27 Eylül 2013 Cuma

Bir kez daha Hablemitoğlu çarpıtması yapılıyor

Özer Akdemir
MİT Kontrterör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür yine Necip Hablemitoğlu suikastını konu edinen bir yazı ile gündemde. Emekli MİT’çi doğruyu, yanlışa, yalanı, gerçeğe karıştırmış, bazı bilgiler karşısında ‘üç maymun’ oyununu oynayarak, bir yerlere mesaj iletmiş. Artık gelenekselleşen Hablemitoğlu çarpıtmalarından birisini yapmış yani…
Bu yazı emekli MİT’çinin, yanlışlığını, sahteliğini bildiği bilgileri neden hâlâ kullanma gereğini duyduğunu sorgulayacak. Bir de bilmemesi olanaksız olan bilgiler karşısındaki “üç maymun” taklidinin artık tutmadığını ortaya koyacak…
HABLEMİTOĞLU- EYMÜR ‘ÇEKİŞMESİ’
Son TV İnternet sitesindeki “Necip Hablemitoğlu cinayeti” başlıklı yazısında Eymür, 2002 yılında evinin önünde başına sıkılan iki el mermi ile öldürülen Necip Hablemitoğlu’nun o dönemki ilişkilerini ele almış. Hablemitoğlu ile suikasttan önce çok sert polemikler yaşayan Eymür, o zamanlar ondan soyadını “Hable-MİTOĞLU” diye çarpıtarak bahsediyordu. Eymür, o gün de günümüzde yazdığı yazıda da Hablemitoğlu’nun Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı (TİB) elemanı olduğunu ileri sürüyor.
Hablemitoğlu ise “Etki ajanları-Nüfus Casusları ve Fethullah’çılar” yazısında, “Düşmüş bir istihbaratçı eskisi” diye bahsettiği Eymür’ü Fethullah Gülen’in borazanlığına soyunmakla ve CİA ajanlığı ile suçluyordu.
Son TV deki yazısının girişinde Hablemitoğlu ile eskiden aralarında yaşananları ‘çekişme’ olarak tanımlayan Eymür, Hablemitoğlu’yu Perinçek’in (Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın) ABD temsilcisi Tuğrul Keskingören’in yönlendirdiğini yazıyor.
GERÇEK TUĞRUL HANGİSİ?
Hablemitoğlu’nun “Cumhuriyete Aydın İhanetinin Belgesi ve Düşündürdükleri” başlıklı yazısında “cumhuriyet aydını” diye örnek gösterdiği Tuğrul Keskingören’in aynı cümle içinde geçen bir başka isimle, Atilla Ongun’la aynı kişi olduğunu ileri süren Eymür, bu kişinin “Tuğrul Keskin, Tuğrul Ongun” gibi başka sahte adları da kullandığını açıklıyor. Eymür bu kişiyi herkese yanaşan, “Ülkücü, sosyalist, ulusalcı, karmaşık ilişkilerin ortasındaki kişi” olarak tanımlarken, en son olarak Mısır’daki darbe ile ilgili uzman olarak Kanal 24’teki bir programda boy gösterdiğini belirtiyor. Eymür, bu kişinin bir zamanlar şiddetle eleştirdiği Fethullah Gülen Cemaatine yanaşmaya çalıştığını da dile getiriyor.
Eymür, Hablemitoğlu’nun aynı yazısının aynı cümlesinde geçen Taner Bacınoğlu ile ilgili de bir takım bilgiler veriyor. Eymür devam eden satırlarda Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ve onların Türkiye’ye yönelik faaliyetleri hakkında yazdığı bilgilerin, “doğru bilgiler” olduğunu, Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ile ilgili kitapları bulunan Taner Bacınoğlu’dan etkilenmiş olabileceğini söylüyor.
Bir kez daha Hablemitoğlu çarpıtması yapılıyor
EYMÜR BUNLARI BİLMİYOR MU?
Eymür, “Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ile ilgili yazdıkları doğruydu” derken, adı dahi geçmese de Bergama Köylü Hareketinin bu vakıflar tarafından yönlendirildiğini ileri sürmekte. Hablemitoğlu’nun Alman Vakıflarının Türkiye’deki faaliyetleri konusundaki en önemli iddiası bu çünkü. Bunun, köylü hareketini ‘milli tehdit’ olarak algılayan MGK tarafından pişirilmiş bir psikolojik harp çalışması olduğunu Eymür bilmiyor mu? Yine “TİB’de çalışıyordu” dediği Hablemitoğlu’nun iddiaları ile MGK’ye bağlı bu birim arasındaki bağı neden ısrarla kurmak istemiyor? Hablemitoğlu’nun bu iddiaları kaleme aldığı kitabının (Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası) sahte bilgi, belge ve kişiler üzerinde kurulduğunu da mı bilmiyor Eymür? Bu kitap nedeniyle açılan Alman casusluğu davasının ilk duruşmasından 8 gün önce yapılan Hablemitoğlu suikastı ile onun yazdığı bu kitap arasında bir ilişki olabileceği ihtimalinin yanına bile yaklaşmıyor eski MİTçi.
HER YOLU ERGENEKONA ÇIKARMAK
Ona göre, öldürülmeden önce “Yolsuzluk.com” adlı sitede askeri yolsuzluklarla ilgili yazıları paylaşılan Hablemitoğlu Perinçekçilerle birlikte davranıyordu. Eymür’ün yazısının amaçlarından biri de da bu gibi; Hablemitoğlu’nu Perinçekçilerle ilişkilendirip buradan yolu Ergenekon’a çevirmek. Yazının bir başka amacı ise Aydınlık Dergisinin ABD sorumlusu olduğu ileri sürülen Tuğrul Keskinören adlı kişinin deşifre edilmesi sanki. Eymür Hablemitoğlu ile 11 yıl önce yaşadığı polemiklerde Keskingören ile ilgili bugün dile getirdiği iddiaların hiçbirini ortaya atmamıştı. Bugün niye Keskingören’i deşifre etme gereği duyuyor o zaman? Keskingören’in Gülen Cemaatine ‘yanaşması’mı Eymür’ü rahatsız ediyor acaba?
EYMÜR’ÜN YENİ MARİFETİ
Son olarak, Emekli MİT Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün, yazdığı, yazmadığı, çarpıttığı, çarpıtamadığı tüm bu iddiaları konu edinen, kendi adının da bolca geçtiği 2011 yılında Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlanan “Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” adlı kitaptan haberi yok mu acaba? Olsa bu kadar desteksiz sallamazdı diyesi geliyor insanın. Yine de, Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu’nun tespitini doğrular bir yazı Eymür’ün ki. Birileri, hemen her yıl, en az bir kere Hablemitoğlu suikastini gündeme getirerek bir yerlere mesaj vermek istiyor. Mesajını verirken de gerçekleri çarpıtmayı marifet biliyor…

