30 Haziran 2019 Pazar

Efeler ve efelenen Karacasu Kaymakamı (Pazar yazısı)



Efeler ve efelenen Karacasu Kaymakamı
Çine’den gelen iki arkadaş öğle saatlerinde beni Aydın Otogarı’ndan aldı. Karacasu ilçesine doğru yola koyulduk. Nispeten sıcak geçen bir martın ortalarıydı. Aracımızın penceresinden ilk kez geçtiğim bu yolun sağında solundaki manzaraları kaçırmamaya çalışırken bir yandan da laflıyorduk. İlk dikkatimi çeken yol boyundaki bütün dağların, tepelerin karı erimişken karşımızda, epeyce de uzakta görünen bir dağın, etrafındaki sarı, mor, boz renkli çıplak dağlara nispet yapar gibi bembeyaz görüntüsü oldu. “Babadağ” dedi Çine Yaşam Platformundan Ahmet Uslu. “Bakma öyle yassı ve küçük gibi göründüğüne. Epey uzak bize, o yüzden öyle görünüyor. Çok yüksektir ve karı, boranı hiç eksik olmaz”.
Öğleden sonra girdik Karacasu’ya bağlı Yeniköy’e. İlçeye beş on dakikalık uzaklıkta, tarihi epeyce eski bir köydü burası. Ana yolun üzerinde neredeyse 60-70 yıllık bir kahvenin önünde karşıladı bizi İsa Yıldırım. Bu köydendi. Geleceğimizden haberi vardı. Kahvenin önüne konmuş çok eski ahşap bir sedire oturmuş, öğleden sonra güneşine karşı çayını yudumluyordu. Kış serinliğinin yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladığı o öğle sonunda güneşine ve çayına ortak olduk bizler de. Bir çay içimi sohbet ettik. 
On beş dakikalık kahve molasının ardından İsa Yıldırım, bizi jeotermal enerji kuyusunun açılmak istendiği yere götürdü. Toplantı akşam saat 20 gibi başlayacaktı ve daha epey vakit vardı. Aydın’dan doğru geldiğimiz yolu bir 10-15 kilometre kadar geri dönüp, sağ taraftaki küçük bir ovaya doğru saptık. Araçtan iner inmez hızlıca akan bir derenin sesi geldi kulağımıza. Dereye doğru değil aksi yöndeki iki üç dönüm kadar görünen geniş bir düzlükte beton dökülmüş tarlaya gittik. Tam ortasında betondan bitmiş gibi duran borular ve onun hemen yanında içinde açık kahverengi bir sıvının olduğu görülen kare şeklinde bir depo vardı. “İşte burası jeotermal kuyusu” dedi İsa Yıldırım. Eskiden portakal bahçesi olan bu tarlanın sahibi tarafından iki, iki buçuk yıl önce kiraya verildiğini, bahçedeki portakal ağaçlarının hemen söküldüğünü söyledi. “Sonra sondaj çalışmalarına başladı. Atı ay kadar sürdü ama ne buldular bulamadılar bilmiyoruz açıkçası” dedi. 
Kendilerinin buradan çıkacak olan jeotermalin zararlarının ne olduğunu tam olarak bilmediklerini, ancak Buharkent, Pamucak tarafındaki zararlarını duyduklarını söyleyen İsa Yıldırım, “Endişemiz o dur ki bizim de tarımımıza kötü etki edecek bu jeotermal. Bir de burası Nazilli’nin içme suyunu karşılayan baraja 6-7 kilometre uzaklıkta. Dandalas çayının da hemen yanı başında” dedi. 
Çayın kenarına gittik sonra. Babadağ tarafından süzülüp gelen ak köpüklü yeşil bir su cıvıl cıvıl akıyordu. Suyun gittiği dağın adının Turnalar, onun hemen yanı başındaki dağın ise Karıncalar olduğunu anlattı İsa Yıldırım. “Bir zamanlar efelerin yatağıydı bu dağlar. O efeler kalmadı artık ne yazık ki. Devirler geçti, zamanın zalim çarkı döndü. Şimdi hem dağlarda hem ovada çakallar geziyor” dedi kafasını sallayarak.
Akşam, ortasında gri renkli kocaman varilden yapılma bir sobanın yandığı kahvehane tıklım tıklım dolmuştu. Kahveci kocaman bir meşe kütüğünü attığı sobadaki korunun saatlerce sönmediğini anlattı övünçle. 
Toplantıdan önce Aydın’ın dört bir yanındaki, Tire’de, Germencik’teki jeotermal santrallerin kadim zeytin ağaçlarını nasıl oldukları yerde sapsarı kuruttuğunu, suların nasıl zehir aktığını ve bu sulardan içen hayvanların öldüğünü, özellikle kadınların yaşamı korumak için nasıl içten bir karşı çıkışla direndiğini gösteren video görüntüsünün sonunda, yaşının 75’i geçtiğini söyleyen bir köylünün, “Devletin, iki şirketin rantı için, bizim geçim kaynaklarımızı yok edecek jeotermali istemiyoruz” sözleri uzun süre alkışlandı köylüleri tarafından. 
Toplantıda Aydın Tabip Odası Başkanı, AYÇEP yöneticileri, Yılmazköy’den, Kızılcaköy’den gelen jeotermale karşı direnen köylüler de söz aldı. Kimi JES’lerin sağlığa zararlarını, kimi çevreyi nasıl kirlettiğini, kimi köyünde kokudan pencereleri açamaz hale gelmelerini anlattı uzun uzun. Gece yarısına kadar sürdü toplantı. 
Bir kaç hafta sonra, yine köylülerin daveti üzerine aynı toplantı komşu Dereköy’de yapıldı. Yeniköy’deki gibi gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürdü toplantı. Köylüler endişelerini, mücadele kararlılıklarını anlattılar.
Bir süre sonra, Karacasu Kaymakamı’nın bu toplantıları “Kendisinden izin alınmadığı” gerekçesi ile “Toplantı gösteri yürüyüşleri yasasına aykırı” diye, yerel basında çıkan haberleri de dilekçesine ekleyerek Karacasu Cumhuriyet Savcılığına şikayet ettiği, savcının da bu şikayet üzerine soruşturma başlattığı bilgisi geldi Aydınlılara. 
Toplantıya katılanlar Aydın Emniyet Müdürlüğüne gidip ifade verdiler. Tabip Odası Başkanı “Halk sağlığı ile ilgili bilgileri isteyen herkese anlatmak benim görevim” dedi. AYÇEP’liler de Anayasa’nın 56. maddesine vurgu yaptılar. Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.” 
Sonra, Aydın kent merkezinde bu soruşturma “utancını” basınla ve kamuoyu ile paylaştılar. “Biz Anayasa’nın bize verdiği çevreyi koruma ödevini yerine getirmek istedik. Teşekkür beklerken soruşturmayla karşılaşıyoruz. Bizi şikayet eden Karacasu Kaymakamı’nın da görevi çevreyi korumak. Biz de kendisine bu ödevini hatırlatıyoruz” dediler.
Babadağ, Karıncalı, Turnalı dağlarının eteklerinde “çakallar” geziyor bugünlerde. Efelerin torunları dağları ve ovaları bu çakallardan koruması gerekirken kendilerine “efelenen” Karacasu Kaymakamı’na görevini hatırlatıyorlar bir kez daha. 
https://www.evrensel.net/yazi/84259/efeler-ve-efelenen-karacasu-kaymakami

28 Haziran 2019 Cuma

Sinop NKP Sözcüsü ‘nükleer projesi durduruldu’ haberine temkinli


Sinop NKP Sözcüsü ‘nükleer projesi durduruldu’ haberine temkinli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, G20 zirvesine giderken sarf ettiği, Sinop Nükleer Santrali Projesinin durdurulduğuna dair sözleri yıllardır nükleer karşıtı mücadele verenler tarafından temkinli bir iyimserlikle karşılandı.
Ortada kirli bir pazarlığın olduğunu düşündüğünü belirten Sinop Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Sözcüsü Zeki Karataş, “Sinop’un bu kirli pazarlığın konusu olmasına izin vermeyeceğiz” dedi.
DAHA ÖNCE DE 4 DEFA DURDURULDU
Bu gelişmenin ilk bakışta sevindirici bir haber olarak yorumlansa da kendilerini rehavete sokmadığını belirten Sinop NKP Sözcüsü Zeki Karataş, bunu “Daha önce dört defa durduruldu proje. İptal edilmedi, durduruldu” diye açıklıyor.
Gelinen noktada bunun bir enerji sorunu olmadığının ortaya çıktığını kaydeden Karataş, ortada halen kirli bir pazarlığın döndüğü görüşünde. Karataş, “Projenin durdurulma gerekçesini ekonomik nedenlerle açıklıyorlar ancak asıl sorun ekonomik değil bence. Asıl sorun başka. Şu an da G20 çok kritik bir dönemde. Bunu bir de Japonya’da yapıyorlar. Niye Japonya’ya giderken söyledi de daha önceden söylemedi. Nikkei gazetesi bunu 6 ay önce de yazdı. Biz de o zaman dedik ki ‘Taraf olan iki ülkenin liderlerinin açıklamaları olmadığı sürece böyle bir şeye inanmıyoruz’. Nitekim öyle de oldu”.
‘İKİ ÜLKE BİRBİRİNİ DENİYOR’
Fizibilite raporunda ortaya konan 22 milyar dolarlık maliyetin 44 milyar dolara çıkmasının söz konusu olduğunu, bu maliyet artışı üzerinden iki ülkenin de birbirini denediğini ileri süren Karataş, “Çünkü aralarındaki anlaşma gereği taahhütler var. Kimse de o taahhüdü ödemek istemiyor. Kirli bir pazarlık var, kirli pazarlığın içinde de Sinop olmasın istiyoruz” diye konuştu.
 
