Özer Akdemir
“Bedrettin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu,
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla...”
N. Hikmet (Şeyh Bedrettin Destanı)
Kazdağı’nın eteklerinde, Çanakkale Çan ilçesine bağlı Halilağa köyünde
karşılaştık Bedrettin’le. 14 yaşındaki Bedrettin, “kendini bildi bileli”
çobanlık yapmış Kazdağı’nda. Babası da çoban Bedrettin’in, annesi
“yemek pişiriyor”. Bir abisi var, Çan’da bir şirkette operatör. “Ben de
operatör olacağım ileride” diyor, ne iş yapmak istediğini sorduğumuzda.
Köyünde okul olmadığı için her gün komşu Etili köyüne gidiyor. Okulla
arası da pek iyi değil.
Bedrettin bizi Kazdağı’nın Çan Ovası’na bakan yüzündeki, Bakırlık Tepesi denilen yerde bulunan altın madencisi Tech Cominco şirketinin sondaj kuyularına götürüyor. Yolda çok az konuşuyor, ama her sözcüğü yaşamın imbiğinden süzülüp gelmiş birinin sözcüğü. Bir “bilge çocuk” Bedrettin. Bayramiç Belediyesi’nin bizlere tahsis ettiği dört çekerli cipe sıkış tepiş binmiş, ormanın içindeki toprak yolda ilerlerken, Bedrettin kendisine yönelen ilgimizden biraz rahatsız da olsa aynı dinginlikle konuşuyor bizle.
Bedrettin’in öyküleri
Bedrettin bize 100 tane keçiye nasıl baktıklarını anlatıyor. Bu kadar keçiyi sarp olduğu kadar, sık ormanlarla kaplı bu dağlarda nasıl güttüğünden, onlara nerelerde su verdiğinden, kayıp olanları nasıl bulduğundan bahsediyor. Sonra babasının yaralı ayı ile karşılaşmasını, ayının babasına nasıl saldırıp hırpaladığını, babasının mucize kurtuluşunu öykülüyor. Madende çalışan, bazıları yabancı mühendislerle konuşmalarını; onların kendine tuhaf gelen davranışlarının ne anlama geldiğini öğrenmeye çalışıyor:
- Şu yolun kenarından taa aşağılara kadar çukur açtılar. Gidip baktım ellerindeki kağıtlara, İngilizce bir şeyler yazıyorlar. Neden İngilizce yazdıklarını sordum. Bir şeyler söylediler, anlamadım. Kazdıkları yerlere ucu kırmızı boyalı küçük işaret direkleri dikiyorlar. Bana da sık sıkı tembih ediyorlar; ‘Sakın direklerin yerini değiştirme, uydudan izleniyor direkler, yakalanırsın’ diye. Gerçekten izliyorlar mı uydudan?”
Ormanın içindeki bozuk dağ yollarından, yaklaşık 1 saat süren yolcuğun ardından sondaj alanına varıyoruz. Alana yaklaşırken Bedrettin’in sözünü ettiği gibi birçok yerde açılmış sondaj kuyuları, işaret levhaları ve numaralandırılmış ağaçlar görüyoruz. Sondaj yapılan alanda ise Kanadalı Tech Cominco şirketi adına çalışan çoğu Halilağa köyünden işçilerle karşılaşıyoruz. Çekimlerimizden tedirgin olan işçiler konuşmak istemiyorlar. Bedrettin bizim çekimlerimiz boyunca işçilere görünmüyor. Köylülerinin bizi oraya getirdiği için kendisine kızmalarından çekiniyor. Hatta fotoğraflarının çekilmesini bile istemiyor.