EYMÜR’ün yazısındaki en önemli kısımlarından birisini de “Gerçek Ergenekon” isimli siteden aldığı Hablemitoğlu ile ilgili iddialar ve belgeler oluşturuyor. Eymür, “Önemli olan bu iddiaların ‘eğer sahte değilse’ resmi bir belgeye dayanması” diye verdiği ‘resmi belge’ Hablemitoğlu’nun PKK’nin Ankara Sorumlusu olarak gözaltına alındığını yazan 04.09.1989 tarihli AA çıkışlı bir haber.
İlk olarak Bandırma’da yayınlanan Genç Bayrak adlı bir gazetede yayınlanan haberde, Hablemitoğlu’nun “ERNK’nin Ankara sorumlusu olarak Ankara Gençlik Caddesi’nde bir hücre evine düzenledikleri operasyonda çok sayıda örgütsel dokümanla ele geçirildiği, “Hablemitoğlu’nun bir üniversitede görevli olduğu… Doğu Perinçek ve Abdullah Öcalan ile ilişkileri de sağladığı…” yazıyor. Hablemitoğlu kendisini PKK’li yapan bu haberle ilgili o zamanlar yaptığı yazılı açıklamada ‘sahte’ belgeyi yayınlayanların “Fethullahçı sürüngen”ler olduğunu söylüyordu.
Hablemitoğlu suikasti sonrası bu belgenin tekrar gündeme gelmesinin ardından AA Genel Müdür Yardımcısı İsmail Bezgin “Haberimiz yok. Formatımıza uygun değil. Bilgisayar sistemimizde o tarihte haberlerin altına tarih atma bile yok” açıklamasını yapmıştı. Bu resmi açıklamaya rağmen Eymür’ün aradan 11 yıl geçtikten sona hâlâ bu sahte belgeyi yazısına koyması yazının çarpıtma ve bir mesaj amacını taşıdığını ortaya koyuyor. Günümüzün moda deyimiyle “ulusalcı” Hablemitoğlu’yu PKK sorumlusu yapmak, en az onun Bergama köylülerini Alman casusluğu ile suçlaması kadar saçma…

GÖSTERİLENE DEĞİL GÖSTERİLMEYENE BAK!
ESKİ MİT’çinin Hablemitoğlu suikastı üzerinden, yalan-yanlış bilgileri bazı doğrularla karıştırıp bir yerlere mesaj iletme kaygısının son örneğini yazdığı yazının son satırında görüyoruz. Eymür yazısının sonuna TRT’nin hazırladığı Hablemitoğlu belgeselini ekleyerek izlenmesini tavsiye ediyor. Suikastın Ergenekon örgütünün işi olduğu, örgütün bu suikastla laik-şeriatçı ayrımını körüklemek istediği, suikastın İslami kesim üzerine yıkılmasının hedeflendiği gibi bir kurguya sahip olan belgeselde, vurgu yapılmayan iki önemli nokta var. Bunlardan birincisi”Hablemitoğlu’yu İzmir’li Mafya Babası İbrahim Çiftçi’nin talimatı ile ben öldürdüm” diyen Durmuş Anuçin’in adının dahi geçmemesi ve bu konuyla ilgili yapılan soruşturmalardan hiç söz edilmemesi. İkincisi ise Hablemitoğlu’nun Gülen Cemaatine yönelik eleştirileri ve bu cemaatle ilgili çalışmalarına tek kelime ile bile değinilmemesi…
Eklenme Tarihi: 27 Eylül 2013