Görsel: Sinop Nükleer Santral Projesi ÇED Dosyası
İNCEBURUNDA KESİLMEDİK AĞAÇ KALMADI!
Santral inşaatı durdurulsa da iptal edilse de, “Ağaçların günahı neydi?” sorusunun gündemde olacağını söyleyen Karataş şu bilgeleri verdi: “Biz geçen yıl ‘Kesilen ağaç sayısı 700 bin civarında’ diyorduk, şimdi kesilmedik ağaç kalmadı. İnceburun Yarımadası’na girişte Soğulcak köyü var. Orada meşe ağaçlarına varıncaya kadar kesildi. Çamlar bitti meşe ağaçlarını da kesmeye başladılar. O köyün etrafındaki bütün ağaçlar kesildi. Sadece Hamsalos Tabiat Parkı tarafındaki ağaçlar kaldı o da göstermelik. İnceburun Yarımadası’nda kesilecek ağaç kalmadı. Geçen hafta bir misafir grubuna göstermek için bölgeye gitmiştim, ben bile şaşırdım. Geride yaklaşık 250-300 bin ağaç vardı diye biliyordum şimdi onlar da yok”.
PROJE ÇÖPE GİDENE KADAR MÜCADELEYE DEVAM
Orman işletmesinin “Yaşlı ağaçları kesiyoruz, yerine yenilerini dikiyoruz” açıklamasının gerçeği yansıtmadığını kaydeden Karataş, “Sinop uluslararası pazarlıkların konusu olamaz. Buna izin vermeyeceğiz. Sinop’u kirli pazarlıkların içine bırakmayacağız, Mücadeleye devam edeceğiz. Taa ki nükleer proje tarihin çöp sepetine girene kadar” dedi.
6 AY ÖNCE JAPONYA’DA DİLLENDİRİLMİŞTİ
Japonya’nın Türkiye’nin en kuzey ucu olan İnceburun Yarımadası’na yapılması planlanan Sinop nükleer enerji santrali inşaatından vazgeçeceği iddiası ilk olarak geçtiğimiz aralık ayında Japonya merkezli Nikkei gazetesince dillendirilmişti. Japonya’da kamu ve özel kurumların oluşturduğu bir konsorsiyum tarafından gerçekleştirilecek olan projenin maliyetinin ilk tahminlerin iki katına çıkmasının, projenin birincil müteahhidi olan Mitsubishi ve diğer ortaklarının projeyi sürdürme konusunda olumsuz görüşe sürüklediği ileri sürülüyordu.
Aradan 6 ay geçtikten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20 zirvesi için gideceği Japonya seyahati öncesi “Sinop nükleer enerji santrali projesinde arzu edilen noktada değiliz. Hem maliyet, hem de takvim bakımından başlangıçtaki anlaşmamızla uyum içinde olmayan bir tabloyla karşılaştık” sözleri santral projesinin durdurulduğu şeklinde yorumlandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı: Sinop nükleer santral projesi durdu


26 Haziran 2019 Çarşamba

JES karşıtı halk toplantısına soruşturmaya Aydın'da kitlesel protesto


JES karşıtı halk toplantısına soruşturmaya Aydın'da kitlesel protesto

Aydın Karacasu ilçesinde jeotermal karşıtı halk toplantısına katıldıkları gerekçesiyle AYÇEP, TEMA yöneticileri ve Aydın Tabip Odası Başkanına soruşturma açılması, Aydın kent meydanında yapılan basın açıklaması ile protesto edildi. Basın açıklamasında konuşan Efeler Belediye Başkanı Mehmet Fatih Atay, insanların yaşam hakkını ellerinden alanlara karşı mücadele edildiğini belirterek açılan soruşturmayı "ülkenin ayıbı" olarak niteledi.
Aydın Kent Meydanı'nda yapılan basın açıklamasına, ekoloji ve çevre örgütlerinden yaşam savunucuları, Tabip Odası ve KESK üyesi kamu emekçileri ile çeşitli siyasi parti üye ve yöneticileri katıldı.
"HEM KİRLETECEKSİN HEM SUSTURACAKSIN, YOK ÖYLE YAĞMA"
Basın açıklamasında konuşan hakkında soruşturma açılanlardan Aydın Tabip Odası Başkanı Hakan Karagözlü, jeotermallerin çevre ve halk sağlığına etkileri konusunda halkı bilgilendirmenin Tabip Odası'nın görevi olduğunu belirterek, görevlerini yapmaya devam edeceklerini söyledi. AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili AYÇEP olarak yıllardır Aydın'ın havasını, suyunu, topraklarını kirletenler hakkında bilgilendirme, eylemler yaparak Anayasa'nın kendilerine verdiği hakları kullandıklarını dile getirdi. Vergili, "ne yazık ki havamızı, suyumuzu, yaşam alanlarımızı kirleten şirketler ve belli merkezler bizim söz söyleme hakkımızı engellemeye çalışıyor. Yok öyle yağma! Hem havamızı suyumuzu kirleteceksiniz hem de konuşma sen diyeceksiniz. Burası Patagonya Cumhuriyeti değil! AYÇEP olarak şu ana kadar yaptığımızın daha fazlasını yapacağız" dedi.
"DEVLETİ ÇEVREYİ KORUMA ÖDEVİNİ YAPMAYA DAVET EDİYORUZ"
AYÇEP yöneticisi Av. Hicran Danışman, Karacasu Kaymakamlığının ihbarı üzerine savcılık tarafından soruşturma başlatıldığını aktararak, "Anayasanın 56. Maddesine göre çevreyi korumak ödevlerini yerine getiren arkadaşlarımıza soruşturma açmak yerine teşekkür edilmesini biz beklerdik. Hatta, Anayasada çevreyi korumak Devletin de görevi olduğuna göre Devleti temsil eden Karacasu kaymakamı ve tüm yetkilileri de bizimle birlikte çocuklarımızın geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz" dedi. Danışman, açılan soruşturmanın Anayasa, ulusal ve uluslararası yasalara göre hukuksuz olduğunu söyledi.  
"SORUŞTURMA ÜLKEDE DEMOKRASİ OLMADIĞININ KANITI GİBİ"
Basın açıklamasında konuşan Efeler Belediye Başkanı Mehmet Fatih Atay, "bu basın toplantısını yapmak zorunda kalmamamızı Avrupa'da, çağdaş ülkelerde anlatsak bizi ayıplarlar. Kaymakamı, soruşturmayı açan savcıyı ayıplarlar. Çünkü bizim ülkemizde demokrasi olmadığının kanıtı gibi görürler bu soruşturmayı" dedi. Pazar günü yapılan İstanbul seçimlerinin tüm ülkeye umut aşıladığını ifade eden Atay, "Şimdiye kadar bizi korkutmak için her şeyi yaptılar ama dimdik ayaktayız. Çünkü biz doğru taraftayız. İnsanların yaşam hakkını alanlara karşı mücadele ediyoruz. Malımız mülkümüz yok oralarda. Orada yaşayan insanların yaşam haklarının ellerinden alınmasına karşı sosyal sorumluluk için değil, insanlık görevi olarak oraya gitti ve görevlerini yaptılar bu insanlar. Onların alınlarından öpüyorum. Elli tane de soruşturma açsanız bizi doğru bildiğimiz yoldan döndüremeyeceksiniz" diye konuştu. İzmir'den EGEÇEP ve Ekoloji Birliği üyelerinin de katıldığı basın açıklamasında "zeytin için, incir için, çevre için adalet" dövizleri taşındı. (Aydın/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/381922/jes-karsiti-halk-toplantisina-sorusturmaya-aydinda-kitlesel-protesto

Ayağına sülfürik asit dökülen işçi kaderine terk edildi

Ayağına sülfürik asit dökülen işçi kaderine terk edildi

Özer AKDEMİR
İzmir
Erzincan İliç’teki Anagold Madencilik Şirketine ait Çöpler Altın Madeni’nde çalışırken ayağına sülfürik asit dökülen işçi işten çıkarıldı, tedavisi yapılmadan kaderine terk edildi. Ayağındaki yaralar nedeniyle başka işte de çalışamadığını söyleyen Mehmet Can, en çok zoruna gidenin ise hiçbir yetkilinin kendisini arayıp sormaması olduğunu söyledi.
Anagold Madencilik Şirketinin İliç’teki altın madenine taşeron olarak iş yapan Teknokon Endüstri Tesisleri İnşaat ve Montaj AŞ’de işçi olarak çalıştığını belirten 40 yaşındaki Mehmet Can yaşadığı kazayla ilgili şu bilgileri verdi: “Biz tesisten madene su taşıyacak boru hattını tamamladıktan sonra hattın testine başladık. Bu arada bir yerden sızıntı olduğu söylenerek bizi oraya tamire gönderdiler. Contasını değiştirecektik, bize hatta su var dediler. Sızıntı yapan boru bağlantısını açtığımda içindeki sülfürik asit ayağıma döküldü. Ayağımda iş ayakkabısı olmasına rağmen ayakkabı anında eriyip yamuldu ve asit ayağıma geldi.”

GÜNLERCE HASTANEYE SEVK EDİLMEDİ
Hemen iş yerindeki revire götürüldüğünü ve orada iş yeri hekiminin ayağına krem sürdüğünü belirten Can, iş kazasının ortaya çıkmaması için günlerce hastaneye sevk edilmediğini ileri sürdü. Çalıştığı firmanın iş güvenlikçisinin kendisini hastaneye göndertmediğini, 5-6 gün kampta ayaklarına krem sürerek tedavi etmeye çalıştıklarını iddia eden Can, “2018 ekim ayının 31’inde oldu olay. Ayağımın her geçen gün daha da kötüye gitmesi üzerine doktor kazadan 6 gün sonra 5 Kasım 2018’de hastaneye sevk etti beni. Doktora ayağıma sülfürik asit döküldüğünü ve 6 gündür krem sürülmesinden başka bir tedavimin yapılmadığını söyledim. Muayene tutanağına da böyle yazıldı. 7 gün istirahat ve başka kremler verdiler. Raporun ardından işe başladım ama çalışamadım ayağımın durumu nedeniyle. Beni 21 Kasım’da tekrar hastaneye sevk ettiler. Şirket sevk edildiğim gün, ‘İş bitti artık’ diyerek çıkışımı verdi” diye konuştu.
 
Fotoğraf: Mehmet Can
‘AYAĞIM HEP KÖTÜYE GİDİYOR’
Şirketin kendisini daha sonra Adıyaman’daki başka bir tesise gönderdiğini belirten Can, “Benim dava açmamam, susmam için yapıldı sanırım bu. Ancak orada da iki ay bile çalışamadım. Ayağım iyileşmediği gibi su toplamıştı ve iş ayakkabılarıyla çalışmam imkansızdı” dedi. Çalışamadığı için Adıyaman’daki işten de ayrılmak zorunda kaldığını anlatan Can, tedavisinin de doğru düzgün yapılmadığını iddia etti. Can, “Doktora her gittiğimizde ayrı bir ilaç, krem yazıyorlardı. Üstelik ilaçlar da SGK’nin karşılamadığı, pahalı ilaçlardı” dedi.

‘EN ÇOK ZORUMA GİDEN İSE...’
İşten çıkarıldıktan sonra adeta kaderiyle baş başa bırakıldığını belirten Can, “En çok zoruma giden de bu! Ben orada çalışırken iş kazası geçirdim. Zamanında hastaneye göndermediler, tedavimi doğru düzgün yaptırmadılar. İşten çıkarıldıktan sonra da hiçbir yetkili arayıp sormadı. Günlerdir ana firma Anagold’a ulaşmaya çalışıyorum. Geri dönüş yapmıyorlar” dedi.
Evli ve küçük yaşta bir çocuğu olduğunu söyleyen Can, son derece zor ekonomik koşullarda, yaralı ayağıyla yaşamını sürdürmeye çalıştığını ifade etti. Can, en son memleketi İskenderun’da demir çelik fabrikasında girdiği işinden de ayağındaki ağrılar nedeniyle bir ay bile çalışamadan ayrılmak zorunda kaldığını söyledi. Can, “Ayağım su topladı, iş ayakkabısı sürttükçe duramıyorum. Ayak tarak kemiklerinde de sorun var. Mecburen bugün işten çıkmak zorunda kaldım” diye konuştu.
‘İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI DEĞİLİM’
Can’ın kaza geçirdiği sırada madende iş güvenliği uzmanı olarak çalıştığını söylediği Kübra Yılmaz, kendisinin iş güvenliği uzmanı olmadığını, Mehmet Can’ın tüm iddialarının gerçek dışı olduğunu ileri sürerken, konuya dair sorularımıza yanıt vermek istemediğini söyledi. Şirket yetkililerine ise tüm çabalarımıza rağmen ulaşamadık.

https://www.evrensel.net/haber/381872/ayagina-sulfurik-asit-dokulen-isci-kaderine-terk-edildi

25 Haziran 2019 Salı

Karacasu Yenice JES karşıtı halk toplantısı | Çepeçevre Yaşam

https://youtu.be/pjEH44utDQU
Aydın Karacasu İlçesi Yenice Köyünde yapılan kahve toplantısında JES'lerin zararları hakkında bilgi verildi. AYÇEP, Aydın Tabip Odası ve TEMA yetkililerinin katıldığı bu bilgilendirme toplantıları sonrası Karacasu Kaymakamının şikayeti sonrası Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı.

