31 Aralık 2014 Çarşamba

Çimento fabrikaları ormanları kemiriyor



Özer Akdemir

İzmir Bornova’nın dış mahallelerinden Işıkkent’in yaslandığı tepelerde geçtiğimiz haftalarda binlerce ağaç katledildi. Bir zamanlar Manastır bölgesi olarak tanımlanan 1. derece arkeolojik sit alanları, 5-10 kilometre ötedeki çimento fabrikalarına cevher olsun diye kiralandı. İlk iş olarak arazideki binlerce ağacı kesen çimento fabrikası, tel örgülerle çevirdiği alanı maden sahası ilan etti. İzmir’in ortasında kalan çimento fabrikaları ise, kentin akciğerlerini kemirmeye devam ediyor.

Buca ile Bornova arasındaki alanda bulunan levhalarda, bölgenin Çimentaş çimento Fabrikasına 24-25 yıllığına kiralandığı yazıyor. Maden ve yol amaçlı kiralandığı belirtilen alanların toplamı yaklaşık 190 dönüm ediyor. Toplu konutlara birkaç yüz metre uzaklıktaki alanın bulunduğu tepenin yarısı şimdiden yok olmuş bile.

YÜZBİNLERİN SAĞLIĞI İLE OYNANIYOR

Hisselerinin büyük kısmı İtalyan Cementir Holding’e ait olan Çimentaş Türkiye’deki çimento sektöründe önemli bir paya sahip. Kula yakınlarında tehlikeli atık bertaraf tesisinin de sahibi olan Cementir’in Işıkkent’teki fabrikası her gün binlerce kişinin İzmir’e gelip gittiği yeni otogarın tam karşısında. Çevresinde onlarca mahalle, yüz binlerce insan yaşıyor. Yakınlarında bulunan Işıkkent, Pınarbaşı, Yeşilova, Çamdibi, Altındağ gibi mahallelerde yaşayan halkı yıllardır canından bezdirmiş durumda. Bu bölgede yaşayanlar bazı günler özellikle gece yarısı, fabrikanın tehlikeli ve endüstriyel atık yakmasından kaynaklandığı düşünülen kimyasal madde kokusu nedeniyle pencerelerini dahi açamıyor. Akşam serdikleri çamaşırların üzerinde sabaha kadar toz oluşuyor.

Büyükşehir belediyesinin fabrikanın kent dışına taşınması ve arazisine imar izni verilmesine dair önerileri ise şirket tarafından kabul görmedi. Şirketin yakın çevrede yaratığı tahribatın bir nebze olsun giderilmesine dönük rehabilitasyon projeleri de kaplumbağa hızıyla ilerliyor.

İZMİR’DE ORMAN KATLİAMI YAPTILAR

Öte yandan İzmir’de kent içinde üretim faaliyetini sürdüren bir diğer çimento fabrikası olan Batıçim Buca Kaynaklar ve Bornova Işıkkent yakınlarında yeni kil ocakları açma çabalarını sürüyor. Buca Kaynaklar ile Gökdere Köyü arasında açmak istedikleri kil ocağından yöre halkının kararlı duruşu nedeniyle vazgeçmek zorunda kalan şirket, Işıkkent’te ise istediğini almış durumda. Işıkkent Egemenlik Mahallesi’nin Manastır bölgesi olarak adlandırılan tepelerinde geniş bir alanı kiralayan şirket, geçtiğimiz haftalarda binlerce ağacı kesti. Şirketin çalışmaları ile ilgili kendilerine hiçbir şekilde bilgi verilmediğini belirten Mahalle Muhtarı, Osman Kasap şunları söyledi: ’Gerekli izinleri aldık’ diyerek orman katliamı gerçekleştiriyorlar. 200 dönümlük bir yerde 10 bin ağaç rahat kesilmiştir. Onlar için vatandaşın sağlığı, erozyon tehlikesi önemli değil. Para kazanmak önemli.”

GEMİ KAYASI MANASTIRININ İZİ KALMADI

Bölgenin 1. derece arkeolojik SİT alanı olduğunu ileri süren coğrafyacı Servet Ali Çınar şunları söyledi; “Burası İyon efsanelerinde Olimpos Lembos dağı diye geçer. Üzerinde çok sayıda kültürel varlığın bulunduğu biliniyor. Burası 1. derece tarihi ve doğal sit alanı, ancak usulsüz bir şekilde Orman Bakanlığı’ndan alınan ruhsatla burada bulunan Gemi Kayası Manastırı talan edilmiş durumda. Şu anda manastırın izi dahi yok. BATIÇİM’in müdürü ‘Biz çevreciyiz ağaç kesmedik’ açıklaması yapıyor. O zaman bu ağaçları kim kesti?”
Eklenme Tarihi: 31 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/101037/cimento-fabrikalari-ormanlari-kemiriyor


30 Aralık 2014 Salı

Yalan işe yarıyorsa madenciler ne yapsın!



Özer Akdemir

Altın madencileri Kaz Dağlarındaki maden karşıtı direnişi karalamak için 14 yıl önceki bir yazıya ve yalana sarıldı. Oktay Ekşi’nin 18 Ekim 2000 tarihli “Bu hokkabazlık artık bitsin” başlıklı yazısının bazı bölümleri geçtiğimiz hafta Çanakkale’de yerel gazetelere ilan olarak verildi. Sermaye her dönem çıkarlarını savunup karşısındakileri karalayacak yazılar yazan kalemler bulmakta hiç zorlanmıyor. Bu bazen bir yerel gazeteci oluyor bazen ülkenin en büyük gazetesinin başyazarı...

Bergama köylü hareketinin siyanürlü altın karşıtı direnişlerini karalamak için o dönemin burjuva medyası epey bir mesai harcamıştı. Ülkedeki demokratik hareketin diplerde olduğu bir dönemde, hem yaşamı, hem demokrasiyi savunmak, işçi ve memur eylemlerine güç vermek, barışı yüceltmek Bergama köylülerinin sloganlarında kendine yer buluyordu. İşçi memurların hak arama eylemlerine destek verirlerken, topraklarını talana gelen Eurogold’u ‘68 kuşağı devrimci gençliğinin denize döktüğü Amerikan 6. Filosu’na benzetiyor, “Altıncı filo defol” diyordu. Irak’a emperyalist müdahaleye “savaştan utanıyık” pankartıyla tepki veriyordu.

İLK ‘KUMPAS’ BERGAMA KÖYLÜLERİNE

Bergama köylülerinin hem altın madenciliğinin önünü tıkayan hem de ülkedeki demokrasi mücadelesine önemli bir müttefik olarak eklemlenen hareketine işte tam bu noktada devlet-şirket iş birliğinin müdahalesi geldi. Bergama köylüleri, bu sefer de hareketin ardında ‘dış güçler-Alman Vakıfları var’ iftirası ile karşı karşıyaydılar. Yalnız bu seferki iftira öyle geçmiştekiler gibi ‘acemi’, ‘tutarsız’, ‘tabansız’, hesapsız, kitapsız değildi. Her devrin gerçek hükümeti olarak gösterilen MGK’de planlanmış, hesaplanmış ve uygulamaya geçirilmişti. Günümüzde “psikolojik harp” olarak tanımlanan bir oyun ortaya konulmuş, düzenin bekçileri medya ortamı hazırlamış, asker yargı kararı ile kapalı altın madenine giderek mesajını vermiş, bu iftiranın dayanağı bir kitap ‘yazdırılıp-dağıtılmış’ ve son olarak da oyunun yargı boyutu unutulmamış Bergama Köylü Hareketinin önde gelen isimlerine ve Alman Vakıfları yöneticilerine DGM’de dava açılmıştı. Günümüzde hem ulusalcı, hem Cemaatçi, hem AKP tarafından birbirlerine mal edilerek sıkça yakınılan ‘kumpas’ ilk Bergama köylülerini hedef almıştı.

‘HOKKABAZ’ SAHNEDE

Kumpasın başarıya ulaşmasındaki en önemli etkenlerden birisi de basın ayağı oldu. Devrin ünlü kalemşorları altın madencilerinin sesi gibi çalışıp, hem köylü hareketine, hem diğer çevre mücadelelerine demediklerini bırakmadılar. Bu yazılardan birisi de Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi’nin 18 Ekim 2000 tarihli yazısıydı. “Bu hokkabazlık artık bitsin” başlıklı yazı da altın madenine karşı mücadele edenler çevreci görüntüsü altında arkalarında Almanya’nın olduğu ‘hokkabazlar’dı. Günümüzde Çanakkale’de Altın Madencileri Derneğinin 2000 yılındaki bu yazıyı gazetelere ilan olarak vermesinde şaşırtıcı bir yan yok aslında. Hablemitoğlu’nun kitabının ve 18 Aralık 2002’deki suikastının etkisiyle tam anlamıyla başarıya ulaşan çamur, aradan geçen yıllara rağmen hâlâ işe yarıyorsa altın madencileri ne yapsın?! Hâlâ bu yalanı tüm belgeleriyle ortaya çıkaran Evrensel Basım Yayından 2011 yılında çıkan “Kuyudaki Taş/ Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği”* kitabı, Hablemitoğlu’nun kitabının 100 binde biri kadar bile halka ulaştırılmamışsa, aynı yalan temcit pilavı gibi söylenip duracaktır elbet.

YALAN ANADOLU’YU GEZİYOR

Yalanı maddi delillerle çürütebilseniz bile gerçeği ona inanan geniş kesimlere ulaştıramazsanız yalan baskın gelmeye devam eder. Hep kullanılır, gerçeği bilmeyen halkı da inandırır. Ülkenin her tarafından devam ediyor bu yalanın etkisi. Altın madencileri Erzincan İliç’te, Ordu Fatsa’da, Kayseri Himmetdede’de, Niğde Ulukışla’da bu yalana sarılıyor. Beşparmak Dağlarında (Latmos), 8 bin 500 yıllık kaya resimlerinin felspat ve kuvars madencileri tarafından tuvalet taşı hammaddesi yapılmasını önlemek için çalışma yürüten EKODOSD Derneğine de aynı yalanla saldırıyor madenciler. “Arkalarında dış güçler, Almanlar var. Necip Hablemitoğlu bunu 12 yıl önce yazmıştı”. Yalan yıllardır Anadolu’yu geziyor, sermaye her zora düştüğünde aynı yalana sarılıyor...

* Kuyudaki Taş/ Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği. Evrensel Basım Yayın. Kasım 2011

Gazetelere verilen ilan Çanakkale Madenciler Derneği Başkanı Nurettin Ahi imzasını taşıyor. Burada:
www.evrensel.net/haber/100958/yalan-ise-yariyorsa-madenciler-ne-yapsin
Eklenme Tarihi: 30 Aralık 2014

28 Aralık 2014 Pazar

2014 doğa için adeta bir eko kırım yılı oldu - Doğanın kara yılı



Özer Akdemir

2014’e girerken bir önceki yıl halkın yaşam alanlarına yönelik sermaye saldırılarının yoğunlaşmasının altı çizilmişti. Siyasi iktidar artık koruma alanı, SİT, milli park, sulak alan, su havzası, orman dinlemeden her yere gözünü dikmişti. Ama sanırım bu kadarını kimse de beklemiyordu...

SUÇ ORTAKLIĞI 

Yeni yıla girilmeden hemen önce ülke gündemini sarsan yolsuzluk ve rüşvet operasyonları yaşam alanlarına yönelik talan girişimleri ve buna karşı mücadeleler üzerinde de etkili oldu. 12 yıllık koalisyon (suç ortaklığı) bozulmuş, bir süre perde gerisinden giden soğuk savaş, açık sıcak çatışmaya dönüşmüştü. Doğanın talanı pazara sürülünce 12 yıl boyunca cemaatin şirketlerine "ne istedilerse veren" AKP, birdenbire "çevrecinin daniskası" kesildi. Cemaate yakın Koza'nın önce Kozak Çukuralan, sonra Gümüşhane, Eskişehir ve Himmetdede altın madenleri daha önce adının bile konuşulmadığı gerekçelerle durduruldu. Yıllardır üretim yapan Kozak Çukuralan'daki madenin çevre izinlerini olmadığı keşfedildi. Kaymaz, Gümüşhane ve üretim için gün sayan Himmettedeye "geçici faaliyet belgesi" verilmedi. İşte tüm bu kapatma, durdurma gerekçeleri aslında yıllardır doğaya, yaşama karşı suç ortaklığı yapıldığının da açık edilmesiydi. "Havuz medyası" da denilen AKP yandaşı medya yaşam savunucularına "bu günleri de görecek miydik" dedirten başlıklar atmaya soyundular. Altın madenlerinin değil ama özellikle Koza'nın altın madenlerinin doğayı nasıl katlettiği, yeraltı zenginliklerimizi nasıl talan ettiği, işçileri sağlıksız koşullarda nasıl çalıştırdığı vs haberler çıktı peş peşe. Öbür yandan cemaatin basını tam tersi ne kadar temiz çalıştıklarını, AKP'nin yaptığı haksızlıkları taşıdı sayfalarına.

