30 Ekim 2016 Pazar

Karaburun'da bu kez de jeotermal endişesi

Karaburun’da bu kez jeotermal endişesi!
30 Ekim 2016
Özer AKDEMİR
Karada Rüzgar Enerji Santralleri (RES)ler ve taş ocakları, denizlerde balık çiftliklerinin yol açtığı ekolojik sorunlarla boğuşan Karaburun'a bir kötü haber daha. Yarımadanın büyük bir bölümünde jeotermal sondaj çalışmaları başlıyor!
ÇEVRESEL ETKİLERİ GÖZARDI EDİLDİ
Mordoğan'dan Sarpıncık'a kadar uzanan çok geniş bir alanda başlayacak olan jeotermal sondaj çalışmaları için İzmir Valiliğince ÇED Gerekli Değildir kararı verildi. Jeotermal Kaynak Arama Sondajı çalışmalarında ilk etapta Saip, Bozköy, Eğlenhoca ve Hasseki köylerinde toplam 6 adet sondaj çalışması yapılacak. Çalışma yapılacak alanlar 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planında Çayır-Mera ve Turizm Tesis alanı olarak gösteriliyor. Yine de bazı alanların özel mülkiyet içerisinde olması dikkat çekiyor. Konutlara çok yakın mesafelerde (150 m - 470 m arasında) açılması planlanan jeotermal kuyularının çevresel etkilerinin göz ardı edilmesi ve bu sondajlar için ÇED Gerekli Değildir kararı verilmesi yöre halkını endişelendiriyor.
ÇOK ENDİŞELİYİZ
Karaburun Kent Konseyi Çevre Komisyonu Başkanı İpar Buğra Dilli, jeotermal ruhsat alanlarının çok büyük bir bölümünün deniz kıyısında olduğuna dikkat çekerek; "Buraların önemli bir bölümü de doğal SİT alanı. Ruhsat alanları içerisinde kültürel SİT alanı da var ki bu alanın genişletilmesine dönük yeni çalışmalar da yapılıyor. İmar alanları, konut alanları, tarım ve SİT korumasındaki bu kadar geniş bir alanın jeotermal arama sahası olarak ilan edilmesi bizi çok büyük bir endişeye sevk ediyor. Bununla ilgili çalışmalarımızı yapıyoruz" dedi.
KONUTLARA ÇOK YAKIN
Proje tanıtım dosyasında çıkarılacak sıcak suyun turizm amaçlı kullanılacağı dile getiriliyor.
Jeotermal aramalarla ilgili ruhsat alanlarına bakıldığında ise binlerce hektarlık bir alanı kapsadığı görülüyor. Sondaj yapılacak yerler, ruhsat alanları, sondaj yapılacak alan ve en yakın konuta mesafeleri ile ilgili çizelge Karaburunluların endişelerinde ne kadar haklı olduklarını ortaya koyuyor; 

 Köy                   ruhsat alanı        sondaj alanı                         en yakın konut
                                                                                                                                
 Saip                 1376,86 ha         Sondaj-1:983 m2                       152 m.
                                                    Sondaj-2:967m2                        225 m.
 Bozköy            1588,45 ha          Sondaj-3:544 m2                      150 m.
 Eğlenhoca        1554,4  ha           Sondaj-4:1.850 m2                   460 m.
 Eğlenhoca        1613,56 ha          Sondaj-5:333 m2                      220 m.
 Hasseki            1580,30 ha          Sondaj-6:1.869 m2                   470 m.
 (İzmir/EVRENSEL)


Çanakkale ne pahasına geçiliyor!_Pazar eki


Özer AKDEMİR
Yalancı ısırgan, uyuz otu, çavdar…
Bunlar ne mi?
Geçtiğimiz günlerde adeta davul zurnayla ilan edilen İstanbul - Çanakkale Otoyolu güzergahındaki endemik bitkilerden bazılarının adı.
Bunlar koruma altında değil mi peki?
Korunması gerekiyor ama şanssız bitkiler bunlar. Yolun üzerinde bulunuyor yaşam alanları.
Yolun güzergahını değiştirsek?
Yok o maliyeti arttırır.
E ne olacak o zaman?
Toprağı sıyırır alırız, üzerindeki endemik bitkileri yakın habitatlara taşırız olur biter.
Olur mu öyle şey, endemik bitki dediğin sadece o alanda yetişebilen bitki demek değil mi?
Canım, bu da bizim bilim dünyasına bir katkımız olsun! Bununla ilgili üniversitelerimizde bir sürü rapor hazırlattık hocalara. Dünyanın parasını verdik.
Yani mecburiyetten. Bu endemikler tam barajlarımızın kurulacağı alanlarda, termik santral sınırlarında, yol güzergahlarında yetişiyor.
Adı da üstünde zaten, Uyuz Otu!
Uyuz bitkiler bunlar işte, uyuzlar!..
Çanakkale ne pahasına geçiliyor!
*****
Size de Aziz Nesin’lik bir öykünün satırları gibi geldi mi? Ne yazık ki, cümleler birebir aynısı olmasa da öykü tamamen gerçek!
Bu ülkenin yüz binlerce gencecik evladını kaybetme pahasına, Birinci Dünya savaşı sürecinde, işgale gelen, anlı şanlı emperyalist ülkelerin ordularının yenilgiye uğratıldığı bir savaştır Çanakkale.
Karşı taraftan, adını dahi yeni duyduğu toprakları işgale gönderilen yüz binlerce çeşitli uluslardan askerin de canını verdiği bu savaşın sonundan iki sözcük kaldı tarihe; “Çanakkale Geçilmez”.
Bu iki sözcüğe sığdırılan yüz binlerce ölünün öyküsü günümüzün ‘abdestli kapitalistler’inin elinde bakın ne hale geldi;

******
İstanbul – Çanakkale Otoyolu ile ilgili konuşan Başbakan Binali Yıldırım; “Çanakkale geçilmez, tarihte kaldı artık. Çanakkale geçilir, her türlü geçilir hale geliyor. Denizden geçiliyor, havadan geçiliyor, şimdi karadan da geçilmiş olacak” dedi.
Başbakan Yıldırım’ın oğlunun ve dahi “Başkomutanı”, KaçAksaray Padişahı’nın oğlunun gemileri de her gün gelip geçiyor Çanakkale’yi. Şimdi de, yandaş şirketleri gelip geçecek.
Her geçtiklerinde küpleri sıfırlayamadıkları avrolarla, dolarlarla dolacak, taşacak! Hamdolsun!...

*******
Çanakkale’yi ne pahasına geçecekler peki “1915 Çanakkale Köprüsü” ile?
Yukarıda yazdığımız endemik bitkilerin taşınması buzdağının sivri ucu olur ancak.
Yüzlerce kilometrelik, gidiş-gelişli 6 şeritli yol ile çok geniş bir alanı kapsıyor bu yol. Tarım topraklarından, koruma altındaki bitkilerin, hayvanların yaşam alanlarından geçiyor.
Birinci derece, ikinci derece sit koruması altında bulunan kültürel varlıkların, arkeolojik yapıların, antik kentlerin içinden geçiyor yol.
Bu yolla ilgili hazırlanan 1050 sayfalık ÇED Raporu incelenirse; yol üzerindeki endemik bitkilerin taşındığı görülecektir!
Nesli tehdit altındaki hayvanların bir anda güzergahtan buharlaştığı ortaya çıkacaktır. İnsan ‘eşref-i mahlukat’tır, “bütün yaratılanın en şereflisidir” sonuçta. Ne önemi var yılanın, tosbağanın! Yol yapılıyor, ekonomi canlanacak, para girecek piyasaya!..
Bir de, taşı toprağı tarih olan ülkede yol yapmanın zorluğu var. Nerden geçse yol, ya bir sit alanına, ya antik kente, ya bir kültürel varlığa denk geliyor.
Nasıl çözülmüş otoyol projesinde bu ‘sorun’;  ÇED Raporu incelendiğinde görülecektir ki birçok sit alanı sınırı meğer daha öncesinden yanlış hesaplanmış! Ne tesadüf ki bu yanlışlıklar hep yol güzergahına denk gelmiş! Doğru koordinatlar ortaya konulup, yol güzergahı sit alanı dışında bırakılarak olay açıklığa kavuşturulmuş!
Tüm çabalara rağmen yol çalışması sırasında ortaya tarihi bir eser çıkarsa bu Koruma Kurullarına bildirilerek göstermelik bir kurtarma kazısı ile mesele bir hale yola sokulacak!..

****
Yıllardır denilir ya, AKP’nin 14 yıldır tek başına iktidarının sırrı yollarda, inşaatlarda. İşte bu yollarda böyle yapılıyor. İnşaatlar da tarihi, doğayı, tüm canlı yaşamını hiçe sayarak bu şekilde devam ediyor.
“Çalıyor ama çalışıyor”. “Hayat pahalı, demokrasinin ‘d’si yok ama ‘yol’ yapıyorlar” “3. köprümüz, havaalanımız var” diye kendini kandıranlar bir de olaya bu çerçeveden baksınlar.
Çanakkale nasıl geçiliyor, kimler Çanakkale’yi gemicikleriyle geçerken, kimler yaya kalıp, boğazında boğuluyor bir kez daha düşünsünler…
30 Ekim 2016

28 Ekim 2016 Cuma

Bu davadan adalet çıkmayacak...

 Özer AKDEMİR
2005 yılında Dünya Çevre Günü etkinliği düzenlemek  için Bergama Çamköy'e gitmek isteyen yaşam savunucularına yönelik Koza Altın Şirketi çalışanlarını taşlı sopalı saldırısı davası önceki gün Bergama da görüldü. Saldırıdan 10 yıl sonra açılabilen davanın zamanaşımına gideceği artık neredeyse kesinleşince, duruşmalar adalet beklemekten öte, "tarihe not düşme" seanslarına dönüştü.
TBB'DEN NET TAVIR
 Türkiye Barolar Birliği (TBB) Çevre ve kent Komisyonu üyelerinin de, komisyon üyesi Av. Arif Ali Cangı'nın sanık olarak yargılandığı davaya destek için katılımı ve öncesinde Bergama'dan Cerattepe'ye altın madeni karşıtı mücadeleye yönelik açıklamaları önemliydi. Altın madenine karşı yaşam alanlarını savunmak için dün Bergama da günümüzde Artvin Cerattepe'de direnen halka karşı "dış güçler-alman Vakıfları" yalanının yeniden ve yeniden dolaşıma sokulmasına karşı net tavır koyan TBB Çevre  Komisyonunun, 80. Madde'den, OHAL ve KHK'lerin çevre hakkını da kısıtladığına dair mesajları önemliydi.