Aydın'da jeotermal karşıtı halk toplantısına soruşturma açıldı
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam Aydın'ın Karacasu ilçesi Yenice Köyünde gerçekleştirilen jeotermal enerji santrali karşıtı toplantı ile ekranlarınızda. (EVRENSEL WEB TV)

https://www.evrensel.net/haber/381884/karacasu-yenice-jes-karsiti-halk-toplantisi-cepecevre-yasam

24 Haziran 2019 Pazartesi

AYÇEP Yöneticisi Ahmet Uslu'ya sosyal medya gözaltısı


Özer AKDEMİR
İzmi
r
Aydın Çevre ve Kültür Platformu (AYÇEP) Yönetim Kurulu üyesi ve Çine Yaşam Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alındı.

AYÇEP Yöneticisi Ahmet Uslu'ya sosyal medya gözaltısı

İfade için Çine Emniyet Müdürlüğüne çağrılan Uslu'ya, sosyal medya hesabından paylaştığı çoğu Sefer Selvi'nin Evrensel Gazetesinde çıkan karikatürleri olmak üzere, Penguen ve diğer dergilerde çıkmış karikatürlerin Cumhurbaşkanına hakaret içerdiği ileri sürülerek ifadesine başvurulacağı iletildi. Poliste ifade vermeyeceğini, ifadesini savcılıkta vereceğini belirten Uslu'ya gözaltı işlemi yapıldı. Öğle saatlerinde Çine Cumhuriyet Savcısına ifade veren Uslu paylaştığı karikatür ve fotoğrafların gazete ve dergilerde yayınlandığını belirterek, “Bu paylaşımları yaparken cumhurbaşkanına hakaret, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve organlarını aşağılama, halkın kin ve düşmanlığa tahrik amacım yoktu. Ben sadece muhalif kişiliğim nedeniyle eleştirmek amacıyla bu paylaşımları yaptım” dedi. Suçlamaları kabul etmeyen Uslu, ifadesinin ardından serbest bırakıldı.
JES KARŞITI HALK TOPLANTISINA DA SORUŞTURMA AÇILMIŞTI
Uslu ve AYÇEP yöneticileri geçtiğimiz günlerde de nisan ayında Aydın Karacasu'da yaptıkları jeotermal karşıtı bir halk toplantısı gerekçesiyle, kaymakam tarafından şikayet edilmiş, Karacasu Cumhuriyet Savcılığı da haklarında soruşturma başlatmıştı. AYÇEP ve Aydın Tabip Odası yöneticileri bu soruşturma ile ilgili yarın (Salı) Aydın'da bir basın açıklaması gerçekleştirecek.
https://www.evrensel.net/haber/381778/aycep-yoneticisi-ahmet-usluya-sosyal-medya-gozaltisi

23 Haziran 2019 Pazar

Yolun açık olsun Yalnız Efe... (Pazar yazısı)


Yolun açık olsun Yalnız Efe...

Sizler bu satırları okurken, İzmir’in dağlarında yalnız bir adam, ilerlemiş yaşına rağmen her gün kilometrelerce dere tepe gezmeye artık isyan eden yaralı ayağının ağrısına dayanmaya çalışarak keçilerini güdüyor olacak. Sizler, bir tatil günü mahmurluğu ile geç kalktığınız yatağınızdan kahvaltı sofralarınıza oturup gazetenizi elinize aldığınızda yaşı 60’ları geçmiş o yalnız adam bir tespih çalısının cılız gölgesine sığınacak, sırtındaki teri kurutabilmek için ilk molasını verecek. Tüfeğini ve kıl örgü heybesini kurumaya yüz tutmuş bir delice zeytinin dalına asan o yalnız adam, dizinin dibine oturan, bazen başını kucağına koyup uyuyan kuzusunun sarı tüylerini okşayarak dinlenirken, sığındığı çalının yüz metre gerisinde, tel örgülerin içerisinde harıl harıl çalışan altın madeninin sesini duymamaya çalışacak!
Sürüsü yazı-yabanın bir avuç kalmış otları ile karnını doyururken, tespih çalısının gölgesinden yer yer turkuaza çalan deniziyle üzerinde ince bir buğunun tüttüğü İzmir Körfezi’ne bakacak yalnız adam.

Sizler, kahvaltı çayınızın ikinci bardağını doldurduğunuzda, o yalnız adamın molası da bitmiş olacak. Yayıla yayıla epeyce kendisinden uzaklaşan sürüsünü toparlayıp, artık neredeyse tepeye çıkmış olan güneşin yakıcı sıcağından korunmak için iğne yapraklı kızılçamların arasına doğru yönelecek. Sarp kayalıkların, yere dökülmüş ince çam yaprakları ile adeta karın-buzun üzerinde yürüyormuşçasına kayan dimdik yamaçların, önünde tozu dumana katarak ilerleyen sürüsünün peşi sıra vadinin dibindeki dereye ulaşmaya çabalayacak.
İnce belli cam bardaklarda, rengarenk desenli fincanlarda yudumladığınız çayın suyunda o yalnız adamın direnişinin, sırtında kuruyan terin emeği olduğunu kaç İzmirli biliyor ki acaba? Koca kentin burnunun dibinde, 700 metre yükseklikteki bir ormanın içinde, milyonlarca insana içme suyu sağlayan barajların havzasında işletilen altın madenine karşı tek başına direnen bu adam, Efemçukuru köylüsü Keçi Çobanı Ahmet Karaçam’dır. Namıdiğer “Yalnız Efe”...
İşte, İzmirli gazeteci arkadaşım Sevgi Halime Özçelik ile bu yalnız adamın, Yalnız Efe’nin öyküsünü çektik aylar boyunca. Onun direnişini, mücadelesini, yoksul yaşamını, direnişinde tek başınalığını görüntülerle belgelemeye çalıştık.

Belgesel ekibi olarak Yalnız Efe’nin öyküsünü onun yoksulluğuna yakın bir yoksunluk koşullarında çekmek zorunda kaldık. Yeri geldi yedek pilimiz, hafıza kartımız olmadığı için çekimleri yarım bırakarak döndük İzmir’e. İki fotoğraf makinesi, iki tepe üstü mikrofonla o dağların başında, hırçın esen rüzgarların ortasında son derece sessiz, konuşmayı sevmeyen Ahmet ağabeyden yaşamına, mücadelesine dair birkaç cümle alabilmek için uğraştık.
 Yalnız Efe belgeseli
Cep telefonu kullanmayan, bir yerde 15 -20 dakikadan fazla duramayan keçilerin peşinde sürekli hareket halinde olan Yalnız Efe’yle konuşabilmek, vakit geçirebilmek çekimler sırasında en çok zorlandığımız anlar oldu. Onun sürüyü götürdüğü güzergahı, mola verdiği yerleri, sürünün su içtiği dere kenarlarını ve burada ne kadar zaman geçirdiklerini ezberleyip, ondan önce oralarda olup bu kısacık anlarda onunla konuşmaya çalıştık.
Büyük bir çoğunluğu altın madeni ile ekonomik ilişki içerisine giren, kendisi, çoluğu çocuğu akrabası madende çalışan köylülerle konuşabilmek de epeyce sıkıntılı oldu. Onlarla köyün içerisinde değil çalıştıkları üzüm bağlarında görüşme yapabildik bu nedenle.
Birkaç ayda tamamladığımız çekimler ancak iki yıllık bir sürede belgesel haline gelebildi. Çekimlerimizi kendi kıt kanaat olanaklarımızla yapabildik ama bundan sonrası, kurgu, ses, renk, altyazı vs. teknik konularda profesyonel yardım gerekiyordu. Gereken parayı bulabilmek aylarımızı aldı. Bu süre içerisinde bir dostumuz alt yazıyı, bir başkası fragman müziğini gönüllü olarak yaptı. Çekimler sırasında bizi köye götüren dostlarımızın bir kısmı akaryakıt parasını dahi almadılar. En sıkıştığımız anda EGEÇEP küçük de olsa bir kaynak aktararak çekimlerimize devam edebilmek için yedek pil, kart gibi acil ihtiyaçlarımızı almamızın önünü açtı.

Yalnız Efe belgeseli, altın madeninin milyon lirayı bulan teklifini elinin tersiyle itip yoksul ama onurlu bir yaşamı tercih eden, madenin bağına konmaması için direnen keçi çobanının öyküsüydü.
Her ne kadar bütün çekim ekibi ve destek verenler Yalnız Efe’nin mücadelesinin aktarılmasına yürekten inansalar ve bu inancın verdiği cesaret içerisinde “sıfır bütçe”yle bu işe kalkışsalar da, teknik olanaksızlıkların yol açtığı sıkıntılar belgeselde ortaya çıktı ne yazık ki. Bazı yerlerde rüzgarın sesi, bazı yerlerde görüntünün niteliği teknik aksaklıklar olarak yansıdı belgesele. Daha iyisi mutlaka olurdu, olmalıydı ama bizim olanaklarımız da açıkçası ancak bu kadarına elverdi.

Yalnız Efe ilk gösterimini 12. İstanbul Documentarist Belgesel Günlerinde, 16 Haziran’da Yeşilçam Sinemasında yaptı. İzleyicilerin beğenisini ve alkışını aldı, merakını uyandırdı. Birçok izleyici belgeselin devamının çekilip çekilmeyeceğini sordu.

Yalnız Efe belgesel olarak salonlarda, ekoloji mücadelesi verilen alanlarda gösterilirken, belgeselin kahramanı hâlâ o dağlarda keçilerin peşi sıra koşturacak.

Yaşamı savunmanın, direnmenin lafla olmayacağının canlı tanığıdır Yalnız Efe. Bu yönüyle de ülkedeki ekoloji mücadelelerine önemli bir mesaj taşımaktadır; Tek başınıza da kalsanız direniş olduğu müddetçe umut dimdik ayaktadır!..