21 Eylül 2013 Cumartesi

Son demiryolcu son durak

Özer AKDEMİR
Özer Akdemir
Gaziemir tren garına bitişik aile çay bahçesinin yakınından geçerseniz havaya yayılan gözleme kokusu sizi büyüsüne alır. Biraz sonra koyu gölgeli çardakların altındaki tahta masalara oturmuş bulursunuz kendinizi. Daha ne olduğunu anlamadan Hacı Toptaş'ın şakalarının tam ortasına düşmüşsünüzdür; “Bu kadar güzel gözleme de yapılmaz ki arkadaş, memlekette bir benzeri yok daha.” Siz el yakan peynirli, patatesli, ıspanaklı gözlemelere yumulmuşken, o gelip kurulmuştur karşınıza. Sohbeti, neşesi, içtenliği size bulaşır kısa zamanda. Birazdan kendi deyimiyle “60 küsur” yaşındaki Hacı Abinin 50 bile göstermeyen gençliğinin sırrını da anlamışsınızdır.
Hacı Toptaş, iri üzümlü asmalar ve sarmaşıklarla gölgelediği geniş bahçeli büfede, 40 yıllık karısı Leyla'nın yanına işçi olarak girmeden önce, hemen yanı başlarındaki tren garının son müdürü imiş. 1861-2006 yılları arasında kesintisiz hizmet gören garın son demiryolcusu olmuş. Gar, İzmir'i tam ortadan kesip bir ucundan diğerine uzanan metro standardına iyileştirilmiş banliyö hattı İZBAN çalışmaları nedeniyle kapanmadan iki yıl önce de emekliliğini istemiş.
Sıcak gözlemeleri bitirip, övgüyü hak eden demli çaylarımızı tazelediğimizde, biraz ötemizde hem büfenin işleriyle ilgilenen, hem torun peşinde koşan "patronu/eşi" Leyla hanım da gelip oturuyor masamıza. Köy Enstitüsüne gitmeye hazırlanan Leyla'sını nasıl kandırarak evlendiğini şöyle anlatıyor Hacı abi; “Ben o zaman yeni memurum. Ailesi Leyla'yı Köy enstitüsüne göndermek istiyor. 'Ben okuturum onu' dedim. Okutamasak da, işte patron ettik başımıza.”
Erzurum'da başlayıp İzmir'de sona eren demiryolculuk öyküsüne geçmeden önce Malatya'da geçen çocukluğundan bahsediyor Hacı Abi. Trenlere, demiryollarına sevgisi ta oradan geliyor belli ki; “Kuzu çobanlığından terfi edip destan satmaya başladım trenlerde. Çoğunluk Sivas'ta yazarlardı bu destanları âşıklar. Gider matbaadan bir deste alır Çetinkaya istasyonunda bağıra bağıra okur, satardım. Öyle güzel bir okurduk ki destanları, “Çobanoğlum der ki …” diye başladım mıydı, bir kompartımanda 8 Karslı varsa hepsi alırdı aynı destandan. Bir tane alıp okuyun sırayla be adamlar, paranıza yazık değil mi? Ama öyle yapmazlardı, hepsi alırdı aynı destandan.”
Hacı Abi, destan satıcılığı sırasında ezberlediği destanların büyük bölümünü hala hatırlıyor. Bunu aileden gelen halk ozanlığı geleneğine bağlıyor; “Dayım Hacı Ömer Taşdemir halk ozanıydı, çok güzel şiirleri vardı. Ben memur olup resmi kıyafet giydikten sonraki atışmamızı hiç unutmam.” Dayısı, biraz dökükçe kıyafetine bakıp şaka yapan yeğenine öyle bir destan yazarak ders vermiş ki, Hacı Abi hala unutamamış o dersi. Bir kıtası kalmış aklında o destanın; “Personel kanunu 70 de çıktı / açıldı bankalar sel gibi aktı / dün çobanlık yapan kravat taktı / şimdi de gülüyor halime benim”…
Demiryolculuk günlerini “Dağ başlarında ekmek bulamadığımız günler oldu” diye anlatırken bile şikâyet etmeden, özlemle anlatıyor Hacı abi. Onun demiryolculuk serüveni 30 yıllık bir zaman içerisinde doğudan batıya yılları bulan bir yaşam yolculuğunun da öyküsü aynı zamanda; “Erzurum, Erzincan, Sivas, Tokat, Akhisar, İzmir Gaziemir. Burası son durağımız oldu. Askeriyenin depoları da var burada, tatbikatlarda falan gelen geçen askerlerin uğrak yeri, bir iki günlük durağıydı bu gar. İaşeleri bitmiş yüzlerce askere burada pilav, çorba pişirdiğimizi de bilirim, yıllar sonra askerlik zamanı yediği sucuklu yumurtanın tadını unutamayıp geleni de. Yine böyle zorluklarla dolu bir tatbikat zamanı, karnını doyurup yolcu ettiğimiz koca bir bölük, komutanın emriyle tren yolu boyunca bizim önümüzden selam durarak geçtiğinde Leyla da ben de gözyaşlarımızı tutamamıştık.”
Son demiryolcu son durak
Gar müdürü Hacı abinin eşi Leyla Toptaş'da aile bütçesine katkı olsun diye garın hemen yanı başına küçük bir büfe açmış 1999 yılında. Büfeye de Güneş, Yağmur, Bulut, Hilal, Ay adlarını verdikleri çocuklarını düşünerek “5 Kardeşler Büfesi” demişler. 2004 yılında Hacı Abi emekli olmuş ama 1 yıl için yine göreve çağırmışlar. O bir yıllık zararın borcunu hala ödediklerini gülerek anlatıyor Hacı abi; “Emekli ikramiyem 19 milyar 500 milyondu o zaman. Bir evi gözümüze kestirdik. Evin fiyatı da 25 milyar kadardı. Geri çağırınca ben ikramiyeyi almadım bir yıl daha çalıştım. Emekli olduğumda ikramiye gene yerinde saydı ama almak istediğimiz ev 50 bin lira olmuştu çoktan. Turhal'daki evimizi satarak aldık amma zararı hala ödüyoruz.”
Metro inşaatı gerekçesiyle gar 2006'da kapatılınca uzun süre sinek avladıklarını anlatıyor Hacı abi. Yine de metro gelecek diye de sevinmişler. 6 yıl süren metro inşaatı süresince küçük büfeyi genişletmişler, ellerindeki birikimi de bu işe yatırmışlar. Sonuç umdukları gibi olmamış ama. Büfenin yanı başındaki metro giriş çıkışını göstererek bunun nedenini anlattı Hacı abi, "Şurda durun bir yarım saat gelene gidene bakın. Sağına soluna hiç bakan yok. Koşa koşa gidiyorlar, koşa koşa geliyorlar. Durup bir dinlenen, soluklanan yok adeta.”
Gaziemir son yıllarda adeta AVM’lerin pıtrak gibi çoğaldığı bir ilçe halini aldı. Tren garına birkaç yüz metre uzaklıkta otoyolun kenarı tespih gibi koca koca AVM'lerle doldu. Leyla ve Hacı Toptaş'ın garın yanındaki çay bahçesinin önünde adeta koşarak gelip geçenlerin önemli bir kısmı soluğu bu AVM'lerde alıyorlar. Paraları olsun olmasın (kredi kartlarının canı sağolsun) akşama kadar AVM'lerin içindeki birbirinden şık, lüks bu satış mağazalarını dolaşan kentliler için AVM artık bir yaşam biçimi haline getirilmek isteniyor. “Kapitalizmin yeni mabetleri" oluk oluk insanı alış-veriş ibadetine çağırıyor. Bu insanların ne 150 yıllık tren garını, ne garın dibindeki çay bahçesini gölgeleyen iri üzümlü asmaları, ne de burcu burcu dumanı tüten gözlemeleri görecek halleri yok. Son demiryolcu Hacı Toptaş ile eşi Leyla'nın çay bahçesi, güzellikleri unut(tur)ulan bir zamanın son durağı gibi…
http://www.evrensel.net/haber/68676/son-demiryolcu-son-durak.html#.UmZPpHDwlOQ
Eklenme Tarihi: 21 Eylül 2013 