ALTINCININ ÖCÜ
27. celsesi görülen altın madencilerinin yaşam savunucularına saldırısı duruşmasına gelirsek; 2005 yılında ülkenin en güçlü sermaye gruplarından olan, bundan ötesi ülke yönetimini AKP ile paylaşan Gülen Cemaatine sırtını dayayarak zamanın muktediri olmanın avantajı ile "Ali  kıran baş kesen" bir "Türk Tipi madencilik" politikası izleyen Koza Altın Şirketi'nin ne o eski günlerinden, ne de zamanın mağrur yöneticilerinden eser yoktu. Ülke ekonomi ve siyasetini elinde tutmanın verdiği kendini hukukun üstünde görme algısıyla saldırı davası sonrası yapılan bütün haberlere ve gazetecilere davalar açan şirket, kendi çalışanlarının saldırı davasının açılmasını da 10 yıl boyunca engellemişti. Açılan davada ise şirketin başkanı, olaylar sırasında madencilerin başkomutanı edasıyla saldırıları yöneten Akın İpek'in iddianamede adı dahi geçirilmemişti. Akın İpek, yaşam savunucularının avukatı Arif Ali Cangı'nın çabalarıyla ancak sanık yapılabilmişti. Şirket de kendince bu 'yediği gol'ün rövanşını Cangı'yı da sanık sandalyesine oturtarak almıştı.
BİLİRKİŞİ RAPORU DA ÖZENSİZ
Onlarca madencinin yanı sıra yaşam savunucularının ve avukatlarının da yargılandığı bu davanın her aşamasında olduğu gibi bilirkişi raporu da tartışmalı idi. Raporda tanıklar, sanık, ölen sanıklar başka sanıklarla karıştırılmış bir şekilde özensizliklerle dolu bir rapor olarak mahkemeye sunulmuştu.x

KİMSE HUKUK BEKLEMİYOR
TBB Çevre Komisyonu üyesi avukatların yanı sıra, İzmir, Bergama, Ayvalık, Dikili, Foça gibi yerlerden yaşam savunucularını da ilgi gösterdiği duruşma, davanın 2017 Haziran'ında zaman aşımına uğrayacağı artık neredeyse kesinleşmesinin gölgesinde yapıldı. Duruşmaya Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ve Dikili Belediyesi eski Başkanı Osman Özgüven'de katıldılar. Ne yaşam savunucularının, ne de madencilerin duruşmadan hukuk yönünden bir beklentileri kalmamıştı. O yüzden verilen mesajlar  ve yapılan konuşmalar da önceki olayların değerlendirilmesi, davadaki hukuksuzlukların ortaya serilmesi, FETÖ-AKP ortaklığının deşifre edilmesi ve "ekoloji mücadelesine gözdağı" olarak yorumlanan davanın bu anlamda hukuki olarak olmasa bile en azından tarihsel olarak mahkum edilmesine dönük oldu.
HUKUK NASIL KATLEDİLDİ
Geçtiğimiz günlerde yapılan İstanbul Barosu Seçimlerinde başkan adayı olarak liste de çıkaran Av. Ömer Kavili'nin duruşmanın genç hakimesi ile girdiği ve gereğinden çok uzayan "usul" tartışması ülke hukukunun aslında nasıl da bir çıkmaza girdiğinin, hukuk devleti olmak bir yana kanun devleti bile olmayacak uygulamaların nasıl da içselleştirildiğini bir örneği olması bakımından ilginçti. Kavili'nin, avukat Arif Ali Cangı'nın sanık yapılması süreci ile ilgili ortaya koyduğu "kanunsuzluklar" silsilesi, bir anlamda günümüzde FETÖ denen grubun 15 Temmuz'da darbe girişimine kalkışacak düzeye nasıl da getirildiğinin özeti gibiydi. Yargı, emniyet, bakanlıklar, bürokrasi, tamamen bu grubun baskılaması ile karar verir bir noktaya gelmiş, onların koalisyon ortağı AKP'nin de yol vermesi ile açıkça kanunsuz işler yapılmaktan hiç de tereddüt gösterilmemişti. Cangı'yı 'sanık' sandalyesine oturtan yargıçların çoğu bugün FETÖ operasyonları kapsamında açığa alınmış, bir kısmı tutuklanmıştı. Zaten bu kanunsuzlukların zirve noktası da ülkenin yönetimini tamamen ele geçirmeye dönük darbe girişimi olmuştu. Yapılan bütün konuşmalarda bu vurgu öne çıkarıldı.
 Çevre Günü nde saldırı davası 2017’ye ertelendi
AKIN İPEK FİRARDA BİZ BURDAYIZ

Şirketin sahibi ve başkanı Akın İpek'in "terör örgütü üyesi" suçlamasıyla firari olarak arandığı günümüzde, yaşam savunucularının hala ülkede ekoloji mücadelesine devam ettikleri, bundan sonra da her türlü hukuksuzluğa karşı mücadeleyi sürdürecekleri vurgusu yapıldı. Türlü gerginliklerle üç saati aşkın süren duruşma sonrası Adliye önünde yapılan açıklamada bu davadan adaletin çıkmasının artık beklenilmediği, ancak yaşamı savunma mücadelesinin her yerde ve koşulda sürdürüleceği kararlılıkları dile getirildi. (İzmir/EVRENSEL)

Yol için endemik bitkiyi taşıyacaklar_ (MANŞET)



28 Ekim 2016 05:00
Çanakkale Otoyolu projesi kapsamında, sadece o bölgede yetiştiği ve başka yerde yaşama şansı olmadığı için endemik denen bitkiler taşınacak!
Özer AKDEMİR
İzmir
Yol için endemik bitkiyi taşıyacaklar
Başbakan’ın “Çanakkale artık geçilecek” diye sunduğu İstanbul-Çanakkale Otoyol projesinin yol güzergahında bulunan endemik bitkiler başka yere taşınacak. Sadece belli bölgelerde yetişen ve başka bölgelerde yaşama şansı olmayan endemik bitki türlerinin yakın yerlere taşınabileceğini belirten Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna konunun uzmanı bilim insanları karşı çıktı. Prof. Dr. Erdoğan Atmış “Endemik bitkiyi alıp başka yere taşırsanız taşıdığınız yerde artık endemik değildir” derken, Yard. Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu da, “Eğer endemik bitki için uygun habitat, taşınacağı alan olsaydı zaten orada da olmaz mıydı?” sorusunu yöneltti.
ENDEMİK TÜR TAŞINABİLİR Mİ?
Geçtiğimiz günlerde Başbakan Binali Yıldırım tarafından açıklanan Kınalı-Tekirdağ-Çanakkale-Savaştepe Otoyolu projesi, daha çok Çanakkale Köprü geçişi ve köprü için çivi bile çakılmamışken geçiş ücretinin beli olması ile gündeme geldi. Oysa, otoyol ve köprü ile ilgili 1050 sayfalık ÇED Raporu’nda başka dikkat çekici yanlar da bulunuyor. Raporun 101. sayfasında otoyol güzergahında bulunan kılkuyruk, memek, yalancı ısırgan, uyuz otu, çavdar gibi endemik bitkilerin yakın habitatlara taşınabileceği belirtiliyor: “Söz konusu türler Çanakkale ve Balıkesir il bazında ve komşu birkaç ilde görülen geniş yayılışlı endemik türlerdir. Söz konusu türler için proje alanının yakın çevresinde alternatif habitatlar mevcuttur. Bitkisel toprağın sıyrılması ile faaliyet alanı ve yakın çevresinde bulunabilecek yukarıda belirtilen endemik, nadir ve nesli tehdit altında olan türlerin tohumları, proje alanı yakınlarında uygun habitatlara taşınacaktır.” “Endemik bitkiler başka yakın yerlere taşınabilir mi” sorusunu bilim insanlarına yönelttik.
 İstanbul-Çanakkale Otoyol projesi, toplam 324 kilometreyi bulan 3 gidiş, 3 geliş olmak üzere 6 şerit halinde planlanıyor, çevresindeki koruma önlemleriyle birlikte geniş bir alana yayılan yüzlerce kilometrelik otoyolun geçtiği güzergahlarda tarıma, canlı yaşamına, tarihe ve sosyo/kültürel yapıya etkileri ÇED raporunda inceleniyor.
İstanbul-Çanakkale Otoyol projesi, toplam 324 kilometreyi bulan 3 gidiş, 3 geliş olmak üzere 6 şerit halinde planlanıyor, çevresindeki koruma önlemleriyle birlikte geniş bir alana yayılan yüzlerce kilometrelik otoyolun geçtiği güzergahlarda tarıma, canlı yaşamına, tarihe ve sosyo/kültürel yapıya etkileri ÇED raporunda inceleniyor.
‘TAŞINIRSA ENDEMİK OLMAZ’
Bartın Üniversitesi Ormancılık Politikası Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Atmış, “Eğer insan eliyle alınıp bir başka yere taşınırsa endemikliğinden bahsedilmez. Siz bir başka yerde endemik olan bir bitkiyi alıp başka bir yere taşırsanız taşıdığınız yerde artık endemik değildir” dedi.  
Endemik, “Bulunduğu bölgenin ekolojik şartları yüzünden yalnızca belirli bölgede yaşayan/yetişen, dünyanın başka yerinde yaşama/yetişme ihtimali olmayan, yöreye özgü hayvan/bitki türü” olarak tanımlanıyor.
Bu konuda devlet kurumlarının da sahteliğe varan çalışmalar yaptıklarını iddia eden Atmış, “Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu endemik bitki türlerinin taşınmasına ilişkin projelerin yer aldığı kitapçıklar var. Kısacası kendi kendimizi kandırıyoruz bu konuda. Şirketler para karşılığı üniversitelerden, endemik türün taşınabileceğine ilişkin raporlar alıyorlar” dedi.
‘BİR TANE ÖRNEK GÖSTERSİNLER’
Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Mühendisliği Ana Bilim Dalı Öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu da, “Eğer endemik bitki için uygun habitat, taşınacağı alan olsaydı zaten orada da olmaz mıydı?” sorusunu yönelterek sözlerine şöyle devam etti: “Endemik bitki için görüldüğü yer zaten en uygun olan alandır. Bu bitkiler bu kadar kolay başka bir yere taşınıyorsa, kolayca üreyebiliyorsa neden bunları korumak için BERN, CITES gibi uluslararası sözleşmeler düzenleniyor? Nerelere taşınmış da endemik bitkiler aynı oranda varlığını sürdürmüş, bir örnek versinler.”
Başbakan Binali Yıldırım projeyi tanıtırken “Çanakkale geçilmez, tarihte kaldı artık. Çanakkale geçilir, her türlü geçilir hale geliyor. Denizden geçiliyor, havadan geçiliyor, şimdi karadan da geçilmiş olacak” demişti.