Ayağına taş değmesin, yolun açık olsun Yalnız Efe...

https://www.evrensel.net/yazi/84206/yolun-acik-olsun-yalniz-efe

20 Haziran 2019 Perşembe

Orman değişiminin altında ağaçlandırma değil göç var



Özer AKDEMİR
Bartın Üniversitesi Orman Mühendisliği Bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Erdoğan Atmış ve Dr. Öğretim Üyesi Hikmet Batuhan Günsen tarafından hazırlanan "Türkiye’de Orman Değişimi ve Ormansızlaşma Analizi" adlı makalede, Türkiye’de orman artışı olup olmadığı ve bunun nedenleri 81 il düzeyinde ayrı ayrı sorgulandı. International Forestry Review dergisinin yeni sayısında yayımlanan makalede, Türkiye ormanlarının artışının ağaçlandırma çalışmalarından öte kırdan kente göç ile ilgili süreçlerden kaynaklandığı ortaya konuldu.
Türkiye Ormancılar Derneği tarafından 5 Haziran Dünya Cevre Günü’nde yayımlanan "Türkiye Ormancılığı: 2019 Raporu" iktidarın ormancılık alanında övgüyle bahsettiği bir çok icraatının aslında hiç de öyle olmadığını göstermişti. Ormancılık Raporu’nda Türkiye’de ormanların artmasının AKP iktidarının yaptığı ağaçlandırma çalışmalarından kaynaklanmadığı açıkça yazılmış, Türkiye’de ormanların arttığı söyleminin de su götürür olduğu belirtilmişti.

Fotoğraflar: Özer Akdemir/Evrensel
GÖÇ VEREN YERLERDE ORMANLAR ARTMIŞ
Atmış ve Günsen'in çalışması da bu rapordaki bilgileri doğrular nitelikte. Makaleye göre Türkiye’de 2005 ile 2015 yılları arasında  60 ilde orman alanı artısı olurken, 2 ilde bir değişiklik olmadı. Çalışma 19 ilde ise orman alanlarının azaldığını ortaya koyuyor. Makalede ormanı artan yerlere bakıldığında özellikle göç veren ve kırsal nüfusu azalan illerde ormanların arttığı ortaya çıkıyor. Göç alan ve nüfusu artmakta olan illerde ise orman alanlarının azaldığı sonucuna varılmış. Çalışmada, özellikle Marmara Bölgesinde bulunan iller içinde Sakarya, Yalova ve Bilecik dışındaki 7 ilde (İstanbul, Bursa, Kocaeli, Balıkesir dahil) orman alanlarının azalmakta olduğu, bunun yani sıra bu illerde orman serveti ve yıllık artımda da azalma olduğunun net bir şekilde ortaya çıktığı ifade ediliyor. Çalışmayı yapan bilim insanları bu durumu şöyle yorumluyorlar; "Ormanlık alanlardaki azalma, özellikle hızlı kentleşme ve sanayileşmenin etkisiyle, yoğun nüfus artışının yaşandığı illerde görülmektedir. Ayrıca, bu illerdeki ormanlık alanların yeni yasal düzenlemelere dayalı tahsisler nedeniyle daha da parçalanmış olduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer bir bulgu, toplam orman alanındaki artışın, Türkiye ormancılık örgütü tarafından yapılan ağaçlandırma çabalarının bir sonucu olmadığı, nüfusun sosyoekonomik yapısındaki değişikliklerden ve kırsal kesimden kentlere göç gibi ilgili süreçlerden kaynaklandığıdır".
 Orman deÄŸiÅŸiminin altında aÄŸaçlandırma deÄŸil göç var
Fotoğraflar: Özer Akdemir/Evrensel
TÜRKİYE'NİN BATISINDA ORMAN ALANLARI AZALMIŞ
Makalenin sonuç bölümünde dünyadaki ormanlık alanlardaki genel düşüşe rağmen, Türkiye, 2005-2015 döneminde ormanları artan ülkelerden biri olduğu ifade edilirken, bununla birlikte, ülkedeki ormanların değişimi il düzeyinde analiz edildiğinde, tüm illerde eşit olmayan bir büyümenin gözlemlendiğinin altı çiziliyor. Orman alanlarının azaldığı illerin, Türkiye'nin batısında, Marmara ve Ege bölgelerinde olduğuna dikkat çekilen makalede, Batı Karadeniz'de orman alanlarının azaldığı illerin de ormanları parçalanmış, ormancılık faaliyetleri yüksek ve göç oranı yüksek iller olduğuna işaret ediliyor.
Bazı bölgelerdeki ormanlık alanlardaki artış ve diğerlerindeki azalmanın ormanların bölgesel dağılımındaki değişiklikleri gösterdiğinin ifade edildiği makalede, "Bu değişiklik, özellikle orman alanlarının azaldığı bölgelerde, özellikle biyolojik çeşitlilik olmak üzere, ormanların sunduğu hizmetleri olumsuz yönde etkileyecektir. Bazı illerde orman alanlarının azalması, Türkiye'nin ulusal ormancılık politikasının üç amacından biri olan ormanların korunmasının ve geliştirilmesinin Türkiye genelinde aynı şekilde gerçekleştirilemediğini ortaya koymaktadır" denildi.
 
Fotoğraflar: Özer Akdemir/Evrensel
TAHSİS EDİLEN ALANLAR DA HALEN ORMAN GÖRÜLÜYOR
Türkiye'de, kentsel nüfusun yüksek olduğu, hızlı kentsel nüfus artışı ve aşırı göç alan illerde ormansızlaşmanın görüldüğünün belirtildiği makalede şu görüşlere yer verildi; "Aynı zamanda, azalan ormanlara sahip illerin çoğu, 6831 sayılı Orman Kanununun 2B Maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkarmaların olduğu illerdir. Orman alanları madencilik, turizm ve ulaşım gibi orman dışı amaçlar için kullanılarak orman ekosistemi olarak niteliğini yitirmiş olmasına rağmen halen yasal olarak yürürlükteki mevzuat uyarınca orman alanı olarak sayılmaktadır. Bu ormancılık dışı tahsisler, kentleşmenin yoğun olduğu ve ormanların azaldığı Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Bu göz önüne alındığında, hızla artan bir kentsel nüfusun ve ormancılık, madencilik ve turizm alanlarında ekonomik kalkınmaya odaklanan hükümet politikalarının, Türkiye'nin illerinde ormansızlaşmayı etkilediği görülmektedir" denildi.

Makalede ormanlarda yapılan madencilik, enerji, eğitim, altyapı, turizm vb. ormancılık dışı faydalanma ve tahsislerin bugün geldiği durum sorgulanırken, 2016 yılı itibariyle 672 bin hektara ulaşan bu tahsislerde fiili durumda orman ekosistemi yok olduğu halde, hukuki olarak oranın hala orman alanı sayılması nedeniyle yok olan bu ormanların kayıtlara geçirilmediğine de vurgu yapıldı.
ORMAN ARTIŞININ KÜÇÜK BİR KISMI AĞAÇLANDIRMALARDAN
Türkiye'deki toplam orman alanlarının arttığının aktarıldığı makalede 2005-2015 döneminde ormanlık alanlardaki gözlenen artışın sadece küçük bir kısmını oluşturan ağaçlandırma nedeniyle olduğu dile getirildi. Makalede şu görüşlere yer verildi; "Ormanların artışının ana nedeni, Türkiye'nin kırdan kente göç gibi sosyoekonomik yapısındaki değişimdir. Bu çalışmanın bulguları, yüksek nüfuslu sanayileşmiş bölgelerde orman alanlarının, yıllık cari artışın ve orman servetinin azaldığını, bazı ormanlarda ise yıllık cari artış ve orman servetinin arttığını göstermektedir.

‘AKP orman varlığını biz arttırdık diyemez’


Ekoloji Birliği: "Yaşanan afetler rantçı politikaların ve ihmalin sonucu"


Ekoloji Birliği, Trabzon'un Araklı ilçesinde sağanak sonrası meydana gelen taşkında 7 kişi hayatını kaybetmesi ve 3 kişinin kaybolmasına ilişkin yazılı açıklama yaptı. Yapılan açıklamada, seller nedeniyle ölümlerin olduğunu ve maddi kayıpların yaşandığını hatırlatılarak, "İklim değişikliği yanında rantçı politikalar ve ihmaller nedeniyle doğal afetler felaket haline dönüştü" denildi.
Trabzon'un Araklı ilçesinde yaşanan HES felaketi sonrası Tarım ve Ormancılık Bakanı Pakdemirli, 7 kişinin öldüğü sel ve heyelan için "Uyarılarımızı yaptık ama en nihayetinde bu işler Allah'ın işi, nereden ne olacağını da bilemiyorsunuz" demesi hatırlatılan açıklamada, " Uyarı da yaptıklarını belirterek sorumluluktan kurtulduğunu sanıyor. Oysa felaket, HES’in borusunun patlaması sonucu barajın sel sularına eklemesi nedeniyle oldu. Yine özellikle 17 yıldır hızlandırılan doğanın metalaştırılmasına yönelik çalışmalar; enerji, maden gibi şirketlerin kazançlarına kazanç sağlama politikalarının uygulanması, yeni imar planı ile yasadışı, kuralsız betonlaştırmaların affedilmesi bugünkü felaketlerin nedenlerinden birkaçını oluşturmaktadır" denildi.

Ekoloji Birliği: "Yaşanan afetler rantçı politikaların ve ihmalin sonucu"

"DOĞAYI RANT HALİNE GETİRENLER SORUMLULUKTAN KURTULAMAZ"
Türkiye'nin dört bir yanında daha önce gerçekleşen sel ve doğal afetlerin de hatırlatıldığı açıklamada, "Her felaket sonrası aynı cümleler kullanılıyor. Oysa nedenleri biliniyor ama bundan söz edemiyorlar. Doğayı ranta alanı haline getirenler, HES, taş ocakları, maden alanları ile ormanları, tarım arazilerini yok edenler,  yok edilmesine izin verenler sorumluluktan kurtulamaz" denilerek asıl sorumluluğun  uygulanan rantsal politikalar olduğuna vurgusu yapıldı.