Şarap Anaları
Dönüş yolunda Bedrettin bize halk arasında “Şarap Anaları” olarak bilinen bir yerden bahsediyor. Taştan oyulmuş, mezar çukurunu andıran ama ucunda oluğu olan taşları anlatıyor. Yolumuz üzerinde olduğunu, istersek gösterebileceğini söylüyor. Arabamızı yolda bırakıp önde Bedrettin, ormanın içinden dağın zirvesine tırmanıyoruz. Yaklaşık 15 dakikalık dik bir tırmanıştan sonra Bedrettin’in “Künk” dediği kayaların üzerine çıkıp zirveden ovalara bakıyoruz. Bir yanda Çan Ovası uzanırken, diğer yanda Bayramiç, Ayazma tarafları görünüyor. Halı gibi sık ormanlarla kaplı dağlar, ovada tarlalarla buluşuyor. Bayramiç tarafında ise ormanlar dağın eteklerinde meyveliklere karışıyor. Bedrettin, kayaların üzerinde bize görünen her yerin adını, öyküsünü anlatırken bu sefer fotoğraf çekme ısrarlarımıza karşı koymuyor. “Bu ormanlar yok olacaksa neden izin veriyorlar bunlara” diye soruyor bize. Verdiğimiz yanıtı sessiz bir el sallayışla karşılıyor ve bizi ‘Künk’ ün hemen ilerisindeki “Şarap Anaları” dediği yere götürüyor. Ne zaman, kimlerin yaptığı belli olmayan bu 60 cm eninde, yaklaşık 1.5 metre boyundaki dikdörtgen biçimli oyuk taşlar, Anadolu’da üzümün ezilerek şiresinin alındığı “şirehane” denilen yapılara benziyor. Tıpkı şirehanelerde olduğu gibi bu yapıların bir ucunda da küçük bir oluk var. Bu yapıların neden dağın zirvesinde yapıldığı sorusuna yanıt bulmaya çalışıyoruz. Tahminimiz, yakınlarda Kazdağı’nda onlarca olduğu bilinen bir antik kentin bulunduğu, burada da şarap yapıldığı yönünde.
Endişe
Altın madencilerinin istilasına uğramış, yüzlerce yeri sondajlarla delik deşik edilmiş Kazdağı’nda, keçi çobanı Bedrettin, bizleri götürdüğü zirvedeki kayalardan aşağılara bakıyor. Çan Ovası’nda kendi köyünü buluyor gözleri, sonra Bayramiç’e dönüp dağın öte yüzündekinden daha sık olan ormanları ve mavi dumana kesmiş tepeleri izliyor. Bizlerden dağların geleceğini öğrenmeye, madencilerin dağlarına neler yapabileceğini anlamaya çalışıyor. Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı şiirindeki mısralar, Kazdağı’nda keçi çobanı Bedrettin’in altın madencilerinden bahsederken ormanların üzerinde gezdirdiği endişeli bakışlarda bir kez daha ete kemiğe bürünüyor...
“Bedrettin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu,
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla...”
(İzmir/EVRENSEL) 30.06.2008
http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=33399
Bedrettin bizi Kazdağı’nın Çan Ovası’na bakan yüzündeki, Bakırlık Tepesi denilen yerde bulunan altın madencisi Tech Cominco şirketinin sondaj kuyularına götürüyor. Yolda çok az konuşuyor, ama her sözcüğü yaşamın imbiğinden süzülüp gelmiş birinin sözcüğü. Bir “bilge çocuk” Bedrettin. Bayramiç Belediyesi’nin bizlere tahsis ettiği dört çekerli cipe sıkış tepiş binmiş, ormanın içindeki toprak yolda ilerlerken, Bedrettin kendisine yönelen ilgimizden biraz rahatsız da olsa aynı dinginlikle konuşuyor bizle.
Bedrettin’in öyküleri
Bedrettin bize 100 tane keçiye nasıl baktıklarını anlatıyor. Bu kadar keçiyi sarp olduğu kadar, sık ormanlarla kaplı bu dağlarda nasıl güttüğünden, onlara nerelerde su verdiğinden, kayıp olanları nasıl bulduğundan bahsediyor. Sonra babasının yaralı ayı ile karşılaşmasını, ayının babasına nasıl saldırıp hırpaladığını, babasının mucize kurtuluşunu öykülüyor. Madende çalışan, bazıları yabancı mühendislerle konuşmalarını; onların kendine tuhaf gelen davranışlarının ne anlama geldiğini öğrenmeye çalışıyor:
- Şu yolun kenarından taa aşağılara kadar çukur açtılar. Gidip baktım ellerindeki kağıtlara, İngilizce bir şeyler yazıyorlar. Neden İngilizce yazdıklarını sordum. Bir şeyler söylediler, anlamadım. Kazdıkları yerlere ucu kırmızı boyalı küçük işaret direkleri dikiyorlar. Bana da sık sıkı tembih ediyorlar; ‘Sakın direklerin yerini değiştirme, uydudan izleniyor direkler, yakalanırsın’ diye. Gerçekten izliyorlar mı uydudan?”
