12 Ekim 2002 Cumartesi

Ege Metal işçisi kararlı



Özer Akdemir/Nuri Aysever

İZMİR/BURSA - Beş aydır maaşlarını alamayan Bakırçay Havzasındaki demir çelik fabrikalarından Ege Metal fabrikası işçileri Türk-İş, DİSK ve KESK'i gezerek sorunlarını anlatıp destek istediler. Bugün Konak Sümerbank önünde eşleri ve çocuklarıyla kitlesel bir basın açıklaması gerçekleştirecek olan Ege Metal işçileri, vaatlere artık kanmayacaklarını belirttiler. Öte yandan gazetemizin sorularını yanıtlayan Ege Metal işçilerinin örgütlü olduğu Öz Çelik-İş Bursa Şube Başkanı Osman Gümüş "İşçilerin yüzüne bakamıyorum" demesine rağmen, aylardır maaş alamadıkları için artık dayanacak halleri kalmayıp eylemlere başlayan işçilerin bu eylemlerine destek vermeyeceğini söyledi. "Şu anda işçilerin yaptıkları eylemler sorunu daha da derinleştirir" iddiasında olan Gümüş, bu eylemlerin işverenle aralarının açılmasına neden olacağını ileri sürdü. Sorunlarını İzmir’deki işçi ve memur sendikalarına aktarıp destek istemek için sendikaları dolaşan bir grup Ege Metal işçisi Perşembe günü gittikleri Petrol-İş Aliağa Şubesi’nde şube başkanı İbrahim Doğangül ve şube yöneticileri ile görüşmüş, destek sözü almışlardı. İşçiler önceki gün de ilk önce Türk-İş 3. Bölge Temsilciliğini ziyaret ettiler. Seçim arifesi olduğu için hemen her gün birkaç politikacının uğradığı Türk-İş 3. Bölge temsilciliği Ege Metal işçilerinin geldiğinde de boş değildi.  YTP’li Hakan Tartan’ın ziyaretini bekleyen Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ve Genel Merkez yöneticilerinin yanı sıra Türk-İş’e bağlı sendikaların şube başkanlarının birçoğuyla karşılaşan Ege Metal işçileri, yaşadıkları sorunları aktararak, sendikacılardan eylemlerine destek vermelerini istediler. En başta işçilerin sendikalarını değiştirmek için Türk-İş’e geldiklerini sanan ve “Dere geçerken at değiştirilmez. Şu anki sendikanıza sahip çıkın” deme gereği duyan Türk-İş 3. Bölge Temsilcisi Mustafa Kundakçı,  işçilerin, “Bizim sendika değiştirmek gibi bir niyetimiz yok. Sizden sadece sesimizin kamuoyuna duyurulması için yardım istemeye geldik” demesi üzerine rahatladı. Kundakçı, işçilerin Pazar günü yapacakları eylemlerine katılım için sendika şubelerini bilgilendireceğini söyledi. Daha sonra DİSK Ege Bölgeyi ziyaret eden işçiler burada Genel-İş 5 No’lu Şube Başkanı Murat Hançer’le görüştüler. Hançer, Ege Metal işçilerinin eylemlerine katılımı sağlamak ve onları ellerinden geldiği kadar maddi olarak da desteklemek için şubesine bağlı işyerlerinde işyeri temsilcileri aracılığıyla çalışma yapacakları sözünü verdi. DİSK ziyareti ardından EMEP İl Örgütüne gelerek ziyaretleri değerlendiren işçiler buradan da ESM İzmir Şubesine giderek KESK Şubeler Platformu Yürütmesinde bulunan ESM Şube Başkanı Alim Murathan ve Eğitim-Sen 4 No’lu Şube Başkanı Sezai Turan ile görüştüler. İşçilerin eylemlerine şu aşamada kitlesel bir destekte bulunamayacaklarını söyleyen Murathan, 17 Ekim’de gerçekleştirecekleri iş bırakma eylemindeki basın açıklamasında kürsüyü Ege Metal işçilerine kullandırarak onların sorunlarını kamuoyuna aktarmasına yardımcı olabileceklerini dile getirdi. EMEP İzmir İl Örgütünde görüştüğümüz işçilerin kendi aralarında kurdukları Ege Metal işyeri komitesi üyesi, 8 yıllık Ege Metal işçisi İbrahim Vapur sorularımıza şu yanıtları verdi.