"Karadeniz’de gözükmeyen hortum olağanlaştırıldı. Sık sık görülen hortumların nedeninin iklimin değişmesinin nedeni olduğunu hepimiz biliyoruz" denilen açıklama şu şekilde devam etti: "Sonuç olarak özellikle yerel ve merkezi yönetim yaşanan felaketlerin sorumluluğundan kurtulamaz. Şirketlerin doğayı, yaşam alanlarını yağmalarına yönelik ön açıcı yasa değişiklikleri yanında "ben yaptım oldu" anlayışına olanak tanıması can ve mal kayıplarına neden oluyor. Bu felaketler sonunda bir yerel ya da merkezi yönetimden sorumluluk hissedip istifa eden de olmuyor. Yaşanan felaketleri "Allah’ın işi" olarak niteleyenlerden de başka bir tutum beklemiyoruz. Ekoloji Birliği olarak felakete neden olanların göz ardı edilmesine izin vermeyeceğimizi vurgularken ölenlere rahmet, yaralılara şifa, kayıpları olanlara sabırlar diliyoruz." (İzmir/EVRENSEL)

Trabzon Araklı'daki selde 8 kişi öldü, 2 kişi kayıp

Trabzon’daki selde yaşanan yıkım ve can kayıpları insan kaynaklı

Ağrı'da sel: 2'si çocuk, 4 kişi hayatını kaybetti

19 Haziran 2019 Çarşamba

"Doğa ve Direniş Öyküleri" Bursalı okurlarla buluştu

Görüntünün olası içeriği: 17 kişi, Seyit Küçükbezirci, TC Bülent Özgen, Ayhan Kazancı, Aytaç Timur ve Nezahat Akişli dahil, gülümseyen insanlar, iç mekan
Evrensel gazetesinin İzmir Temsilcisi Özer Akdemir'in 4. kitabı olan "Doğa ve Direniş Öyküleri" kitabı Bursalı okurlarla buluştu.
Görüntünün olası içeriği: özer Akdemir, oturuyor ve açık hava
Koza Dağcılık, Kültür Sanat ve Spor Kulübü Derneği tarafından gerçekleştirilen imza ve söyleşi etkinliği Nilüfer Belediyesi Karaman Dernekler Yerleşkesinde yapıldı. Söyleşide Akdemir, Yeni İnsan Yayınevi'nden bu yılın Mart ayında çıkan "Doğa ve Direniş Öyküleri"nin 20 yıla yaklaşan çevre muhabirliği sırasında tanıklık ettiği gerçek yaşam, mücadele ve insan öykülerinden oluştuğunu belirtti.
"HABERLERİN EKSİK BIRAKTIĞI İZLERİ ANLATMAYA ÇALIŞTIM"
Çevre sorunları ve bunlara karşı verilen ekoloji mücadelelerinin belli kalıpları olan gazete haberi formatında aktarılmasının meselenin sosyal, duygusal, toplumsal vb, bazı yönlerinin eksik bırakılması sonucuna yol açabildiğini ifade eden Akdemir, "gazeteci olarak doğaya karşı işlenen suçları, talanı, bunun canlıları, insanları ya da bir bütün olarak ekolojik dengeyi nasıl etkilediğine dair sizde oluşan duygular ve düşünceleri çoğu zaman haber kalıbı içerisinde aktarma olanağı bulamayabiliyorsunuz. İşte burada işin içine edebiyat ve sinema devreye giriyor. Kimileri bunu şiirler, resimle, çeşitli yazın türleriyle ve filmle anlatırken, ben farklı bir alan olmasına rağmen haberlerin geri planını, bende oluşturduğu duygu, düşünce ve izleri eko kurgu öykülerle anlatmayı denedim.

GERÇEK ZAMANLI EKO KURGU ÖYKÜLERİ
Her bir öykü aslında hali hazırda devam eden ekoloji mücadelelerinden kesitler içeriyor. Bir çiçeğin, bir dağın, bir hayvanın ya da insanın bakış açısıyla ekolojik tahribatın nedenleri, sonuçları ve yarattığı travmaları konu ediniyor kitap. Büyük bir çoğunluğu halen devam eden ekoloji mücadelelerinden süzülüp çıkmış olan bu öykülerdeki olayların, kişilerin, yerlerin çok büyük bir kısmı gerçek. Gerçek zamanlı ve gerçek olaylardan derlenen eko kurgu öyküleri de denebilir bu nedenle" dedi.

Fotoğraf: Evrensel
EKOLOJİ DİRENİŞLERİNE BİR ÖVGÜ, BİR SELAM...
Kitapta yer alan öykülerin geri planlarını ve bu öykülere kaynaklık eden ekoloji mücadelelerinin güncel durumları hakkında bilgi de veren Akdemir, "ekoloji mücadelesi bir yaşam mücadelesidir. Doğayla barışık bir yaşamı oluşturmak ve bunu sürdürebilmek için hali hazırda doğaya yönelik saldırılara karşı direnmek zorundayız. Kitap aynı zamanda Anadolu'nun, dünyanın dört bir yanında süren bu direnişlere de bir övgü, bir selam olsun istedim" dedi. Söyleşinin soru - yanıt ve katkı kısmında daha çok enerji üretimi ve bunun doğaya, canlı yaşamına maliyeti gibi konular ağırlıklı olarak dile getirildi.
 
Fotoğraf: Evrensel
Akdemir, gecenin sonunda söyleşiye katılan okurlarına kitaplarını imzaladı. (İzmir/EVRENSEL)

Bir direnişin öyküsü "Yalnız Efe" belgeseli

18 Haziran 2019 Salı

Bir keçi çobanının direniş güzellemesi: Yalnız Efe (Yeni Yaşam Gazetesi)



Altın madenine karşı direnen tek köylü olan keçi çobanının yaşamını ve mücadelesini konu edinen ‘Yalnız Efe’nin yönetmeni Akdemir, ‘Bir kişi bile direniyorsa umut vardır. Bizimkisi bir merhabaydı’ dedi

İzmir’e bağlı Efemçukuru’ndaki altın madenine karşı direnen tek köylü olan keçi çobanı Ahmet Karaçam’ın yaşamını ve mücadelesini konu edinen “Yalnız Efe” belgeseli Documentarist 12. İstanbul Belgesel Günleri kapsamında Yeşilçam Sinemasında izleyiciyle buluştu. Belgeselin yönetmen koltuğunda ise aynı zamanda gazeteci olan Sevgi Halime Özçelik ve Özer Akdemir oturuyor. Yönetmen Akdemir belgeselin ortaya çıkış sürecini gazetemize anlattı.

Altın madenine karşı
Çok yoksul koşullar altında yaşamını sürdürmeye çalışan keçi çobanın uluslararası bir altın tekeli şirketine karşı tek başına direnişinin öyküsüne tanıklıktı bizimkisi diyor Akdemir. Ahmet Karaçam’ın mücadelesini bir direniş güzellemesi olarak tanımlayan Akdemir sözlerine şöyle devam etti, “İzmir’in içme suyu havzasında işletilen bir altın madeninden bahsediyoruz. Türkiye’nin üçüncü büyük kenti açısından son derece yaşamsal bir yerde. İçme sularını kirleten bir altın madenine karşı köyün direnen tek kişisi kaldı. O direnme süreci aslında köylülerin büyük çoğunluğu destekledi. Daha sonra bakanlar kurulu kararıyla acele kamulaştırma ile köylülerin arazilerini alınca, sadece bir kişi bağını satmadı. O da Ahmet Abi. Efemçukuru köyünün ‘Yalnız Efe’si o.”
2002’den beri devam ediyor
Efemçukuru köyünün mücadelesinin 2002’den beri devam eden bir süreç olduğunu vurgulayan Akdemir, “7 yıldır da altın madeni işletmesi açık ve çalışıyor. Köylülerin en başta direnişine tanık oldum. İzmir’in üzüm bağı ile en meşhur köyü. Ekonomisi üzüm üzerine. İlk başlarda bu üzüm bağlarını savunmalarına tanıklık ettik. Daha sonra işin içine AKP hükümetinin girmesiyle, arazilerini satmayan köylülerin 35 parseli acele kamulaştırma karırı ile ellerinden alındı. Sadece Ahmet Karaçam arazisini vermedi ve direndi” dedi. Akdemir, Ahmet Karaçam’ın yani ‘Yalnız Efe’nin oradaki hukuki sürecinin halen devam etmesini sağlayan kişi olduğunu da belirtiyor. Sağlık koruma bandı 200 metre olması gerekirken, kanunu değiştirerek 100 metreye çekerek ondan sonra altın madeni şirketinin madeni açabildiğini söyleyen Akdemir, “Devlet-hükümet kendi koyduğu yasayı bir keçi çobanı direndiği için değiştirmek zorunda kaldı. Eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu o dönem, ‘içme suyu havzasında olduğu için ya bu madeni durduracağız, ya da İmzir’i başka bir yere taşıyacağız’ demişti. Ama maalesef o da en son köylüleri yalnız bıraktı, ihanet etti” diyor.
‘Bilinçli bir inat’
Efemçukuru köyünün hikayesinden de bahseden Akdemir, sözlerine şöyle devam ediyor, “Efelere yurtluk eden bir yerleşim yeri Kurtuluş Savaşı döneminde. Filmimize ismini veren ‘Yalnız Efe’ ismi de altın madenine karşı yalnız kalan keçi çobanı Ahmet Abi’nin, tek başına direnmesine ve yalnız kalmasına işaret ediyor. Ailesi kesinlikle bağları satmasını istiyor Ahmet Abi’den. Ama Ahmet abi ‘ben yaşadıkça, bu toprakları satmayacağım’ dedi. Bilinçli bir inat Ahmet Karaçam’ın ki, körü körüne değil. Ahmet Abi’nin kendi sözüdür, ‘beni musalla taşına yatırmadıkları sürece, o maden buraya giremez’ diyor.”
‘Direniş hikayeleri’
Akdemir son olarak sözlerini şöyle bittiriyor, “Ülkenin birçok yerinde ekoloji mücadelesi devam ediyor. Bunun devamı gelmese bile başka bir yerden direnlerin hikayeleri her zaman bizlere ulaşmaya devam edecektir. Onun için de direnmemekten vazgeçmemek gerekiyor. Bir kişi bile direniyorsa umut vardır. Bizimkisi bu direnişlere bir merhabaydı. Umarım mesaj yerini bulmuştur.”
KÜLTÜR SERVİSİ

https://yeniyasamgazetesi.com/bir-keci-cobaninin-direnis-guzellemesi-yalniz-efe/

Bir direnişin öyküsü "Yalnız Efe" belgeseli



Eda AKTAŞ
İzmir
Efemçukuru Altın Madeni’ne karşı köyünde tek başına direnen Keçi Çobanı Ahmet Karaçam’ın yaşamını ve mücadelesini anlatan “Yalnız Efe” belgeselinin ilk gösterimi Documentarist 12. İstanbul Belgesel Günlerinde yapıldı. Belgeselin yönetmenliğini İzmirli iki gazeteci Sevgi Halime Özçelik ve Özer Akdemir yaptı. Belgeselin yönetmenlerinden Sevgi Halime Özçelik yurtdışında olduğu için diğer yönetmeni, aynı zamanda Evrensel gazetesi İzmir temsilcisi Özer Akdemir ile belgesel üzerine söyleştik.
 
"Yalnız Efe" Ahmet Karaçam | Fotoğraf: Barış Özel
Belgeselinizin konusunu kısaca anlatır mısınız?
İzmir’in 20 kilometre uzağındaki Efemçukuru köyünde yapılan altın madenciliğine karşı direnen tek köylü Çoban Ahmet Karaçam’ın hem yaşamını hem de direnişinin öyküsünü anlatmaya çalıştık. Efemçukuru Altın Madeni İzmir’in su havzasında yer alıyor. Kentin içme suyu açısından çok önemli bir noktada olan altın maden şirketinin içme sularını kirlettiği bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. İlk sondaj ile başlayan yaklaşık 15 yılı aşkın bir süreci var altın madeninin. Maden fiili olarak 6-7 yıldır üretimini sürdürüyor. Bir gazetci olarak süreci başından bugüne kadar izlemeye çalışıyorum. İlk başta oradaki köylüler madene karşı çıktılar, aylarca direndiler. Sonra, iktidarın arazilerini satmayan köylülerin arazilerine acele kamulaştırma kararı ile el koymasının ardından köylülerin direnci kırıldı. Sadece bir köylü, Keçi Çobanı Ahmet Karçam madene bağını satmadı. Biz o köylünün öyküsünü anlatmaya çalıştık belgeselde. Ahmet Karaçam’ın bağı maden galerisinin giriş kapısına 100 metre uzaklıkta yıllardır çobanlık yapıyor yoksul bir insan ve bulunduğu arazide maden açısından son derece stratejik bir yerde. Ahmet ağabey şirketin vermeyi teklif ettiği astronomik paralara rağmen bağını satmadı, kamulaştırma kararına dava açarak direndi ve hâlâ direniyor.
Belgeselin ismi neden “Yalnız Efe”?
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve açık hava
Efemçukuru Köyü, Kurtuluş Savaşı döneminde Yunan işgaline karşı Efelerin karargahı, direnişçilerin yurt edindiği bir yer. Hâlâ köyde o günlere ait direniş öyküleri anlatılıyor. Maden, köyde istediği bütün arazileri, iktidarın açık desteği ile almasına rağmen sadece Ahmet Karaçam’ın bağını alamadı. Ahmet Karaçam, hem uluslararası bir altın tekeline, hem onu destekleyen iktidara tek başına direndi. Efemçukuru mücadelesini bilen İzmirliler ve kendi köylüleri bu nedenle Karaçam’a “Yalnız Efe” adını taktılar. Belgeselin adı oradan geliyor.