17 Eylül 2013 Salı

Romanya hükümeti eylemler karşısında geri adım attı

Romanya hükümeti eylemler karşısında geri adım attı
Özer Akdemir
ROMANYA MEDYASI DA BİZİMKİ GİBİ
Doğal güzelliğinin yanı sıra koruma altındaki Antik Roma yapıları ile de tanınan Transilvanya’daki Rosia Montana’da Avrupa’nın en büyük altın madeni işletmesinin kurulması girişimine karşı Romanyalı yaşam savunucuları eylül başından bu yana her gün sayıları artarak sokaklara döküldü. Romanya’nın yanı sıra sosyal medya aracılığı ile yayılan ve dünyanın birçok ülkesinde destek gösterilerine konu olan altın madeni karşıtı protestolar, Romanya’nın ana akım medyası tarafından görmezden gelindi. Altın madeni ile önemli reklam anlaşmaları olan ana akım medyanın bu tavrına karşı Romanyalı yaşam savunucuları sosyal medya üzerinden protesto kampanyalarını düzenlemeye ve seslerini duyurmaya çalıştı.
GEZİ DİRENİŞİNE BENZETİLİYOR
Romanya’daki ana akım medyanın bu tutumu, göstericilerin sınıfsal yapıları, çevresel kaygılarla sokaklara dökülmeleri, gösterilerde kullanılan yaratıcı dil ve özellikle mizahı öne çıkaran mesajlarıyla, Türkiye’deki Taksim Gezi direnişine benzetiliyor. Farkı ise, Romen polisinin bu barışçıl gösterilere karşı orantısız güç kullanmaması oldu, denebilir. 1990 yılından bu yana ülkenin en kitlesel gösterileri olarak nitelenen gösterilere yaşam savunucularının yanı sıra, futbol takımı taraftarları, üniversite öğretim üyeleri, komünistler, mühendisler, milliyetçiler, öğrenciler, antikapitalistler çocuklar,  emekliler kısacası toplumun hemen her yaş ve katmanından insanların katılımı dikkat çekti. İnsanlar, içi küçük taş ya da bozuk para dolu şişelerle sokaklarda büyük bir gürültü çıkarırken, şiddet çağrısı ve küfür içermeyen pankartlardaki ironi de hem ülke yöneticilerini hem de altıncı şirketi hedef aldı. Rosia Montana’ya siyanür bulaşmaması için başlatılan eylemler, tıpkı Türkiye’deki gibi zaman geçtikçe sadece madencilik politikalarını değil, bozuk sistemi, sermaye ile kol kola giden yolsuzluk ve rüşvet iddialarına bulaşmış politikacıları ve yandaş medyayı da hedef almaya başladı.
ALTINCI, TAZMİNATLA TEHDİT ETTİ
Romanya halkının bu eylemleri Sosyalist Başbakan Victor Ponta’ya geri adım attırırken, altın madenini desteklediği bilinen Cumhurbaşkanı Traian Basescu de altın madeniyle ilgili 2014 yılında referandum yapılabileceğini söyledi. Romanya’daki bu gelişmelerden kuşkusuz en çok zararı altın madencisi Gabriel Resources şirketi gördü. Toronto borsasındaki hisseleri bir anda yüzde 60 dolayında düşen şirket, maden için gerekli izinlerin verilmemesi durumunda Romanya aleyhine 4 milyar doları bulan tazminat talebiyle uluslararası mahkemelere başvuracakları tehdidini savurdu. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 17 Eylül 2013