27 Ekim 2016 Perşembe

Bergama’dan Cerattepe’ye çevre mücadelesini destekliyoruz

Bergama’dan Cerattepe’ye çevre mücadelesini destekliyoruz

27 Ekim 2016 17:50
Bergama Ovacık Altın Madeninde yaşam savunucularına yönelik düzenlenen saldırı davasının duruşması öncesi basın açıklaması yapıldı.
Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Üyeleri, 5 Haziran 2005’te Bergama Ovacık Altın Madeninde, maden çalışanları tarafından yaşam savunucularına karşı taşlı ve yumurtalı saldırı davasının duruşması öncesi basın açıklaması düzenledi.  
TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyelerinin yanı sıra Ege Çevre Platformu, Foça Çevre Platformu, Dikili Çevre Gönüllüleri ve Bergama Çevre Platformu üyelerinin de destek verdiği açıklamaya Bergama Belediye Başkan Yardımcısı Ali Kahyaoğlu ve Dikili eski Belediye Başkanı Osman Özgüven de katıldı.
Avukat Arif Ali Cangı; “Bergama hareketinin ekoloji hareketine ve çevre hukukuna kattığı katkıları yaşatmak, büyütmek ve geliştirmek, yaşamı savunmak için hep beraber mücadele etmeye devam edeceğiz” diye konuştu
TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Ali Arabacı da komisyon adına yaptığı açıklamada Türkiye’nin ilk altın madeni olan Ovacık Siyanürlü Altın Madeninin yıllardır Bergama ve çevresine vermiş olduğu ekolojik zararların yanı sıra yörede madencilerin yürüttükleri hukuk dışı uygulamalara değindi. Arabacı, “İnsanımızın sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını savunan çevre hareketlerine karşı, hukuk devleti ve adil yargılanma ilkelerine aykırı, hukuk dışı uygulamaları ve gerçeğe aykırı algı operasyonlarını kınıyoruz” diye konuştu.
BERGAMA KÖYLÜSÜ, EKOLOJİ HAREKETİNE ÖRNEK OLDU
Arabacı “Türkiye’nin ilk altın madeni burada, Ovacık Köyü’nde işletilmeye başlandı. Bilim insanlarının siyanür liçi yöntemiyle yapılacak madenciliğin bölgenin yeraltı ve yerüstü sularını, toprağını, havasını kirleteceği, Bakırçay Ovası ve Bergama’nın yaşamına büyük tehdit oluşturacağı tespit ve uyarıları yıllarca sürecek çevre hareketini de başlattı. Bergama köylüsünün 90’lı yıllardaki bu mücadelesi, Türkiye ekoloji hareketine ilham kaynağı oldu, çevre hukukuna çok şey kattı. İdare Mahkemeleri, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu olaya özgü, çevre mücadelesini teşvik eden, insan hakları bağlamında önemini ortaya koyan, çevre hareketini güçlendiren örnek kararlar verdi. Bergamalıların toplumsal ve hukuksal hayatımıza kattığı bu önemli kazanımlar, çevre hakkını ve  hukuk devleti ilkesini yok sayan hükümetler ve yöneticiler tarafından yok sayılarak yargı kararları uygulanmadı” dedi.

OHAL, ÇEVRE HAKKI İHLALLERİNE YOL AÇIYOR

“Gerek 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimi, gerekse sonrası uygulamaya konulan OHAL uygulamaları, çevre hakkına ilişkin de katlanılamaz ihlallere yol açmaktadır” diyen Arabacı, hukuka ve çevre hakkına uygun kararlar veren hakimlerin bir kısmının “FETÖ/PDY” soruşturması kapsamında görevden alındığını hatırlattı. Arabacı, “Bugün, onların yerine ‘hükümetin hoşuna gitmeyecek’ karar verdiğinde görevden azil ya da başka yere atanma korkusu yaşayan hâkimlerle, mahkemelerden, hukuka uygun kararlar alınması neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Rize İdare Mahkemesi’nde görülen Cerattepe davası buna örnek gösterilebilir. Bu olağanüstü uygulamaların yanı sıra OHAL’i aşan KHK’ler, siyasal iktidarın sayısal çoğunluğu ile çıkartılan yasalarla pek çok temel insan hakkı ihlal edildiği gibi sağlıklı çevrede yaşama hakkına ilişkin güvenceler de ortadan kaldırılmaktadır” dedi.
“Ülkenin hukukçularına bugün düşen ödev, evrensel anlamda adalet ve hakkaniyet kurallarının tesisi için hakların bir bütün olduğunu ısrarla savunmaktır” diyen Arabacı, “Biz, adalete erişim yollarını açık tutmak, devleti anayasal anlamda çevreyi koruyan, demokratik sosyal, laik, insan haklarına ve hukuka dayalı bir devlet haline getirmekte kararlıyız. Buradan hükümete ve idareye sosyal hukuk devleti ilkesine, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı ile çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önleme ödevine uygun işlem yapma çağrısında bulunuyoruz” dedi. (İzmir/EVRENSEL)

26 Ekim 2016 Çarşamba

Kışladağ duruşması karara kaldı

Kışladağ duruşması karara kaldı

26 Ekim 2016 19:05
Uşak Eşme yakınlarındaki Kışladağ Altın Madeni'nin kapasite artırımı ile ilgili açılan davada sona gelindi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Uşak Eşme yakınlarındaki Kışladağ Altın Madeni'nin kapasite artırımı ile ilgili açılan davada sona gelindi. Manisa 2. Bölge İdare Mahkemesi'nde gerçekleştirilen karar duruşmasına altın madeni yakınlarındaki İnay Köyünden Muammer Sakaryalının isyanı damga vurdu. 

BİLİRKİŞİ RAPORU DEĞİL EKSİK GEZİ NOTLARI
Uşak'ın Ulubey ile Eşme İlçeleri arasındaki Kışladağ'da 2006 yılından bu yana Avrupa'nın en büyük atın madenini işleten TÜPRAG Şirketinin, ikinci kez kapasite artırımı talebine karşı açılan davanın duruşmasında, bir kez daha madenin yörede yarattığı tehlikeler tartışıldı. EGEÇEP, TMMOB'a bağlı bazı odalar ve yöre köylülerinin madenin 3 kat kapasite artırımı talebine karşı açtığı davaya sunulan bilirkişi raporu "maden güzellemesinden öte bilimsel hiçbir değer taşımadığı" gerekçesiyle reddedildi. TMMOB'a bağlı odalar adına duruşmaya katılan TMMOB Yönetim Kurulu üyesi Cemalettin Küçük bilirkişi raporunu "Eksik bir gezi notları"ndan başka birşey değil" diye niteledi. Bilirkişi incelemesi sırasında sordukları hiçbir sorunun yanıtına raporda yer verilmediğini söyleyen Küçük, "Ben hoca olsam bu bilirkişilerin hepsine sıfır verirdim" dedi. 

20 BİN LİRA KEŞİF ÜCRETİ OLUR MU?
EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Avukat Arif Ali Cangı'da bilirkişi heyeti içinde yer alan Prof. Dr. Hüseyin Öztürk'ün, madene karşı ilk açılan davalarda da bilirkişi olduğunu ve orada maden yanlısı görüşlerini ortaya koyduğunu belirterek, "bu kişinin aynı maden için tekrar bilirkişi atanmasına itirazımız reddedildi. Bilirkişi keşfi için 20 bin lira gibi bir astronomik rakam belirlendi. Buna karşı itirazımız da reddedildi. Diğer taleplerimizi de reddeden mahkeme heyeti şimdi burada değil. Bu bilimdışı bilirkişi raporuna göre sizler nasıl karar vereceksiniz" diye konuştu. Bilirkişi raporuna yöneltilen itirazların yanı sıra farklı uzmanlık alanlarından yeni bir bilirkişi heyeti oluşturularak yeniden rapor istenmesi talep edildi. 
ÇEVRE BAKANLIĞI ÇEVREYİ DEĞİL EKONOMİYİ DÜŞÜNÜYOR
Madenin kapasite artırımına izin veren Çevre ve Şehircilik Bakanlığına karşı açılan davada kurumun temsilcisi bütün izinlerin ve süreçlerin yasalara uygun olduğunu, sürdürülebilir kalkınma için madenin faaliyetine devam etmesi gerektiğini ileri sürdü. Bakanlık yetkilisinin "telafisi imkansız sonuçlara yol açabilir" sözü ile madenin çevreye etkilerini değil, maden kapanırsa bunun ekonomiye etkilerini dile getirmesi dikkatlerden kaçmadı. Davalı bakanlığın yanında davaya katılan TÜPRAG Şirketi avukatı ise 1 saati aşan konuşmasında uzun uzun madenin en iyi teknolojiyi kullanarak üretim yaptığından ve bütün yasal izinleri almasından bahsetti. 