DOLUDİZGİN BİR TALAN

AKP-Cemaat çatışmasının Koza şirketine kısmi bir zorluk dışında ülkedeki altın işletmeciliğine olumsuz bir etki yapmadı.
Hala; Erzincan İliç'te Fırat'a 300 metre uzaklıkta açık havada siyanürle altın üretiliyor. Arılar tükendi, küçükbaş hayvancılık can çekişiyor. Madenin ortağı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "bizim Çalık" diyecek kadar yakınları.

Hala; Kanadalı TÜPRAG İzmir Efemçukuru'nda, kente su sağlayan barajların havzasında altın üretimine devam ediyor. Köyün içme suyu kuyuları mühürlendi. Köye tankerlerle su taşınıyor. Yine TÜPRAG'ın bir kolu Kışladağ'da Avrupanın en büyük altın madenini işletiyor. Artık eskiden duyulan kuzu ölümleri, sakat doğumlar, siyanür zehirlenmeleri haberleri bile sızdırılmıyor dışarıya.

Kazdağlarında kapıdan kovulan altıncılar bacadan girmenin yolunu arıyorlar. Karadağdan Eczacıbaşının kovulmasının sevinci yaşanmadan, hemen öbür tarafta bu sefer Koza'nın altın madeni için izin aldığı ortaya çıkıyor. Ağı Dağında, Lapseki Kocabaşlarda, Kirazlı'da, Kızılelmada, Muratlarda ve daha birçok yerde altın madencileri iptal edilen ÇED izinlerini yenilemek için kolları sıvadılar. Kazdağlarının kuzey yamaçlarındaki ovalar ve kıyılar ise termik santraller tarafından parsellenmiş durumda. Yeni çevre planı Çanakkale'nin ve Kazdağlarının adeta idam fermanı gibi.

"ACELE"LERİ VAR

Ne 83 yaşındaki Remziye Saatli, ne de Urla Ovacık Köylüleri birgün "temiz" denilen bir enerji türünün kabusları olacağını başlarına gelmeden bilemezlerdi. Tıpkı Karaburun Yayla Köylüleri, Hatay Samandağlılar, Çine Madran İbrahim kavağı Köylüleri gibi. Rüzgar Enerji Santralleri (RES) için ormanlar, zeytinlikler, meralar bir gecede acele olarak kamulaştırılıp şirketlere tahsil ediliyordu. Aslında daha önceleri Uşak Eşmelilerin, Efemçukurluların, Karadenizdeki yaylaların, derelerin başına gelenler geliyordu "temiz enerji mağdurları"nın başına da. Acele kamulaştırma kararları 2014 yılına damgasını vuran, sermayenin talanını kolaylaştırmak için AKP'nin bulduğu bir yasal boşluk olarak gündemde kaldı hep. Yüzlerce proje için Bakanlar Kurulu şirketler lehine acele kamulaştırma kararları aldı. Resmi gazete bir acele kamulaştırmaları ilan gazetesi haline geldi. Sistemin doğasına, ihtiyaçlarına o kadar uygundu ki. Hem, hiç uzun uğraşlara, çabalara gerek kalmadan halkın elindeki ne varsa alınıp yandaş şirketlere verilebiliyordu, hem de mülksüzleşen, topraksız bırakılan, tarımdan koparılan halk işçileşerek ucuz iş gücü pazarına sürülüyordu. Ucuz işgücü, ucuz iş güvenliği, bir zaman tarlada tütün, pamuk, zeytin üreten, buğday biçen rençberi Soma'da olduğu gibi yeraltına maden işçisi olarak sokuyor, sonra "fıtrat"la açıklanan bir "kaza" ile mezara gönderiyordu. "Temiz enerji" Yayla köylü Mustafa Şenbahar'ın deyimiyle "pisleşmişti". Hem doğada yarattığı tahribatla pisleşmişti, hem insanların yaşam alanlarını elinden alıp sömürüye muhtaç ettiği için...

ENERJİNİN PERDELEDİĞİ

Enerji fazlası olan bir ülke (EMO rakamları üretim 60 bin MW tüketim 39 bin MW), Avrupa'nın enerji ihtiyacı için kendi doğasının kıyımına göz yummayı marifet olarak pazarlıyordu halkına. HES'ler ve son nükleer enerji santrallerine de aynı pencereden bakmakla birlikte bunların başka özgün yönleri de vardı. HES'lerle küresel ısınma gerçeği nedeniyle her geçen gün daha stratejik olan sulara el konulmasının önü açılıyordu. Nükleer santral sevdasında ise nükleer silah üretme kapasitesine sahip olmanın hesapları vardı. Oysa daha nükleer santrali olmadan nükleer atık ve radyasyon kirliliği ile baş edemeyen bir ülke konumundaydı Türkiye. Gaziemir'de ortaya çıkan eski akü fabrikasının bahçesine gömülü nükleer santral yakıt çubuklarının nereden geldiği bile belli değil. Bunların taşınması, bertaraf edilmesi aradan geçen 1 yılı aşkın sürede hala gerçekleşebilmiş değil. Taşınma işi ÇED gereksiz raporu verilerek kamuoyunun gözünden kaçırılmak isteniyor. Öte yandan, Manisa Köprübaşı ve Söke Kisir Köylerinde, 35-40 yıl önce işletilip, hiçbir önlem alınmadan terkedilen uranyum madenlerini yarattığı radyoaktif kirlilik bilimsel verilerle kanıtlanmış durumda. Kisir köyünün adı artık "kanser köy" olarak anılıyor. Köprübaşı Kasar Köyü'ndeki radyoaktif kirlilik 10'u aşkın bilimsel rapora rağmen üzeri örtülerek geçiştirildi.

GÖZDEN ÇIKARILAN KENTLER

Dilovası'nda ağır sanayi kirliliği nedeniyle yaşanan sağlık sorunlarının çok daha büyükleri Aliağa'da yaşanıyor. Sesi, çığlığı duyulmuyor Aliağa'nın. Petro kimya tesisleri, demir çelik fabrikaları, gemi söküm, gübre sanayi, haddehanelerle adeta gözden çıkarılmış bir bölge gibi, şimdi de 7 tane termik santral kurulması ile gündemde. Tıpkı Hatay Erzin, tıpkı Amasra, tıpkı ülkenin dört bir yanındaki yerler gibi...

BİR TARİH YOKEDİLİYOR

2013, 1800 yıllık antik sağlık yurdu Allianoiyi ve 2000 yıllık Roma Köprüsü İncekemer'i baraj sularına gömen bir yıl olmuştu. 2014 Kyme'nin, Arisbe'nin, Parion'un, Priapos'un adım adım yok oluşa sürüklenmesinin yılı olarak tarihe geçti. Şu anda baraj sularına terk edilmek için hummalı bir cenaze töreni hazırlığı süren Hasankeyf gibi, Peri suyunun önündeki Pembelik Barajı suları altında kalan Alevi inancının kutsalı Gole Hızır mekanı gibi. "Şeyh Harakani'nin mezarını gölgeliyor" diye "insanlık anıtı"nı ucube ilan edip yıktıranların tek kutsalının para, yeşilin dolar rengi olması şaşırtıcı değildi elbet. Öyle ki bütün kutsal metinlerde "ölmez ağaç" olarak geçen, Kur'an da tanrının üzerine yemin ettiği iki meyveden birisi olan zeytin için eko kırım yılına dönüştü bu iki yüzlülük.

HEM CAN HEM AĞAÇ ACISI


Emek ve doğa, hem de aynı topraklarda ardı ardına katledildi. 301 işçinin diri diri gömüldüğü Soma madenlerinin üstünde, ellerinde kalan tek geçimlik tarım alanını, zeytin bahçelerini korumaya çalışan Yırca Köylüleri, Kolin şirketinin özel güvenlik elemanlarınca dövüldü. 6 bin zeytin birkaç saat içinde üzerindeki zeytinlerle kesildi. İsrailin işgal ettiği Filistin de kameralar önünde gerçekleştirdiği zeytin kıyımının aynısı Soma'da yaşandı. İşgal, acele kamulaştırma kararıyla geliyordu bu sefer. 6 bin zeytinin katledildiği gün mahkemece durduruldu termik santral projesi! Zeytinleri kesilen Yırcalılar, 301 işçisini toprağa verdikleri gün Başbakanın danışmanından tekme yiyen Soma'lılar, 83 yaşındaki Remziye teyze, 6 direk için 1000 ağacın katline karşı hızarın önüne çıkan Ovacık Köylüleri 2014 yılını hem can hem ağaç acısı çekerek gönderiyorlar. Bütün bu yaşadıklarından öğrendiklerini Yırcalı Ayşe Ürüncü şöyle anlatıyordu; "Bu düzen bozuk, değişmeli. Biz değiştireceğiz. Düzgün düzen getireceğiz"...

DİRENİŞ BAYRAĞI ELDEN ELE

2014 doğa için büyük bir eko kırım yılı idi. Yaşam alanlarına göz dikilen halk için ise biraz daha uyanma, biraz daha direnme, biraz daha acı çekme ve anlama yılı oldu denebilir. Kapitalizm kara bir yıl yaşattı doğaya, kültürel mirasa, canlı yaşamına.

Buna karşı Gerzeliler Anadolu'nun dört bir yanında süren yaşam alanlarını koruma mücadelesinin nasıl olacağının yolunu gösterdiler. Aylarca dişe diş süren yaşam nöbeti ülkenin dördüncü büyük sermaye grubunu yenilgiye uğrattı. Şimdi, vahşi madenciliğe, termik santrallere, RES ve HES'lere karşı aynı yaşam nöbetini tutan Artvinlilerin, Fatsa-Ünyelilerin, Amasralıların, Turgutlu Çaldağı mücadelesinin ve Kazdağları köylülerinin ellerinde Bergama Köylülerinin tutuşturduğu direniş bayrağı. Emeğin ve doğanın özgürleştiği güne kadar elden ele...
Eklenme Tarihi: 28 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/100813/doganin-kara-yili

 —

26 Aralık 2014 Cuma

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Kaynaklar çimento isyanı

http://www.youtube.com/watch?v=TMALEM1xats&feature=youtu.be



İzmir'in akciğerlerine çimento dolduruluyor. kentin çevresindeki ormanlık alanlar çimento fabrikalarına cevher sağlanabilmesi için birer birer yok ediliyor. Buca Kaynaklar iye Gökdere köyleri arasında Batıçim tarafından açılmak istenen kil ocağına karşı halk yaşam alanlarını korumakta kararlı. 
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam 
26 Aralık Cuma akşam saat: 20.00'de Hayat Tv.de

25 Aralık 2014 Perşembe

Vurun zeytin ağacına!



Özer Akdemir

Aliağa Çaltıdere mahallesi Pınarcık mevkiinde 1. derece doğal ve arkeolojik sit alanı üzerinde bulunan zeytinlerin sökümü tepki üzerine ertelendi. Aliağa Belediye ekipleri tarafından sökülen üç zeytin ağacı köylüler tarafından yeniden dikildi.

Çaltılıdere doğumlu Şenol Yoldaş’ın babasından kalan 60 yıldır kullandıkları arazi 1989 yılında Myrina antik kentinin sınırları içinde kaldığı için arkeolojik sit alanı ilan edildi. Yoldaş, sit kararından önce ve sonra birçok yazlık tipi konutun yapıldığı bölgedeki arazisine 1997 yılında zeytin ağacı dikti. Anıtlar Yüksek Kurulu geçtiğimiz yıllarda yöredeki konut ve tarla-bahçe sahiplere karşı sit kanununa muhalefet suçundan dava açıp, alandaki yapıların yıkılmasını istedi. Sit kararı tarihinden önceki yapı sahipleri bu davalardan beraat ederken, bu tarihten sonra yapılan evler ve Yoldaş’ın zeytinliğinin yıkımı kararı çıktı. İtiraz edilen karar hala temyiz aşamasının sonuçlanmasını bekliyor.

‘NEDEN ZEYTİNDEN BAŞLIYORLAR?’