Fabrikanızın Vakıflar Bankası’na devri nasıl oldu? Bankanın fabrikayı almasından sonra gelişenleri anlatırmısınız?
Ege Metal kriz nedeniyle batan bir şirket değildir. Ortaklar arasındaki çekişmelerden, birbirinden mal kaçırmaktan dolayı bu duruma geldi. Bankadan kredi alan ortaklar bu aldıkları kredileri değişik alanlarda, başka şekilde kullanarak kredileri Vakıf Banka geri ödemediler. Ödenmeyen kredilerin karşılığında Vakıf Bank alacağına karşılık 20 Haziran'da yapılan ikinci ihaleyle borcundan dolayı fabrikayı bünyesine kattı. Bunun yanında fabrikanın elektrikler TEDAŞ’a olan borçların ödenmemesi nedeniyle Haziran'ın 3’ünden beri kesikti. Vakıf Bank'ta burayı Say Metal diye bir şirkete Ege Metal'in tüm borçlarını devrederek 10 yıllığına kiraladı. Buna rağmen şu ana kadar Say Metal herhangi bir faaliyette bulunmadı. İşçiler yine Ege Metal kadrosunda. Bizlere Say Metal'e geçişin elektrik enerjisi bağlandıktan sonra olacağı söylendi. İşveren yaklaşık 5 aydan beri sürekli olarak üç gün beş gün sonra enerji gelecek ve içerde biriken maaşlar ödenecek diye bizi oyaladı. Bu süre içinde hiç maaş alamadık. Say Metal sahiplerinin en son söyledikleri ise; enerji gelmeden işçilerin birikmiş alacaklarının ödenmeyeceği oldu. “O da iki gün mü olur, iki ay mı olur bilemem” diye resti çekti.
Tüm bunlar olup biterken sendikanız ne yapıyordu?
Geçen 5 aylık zaman içerisinde bu oyalamaların devam ederken sendika bizden yana değil işverenden yana taraf oldu. Bizleri sürekli olarak “eylem yapmayın, biraz daha bekleyin” diye işveren ağzıyla oyaladı sendika. İşçiler, bu 5 ayın sonunda maddi sıkıntılarda had safhaya vardığı sendikanın ve işverenin oyalama taktiklerine tavır aldılar. Bu tavır sonucu, işçiler sendikanın atadığı temsilcileri dışlayarak kendi aralarından bir komite seçti. Daha sonra sesimizi kamuoyuna duyurabilmek, mağduriyetimizi anlatmak için komitemiz aracılığıyla bir takım kararlar alıp, çeşitli eylemlere başladık. Bu eylemlerden ilki geçen hafta salı günü yapıldı. Eylem yapılmadan önce sendikaya son defa faksla çağrı yapılarak, işçinin artık sabrının kalmadığı, sendikanın işverenden yana takındığı tavra son vermesini, işçinin yanında olmasını istedik. Fakat sendika işverenden yana tavır takınmaya ve bizleri yalnız bırakmaya devam etti.
Şube başkanı çok yakında fabrikaya elektrik enerjisinin geleceğini ve üretimin yeniden başlayacağını söylüyor. İşyeri temsilcilerin de demokratik bir şekilde seçildiğini söylüyor. Bu konularda ne diyorsunuz?
Şube başkanının bu boş vaatlerine işçilerin artık karnı tok. Artık somut bir öneri, somut bir adım bekliyoruz. Şube Başkanımız işyeri temsilcilerinin demokratik olarak seçildiğinden bahsediyor. Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil. Bugüne kadar sendikacılar ve temsilciler hep yöneticiler tarafından atanmıştır. Biz geçmişten bu yana atanan değil, seçimle gelen sendikacı istedik. Temsilcileri bırakın, sendikacılar delegeleri bile kendileri atıyorlar. Şu anda da fiili olarak kendi seçtiğimiz komite sendikanın yaptığı işi yapıyor. Bizden yana olması gereken sendika işverenden yana olduğu için bizim yaptığımız eylemleri tasvip etmediğini söylüyor. İşverenle arasının bozulmasını istemiyor herhalde.
Beş aydır maaşlarınızı almıyorsunuz. Bu süre içinde nasıl geçindiniz. Ne gibi sorunlarla karşılaştınız?
Beş aydır maaş alamadığımız için çok mağdur durumlarda kaldık. Çoluk çocuğumuza ekmek götüremez hale geldik. Kira borcumuzu, elektrik-su faturalarımızı ödeyemiyoruz. Bu nedenle elektriklerimiz, sularımız, telefonlarımız kesiliyor. Çocuğumuza, eşimize, ailemize karşı olan sorumluluklarımızı yerine getiremiyoruz. Büyük bir sıkıntı içerisindeyiz. Bunlar sürdükçe ekonomik olarak yıkılmış olan bizler, psikolojik olarak da çok kötü durumlara düşüyoruz. Fabrika daha önce maaşlarımızı Vakıf Bank kanalıyla veriyordu. O nedenle hepimizde birer Vakıf Bank kredi kartı var. Maaşlarımızı alamadığımız için bu kredi kartlarına yüklendik mecburen. Şimdi banka birer ikişer ödenmeyen bu kredi borçlarıyla ilgili icraa takiplerine başladı. Artık aileler dağılma noktasına geldi. Okullar açıldı çocuklarını okula gönderemeyenler var. Gönderenler de birçok eksiğiyle, defteri-kitabı alınmadan gönderdi. Babaları işsiz olan çocuklarda psikolojik baskı altında. “24 saatte yediğim bir öğün yemekle duruyorum” diye geçen yaptığımız eylemde konuşan İbrahim Ira amcanın orada söyledikleri aslında birçoğumuzun ortak sesi. Onun yaşadıklarını birçok işçi arkadaşımız yaşıyor. Eski hükümlü statüsünde çalışıyor İbrahim amca. Ailesi, kimi-kimsesi yok. 17 sene cezaevinde kaldıktan sonra çıkınca bu işe girebilmiş. Yaşamaya çalışıyor işte. 5 aydır maaş alamayan işçiler dün kendi aralarında para toplayarak İbrahim amcaya maddi yardımda bulundular.