KIŞLADAĞ BİR CEHENNEM ŞİMDİ!
Bakanlığın davalı olduğu duruşmada Bakanlık yetkilisi 10 dakika konuşurken, şirket avukatının 1 saati aşkın maden güzellemesi yapması madene komşu İnay Köyünden Muammer Sakaryalı'yı isyan ettirdi. Şirket avukatının madenden bahsederken sanki bir cennet resmi ortaya koyduğunu belirten Sakaryalı, "Ben o topraklarda büyüdüm. Kışladağ bir cehennem şimdi. Cehennemi cennet gibi anlatmak nasıl bir şey. Orada kuzularımız ölüyor, köylerimiz   maden tarafından yutuluyor. sesimizi duyan kimse yok" dedi. 
Duruşmada Eşme ve köylerinde 2000'in üzerinde yurttaşın zehirlenmesine yol açan siyanür kazası konusu da tartışılırken, şirket avukatı bu olayın siyanürle alakası olmadığını ileri sürdü. 

CHP Manisa milletvekili tur Yıldız Biçer'in de izlediği duruşmaya, İnay Köylülerinin yanı sıra, EGEÇEP Yürütme Kurulu üyeleri, İzmir ve Manisa'dan yaşam savunucuları da katıldı. 

23 Ekim 2016 Pazar

Biz hiç susmayalım o zaman... (Pazar Eki)


23 Ekim 2016 08:59

Hayatın Sesi Televizyonu’nda “Çepeçevre Yaşam” programını yapan Özer Akdemir yazdı: “Beşpınar köylülerinin seslerini duyuran kanalı kapattılar.
Özer AKDEMİR
Biz hiç susmayalım o zaman...
2000 ya da 2001 yılıydı sanırım. Ekonomik krizin emekçiler üzerindeki baskısının en yoğun hissedildiği günlerde, bu krizden paylarını fazlasıyla alan meslek gruplarından kamyon şoförlerinin haberini yapmıştım. Işıkkent’teki Nakliyeciler sitesine gitmiş, kamyon şoförlerinin bir dokunup bin ahh işittiğim dertlerini dinlemiştim uzun uzun.
Şoförler anlatıyorlardı yaşadıklarını, sorunlarını, taleplerini ama bunların gazetede çıkacağına pek de inanmıyorlardı. “Senin gibi çok gazeteci geldi, anlattık bunları ama tek satır çıkmadı gazetelerde” diyorlardı. Bunun nedenini ise Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu Başkanı’na bağlıyorlardı. Hükümet kadar, kendi örgütleri olan bu kuruma ve özellikle başkanına güvenmediklerini söylüyorlardı. Federasyonu eleştiren söyleşilerin Başkan tarafından engellendiğine inanmıştı konuştuğum kamyoncular. Federasyon Başkanının kendi adına açtığı dinlenme tesisleri, bunlardan şoförlerin hiçbirinin yaralanamadığı, federasyonun mazot zammı, nakliye ücretleri vs konularda hiçbir şey yapmadığı, bunları eleştiren gazeteleri susturduğu, satın aldığı, hatta kapattırdığı ile ilgili birçok şey dinledim.
“Sizi de satın alır, olmadı kapattırır” dedi şoförün biri. Ben Evrensel’i anlattım, “Bizde öyle şey olmaz. Biz işçinin-emekçinin gazetesiyiz” dedim. “Haber çıktığı gün arayacağım sizi” diyerek telefonunu aldım şoförün. Ertesi gün şoförlerin sorunlarını, federasyon başkanı ile ilgili anlatılanları, “Siz de bunları yayınlayamazsınız” sözlerini biraz da gülümseyerek haberleştirdim. Uzun bir haber oldu, gönderdim ve ertesi gün gazete kapatıldı!
Hayır, kamyoncuların söyleşisi nedeniyle kapatılmamıştı gazete. Kürt sorunu ile ilgili haberler-yazılar nedeniyle kapatılmıştı ama gel bunu bizim kamyonculara anlat!
Çaresiz aradım telefonunun aldığım kamyoncuyu. Anlattım durumu, haberi yaptığımı ama çıkacağı gün gazetenin kapatıldığını söyledim. “Ben sana dememiş miydim” dedi. Benim, “Yok ondan değil başka bir meseleden” sözlerimi ise dinlediğini hiç sanmıyorum.
Geçenlerde, kuruluşundan bu yana “Çepeçevre Yaşam” programını yaptığım Hayat Televizyonu (Hayatın Sesi) kapatıldığında, yıllar önceki bu olay aklıma geldi ilk. Televizyonun kapatıldığı gün Kemalpaşa Beşpınar köylülerinin Spil Milli Parkı sınırına 500 metre uzaklıkta yapılmak istenen taş ocağına karşı verdiği mücadelenin yer aldığı program yayımlanacaktı. Basın açıklaması ve yürüyüşten birkaç dakikalık görüntü alan gazete -televizyonlar dışında, köylülerin çoluk-çocuk eylemini başından sonuna görüntüleyen, mikrofonunu onlara uzatıp uzun uzun dertlerini dinleyen ve bunu 2 bölüm halinde program yapan tek bizim kanal, bizim program vardı.

‘KIŞLADAĞ’DA ÖLEN KUZUNUN SESİNİ KISTILAR’
Şimdi, Beşpınar köylülerinin seslerini duyuran kanalı kapattılar. “Kendi dağımızdan sürgün edecekler, bizi elin dağlarına muhtaç hale getirecekler” diyen arıcı Mehmet Ali Ekmen’in sesini duyuracak kamerayı susturdular. Arazisinde binbir emekle büyüttüğü kiraz bahçesinin yanı başına kurulmak istenen taş ocağına veryansın eden Fehmi Dönmez’in sesini kıstılar aslında. Kışladağ’da altın madenini çevresinde ölen kuzunun, Efemçukuru’nda asmasında kuruyup geçen üzümün, Kazdağlarında Ağı Dağı’nın içler acısı halinin görülmesini istemedikleri için karartılar Hayatın Sesi’ni. Dertleri televizyon değil, emekçilerin hayatının kendisiydi, onun direnişinin görülmemesiydi amaçlanan.
Bunun içindir ki; televizyonun kapatılmasının ardında dağlarında maden, ovalarında jeotermal talanına karşı canla başla mücadele eden Aydınlılar “bizim sesimizi, mücadelemizi kısmak için kapatıldı Hayatın Sesi’ni” diye sahip çıktılar televizyonlarına. Onları diğer ekoloji örgütleri izledi.
Dünya tarihi, ülkemizin demokrasi tarihi binlerce kez gösterdi ki; baskıyla, yasakla, sansürle, kapatmayla istedikleri sonuca ulaşamıyor muktedirler. Su bir yolunu buluyor, doğa kendine yeni bir yol açıyor, sesi kıstırılmak istenen mücadeleler yeni yeni araçlar yaratıyor sürekli… Yaşam mücadelesi durmuyor çünkü, insanca, doğayla barışık bir yaşam özlemi insanlık tarihinin en kadim düşü yüz yıllardır.
BUNLAR DA YAYINLANMAYACAKSA, BİZ HİÇ KONUŞMAYALIM!
Hayatın Sesi’nin sevilen programı “Ne Yapmalı Nasıl Yapmalı”nın jeneriğinde yer alan Soma işçisinin sözleri çok şey anlatıyor. Basının, televizyonların seslerini duyurmadığını söyleyen, 301 arkadaşını Soma katliamında kurban eden bir işçi öfkeyle sesleniyor “Bunlar da yayınlanmayacaksa, biz hiç konuşmayalım!..”
İşçi sınıfının sesi, soluğu olmaya çalışan Hayatın Sesi Televizyonu’nu kapatanlar işte bu çığlığı gördükleri için kapattılar onu. Somalı, Zonguldaklı, Karabüklü, Batmanlı işçi de bilsin ki, eskiden olduğu gibi bugün de onların söylediklerini yayınlamayacak televizyonlar, gazeteler. Onların sesi olan televizyonun kapatılmasına karşı da, başka kanallarda söylediklerinin yayınlanmayacağını bilerek “O zaman biz hiç konuşmayalım” değil, “O zaman biz hiç susmayalım, hiç susmamalı, hiç…” demekten başka yol yok


https://www.evrensel.net/haber/293557/biz-hic-susmayalim-o-zaman

Doğaya el koyma yasası iptal edilsin_MANŞET

23 Ekim 2016 04:51
Yaşam savunucuları, devletin yaşam alanlarına sermaye lehine el koyması olarak yorumlanan 80. maddenin kaldırılması için sokaklardaydı.
Özer AKDEMİR
İzmir
Doğaya el koyma yasası iptal edilsin 
Yaşam savunucuları, devletin yaşam alanlarına sermaye lehine el koyması olarak yorumlanan 80. maddenin kaldırılması için sokaklardaydı. “Devletin doğaya el koyması”, “Doğaya vurulmuş en büyük darbe” diye tanımlanan 6745 sayılı Yasanın 80. maddesi, her türlü altyapı yatırımı için idari ve yargısal denetim yok sayılarak Bakanlar Kuruluna “Ruhsat, tahsis, izin” yetkisi veriyor. 
HEP SERMAYEYE HİZMET ETTİ
AKP hükümetleri boyunca sermayenin doğanın talanına dönük özlemleri her geçen gün daha da büyüdü. Bu özlemlerin giderilmesi ve doğa talanını önünün açılması için AKP, yatırımların çevresel etkilerinin değerlendirilip, önlemlerinin alınmasını ön gören ÇED yönetmeliğinde, şirketlerin işini zorlaştıran, doğanın korunmasına dönük düzenlemeleri bir bir değiştirdi. AKP öncesi de dahil ÇED Yönetmeliği yayımlandığı tarihten bu yana yaklaşık 20 kez kısmen ve tamamen değiştirildi. Yasaların şirketlerin ayaklarına dolandığı, talanın önüne engel olduğu ya da geciktirdiği durumlar için 2009/7 Genelgesi çıkarıldı. Bu genelge ile yargı kararlarının uygulanmamasının, ya da moda deyimle “arkadan dolanılmasının” önü alabildiğine açıldı. 