HES mücadelesini gösterince hedef oldu

Burak Şefkat
YEREL GAZETE RAHATSIZ OLDU
Tarsus’ta haftalık olarak yayın yapan Tarsus İleri  gazetesi Bu mücadeleden rahatsız oldu. Gazetenin bir süredir HES sürecini destekler yönde yaptığı haberler dikkat çekiyordu. Daha önceki sayılarında HES şirketinin basın bülteni niteliğindeki haberlere imza atan gazete, köylülerin aylardır süren serzenişlerine rağmen bölgedeki ilk HES’i de ‘cennetten bir köşe’ gibi yansıtıyordu. Gazete son olarak (13 Eylül tarihli )HES’lere karşı mücadele eden Boğapınar köyü HES Karşıtı Platform Sözcüsü Ahmet Öztür’ü manşetinde hedef gösterdi. Tarsus İleri gazetesi “Meydan Okumaya Devam Ediyor, Kim Bu Ahmet Öztürk? Bu Gücü Kim veya Kimlerden Alıyor’ şeklinde ifadeler kullandı.
‘HER YER TAKSİM’ NE DEMEK?’
Gazetede aynı haberde Hayat televizyonu Çepeçeve Yaşam Programı ve Programın Yapımcısı Özer Akdemir’i hedefine koydu. Üstelik Akdemir’in çektiği görüntüleri kullanarak. Televizyon programında yer alan ‘Her yer Taksim her yer direniş’ alt yazısının göründüğü an özellikle seçilerek, eylemlerde de bu sloganların atıldığı ve topluma verilmek istenen mesajın net olduğu vurgulanıyor. Boğazpınar köyünde gerçekleşen etkinlikte Ahmet Öztürk’ün okuduğu basın açıklamasının içeriğinde geçen ‘hukukun bittiği yerde kendi hukukumuzu yaratacağız’ cümlesi haberin içeriğinde sıkça işlenerek suç unsuru olduğu vurgusu yapılmaya çalışılıyor.
‘ŞİRKETİN BASIN BÜROSU’
Konuyla ilgili görüştüğümüz Boğazpınar Hes Karşıtı Platform Sözcüsü Ahmet Öztürk, Tarsus İleri gazetesinde Mehmet Samancı imzasıyla çıkan habere atıf yaparak ‘ gazeteci değil şirketin basın bürosu gibi çalışıyorlar’ dedi. Uzun süreden bu yana yaşam alanlarına sahip çıkma mücadelesi verdiklerini söyleyen Ahmet Öztürk “Köylümüzün mücadelesi büyüdükçe bu tarz şirketin basın bürosu gibi çalışan gazeteler karalama kampanyası yapacaklardır. Biz bunları tanıyoruz,  kiminle nasıl bir ilişki içerisinde olduklarını biliyoruz ama şunu unutmasınlar, biz onlar her saldırdığında daha fazla birbirimize kenetleniyoruz’’ dedi.
‘DEMEK Kİ DOĞRU YOLDAYIZ’
Boğazpınar köyü halkının şirkete karşı sürdürdüğü hukuk mücadelesinin avukatı olan Semra Kabasakal ise ‘köylünün yaptığı her şey meşrudur, asıl halka rağmen santral kurmaya çalışanların yaptığı meşru değildir’ dedi. Kabasakal kişilerin hedef gösterilmesinin suç teşkil ettiğini, haberden de anlaşıldığı gibi yöre halkının verdiği mücadelenin birilerini rahatsız ettiğini söyledi.
Çepeçevre Yaşam Program Yapımcısı Özer Akdemir ise programlarında yıllardır yaşam alanlarını koruma mücadelesi veren halkın mücadelesini yansıtmaya çalıştıklarını anlattı. Akdemir  “Geçen yıl da Tarsus’a gelerek Boğazpınar köylüsünün mücadelesini ekrana getirmiştik. Direnişin kararlı ve özellikle kitlesel olduğu yerlerde şirketlerin böylesi hamlelerine hep tanık olduk. Yok edemedikleri direnişleri, bu türden hamlelerle karalamaya, ayrıştırmaya, hukuk dışı gibi göstermeye çalışırlar hep. Bu olayı da böyle okumak gerekiyor. Demek ki ‘Karasu özgür aksın’ direnişi de bunu ekranlara taşıyan biz de doğru yoldayız” dedi. (Mersin/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 17 Eylül 2013


14 Eylül 2013 Cumartesi

ÇED’i yok inşaat doludizgin

AKKUYU’DA NÜKLEER REZALET!

Özer Akdemir


BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ÇED raporu hâlâ olmayan Akkuyu Nükleer santraline verilen izinleri ve santral alanında devam eden çalışmaları Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’ya sordu.

AKP hükümetinin tüm bilimsel itirazlara, bölge halkının eylemlerine rağmen Rusya Federasyonu ile imzaladığı Akkuyu Nükleer Santral inşaatında yeni bir hukuksuzluk yaşanıyor. ÇED Başvuru dosyası henüz tamamlanmamış olan proje ile ilgili çalışmaların devam etmesi BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü tarafından Meclise taşındı. Nükleer santralin ÇED sürecinin hâlâ devam ettiğini ve ÇED raporu alınmadığını anımsatan Kürkçü, Çevre Kanunu’nun 10. maddesinde yer alan; “ÇED Olumlu Kararı veya ÇED Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez” hükmünün altını çizerek, bu hükme rağmen nükleer santral inşaatının devam ettiğini belirtti.

VALİLİK KESİMLERİ KABUL ETTİ

Mersin Nükleer Karşıtı Platform üyeleri tarafından Mersin Valiliğine yapılan başvuru sonrası Mersin Valiliğinin nükleer alan içerisinde faaliyet yapıldığı ve ağaçların kesildiğini kabul ettiğine dikkat çeken Kürkçü Orman ve Su İşleri Bakanlığı Mersin Orman Bölge Müdürlüğünün de sahada inşaat ve ağaç kesimine izin verdiğini kaydetti. Valiliğin yazısında geçici izinlerin verildiğinin belirtildiğine işaret eden Kürkçü, “Yasaya göre ÇED raporu alınmadan hiçbir işlem yapılmaması gerektiği halde, ağaç kesimi ve hafriyat işleri ile inşaata izin verildiği yazılarla kabul edilmiştir” dedi.