 
"Yalnız Efe" Ahmet Karaçam ve belgesel ekibi. | Fotoğraf: Barış Özel
Belgeseli çekerken zorluklar yaşadınız mı?
Öncelikle teknik açıdan son derece yetersiz ekipmanlarımızla ve tam anlamıyla “sıfır bütçe” ile bir çekim süreci yaşadık. İkincisi köylülerin büyük çoğunluğunun direnişi bırakıp madenle ekonomik ilişki içerisinde olması nedeniyle onlarla yaptığımız çekimlerde de bir takım sıkıntılar yaşadık. Eskiden direnişçi olan birçok köylü madene işçi olarak girmişti. Ama belki de yaşadığımız en önemli sorun Ahmet ağabeye ulaşmak oldu. Kendisi cep telefonu da kullanmıyor ve çobanlık yaptığı için sabahtan gece yarısına kadar dağlarda. Bir yerde 15 dakikadan fazla duramıyor, çünkü keçiler durmuyor. Biz Ahmet ağabeyin geçtiği güzergahları ezberleyip nerede mola verdiğini öğrendik. Sonra onunla mola verdiği yerlerde 15-20 dakikalık söyleşiler yaptık. Tabii bir de o bölgenin doğa koşulları, coğrafi şartlar var. Dağlar, tepeler, ormanlık içerisinde yaptık çekimlerimizi.
"HEM SORUNLAR HEM DE İLGİ ÇOĞALDI"
Son dönemde ekoloji sorununu gündem alan birçok belgesel çekildi. Bu ilgi artışını nasıl yorumluyorsunuz?
Ekoloji mücadelesini konu alan belgeseller son yıllarda arttı, bu sevindirici bir şey. Bir konuda belgesel sayısı artıyorsa aslında o konuya dair hem sorunlar hem de ilgi çoğalmıştır demek ki. Ekolojik sorunlar özellikle AKP iktidarları döneminde her geçen yıl arttı. Buna karşı verilen mücadeleler de artıyor. Sanat, bilim ve edebiyatta bunlara kayıtsız kalmıyor. Doğal olarak bunları anlatma çabası içerisinde. Bu anlamda baktığımızda ekolojik sorunlar ve mücadelenin sanatla, edebiyatla anlatılmaya başlanması son derece olumlu. Bizim belgesel de bunlardan birisi.
"SON DERECE DUYGUSALLAŞTI"
Yalnız Efe Ahmet Karaçam belgeseli izlediğinde tepkisi ne oldu?
Ahmet ağabeye belgeselin son halini dağlarda keçilerini gezdirirken kısıtlı imkanlarda izettik.
Birkaç arkadaşla birlikte gittik ve arkadaşlar keçiler ile ilgilenirken Ahmet ağabey aracın içerisinde laptop ile belgeseli izledi. Son derece duygusallaştı. Çok beğendiğini söyleyip bize teşekkür etti. Umarım izleyiciler de beğenir.
Son olarak belgeseliniz ekoloji mücadelesi verenlere ne söylüyor, nasıl bir mesaj veriyor?
Tek kelimeyle bir direniş güzellemesi denebilir “Yalnız Efe”ye. Tek kişi de kalınsa direnmeye devam edilmesinin önemine dikkat çekmek istedik. Çünkü Ahmet Karaçam’ın tek başına direnişe devam etmesi sonucu iktidar koyduğu yasaları değiştirmek zorunda kaldı. Bir kişinin bile direndiği yerde umut vardır. Direnişler sadece mücadeleden vazgeçildiğinde kaybedilir. Ahmet Karaçam’ın bu direniş öyküsü ülkemizde çok zor koşullarda devam eden ekoloji mücadelelerine olumlu bir örnek, bir moral motivasyon desteğidir diye düşünüyoruz.

Fragman: https://www.youtube.com/watch?v=lRdpQ9jIjac&feature=youtu.be

16 Haziran 2019 Pazar

"Yerinden kopan taş yosun tutmaz" (pazar yazısı)

 16 Haziran 2019

'Yerinden kopan taş yosun tutmaz'

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR

Bir dal ıhlamur bir tutam zahterle birlikte biz de terk ettik Yeşilbağcılar’ı...

Geçtiğimiz yıl bu zamanlar, Lagina antik kenti ile adeta iç içe geçmiş olan Turgut köyünün kömür madenleri tarafından nasıl tehdit edildiğine dair çekimler yapmak için Yatağan’a gitmiştik. Bizi ilçenin otogarından alan Turgut Çevre Kültür Derneği Başkanı Kazım Erol köye gitmeden önce vadiyi boydan boya yutan kömür ocaklarının olduğu bölgeye götürdü.

Asfalt bir yol tam ortasından bıçak gibi kesilmiş, aşağısı yaklaşık 500 metre uzaklıktaki yeşil bir tepeye kadar, derinliği belki de yüz metreyi bulan bir çukur haline gelmişti. Çukurun genişliği ise kilometrelerle ifade edilecek büyüklükte görünüyordu. Sanki doymak bilmez iştahıyla bir canavar Yatağan’dan başlayıp bütün bir vadi boyunca önüne çıkan her şeyi, üzerindeki börtü böceği, ağacı, evi, çiçeği yutarak Gökbel dağlarına doğru gidiyordu.

Uçurumun yanına çok fazla yaklaşmadan çekimlerimizi yaparken dev çukurdaki kömür ocağında harıl harıl kepçeler ve kamyonlar çalışıyordu. Zemini yer yer kömür siyahı, çoğu yerde boz bir renk almış olan vadi ilerideki yemyeşil bir tepenin eteklerinde bitiyordu. Tepenin yamacında, ağaçların, yeşilliklerin arasında görünen kırmızı kiremitli, beyaza boyalı şirin taş evlerin güzelliği bulunduğumuz yerden bile seçilebiliyordu. İşte bu evleri göstererek, “Bir zamanlar Yeşilbağcılar köyüydü orası” dedi Kazım. “Köy tamamen boşaltıldı birkaç yıl önce. Bir kısmı çevre il ilçelere göçtü, önemli bir bölümünü ise biraz ilerideki yeni Yeşilbağcılara taşıdılar” dedi. Çekimini yaptığımız, bu ortadan kesilmiş eski yolun da o zamanlar Yeşilbağcılar’ı Yatağan’a bağladığını söyledi.

Ucunda sarı kantaronların bittiği, mor çiçeklerin, sarı göbekli, papatyaların uçurum çatlaklarından fışkırdığı tarla ile ilgili yanımızdakiler, “biraz kazsanız tarihi esere ulaşırsınız” diye iddialı konuştular. Doğanın yanı sıra tarihin de yok edildiğini anlatmak istiyorlardı bu sözlerle. Çekimlerimizi bitirdikten sonra Yeşilbağcılar köylülerinin taşındığı yere doğru hareket ettik.

Yatağan termik santralinin birkaç kilometre uzağında, Turgut köyü yolu üzerindeydi Yeni Yeşilbağcılar. Köyün hemen girişindeki iki katlı evinin verandasında konuştuğumuz emekli öğretmen Muammer Uyar, 600 yılı aşkın bir tarihi olan köylerini nasıl terk etmek zorunda kaldıklarını anlattı uzun uzun: “Hala zeytin bahçelerimiz var orada. Köyümüze girmek için şirketin kontrol noktasında kimliklerimizi bırakmak zorundayız. Kendi memleketimizde mülteci gibiyiz!..”.

80 yaşındaki kayınpederi İsmet Uzakgiden de gözleri dolu dolu anlattı köyünden sürgün edilmelerini: “İki evim vardı. Birisini yeni yapmıştım, oğlum için. Daha anahtar vurmadan elimizden aldılar. 40-50 dönüm zeytinliğimizi istimlak edip 90 bin lira verdiler elimize. O zamanlar bir belediye reisi seçmiştik, dindar adam hakkımızı arar diye. Arkasında namaz kılınacak adam değilmiş!... Demem o ki, bizim önümüze düşen olmadı. Yuvamız, yurdumuz dağıldı. Yerinden kopan taş yosun tutmuyor. Turgutlulara son diyeceğim; Direnin!..”

***

Re

Geçtiğimiz hafta, o gün aramızdaki uçurumun bir ucundan gördüğümüz terk edilmiş Yeşilbağcılar köyüne gittik. Komşu Turgut köyünden olan rehberlerimiz, köye madenin aldığı ova tarafından girişin olanaksız olduğunu söyleyerek, ormanların arasındaki, bozuk dağ yollarından götürdüler bizi. Sık karaçam ağaçları ile kaplı tepede araçlarımızı bırakıp yürüyerek köye doğru inişe geçtiğimizde yolun iki yanında küçük pembe, mor çiçekleriyle bitmiş bir kekik türü olan zahterler çıktı önümüze. Keskin kokuları insanın başını döndüren zahterleri okşayıp elimizi kokladık uzun uzun. Köye yaklaştıkça zahter kokularına nar çiçeği, narenciye, dut, ıhlamur ve yüzlerce otun çiçeğin kokusu karıştı.

Her taşına, ağacına, sokağına terk edilmişliğin hüznü sinen köyü iki saati aşkın bir zaman boyunca dolaştık. Kimisi bakımsızlıktan, kimisi terk edenler tarafından kısmen yıkılmış evlerin bahçelerine girdik. Ağaçlar meyveye durmuştu. Dutlar ballanmış, erikler kızarmış, kaysılar, şeftaliler olgunlaşıp tatlarından çatlamışlardı. Bahçelerdeki sarmaşık güller, insan boyunu geçen pembe, kırmızı, beyaz çiçekli gül hatmiler her bir yanı kaplamıştı. Yıkık evlerin duvarlarında, çatılarında biten otlar doğada yaşamın mutlaka bir yolunu bulduğunun kanıtıydı sanki. Duvarları yıkılan evlerde görünen raflarda hala sıra sıra dizili cam kavanozlar, bir parmak toz altında da olsa sağlam bir şekilde, belki kendilerini terk edenler bir gün gelirler umuduyla bekliyorlardı.