İşçilerin yüzüne bakamıyorum

Ege Metal’de yaşananlarla ilgili görüşlerini aldığımız fabrikada örgütlü olan Öz Çelik-İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Osman Gümüş, 17 Temmuz’da Vakıf Bank’tan fabrikayı kiralayan Say Metal adlı şirketin fabrikanın TEDAŞ’a olan 29.6 trilyonluk borcu nedeniyle devir teslim kontratı imzalayamadığını belirterek, bu süre içinde işçilerin alacaklarının ödenmesi konusunda muhatap bulamadıklarını dile getirdi. Say Metal’le işçi alacakları konusunda bir protokol hazırladıklarını ileri süren Gümüş, henüz imzalanmayan bu protokolün büyük olasılıkla 14 Ekim günü imzalanabileceğini söyledi. İşveren’in TEDAŞ’la olan problemi çözdüğünü iddia eden Gümüş, “Fabrika Pazartesi çalışmaya başlayacak. Pazartesi günü aynı zamanda patronla alacaklarımız konusunda masaya oturacağız. Şayet alacaklarımız ödenme takvimine bağlanmazsa, işte sorun orada başlıyor demektir.” diye konuştu. Böyle bir durumda Türkiye tarihinin en büyük eylemlerini başlatmaya çekinmeyeceklerini ileri süren Gümüş, şu sıralar işçilerin yaptıkları eylemlerin sorunları daha da derinleştireceğini savundu. Karşılarında muhatap bulamadıkları için bugüne kadar sorunları çözmekte yetersiz kaldıklarını söyleyen Gümüş, “İşçilerin yüzüne bakamıyorum. Çünkü içim kan ağlıyor” dedi. İşçilerin atanmış işyeri temsilcileri istemediklerini hatırlatmamız üzerine, örgütlü oldukları tüm işyerlerinde seçimlerin demokratik tarzda yapıldığını ileri süren Gümüş, işçilerin mağduriyetinden kaynaklanan geçici tepkilerin sorun çözülünce ortadan kalkacağını savundu. Gümüş, işçilerin yaptıkları eylemlere destek olup olmayacaklarına ilişkin sorumuza ise şu yanıtı verdi: “Ben böyle bir eylemin içinde olmam. Seçim malzemesi olmak istemiyoruz. Diğer yandan böyle bir girişim işverenle aramızın açılmasına neden olur.”(Evrensel)

11 Ekim 2002 Cuma

Keşke Toprak altında kalsaymış!

İZMİR - Tarihi M.Ö. ...yıllara dayanan Antik Kyme kendtinde 20 yılı aşkın bir süredir yapılan kazılar sonucu çıkarılan eserler, harabeye dönmüş Aya Vukla  Kilisesinin bahçesinde, sağa sola atılmış bir şekilde. Yıllar önce Arkeoloji müzesi olarak kullanılan Aya Vukla kilisesi, daha sonra kaderine terkedilince, kilisenin bitişiğinde bulunan depolyardaki antik eserler öylece bırakılıp gidilmiş. Hemen her tarafı tahrip edilen, 150 yıllık metal aksamları sökülüp eskicilere satılan kilisenin bahçesindeki antika depoları olarak kullanılan binalar ise şu sıralar çocukların köpeklerini barındırdığı viranelere dönmüş durumda. Antik Kyme Kentinden çıkarılan, üzerlerinde çıkarılış tarihleri ve envanter numaraları olan üç bin yıllık eserler, hırsızlar tarafından yağmalanmış, kalanlar ise sağa sola saçılmış. Kokteyllerle, konferanslarla kültür lafını ağzından bırakmayan, zeytin fidanı dikimi törenin de bile ağaçların mitolojik öykülerini anlatıp ne kadar kültürlü olduğunu ve kültüre değer verdiğini anlyatmaya çalışan yetkillere ibretle duyurulur!..
Aliağa İlçesi yakınlarındaki antik İyon kenti Kyme'deki kazıları yöneten İtalyan arkeolog Ordinaryüs Prof. Dr. Sebastiana Lagona, Kyme'nin geri kalan bölümünün de gün yüzüne çıkması için yirmi yılı aşkın bir süredir yapılan kazıların, en az bir 15 yıl daha sürmesi gerektiği belirtiyor. Arkeologlar, burasının Efes kadar ünlü bir turizm yöresi olacağı konusunda hem fikirler. Gerçekten de Kyme'de 20 yılı aşkın bir süredir yapılan kazılarda çıkan eserler ve kentin ortaya çıkarılan bölümleri, Kyme'nin çağının en önemli merkezlerinden birisi olduğunu kanıtlıyor.

