bildirisinin ardından soru cevap kısmına geçildi. Çanakkale kamuoyunda geçtiğimiz günlerde altıncıların destekçisi olarak deşifre edilen bir yerel gazete, Pazar günkü manşetinden ‘İnsaf Biraz’ başlığı ile verdiği haberde yer alan bazı sorularla toplantıyı sabote etmeye çalışması katılımcılardan tepki gördü. İlgili gazetede çalışan muhabirin gazetede yer alan haberdeki soruları okuması, hem toplantıya katılanların hem de gazetecilerin tepkisine neden oldu. Toplantıya katılan heyette yer alan isimler, gazetenin geliştirmiş olduğu bu tavrını provokasyon olarak değerlendirirken, bazı katılımcılar da bu tür soruların sorulma nedeninin toplantıyı sabote etme amacı taşıdığını dile getirdiler. Ayrıca toplantıda söz alan bazı gazeteciler de soruların gazetecilik açısından utanç verici olarak nitelendirdi.
 
Soğancı; “Namuslu gazeteciler asla bu soruları gazeteci kimliğiyle sormaz”
İlgili gazetenin tavrına yönelik açıklamalarda bulunan TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı; “Bu gazeteden sorulan sorular, deyim yerinde ise toplantıyı sabote etmeye yönelik sorulmuş sorulardır. Türkiye’nin namuslu gazetecilerinin asla bu soruları bir gazeteci kimliğiyle sormayacağını da çok iyi biliyorum. Bu soruları, soran arkadaşa iade ediyorum” dedi.
 
Tuğral; “Barolar Birliliği’nin avukatlara dava almayın diyebilme yetkisi yoktur”
Avukatların altıncı şirketlerin davalarını almak istemediği yönündeki soruya yanıt veren Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreteri Cengiz Tuğral şu şekilde konuştu: “Avukatların çevre ile ilgili olarak avukatların madencilerin avukatlıklarını üstlenmemesi konusunda hiçbir yasal hukuk kurumunun baroların ve barolar birliliğinin avukatlara dava almayın diyebilme yetkisi ve hakkı yoktur. Ancak hem yasaların, hem anayasanın, hem uluslar arası sözleşmelerin barolar birliğine ve barolara tanıdığı görev ve sorumluluklar içerisinde çok büyük bir yer teşkil eden insan hakları ve insan haklarının temelini teşkil eden insanın yaşam hakkı ve onu tehdit eden çevre kirliliğine sebebiyet verecek olanlar çevre dokusuna zarar verecek olan olaylar haksızlığa mahkum olan olaylardandır. Bu çerçevede de hem barolar birliği hem barolar kendi mensuplarına madencilerin bu çeşit taleplerine yönelik davaları çevreye zarar verecek fillerinden kaynaklanan olaylara karşı davalarda vekalet almama konusunda tavsiye talebinde bulunabilirler. Buda en doğal haklarıdır. Kurumların yada baroların kendi başına vereceği bir görev değildir. Her insanın sorumluluk duyması gereken gelecek nesillere sağlıklı miras bırakmak görevleri içindedir.”
 
Nalbant; “Gazetenin bu tavrına şaşırmadık”
Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant, söz konusu gazetenin toplantıdaki tavrına şaşırmadıklarını söyledi. Gazetenin daha öncede bu tür girişimlerde bulunduğunu anımsatan Nalbant; “Alamos goldun sesi gazetesi pardon “Kale’nin sesi” gazetesi bu tür davranışlarını hep yapıyor. Geçtiğimiz günlerde Kızılelma Köyü’nde de yaptı. Orada da siyanür reklamı yaptı. Tüm bilimsel gerçeklere rağmen bunu yapıyor. Tabip Odası’nın siyanür konusunda yaptığı açıklamayı yayınlamayan bu gazete olayı çarpıtarak siyanür reklamı yapıyor. Bunu ne karşılığında yaptığını biz biliyoruz. İlgili gazetenin buradaki tavrından dolayı şaşırmadık. Tüm Çanakkale kamuoyu artık bunu bilecek” diye konuştu. Öte yandan toplantıda söz alan bazı katılımcılarda, provakatif sorularla ortamı germenin doğru olmadığını ve soru sormadan önce etik davranılması gerektiğini altını çizerken, bazı gazeteciler de söz konusu gazetenin sorduğu soruların gazetecilik etiği açısından utanç verici olduğunu dile getirdiler.
 
Soydan; “Bu mücadele yaşam mücadelesidir”
Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Serdar Soydan ise Kazdağları için verilen mücadeleyi yaşam mücadelesi olarak nitelendirdi. Toplantıda sorular sorması için gazetenin görevlendirdiği muhabire tepki gösteren Soydan; “O gazeteci arkadaşımıza şunu sormak isterdim ama kaç lira aldınız diye soru sormuyorum. Ama arkadaşımız Manisa’ya keşke gelebilseydi. Gazeteci şunu unutmasın ,zehirlenen havayı oda soluyacak, kirletilen suları oda kullanacak.Milyonlarca ton toprağın kazılması ile bozulacak eko sistemin zararlarından oda nasiplenecek ” dedi. Soydan sözlerini şu şekilde sürdürdü: “10 yılını dolduran bir AKP hükümeti var. Ne olduysa zaten bu hükümette oldu. AKP hükümeti döneminde 2 büyük tehlike ile karşı karşıya kaldık. Birincisi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu laik Türkiye Cumhuriyeti tehlike altındadır. İkincisi insan yaşamı tehlike altındadır. Bizler sizlerin mücadelesini Ankara’da mecliste sürdürüyoruz. Biz çevre komisyonu olarak gezmeye devam ediyoruz. Kamuoyunu bu konuda bilgilendiriyoruz. Biz Eylül ayında Manisa’ya giderek cehennem çukurlarını gördük. Kazdağları ne kadar önemliyse her yeri önemli. Bakana Kazdağlarını öldürüp dünyanın sonunu getiriyorsunuz dedim. Manisa’da Kazdağlarının geleceğini gördük. 100 metre çukur var. Ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Kazdağı en büyük iki dağdan biri diye bağırıyoruz. Bu siyasi bir mesele değil insanlık meselesidir. Bu meseleye herkes sahip çıkmalıdır.”
 