BAKANA SORULAR

BDP Milletvekili Ertuğruul Kürkçü Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’ya yanıtlaması için şu soruları yöneltti:
1. Geçici izin ne demektir? ÇED raporu alınmadan inşaata başlanması yasalara uygun mudur?
2. Ön izin ne demektir? Bu izin şekli ÇED yönetmeliğine uygun mudur?
3. Bakanlığınızın bünyesinde geçici izin alarak uygulamaya konan başka projeler var mıdır? Var ise isimleri nelerdir? Yerleri nerededir?
4. ÇED kararı alınmadan bu alan içerisinde her türlü faaliyete izin veren ve bu faaliyetlerle ilgili yasal işlem tesis etmeyen kamu görevlileri hakkında yasal ve cezai işlem başlatılmış mıdır? Başlatılmışsa işlemin içeriği nedir?
(İzmir/EVRENSEL)

Karaburun kuşatmaya direniyor



Özer Akdemir

Karaburun Yarımadası’ndaki çevresel sorunlar kaynaklı kuşatılmışlığa karşı yarımadalıların yaşam alanlarını koruma mücadelesi devam ediyor.

Karaburun Kent Konseyi tarafından gerçekleştirilen “Karaburuna iyi bak” etkinliğin ilk gününde ilçe merkezinden araç konvoyu oluşturularak köylere gidildi. Etkinlikle ilgili açıklama yapan Konsey Başkanı İpar Buğra Dilli, yarımadanın doğal, kültürel değerleri ve sahip olduğu bitki ve hayvan varlığı ile korunması gereken bir dünya mirası olduğunu belirtti. Bu varlıkların son yıllarda hızla artan RES, balık çiftlikleri ve geniş arazi yağması eliyle yok edilmek üzere olduğuna dikkat çeken Dilli, Karaburun halkının yaşam alanlarını korumak için mücadeleden vazgeçmeyeceğini söyledi.

UÇAK SESİ İLE 24 SAAT

Uğranılan ilk köy, RES’lerin adeta köy evlerinin dibine kadar geldiği Yayla Köyü oldu. Gelenleri alkışlarla karşılayan köylüler, RES’ler yüzünden hem kendilerinin hem de hayvanları için yaşamın adeta çekilemez hale geldiğini anlattılar. RES’lerin çıkardığı uçak sesini andırır gürültünün 24 saat boyunca hiç durmadan devam ettiğini anlatan köylüler, “Uyku uyuyamaz hale geldik. Keçi sayımız 10 binlerden bine düştü. Daha onlarca yeni rüzgar gülü yapılacağından bahsediliyor” diye konuştular. Karaburun Belediye Başkanı Serdar Yasa da yarımadanın bir bıçak sırtında olduğunu belirterek, “Biz Karaburun’un yok olmasına izin vermeyeceğiz” dedi.

BİZİ KUŞATTILAR

Yayla Köyünün ardından gidilen Salman Köyünde de köylüler en büyük sorunlarının denizlerdeki balık çiftlikleri olduğunu söyledi. Balık çiftliklerinin denizleri yüzülemeyecek derecede kirlettiğini anlatan köylüler, “Bizi RES’lerle kuşattılar. Denizlerimiz de balık çiftlikleri ile çevrelendi. Bizler nerede yaşayalım” diye sordular. Köy muhtarları da yaptıkları konuşmalarda RES’lerin, taş-mıcır ocaklarının ve balık çiftliklerinin yaptığı tahribatı anlattı. İlk günkü etkinlikler Karaburun hükümet meydanından iskeleye kadar yapılan yürüyüşün ve burada verilen müzik dinletisiyle sona erdi.

Etkinliklerin ikinci günü Karaburun Belediye Salonunda yarımadanın çevre sorunları ile ilgili bir panel gerçekleştirildi. Prof. Dr. Ümit Erdem’in kolaylaştırıcılığını yaptığı panelde yarımadada yaşanan çevresel sorunlara karşı mücadele deneyimleri, hukuki ve bilimsel yaklaşımlar ele alındı.
(İzmir/EVRENSEL)

RES martıları bile küstürdü…


Özer AKDEMİR

Dikili’deki 11. Gençlik Yaz Kampındaki Ekoloji Atölyesi’nde “Enerji, kimin için ne pahasına” konusu tartışıldı. Karaburun Yayla Köyünden gelen Mustafa Şenbahar, evlerinin dibine kadar kurulan Rüzgar Elekritik Santralleri (RES)’ler nedeniyle köydeki yaşamın kabusa döndüğünü belirterek durumu şu sözlerle özetledi, “Köyümüze artık ada martıları bile gelmez oldu. Martılar bile küstü…

RES’LER BİZE DEĞİL AVM’LER İÇİN…

16 Ağustos tarihinden beri devam eden Gençlik kampındaki 15 atölyeden birisi olan Ekoloji Atölyesi önceki gün İzmir Karaburun ve Foça’dan gelen yaşam savunucularını ağırladı. İlk olarak söz alan Karaburun Yayla Köylüsü Mustafa Şenbahar, ‘temiz enerji’ olarak tanıtılan rüzgar santrallerinin köy evlerinin yanı başına kurulduğunu, ses ve manyetik kirlilikten yaşayamaz hale geldiklerini anlattı. Yarımada da, dar bir alanda 100’ün üzerinde RES yapıldığını aktaran Şenbahar, 1100 RES’in de sırada olduğu bilgisini verdi. Kurulacak RES’lerin Karaburunlular için olmadığını dile getiren Şanbahar, “Bütün Karaburun’un ihtiyacı için en çok 20 RES yeter. Bu RES’ler bizim için değil yapımı planlanan AVM’ler için. Biz bu topraklarda yüzyıllardır kandil, mum ışığı içinde yaşadık. Bundan sonra da sağlıklı bir şekilde yaşamak istiyoruz” dedi.