Gelelim Kyme'den binbir emek, sabır ve masrafla çıkarılan eserlerin bugünkü haline. Aya Vukla kilisesi 1860'lı yıllarda yapılmış İzmir'in tek Ortadoks Kilisesi. İzmir'in işgali sırasında rum milisler tarafından karargah olarak kullanılan Kilise, belki de sırf bu nedenle işgalden sonra kapatılır. Kilise 1927 yılında Asar-ı Atika (Eski Eserler) müzesi olarak kullanılymaya başlanır. 1931 yılnda müzeyi gezen Atatürk, müzenin defterine "Müzeyi gördüm beğendim" diye bir not bırakmış. Aya Vukla Kilisesi bu tarihten sonra arkeoloji müzesi olarak içinde tarihi eserleri barındırırken, bir köşesinde de Cumhuriyet devrimleriyle ilgili eşya ve belgeler sergilenir. Müze olarak kullanılan kilise bir dönem de Kültür Bakanlığı'nın büro faaliyetleri içinde kullanılmış. Daha sonra operaya depo olarak verilmiş, opera burada yangın çıktıktan sonra boşaltmış. Şu anda Milli Emlak Müdürlüğü'nde. Her gün hırsızlıklar yapılıyor. Bazı malzemeler yerinden sökülüp götürülüyor. Burada Asar-ı Atika Müzesi (Arkeoloji Müzesi) döneminden kalan yüzlerce tarihi buluntu var. Üzerindeki envanter yazılarından Aliağa'daki Antik Kyme kentinden çıkarıldığı anlaşılan eserler var. Eserler M.Ö. 6. yüzyıldan kalma ve paha biçilemeyecek olan eserler. Yırım kalmış heykeller, çanak, çömlek parçaları, küçük yağdanlıklar, gözyaşı şişeleri, amforalar, madeni paralar vs.var. Bunlar depo olarak kullanılan yerden sandıkları kırılarak dışarıya atılmış. Çoğu kırılmış, hırsızlar tarafından çalınmış. Kordon derneği adılı bir çevre-Kültür Derneği buranın Kültür Merkezi olarak kullanılması için Kültür Bakanlığı'na başvurmuş ama bir yanıt alamamış. İçerde ahşap oymalı cumhuriyetin ilk yıllarından kaldığı belli olan sergileme panoları var. İzmir'deki tek Ortadoks kilisesi olan Aya Vulka'nın durumu da içler acısı. Boyaları, sıvaları kazınan kilisedeki resim ve süslemelere de zarar verilmiş. Her biri tarihi eser olan, kaynağın bulunmadığı dönemlerde perçinlerle birbirine tutturulan demirden kapı ve pencereler sökülerek hurdacılara satılmış. Ağır olan bir kısım kapılar ise sökülüp her an için götürülmeye hazır hale getirilmiş. Kilisenin iç duvarları berduşların ve çocukların her türden yazılarıyla dolu. Bir dönem müze olan, daha sonra depo olarak kullanılan binalarda çevre evlerde oturan çocuklar köpek besliyorlar. Geçtiğimiz pafta kilisenin üst katında yangın çıkarılmış. sökülerek hurdacılara satılmış. Ağır olan bir kısım kapılar ise sökülüp her an için götürülmeye hazır hale getiril

15 Haziran 2002 Cumartesi

Şair Eşref: Doğruyu söyler, gezer bir şair (Arşiv Yazı)


Fotoğraf: Şair Eşref: Doğruyu söyler, gezer bir şair (Arşiv Yazı)

Özer Akdemir 

“Etmedim ömrümde kizbi ihtiyar 
Doğruyu söyler gezer bir şairim 
Bir güzel mazmun bulunca Eşrefa 
Kendimi hicv eylemezsem kafirim” 

Toplumsal olaylardan beslenen hicviyle kendinden önceki hiciv şairlerinden ayrılıp, kendinden sonra yetişenleri derinden etkileyen Şair Eşref, şiirinin biçimi ve şiirdeki amacını bu dizelerle anlatıyor. Eşref’in hicivleri yaşadığı dönem, 1880-1912 yılları arasında gözlemlediği olay ve kişilerle ilgilidir. Özellikle o dönemin birçok sanatçısı, aydını gibi, başta Padişah II. Abdülhamit olmak üzere, II. Meşrutiyet döneminin önde gelen siyasetçi ve yöneticilerinin, toplumsal ve kişisel ahlaka ters düşen yönlerini şiddetli bir şekilde hicvetmiştir. Bu nedenle yine döneminin birçok aydını gibi sansürlerle, sürgünlerle, cezaevleriyle bir ömür geçirmek durumunda kalmıştır. Hicivlerinde toplumsal olayların öne çıkması onun bir sosyal hiciv şairi olarak anılmasının en önemli nedenidir. 

Bülbülün çektiği dil yaresidir

1847’de Manisa Kırkağaç’da doğan Eşref, ilk öğrenimini sübyan okulunda yapmış, altı ayda hafız olarak büyük bir ezberleme yeteneği göstermiştir. 20 yaşlarında, içki sofrasında bir arkadaşıyla ettiği kavganın mahkemeye kadar gitmesi üzerine Kırkağaç’tan kaçarak Manisa’ya yerleşen Eşref, buradaki Hatuniye Medresesi’nde Arapça, Farsça, matematik ve fizik dersleri almışsa da bütün öğrenimi birkaç yıldan ileri gitmemiştir. Bunu, “Biz hüdayı nabitiz, bizde muallim hakkı yok” diye espri konusu yapan Eşref, döneminin birçok aydını gibi kendi kendini yetiştirmiştir. Eşref’in medrese yaşamı ne kadar kısa ise memuriyet yaşamı o kadar uzun olmuştur. 1870 yılında Manisa sancağı kalemindeki stajıyla başlayan memuriyeti, istifalar, sürgünler, cezaevleri ve değişik nedenlerle verilen aralardan sonra 1909 yılında vali yardımcılığından emekli edilinceye kadar sürmüştür. Emekliliğinin ardından memleketi Kırkağaç’a yerleşen Eşref, 1912’nin 22 Mayıs’ında veremden ölmüştür. Eşref’in bu kadar değişik yerde kısa sürelerde görev yapmasının nedenleri arasında en önemlisi dönemin yöneticileri hakkında yazdığı hicivlerdir. 

Edep Yahu!

Şair Eşref Gördes Kaymakamı’yken izinli olarak geldiği İzmir’de, dönemin ünlü avukat ve gazetecilerinden Tevfik Nevzat ve Abdülhalim Memduh’la birlikte tutuklanıp, sorgulanmak üzere İstanbul’a gönderildiğinde, Abdülhamit’e karşı bir “Fesat Komitesi” oluşturmak ve başkanlığını yapmakla suçlanır. Yapılan soruşturmalar sonucu şiirleri “zararlı evrak” olarak değerlendirilir ve bir yıl hapis cezasına çarptırılır. 

Şair Eşref, cezasını İstanbul’da tamamladıktan sonra döndüğü İzmir’de, dostlarının korkuyla kendinden uzaklaştıklarını görünce İzmir’i ve ülkeyi terk eder. Mısır, Fransa, İsviçre gibi ülkeleri gezen Eşref, gittiği her yerde Abdülhamit’e karşı yazılar yazar, Jön Türkleri destekler. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra 1908’de ülkeye dönen Eşref, çeşitli dergilerde yazmaya başlar. İzmir’de çıkan “Edep Yahu” ve “Eşref” adlı mizah gazetelerinde başyazarlık yapar. 

Numarasız gözlük gibi

Şiirlerinin tamamına yakınını eski edebiyatın nazım şekilleriyle yazan Eşref’in dili içindekini hiçbir zaman kendine saklamayan bir yapıdadır. Bu nedenle başı beladan hiç kurtulmamıştır. Hicivlerinin kişileri değil, ardındaki sosyal olguları anlatmaya çalıştığını söyleyen Eşref bunu şu dizelerle aktarır: “Ekseri hicvimde tayin-i esami eylemem / Fikr-i mahsusumca bu halin şudur ki mucibi / İsterim her bir deniye kabil-i tatbik olup / Kullanılsın her biri bir numrosuz gözlük gibi”. 

Divan şiirinin birçok tekniğini eserlerinde kullanan Eşref”in şiirleri eşitlik, adalet, özgürlük, dürüstlük, vatan, rüşvet, zulüm, millet, tembellik, dalkavukluk, korkaklık vb. toplumsal konulardadır. İçkili bir arkadaş toplantısında keman çalan Evkaf Başkatibi’ne karşı “Geldi çöktü meclise vali gibi / Barek Allah çaldı emsali gibi / Gerçi her telden çalar amma / Daire öz ceddinin malı gibi” sözlerini söyleyerek, rüşvetçiliğini ve devlet malını yediğini yüzüne vurmuştur. 

Bugün İzmir Fuarı’nın denize dönük yüzünde uzanan geniş bulvar Şair Eşref’in adını taşır. Lozan Meydanı’ında bir de heykeli vardır Eşref’in. Kendi adını taşıyan bulvarı beş yıldızlı Hilton ve şimdi Swiss Otel olan eski Efes otellerine giderken sıkça kullanan “yetkililere, devlet büyüklerine ve halkın boğazındaki ekmeği çalıp zengin olanlara” hicivlerinin en yakası açılmamışlarını söyler durur bu heykel. Anlayana... 

- Doğa İçin El Ele -
Özer Akdemir

“Etmedim ömrümde kizbi ihtiyar
Doğruyu söyler gezer bir şairim
Bir güzel mazmun bulunca Eşrefa
Kendimi hicv eylemezsem kafirim”

Toplumsal olaylardan beslenen hicviyle kendinden önceki hiciv şairlerinden ayrılıp, kendinden sonra yetişenleri derinden etkileyen Şair Eşref, şiirinin biçimi ve şiirdeki amacını bu dizelerle anlatıyor. Eşref’in hicivleri yaşadığı dönem, 1880-1912 yılları arasında gözlemlediği olay ve kişilerle ilgilidir. Özellikle o dönemin birçok sanatçısı, aydını gibi, başta Padişah II. Abdülhamit olmak üzere, II. Meşrutiyet döneminin önde gelen siyasetçi ve yöneticilerinin, toplumsal ve kişisel ahlaka ters düşen yönlerini şiddetli bir şekilde hicvetmiştir. Bu nedenle yine döneminin birçok aydını gibi sansürlerle, sürgünlerle, cezaevleriyle bir ömür geçirmek durumunda kalmıştır. Hicivlerinde toplumsal olayların öne çıkması onun bir sosyal hiciv şairi olarak anılmasının en önemli nedenidir.

Bülbülün çektiği dil yaresidir

1847’de Manisa Kırkağaç’da doğan Eşref, ilk öğrenimini sübyan okulunda yapmış, altı ayda hafız olarak büyük bir ezberleme yeteneği göstermiştir. 20 yaşlarında, içki sofrasında bir arkadaşıyla ettiği kavganın mahkemeye kadar gitmesi üzerine Kırkağaç’tan kaçarak Manisa’ya yerleşen Eşref, buradaki Hatuniye Medresesi’nde Arapça, Farsça, matematik ve fizik dersleri almışsa da bütün öğrenimi birkaç yıldan ileri gitmemiştir. Bunu, “Biz hüdayı nabitiz, bizde muallim hakkı yok” diye espri konusu yapan Eşref, döneminin birçok aydını gibi kendi kendini yetiştirmiştir. Eşref’in medrese yaşamı ne kadar kısa ise memuriyet yaşamı o kadar uzun olmuştur. 1870 yılında Manisa sancağı kalemindeki stajıyla başlayan memuriyeti, istifalar, sürgünler, cezaevleri ve değişik nedenlerle verilen aralardan sonra 1909 yılında vali yardımcılığından emekli edilinceye kadar sürmüştür. Emekliliğinin ardından memleketi Kırkağaç’a yerleşen Eşref, 1912’nin 22 Mayıs’ında veremden ölmüştür. Eşref’in bu kadar değişik yerde kısa sürelerde görev yapmasının nedenleri arasında en önemlisi dönemin yöneticileri hakkında yazdığı hicivlerdir.

Edep Yahu!

Şair Eşref Gördes Kaymakamı’yken izinli olarak geldiği İzmir’de, dönemin ünlü avukat ve gazetecilerinden Tevfik Nevzat ve Abdülhalim Memduh’la birlikte tutuklanıp, sorgulanmak üzere İstanbul’a gönderildiğinde, Abdülhamit’e karşı bir “Fesat Komitesi” oluşturmak ve başkanlığını yapmakla suçlanır. Yapılan soruşturmalar sonucu şiirleri “zararlı evrak” olarak değerlendirilir ve bir yıl hapis cezasına çarptırılır.

Şair Eşref, cezasını İstanbul’da tamamladıktan sonra döndüğü İzmir’de, dostlarının korkuyla kendinden uzaklaştıklarını görünce İzmir’i ve ülkeyi terk eder. Mısır, Fransa, İsviçre gibi ülkeleri gezen Eşref, gittiği her yerde Abdülhamit’e karşı yazılar yazar, Jön Türkleri destekler. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra 1908’de ülkeye dönen Eşref, çeşitli dergilerde yazmaya başlar. İzmir’de çıkan “Edep Yahu” ve “Eşref” adlı mizah gazetelerinde başyazarlık yapar.

Numarasız gözlük gibi

Şiirlerinin tamamına yakınını eski edebiyatın nazım şekilleriyle yazan Eşref’in dili içindekini hiçbir zaman kendine saklamayan bir yapıdadır. Bu nedenle başı beladan hiç kurtulmamıştır. Hicivlerinin kişileri değil, ardındaki sosyal olguları anlatmaya çalıştığını söyleyen Eşref bunu şu dizelerle aktarır: “Ekseri hicvimde tayin-i esami eylemem / Fikr-i mahsusumca bu halin şudur ki mucibi / İsterim her bir deniye kabil-i tatbik olup / Kullanılsın her biri bir numrosuz gözlük gibi”.