Aliağa Belediyesi Anıtlar Kurulu’ndan kendisine gelen yazının ardından sit alanı üzerindeki yıkım ve söküm işlemlerini öncelikle Şenol Yoldaş’ın zeytinliğinden başlamış. 13-14 yıllık zeytinlerinin sökümüne tepki gösteren Yoldaş ise ağaçların antik kente bir zararı olmayacağı görüşünde. İlçe Tarım Müdürlüğünden zeytinlerin sökümü için herhangi bir izin almayan Aliağa belediyesi ekiplerine direnen ve üç ağacın sökümü sonrası işlemi durdurtan Yoldaş ve köylüler, sökülen ağaçları da budayarak geri dikti.
Yoldaş, “Bu zeytinlerin antik kente ne zararı varmış. Varsa ellerimizle sökelim. Neden zeytin ağaçlarından başlıyorlar. Neden çevresindeki onca yapı varken ağaçları söküyorlar” diye konuştu.
Eklenme Tarihi: 25 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/100579/vurun-zeytin-agacina

20 Aralık 2014 Cumartesi

ÇED davaları için yol gösterici karar

Niğde Ulukışla’daki altın madeni için verilen ÇED olumlu raporu iptal edildi. Danıştay, şirket tarafından hazırlanan çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporunun yetersiz olduğunu belirterek, raporda yer alan bilgileri de ‘şüpheli’ buldu.
Özer AKDEMİR
İzmir
Danıştay, Niğde Ulukışla yakınlarındaki altın, gümüş madenine verilen “ÇED olumlu” raporu kararını bozdu. Hukukçular, Danıştayın bozma kararının Bergama’dan sonra ilk kez bir altın madeni ile ilgili açılan dava da dosyanın esasına girilerek karar verildiğini bunun çok önemli bir gelişme olduğunu söylüyorlar.
TMMOB’ye bağlı bazı odaların Gümüştaş şirketinin işletmek istediği altın, gümüş, çinko ve kurşun madeni için verilen “ÇED olumlu” kararına karşı açtığı davayı, Aksaray İdare Mahkemesi reddetmişti. Bu karara yapılan itiraz sonucu dosyayı inceleyen Danıştay 14. Daire, yerel mahkemenin verdiği bu kararı bozdu.
Mahkeme, şirket tarafından hazırlanan ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından olur verilen ÇED raporunun yetersiz olduğunu, raporun uzman kişilerin katkısı alınmadan hazırlandığını, bölgede arazi çalışması değil literatür çalışması yapıldığını ifade ederek, yeni bir bilirkişi incelemesine bile gerek duymadan doğrudan “ÇED olumlu” kararı iptali yönünde karar verdi.

DİĞER DAVALARA YOL GÖSTERİCİ NİTELİKTE
Avukat Mehmet Horuş, mahkemenin verdiği bozma kararının, diğerlerinden farklı olduğunu söyleyerek, Danıştayın ÇED raporları ile ilgili içtihat niteliğinde kriterler koyduğunu söyledi. Horuş, “Özellikle flora, fauna ve yer altı sularına ilişkin vurgular diğer ÇED davalarına da yol gösterici nitelikte” dedi. Bu davada bilirkişi raporunun aleyhlerine geldiğini aktaran Horuş, “Bilirkişi keşfinde mahkeme heyeti bizi beklemeden keşif alanına geçmişti. Keşif zaten usulsüz yapılmıştı. Bergama’daki siyanürlü altın madeninin ilk ÇED davasından bu yana, ilk defa aleyhimize bilirkişi raporuna rağmen Danıştaydan teknik gerekçeyle bozma kararı geldi. Mahkemenin ÇED’ler konusunda bir standart oluşturmaya çalıştığını düşünüyorum” dedi.

BERGAMA’DAN SONRA İLK DEFA
Ulukışla altın madenine köylüler, ekoloji örgütleri ve bazı odalar adına açılan diğer bir davanın hukukçusu Fevzi Özlüer de, bölgedeki yer altı sularındaki arsenik oranının fazlalığının Danıştayın kararında etkili olduğunu belirterek, önemli bir su şirketinin bu nedenle sessiz sedasız bölgeden çekildiğini kaydetti.
Maden alanının tarım arazisi olmasına rağmen, geçtiğimiz ay alanda yeni bir atık depolama izninin verildiğini belirten Özlüer, “Buna karşı da bu hafta dava açıyoruz. Köylüleri şimdi bekleyen bir tehlike de bu alanda turizm adı altında köylülerin meralarının satışına başlanacak olması” dedi. Özlüer Danıştay kararını, “Bergama’dan sonra ilk kez bir altın dosyasında esasa girerek böyle bir iptal kararı görüyorum” sözleriyle değerlendirdi.
DANIŞTAY ÇED RAPORUNU ‘ŞÜPHELİ’ BULDU
Danıştay’ın bozma kararında ÇED raporunun ayrıntılı bir şekilde incelendiği görülüyor. Maden alanındaki flora ve fauna bilgileri ile ilgili araştırmanın yetersiz olduğunu, sadece literatür araştırmalarıyla tespit edildiğini ortaya çıkaran Danıştay, arazi çalışmalarının da yeterliliği konusunda kendilerinde şüphe uyandığını dile getiriyor. Arazide tespit edilen türlerle ilgili dosyaya konan görsel sayısının 6 ile sınırlı kalmasının arazi çalışmasındaki yetersizlikle ilgili şüphelerini desteklediğini belirten Danıştay, çalışmaların literatür taraması yerine arazi tespitleriyle yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Danıştay, raporun yeterli sayıda uzman personelin bilgi ve katkısını içermediği, yer altı suları hakkında yeterli incelemenin yapılmadığı...” gibi gerekçelerle “ÇED olumlu” kararının hukuka uygun olmadığına hükmetti.

 Eklenme Tarihi: 20 Aralık 2014

19 Aralık 2014 Cuma

Hablemitoğlu'nun eşi: Çözmüyorlar bari dillerine dolamasınlar



Özer Akdemir

Dün, 2002 yılında evinin önünde faili meçhul cinayete kurban giden Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülüşünün 12. yıl dönümüydü. 12 yıldır, hemen her sene birkaç kez gündeme getirilen suikast haberleriyle yarası yeniden tazelenen eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu “Çözmek istemiyorlarsa bari öyle dursun. Ama dillerine dolamasınlar artık” diyor. Şengül Hablemitoğlu, bugünlerde Cemaate yönelik operasyonlar sürecinde tekrar gündeme getirilen suikastla ilgili “Canı evlerinin kapısı önünde alınanlara bile ayrı ayrı ve beraber çamur/iftira attınız” diyerek, hem AKP hem de Cemaate yönelik öfkesini de gizlemiyor.

12 YILDIR ÇÖZÜLMÜYOR
Hablemitoğlu’nun öldürülüş yıl dönümüne denk gelen günlerde başlayan Cemaat operasyonları ile ilgili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Eğitimden, hizmetten, himmetten bahseden yapının birtakım kirli cinayetlere, burası çok önemli, faili meçhul cinayetlere dahi bulaştığını işte lerde görüyoruz” dedi. Akıllara hemen yine Hablemitoğlu suikastının gelmesi normaldi, çünkü suikast AKP Hükümetinin iş başına gelişinden 2 ay sonra işlenmiş, bugüne kadar da faili meçhul kalmıştı.

Hablemitoğlu’nun öldürülmeden önce üzerinde çalıştığı iki konu vardı; birisi Alman Vakıflarının Bergama’daki altın madenine karşı mücadelenin ardındaki güç olduğunu ileri süren kitabı, diğeri Fethullah Gülen’e ve Cemaatine yönelik iddiaları. Her iki iddia da o zamanlar DGM tarafından dava konusu edilmişti. Her iki iddianamenin savcısı da Nuh Mete Yüksel’di. Zamanın ünlü savcısı daha sonraki yazdığı “Nuh’un Gemisi” adlı kitapta Gülen Cemaatinin bir seks kaseti komplosu sonucu görevinden alındığını ve dosyanın da kapatıldığını ileri sürdü.

KUYUDAKİ TAŞ
Hablemitoğlu ile “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabı hakkında konuşmak için öldürülmeden bir süre önce telefonla konuşmuş, ancak yüz yüze görüşmeye fırsat bulamamıştım. Suikastten yıllar sonra 2011 yılında Evrensel Basım Yayın’da çıkan “Kuyudaki Taş, Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” adlı kitapta, Hablemitoğlu’nun kitabındaki tezlerin kaynağının sahte bilgi, belge ve kişilere dayandığını belgeleri ile ortaya koymuştum. Kitapta ayrıca Hablemitoğlu’yu ölüme götüren süreçle bu kitap ve diğer bağlantıları arasındaki iz de sürülmüştü. Sonuçta suikastın uluslararası uzantıları olan derin devlet, bunlarla bağlantılı Cemaat ve altın madencileri iş birliğinde tezgahlandığı tezini ortaya atmıştım.

O GÜNLER GELDİ Mİ?
Aradan yıllar geçtikten sonra konu her gündeme geldiğinde bu tezi tekrar hatırlattık. AKP’nin bu suikastı çözmek istemediği, çünkü çözülünce kendi sorumluluğunun da ortaya çıkacağına vurgu yapıyorduk. Hatta en son 11 Ağustos 2014 tarihinde Evrensel’de çıkan “Hablemitoğlu dosyası neden gündeme geldi?” başlıklı yazıda AKP ile Gülen Cemaati arasında bir süredir devam eden gerginliğin bu suikastın çözümüne yol açıp açamayacağını tartışarak, “Bu çözüm için belki de en elverişli ortamdan, siyasi atmosferden geçiliyor. Ama sorun şu; AKP suikasttaki suç ortaklığı algısını nasıl yok edecek?” demiştik. Sanırım o günlere biraz daha yaklaştık. Her an, bir süredir havuz medyasının “Raftan tekrar indirildi” diye yazdığı Hablemitoğlu suikastı ile ilgili bir açıklama gelebileceğini düşünüyorum.

SUİKAST NEDEN ÇÖZÜLMÜYOR?
Dün Hablemitoğlu’nun öldürülüşünün 12. yıl dönümüydü. Ailesi ve sevenleri bir kez daha Ankara’daki mezarının başında buluştu. Hablemitoğlu suikastının çözümü ve arkasındaki güçlerin teşhiri Türkiye’de iç içe geçmiş derin devlet, Cemaat ilişkileri ve ardındaki dış güçler sarmalına bir ışık tutacaktır elbet. Ancak, eğer daha derinlere inilebilirse özellikle altın işletmeciliği lobisinin ve onunla birlikte hareket eden taşeron yerli sermaye odaklarının da bu suikastın altında kalacağına inanıyorum. Bu yüzden tüm bu saydıklarımın ardından, tam da bu sermaye odakları ve derin güçlerle içli dışlı ilişkiler içerisine giren bu iktidarın suikastı tam olarak aydınlatabileceğine hiç ama hiç inancım olmadığını da belirtmeliyim.

‘BENİ DE ALMANLARIN YANINDA GÖSTERDİLER’
Necip Hablemitoğlu’nun eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu suikastın çözümü konusunda dün olduğu gibi bugün de iyimser değil. Telefonla görüştüğümüz Şengül Hablemitoğlu, suikastla ilgili somut bir biçimde müdahil olmalarını sağlayacak bir gelişme ortaya çıkmadığını söyledi. Şengül Hablemitoğlu, Gezi eylemlerini desteklediği için iktidar tarafından kendisinin de Gezi ile Almanya arasında bağ kurulup, Almanların yanında gibi gösterilmek istendiğini söyledi. Hablemitoğlu, suikastla ilgili de “Ortada bir cinayet var, o konu konuşulmuyor, başka şey konuşuluyor. Ben buna üzülüyorum” dedi. Başbakan Erdoğan’ın 2004 yılında söylediği “Bu ülkede Hablemitoğlu suikastı örtbas edildi” sözlerine atıfta bulunan Hablemitoğlu, “O tarihten beri diyorum ki; bunu neye dayanarak söyledi Erdoğan. Bu tabii hiçbir zaman yanıtlanmadı.” Hablemitoğlu, suikastın yargı aşaması ile ilgili şu ana kadar kendilerine ve avukatlarına somut hiçbir bilgi, belge ulaştırılmadığını aktararak, “Çözmek istemiyorlarsa bari öyle dursun ama hani böyle diline de dolamasın kimse” diyor.
Eklenme Tarihi: 19 Aralık 2014 
www.evrensel.net/haber/100131/hablemitoglunun-esi-cozmuyorlar-bari-dillerine-dolamasinlar

ÇEPEÇEVRE YAŞAM: PERİ SUYU ÖZGÜR AKSIN



Dersim Elazığ arasındaki Peri suyu üzerinde yapılan Pembelik Barajı mahkeme kararlarına rağmen su tutmaya devam ediyor. Köylülerin yaşam alanlarını, kutsal saydıkları mekanları yok eden bu barajla ilgili tepkiler ve İspir'deki bir HES inşaatı sırasında yaşanan balık katliamı görüntüleri ÇEPEÇEVRE YAŞAM'da.

Çepeçevre Yaşam, Kemal Özer'in çekimleri ve Özer Akdemir'in sunumuyla bu akşam (19.12.2014) saat 20:00'de Hayat Televizyonu'nda...

Program tanıtım videosu:
http://www.youtube.com/watch?v=tIA7oJ5VxX4


17 Aralık 2014 Çarşamba

Kapıdan kovuluyor bacadan giriyorlar



Altın madencileri Kaz Dağı'ndan vazgeçmiyor. Geçtiğimiz yıl ÇED raporları mahkeme tarafından reddedilen şirketler, bu mahkeme kararını aşabilmek için şimdi yeni ÇED süreçleri başlatıyor. Oysa mahkemenin bu altın madencisi şirketlerin Kaz Dağı'na üşüşmesine dur diyen kararının ana gerekçesi olan “toplam etki” orta yerde duruyor.