DOĞAYA DARBE
15 Temmuz darbe girişiminin hemen ertesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, tüm hukuksal ve toplumsal engelleri bir yana bırakarak bir kez  daha Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılacağını söylemesi darbe girişimi sonrası doğanın başına geleceklerin de habercisiydi. 
Cumhurbaşkanının bu sözlerinin hemen ardından darbe girişimi bahane edilerek ilan edilen OHAL duyurusunun yapıldığı gün Çevre Bakanı Mehmet Özhaseki çevrenin “put haline” getirildiğini ileri sürerek yaşam alanlarının korunması çabalarını “taşkınlık” olarak nitelendirdi. Bu açıklamalar yaşanacak doğa talanının psikolojik zemininin hazırlanması olarak yorumlandı. Nitekim AKP iktidarı çok fazla beklemeden “Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi, İki İl Merkezinin Değiştirilmesi ve Bazı K.ve KHK’lerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile doğal kültürel tüm varlıkları, hazine arazilerini doyumsuzca talana açtı. 

80. MADDE NEDİR?
Ekoloji örgütleri ve tüm yaşam alanlarını sermayeye karşı koruma mücadelesi veren yurttaşların, “Bugüne kadar doğaya vurulmuş en büyük darbe” diye nitelendirdiği 80. madde 7 Eylül 2016’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğü girdi. 80. madde ile şirketlere ülke tarihinde görülmemiş teşvikler verilerek, projelere hukuksal ve idari muafiyetler getiriliyor. yasanın gündeme getirildiği günlerde onlarca ekoloji örgütünün imzası ile yapılan ortak açıklama da 80. maddenin doğaya, kentlere, yaşama karşı açık bir savaş ilanı olduğu dile getirildi. Bu maddenin, yurttaşların kendi vergileriyle Türkiye’nin yarınlarına ipotek konulması anlamına geldiğini belirten ekoloji örgütleri; “Hukukun üstünlüğü kavramının ‘şirketlerin üstünlüğü’ olarak değiştirilmesidir. Madde 80, Bakanlar Kurulunun toplumun ve hukukun üstüne geçirilmesi demektir. Madde 80, bildiğimiz anlamda hukukun ortadan kaldırılması, tüm varlıkların tek kaynağı olan doğa üzerinde cirit atacak akıl almaz bir sermaye tahakkümünün yeni düzen olarak tanımlanmasıdır” dediler. 
80. maddenin 4. fıkrası mevcut idari prosedür ve izinleri ortadan kaldırarak, doğa korumaya dönük kısıtlayıcı hükümleri devreden çıkartıyor. Yine de yetmediği durumlar olabileceği varsayımı ile yasal ve idari süreçlerde düzenleme yapabilmesine dair Bakanlar Kuruluna yetki veriliyor. 
* Bu yetkiler, mevzuatlar gereği yatırımlar için alınması gereken her türlü idari izin ve olur mekanizmasının yanı sıra bunlara dair idari süreçleri devreden çıkarıyor. Planlara ve şehircilik ilkelerine aykırı projeler, hiçbir ruhsat, izin, ÇED’e gerek duyulmadan, yargı yolu da kapatılmış olarak başlanılabiliyor. 
* Madde 80 ile ‘stratejik gerekliliği ve aciliyeti’ kavramları getirilerek ülkenin tüm kaynakları, dereleri, denizleri, ormanları, yaylaları, ovaları, meraları, Bakanlar Kurulu tarafından şirketlerin sofrasına sunuluyor. Doğaya olduğu kadar, sosyal dokuya, ekosistem dengelerine, ulusal ve uluslararası yasalara aykırı bir şekilde yürütülen “mega projeler” için artık yargısal engel-gecikme kaygısı ortadan kaldırılıyor.  Nükleer santraller, Kanalistanbul, 3. havalimanı, termik santraller, Yeşil Yol, altın işletmeciliği gibi büyük yatırımlar için ülke dikensiz gül bahçesi haline getiriliyor. 
ŞİRKETLER BİLE BU KADARINI DÜŞLEMEMİŞTİR!
Madde ile şirketlere getirilecek kolaylıklardan bazıları şunlar; 
* Bakanlar Kurulu şirketlere kurumlar vergisi muafiyeti getirebilecek. (Yatırımın iki katına ulaşana kadar vergi muafiyeti ya da 10 yıl boyunca vergi muafiyeti seçenekleriyle)
* Şirketlere stopaj ve gümrük vergilerinde muafiyete de Bakanlar Kurulunca karar verilebiliyor. 
* Hazineye ait araziler 49 yıllığına bedelsiz kiralanabilecek. Şirket 5 yıl boyunca hedefini tutturursa bu kiraladığı kamu arazisinin mülkiyetini de bedelsiz olarak alabilecek. 
* Şirketlere 10 yıl boyunca elektrik yüzde 50 indirimle verilebilecek.
* Şirketlerin yatırım için çektikleri kredinin faizini 10 yıl devlet ödeyebilecek. Tüm kredi risklerini devlet üstlenecek. 
* Şirketlerin nitelikli elemanlarına devlet kasasından asgari ücretin 20 katı maaş verilebilecek. Bakanlar Kurulu şirketin bütün çalışanlarının işveren sigorta prim payını da 10 yıl boyunca devletin karşılaması karanını alabilecek. 
* Şirketlerin üreteceği ürünlere Bakanlar Kurulunun belirlediği fiyat üzerinden alım garantisi verilebiliyor. 
* Devlet yatırımın yüzde 49’unu üstlenebiliyor. Devlet bu payını 10 yıl içerisinde elinden çıkarmak zorunda. Şirket kâr etmeden devlet çekilebilecek.

* Projelerin ekonomiye, istihdama katkısı gibi kamu tarafından denetlenmesini sağlayan tüm mekanizmalar ortadan kaldırılırken, ÇED, lisans, ruhsat vs. süreçlerin hepsi yok sayılabilecek.

21 Ekim 2016 Cuma

Yargı, milli parka komşu taş ocağına geçit vermedi


21 Ekim 2016 04:57
Spil Milli Parkı’na komşu Kemalpaşa Beşpınar Köyü yakınlarında yapılmak istenen taş ocağına yargı geçit vermedi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Yargı, milli parka komşu  taş ocağına geçit vermedi
Spil Milli Parkı’na komşu Kemalpaşa Beşpınar Köyü yakınlarında yapılmak istenen taş ocağına yargı geçit vermedi. İzmir 5. İdare Mahkemesi taş ocağına verilen ÇED gerekli değildir kararının yürütmesini durdurdu. Mahkeme kararı, aylardır taş ocağına karşı nöbet tutan Beşpınar Köylülerince sevinçle karşılandı.
KURNAZLIĞA VALİLİK ONAYI
İzmir Kemalpaşa’ya bağlı Beşpınar Köyü yakınlarında, Spil Milli Parkı’na kuş uçuşu 500 metre uzaklıkta yapılmak istenen taş ocağına İzmir Valiliği tarafından verilen ÇED gerekli değildir kararı  köylülerin protestolarına yol açmıştı. Bir kısmı Milli Park içerisinde kalan Beşpınar köylüleri meyve bahçeleri, meralar, arı kovanları ve su kaynaklarının tam ortasına yapılmak istenen taş ocağına verilen bu izinlere dava açtılar. Proje sahası toplamı 98 hektar olan şirket ÇED başvuru dosyasında bu alanın sadece 23 hektarında faaliyet yürüteceğini taahhüt ederek yasadaki bir açığı kullanmıştı. 25 hektarlık alandan aşağısı için ÇED iznine gerek olmadığı için İzmir Valiliği de bu kandırmacayı onaylayarak, şirkete izin vermişti.
Taş ocağına karşı dava açılmasının ardından, Beşpınar köylülerinin yanı sıra, civardaki Sütçüler, Ansızca köyleri, Turgutlu ve Kemalpaşalı vatandaşlar alanda ortak bir basın açıklaması ve yürüyüş gerçekleştirmişlerdi.
Açılan davada taş ocağı faaliyet alanının gerçek faaliyet alanından daha düşük gösterilmek suretiyle, projenin ÇED sürecinden kaçırıldığı, proje sahasını çevreleyen kiraz bahçeleri ve Spil Dağı Milli Parkı’nın görmezden gelindiği dile getirilmişti. Dava dilekçesinde, proje tanıtım dosyasında flora ve fauna tespitine yönelik hiçbir saha çalışmasının bulunmadığı, havada asılı kalan partikül ve çöken toz modellemelerinin gerçeği yansıtmadığı ve çevre mevzuatına aykırı olduğu iddialarına da yer verilmişti.
 
HUKUKA UYGUN DEĞİL
İzmir 5. İdare Mahkemesi geçtiğimiz günlerde verdiği kararda köylülerin dava gerekçelerini haklı buldu. İşletme ruhsat alanı 98.22 hektar olan projenin ÇED sürecine tabi olduğunun altını çizen mahkeme, İzmir Valiliğinin verdiği “ÇED Gerekli Değildir” kararında hukuka uygunluk bulunmadığına hükmetti. Mahkeme ayrıca “Davanın kalker ocağı ve kırma eleme tesisi işletilmesine ilişkin olması nedeniyle muhtemel çevresel etkileri dikkate alındığında uygulanması halinde telafisi güç zararlara neden olabileceği açıktır” diyerek oybirliği ile yürütmeyi durdurdu.
Kararı yorumlayan Beşpınar köylülerinin avukatı Cem Altıparmak, İzmir 5.İdare Mahkemesi’nin bu kararı ile kanuna karşı hile yöntemini deşifre ettiğini belirterek; Bu güzel karar, Milli Parkı ve ormanlarını, kiraz bahçelerini, havasını, suyunu korumak ve sağlıklı bir doğada kardeşçesine yaşamak için, dava açtığımız günden bu yana taş ocağı sınırında nöbet tutan Beşpınar Köylülerine armağan olsun” dedi.