Sarıbaş’tan AKP’ye tepki
Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Ali Sarıbaş da toplantıda söz alarak AKP hükümetine tepki gösterdi. Sarıbaş; “Çevreyle ilgili son büyükşehir yasası dahil madenlere ruhsat verilmesi yerel yönetimlere bırakıldı. STK’ların kanun hükmünde kararnameler ile içini boşaltılarak çevre kanunlarının buraya gelişi ile birlikte hepsinin vardığı noktada Başkanlık sistemine doğru gidiyorlar ve buda tek adamlıktır. Madencileri kollayan bir zeytin yasası değişikliği var. Altın çıkarırken çok su kullanılacak. Bu suyu önce elde etmeleri lazım. Bardakçılar kaplıca suları bu şirkete satılıyor. Arkadan bu şirket yabancı şirkete devir ediliyor. Yerel yönetimlere de sesinizi çıkarmayın deniliyor. Bu bile iktidarın halkın çıkarlarını değil madencilerin çıkarlarını savunduğunun göstergesidir” dedi.
 
ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kenan Kaynaş, Eğitim-Sen Çanakkale Şube Başkanı Telat Koç da toplantıda bir konuşma yaparak altın arama çalışmalarının doğaya vereceği zararları gündeme getirdi. Soru cevap kısmının sona ermesiyle birlikte Türk Tabipleri Birliği(TTB), Türkiye Barolar Birliği(TBB) ve Türk Mühendis ve Mimarları Odaları Birliği’nden gelen heyet, yapacağı incelemeler için Kazdağları’na hareket etti.

Sinop Cezaevi’ndeki Einstein


  •  http://www.evrensel.net/news.php?id=41254
  • Özer Akdemir
  • 1999 yılında Kültür Bakanlığı’na devredildikten sonra açık hava müzesi yapılan tarihi Sinop Cezaevi’nin kalın duvarlı koğuşlarından birçoğunun girişinde ve yemekhanelerde Albert Einstein’in şu sözleri yazılı: “Hatasız insan yoktur. İnsanlık hatasını kabul ve tamir etmekle ölçülür. Bu dünyada beni birkaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı.” Ünlü fizikçi, buluşlarının yüz binlerce kişiyi öldüren bir bomba, ya da sözlerinin binlerce insanı özgürlüğünden eden tarihi bir hapishaneye duvar yazısı olacağını bilse ne düşünürdü acaba? Bu sorunun yanıtını da Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları sonrası kendisi vermişti zaten: “Böyle olacağını bilseydim, bir ayakkabı tamircisi olurdum”
    İNCEBURUN’A NÜKLEER SANTRAL
    Birim kütleden elde edilen enerjinin inanılmaz boyutlarda olacağını ortaya koyan E= mc² formülünün sahibi A. Einstein’ın buluşu, atom bombasının yanı sıra nükleer enerji elde etmek için de kullanılıyor. Yapımı için Rusya ile anlaşılan Mersin Akkuyu’daki nükleer santral projesinin ardından, yıllardır tartışmaları süren ikinci nükleer santral, işte hapishanesinde Einstein’in sözlerinin duvar yazısı yapıldığı Sinop’a kurulacak.
    Kendi ülkesi Güney Kore’de güvenlik testinden geçemediği için iki santrali kapatılan Kepco firmasının da aralarında bulunduğu üç ülke ile Sinop’a kurulacak nükleer santral görüşmeleri devam ediyor. Ülkenin en kuzey ucu olan İnceburun’a yapılması planlanan nükleer santralin tam olarak nereye yapılacağı ise henüz belli değil.

    TABİAT PARKI SANTRAL ALANI İÇİNDE
    Orman Yüksek Mühendisi Hasan Fehmi Bayar, yıllarca emek verdikleri Hamsilos Tabiat Parkı’nın Sinop’a yapılacak olan nükleer santral alanı içinde kaldığını ve bunun yörenin idam fermanı olacağını söylüyor.
    Bölgenin ağaçlandırılması için 30 yıldır çaba gösterdiklerini aktaran Bayar, nükleer santralin bu bölgeye yapılması durumunda binlerce ağacın da kesileceğini dile getiriyor.

    İKİ ŞEY SONSUZDUR...
    Binlerce  yıllık tarihinden gelen eski yapıları ve doğal güzelliği ile turizmden daha çok pay almayı hedefleyen Sinop’ta nükleer santralin adı bile var olan korkuyu körüklemiş. Çernobil nükleer kazasının ardından Karadeniz kıyısındaki kentlerde patlayan kanserden ölümlerin yarattığı tedirginlik, yanı başlarına nükleer santral kurulması planlarının iyice ete kemiğe bürünmesi ile katlanmış.
    Sinoplular, İnceburun Yarımadası’nda bir nükleer santral bacası görmek istemediklerini dile getiriyor. Çernobil faciasının sağlığa etkilerini en çok yaşayan kentlerden birisinde nükleer santral yapma sevdasını yine nükleer fiziğin en büyük ismi A. Einstein’in sözleriyle değerlendirelim; “İki şey sonsuzdur; İnsanoğlunun aptallığı ve evren. Fakat ikincisinden emin değilim”!.. (Sinop/EVRENSEL)
     

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...