Özer Akdemir

Karadağ köylülerinin direnişi ve mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı sonrası apar topar araziyi terk eden Esen Eczacıbaşı Şirketi’nin gidişi Kaz Dağlarını sevindirirken, diğer altın madencisi şirketler boş durmadı. Bunlardan birisi geçtiğimiz aylarda sermayesi el değiştiren, Lapseki Şahinli’de altın işletmeciliği yapmak isteyen Batı Anadolu Madencilik şirketi. İlk başvuru ÇED Raporu Çanakkale İdare Mahkemesi tarafından reddedilen şirket şimdi yeni bir ÇED süreci başlatmak istiyor. ÇED sürecine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan “olur” çıkarken, ÇED Halkın Katılımı toplantısının 24 Aralık Salı günü yapılacak.

MEYVECİLİK TEHDİT ALTINDA

Madencilik açık ocakta patlatmalarla yapılacak. Şirket, işletme ömrü 8 yıl olan madende yılda 1.200.000 ton cevher işleyerek 9.200.000 ton pasa oluşturacak. Bu büyüklükte bir pasa dağının bölgenin ekolojik yapısına, endemik bitki ve hayvan varlığına zararı olmaması olanaksız. Nitekim “gerekli önlemlerin alınması” koşuluyla altın madenciliğine yeşil ışık yakan bilirkişi raporunda bile madenciliğin ekolojik açıdan yöreye zarar vereceğinin altı çiziliyor. Yine Çanakkale’nin en önemli meyvecilik üretimi yapılan yeri olan bölgede bu üretimin madencilikten olumsuz etkileneceği de en önemli endişelerden birisi. Neredeyse tamamı ormanlık olan alanda madencilik sırasında kaç ağaç kesileceği de belirsiz.

Maden işletmelerinin 2.3 kilometre kuzeydoğusunda içme ve kullanma suyu amaçlı kullanılan Bayramdere Barajı bulunuyor. Ayrıca Bayramdere Barajının su toplama havzası ruhsat sahasının küçük bir kısmı içinde yer alıyor. Yine proje alanına 7 kilometre uzakta Umurbey barajı bulunuyor.

TOPLAM ETKİ HALA HESAPLANMADI

Şirketin iptal edilen ÇED raporunda olduğu gibi bu yeni ÇED başvuru dosyasında da faaliyet alanı olarak gösterdiği 359 hektarlık alan konusu da tartışmalı. İlk ÇED raporunda 34.20 hektar olarak gösterilen proje sahası ile ilgili alınan ruhsatın büyüklüğünün ise çok daha fazla (3.532.01 hektar) olduğu mahkemenin yürütmeyi durdurma kararında belirtilmişti. Mahkeme, “ruhsat alanınız çok daha geniş. İlerde bu alanlarda madencilik yapmayacağınız ne malum” demişti kararında. Öte yandan mahkemenin yürütmeyi durdurma kararının esas dayandırıldığı nokta ise, Kaz Dağları bölgesinde birçok altın işletmesi için tek tek verilen ÇED olumlu kararlarına karşın, bütün bu işletmelerin ortak etkisinin değerlendirilmemesi idi. Yani her maden bölgedeki tek işletmeymiş gibi sunulmuş, etkileri de sadece kendi etkisi olarak hesaplanmıştı. Oysa bölgede benzer onlarca maden işletme için çalışmalar yapılırken bu madenlerin kümülatif (toplam) etkisinin belirlenmesi yöredeki canlı yaşamı, tarım, hayvancılık ve doğal-kültürel varlıklar açısından yaşamsal önem taşımaktaydı. Mahkemenin bu gerekçeye dayanarak yürütmeyi durdurma kararı ve sonrasında iptal kararı verdiği ÇED Raporlarının, yeni bir süreçle tekrar gündeme getirilmesi ister istemez “mahkeme kararının ana gerekçesi ortadan kalktı mı ki?” sorularına neden oluyor.
Eklenme Tarihi: 17 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/99986/kapidan-kovuluyor-bacadan-giriyorlar


14 Aralık 2014 Pazar

Ovacıklar yanarken


Zeytin tarlalarının, mantarlarının, sarı kantaron ve yaban çileklerinin yetiştiği 100 yıllık ormanlarının 6 tane rüzgar santrali için kesileceğinin söylenmesi üzerine ayağa kalkmıştı köylü
Özer AKDEMİR
Urla Ovacık Köyünde Rüzgar Santrali için binin üzerinde ağaç kesilecek” haberini duyduğumda ilk aklıma gelen şey “yine Ovacık” oldu. Bergama Köylü hareketinin siyanürlü altın madeni karşısındaki mücadelesinden bu yana ülkedeki bu türden çevre sorunları ve çevreci halk direnişlerini izlemeye çalışan bir gazeteci olarak, bu sorunların tam ortasında yer alan o kadar çok Ovacık adlı yer karşıma çıktı ki, şaşırmamak elde değil.
BERGAMA OVACIK
İlk Ovacık, çevre direnişlerinin büyük bir sıçrama yaptığı Bergama’da karşımıza çıktı. Bugün de madene adını veren Ovacık Köyünün sırtını yasladığı tepede kuruldu altın işletmesi. Madenin açık ocağı, siyanür tankı ve atık barajı köye o kadar yakındı ki, şirket köyün yarısını ovada yaptığı dubleks evlere taşımak zorunda kaldı. Köylüler uzun süre “gavur evleri” dediği bu evlere girmedi. Hala da, madendeki tozu toprağı, gürültü patırtıyı, siyanür tehlikesini göz önüne alarak girmeyenler var. Mücadelenin önder kadınlarından Şahsinem Dikmenoğlu teyze gibi. Bergama Ovacık, geçtiğimiz haftalarda işletmeden siyanür barajına atık taşıyan bir borunun patlaması ve miktarı belli olmayan atığın narlıca deresine karışması ile gündeme gelmişti. Bir zamanlar çam ve zeytinlerle kaplı Ovacık Köyü tepesindeki altın madeni açık ocağı şimdilerde üçüncü atık barajı yapılıyor. Aşağıda Çandarlı denizine kadar  uzanan pamuk, tütün, bamya yetişen ovanın ortasında, bugün siyanürlü atık barajları yükseliyor.
HARİTADAN SİLİNEN KÖY
İkinci Ovacık, Uşak Eşme Ulubey arasındaki Kışladağ altın madeninin tam ortasında kalan ve bu nedenle de haritadan silinen Ovacık Köyü’ydü. Kanadalı altın madencisi şirket tarafından tamamı satın alınan köye, daha tam olarak boşalmadan önce Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa ile gitme olanağı bulmuştuk. Daha iki yıl önce yaptığı evinin, kapı ve pencerelerinin sökümünü hüzünlü gözlerle izleyen bir köylü kadın, bize toprak testiden su ikram etmişti. Taş avlusundaki saksılarda sardunyalar, küpeliler, kadife çiçeklerinin dibine bardakta kalan suları döken yaşlı kadın, gizlemeye lüzum görmediği gözyaşları içinde, yurdundan ayrılmanın hüznünü yaşamaya başlamıştı bile. Hüzün, evin duldasına toplanmış koyunların meleyişine bile yansımıştı. Birkaç ay sonra tekrar gittiğimiz köyde tek bir ev kalmıştı. Onu da madenci şirket teknisyenlerinin yemekhane olarak kullanması için bırakmışlardı. Ovacık köyü, birkaç ay içerisinde haritadan silinip gitmişti...
DİRENMENİN DİĞER ADI OVACIK
Sonra, Dersim’deki Munzur Festivaline gittiğimizde bir başka Ovacık’a yolumuz düştü; Dersim Ovacık. Uçaktayken Dersim’e birlikte gittiğimiz o zamanlar EGEÇEP Dönem Sözcülüğünü yapan kimya mühendisi Ertuğrul Barka ile sohbet ederken tam önümüzde oturan
bir kişi kendisini Erzincan’daki İliç altın madeninde çalışan bir mühendis olarak tanıtıp sohbete katılmak istedi. Dersim’e, Munzur Festivalinde çevre sorunları ve halk mücadeleleri ile ilgili bir panele konuşmacı olarak gittiğimizi öğrendiğinde sohbet etme isteğinin birden yok olduğunu gördük. Yine de, aynı şirketin Dersim Ovacık’ta işletmek istediği altın madenini sorduğumuzda, sıkılarak “halkın tepkisi nedeniyle şu an bir çalışma yok” deyişi bugünkü gibi aklımızda. Dersim Ovacıklılar, Bergama ve Kışladağ’daki adaşlarının aksine, madencileri topraklarına sokmamışlardı. Onlara kahvehanelerinde çay, otellerinde yatak, lokantalarında yemek vermeyerek, geçmek istedikleri yollara ağaç dikerek sivil itaatsizlik eylemleriyle bu topraklarda istenmediklerini açık açık belli etmişlerdi. Şu ana kadar hala da girebilmiş değiller.
BULGARİSTAN OVCHARİ
Ovacık adlı köylerin bu türden sorunlarla böyle ardı ardına karşıma çıkması üzerine, garip gelecek belki ama 2004 yılında Bergama Köylü hareketinin önde gelen isimleri, bir grup bilim insanı ve meslek odası temsilciyle gittiğimiz Bulgaristan Krumovgrad’daki bölgenin adına bakma gereksinimi duydum. Sıkı durun; Türk azınlığın yoğun olarak yaşadığı kentte, altın madenciliği yapılmak istenen köyün adı Ovchari idi! Çoban demekmiş Türkçesi.
URLA’DA CENNETTEN BİR KÖŞE
Son karşıma çıkan Ovacık ise yazının başındaki Urla Ovacık Köyü oldu. Urla’nın yeşil ormanları arasında kaybolmuş, tepeden Ege’yi seyreden cennetten bir köşeydi köy. Zeytin tarlalarının, mantarlarının, sarı kantaron ve yaban çileklerinin yetiştiği 100 yıllık ormanlarının 6 tane rüzgar santrali için kesileceğinin söylenmesi üzerine ayağa kalkmıştı köylü. Haberleri dahi olmadan, bir günde, binden fazla ağaçlarının kesilmesi için devlet kurumlarının izinler verdiğini öğrenmişler, bunu kabul etmeyerek ağaç kesim işçilerinin karşısına kadınlı erkekli dikilmişlerdi. Sabahın erken saatinde başlayan ağaç kesimine anında müdahale eden köylüler 20 ağaç kesildikten sonra ancak durdurabilmişlerdi katliamı. Üzerinde kozalakları bulunan ağaçlar, tıpkı bir iki ay önce dallarında zeytinleri ile kesilen Yırca’nın 6 bin zeytin ağacının acısını tazelemişlerdi görene. Neyse ki, köylülerin genç avukatı Hande Atay’ın çabaları sonuç vermiş, mahkeme “telefisi imkansız” zararların önüne geçmek adına ağaç kesimi için verilen izinleri durdurmuştu.
Bunların dışında karşıma birçok Ovacık köyü çıktı. Çoğunda bu tür çevresel sorunlar vardı. Bütün çevre sorunlarının olduğu köylerin adı Ovacık değildi elbet ama, adı ne olursa olsun Anadolu’nun, Trakyanın onlarca köyü yukarıda öykülerini aktardığım Ovacıklar gibi yangınlar içerisinde. Kiminde maden yangını, kiminde termik, kiminde ‘temiz enerji’ diye  pazarlanan RES, kiminin deresinde suyu hapsedilmiş, kiminin tepesine siyanür havuzları dizilmiş... Tüm memleket Ovacık olmuş, yanıyor.
Eklenme Tarihi: 14 Aralık 2014

13 Aralık 2014 Cumartesi

Kentin anayasası rantın anayasası oldu!



Özer Akdemir

Çevre Düzenleri Planları ‘kentlerin anayasası’ olarak nitelenir. Kentlerin gelecekleri bu planlarda belirlenir. Geçtiğimiz eylül ayında açıklanan Balıkesir Çanakkale 1/1000 binlik çevre düzeni planı kamuoyunun gündemine Çanakkale Boğazına yapılacak köprü ile geldi daha çok. Oysa planın ayrıntılarına indikçe, çok daha vahim bir tablo çıkıyor karşımıza. Bursa Şehir Plancıları Odası planla ilgili hazırladığı teknik raporda kıyıları, ovaları, dağları talana açan planın ayrıntılarını deşifre etti.

Şehir Plancıları Odası (ŞPO) Bursa Şubesi eylül ayında açıklanan teknik raporda çevre düzeni planı, nüfus, konut alanları, sanayi, enerji, maden, ulaşım gibi bölümlere ayrılarak değerlendirilirken, Gökçeada ve Bozcaada özel bir başlık ile masaya yatırıldı.

TARIMDAN VAZGEÇİLİP İNŞAATA YÖNELİM VAR

Bursa ŞPO çevre düzeni teknik raporunda, çevre düzeni raporunda bölgenin 2040 yılında 4 milyon 578 bin nüfusa ulaşacağının öngörüldüğü belirtilerek, bunun 2012 yılına göre nüfusun 3 kat artması anlamına geldiği, bölgenin bu nüfusu kaldıramayacağı dile getirildi.