20 Ekim 2016 Perşembe

Türkiye’nin en büyük çevre davası açılıyor

Özer AKDEMİR
20 Ekim 2016 19:48
Türkiye’nin en büyük çevre davası açılıyor
Amasra ve Bartınlılar termik santrale karşı Türkiye’nin en büyük çevre davasını açmaya hazırlanıyor.
Amasra ve Bartınlılar “Çeşm-i Cihan-Dünyanın gözü” denilen Amasra’nın yanı başına, Gömü ve Tarlaağzı köyleri arasına yapılmak istenen termik santrale karşı Türkiye’nin en büyük çevre davasını açmaya hazırlanıyor. AKP’ye yakınlığı ile bilinen HEMA Holdingin yapmak istediği termik santrale onay çıkmasının ardından mücadeleyi yoğunlaştıran Bartın Platformu dava açmak için 5 günde 700 vekalet topladı. Şu an için Türkiye’nin en büyük çevre davası durumundaki Artvin Cerattepe’deki davacı sayısını geçen Bartın ve Amasralılar hedeflerini Fatih Sultan Mehmet’in Amasra’yı aldığı tarih olan 1460 kişi olduğunu belirtiyorlar.
MUHTARLARDAN TOPLU DAVA
Bartın Üniversitesi öğretim üyesi ve termik santrale karşı verilen mücadelenin yürütüldüğü Bartın Platformu Yürütme Kurulu üyesi olan Prof. Dr. Erdoğan Atmış, mücadele süreci hakkında bilgi verdi. Amasra’da dün gerçekleştirilen Muhtarlar Günü etkinliğine katılan 35 muhtarın törenin ardından topluca notere giderek dava dilekçesi verdiğini aktaran Atmış, “Sırada eczacılar var. Çeşitli meslek grupları toplu halde notere gidip vekalet veriyor. Dün akşam ticaret ve sanayi odası yönetimiyle bir araya geldik, onlarda tüzel kişilik olmasa bile birey olarak davacı olacaklarını söylediler” dedi. Gelinen süreci Gabriel Marquez’in Kırmızı Pazartesi kitabındaki öyküye benzeten Atmış, “Birileri Amasra’yı öldürmeye niyetli ve bunu herkes bildiği halde önlemek için gerekeni yapmıyor” dedi.Yıllardır süren termik santral karşıtı mücadelede önemli bir köşe taşı olan Bartın Platformu hakkında da bilgi veren Atmış, platformun farklı ilgi gruplarının katılımıyla 2010 yılında kurulduğunu ve mücadelesini halkın desteği ile bugüne kadar başarıyla sürdürdüğünü söyledi. Bartın Platformu’nun mücadelesini sırf karşıtlık üzerinden değil, yapılmak istenen termik santrallerin ekolojik, ekonomik ve insan sağlığı üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerini bilimsel yöntemlerle ortaya koyarak yürüttüğünü kaydeden Atmış, platformun mücadelesinin temelinde bir “çevreci hareketi” olmaktan çok, bir “yaşama sahip çıkma” hareketi olduğunu belirtti. Atmış, bu nedenle konunun salt çevre bozulması düzleminde ele alınmadığını, sağlık ve yöre ekonomisi üzerine muhtemel etkilerinin de ortaya konduğunu dile getirdi. (İzmir/EVRENSEL)

19 Ekim 2016 Çarşamba

Taşa tohum ekilir mi?


19 Ekim 2016 
Narlıdere Belediyesi, 'Göz boyamak işte budur' haberimize 'Hydroseeding' yanıtını verdi. Peyzaj Mimarları Odası ise belediyeyle aynı görüşte değil.
Özer AKDEMİR
İzmir
Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur, Yaşar Kemal’in adının verildiği rekreasyon alanının çevresindeki yamaçların yeşile boyanması ile ilgili yaptığı açıklamada, yapılan işlemin boya değil, “Hydroseeding” adı verilen bir çimlendirme tekniği olduğunu ileri sürdü. Peyzaj Mimarları Odası İzmir Şube Başkanı Özay Yerlikaya ise belediyenin aksine burada yapılanın Hydroseeding uygulaması olarak tanımlanamayacağını söylüyor.
Taşa tohum ekilir mi?
BELEDİYE: YEŞİL OLARAK GÖZÜKMESİ İÇİN...
Önceki gün Evrensel.net'te ve dün Evrensel gazetesinde “Göz boyamak işte budur” başlığı ile verilen Narlıdere “Yaşar Kemal Kültür Sanat Vadisi Rekreasyon Alanı”ndaki yamaçların, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun resmi açılış töreni öncesi yeşile boyandığı haberimiz tartışma yarattı. Tartışmalarla ilgili yazılı bir açıklama yapan Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur, eleştirileri yersiz bulduğunu belirterek yapılan işlemi savundu. Eğimli alanı yeşillendirmenin zorluğundan yakınan Batur, “Biz oradaki dik alanlarda, Mart ayında tohumlama yaptık. Makinelerle çim tohumu attık. 'Hydroseeding' dediğimiz herkesin uyguladığı bir sistemi uyguladık. ‘Boya atıldı’ şeklindeki konuları anlamıyorum” dedi.
PEYZAJ MİMARLARI ODASI: HYDROSEEDING OLARAK TANIMLANAMAZ
Belediye Başkanı Batur’un açıklamalarının aksine konunun uzmanları yapılan işlemin Hydroseeding olarak tanımlanamayacağı görüşünde. İzmir Peyzaj Mimarları Odası İzmir Şube Başkanı Özay Yerlikaya, fotoğraflardan gördüğü kadarıyla yapılan işlemin Hydroseeding olarak tanımlanamayacağını söyledi. Yerlikaya şunları dile getirdi; “Bir kere Hydoseeding yapılacak alan düzeltilip, temizlenir. Kayaya, taşa, çöpe bu uygulama yapılmaz” dedi. Batur’un “Alana Mart ayında makinelerle çim tohumu attık” açıklamasının aksine Hydroseeding tekniğinde atılan tohumların 5 gün içerisinde çimlenmesi gerektiğini belirten Yerlikaya, “Gerçekten hydroseeding ise zaten tohumun türüne göre 3 gün ila en geç 21 gün içerisinde çimlenme olur. Ancak görüldüğü kadarıyla böyle bir durum yok. Alanın belli bölgelerinde hydroseeding uygulaması yapılmış olabilir ama burada anladığım kadarıyla aceleye getirilmiş bir durum var. Eğer hydroseeding yapılmışsa bile boşa para harcanmış. Toprağın üzerinde kağıt gibi bir tabaka halinde tohumlar bulunur. Hatta parmaklarınızla tohumlara rahatça dokunabilirsiniz” dedi. 
 
ŞAPKADAN ÇİM ÇIKARMAK!
4 Kasım’da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından açılması planlanan tesislerin bu tarihe yetiştirilmesi için çalışmalar devam ediyor. Önceki gün çektiğimiz fotoğraflarda, metal parçaları, taş-kaya, kurumuş bitki artıkları gibi birçok yabancı maddenin üzerine boya püskürtüldüğü görülüyor. Hatta alanda unutulmuş bir şapka bile boyanmış. Belediye başkanının yapılan işlemin hydroseeding olduğunu açıklamasını ve Peyzaj Mimarları Odası Başkanı Özay Yerlikaya’nın “Öyle ise 3 gün ila 21 gün içerisinde alan çimlenmeli” sözlerini bir tarafa not ederek, konunun takipçisi olacağımızı belirtelim. Bakalım tohum ekilen kayadan, şapkadan, metal parçasından çim çıkacak mı?
HYDROSEEDING NEDİR?
Hydroseeding / sulu tohumlama yeni nesil çim ekme yöntemidir. Hydroseeding – Sulu Tohumlama ya da Püskürtme Çim gibi çeşitli isimle adı altında adlandırılan tohum, gübre, hızlı başlangıç ürünleri,malç, yapıştırıcı gibi çeşitli malzemeleri su ile birlikte hydromulcher – hydroseeder – sulu tohumlama makinesi tankının içerisinde karıştırılması ile oluşan malzemenin hortum ya da makinenin üzerindeki kule ile toprak yüzeyine püskürtülmesi yolu ile yapılmaktadır. Peyzaj amaçlı hydroseeding uygulamalarında toprağın taşları arındırılmalı, ince tesviyesi yapılmalı toprak normal değerlerinde ve pH nötr olmalıdır. Bir tırmık yardımıyla ince tesviyesi yapılmalıdır. Taşlardan arındırılmalıdı

https://www.evrensel.net/haber/293268/peyzaj-mimarlari-odasi-hydroseeding-olarak-tanimlanamaz

17 Ekim 2016 Pazartesi

Göz boyamak işte budur: Yeşillendirmediler, yeşile boyadılar

Özer AKDEMİR
İzmir
Göz boyamak işte budur: Yeşillendirmediler, yeşile boyadılar
İzmir Narlıdere'de edebiyatımızın çınarı Yaşar Kemal'in adının verildiği rekreasyon alanının çevresindeki yamaçlar yeşile boyandı. Yanlış okumadınız, yeşillendirilmedi, yeşil renge boyandı! İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Narlıdere Belediyesi'nin ortaklaşa yaptığı alanın önümüzdeki günlerde yapılması planlanan açılış töreni öncesi alanın çevresinde kazılmış olan yamaçlar yeşile boyanarak 'çirkin' görüntüye makyaj yapıldı.
4 KASIM'DAKİ TÖRENE HAZIRLIK
Narlıdere 2. İnönü Mahallesi'ndeki Beyaz Vadi'de İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Narlıdere Belediyesi'nin ortaklaşa yaptığı “Yaşar Kemal Kültür Sanat Vadisi Rekreasyon Alanı” 4 Kasım'da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından açılacak. 80 bin m² alanda gerçekleştirilen projede düğün salonları, kafeteryalar ve çeşitli  spor aktiviteleri için alanlar yer alıyor.
YAŞAR KEMAL'İN KEMİKLERİ SIZLAMIŞTIR
Alanın inşaatı sürecinde eğimli arazideki tepede yapılan kazıma ve teraslama sonrası ortaya çıkan manzara birileri tarafından hoş karşılanmamış olacak ki, kel kalmış yamaçlar açılış töreni öncesi yeşile boyanarak bu 'çirkinlik' örtülmeye çalışıldı.