Adımlarımız, uçuşan sinekler, arılar ve hafif hafif esen rüzgarın sesleri dışında hiçbir hareketin, sesin olmadığı sokakları gezdi. Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda oynaşan çocukların, kadınların, gençlerin izlerini aradık. Köyün bir zamanlar sakinleri olan Rumlardan kalan, tüm güzelliğini, alımlılığını hala taşıyan evlerin o taş örme işçiliğindeki ustalığa hayran kaldık.

Köyün belki de tek koruma altına alınan eseri olan camisinin bahçesinde durduk kısa bir zaman. Bahçenin içinde kavuklu, Arapça yazılı mezar taşları yan yana sıralanmıştı. Minaresinin ucu yıkılmış olan camiye bitişik bir türbe de vardı. Camiinin geniş ahşap kapısı alelade bir asma kilitle zincirlenmişti. Aylardır tek damla suyun düşmediği anlaşılan şadırvanın muslukları sökülmüştü.

Köyü terk etmeden önce soluklandığımız camii bahçesindeki ıhlamur ağacı sarı sıcak altında saatlerdir süren yorgunluğumuzu aldı götürdü ama içimize dolan kederden bir şey eksilmedi. Dallarına arıların doluştuğu kocaman ıhlamurun çiçekli bir dalını koparıp aldım yanıma. Arabalarımıza ulaşmak için tırmandığımız yokuş yolun başındaki zahterden de bir tutam koparıp ıhlamurun yanına koydum. Bir dal ıhlamur bir tutam zahterle birlikte biz de terk ettik Yeşilbağcılar’ı...

Dönüşte, Turgut köyünün zeytinliklerini yutup, Lagina antik kentine doğru sırnaşık bir şekilde sokulan kömür ocağının dehşet verici görüntüsünü izlerken, 80 yaşında yurdundan koparılan İsmet amcanın sözlerini düşünüyordum; “Yerinden kopan taş yosun tutmaz. Direnin!.


https://www.evrensel.net/yazi/84166/yerinden-kopan-tas-yosun-tutmaz

15 Haziran 2019 Cumartesi

Efeler Belediyesi Yılmazköy'deki JES çalışmalarını durdurdu



Efeler Belediyesi Yılmazköy'deki JES çalışmalarını durdurdu
Özer AKDEMİR
Aydın Efeler ilçesine bağlı Yılmazköy Mahallesi'nde jeotermal enerji şirketi tarafından yapılan boru döşeme çalışmaları Efeler Belediyesi ekipleri tarafından durduruldu. JES firması Ken Kipaş'ın bir süredir yol kenarlarına ve DSİ'ye ait su kanaletlerinin üzerine boru döşemesine köylüler tepki gösteriyorlardı.
NE ÇED'İ NE ÜRETİM LİSANSI VAR AMA...
Konuya dair görüştüğümüz JES firmasına karşı dava açan Yılmazköylüler'den Şermin Çetin, şirketin "ÇED Gerekli Değildir" ve ardından alınan ÇED izinleri iptal edildiğini ifade etti. ÇED raporunun iptalinin ardından üretim lisansının da Ankara 15. Bölge İdare Mahkemesinde iptal edildiğini bu kararın Danıştay 13. Dairesi tarafından 18 Mayıs 2019 tarihinde onaylandığını aktaran Çetin, şirket bu mahkeme kararlarının ardından çalışmalarını durdurmadığı gibi aksine hızlandırdığını belirtti. Çetin, "Üretim lisansı iptal edilen şirket alalacele DSİ ile aralarında yaptıkları protokole de aykırı bir biçimde kamu yolu ve kanaletlerin üzerinden borular geçirmeye başladı. DSİ ile şirketin yaptığı protokolde sulama mevsimi olan mart ve ekim aylarında herhangi bir çalışmanın yapamayacağı açıkça yazmasına rağmen şirketin çalışmalarını sürdürmesine köylüler olarak tepki gösterdik. AYÇEP'lilerle birlikte bayramdan önce JES şirketinin iş makinelerinin önüne geçerek çalışma yapmalarına engel olduk. Ancak onlar da boş durmayıp bu süre içerisinde DSİ ile yeni bir protokol yapmışlar ve DSİ sulama faaliyetlerine engel olmamak kaydıyla şirketin boru döşenmesine izin vermiş" dedi.
Efeler Belediyesi Yılmazköy Mahallesi'ndeki JES çalışmasını durdurdu 
Fotoğraf: AYÇEP
BELEDİYEDEN İZİN ALINMAMIŞ
ÇED ve üretim lisansları iptal edilmiş şirketin bayramdan hemen sonra kamu yolunda çalışma izni ve yapı ruhsatı olmadan çalışmalara yeniden başladığını, durumu jandarmaya bildirmelerine rağmen "gerekli izinleri var" denilerek bir şey yapılmadığını belirten Çetin, "Biz de hem DSİ'ye hem savcılığa yapılan işin hukuksuz olduğuna dair dilekçeler verdik, suç duyurusunda bulunduk. Dün de Efeler Belediyesi Fen İşleri yetkilileri gelerek şirketin çalışmalarına müdahale ettiler. Yapılan işin hukuku aykırı olduğunu belirten belediye yetkilileri ve AYÇEP üyelerinin ve bizlerin çabaları sonrası firmanın çalışması tekrar durdu" diye konuştu.
"ÜÇ KEZ DENEDİLER OLMADI BU DÖRDÜNCÜ DENEMELERİ"
Kamu yolunun herkesin yolu olduğunu, DSİ ve JES şirketinin şahsi tasarrufunda olmadığını dile getiren Şermin Çetin, Tarım İl Müdürlüğü, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, DSİ ve Aydın Valililiğine yaptıkları projenini durdurulmasına dair başvurulara yanıt alamadıklarını söyledi. Şirketin yasal yoldan iki kez kamulaştırma yapmaya kalktığını her ikisinde de bu kamulaştırmaların açılan davalarla iptal edildiğini belirten Çetin, "Bu dördüncü denemeleri. Kamuya ait olan bu yollar sulama ve yol amaçlıdır. Tam da sulama kanalının bitişiğinde bu akışkanlar içlerinde iki yüz derce sıcak su geçen bu borular kanunen yasalara aykırı. Bunun için hem mahkeme kararlarını görmezden gelen şirket yetkilileri ve taşeron firma ile mahkeme kararlarını görmezden gelen görevliler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduk" dedi.

Aydın'da izinsiz JES çalışması başlatan firmaya halk tepki gösterdi

Aydın'da izinsiz JES çalışması başlatan firmaya halk tepki gösterdi


14 Haziran 2019 Cuma

Aydın'da jeotermal karşıtı halk toplantısına soruşturma açıldı


14 Haziran 2019 13:17


Aydın Karacasu Dereköy Mahallesi'nde jeotermale karşı bilgilendirme toplantısına katılanlar hakkında soruşturma başlatıldı.

Aydın'da jeotermal karşıtı halk toplantısına soruşturma açıldı
Özer AKDEMİR
Aydın Karacasu Dereköy Mahallesi'nde jeotermale karşı bilgilendirme toplantısına katılan Aydın Tabip Odası Başkanı, AYÇEP ve TEMA yöneticileri hakkında soruşturma başlatıldı. Karacasu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma doğrultusunda dün AYÇEP ve Tabip Odası Başkanları ifade verdi.
JEOTERMAL ENDİŞESİ
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Afrodisyas Antik Kenti'nin de bulunduğu Aydın'ın Karacasu ilçesinde yapılmak istenen jeotermal enerji santraline karşı çıkan yöre halkı, JES'in en önemli geçim kaynakları olan zeytinciliğe zarar vereceği endişesini taşıyor. Dereköylüler bu endişelerle Aydın'dan çeşitli kurum temsilcilerini ve JES'lere karşı mücadele eden köylülerin davet ederek 22 Nisan 2019 tarihinde bir toplantı düzenlendi. Dereköy Mahallesi'nde bir kahvede yapılan toplantıda kurum temsilcileri ve köylüler JES'lerin çevre, tarım, sular, hava ve sağlık üzerine etkileri konusunda bilgiler verdiler.
KAYMAKAMLIKTAN SUÇ DUYURUSU
Karacasu Kaymakamlığı bu toplantının ertesi günkü yerel basında çıkan haberlerini ekleyerek bir üst yazı ile Karacasu Cumhuriyet Savcılığına toplantının kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle ihbarda bulundu. Bu suç duyurusunun andından Karacasu Cumhuriyet Savcılığı "2911 sayılı kanunun 9. ve 10. maddelerine uymayıp düzenleme kurulu oluşturulmadan ve Kaymakamlık makamına bildirimde bulunulmadan gerçekleştirildiği" gerekçesi ile soruşturma başlattı. AYÇEP Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri, Aydın Tabip Odası Başkanı Hakan Karagözlü, TEMA Vakfı Aydın Şube Başkanı Mehmet Özdemir ve Çine Yaşam Platformu Başkanı Ahmet Uslu 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlamasıyla ifadeye çağrıldılar.
AYDIN TABİP ODASI BAŞKANI: "HALKI BİLGİLENDİMEK GÖREVİM"
Dün Aydın Güvenlik Şube Müdürlüğünde ifade veren Aydın Tabip Odası Başkanı Hakan Karagözlü, Dereköylülerin talebi üzerine jeotermallerin sağlık üzerine etkileri hakkında sohbet ve bilgilendirme amacıyla köye gittiği belirterek, "Ben Aydın Tabip Odası Başkanıyım. TTB kanunla kurulmuş Anayasal güvence altında olan bir kamu kurumu niteliğindeki bir meslek örgütüdür. Mevzuatta halkın sağlığını korumak halkı sağlık konusunda bilgilendirmek, davet edilen yerlerde konuşma yapmak ve halkı aydınlatmak görevimizdir" dedi. AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili'de ifadesinde toplantının sohbet ve bilgilendirme amaçlı olduğunu söyledi.

"KAHVE TOPLANTISI BARIŞÇILDIR"
Karagözlü ve Vergili'nin avukatı Hicran Danışman da soruşturmanın Anayasa ve AİHS ve 2911 sayılı yasaya aykırı bir şekilde açıldığını belirterek, "Dernekler ve Kamu Kurumu niteliğindeki meslek örgütleri 2911 sayılı yasaya tabii değildir. Kahve toplantısı barışçıl niteliktedir. Kanunsuz değildir " dedi.
Aydın'ın her köşesinde jeotermal enerji santrali endişesi var

Afrodisias Antik Kenti, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girdi

https://www.evrensel.net/haber/381238/aydinda-jeotermal-karsiti-halk-toplantisina-sorusturma-acildi

13 Haziran 2019 Perşembe

Eybek Dağına bir garip RES projesi!


Eybek Dağına bir garip RES projesi!