Rapor, merkez yerleşmeler dışındaki gelişme alanlarının büyük oranda kıyı bölgelerinde olduğunun görüldüğünün altını çizerek, “Kıyı bölgelerinde en çok dikkat çeken alanlar, Bozcaada’nın güneyi ile birlikte Çanakkale Boğazı’nın kuzey bölgeleri ile Edremit Körfezi’nde belirlenen gelişme alanlarıdır. Özellikle Edremit bölgesinde yoğun olarak bulunan zeytinlik alanları ve tarım alanlarının bu şekilde konut alanlarına açılması, nüfusun kırsal yapıdan kentsel yapıya dönüşeceği öngörüsü ile birlikte düşünüldüğünde; planın kurgusunun tarım alanlarından ve tarımsal üretimden vazgeçilerek, inşaat sektörüne dayalı bir gelişim kurguladığı açıkça görülmektedir” denildi.

TÜM KIYILAR YAPILAŞMAYA AÇILIYOR

Raporda, gelişme alanları göz önüne alındığında özellikle Gökçeada olmak üzere tüm kıyıların oldukça yoğun bir yapılaşma sürecine gireceğinin görüldüğü belirtiliyor. Bozcaada ve Gökçeada için plan genelindeki inşaat rantı odaklı yaklaşımın bu adalarda da kendisini hayli baskın olarak gösterdiğinin kaydedildiği raporda, “Tamamı sit alanı olan ve önemli ölçüde üzüm üretilen adanın tamamen tarımsal üretimden koparılıp turizm ve inşaat sektörüne ve yapılaşmaya teslim edilmesi anlamına gelmektedir” denildi.

Plana göre Bandırma ilçesinin sanayi alanı olarak ayrıldığına dikkat çekilirken, Çanakkale il sınırlarının kuzey kıyılarının ise enerji üretim tesisleri için ayrıldığı kaydedildi. ŞPO Raporunda ‘Söz konusu alanın üstelik ithal kömüre dayalı termik santrallerin yapılabileceği bir alan olması plan hükmü ile sağlanmıştır. Mevcut durumda 2 adet termik santralin bulunduğu alanda, onlarca santral daha yapılmasının önünü açan bu karar; Kaz Dağları başta olmak üzere tüm bölgeyi olumsuz etkileyecek, tarım alanlarından yerleşme alanlarına kadar çok büyük çevre sorunlarına yol açacaktır. Planın maden alanlarına ilişkin hükümleri oldukça esnek olarak kurgulanmıştır. Hiçbir doğal alan maden açısından sakıncalı ilan edilmeyerek, maden sanayi için yalnızca kurum görüşünü yeterli kılarak tüm planlama alanı madencilik için bir potansiyel olarak belirlenmiştir” denildi.

BOĞAZ KÖPRÜSÜNE YASAL STATÜ

Planla uzun yıllardır dönem dönem çeşitli kesimlerce dile getirilen Boğaz köprüsünün ilk defa yasal statüye kavuştuğu belirtilerek, “Diğer yandan bu büyüklükte bir yol ile birlikte, tüm yol güzergahı ve bağlantı yolları üzerinde ciddi bir yapılaşma baskısı meydana gelecek olup, örneğini İstanbul 2. Boğaz köprüsünde gördüğümüz gibi, gelecekte telafisi imkansız sonuçlar doğuracaktır. ŞPO Bursa Şube Başkanı Hakan Karakaya, çevre düzeni planına karşı dava açma hazırlıklarının sürdüğünü söyledi.

SESTOS’UN SINIRLARINI KURUL BELİRLER

Milli Park ve birçok koruma statüsüne sahip Gelibolu Yarımadası’ndaki duble yol çalışmalarını ele aldığımız haberle ilgili bir açıklama gönderen ÇOMÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Reyhan Körpe, Gelibolu Yarımadası’nda, başta Sestos antik kenti olmak üzere Eceabat ilçesi sınırlarında üç yıldan bu yana arkeolojik yüzey araştırmaları yaptığını belirterek, antik kentin yerleşim planı dışında, kentin sit sınırlarının genişletilmesiyle ilgili bir çalışma yapmadığını kaydetti. Körpe, “Sestos’un sit sınırları ile ilgili çalışmalar bölge koruma kurulları tarafından yapılmaktadır. Bu çalışmalarını yaparken de bizim yaptığımız araştırmalardan ve yazdığımız raporlardan faydalanmaktadırlar” dedi. Körpe, yapılan yolun durumunu bilmediği için yolun antik kentin sit sınırları içinde kalıp kalmayacağı konusunda da yorum yapamayacağını dile getirdi.
Eklenme Tarihi: 13 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/99703/kentin-anayasasi-rantin-anayasasi-oldu

11 Aralık 2014 Perşembe

Karıncanın kardeşleri birleşti


Ekoloji Meclisi 1. Genel Kurulunu başarıyla gerçekleştirdi. Sermayeye, ‘Artık tüm ekolojik saldırıların muhatabı Ekoloji Meclisidir’ mesajı verildi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Ülkenin birçok yerinde sermayenin doğanın yıkımına yönelik saldırılarına karşı mücadele eden ekoloji örgütleri, geçtiğimiz günlerde Ekoloji Meclisi çatısı altında Ankara’da bir araya geldi. Ekoloji Meclisinin bu 1. Genel Kurulu, hem bileşenlerinin ortak mücadele kararlılığı hem de önümüzdeki süreç ile ilgili ortaya bir çalışma ve mücadele perspektifi koyması ile ülkedeki yaşam savunusu mücadelelerinin birliği açısından önemli bir dönemeç oldu.  
BİRLİK EN ÖNEMLİ İHTİYAÇTI
Ülkenin dört bir yanındaki talana, doğa kıyımına karşı yerellerde yaşam alanlarını, sularını, çocuklarının geleceğini korumak için direnmeye çalışanlar için birlik her geçen gün daha da büyük bir ihtiyaç olarak kendisini gösteriyordu. Birlikten kasıt sadece bir araya gelme, sorunları, deneyimleri paylaşma, bir anlamda dertleşme, birbirinin yarasını görme, anlama, tanıma değildi. Geçmiş yıllarda bu içerikli birçok toplantı gerçekleştirilmiş, ülkenin değişik yerlerinden yaşam savunucuları birbirini tanıma olanağı bulmuştu. Her biri birbirinden değerli, anlamlı ve yararlı olan bu toplantıların belki de en önemli eksikliği, yarına ilişkin
bir yol haritasının ortaya konmamasıydı. Yine de birlik düşüncesinin ete kemiğe bürünmesi için bu deneyimlerin de yaşanması gerekiyordu.
YERELLERDEKİ MÜCADELE DENEYİMLERİ
34 kurum, örgüt, platformun ortak çağrısı ile toplanan Ekoloji Meclisine toplam 97 temsilci katıldı. İlk oturum da yerellerden gelen yaşam savunucuları ve örgüt temsilcileri, yaşadıkları ekolojik sorunları ve mücadele deneyimlerini anlattı. Karadeniz’den, Trakya’dan, Ege’den, Akdeniz’den ve Bölge’den gelen temsilciler özellikle HES’ler, altın işletmeciliği, termik santral saldırılarının yoğunlaştığından ve buna karşı verdikleri mücadeleyle ilgili deneyimlerini paylaştı.
‘MUHATAP EKOLOJİ MECLİSİ’
Meclisin toplanmasında en büyük emeklerden birisine sahip olan Prof. Dr. Beyza Üstün’ün konuşması, meclisin bileşenleri ile ilgili sınırları da ortaya koyuyordu; “Bir tek kuralımız var; şirketler ve şirketlerin koordine ettiği yapılar aramızda olamaz. Sınıf ve ekoloji mücadelesini birleştireceğiz”. Birçok çevre davasının avukatlarından Mehmet Horuş, Türkiye’de ilk kez ekoloji örgütlerinin siyasal bir çağrı ile bir araya geldiğine dikkat çekerkerek, “Artık karıncanın kardeşi var. Her türlü ekolojik saldırının muhatabı Ekoloji Meclisidir” diyordu.
NASIL BİR ÖRGÜT NASIL BİR MÜCADELE HATTI?
Meclisin ikinci oturumunda daha çok nasıl bir örgütlenme, nasıl bir mücadele hattı izleneceği tartışıldı. Bu bölümdeki konuşmalarda Ekoloji Meclisini sadece HDK’nin bir çalışmasıymış gibi ortaya koyan konuşmalar eleştirilirken, Meclisin toplanmasında 34 örgütün imzası ve çok sayıda örgütsel destek olduğunun altı çizildi. Meclisi oluşturan örgütlerin kendi özgünlüklerini koruyarak meclisi oluşturmaları görüşleri öne çıkarken, yerellerde meclislerin kuruluşu ile ilgili farklı yaklaşımlar olduğu gözlemlendi. İkinci Meclis toplantısına kadar yerellerde ilçe, il, bölge meclislerinin oluşturulması çağrısına karşı söz alan EGEÇEP temsilcisi, “Biz 40’a yakın bileşeni olan bir platform olarak zaten bir meclis gibi çalışıyoruz. Her yerelin kendine özgü koşulları olabilir, ama bizdeki gibi var olan örgütlenmelerin olduğu yerde yeni örgütler kurmanın çok da doğru olmadığını düşünüyoruz. Meclisi oluşturan örgütler ne kadar güçlenirse Meclis de o kadar güçlenir. Bunun için yeni örgütlenmeler yerine yerellerdeki var olan örgütlerin güçlendirilmesini ve bu güçlerini Meclise taşımalarını sağlamak gerekiyor” diye konuştu. Buna karşı bazı mücadele temsilcileri ise Meclislerin oluşturulmasında ısrar edilmesi, ya da yeni oluşturulacak örgütlenmelerin ekoloji meclisleri tarzında örgütlenmesi gerektiğini dile getirdiler.
‘BİRBİRİMİZİN YARASININ MERHEMİ OLMALIYIZ’
Diyarbakır’dan gelen Necdet Sezgin, sanılanın aksine Kürt illerinde ciddi bir ekoloji mücadelesi ve bunu yürüten örgütlenmeler olduğunu belirtirken, batıdaki mücadelelerin hepsini de takip ettiklerini söylüyordu. EGEÇEP adına yapılan konuşmada ise, bu sözlere atıfta bulunularak, “Artık birbirimizin mücadelesini izlemekten öte, acısını duymak anlamak ve birbirimizin yarasına merhem olmaya çalışmamız gerekiyor. Ekoloji Meclisi işte bunu başarabilirse tarihsel misyonunu da yerine getirecektir” diyordu. Yapılan diğer konuşmalarda da özellikle yerelleşme, emek-ekoloji mücadelesinin birleştirilmesinin önemi, uluslararası ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesi gibi konu başlıkları öne çıktı.
Eklenme Tarihi: 11 Aralık 2014 


10 Aralık 2014 Çarşamba

Urla Ovacık’ta yürütmeyi durdurma kararı

 Özer Akdemir / Evrensel – 10 Aralık 2014
İzmir Urla’ya bağlı Ovacık Köyü’nde binin üzerinde ağacın kesilmesiyle sonuçlanacak olan Rüzgar Enerji Santrali’ne (RES) karşı köylülerin açtığı davada mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi.
İzmir 2. İdare Mahkemesi, ormanlık alanda ağaç kesiminin başlamış olmasını esas alarak, “Dava konusu işlemler esas alınarak ormanlık alanda kesime başlanılmış olması ve devamı hâlinde telafisi güç zarar doğurabilecek nitelikte bulunması nedeniyle”  idarenin savunması alınana kadar imar planlarının yürütmesini durdurduğunu açıkladı.
Bu kararı köylüler sevinçle karşıladı. Köylüler tarafından yapılan açıklamada, “Zeytinliklerimiz, ormanlarımız, köylerimiz; hayatlarımız ve geleceklerimizle yanyana kurulması planlanan ‘yeşil maskeli’ bu davetsiz misafire karşı hukukî mücadelemiz devam edecek” denildi.
Şirket, birkaç gün önce mahkeme kararını beklemeden, 20 kadar kızılçam ağacını kesmişti. Daha fazla ağacın kesilmesine köylüler engel olmuştu. Ovacık’ın, termik santral için 6 bin zeytin ağacı katledilen ve ardından yürütmeyi durdurma kararı verilen Soma Yırca’ya benzememesi talep ediliyordu.

8 Aralık 2014 Pazartesi

Tarihi Milli Park üstü yol!


Özer Akdemir

Çanakkale Boğaz Köprüsü planının açıklanmasının ardından, Gelibolu Yarımadası’nda başlayan yol çalışmalarının, Gelibolu Tarihi Milli Parkı’nın içinden ve Sestos antik kentinin sınırlarından geçtiği ortaya çıktı. Yol çalışmaları “Tarihi Milli Park” tabelasının arkasında devam ediyor.

Tartışmalı Çanakkale Boğaz Köprüsü, geçtiğimiz aylarda açıklanan 1/100.000 ölçekli plana girdi. Köprünün Lapseki ilçesine bağlı Kocaveli köyü ile Gelibolu’ya bağlı Sütlüce köyü arasında inşa edileceği söyleniyor. Köprü planının ortaya konmasının ardından tamamı sit alanı olan Gelibolu Yarımadası’nda yol yapım çalışmaları hızlandı.

Bunlardan birisi olan Gelibolu Eceabat duble yolu, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park’ının içinden, Sestos Antik kentinin ise sit sınırlarından geçiyor. Yolun tünel ağzı çalışmaları başlamış durumda. “Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı” tabelasının hemen arkasında devam eden tünel çalışmalarının tarihi ve ekolojik dokuya zararı olmaması olanaksız. Buna karşın Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Sestos (Akbaş) Limanı, Kilye Koyu, Eceabat arasında 25 metre genişliğindeki yol çalışmasına 19.06.2013 tarihinde “uygundur” kararı verdi.

Bölgede kazı çalışmalarını yürüten Çanakkale 18 Mart Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Reyhan Körpe, antik çağda Yarımada ve Karadeniz’den getirilen tahılların Sestos (Akbaş) Limanı’ndan gemilere yüklendiğini ve Sestos’un, Gelibolu Yarımadası’nın en önemli kentlerinden birisi olduğunu söyledi. Sestos’ta yüzey çalışmalarına devam eden Körpe’nin antik kentin sit sınırlarının genişletilmesiyle ilgili bir projesi de bulunuyor. Eğer antik kentin sınırları genişlerse, şu an yapımı devam eden Gelibolu Eceabat duble yolu Sestos’un sit sınırlarının içinde kalacak.

BÖLGENİN İMARA AÇILACAĞI ENDİŞESİ

Çanakkale Boğaz Köprüsü’nün Gelibolu çıkışında yapılacağı göz önüne alındığında tarihi Gelibolu Yarımadası Milli Park içinden geçen bu duble yola, en azından boğaz köprüsü gerekçesiyle ihtiyaç olmadığı görülüyor. Bu durumda en büyük endişe duble yolun geçtiği güzergahın imara/ranta açılması olarak ortaya çıkıyor. Öyle ki 3 bin 700 metre uzunluğunda planlanan köprünün ayaklarının bulunduğu Lapseki ve Gelibolu bölgeleri kentsel gelişim alanı ilan edildi bile. Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi de, böylesine büyük bir yol güzergahı ve bağlantı yolları üzerinde ciddi bir yapılaşma baskısı meydana geleceğini ifade etmişti.

UYGARLIKLARIN GEÇİŞ NOKTASI

1. ve 3. derece doğal, tarihi ve arkeolojik sit, Milli Park gibi koruma statülerinin çakıştığı bir yer olan Gelibolu Yarımadası, dünyanın en büyük savaşlarından birisinin yaşandığı bir bölge. Yarımada, Çanakkale Boğazının en dar yerinde bulunması nedeniyle onlarca uygarlığın hep geçiş noktası olmuş. M.Ö 5. yüzyılın ortasinda Pers’ler bogazin Anadolu yakasindaki Abidos’tan Sestos’a yüzen gemileri birbirine bağlayarak, Çanakkale Bogazı’na ilk köprüyü kurmuşlardı. Bu köprüden Pers ordusunun Avrupa’ya geçmesi gibi, İskender’in ordusunun buradan geçtiği biliniyor. Ayrıca Yunan mitolojisinde Hero ile Leandros’un öyküleri de boğazın karşılıklı iki kıyısındaki sonu acıklı biten bir aşk öyküsünü anlatır.
Eklenme Tarihi: 08 Aralık 2014 
www.evrensel.net/haber/99276/tarihi-milli-park-ustu-yol

Urlada da ağaç acısı çekmeyelim

Soma Yırca’da mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdiği halde, köylüler dövülerek, binlerce zeytin ağacına kıyılmıştı. Aynı şey Urla’da da yaşanmasın diye, köylüler nöbette.
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir’in Urla ilçesine bağlı Ovacık’ın denize nazır tepelerindeki ormanlık alanın içinde RES için yapılan ağaç kesimi köylülerin engellemesiyle durdu. Ormanın içine çadır kuran orman kesim işçileri önceki gün durdurulan ağaç kesimi için yeniden izin çıkmasını bekliyor.
Bölgeye 6 Rüzgar Enerjisi Santrali (RES) tribünü kurmak isteyen şirket, şimdiye kadar 20 kadar ağaç kesebilmiş. Benzinli testerelerin sesine koşup gelen Ovacık köylüleri engel olmuş işlerine. Sağduyulu bir görevlinin ağaçlara sarılan köylülerin can güvenliklerinin olmadığını görüp, durdurması ile daha fazla ağaç katledilmesinin önüne geçilmiş.
ÇAMLARIN DAHA KOZALAKLARI ÜZERİNDE
Çiçeklerini dökmüş sarı kantaronlar, kekikler ve dağ çileklerinin arasında boylu boyunca uzanmış ağaçların kesiklerinden reçine sızıyor toprağa. Çam kokusu, reçine kokusu, yağmurun kokusuna karışıyor. Kozalakları üzerinde çamlar, onlarca yıldır gölgeledikleri toprağın üzerine uzanmışlar, son uykularına hazırlanır gibiler. Hafif eğimli bir arazide 10 metre genişliğini bulan bir alandaki bütün ağaçlar işaretlenmiş. Önce kırmızı sayılarla işaretlenen ağaçlar, daha sonra gövdelerine baltalarla kazılan küçük kesiklerle işaretlenmeye başlanmış.  

‘YIRCA OLMASIN’
Urla Ovacık Köyü Muhtarı Veysel Erköse, kesilecek ağaç sayısının 1000’i bulacağını söylüyor: “Bugün engel olabildik, kestirmemek için bekleyişimiz devam edecek. Bu ağaç katliamına karşı dava açtık, en azından o davanın sonucunun beklenmesi lazım. Soma Yırca’ya dönmesin bizim ağaçlarımız da. Herkesin desteğini bekliyoruz” diyor.
‘KESİN’ EMRİNİ BEKLİYORLAR
Ağaç kesim işçileri, naylon brandalarla derme çatma bir baraka kurarak, ormanın kenarında “kesin” emrini beklemeye devam ediyor. Daracık barakada ateş yakıp yemek hazırlığına girişirken bir kısmı, bazıları da kestikleri ağaçları küçülterek akşam yakacakları odunu hazırlıyor. Yağmur arada çiseliyor ve aralık soğuğu Ege’de de olsa, geceleri insanların içine kadar işliyor. Birkaç saat önce ormanın bir parçası olan ağacın dalları kesim işçilerinin ateşinde acıklı sesler çıkararak yanıyor. Köylülerin ise ağaç nöbeti devam ediyor.
AĞAÇ ACISI YAŞAMAK İSTEMİYORUZ’
Köylülerin avukatı Hande Atay “Proje, ormanın içinde ve çok geniş bir alanı kapsıyor proje. 2 milyon küsur metrekare için izin alınmış durumda. Tribünler devasa büyüklükte ve koca bir ormanı bu proje için yok edecek bu şirket. Şirketler 2008 mevzuatına göre yenilenebilir enerji diye “ÇED gerekli değildir” almışlar ama, Urla bölgesinin yapısına, özelliklerine, bitki dokusuna baktığımızda çevresel etkisini değerlendirmeden izinlerin verilmemesi lazım. Yırca’daki gibi daha fazla bir ağaç acısı yaşamak istemiyoruz” dedi.

‘İZMİRLİLERİ DESTEĞE BEKLİYORUZ’
Emekli sınıf öğretmeni Ahmet İnan, doğma büyüme Urlalı olduğunun altını çizdikten sonra şunları dile getiriyor: Emekli olduğum yıllar öğrencilerimle fidanlar dikerek fıstık çamları yetiştirdik. Şimdi onları gördükçe gurur duyuyorum. Birileri gelip kesecek, içim acır. EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi ve Hukuk Komisyonu avukatlarından Berrin Esin Kaya, “Ege Bölgesinde özellikle enerji maden çalışmaları nedeniyle yoğun olarak çevre katliamı gerçekleştiriliyor. İzmirlilerin buraya destek vermesini bekliyoruz” dedi.  
Atatürkçü Düşünce Derneği Urla Şube Başkanı Ali Yanar da, “Burası Urla’nın nefes borusu. İki ateş arasında kaldı orman, bir taraftan bu RES’lerle ormanlarını kaybediyor Urla, diğer taraftan Aliağa’da kurulan termik santrallerin dumanı nedeniyle Urla zehir ortasında kalacak” dedi.
KADIN BAŞKANDAN DESTEK
Urla'nın Ovacık Köyü'nde rüzgar enerjisi santrali (RES) kurulması için bin ağacın kesilmek üzere işaretlenmesi ve Danıştay'dan gelecek cevabın beklenmeden ağaçların kesilmeye başlanması üzerine Urla Belediye Başkanı CHP'li Sibel Uyar ve Meclis üyeleri, durumu yerinde tespit etmek ve mücadele eden köylü halkına destek için ağaçların kesildiği bölgeye gitti.
Urla Belediyesi olarak Danıştay'a dava açtıklarını belirten Başkan Uyar, "Eylül ayında ÇED gerekli değildir kararına dava açtık. Fakat ÇED gereklidir. Ancak yürütmenin durdurulması gelmedi, ret olundu. Ekim ayında Danıştay'a tekrar başvurduk. Danıştay'dan gelecek cevabı bekliyoruz. Aslında burada kurulması planlanan RES'in kararı 2008 yılında alınıyor ve bize itiraz süremizin geçtiği söylenerek reddediliyor. Fakat 2008 yılında böyle bir haber gelmemiş. Dolayısıyla öğrendikten sonra gerekli çalışmaları yaptık fakat şimdilik bir sonuç elde edemedik. Yasal tüm belgeler alınmış. Bununla ilgili ruhsatın iptali istemi ile firmaya da bir dava açtık. Kanuni olarak yapılması gerekenleri yaptık. Karar gelmeden kesilmesini engellemek istiyoruz. Danıştay kararı beklensin" dedi.

 Eklenme Tarihi: 08 Aralık 2014

5 Aralık 2014 Cuma

"ÇEPEÇEVRE YAŞAM" BOZCAADA



Türkiye'nin üçüncü büyük adası olan Bozcaada daimi teması "Çevre" olan Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali'ne ev sahipliği yaptı. Sonbahar ve bu festival Bozcaada'ya çok yakıştı.

Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam Bozcaada'nın güzellikleri ve festivalden görüntülerle 5 Aralık 2014 Cuma Saat: 20.00'de Hayat Televizyonu'nda...

Program tanıtım videosu: http://www.youtube.com/watch?v=ta0Ytg-N6dI

İlgili haber: http://www.evrensel.net/haber/95768/bu-festival-bozcaadaya-cok-yakisti

Yaşam savunucularına saldırı davası görüldü




5 Haziran 2005 Dünya Çevre Gününün kutlamasına giderken Koza Altın Şirketi çalışanlarının taşlı yumurtalı saldırısına uğrayan yaşam savunucuları, 35. kez Bergama’da adalet arayışındaydı. İzmir ve ilçelerinden çok sayıda yaşam savunucusunun katıldığı duruşmaya Yozgat Boğazlıyan’dan destek için gelenlerin de yeni kabusu altın madeniydi

Özer Akdemir

Olayların ardından 5 yıl geçtikten sonra açılabilen davada, iki ayrı davanın birleştirilmesi sonrasında yaşam savunucuların avukatı Arif Ali Cangı da kendini sanık sandalyesinde bulmuştu. Yaşam savunucuları, duruşma hakiminin değişmesi nedeniyle 2005 yılında yaşananları bir kez daha özetledi.

‘RÖVANŞ İÇİN SANIK YAPILDIM’

Olayları yöneten Koza şirketinin patronu Akın İpek’in ilk açılan davada sanık gösterilmemesi üzerine başlattıkları hukuki mücadeleyi özetleyen Arif Ali Cangı, bu mücadele sonrası Akın İpek’in sanık yapılmasının ardından kendisinin de adeta rövanş alır gibi sanık yapıldığını söyledi. Olayları yönlendirdiği iddia edilen saatte bir heyetle Bergama Kaymakamlığında olduğunu belirten Cangı, Dönemin Kaymakamı Hüseyin Eren’in tanık olarak dinlenmesini talep etti. Madenci şirketin avukatları ise “Cangı’nın rövanş alınıyor” sözüne karşı çıkarak, çevre gününü kutlamanın sadece çevrecilerin değil herkesin hakkı olduğunu, altın madencisi şirket çalışanlarının da bu nedenle o bölgede bulunduğunu ileri sürdü.

‘ŞİRKET KAÇACAK DELİK ARAMALIYKEN’

Kışladağ’daki altın madenine karşı direnen İnay köylüleri olarak Dünya Çevre Günü kutlamasına geldikleri Bergama’da madencilerin saldırısına uğradıklarını belirten Muammer Sakaryalı, “Akın İpek olayların başında bir komutan gibiydi ve her dediğini yapan hazır kıta bir grup vardı etrafında” dedi. Sakaryalı, saldırıya uğramışken sanık yapılmasına anlam veremediğini yineledi.

Duruşma sonunda Hakim Muhsin Gökhan Kayra, bilirkişi raporlarına itirazları kabul edip yeni bilirkişi raporu düzenlenmesine ve Bergama Eski Kaymakamı Hüseyin Eren’in tanık olarak dinlenmesine karar verdi. Duruşma 12 Mart 2015 tarihine ertelendi.

Davaya, toprakları altın madencisi şirket tarafından ellerinden alınmak istenen Yozgat Boğazlıyan Eğlence köylüleri de katıldı.
Eklenme Tarihi: 05 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/99050/yasam-savunucularina-saldiri-davasi-goruldu


'Siyanürlü maden nedeniyle halk risk altında'



Özer Akdemir

Bergama Belediyesi Ovacık Altın madenindeki siyanürlü atık borusunun patlaması sonrası yaşanan gelişmelerle ilgili bir açıklama yaptı. Belediyeye yapılan telefon ihbarı üzerine Belediye Çevre Mühendisinin Zabıta eşliğinde madene giderek denetim yaptığını belirten açıklamada, kazanın olduğu dere yatağından iki çamur numunesi alındığı kaydedildi. Aynı gün belediyenin ihbarı üzerine İZSU ekipleri ve ertesi günde Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü ekiplerince de denetim ve numune alma çalışması yapıldığının aktarıldığı açıklamada, 04.12.2014 günü belediyeye ulaşan analiz sonuçları ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunuldu; “Dere yatağındaki numunelerde alüminyum, arsenik, civa, demir, kurşun, mangan ve siyanür gibi maddelere rastlanmıştır. Laboratuar tarafından yapılan analizlerde söz konusu maddelerin ölçülen değerlerine yer verilmiş ancak sınır değerler olup olmadıkları yada gerek mevzuat açısından gerekse çevre ve insan sağlığı açısından risk değerlerinde olup olmadığı yolunda herhangi bir değerlendirmeye yada yoruma yer verilmemiştir.”

Analiz sonuçlarının yetkili merci olan İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne gönderildiğinin belirtildiği İZSU ve Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü yetkililerince alınan numuneler üzerine bir sonuç yada değerlendirmenin henüz belediyeye ulaşmadığı bilgisi yer aldı. Bergama Belediyesi açıklamasında “Temiz bir çevre yada doğal dere ortamı içinde bulunması normal olmayan bir takım maddelerin ve kimyasalların işletme çevresinde tespiti kaygılarımızı arttırmaktadır. Son olay da göstermiştir ki; yöre halkı ve doğal çevre büyük bir risk altındadır” dedi.
Eklenme Tarihi: 05 Aralık 2014 
www.evrensel.net/haber/99060/siyanurlu-maden-nedeniyle-halk-risk-altinda

İlgili haberler:
► Şirket, siyanür kazasını kapatmaya mı çalışıyor?
http://on.fb.me/1v0E34u
► Gübre değil siyanür akıyor
http://on.fb.me/1vXlAHr
► 500 ton siyanürlü atık dereye mi karıştı?
http://on.fb.me/1vXlK1A
►Siyanür kazasını ancak bu kadar karartabildiler
http://on.fb.me/1ymXotW


Urla Ovacık, Yırca olmasın



Özer Akdemir

Rüzgar Enerji Santrali (RES) direkleri için ormanlık alanda ağaç kesimi yapılmak istenen Urla Ovacık köyü ormanına kepçeler girdi. Köylülerin bu duruma tepki göstermesi üzerine orman şefliği kesimin ertelendiğini açıklamak zorunda kaldı. Buna karşın orman idaresi kesilecek ağaçları kırmızı boya ile işaretlemeye devam etti.

Urla’ya bağlı 40 haneli Ovacık köyü Arapdağı bölgesinde kurulmak istenen 12 RES direği için yaklaşık 300 ağacın kesilmesi gündemde. Haftalardır bu ağaç katliamını engellemek için mücadele veren köylüler, işlemin yürütmesinin durdurulması için hukuki süreç de başlattı.

İZİNLER YOK HÜKMÜNDE

RES için verilen “ÇED gerekli değildir” raporu, üretim lisansı, imar planları ve orman kesim iznine karşı davalar açan EGEÇEP Hukuk Komisyonu Üyesi Av. Hande Atay, RES bölgesindeki ormanlık alanda 50-100 yaşında kızılçam ağaçları ile özel mülkiyetlerdeki zeytin ağaçlarının da bulunduğu yaklaşık 300 ağacın kırmızı boyayla numaralandırıldığını belirtti. “ÇED gerekli değildir” kararının iptali ile ilgili İzmir 5. İdare Mahkemesine dava açtıklarını kaydeden Atay, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermesinin an meselesi olduğunu ifade etti. Atay, “Devletin koruması altındaki ormanlık alanda, proje sahibi şirkete ait tüm izinlerin, ön izin süresi dolmuştur. Bu izinler yok hükmündedir. Ormanlık alana yapılacak müdahalede bütün yetkililer sorumludur” dedi.

‘EKOLOJİK KIRIMI ÖNLEYİN’

Atay dilekçesinde, Soma Yırca köyündeki zeytin katliamına da dikkat çekerek; “Benzer bir ağaç kıyımı ve orman katliamı yaşanmaması için, proje hakkında açılmış davalar göz önünde bulundurularak ormana zarar verecek her türlü eylem ve müdahalesine karşı önlem alınmasını, yine Yırca örneğinde görüldüğü üzere şirketin özel güvenliği tarafından bölge halkına yönelebilecek şiddete karşı bölge halkının can ve mal güvenliği için kolluk kuvvetlerince önlem alınmasını, geri dönüşü olmayan zararları ve olası bir ekolojik kırımı önlemek adına yargı kararları sonuçlanıncaya kadar şirketin faaliyetlerine izin verilmemesini” istedi.

EGEÇEP yaptığı açıklamada, ağaç katliamına karşı yetkilileri harekete geçirmeye çağırdı.
Eklenme Tarihi: 05 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/99043/urla-ovacik-yirca-olmasin

Zeytine kıymak için gerekçe çok



İkisi de Aliağa’da, ikisi de zamanlarının en önemli antik kentlerinden. Birinin üzerinde günümüzde sanayi tesislerinin bacaları, atıkları, cürufları, yollar var. Diğerinde zeytin ağaçları ve konutlar. İkisinin de tam sınırları hâlâ keşfedilmiş değil. Biri, sanayi kuruluşlarının fabrika kurabilmesi için sit statüsü değiştirilerek talana açılmış. Daracık bir alana sıkıştırılmış, yani sanayiye kurban edilmiş. Diğerinin kıyımına ise zeytinlerden başlanacak!

Özer Akdemir

Aliağa yakınlarındaki Kyme ve Myrina antik kentlerinden bahsediyoruz. Aliağa’nın güneyinde Nemrut Limanı civarında bulunan Kyme antik kenti, yöredeki yoğun sanayileşme politikaları sonrası küçücük bir alanda, varlığını sürdürmeye çalışıyor. Aliağa’nın kuzey tarafına düşen Çaltılıdere köyü yakınlarındaki Myrnia antik kentinde ise “Sit alanı üzerine dikilmişler” gerekçesiyle zeytin ağacı kıyımı gerçekleştirilmek üzere.

Dededen kalma arazilerine 1997 yılında zeytin diken Şenol Yoldaş ve üç kardeşi, 15 yaşını geçen ağaçlarının Myrina antik kentinin sit sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle kesilmek istenmesine karşı mücadele ediyor. Antik kentin sınırlarının hâlâ tam olarak belirlenmediğini ve 1. derece sit olarak belirtilen alanda zeytinliğin yanı sıra çok sayıda konutun da bulunduğunu belirten Şenol Yoldaş, ağaçların kesilmesini önlemek için Belediye ve Anıtlar Yüksek Kurulu arasında mekik dokuyor.

ZEYTİNDEN BAŞLAMAK EN KOLAYI

1. derece sit alanı içerisinde kalan 6.5 dönüm bir zeytinlikleri olduğunu belirten Yoldaş’a, Aliağa belediyesi telefonla bu zeytinlerin “Başka yere taşınacağı”nı bildirmiş. “Taşıma dedikleri işin hikayesi. Bu ağaçları iyice budamadan taşıyamazlar. Bu da ağacın yok olması demek” diyen Yoldaş, bölgede 200’ün üzerindeki zeytin ağacının bulunduğunu belirtiyor. Yoldaş, “Bu zeytinlerin antik kente ne zararı var ki? Üstelik sit alanı içerisinde birçok ev olmasına rağmen zeytinleri oradan kaldırarak başlamak istiyorlar Kurul kararını uygulamaya. Koruma Kurulundan bir yetkiliyle görüştük. Antik kentin 1989 yılında 1. derece sit ilan edildiğini söyledi. Bizim zeytinler 1997 yılında dikildiği için kaldırılacakmış. Sit yasasına göre antik kent üzerindeki dikili, ekili her şeyin yıkılacağını söyledi ama yıkıma zeytinlerden başlanmasının belediyenin işi olduğunu bildirdi. Bana, ‘Evleri yıkmak daha zor olur diye ağaçlardan başlamış olabilirler’ dedi” diye konuştu.

EGEÇEP Hukuk Komisyonu Üyeleri Av. Berrin Esin Kaya ve Av. Arif Ali Cangı olayı şöyle yorumladı; “Allianoiye, Hasankeyfe baraj yapılsın sesini çıkarma, koca koca sermaye gruplarının sanayi tesislerine karşı sus, inşaat, köprü vs. HES’lerde doğal sit alanlarının katlini seyret köylünün 2 zeytinine karşı amansız mücadele ver. Her şey bitti zeytin mi kaldı?”

MADEN VE TERMİK SÖYLENTİSİ VAR

Aliağa Çevre Platformu (ALÇEP) Yürütme Kurulu Üyesi Şennur Yüksel Bal, uzun zamandır Çaltılıdere köyü yakınlarında termik santral ve perlit madeni kurulacağı söylentilerinin olduğuna dikkat çekerek, bu son gelişmeler arasında bağlantı bulunabileceğini ileri sürdü. Bal, “Myrina 1989’da sit kabul edilmiş. Üzerindeki zeytinlik 1997 yılında dikildi diye kesilmek isteniyor. ‘Kyme antik kenti hangi yıl tescil edilmiş ve bu tarihten sonra üzerine kaç tane fabrika kurulmuş?’ bir bakılırsa, iki antik kente bu iki farklı tutum çok daha belirgin görülecektir” dedi.
Eklenme Tarihi: 05 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/99019/zeytine-kiymak-icin-gerekce-cok


Tonlarca siyanürlü atık dereye mi karıştı?