Ormanın içindeki bozuk dağ yollarından, yaklaşık 1 saat süren yolcuğun ardından sondaj alanına varıyoruz. Alana yaklaşırken Bedrettin’in sözünü ettiği gibi birçok yerde açılmış sondaj kuyuları, işaret levhaları ve numaralandırılmış ağaçlar görüyoruz. Sondaj yapılan alanda ise Kanadalı Tech Cominco şirketi adına çalışan çoğu Halilağa köyünden işçilerle karşılaşıyoruz. Çekimlerimizden tedirgin olan işçiler konuşmak istemiyorlar. Bedrettin bizim çekimlerimiz boyunca işçilere görünmüyor. Köylülerinin bizi oraya getirdiği için kendisine kızmalarından çekiniyor. Hatta fotoğraflarının çekilmesini bile istemiyor.
Şarap Anaları
Dönüş yolunda Bedrettin bize halk arasında “Şarap Anaları” olarak bilinen bir yerden bahsediyor. Taştan oyulmuş, mezar çukurunu andıran ama ucunda oluğu olan taşları anlatıyor. Yolumuz üzerinde olduğunu, istersek gösterebileceğini söylüyor. Arabamızı yolda bırakıp önde Bedrettin, ormanın içinden dağın zirvesine tırmanıyoruz. Yaklaşık 15 dakikalık dik bir tırmanıştan sonra Bedrettin’in “Künk” dediği kayaların üzerine çıkıp zirveden ovalara bakıyoruz. Bir yanda Çan Ovası uzanırken, diğer yanda Bayramiç, Ayazma tarafları görünüyor. Halı gibi sık ormanlarla kaplı dağlar, ovada tarlalarla buluşuyor. Bayramiç tarafında ise ormanlar dağın eteklerinde meyveliklere karışıyor. Bedrettin, kayaların üzerinde bize görünen her yerin adını, öyküsünü anlatırken bu sefer fotoğraf çekme ısrarlarımıza karşı koymuyor. “Bu ormanlar yok olacaksa neden izin veriyorlar bunlara” diye soruyor bize. Verdiğimiz yanıtı sessiz bir el sallayışla karşılıyor ve bizi ‘Künk’ ün hemen ilerisindeki “Şarap Anaları” dediği yere götürüyor. Ne zaman, kimlerin yaptığı belli olmayan bu 60 cm eninde, yaklaşık 1.5 metre boyundaki dikdörtgen biçimli oyuk taşlar, Anadolu’da üzümün ezilerek şiresinin alındığı “şirehane” denilen yapılara benziyor. Tıpkı şirehanelerde olduğu gibi bu yapıların bir ucunda da küçük bir oluk var. Bu yapıların neden dağın zirvesinde yapıldığı sorusuna yanıt bulmaya çalışıyoruz. Tahminimiz, yakınlarda Kazdağı’nda onlarca olduğu bilinen bir antik kentin bulunduğu, burada da şarap yapıldığı yönünde.
Endişe
Altın madencilerinin istilasına uğramış, yüzlerce yeri sondajlarla delik deşik edilmiş Kazdağı’nda, keçi çobanı Bedrettin, bizleri götürdüğü zirvedeki kayalardan aşağılara bakıyor. Çan Ovası’nda kendi köyünü buluyor gözleri, sonra Bayramiç’e dönüp dağın öte yüzündekinden daha sık olan ormanları ve mavi dumana kesmiş tepeleri izliyor. Bizlerden dağların geleceğini öğrenmeye, madencilerin dağlarına neler yapabileceğini anlamaya çalışıyor. Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı şiirindeki mısralar, Kazdağı’nda keçi çobanı Bedrettin’in altın madencilerinden bahsederken ormanların üzerinde gezdirdiği endişeli bakışlarda bir kez daha ete kemiğe bürünüyor...
“Bedrettin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu,
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla...”
(İzmir/EVRENSEL) 30.06.2008
http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=33399
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder