30 Eylül 2020 Çarşamba

Kınalı kekliklerin yaşam alanına taş ocağı

  30 Eylül 2020 08:12


Tokat'ta açılmak istenen taş kalker ocağı iki köyün içme sularının geldiği bölgede bulunurken, bölge çok sayıda endemik bitki türünün ve koruma altında olan kınalı kekliklerin yaşam alanı.

Fotoğraf: Doruk Erdoğan, Keklik fotoğrafı: Pixabay

       Paylaş

Özer AKDEMİR

Tokat’a bağlı Yağmurlu ve Mercimekdüzü köylerine birkaç yüz metre uzaklıkta Akhel İnşaat, Nakliyat ve turizm Ltd. adlı şirket tarafından işletilmek istenen taş kalker ocağına verilen “ÇED Gerekli değildir” kararına karşı açılan davada bilirkişi keşfi yapıldı. Açılmak istenen taş kalker ocağı iki köyün içme sularının geldiği bölgede bulunurken, bölge çok sayıda endemik bitki türünün ve koruma altında olan kınalı kekliklerin yaşam alanı. Bölge Türkiye’de kırım Kongo kanamalı hastalıktan ilk ölüm olayının yaşandığı yer olarak da bilinirken, kalker ocağını yapılmak istenen alan ise bu hastalığa neden olan kenelerle beslenen kınalı kekliğin yaşam alanı!...

HALKIN YAŞAM ALANI ELDEN ALINACAK

Kalker ocağına verilen ÇED Gerekli değildir kararına karşı Yağmurlu köyü muhtarlığı tarafından Tokat İdare mahkemesine açılan ÇED Gerekli Değildir kararının iptali davasında dün bilirkişi keşfi yapıldı. 300’ün üzerinde köylünün de izlediği keşif sırasında köyün avukatları kalker ocağına verilen ÇED Gerekli değildir kararının hukuka uygun olmadığını ileri sürdü. Proje ruhsat alanı içerisinde gösterilen taşınmazlarda köylüler tarafından kadimden beri tarımsal faaliyet yürütüldüğüne dikkat çekilen dava dilekçesinde “Taş ocağının faaliyete geçmesi ile köy halkı mağdur edilecek, tarımsal üretim yapamayarak ekonomik olarak zorlanacak ve yöre halkının yaşam hakkı elinden alınacaktır” denildi.

GÜNDE 22 TONLUK 302 KAMYON GEÇECEK

Taş ocağının faaliyete geçmesi durumunda yapılacak patlatmalar sonrası savrulacak taşlar nedeniyle köyde hayatın duracağının belirtildiği dilekçede, 22 ton kapasiteli kamyonların gün boyunca 302 defa köy içerisinde sefer yapacağı ve bu durumun köyde sürekli bir toz ve gürültüye neden olacağının altı çizildi. Dilekçede, “Köylünü tamamı 16 saat boyunca gürültü ve toza maruz kalacak, köy yolu ise yatımcı firmanın tekeline geçecektir” denildi. Tesis ve depolama alanı olarak gösterilen yerlerin etrafından kanunen olması gereken sağlık koruma bandının bulunmadığına da vurgu yapıldı.

"YOK" DENİLEN YERDE BİR GÜNDE 5 ENDEMİK BİTKİ BULUNDU

PTD’de yer verilen flora ve fauna çalışmalarının yetersiz ve yetkisiz kişilerce verildiğinin ileri sürüldüğü dava dilekçesinde, PTD’de yöre florasında 46 türün varlığından bahsedildiği ve endemik türün bulunmadığının iddia edildiği vurgulanarak, Biyoloji Bölümü Botanik Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olan Prof. Dr. Kemal Yıldız tarafından sahada yapılan 1 günlük çalışmada dahi en az 27 aileye ait 108 çiçekli bitki türün yetiştiği ve bunlardan 5 tanesinin endemik tür olduğunun tespit edildiğinin altı çizildi.

KINALI KEKLİKLERİN YAŞAMA ALANI

Flora fauna türleri ile ilgili raporun usulüne uygun hazırlanmadığı, halkla bu konuya dair herhangi bir görüşme yapılmadığının belirtildiği dilekçede bölgenin ülkemizde son yıllarda önemli bir artış gösteren Kırım Kongo Kanamalı ateşine karşı biyolojik mücadelede önemli bir rolü olan kınalı kekliğin yaşam alanı olduğu belirtildi. Dilekçede “Yöre halkının tarım ve hayvancılıkla geçindiği gözetildiğinde her an keneye maruz kalabileceği, kene ile mücadelede etkin bir kuş türü olan kekliğin, hayata geçirilecek proje nedeniyle tehlikeye düşmesi sonucunda bölge halkının kene ile karşı karşıya geleceği ve ciddi sağlık sorunlarının yaşanacağı da ayrı bir gerçektir” ifadelerine yer verildi.

İŞLETME KÖYÜN İÇME SUYU KAYNAĞININ ÜZERİNDE

Projede poligon 2 olarak belirtilen alanın yaklaşık 50 metre doğusunda köyün içme suyu ihtiyacının karşılandığı bir su kaynağının bulunduğunun altının çizildiği dilekçede, “Ocağın faaliyete geçmesi ile birlikte köyün yıllardır içme suyu olarak kullandığı su,  patlatmadan kaynaklı yok olacak ve köy bu anlamda susuz kalacaktır” denildi. Dilekçede taş kalker ocağına verilen ÇED Gerekli değildir kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istendi.

YİNE AYNI NUMARA: İŞLETME ALANI TAM ÇED SINIRINDA

Patlatmalı kalker ocağına Tokat Valiliği tarafından Nisan 2020 tarihinde ÇED Gerekli değildir kararı verildi. Projeyle göre; 10 yıl boyunca 1 milyon ton/yıl üretilecek kalkerin 604 bin ton/yıllık kısmı hiçbir işleme tabii tutulmadan altyapı dolgu malzemesi olarak kullanılmak üzere satışa sunulacak. Kalan 396.000 Ton/Yıllık kısmı ise kurulacak kırma-eleme tesisi ile boyutlandırılarak mıcır alanında depolanacak.  Şirketin, çeşitli poligonlardan ve kırma eleme tesisinden oluşacak işletme alanı olarak ÇED Raporu hazırlanması için sınır değer olan 25 hektarın biraz altında, 23,92 hektar göstermesi ise dikkat çekiyor.

https://www.evrensel.net/haber/415290/kinali-kekliklerin-yasam-alanina-tas-ocagi

28 Eylül 2020 Pazartesi

Çine'de bir maden işçisi daha silikozis nedeniyle yaşamını yitirdi

 28 Eylül 2020 17:52

Aydın'ın Çine ilçesinde Eysim Madencilik'te çalışırken silikozis hastalığına yakalanan maden işçisi Halil Özen hayatını kaybetti.

Fotoğraf 'Sevdamız Çine' isimli Facebook sayfasında alınmıştır.


Özer AKDEMİR

Aydın Çine'de silikozis hastası bir işçi daha yaşamını yitirdi. Eysim Madencilik'te çalışırken silikozis hastalığına yakalanan maden işçisi Halil Özen bir yılı aşkın bir zamandır mücadele ettiği hastalığa yenik düştü. Öte yandan maden patronları işyerlerindeki göz gözü görmez tozlu ortamı çektikleri videolarla sosyal medyada paylaşan işçileri tazminatsız işten atmakla tehdit ediyorlar.

HASTA OLDU İŞTEN ÇIKARILDI

Yaklaşık sekiz yıldır Çine'de faaliyet gösteren Eysim Madencilik’te çalışan üç çocuk babası 40 yaşındaki Halil Özen'e geçtiğimiz yıl silikozis tanısı konuldu. Üç çocuğundan biri engelli olan Halil Özen, hastalığı ortaya çıktıktan sonra işten de çıkarılmıştı. Özen, o günden bu yana hastalıkla mücadele ediyordu. Dönem dönem yoğun bakımda tedavisi süren Özen bugün yaşamını yitirdi. Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Çine Temsilcisi Burhan Özdemir, Özen'in eşinin yaklaşık bir ay önce kendisini aradığını belirterek, “İşten çıkarıldıktan sonra akciğer filminde silikozis oranı düşük gösterildiği için eşinin emekli edilmediğini, sağlık durumunun çok kötü olduğunu söylemişti. Maden işletmeleri silikozis hastası yaptıkları işçileri kapı önüne koymaya, hem işçilerin hem ailelerinin yaşamlarını öğütmeye devam ediyorlar” dedi. Geri dönüşü ve tedavisi olmayan slikozis hastalığı Çine ve köylerinde yaşayan yüzlerce işçi ve ailesini etkiliyor.


SİLİKOZİS ÇİNE'NİN RESMİ HASTALIĞI HALİNE GELDİ!

Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP) Sözcüsü Ahmet Uslu da silikozis hastalığının adeta Çine'nin resmi hastalığı haline geldiğini ve yüzlerce silikozis hastası işçinin Çine sokaklarında dolaştığını belirterek, “Bu işçiler tamamen işyeri koşullarından kaynaklanan, maden patronlarının daha fazla kar elde edebilmek için almadıkları işçi sağlığı önlemleri yüzünden hasta oluyorlar. Maden patronları silikozis hastası yaptıkları bu işçileri hiçbir vicdana ve ahlaka sığmayacak bir şekilde meslek hastalığı dışında gerekçelerle işten çıkarıyorlar. İşsiz ve sağlıksız bir şekilde kapı önüne konan işçilerin bundan sonraki yaşamları boyunca tedavisi olmayan bu hastalıkla başbaşa kalıyorlar. Bir daha hiçbir maden patronu hasta ettikleri bu işçileri arayıp sormuyor. Geçen yıl Sedat Kara, bugün de Halil Özen'in yaşamını yitirmesinde olduğu gibi bu işçiler maalesef çoğu zaman hastane köşelerinde ve oksijen tüpüne bağlı yatalak bir halde iken son nefeslerini veriyorlar. Oysa bir meslek hastalığı olan silikozis işçilerin kaderi değil! İşçiler birleşerek yaşamlarını öğüten bu vicdansız sisteme karşı dur diyebilirler. Ekoloji ve emek mücadelesinin iç içe geçtiğinin en önemli kanıtlarından birisidir Çineli silikozis hastası işçilerin durumu. Çine'nin Madran ve Gökbel dağlarını katlederek madencilik yapan bu işletmeler çalıştırdıkları işçilerin de yaşamlarını söndürüyorlar. Bu nedenle emek ve ekoloji mücadeleleri olarak yaşamımızı, doğayı korumak için birleşik bir hareketi örmek zorundayız” dedi.

ŞİMDİYE KADAR EN AZ 50 İŞÇİ SİLİKOZİSDEN YAŞAMINI YİTİRDİ

50 bin nüfusa sahip Aydın'ın Çine ilçesinde faaliyet gösteren 25 kuars ve felspat işletmesinde 6 binin üzerinde maden işçisi çalışıyor. Şu ana kadar kaç maden işçisinin silikozis hastalığına yakalandığı bilinmezken ÇİYAP şimdiye kadar 50'nin üzerinde işçinin silikozis nedeniyle yaşamını yitirdiğini açıklamıştı.  Son derece kötü çalışma koşullarında işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmadan çalıştırılan işçiler her an silikozis ve KOAH gibi akciğer hastalıklarına yakalanma tehlikesi ise burun burunalar. Maden patronları silikozis hastası olan işçileri getireceği yükümlülüklerden kurtulmak için "meslek hastalığı" kapsamına sokmayacak gerekçelerle işten çıkarırken bu işçiler ve aileleri tedavisi olmayan bir hastalıkla yaşam boyu başbaşa bırakılıyorlar. İşçilerin büyük çoğunluğu hastalıklarını bilmeden işten çıkarılırken, bu işçiler hasta olduklarını başka bir işe girmek için almaya çalıştıkları sağlık raporu sırasında öğreniyorlar.


PATRON ÇALIŞMA ORTAMINI DÜZELTMEK YERİNE İŞÇİLERİ TEHDİT ETTİ

Öte yandan geçtiğimiz haftalarda Esan ve Kaltun maden işletmelerinde çalışan işçiler tarafından sosyal medyada paylaşılan görüntüler silikosiz hastalığının nedenlerini de açıkça ortaya koyacak cinsten. Göz gözü görmez bur ortamda, toz toprak içindeki işletmelerde çalışan işçileri bu kötü koşulları paylaştığı videolar nedeniyle geçtiğimiz günlerde Esan işletme müdürü tarafından bu tür görüntüleri paylaşmaya devam eden işçilerin tespit edilmesi durumunda tazminatsız bir şekilde işten çıkarılmakla tehdit edildiği öğrenildi.

https://www.evrensel.net/haber/415123/cinede-bir-maden-iscisi-daha-silikozis-nedeniyle-yasamini-yitirdi

27 Eylül 2020 Pazar

Elmacı (Pazar yazısı)

 27 Eylül 2020 07:00

Abdullah Yılmaz ve Şeref Aydın'ın fotoğrafları

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR
      Paylaş

Yıllarca siyasi örgüt davalarına bakan Avukat Nihat Toktay ile Aydın’daki evinin çatı katında bulunan çalışma ofisinde sohbet ederken oturduğu koltuğun tam arkasındaki kitaplıkta duran iki fotoğraf dikkatimi çekti. Adaleti simgeleyen küçük bir Themis heykelciğinin elindeki terazinin iki kefesinde doğum tarihleri 1951 olan, ölüm tarihleri yerinde ise üç nokta bulunan iki adamın fotoğraflarıydı bunlar. Her ikisi de çocukluk arkaşlarıymış Toktay’ın ve zaman içerisinde her ikisinin de savunmanlığını yapmış. 

Kasvetli, yağmurlu bir günde çaylarımızı yudumlarken fotoğraflarla ilgili anılarını anlattı. Eşit-özgür bir dünya için mücadele eden herkesin ve özellikle genç kuşakların bilmesi gereken anılardı bunlar... 

“Erzincan Sıkıyönetim Mahkemesinden aylar sonra ilk tahliye kararı aldığım duruşmaydı. Sevincimden içim içime sığmıyordu ama tahliye edilen müvekkilin suratında hiç de böyle bir ifade göremeyince epey şaşırdım tabii. Hakimin kararı açıklamasından sonra ben yüzümde kocaman bir gülümseme ile ona bakarken o kafasını “Olmadı bu” gibilerden sağa sola sallıyordu. Yüzümdeki gülümsemenin donduğunu, içime bir kurt düştüğünü ve müvekkilimin yüzüne “Ne oldu?” gibilerden baktığımı anımsıyorum. O ise başını önüne eğdi ve duruşma bitene kadar da bir daha yüzüme bakmadı. 

Duruşma salonundan tahliye işlemlerinin tamamlanması için tekrar cezaevine götürülürken cezaevi önünde çıkışını bekleyeceğimi söyledim. “İki otobüs bileti aldım. Birlikte gideriz Ankara’ya” dedim. Ailesi Ankara’daydı. “Sağol abi” dedi sadece. 

Neyse, duruşmanın ardından tekrar cezaevine götürülen müvekkilimi hapisanenin kapısında bekledim. O dönemde cezaevinden bırakıldıktan sonra tekrar gözaltına alınmalar çok sıkça rastlanan bir durumdu. Nihayet ağır cezaevi kapısı açılıp dışarı elinde bir valizle çıktığında etrafına tedirgin tedirgin baktı. Beni cezaevine getiren arkadaşla birlikte aracımızdan inerek müveklilime el ettim, ‘burdayız’ diye. 

Müvekkilim Adana’da görev yapan genç bir öğretmendi. Örgüt operasyonları sırasında daha önce fişlendiği için gözaltına alınmış, ancak suç unsuru hiçbir şey yakalanmadığı ve üzerinde de ifade olmadığı için dört beş ay tutukluluğun ardından çıktığı ilk duruşmada tahliye edilmişti. 

Erzincan Otogarından Ankara otobüsüne bindiğimizde karşılıklı birer sigara yaktık. O  zamanlar otobüslerde sigara içmek serbestti. Otobüsün en önünde oturuyorduk. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. 

Reklam

Erzincan’dan çıkmıştık ki dayanamayıp sordum duruşmadaki tutumunun nedenini. “Yaa hoca sen neden sevinmedin tahliye kararına?”. 

Sigarasından derin bir nefes çekip otobüsün farlarından görünen tipiye doğru üfledi. “Valla çok iyi etmedin avukatım” dedi. “Bir celse daha bekletemez miydin tahliyeyi?” Şaka yapıyor diye gülerek yüzüne baktım. Oysa o gayet ciddiydi. Benim yavaştan tepem atmaya başlamıştı. “Hoca, sen bu mahkemelerden tahliye almayı kolay birşey mi sanıyorsun? Bu mahkemeler sol örgüt davalarına bildiğin düşman hukukunu uyguluyor. Sen dalga mı geçiyorsun allaşkına?!” dedim sinirlice.

“Bunların hepsini biliyorum abi. Yine de bir dinle anlatacaklarımı ve benim yerime koy kendini, bakalım sevinecek misin tahliyene” dedi ve beş ay kaldığı cevaevinde karşılaştığı olayı anlattı. 

“Tutuklandığımın üçüncü ayıydı. Akşam kapı altından gardiyanlardan birisi seslendi, “Sizin davadan birisi geliyor, biraz hasta” diye. Yarım saat sonra da kapıda battaniyeye sarılı birini getirdiler. Yarı ölü gibiydi. Saç sakalı birbirine karışmış, ufak tefek, kemikleri sayılacak derece zayıf birisiydi. Battaniyeye ana rahmindeki bir çocuk gibi büzülmüştü. Gardiyanın elinde tuttuğu belgedeki adı okuyunca hepimizin gözleri faltaşı gibi açıldı. Getirilen kişi 120 gündür gözaltında, yani işkencede tutulan arkadaşımızdı. 

O günlerde aynı gözaltı merkezinden tutuklanıp gelen birçok kişi polislerin “Elmacı” diye seslendikleri birisinin işkencecilere kök söktürdüğünü anlatmıştı. Polisler, “Amasyalı, elma tüccarıyım” dışında ağzından tek söz alamadıkları bu ufak tefek adama “Elmacı” diye hitap ediyorlarmış. Gözaltından gelenlerin anlattıkları bizim bir yandan koltuklarımızı kabartırken öte taraftan onun öldürülebileceği ihtimali içimizi yakıyordu. 

Elmacı’yı, hemen koğuşun en rahat yerine aldık. Kendinde değildi. Üç gün sonra bilinci yerine geldi. Bu arada onu bir bebek gibi besledik, ihtiyaçlarını karşıladık. Üç günün sonunda gözünü açıp bizleri gördüğünde yüzündeki gülümsemeyi hâlâ unutamam. 

Günlerce elleri tutmadığı için yemeğini biz yedirdik. Tuvalete iki kişi koluna girip götürdük. Çok ağır işkence görmüştü ancak vücudu bizim bakımımız ve onun yaşama inadı ile kısa zamanda kendine geliyordu. Bir ay raporlu gelmişti mahkemeden tutuklandığında. Bu rapor bir ay boyunca sabah eğitimlerine ve sayımlarına çıkmamak demekti. Biz her sabah askerlerin gözetiminde marşlar söyleyip havalandırmada askeri eğitim yaparken o koğuşta yatağında kalıyordu. 

Reklam

Gardiyanlar raporun bittiği akşam Elmacı’ya yarın kendisinin de eğitime çıkması gerektiğini söylediler. Ertesi sabah erkenden havalandırmaya çıktık, her zamanki gibi. Askerlerin sert bakışları, yer yer küfürleri arasında hepimiz sıraya geçtik. Elmacı hariç!..

Elmacı, biz koğuş kapısının önünde sıraya girmişken biraz ilerde sanki bizimle hiç ilgilenmiyormuş gibi gidip volta atmaya başladı. Askerlerin başındaki astsubay afalladı bu duruma. Koğuş sorumlusuna göz etti “Ne oluyor buna” diye. Koğuş sorumlusu arkadaş omuz silkti dudaklarını büzerek. Astsubay gidip tam voltasının ortasında Elmacı’nın karşısına dikildi. Diğer askerler de etrafını sardı hemen. “Geçsene lan sıraya! Raporun bitti artık” dedi. Elmacı, kendisinden iki karış uzun olan astsubayın gözünün içine doğru kaldırdı bakışlarını ve “Ben senin askerin değilim, siyasi tutukluyum” dedi. Astsubay daha cümlesini bitirmeden vurmaya başladı Elmacı’ya. Askerler de aynı şekilde ortalarına alıp meydan dayağı çektiler. Bir anda havalandırma askerlerle doldu ve bizim kıpırdamamaza dahi fırsat vermedin Elmacı’nın üzerinde tepindiler dakikalarca. 

Bu dayağın ardından revire götürülen Elmacı’ya 15 gün daha rapor verildi. Ağır bir şekilde dövülen Elmacı günlerce başını kaldıramadı yataktan. 15 günlük rapor bittiğinde havalandırmaya çıkarıldı bizimle birlikte. Biz sıraya girerken o yine havalandırmanın öbür tarafına yürüyüp hiçbir şey olmamış gibi volta atmaya başladı. Askerler bir kez daha üstüne üşüştüler. O sopalar inip kalktıkça slogan atıyordu.

Darbelerden bayıldığında tekrar revire götürdüler. Akşam Elmacı dayağın etkisiyle yatağında inlerken koğuş olarak toplandık ve bir karar aldık. Biz de artık askeri eğitim ve sporu reddedecektik. İki gün sonra eğitimde hiçbirimiz sıraya geçmeyince askerler bu sefer hepimize birden saldırdılar, kalaslarla, coplarla... Hepimiz dayak yedik ama Elmacı’nın payına düşen sopa darbeleri azalmış oldu böylece... 

Bu dayak olayı günlerce her sabah tekrarlanmaya başladı. Biz eğitimi reddettikçe koğuşça dayak yememiz devam etti ancak bizim direnişimiz diğer siyasi koğuşlara da sıçramıştı. Sabahları cezaevi artık askerlerin küfürler eşliğinde sopa darbeleri ve slogan sesleri ile inler olmuştu. 

Aradan kaç gün geçti bilmiyorum yine sabah dayağımızı yediğimiz günün akşamı hoparlörden bir anons geçtiler; “Cezaevinde artık askeri eğitim kaldırıldı” diye. O gece çocuklar gibi sevinçliydik. Direnişimiz başarılı olmuştu! Gece geç saatlere kadar kutladık bunu. 

Ertesi sabah tam kalk saatinde koğuşun ışıklarının yanması ile yataktan fırladık. Elmacı, koğuş kapısının önünde, gülerek ama kararlı bir sesle, “Günaydın arkadaşlar. Haydi herkes eğitime...” diye dikiliyordu!

Askeri eğitimi reddederek günlerce ölümüne dayak yemeyi göze alan Elmacı, şaşkınlıkla kendisine bakanlara günlük sporun ve siyasi eğitimin devrimciler için özellikle cezaevlerinde çok önemli olduğunu söyledi. İşte tam bu eğitimin en verimli günlerinde tahliyemi aldın avukatım. Nasıl sevineyim bu tahliyeye!”

Reklam

Güldüm müvekkilin anlattıklarına. “Haklıymışsın” dedim. Sigaraları tazeledik. Tipi hızını azaltmışken otobüsümüz hızlanmıştı. Sessizce çocukluk arkadaşım Şeref Aydın’ı yani “Elmacı”yı ve cezaevinde geride bıraktığımız dostlarımızı düşündük. Onların o kahramanca direnişleri içimizi bir kez daha gelecek güzel günlere mutlaka ulaşacağımızın umuduyla doldurmuştu...”

ŞEREF AYDIN

Eğitimci, Yazar ve Çevirmen Şeref Aydın 1951 yılında Amasya’da doğdu. 1970 yılında genç bir öğretmen olarak THKO saflarında devrimci mücadeleye katıldı. Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP) davasından yargılanan Şeref Aydın 5 yıl hapis yattı. 1988 yılı itibariyle TDKP Merkez Komite Üyesi olarak aranır duruma düşen Aydın’ın 1995 yılı sonrası yurt dışındaki zorunlu sürgün hayatı, 24 Eylül 2006’da tedavi gördüğü Almanya’da son buldu.

https://www.evrensel.net/yazi/87233/elmaci

25 Eylül 2020 Cuma

Kömür karası kül sarısı öyküler - 2. bölüm | Çepeçevre Yaşam

 



Sivas'ın Gürün ilçesi Mağara Köyü'nde yaşayanlar, termik santral sonrası göçle ıssızlaşan köylerinde başta kanser olmak üzere türlü hastalıklarla mücadele ediyor.

 25 Eylül 2020 21:42
    Paylaş

Sivas'ın Gürün ilçesinde Kangal Termik Santralinin kül dağlarının dibinde bir köy Mağara köyü. Termik santralle birlikte köy, göçlerle boşalmış. Kalanlar başta kanser olmak üzere türlü hastalıklarla mücadele ediyor. Ektikleri, biçtikleri, toprakları, suları, meraları kömür karası kül sarısı…

Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam'ın Kangal Termik Santral çevresindeki çekimlerinin ikinci ve son bölümünde Gürün Mağara köyü var. (Evrensel WebTV)

https://www.evrensel.net/haber/414958/komur-karasi-kul-sarisi-oykuler-2-bolum-cepecevre-yasam?a=8b3

24 Eylül 2020 Perşembe

Kazdağları direnişçileri, Cengiz Holding'in maden sahasında organik tarım yapacak

 24 Eylül 2020 18:49

Balaban'daki yaşam nöbetinin Bayramiç’e taşınmasına da pandemi gerekçesiyle izin verilmeyince yaşam savunucuları yeni taktik geliştirdi.

Fotoğraf: Evrensel

       Paylaş

Özer AKDEMİR

Kaz Dağı'nda altın madencisi Kanadalı Alamos Gold şirketinin 400 bin ağacı kestiği Kirazlı Balaban’da bir yılı aşkın bir süredir devam eden Su ve Vicdan nöbeti pandemi gerekçesiyle jandarma tarafından tahliye edilirken, nöbetin Bayramiç Halilağa köyü yakınlarındaki Cengiz Holding'in ruhsat alanına taşınmasına da aynı gerekçelerle engel olundu. Yaşam savunucuları maden alanının ortasındaki bir özel mülkte organik tarım yapmayı tartışıyor.

YAŞAM NÖBETİ BAYRAMİÇ’E TAŞINACAKTI

Kirazlı Balaban’daki nöbet alanının jandarma tarafından zorla boşaltılmasının ardından bir toplantı yapan yaşam savunucuları, kamp alanının dağıtılmasının mücadeleyi engellemeyeceği kararını aldılar. Bu arada nöbet alanının Cengiz Holdingin Bayramiç Halilağa ve Hacıbekirler köyleri yakınlarındaki bakır-altın madeni ruhsat alanına taşınması gündeme geldi. Maden ruhsat alanının ortasında kalan 32 dönümlük özel mülk olan bir arazinin yeni nöbet alanı olarak kullanılmasına arazi sahibi tarafından izin verilirken, önceki gün bölgeye giden yaşam savunucuları ise yine jandarma engeli ile karşılaştılar.

BÖLGEDE ÇADIR KURMAYA YASAK GETİRİLDİ

Bayramiç'ten itibaren adım adım takip edildiklerini söyleyen Ekoloji Birliği Eş Sözcüsü ve Kazdağları Doğal Yaşamı Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan, nöbet alanını taşımayı düşündükleri tarlaya giderken jandarmanın önlerini kestiğini aktardı. Doğan, "Bize GBT yapacaklarını söylediler. Bizler de keyfi olarak böyle bir işlemi yapamayacaklarını, Bayramiç'ten bu yana bizi adım adım takip ederek taciz ve terörize etmeye haklarının olmadığını söyledik. Jandarma ise kaçak kazı ihbarı aldığını ileri sürdü. Alana çadır kuramayacağımızı, pandemi gerekçesiyle bunun yasaklandığını söylediler. Biz de yasak kararını istedik, gösteremediler" dedi.