Her iki belediye tarafından "Prestij projesi" olarak tanıtılan ve toplam 7 milyon TL'ye mal olması beklenen Yaşar Kemal Kültür ve Sanat Vadisi, adının verildiği doğa aşığı yazar Yaşar Kemal'in kemiklerini sızlatır bir şekilde, bitki ve ağaçlarla yeşillendirilmek yerine, yeşil boya ile makyajlanarak açılış törenine hazırlanıyor. Akmayan tutkal boya ile yapıldığı söylenen bu uygulama aynı zamanda "göz boyamak" deyiminin de canlı bir örneği olacak.
17 Ekim 2016

16 Ekim 2016 Pazar

Yaşam savunucularından Kocaoğlu’ya çağrı: Bu suça ortak olma

Yaşam savunucularından Kocaoğlu’ya çağrı: Bu suça ortak olma
Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kentin içme suyunu kirlettiği bilirkişi raporlarıyla kanıtlanan TÜPRAG Altın Madeni ile sponsor ortaklığına gitmesine yönelik tepkiler büyüyor. Tepkilerin ardından etkinlik programında konuşmacı olarak görünen Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü öğretim üyeleri programdan çekildiler. 
İzmir’in 20 kilometre uzağındaki Efemçukuru’da, kente su sağlayan barajlar havzasında altın işletmeciliği yapan TÜPRAG Şirketinin, ana sponsor olduğu 3. İş Güvenliği Zirvesine etkinliğinin sponsorlarından birisinin de İzmir büyükşehir Belediyesi olması birçok kurum tarafından tepkiyle karşılandı. İzmir Sanayici ve İşadamları Derneği (İZSİAD) tarafından gerçekleştirilen etkinliğe ana sponsor olan altıncı şirketin, İzmir’in içme sularını kirlettiğine dönük bilirkişi raporları ortadayken, yıllarca bu altın madeninin kent açısından büyük bir tehlike olduğunu belirterek mücadele eden Büyükşehir Belediyesinin, tüm söylediklerini bir kenara bırakıp madenle sponsor ortaklığı yapması kentte şaşkınlık ve öfke uyandırdı. 
Konuya dair Bilgisayar mühendisleri Odası’nda toplantı yapan İzmirli yaşam savunucuları ve meslek örgütü temsilcileri, büyükşehir belediyesini yaptığı yanlıştan dönmesi için bir kampanya başlattılar. Altın madeninin, AKP hükümetinin desteği ile kentin içme suyu havzasında 5 yıldır altın işletmeciliği yapmasının etkilerinin sulardaki kirlenmenin bilirkişilerce tespiti sonrası görülmeye başladığının belirtildiği toplantıda, kente temiz içme suyu sağlamakla görevli büyükşehir belediyesinin altıncı şirketle sponsor ortaklığına gitmesinin kabul edilemez olduğu yinelendi. 
BAZI KONUŞMACILAR ÇEKİLDİ
TÜPRAG ile Büyükşehir belediyesinin ortak sponsorluğunun duyulmasının ardından yapılan girişimler sonucu etkinlik programında konuşmacı olan Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü öğretim üyelerinin etkinlikten çekildiği öğrenilirken, diğer konuşmacılarında etkinliğe katılmamaları yönünde girişimlerin sürdüğü dile getirildi. İzmir Tabip Odası’nın Büyükşehir Belediye Başkanına altın madeni şirketi ile ortak sponsorluk yapmanın yanlışlığına dönük bir mektup gönderdiği belirtilirken, benzer bir mektubun da tüm İzmir milletvekillerine, Büyükşehir belediye Başkanı ve İzmir kamuoyuna açık mektup şeklinde kaleme alınması kararı verildi.
ESKİ SÖZLERİ HATIRLATILDI
Söz konusu mektupta; İzmir’in su havzası Efemçukuru’nda altın çıkararak suları kirleten TÜPRAG şirketi ile kente temiz su sağlamakla yükümlü olan İzmir Büyükşehir Belediyesinin sponsor ortaklığı yapmasına dönük tepkiler dile getirilirken, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na önceki yıllarda altın madeni ve Efemçukuru ile ilgili sözleri hatırlatıldı. Açık mektupta, Büyükşehir Belediyesine bu sponsorluktan çekilerek gerçek görevini yapma, kentin sularının korunması için halkla birlikte ortak mücadele etme çağırısı yapıldı. 

İzmirli yaşam savunucuları ve Kurum temsilcileri yarın İzmir tabip Odasında konuya dair bir basın toplantısı da düzenleyecek. 
16 Ekim 2016 
Kocaoğlu Efemçukuru ve Altın madeni:

12 Ekim 2016 Çarşamba

Bir taşla 4 katliam!

12 Ekim 2016 
Özer AKDEMİR
İzmir
Homeros’un İlyada Destanında adı geçen, Troia’lıların arka bahçesi olarak bilinen Skamander Vadisi ya da bugünkü adıyla Araplar Boğazı’ndaki taş ocaklarının kapasite artırımına izin çıktı. Tarihin, tarımın, biyoçeşitliliğin en zengin olduğu yerlerden birisi olan Araplar Boğazı Çanakkale’nin en önemli sulak alanları arasında.
Bir taşla 4 katliam!
TARİH, TARIM, SULAK ALAN TAHRİBATI
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Ezine’nin Derbentbaşı köyündeki taş ocağının kapasite artırımına yönelik ÇED başvurusuna onay verdi. Taş ocağının dünya kültür mirası olan Troia Tarihi Milli Parkı’na kuş uçuşu 1620 metre uzaklıkta. Bunun yanı sıra aynı yerdeki diğer bir taş ocağının ÇED İDK toplantısı da 18  Ekim’de yapılacak.
Tarihi değerinin yanı sıra Çanakkale’nin en önemli sulak alanları arasında bulunan Araplar Boğazı’nda Derbentbaşı köy tüzel kişiliği tarafından işletilen taş ocağı 9.98 hektar alanda 600 bin ton/yıl kalker ocağı ve kırma-Eeleme üretim kapasitesinin 24.34 hektar alana çıkarılması projesi kabul edildi. Bu, kalker ocağının üretiminin yılda 1 milyon tona, aynı şekilde kırma-eleme tesisinin üretim kapasitesinin de 1 milyon ton/yıl’a çıkması anlamına geliyor. ÇED başvuru dosyasında daha önceki çalışmanın bölgedeki zeytinciliğe olumsuz etkisinin özellikle altı çizilerek, bölgenin tamamının tarımsal üretim alanı olduğu dile getirilmesine rağmen taş ocağının kapasitesinin yaklaşık 2 kat artışına izin çıktı. ÇED izin dosyasında taş ocağının toz ve partikül maddelerinin hava kalitesini aşmaması için işletme aşamasında sürekli hava kalitesi izlenmesi koşulu ile tesisin çalışmasına izin verildi. Yine ÇED alanına 2 kilometre uzaklıkta bulunan Kumkale Ovası sulamasına ait DSİ regülatörünün de patlatmalardan etkilenebileceği dile getiriliyor.
Troia Milli Parkı’nın 1620 metre kuzeybatısında bulunan bu işletmenin tarihi kalıntılara etkisi ise göz ardı edilmiş durumda. İşletme sahasının 1100 metre güneybatısı ise sulak alan. 10 yıl süreceği belirtilen faaliyet boyunca yılda yaklaşık 1 milyon ton kalker üretimi gerçekleştirilecek. Buradan çıkacak toz ve partikül maddenin tüm vadiye yayılacağı belirtilirken, faaliyet başta Derbentbaşı olmak üzere birçok köyü de etkiliyor.
DİLEKÇELERLE İTİRAZ EDİLİYOR
Bölgede devam eden özellikle Çanakkale-Ezine-Ayvacık yol yapımı nedeniyle birçok kalker-taş ocağı işletmeye açıldı ya da kapasite arttırıyor. AKP’ye yakınlığı ile bilinen Kalyon İnşaat tarafından yapılan yol, 55 adet kavşak, 7 adet alt geçit, köprü vs. işleri kapsıyor. Öte yandan yöre halkı taş ocağının kapasite artırımına verilen ÇED iznine yönelik itirazlarını internet üzerinden Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bir dilekçe ile yapıyorlar. Dilekçede yörenin tarihi dokusu, sulak alan özelliği, tarımsal üretim verileri ve biyoçeşitlilik özellikleri sıralanarak bu işletmeye verilen ÇED olumlu belgesine itiraz edildiği dile getirildi.
HALK İSTEMİYORUZ DİYOR AMA!

Kabul edilen nihai ÇED raporunda yöre halkının projeye yönelik eleştiri ve kaygılarından bazılarına şu maddeler halinde yer veriliyor.
* Proje kapsamında Halkın Katılım Toplantısı ile ilgili anons yapılmadığı belirtilmiştir.
* Proje kapsamında Kırma Eleme Tesisi’nin olmadığı ve Orman Bölge’nin uygun
bulmadığı belirtilmiştir.
* Mevcut durumda Kırma Eleme Tesisi kurulu olmayıp, kapasite artışı ile
kurulacağı ÇED raporunda belirtilmiş ve mülkiyet durumuna bakıldığında proje alanının tarım vasfında olduğu detaylı olarak aktarılmıştır.
* Projenin mevcut durumda yer alan kapasite ile çalıştırılmasının uygun olacağını ve kapasite artışına gidilmemesi gerektiği belirtilmiştir.

9 Ekim 2016 Pazar

Siyanürcü bu sefer gizleyemeyecek!

Siyanürcü bu sefer gizleyemeyecek!
09 Ekim 2016 04:51
Kayseri-Nevşehir il sınırındaki Himmetdede Altın Madenine komşu un fabrikası için bilirkişi kararı alındı.
Özer AKDEMİR
İzmir
Kayseri-Nevşehir il sınırındaki Himmetdede Altın Madenine komşu un fabrikası için bilirkişi kararı alındı. Mahkeme siyanürlü madenin 10 metre bile uzağında olmayan un fabrikasına zarar verme ihtimalini keşfedecek! Un fabrikası altın madeninin ÇED raporu haritalarında gizlenmişti.
UN FABRİKALARININ ORTASINDA
Kayseri 2. İdare Mahkemesi yaklaşık 2 yıldır üretimini sürdüren Koza Altın Şirketine ait Himmetdede Altın Madeni ile ilgili yeni bir bilirkişi keşfi kararı aldı. Uzmanların “en vahşi yöntem” olarak niteledikleri açık havada siyanür liç yöntemi ile altın üretimi yapan şirket, iki un fabrikası, bir çekirdek işleme tesisi ve bir yol üstü lokantasının tam ortasında bulunuyor. Öyle ki altın madeni tesisleri ile Erdemler Un Fabrikası arasında 10 metre bile mesafe yok! 
KURNAZLIĞIN BÖYLESİ! 
Yürürlükteki Gayrisıhhi Müesseseler Kanunu’na göre en az 100 metre yakınında hiçbir üretim ve tarımsal faaliyet olmaması gereken altın işletmesi, ÇED izni başvurusundaki haritalarda un fabrikasını gizleme yoluna gitmişti. Madenin bekçi kulübelerinin bile belli olduğu haritalarda un fabrikası ancak haritanın 250 kez büyütülmesinin ardından u.f harfleri kodlanarak belirtilmişti.