ADA MARTILARI GELMEZ OLDU

RES’leri temiz enerji olarak pazarlamaya çalışan sözde çevreci, sözde bilim insanları olduğunu aktaran Şenbahar, “Evliya Çelebi gibi gezen bu sözde bilim insanlarına bir gün Yayla Köyüne gelme çağrısı yaptık. Hala tık yok” diye konuştu. RES’lerin insan kadar, bölgedeki canlı yaşamına da zararlarının her geçen gün daha çok ortaya çıktığını aktaran Şenbahar bu konu ile ilgili şunları anlattı; “RES’lerden sonra ada martıları köyümüze uğramaz oldular. Bu sene küstüler sanki, gelmediler. Keçilerimiz de RES’lere yaklaşmak istemiyor. En önemli geçim kaynağımız olan keçi nüfusu 10 binlerden bine kadar düştü” dedi. Şenbahar, RES’in köylüler arasında da bölünmeye yol açtığını, köylüleri birbirine düşürdüğünü söyledi.

NASIL TEMİZ ENERJİ DENEBİLİR Kİ?

Karaburun Ortak Yaşam Platformundan Cevat Ilgaz da yarımadanın yarısının enerji yatırımları için parsellendiği bilgisini vererek, RES’lerin bölge zeytinciliği için son derece önemli olan yarasa ve arıları yok ettiğinin altını ç izdi. Ilgaz, “Ekosistemdeki zinciri koparan bir faaliyete nasıl temiz enerji diyebiliriz” diye konuştu.

BURASI NASIL OLSA KİRLENDİ DİYE…

Aliağa Foça yakınlarında kurulmak istenen termik santrallere karşı mücadele eden Foça çevre Platformu adına atölyeye katılan Bahadır Doğutürk, Aliağa Foça arasındaki demirçelik, haddehane, gemi sökümü, petro kimya, gübre fabrikası gibi tesislerin yarattığı kirliliğin zaten bölgeyi yaşanamaz hale getirdiğini belirterek, “Burası nasıl olsa kirlendi diye şimdi de 7 tane termik santral daha yapmak istiyorlar. İzmir’in kuzeyinde kirli bir oyun oynanıyor ve buna başta yerel yönetimler birçok kurum gereken karşı çıkışı göstermiyor” diye konuştu. Doğutürk, Aliağa’nın temizlenmeden İzmir’in temizlenemeyeceğini söyledi. EMEP Genel Başkan Yardımcısı Sabri Topçu’nun da katıldığı atölye çalışması soru yanıt biçiminde devam etti. (İzmir/EVRENSEL)

11 Eylül 2013 Çarşamba

5 bin nere biz nereyiz hâkim bey!



Özer Akdemir 

Büyük şirketlere karşı yaşam alanlarını korumaya çalışan halk dişinden tırnağından arttırarak sürdürdükleri mücadelede, haklarını aramak için yargıya gitmeye artık korkar hale geldiler. 5-6 bin lirayı bulan keşif ücretleri ve diğer dava masrafları yaşam savunucularının karşısına aşılmaz bir engel olarak dikiliyor.

DAVA AÇMAYA KORKAR HALE GELDİK

Uşak Eşme yakınlarındaki Kışladağ Altın Madeni’nin kapasite artırımı ile ilgili açılan davada mahkemenin istediği keşif avansı olan 5.170 lira yatırılamadı. Davacı kurumlardan EGEÇEP’in avukatı Arif Ali Cangı, paranın temini için mahkemeye 15 günlük ek süre talebini içeren bir dilekçe gönderdi. Cangı, bu süre içerisinde çeşitli kurum ve kişilerden bu parayı denkleştirmeye çalışacaklarını söyledi. Geçtiğimiz günlerde Foça yakınlarındaki termik santral davası için de 5.350 liralık bilirkişi ücretini zamanında yatıramayan Foça Çevre Platformu ise ek sürede kişisel özverilerle parayı denkleştirip yatırabilmiş. FOÇEP yürütme kurulu üyesi Bahadır Doğutürk davalar için gerekli olan maddi yük nedeniyle artık dava açmaya korkar hale geldiklerini söyledi. Doğutürk, “Mahkemeler bilirkişi için ayrı, keşif için ayrı, her durum için ayrı para istiyorlar. Son bir yılda platform olarak mahkeme masrafımız 30 bin lirayı rahat geçmiştir. Kurumlardan çok dar-orta gelirli kişilerin özverisiyle toplanıyor bu paralar. Yaptığımız kişisel masraflarımız dahil değil buna” diye konuştu.

PARAN YOKSA ADALET DE YOK!

Çevre davalarında açılan her dosya için masrafın 5-6 bin lirası keşif avansı olmak üzere 7-8 bin lirayı bulduğunu belirten EGEÇEP avukatı Arif Ali Cangı, buna avukatlık ücretinin dahil olmadığını, avukatların davaları parasız üstlendiğini dile getirdi. Dava masraflarının çevreyi koruma mücadelesinin önüne ciddi bir engel olarak dikildiğini etti. Yargı masraflarının çevreyi koruma mücadelesini etkisizleştirdiğini, bu yola başvurmayı çok masraflı hale getirdiğini kaydeden Cangı, bunun başta Aaurus Sözleşmesi AİHM olmak üzere, ulusal ve uluslar arası taraf olunan sözleşmelere de aykırı olduğuna dikkat çekti.

5 BİN NERE BİZ NEREYİZ HAKİM BEY!

EGEÇEP saymanı dava ücreti taleplerine boş kasasını göstererek “paramız yok” diyor. Elele Hareketi “350 liramız var, onunla da Bergama duruşması için araç tutacağız” yanıtını veriyor. Yaşam savunucuları her bilirkişi keşfi için kendilerinden 5 bin lirayı aşkın para yatırmalarını isteyen mahkemelere neredeyse artık Aşık Mahzuni’nin bir dizesini yazıp gönderecek hale geldiler; “5 bin nere biz nereyiz hakim bey”!...