Bergama’da yıllardır dile getirilen felaket gerçek mi oldu? Bu iddia doğru ise felaket kapıda!Madenin ikinci atık barajına siyanürlü çamur taşıyan borunun patlaması üzerine tonlarca siyanürlü atığın dereye boşaldığını ileri sürdü. Şirket kazayı doğruladı. Ancak siyanürlü atık hakkında konuşmadı.
Özer AKDEMİR
İzmir
Bergama’da yıllardır dile getirilen felaket gerçek mi oldu? Bu iddia doğru ise felaket kapıda!
Madenin ikinci atık barajına siyanürlü çamur taşıyan borunun patlaması üzerine tonlarca siyanürlü atığın dereye boşaldığını ileri sürdü. Şirket kazayı doğruladı. Ancak siyanürlü atık hakkında konuşmadı.
Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç’in görevlendirdiği heyet, topraktan numune aldı. Şirketle de görüşen Gönenç, “Maden yetkilileri olayı kabul etti. ‘Evet, bir sıkıntı oldu ama yedek hat vardı onu devreye soktuk' dediler. Arkadaşlar numuneleri alıp doğrudan İzmir'e götürdü" dedi.
‘HEP GÖRMEZDEN GELDİLER’
Gazetemize konuşan eski maden çalışanı Ersan Var da, olayın ayrıntılarını anlattı. Kazanın Narlıca köyü yakınlarında, madenin ağır iş makinelerinin giriş çıkış yaptığı B kapısı civarında meydana geldiğini belirten Var, “Madenden bana bilgi verdi arkadaşlar. Cuma günü meydana gelmiş kaza ve cumartesi sabaha karşı bütün maden geçirilmiş. Bütün vardiyaları çağırmışlar. Öğütücü değirmeni de durdurmuşlar. 500 tonun üzerinde bir sıvı atık çamurunun dereye karışmış” diye konuştu. Madene karşı çıkanların yıllardır bu tehlikeye dikkat çektiğini kaydeden eski maden çalışanı “Hep bunları görmezden geldiler. Ama bir hata yılların ihmalini ortaya çıkarır. Bütün yetkili kurumlar harekete geçirilmeli. Ben Bergama belediye Başkanı Mehmet Gönenç'i de aradım. Kendisine bilgi verdim, kendisi hemen bir ekibi araştırma yapmak üzere görevlendireceğini söyledi. Bütün devlet kurumları harekete geçmeli” dedi. (
BİLİM İNSANLARI YILLARDIR UYARIYORDU
Çokuluslu şirketler tarafından kurulan, 2004 yılından bu yana da Koza Altın şirketi tarafından işletilen Ovacık Altın madeni, Türkiye’nin ilk altın madeni özelliğini de taşıyor. Bergama Köylülerinin ve bilim insanlarının yıllarca karşı çıkmasına, eylemler yapmasına rağmen siyanürlü maden hükümetlerin desteği ve yasal düzenlemelerle çalışmaya devam ediyor. Ülkenin en üst yargı organı olan Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, 1997 yılında madene karşı açılan davalarda “siyanürle altın üretiminde kamu yararı yoktur” diyerek madenin çalışmasının önünü açan işlemleri iptal etmişti. Zamanın koalisyon hükümeti ise bu kararı aşmanın yollarını bularak madenin çalışmasına, yargı kararına rağmen devam etmesinin yolunu açmıştı.
Altın madeninden olası bir siyanür sızıntısı bilim insanları tarafından yıllardır “felakete yol açabilecek bir risk” olarak ortaya konmuş ve bu risklere sahip madenin çalışmasına izin verilmemesi isteniyor.
Eklenme Tarihi: 05 Aralık 2014


4 Aralık 2014 Perşembe

Siyanür kazasını ancak bu kadar karartabildiler



Bergama Ovacık Altın Madeni’nin ikinci siyanür barajına atık taşıyan borunun geçtiğimiz hafta patlaması ve atıkların Narlıca Deresi’ne dökülmesiyle ilgili alınan katı atık örneğinde demir oranı yüksek çıktı. Analiz sonuçlarını değerlendiren Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, “Bu sonuçlar eğer suda çıksaydı felaket olurdu” dedi. Şimdi ise gözler, su örneğinin sonuçlarına çevrildi.

Özer Akdemir

Yıllardır Bergama bölgesinde siyanürlü altın işletmeciliği yapan Koza şirketine ait Bergama Ovacık Altın Madeni’nde, geçtiğimiz hafta atık borunun patlamasıyla kaza meydana gelmişti. Bergama Belediyesi yetkilileri, kazayı 2 gün sonra duyarak, bölgeye gitmiş ve su ve dere kenarındaki çamurdan numuneler almıştı. 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Ölçüm Laboratuvarı’na incelemeye gönderilen bu örneklerden katı atık numunesinin sonuçları belli oldu. Raporla ilgili değerlendirmelerde bulunan ve altın madenleriyle ilgili çalışmaları bulunan Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, “Bu değerler suda bulunsaydı felaket olurdu. Ama bu maden işletmelerinin atıklarına ilişkin tabloya baktığınızda yalnızca demir sınırların üzerine geçiyor. Onun dışındakiler sınırların altında. Ama sudan da örnek alınmış. Onun sonucunu mutlaka görmek gerek” dedi.

SU ANALİZİ ÇOK ÖNEMLİ

“Numunelerin kazadan 2 gün sonra alınabildiğinin, kazanın günlerce gizlendiğinin ileri sürüldüğü bir ortamda, dökülen atıkların temizlenmiş olup olamayacağına” ilişkin sorumuza Öngür, “Tabii ki olur. Bir kere suya karışmaması mümkün değil. Suyun içinde ne kadar olduğu son derece önemli. Dere suyunda ne olduğu, esas önemli olan kısmı o. Dökülürse pek çok bileşen, çevre açısından kabul edilmeyecek limitler ortaya çıkacaktır. O bakımdan o su kimyası çok önemli” dedi.

Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, tıpkı Öngür gibi su analiz sonuçlarının beklenmesi gerektiğini dile getirdi.

KAZA KARARTILMAYA ÇALIŞILDI

Siyanür kazasının yaşanmasının ardından şirket, bütün vardiyaları çağırarak alarm durumuna geçmiş, kaza olan bölgede günlerce çalışmalar yapmıştı. Köylüler kazadan önce su akmayan dereye su salındığını, ayrıca hafriyat çalışması yapılarak izlerin kapatılmaya çalışıldığını öne sürmüştü. Kazayı kabul etmeyen ve meydana gelen olayı “rutin bir bakım onarım” olarak tanımlayan şirket ise, madenin temiz olduğunu iddia etmişti. Kazanın olduğu ileri sürülen borudaki suyun, içme suyu kalitesinde olduğunu ileri sürmüştü.

Eklenme Tarihi: 04 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/98985/siyanur-kazasini-ancak-bu-kadar-karartabildiler

İlgili haberler:
► Şirket, siyanür kazasını kapatmaya mı çalışıyor?
http://on.fb.me/1v0E34u
► Gübre değil siyanür akıyor
http://on.fb.me/1vXlAHr
► 500 ton siyanürlü atık dereye mi karıştı?
http://on.fb.me/1vXlK1A


1 Aralık 2014 Pazartesi

Danıştay "dur" dedi ama tehlike geçmedi



Özer Akdemir

Danıştay Aliağa'da yapılmak istenen bir termik santralle ilgili bir kez daha yaşamdan yana karar verdi. "ÇED kararı olmadan lisans verilmesi uygun değildir" diyen Danıştay'ın bu kararı yaşam savunucularını sevindirirken, bu termik santral ile ilgili tehlikenin tam anlamışla geçmediği de yaşanan sürecin ayrıntılarından görülüyor.

LİSANSLARIN HUKUKSAL DAYANAĞI KALMADI
Bölgede yaşayan yurttaşlar, zeytin üreticileri ve ziraat örgütleri ile birlikte EGEÇEP, sayısı 7'yi bulan yeni termik santral girişimlerine karşı dava açarak hukuki mücadele süreci başlatmıştı. ÇED kararı almadan EPDK tarafından bu şirketlere enerji üretim lisansı verilmesine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’ndan (DİDDK) “ÇED olumlu kararı veya ÇED gerekli değildir kararı alınmadan üretim lisansı verilmesinin hukuka aykırı olduğu ve lisansın yürütülmesinin durdurulması” kararı çıktı. EGEÇEP, DİDDK kararı ile birlikte EPDK tarafından verilen lisansların hukuksal dayanağının kalmadığını açıkladı.

ŞİRKET KENDİ LİSANSININ İPTALİNİ İSTEDİ!
EGEÇEP yazılı açıklamasında, Danıştayın kararının ardından EPDK'dan bu lisanslarla ilgili bilgi istendiğinde ENKA'nın kuruma kendisinin başvurarak lisansının iptalini talep ettiği yanıtı verildi. Şirketin, kendisinin verilen lisansın iptalini istemesi, hukukçular tarafından "bu ÇED süreci ile ilgili gelişmelerin ardından eski lisansın hukuksal sorunlarıyla uğraşmak yerine yeni bir lisans için başvurmak şirkete daha kolay gelmiş olabilir" şeklinde yorumlanıyor. Eski lisansı iptal edilen şirketin yeni bir lisans için başvurup başvurmadığı ise henüz bilinmiyor. Öte yandan, hukukçular zayıf bir olasılık da olsa EGEÇEP'in ve diğer kurumların açtığı lisans ve ÇED iptali davasını reddeden İzmir 2. İdare Mahkemesinin kararında direnme olasılığı olduğunu da belirtiyorlar.

"TÜM TERMİK SANTRALLERİ DEFEDECEĞİZ"
EGEÇEP, bu son hukuki süreçle birlikte 25 yıl önce başlayan yaşamı savunma mücadelesinden bir kazanım daha elde edildiğini belirterek, "yedi yıldır engellemek için mücadele ettiğimiz termik santrallerden birisinden daha kurtulduk. Şimdi sıra diğerlerinde; ÇED davası Danıştay tarafından bozulduğu halde faaliyetini sürdüren İzdemir Termik Santral başta olmak üzere proje halinde olan diğer termik santralleri de defedeceğiz" denildi. EGEÇEP açıklamasında İzmir Büyükşehir belediyesine de İzdemir Termik Santrali’ne verilen açılma ruhsatını geri alınarak santrali mühürlemesi talep edildi.

25 YIL ÖNCENİN RÖVANŞI
Türkiye'de termik santrallere karşı ilk ciddi mücadelenin verildiği ve 25 yıl önce bu kitlesel müdahalenin hukuk zaferiyle sonuçlandığı yer olan Aliağa, aradan onca zaman geçtikten sonra yine termik santrallerin kıskacına alındı. İlkinden 18 yıl sonra, 2008 yılında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK)'nın ENKA A.Ş.'ye 49 yıllığına üretim lisansı verilmesi, bölgedeki diğer sanayi kurulmuşlarını da harekete geçirdi. 18 yıl öncesine oranla bölgede kurulan demir çelik fabrikaları, petro-kimya tesisleri, Gemi Söküm Tesisleri, haddehaneler gibi sanayi kuruluşları ile havası, toprağı, suyu kirlenen Aliağa, hem de bu sefer 7 tane termik santral girişimi ile karşı karşıya kaldı. Şirketler adeta 25 yıl öncesinin rövanşına soyundu!
Eklenme Tarihi: 01 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/98768/danistay-dur-dedi-ama-tehlike-gecmedi


30 Kasım 2014 Pazar

Antik kentin altından duble yol geçiriyorlar_30 kasım 2014



Özer Akdemir

Çanakkale’de Ayvacık ile Küçükkuyu arasında yapımı süren duble yol, 1. derece doğal ve arkeolojik sit alanı olan Paleo Gargara antik kentinin tam altından geçiyor. Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yol çalışmalarının müze müdürlüğü denetiminde olması şartı ile bir sakıncasının bulunmadığını açıkladı. Proje ise hükümete yakınlığıyla bilinen Kolin’e ait.

KORUMA KURULU ‘UYGUN’ DEDİ

Ayvacık Küçükkuyu arasındaki bölünmüş yol çalışmaları sürerken, yolun Nusratlı Rampaları geçişi bir tünel viyadükle olacak. Hasanobası Köyü’nden başlayıp Yeşilyurt Köyü’nün arkasından çıkacak olan tünelin 1 kilometre uzunluğunda olması bekleniyor.

Tünelin Paleo Gargara antik kentinin altından geçecek olması üzerine konu Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun gündemine geldi. Bölge aynı zamanda hem arkeolojik hem doğal sit alanı. Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun geçtiğimiz Ekim ayında yaptığı toplantıda “... yapılacak olan çalışmaların ilgili müze müdürlüğü denetiminde yapılması ve bu çalışma esnasında mevcut yolları kullanmak kaydıyla uygun olduğu” kararı çıktı.

KOLİN YİNE ‘YOL’UNU BULMUŞ!

Çanakkale-Ezine-Ayvacık arasındaki 63 kilometrelik yolun, bölünmüş yol haline getirilmesi çalışmasını Kolin Şirketinin yapacak olması dikkat çekti. Şirket, Soma Yırca köyü yakınında termik santral kurmak için 6 bin zeytin ağacını köylüleri döve döve kesmesiyle dikkat çekmişti. AKP’ye yakınlığı ile bilinen şirketin İstanbul’a üçüncü havalimanı, Yusufeli Barajı, Akdeniz Elektrik dağıtım gibi milyar dolarlık çok sayıda ihale aldığı biliniyor.

EGE'NİN MAVİSİ İDA'NIN YEŞİLİ

Küçükkuyu’nun antik çağdaki adı olan Gargaron, Homeros’un İlyada Destanı’nda geçiyor. Destanda ‘tanrılar tanrısı Zeus’ söyle diyor: “Ege’nin mavisi ile İda’nın yeşili arasında öyle bir yer vardır ki; orada keskin kekik kokuları içinde lezzetli zeytin çeşitleri ile yaptığım kahvaltının tadını hiçbir yerde bulamadım. İşte orası Gargaron’dur. Assos’tan doğuya doğru gidildiğinde Adramyttion Körfezi’ni (Edremit Körfezi) oluşturan bir burun vardır ki; buraya Gargara denir.” Pers ve Bergama Krallığı egemenliği altında kalan Gargara’nn tarihin her döneminde yerleşim yeri olduğu bilinse de kentin yeri tam olarak belirlenememişti. 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalar sonucunda Gargara’nın ilk yerinin Nusratlı Köyü’nün kuzeyindeki Kocakaya Tepe olduğu, daha sonra ise Arıklı Köyü’nün doğusundaki Zindan Tepe’ye taşındığı tespit edildi.
Eklenme Tarihi: 30 Kasım 2014
www.evrensel.net/haber/98648/antik-kentin-altindan-duble-yol-geciriyorlar


İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...