MAHKEME DEDİĞİMİZE 4 YILDA GELEBİLDİ
Altın madenine karşı dava açan Erdemler Un Fabrikasının Avukatı Suat Öztürk, dava dilekçelerinde altıncı şirketin yaptığı usulsüzlüğü belirtmelerine rağmen bir türlü mahkemenin dikkatini bu yöne çekemediklerini söyledi. Madene verilen ÇED raporunun geçtiğimiz Haziran ayında iptal edildiğini ama iptal gerekçelerinin kendi gerekçeleriyle örtüşmediğini aktaran Öztürk, “Mahkeme mera alanları ve sulu tarım arazileri için izin alınmadığı gibi gerekçelerle ÇED raporunu iptal etmişti. Şirket de hızla yeni ÇED başvurusu yaptı. İptalden 20 gün sonra 14 Temmuz’da onaylandı yeni ÇED raporu” dedi. Bu yeni ÇED’e de itiraz ettiklerini aktaran Öztürk, “Un fabrikasının 10 metre yakınında, sağlık koruma bandında siyanürlü altın işletmesi olur mu diye yıllardır itiraz ediyorduk. Nihayet mahkeme, bizim dikkat çektiğimiz noktaya 4 yılda gelebildi” dedi.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİNDEN BİLİRKİŞİ İSTEMİYORUZ
Bilirkişi heyeti oluşturulurken Erciyes Üniversitesi hocalarının heyette yer almaması için mahkemeye dilekçe vereceklerini belirten Öztürk, “Çünkü bu üniversiteye güvenimiz kalmadı. Madenin çalışması için verilen tüm olumlu raporların altında bu üniversitenin hocalarının imzası var. Heyetin Kayseri dışında bir üniversiteden, mesela ODTÜ’den oluşturulması talebiyle mahkemeye dilekçe vereceğiz” dedi. 
CEMAATTEN TMSF’YE GEÇTİ
Gülen Cemaatine yakınlığı ile bilinen Akın İpek’in Koza Altın Şirketine ait altın madenine AKP-Gülen Cemaati kapışmasının ardından grubun diğer madenleri gibi kayyım atanmış, daha sonra da TMSF’ye devredilmişti. Kayseri 2. İdare Mahkemesi 30 Eylül 2016 tarihli kararında “Önceki verilen ÇED olumlu kararında un fabrikasının haritada gizlendiği, siyanürle üretim yapılan yerin hemen yanında bulunan un fabrikasının üretim sonucu oluşabilecek muhtemel değerlendirmelerinin yapılmadığı” gibi gerekçeleri haklı bularak bilirkişi keşfi yapılması kararı verdi. Mahkeme bilirkişi keşfinin yapılabilmesi için 5 bin TL avans ve 206 TL keşif harcının 7 gün içinde yatırılmasını istedi.

Ayıyla yatağa girmek


09 Ekim 2016 08:26
Özer Akdemir İzmir'de Büyükşehir Belediyesinin TÜPRAG altın madeni sponsorluğunda 3. İş Sağlığı Güvenliği Zirvesi’ni düzenlemesi ile ilgili yazdı.
Özer AKDEMİR

Nerden nereye...
İzmir Büyükşehir Belediyesi için bu söz. 20-21-22 Ekim tarihleri arasında Tepekule Kongre Merkezinde gerçekleştirilecek olan 3. İş Sağlığı Güvenliği Zirvesi’nin sponsorlarından birisi de İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB). Etkinliğin ana sponsoru ise TÜPRAG Altın Madeni!
Kim bu TÜPRAG Altın Şirketi ve Büyükşehir Belediyesi ile yan yana gelmesinde ne sakınca var? 
Yazalım; Uşak’ın Eşme-Ulubey ilçeleri arasında Avrupa’nın en büyük altın madenini işleten şirketin bir madeni de İzmir’de var. Hem de “İzmir için yaşamsal önemde” olan bir yerde. Bu “yaşamsal önemde” sözünün 4-5 yıl önce bu madenle ilgili bir konuşmasında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na ait olduğunu hemen belirtelim.
TÜPRAG’ın, İzmir’e kuş uçuşu 20 kilometre uzaklıkta, kenti tepeden gören 700 metre yükseklikte Efemçukurunda 5 yıldır işlettiği altın madenine biraz daha yakından bakalım. Bu maden kente su sağlayan barajlar havzasında. Tahtalı Barajına komşu ve 300 bin İzmirli’nin içme suyunu sağlaması planlanan Çamlı Barajı’nın ise “mutlak koruma havzası”nda. İşte bu nedenle AKP Hükümeti, devlet hazinesinden beş kuruş çıkmadan İBB tarafından yapılması planlanan Çamlı Barajı’nın yapımı için gerekli izinleri vermiyor. 300 bin İzmirli bir altın madeni edemiyor AKP’nin gözünde!
Devam  edelim; Efemçukuru köyü üzümcülükle ünlü bir orman köyü. Köy, baraj havzasında kaldığı için köylüler yıllarca çivi çakamamış ama ne garip bir ülkede yaşıyoruz ki koskoca bir altın madeninin çalışmasında beis görmemiş yöneticiler! 
Altın madeninin bulunduğu alan İzmir’in tek yüzeysel su toplama havzası. Sularının büyük çoğunluğunu yeraltı kuyularından karşıladığı için yüksek arsenik oranını arıtmadan şebekeye veremeyen, bu nedenle de milyonlarca lira masraf yapmak zorunda kalan İBB bir dönem ormanların içinde, yüksek rakımdaki bu bölgede Çamlı Barajı’nın yapımı için çok uğraş verdi.
Aziz Kocaoğlu, onlarca sayfalık dosyalar hazırlatarak Ankara’nın yollarını çok arşınladı. Bu barajın kentin içme suyu için neden yaşamsal önemde olduğunu bilimsel raporlarla ortaya koydu. Ekoloji ve meslek örgütlerinin “İzmirlinin içme suyunun korunması için İzmirlilerle birlikte mücadele edelim, tüm kenti, kentliyi karşılarına alamazlar. Yeter ki siz kentlileri mücadeleye çağırın” tekliflerini başkan kendisinin iş yapma tarzının “kırmadan dökmeden, anlaşarak” olduğunu belirterek reddetti. Sonuçta Ankara’dan; “Başkan bu maden işletilecek. Gel sesini çıkarma, altın üretimi bittikten sonra şirket Çamlı Barajını sana bedava yapıp teslim etsin” gibi son derece “ahlaksız teklif”lere muhatap olarak eli boş döndü.
Aziz Kocaoğlu, daha birkaç yıl öncesine kadar Efemçukurunda yapılan Üzüm Festivalinde (Şimdi altın madeni gündeme gelmesin diye Efemçukuru değil komşu köy Kavacık’ta yapılıyor) yaptığı konuşmada bakın ne diyordu; “Bu konu çok hayati. Bu konu İzmir için çok önemli. Tüm İzmirli hemşerilerimin sadece Efemçukuruna değil, sadece enfes üzüme değil, kendine, suyuna, ülkesine sahip çıkması gerek. Konu bu kadar önemlidir. İnsanımı korumak için, ülkemin suyunu, havasını, toprağını, korumak için sonuna kadar mücadele edeceğime buradan namusum şerefim üzerine söz veriyorum”.
Bu sözlerden bir yıl sonra maden üretime geçti. Şu anda 5 yıldır üretimde. Ne mi oldu bu süre içerisinde; maden çalıştıktan sonra bölgedeki yeraltı yerüstü suların ağır metal yönünden kirlendiği bilirkişi raporlarıyla ortaya serildi. Su havzasındaki Efemçukuru Köyünün kuyuları ağır metal kirliliği nedeniyle mühürlendi. Köye 1.5 yıl tankerlerle su taşıdı İZSU! Maden civarındaki köylülerin onlarca koyunu, keçisi, atı, yöredeki derelere karışan kimyasallar nedeniyle zehirlendi, öldü...

BUNDAN ÖTESİ MADENE ORTAK OLMAK
“Ya bu maden çalışmayacak, ya da biz İzmir’e taşıyacak yeni bir yer arayacağız” sözü de Aziz Kocaoğlu’nundur. Kocaoğlu, halkla birlikte mücadele yerine bürokratik belediyeciliği tercih ettiği için bugün İzmir’in damında 5 yıldır bir altın madencisi şirket harıl harıl üretim yapıyor. Sularımız, topraklarımız kirleniyor. Madenin çalışmasına engel olamayan, “işimiz Allaha kaldı” çaresizliğine kadar gelen Kocaoğlu yönetimindeki İBB adeta evrimini tamamlayarak madenle ortak etkinlik yapma noktasına kadar geldi. Bundan ötesi madene ortak olmaktır. Madene göz yummakla, ortak olmak arasında bir fark da yok aslında. Nasıl olsa öyle de kirleniyor sular, doğa, böyle de... 

Kocaoğlu ve İBB, ketimizin, hepimizin geleceğine ipotek koyan altıncı şirketle barış imzalamış olabilir. Bütün bilimsel raporlara rağmen, ki bunların hepsi İBB’nin ve Kocaoğlu’nun elindeki dosyalarda var, altıncı şirketle mücadele etmeyi bırakıp, etkinlik ortaklığına soyunmanın “Ayıyla yatağa girmek”ten öte bir anlamı daha var: İzmirliler, AKP hükümeti sizin sularınızın kirlenmesi pahasına altın madenini tercih etti. Zaten ülkenin her yanında yaşamı, doğayı, emeği-emekçiyi değil sırtını yasladığı sermayenin hükümeti olarak, onun yararına çalışıyor. Burası 15 yıldır biliniyor, amenna. Ama İzmir’in yerel yöneticileri de “gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde”ler! Bundan da haberiniz olsun...

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...