Bir saatin ardından jandarmanın yeniden geldiğini ve İl Hıfzısıhha Kurulu ve Bayramiç Kaymakamlığının yasak kararını kendilerine okuduğunu belirten Doğan, "Okudukları metinde Ayazma dışında bölgede çadır kurmanın yasaklandığı ifade ediliyor. Kararı tarla sahibine tebliğ ederek çadır kurulması durumunda müdahale edeceklerini söylediler. Bizler de buna karşı bulunduğumuz arazinin özel mülk olduğunu belirterek çadır kurma hakkımızın bulunduğunu ve bu karara itiraz edeceğimizi söyledik" dedi.

Reklam

MADEN SAHASININ ORTASINDA ORGANİK TARIM

Jandarmanın bu engellemesinin ardından 20-30 kişinin katılımı ile bir forum gerçekleştirdiklerini aktaran Doğan, "Toplantıda altın madenine karşı mücadele eden bir arkadaşımıza ait olan bu 32 dönümlük arazinin sadece nöbet tutulan bir çadır alanı olarak değil organik tarım, çeşitli ekolojik ve üretime dönük atölyeler vs olarak değerlendirilebileceği, köylülerle üretim ve kooperatifçilik üzerinden yeni bir ilişkinin geliştirilebileceği görüşleri ortaya çıktı. Çadır kurma da dahil her türlü görüşü değerlendireceğiz. Kaz Dağlarında altın madenine karşı her sonuna kadar direnmekte kararlıyız” dedi.

AKP MİLLETVEKİLİ TURAN, BAKIR MADENİNİ SAVUNDU

Öte yandan geçtiğimiz günlerde yapılan Bayramiç AKP İlçe kongresinde konuşan AKP Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Hacıbekirler köyünde köylüler tarafından protesto edilerek yaptırılmayan ÇED Halkı bilgilendirme toplantısını değerlendirdi. Toplantının CHP’li milletvekilleri tarafından sabote edildiğini ve köylülerin bilgi edinilmesinin önüne geçildiğini ileri süren Turan, Cengiz Holdingin bakır altın madenini savunarak şu iddiaları dile getirdi. Maden 2000 kişiye istihdam sağlayacak. Bölgedeki işsizliği bitirecek. Üstelik burada bir gram dahi siyanür kullanılmayacak. Cevher Karabiga'ya taşınarak oradaki limandan gemilere yüklenip aynı şirketin Samsun’daki tesislerinde ayrıştırılacak.

“TURAN GERÇEKLERİ SÖYLEMİYOR”


Bu iddiaları sorduğumuz Süheyla Doğan, Turan’ın doğru söylemediğini belirterek “Maden projesinde bakır flatasyon tesisi, atık havuzu ve zenginleştirme tesisi var. Madeni bakır olarak gösterdikleri için burada kullanacakları kimyasallar da siyanür değil başka kimyasallar. Projede şimdilik gündeme getirmedikleri üçüncü poligon altın madeni ve işletmeye geçtikten kısa bir süre sonra burayı da faaliyete geçireceklerdir” dedi.

BALABAN’DAKİ NÖBETE ŞAFAK BASKINI

Kirazlı Balaban tepesinde bir yılı aşkın bir süredir devam eden yaşam nöbeti geçtiğimiz günlerde daha önce yayınlanan Çanakkale Valiliği'nin pandemi genelgesine dayanılarak 300'e yakın jandarmanın katıldığı şafak baskını ile kaldırılmıştı. Nöbet alanında iki çadırda kalan dört yaşam savunucusu eşyalarını almalarına izin verilmeden, telefon ve iletişim yapmaları engellenerek gözaltına alınmış, kamp alanı jandarma tarafından boşaltılmıştı. Kamp alanında nöbet tutanlar tarafından kullanılan metruk bina kepçe ile yıkılırken alanda bulunan yaşam savunucularına ait eşyalar traktörlere yüklenerek Orman Genel Müdürlüğüne ait bir depoya kaldırıldı. Gözaltına alınan 4 kişi Çanakkale Jandarma Komutanlığındaki işlemlerin ardından serbest bırakılmıştı.

https://www.evrensel.net/haber/414853/kazdaglari-direniscileri-cengiz-holdingin-maden-sahasinda-organik-tarim-yapacak

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...