Balıkesir Havran ilçesi Eybek Dağına yapımı planlanan 40 RES türbini ile ilgili 17 Haziran’da Ankara'da İDK toplantısı yapılacak. Yöre halkının RES'leri istemediği şirketin ÇED Raporunda bile belirtilirken, birçok çelişkilerin yer aldığı kopyala-yapıştır bir özensizlikle hazırlanan raporda Balıkesir'deki Eybek Dağı için İzmir Orman Bölge Müdürlüğünden görüş alınmış.
RES TRİBÜNİ SAYISI 75'TEN 40'A DÜŞÜRÜLDÜ
Kaz Dağı'nın bir parçası olan Eybek Dağı’nda kurulmak istenen Duygu Rüzgar Enerji Santrali Projesi 40 RES türbinden oluşacak. Yıllık 524.630.000 kWh elektrik enerjisi üretmesi planlanan proje için ilk etapta yapımı planlanan 75 RES direğinin sayısı daha sonra 40'a düşürüldü. Bu türbinlerden 7 tanesi tarım alanında, 33 tanesi ise ormanlık alanda yer almakta. Projenin ÇED dosyasında ön lisans sahası 13 bin 836,3 hektar olarak belirtilirken, bir türbinin kapladığı alan yaklaşık bin 520 metrekare olarak verilmiş. 40 adet türbinin kaplayacağı toplam alan yaklaşık 60 bin 800 metrekare olacak. Proje için bölgeye 25 kilometrelik yeni yol açılacak.
RES'LER GEN KORUMA ORMANINA 30 METRE
RES türbinlerinin yakınlığına göre Balıkesir Edremit'e bağlı Yaşyer Mahallesi 3 bin 100 metre,  Hacıarslanlar Mahallesi RES direğine 4 bin 750 metre uzaklıkta yer alıyor. Projenin Balıkesir sınırları içerisinde kalan Karaçam ve  meşeden oluşan ormanlık alan miktarı 13 bin 836 hektar, Çanakkale sınırları içerisindeki ormanlık alan ise 18 hektar.  ÇED Raporunun ekinde yer alan Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğünün görüş yazısında T15 ve T30 türbinlerinin gen koruma alanına 30 metre mesafede olduğu belirtilerek bu mesafenin, 50-100 metreye çekilmesi istenildiği dikkat çekiyor. İnşaat-montaj çalışmalarının toplam 10 ay sürmesi planlan projenin işletme ömrü ise 49 yıl olacak. Projenin ortakları arasında Kanadalı finans şirketi de var.
Görsel: RES proje dosyası
TÜRBİN SAYISI NEDEN ÇELİŞKİLİ?
Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan projenin ÇED raporunun çelişkilerle dolu olduğunu ifade etti. Doğan'ın maddeler halinde sıraladığı bu çelişkilerden bazıları şunlar:
Türbin kapasiteleri teknik olmayan özet bölümünde 37 adet 4 Mwe, 3 adet 0,9 Mwe olarak belirtilmiş iken sayfa 51’de 2,0 MWe, 2,1 MWe olarak belirtilmiş. Bilgiler çelişkilidir.
Sayfa 265-360’da, proje ile ilgili Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün görüş yazısında, türbin sayısı farklı: 75+71= 146 adet olarak belirtilmiştir. Oysa ÇED dosyasında 40 adet türbin yer almakta. Burada “DHMİ’ye farklı bir proje mi sunuldu” sorusu akla geliyor.
ÇED Raporunun ekinde Ornitolojik (Kuş) ve Yarasa ve Memeli Değerlendirme Raporlarunda Kasım ayında 10 gün süre ile yapıldığı belirtilen kuş gözlemlerinin en az iki yıl yapılması gerektiği ifade ediliyor. Ayrıca türbin montajından sonra da 2 yıl daha gözlem önerilmekte. Türbinler monte edildikten sonra gözleme devam etmek sonucu nasıl etkileyecektir? Kuşlara, yarasalara ve memelilere zarar verildiği saptanırsa türbinler sökülecek midir? Raporda projenin kuş ana göç sahası üzerinde olmadığının “düşünüldüğü” söylenilmektedir. Yani durum belirsizdir. Gözlem yapılan kasım ayı göç zamanı olmadığı için bir karar verilememiştir.
Raporda, kesilen ağaçların Orman idaresi tarafından ekonomiye kazandırılacağı belirtilmekte, ağaçlara emtia olarak bakılmaktadır. Kaç adet kesileceğine ve ilişkin bir bilgi yoktur.
Raporun kopyala-yapıştır olduğu anlaşılmaktadır. Rapor, Eybek Dağı’nı İzmir’e götürmüştür. 160. sayfada Balıkesir yerine “ İzmir Orman Bölge Müdürlüğü” yazılıdır.
Balıkesir halkı, RES projesini istememektedir. Nitekim raporun 161-277’nci sayfalarında “Halkın Katılımı Toplantısı” başlığında, “Balıkesir’de halk projeye karşı olduğunu beyan ederek bilgilenmek istenmemiştir” denilmektedir. Halkın istemediği proje halka rağmen yapılmamalıdır.
Proje, sayfa 372’de ve rapor eki DSİ Daire Başkanlığı görüş yazısında da belirtildiği gibi Gönen Barajı uzun mesafe koruma alanı içerisinde kalmaktadır. Ancak DSİ’nin yazısından da anlaşıldığı gibi DSİ’ye güncel olmayan bir proje sunulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yazıda türbin sayısı 40’da fazladır.
EKOSİSTEM BOZULUYOR
RES’lerin Urla, Çeşme, Karaburun gibi uygulandığı yerlerde yarattığı olumsuz etkilerini bildiklerini söyleyen Süheyla Doğan, "RES’ler için tarla, mera, ormanlar şirketlere tahsis ediliyor. Söz konusu alanlar firmaların kontrolüne geçiyor.  Tarlalar köylünün elinden alınıyor. Köylü ormandan eskisi gibi yararlanamıyor, meralarında hayvanını otlatamıyor. Devasa türbinleri taşımak için yollar yapılıyor, ağaçlar kesiliyor, ekosistemin bütünlüğü bozuluyor. Tozlaşmayı sağlayan arı vb. canlıların zarar görmesi nedeniyle tarım alanları, meralar ve biyoçeşitlilik olumsuz etkileniyor. Orman ekosistemi bozuluyor" dedi.
ÇED SÜRECİ SONLANDIRILSIN
Türkiye’nin kurulu elektirik gücünün 87 bin MWe olduğuna dikkat çeken Doğan, "2018’de kullanılan enerji ise 47 bin MWe’dir. Bu rakamlar Enerji Bakanlığı ve TEİAŞ’ın web sitelerinde yer almaktadır. 2028 yılı için bile fazla kurucu gücümüz vardır. Öncelikle enerji tasarrufu yapılmalı, enerji verimliliği uygulanmalı, kayıp kaçak önlenmelidir.  Bu nedenlerle Dünyanın ender ekosistemlerinden biri olan Kazdağları Ekosistemine zarar verecek olan Duygu Rüzgar Enerjisi Santrali için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinin sonlandırılmasını talep ediyoruz" dedi. (Balıkesir/EVRENSEL
https://www.evrensel.net/haber/381211/eybek-dagina-bir-garip-res-projesi

Manisa Salihli'de JES şirketi çiftçinin yolunu kapattı




13 Haziran 2019 12:23
 Son Güncellenme Tarihi: 13 Haziran 2019 14:55

Manisa Salihli'de JES'çi şirket, imar planında çocuk parkı olarak geçen yere JES kuyuları açtı, çiftçilerin tarlasına giden yolu kapattı.


Manisa Salihli'de JES şirketi çiftçinin yolunu kapattı

Özer AKDEMİR
Manisa Salihli'de, Jeotermal Enerji Santrali (JES) şirketi, planlarda çocuk parkı olarak geçen yere üç tane JES kuyusu açtı. Yöre halkının aylardır süren mücadelesine ve açılan davalara rağmen çalışmalarına devam eden JES şirketi, şimdi de çiftçilerin tarlasına giden yolu kapattı.
ÇOCUK PARKINA ÜÇ TANE JES KUYUSU!
Salihli Belediye Başkanlığı tarafından 2017 yılında yapılan ihaleyle SANKO Şirketine yıllık 16 bin lira bedelle 3 yıllığına kiraya verilen arazi, imar planlarında park ve çocuk oyun bahçesi olarak geçiyor. Kira sözleşmesinde "kullanma amacı dışında kullanılamaz” maddesi yer alan alanda şirket üç tane jeotermal derin kuyusu açtı. Konutların yanı başında, çevresi tarım alanları ve bağlarla dolu araziyi "park" olarak kiralayan şirket, araziyi üç jeotermal kuyusunun yanı sıra trafolar, beton kulübeler, borular ve dev iş makineleri ile doldurdu.
BELEDİYE DUYARSIZ ŞİRKET PERVASIZ
 Salihli'de JES'çi ÅŸirket çiftçilerin tarla yolunu kapattı
Fotoğraf: Hakkı Uysal
Açılan JES sondaj kuyularına 50 metre uzaklıkta evi bulunan Emekli Öğretmen Hakkı Uysal, yapılan kiralama sözleşmesine tamamen aykırı olan bu durumun yasalara da aykırı olduğunu tahmin ettiklerini belirterek, "Tahmin ediyoruz çünkü kurumlara verdiğimiz dilekçelerin hiçbirine yanıt verilmiyor" dedi.
SANKO Şirketinin belediye ile yaptığı kira sözleşmesinin 8 ay sonra biteceğini belirten Uysal, "Enerji şirketleri insanların yaşam alanlarında orada kimse yaşamıyormuşçasına davranmaktalar. İlk günden bugüne neler yaşandığını burada oturan ahali gayet iyi bilmektedir. Gürültüler, toz, koku... Son olarak şirket, çıkan akışkanın tahliye ve geri dönüşüm borularını döşeme esnasında bağa giden yolu kapatmış, ulaşımı engellenmiştir" diye konuştu. Salihli Belediyesinin bu duyarsızlığını ve şirketin bu pervasız davranışını kınadıklarını belirten Uysal, konuya dair suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.
Yöre halkı ve Salihli Çevre Derneği bugün konuya dair JES kuyularının olduğu bölgede basın açıklaması yaptılar.
 
Fotoğraf: Salihli Çevre Derneği
"BAĞIMA GİREMİYORUM"

Fotoğraf: Hakkı Uysal
Öte yandan JES şirketinin yaptığı boru döşeme çalışmaları nedeniyle yolu kapanan ve günlerdir bağına gidemediğini söyleyen Çiftçi Serdar Akduman şunları söyledi: Şirket, bayramdan önce boru döşeme bahanesiyle bağımıza giden yolu kapattı. Tepkilerimiz sonrasında yol, geçtiğimiz günlerde yeniden açılmıştı ama şimdi başka bir yerden boydan boya araziyi kazarak tekrar yolumuzu kapattılar. Bereket bu aralar yağış var ve sulamaya gerek duymuyoruz ama ilaç atmamız gerekiyor, bağımıza gidemiyoruz. Toz, bağlara ve çevrede yaşayan insanlara çok büyük zarar veriyor. Tepki gösterdiğimizde göstermelik olarak suluyorlar ama sonra her şey yine eski haline dönüyor.

Jeotermal kuyusunda sıcak su patlaması: 1 işçi yaralı
 Salihli'de HacıbektaÅŸlı Mahallesi halkı JES'e karşı direniÅŸe geçti

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...