Divan şiirinin birçok tekniğini eserlerinde kullanan Eşref”in şiirleri eşitlik, adalet, özgürlük, dürüstlük, vatan, rüşvet, zulüm, millet, tembellik, dalkavukluk, korkaklık vb. toplumsal konulardadır. İçkili bir arkadaş toplantısında keman çalan Evkaf Başkatibi’ne karşı “Geldi çöktü meclise vali gibi / Barek Allah çaldı emsali gibi / Gerçi her telden çalar amma / Daire öz ceddinin malı gibi” sözlerini söyleyerek, rüşvetçiliğini ve devlet malını yediğini yüzüne vurmuştur.

Bugün İzmir Fuarı’nın denize dönük yüzünde uzanan geniş bulvar Şair Eşref’in adını taşır. Lozan Meydanı’ında bir de heykeli vardır Eşref’in. Kendi adını taşıyan bulvarı beş yıldızlı Hilton ve şimdi Swiss Otel olan eski Efes otellerine giderken sıkça kullanan “yetkililere, devlet büyüklerine ve halkın boğazındaki ekmeği çalıp zengin olanlara” hicivlerinin en yakası açılmamışlarını söyler durur bu heykel. Anlayana... 

http://www.evrensel.net/v1/02/07/15/kultur.html#2 

8 Haziran 2002 Cumartesi

Mehmet'in dramı...

Özer AKDEMİR 

08 Haziran 2002 21:00
  
Mehmet Kır, TÜPRAŞ'ın FCC Ünitesi'nde temizlik yaparken meydana gelen patlama sonucu öldü. Oysa daha dört gün önce işe başlamıştı ve ileriye dönük umutları vardı. Mehmet'ten geriye, içi yanık bir anası, bir babası bir de yavuklusu kaldı...



Mehmet Kır, TÜPRAŞ'ın FCC Ünitesi'nde temizlik yaparken meydana gelen patlama sonucu öldü. Oysa daha dört gün önce işe başlamıştı ve ileriye dönük umutları vardı. Mehmet'ten geriye, içi yanık bir anası, bir babası bir de yavuklusu kaldı...
Ödemiş'in dağ köylerinden gelip de TÜPRAŞ'ta işe başlamak herkese nasip olmayan bir ayrıcalık sayılır köylüler arasında. Gerçi taşeron işçisi olarak işe başlanacaktır ilk etapta ama olsun. Kendilerini bu işe yerleştiren Belediye Başkanı "İleride kadroya geçeksiniz" demişti. İyi ki Belediye Başkanı siyasi ilişkileri kuvvetli birisiydi. Ankara'daki tanıdıkları bir dediğini iki etmiyorlardı. Yoksa hiç de kolay bir şey değildi TÜPRAŞ gibi bir işletmede işe yerleştirilmek. Başkanları kendi işlerini Ankara'yla konuşmuş, onlar da TÜPRAŞ'a bir telefon... İşte şimdi işe başlıyorlardı. Gerçi kimileri Belediye Başkanı'nın, taşeronla kişi başına yüksek paralar için anlaştığını, bu paralardan TÜPRAŞ'taki yetkili birilerinin de pay aldığını söylüyordu ama, bunlar oldum olası başkanın her yaptığı şeyi eleştirirlerdi zaten! Ödemiş'in dağ köylerinden çok zorunlu olmadıkça şehre inmeyen Mehmet Kır, TÜPRAŞ'ın gökkuşağı gibi bir demir halenin üzerinde TÜPRAŞ yazılı kapısından içeri adım attığında başı döndü önce, midesinde bir yanma hissetti. Ucundan alev çıkan upuzun bacalar, neredeyse köyündeki dağ kadar büyük tanklar onu korkuttu ve göğsünü kabarttı biraz da. Köyde kimsenin varlığının farkında bile olmadığı rençber Mehmet, bu dev gibi makinelerin arasında çalışacaktı artık.

Son yemek...


İlk gün ıvır zıvır işler verdiler kendisi gibi yeni işe başlayan taşeron işçilerine. İndir-boşalt işleri. Akşama kadar çalıştılar ve ölesiye yoruldular. Ama yemekler güzeldi, çok şükür... İkinci gün bir yerde topladılar hepsini ve masanın üzerine dizili çeşitli aletleri tanıttılar. "Bu gaz maskesidir, bazı yerlerde çalışırken bunu takacaksınız. Buna el feneri derler. Bunlar tanklardır, siz buraların temizliğini yapacaksınız, içinde zehirli gazlar vardır ama korkmayın gazlar alındıktan sonra içeri gireceksiniz. Buralarda sigara içmeyin"... Mehmet, bir saati aşmayan bu sıkıcı söylevde anlatılanları anlamak için kendini zorlasa da hiç bir şey anlayamadı. Akşama kadar yine indir-bindir, sil-süpür işleri. Yemekte köftenin yanında tatlı verdiler, gel keyfim gel... Ertesi gün sabah yine bir şeyler indirtildi, yükletildi Mehmet'e. Öğle yemeğinde kuru fasulye pilav vardı. Pek bir iştahla kaşıkladı yemeğini. Köyünü anımsadı, hüzünlendi, daldı gitti bir süre. Anasını, babasını, yavuklusunu, arkadaşlarını düşündü yemeğin üzerine yaktığı sigaradan derin nefesler çekerken. Gözleri buğulandı... Bu Mehmetin son yemeği, son sigarasıydı. O bunu bilmese de, durduk yerde bir sıkıntı gelip yüreğine çöreklenmişti.

Gözleri kavruldu önce...


tüpraş ile ilgili görsel sonucu
Öğleden sonra kocaman bir tankın yanına götürdüler Mehmet'i. Yanında Kadir vardı. O da taşeron işçiydi, arkadaşıydı Mehmet'in. Başlarındaki şefin "dram" dediği bu yan yatmış tankın giriş kısmında "Girilebilir" diye bir levha asılmıştı. Eline bir hortum verdiler Mehmet'in ve dramın içine soktular. Kadir'in işi dışarıdaydı. Mehmet'e hortumla içini iyice yıkamasını, tabandaki çamuru kazıyarak tazyikli suyla dışarı atmasını söylediler. İçerisi zifiri karanlıktı ve benzin kokuyordu. Kokuyu taktığı gaz maskesinden bile alıyordu Mehmet. Hortumdan gelen tazyikli suyla içerisini göremeden her yanı iyice suladı. Tabandaki çamuru kazımak için hortumu dışarıdaki Kadir'e uzattı. Gözleri karanlığa biraz alışmış olsa da içerisi hâlâ zindan gibiydi. İçerisini görmek için seyyar lambayı istedi. Aksilik işte, lamba yanmıyordu. 'Tutukluk yaptı herhalde' diye düşünüp lambayı kurcalarken, köreltici bir ışık gözlerini yaktı önce. Sonra sıcaklığı hissetti, gövdesi kendiliğinden havalandı. Kavrulmuş vücudu dramın 50 cm'lik kapağından bir füze gibi dışarı fırlatılırken patlama sesini duydu Mehmet. Bu onun duyduğu son ses idi... Kadir patlama olduğunda dramın dışındaydı. Biraz önce Mehmet'in uzattığı hortumla uğraşıyordu. O da önce bir ışığın gözlerinin önünden geçtiğini gördü. Alev yüzünü, ellerini yaladı. Kulaklarını sağır eden patlama sesini duyduğunda yanık elleriyle yüzünü korumaya çalışıyordu... 20 Mayıs günü patlama sonucu parçalanarak can veren Mehmet Kır'ın yaşamını yitirdiği FCC ünitesi 1.5 ay önce de bir işçiye mezar olmuştu. Ünitede 9 Nisan 2002 günü meydana gelen kazada da 29 yaşındaki 3 yıllık TÜPRAŞ işçisi Şükrü Bakırlıoğlu, H2S gazı zehirlenmesi nedeniyle yaşamını yitirmiş, Hasan Koç ve Ergün Koçak adlı iki işçi de yaralanmıştı. 

1 Ocak 2002 Salı

Ölüm orucunda bir ölüm daha


İZMİR - TİKB davası'ndan 1996'dan beri cezaevinde bulunan Ali Çamyar dün 265 gündür sürdürmekte olduğu ölüm orucunda yaşamına yitirdi. 1968 doğumlu olan Çamyar, Bergama Cezaevine yapılan operasyon sonrası Buca cezaevine getirilmişti. Buca Cezaevi'nde 10 Aralık 2000 yılında süresiz açlık başlayan Çamyar, eylemine bir süre ara verdikten sonra 13 Nisan 2001'de yeniden başlamış ve eylemini ölüm orucuna dönüştürmüştü. Kaldırıldığı Yeşilyurt Devlet Hastanesi'nde eylemini sürdüren Çamyar'ın sağlık durumu son haftalarda iyice ağırlaşmış, zaman zaman bilinci kapanan Çamyar'a doktorlar tarafından tüberküloz tanısı da konmuştu. Ağır durumunun yolculuğa elvermemesi ve ailesinin dilekçesine rağmen tahliyesi 5 haftadır "İstanbul Adli tıp Kurumunun görüşü gerekiyor" diye ertelenen Çamyar, dün saat 10.30'da yaşamını yitirdi. Çamyar tutuklanmadan önce bir süre Alınteri Gazetesi Muhabirliği'de yapmıştı. Ailesi Ordu'da olan Çamyar'ın cenazesinin nerede defnedileceği henüz kesinlik kazanmadı. (Evrensel)                                                 

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...