BAKANLIK DA AVUKATLIK ÜCRETİ İSTİYOR

İzmir-Gebze Otoyolu’nun ÇED raporu dahi almadan, yangından mal kaçırır gibi yapılmasına karşı itiraz eden EGEÇEP ve TMMOB’u mahkeme haklı bulup, otoyolun yürütmesini durdurduğunda, başta İzmir sermayesi olmak üzere hükümet ayağa kalkmıştı. İzmir yerel basını ile birlikte “İstemezükçüler cezalandırılsın”, “milyon liralık dava açalım” içerikli adeta linç kampanyası başlatan İzmir sermayesinin arzusu geçtiğimiz günlerde gerçekleşti. Davayı yargıda kazanmasına rağmen, hükümetin yönetmelik değiştirmesi nedeniyle siyaseten kaybeden çevre kurumlarına, Danıştay bir de avukatlık ücreti ödeme cezası kesmişti. Oysa yürütmeye karşı açılan davalarda şimdiye kadar böyle bir uygulama yapılmıyordu.
Eklenme Tarihi: 11 Eylül 2013
www.evrensel.net/news.php?id=67635
http://www.evrensel.net/haber/67635/5-bin-nere-biz-nereyiz-hkim-bey

10 Eylül 2013 Salı

Termiği yendiler sıra lisansında_GERZE


GERZE: ‘İŞTE BÖYLE KAZANILIR’ DEDİRTEN DİRENİŞ

Özer Akdemir 


Anadolu Grubunun Sinop’a bağlı Gerze’ye termik santral kurma hevesi Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna geçtiğimiz ayın sonunda gelen ret cevabıyla son buldu ve Gerzelilerin 5 yıllık direnişi sonucunda şirket Sinop’u terk etmek zorunda kaldı. Gerze’ye bağlı Yaykıl Köyü yakınlarında kurulmak istenen termik santrale karşı direnişe önderlik eden Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP) sözcüsü Ferhat Hançer son yaşanan gelişmelerle ilgili sorularımızı kazanımın verdiği sevinç ve özgüvenle yanıtladı. Hem de bazı ulusal ve yerel gazetelerde çıkan termikçi şirketin “Haberler doğru değil, süreç devam ediyor” açıklamalarına rağmen. Şirket, ÇED raporları üçüncü kez iade edilmesine rağmen, lisanslarının hâlâ ellerinde olduğunu belirterek, sürecin devam ettiğini ileri sürüyordu.

SONDAN BİR ÖNCEKİ ADIMDAYIZ

Hançer şirketin bu tavrını “Pişkinlik yapıyorlar” diye tanımladıktan sonra net konuştu: “Lisans iptalinden bir önceki adımdayız”. Şirketin lisans alması ve ÇED başvuruları ile ilgili yıllardır süren gelişmeleri aktaran Hançer, “İşin özü ‘Ormanlık alanda bu termik santral kurulmaz’ görüşünün ardından yıllardır bunu aşmak için uğraşıyorlar. Bakanlık üçüncü kez ‘Orman alanında bu yapılmaz’ görüşünü verip ÇED’i iade etti. Şirketse temcit pilavı gibi ÇED dosyasını bakanlıklara gönderip, duruyor. Artık tek gereken EPDK’nin bu şirkete verdiği lisansın iptali. Biz son derece kararlıyız. Şirketin tabelası Gerze’den sökülene kadar mücadeleye devam edeceğiz. Bu santralin yörede yıllardır yaşattığı kabus sona ersin artık.”

LİSANSLARI DERHAL İADE EDİLMELİ

Gerzelilerin termik santral mücadelesinin hukuki sürecini gönüllü olarak yürüten Ekoloji Kolektifi üyesi avukatlardan Cömert Uygar Erdem, son süreçle ilgili yaptığı açıklamada, termik santrale ÇED olumlu kararının verilmesinin hukuken olanağının kalmadığını ifade etti. ÇED kararı olmadan bir inşaat faaliyetine başlamanın söz konusu olamayacağına dikkat çeken Erdem, şirkete verilen üretim lisansının gecikmeksizin iptalinin gerektiğini söyledi. Şirketin “süreç devam ediyor” söylemlerine de açıklık getiren Erdem, şu noktaların altını çizdi; “Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2 Ağustos 2013 tarihli kararı ile Gerze Enerji Santrali projesinin ÇED başvurusu geçersiz hale gelmiştir. Ancak bu projenin, kesin olarak iptal edildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Projeye ilişkin ÇED süreci geçersiz hale gelmiştir. Ancak bu sürecin hukuken bittiğinin söylenebilmesi için, firmanın enerji üretim lisansının iptali gerekmektedir.”

MÜCADELENİN YENİ HEDEFİ OLACAK?

Termik santral kurulması planlanan alanda ve çevresinde, termik santral kurulabilmesinin, bölgede ormanlık alanların ve Tabiat Koruma alanlarının bulunuyor olması nedeniyle hukuken imkansız olduğunun altını çizen Erdem, “Nitekim, ÇED süreci bu gerekçe ile şirket açısından olumsuz sonlanmıştır. Gerze’de ÇED Sürecinin geçersiz kılınmasını başaran mücadele, bu yeni evrede daha önceden “yürütmesi durdurulan” üretim lisansının EPDK tarafından iptaline yönelecektir” dedi.
(İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 10 Eylül 2013
http://www.evrensel.net/haber/67471/termigi-yendiler-sira-lisansinda

6 Eylül 2013 Cuma

Gül Dağları siyanüre bulanmasın!

  Özer Akdemir
  “KANUNLAR çok uluslu şirketler için yapılmıyor.” Romanya’da yaklaşık 1 haftadır devam eden sokak gösterilerinde taşınan pankartlardan birisinde bu yazıyor. Romanyalı yaşam savunucuları Rosia Montana’da (Gül Dağları) siyanürlü altın madeni işletmeye yeşil ışık yakan hükümete karşı sokaklarda. Avrupa’nın birçok ülkesindeki yaşam savunucuları da Rosia Montana için destek eylemleri yapıyor.
Romanyada, Transilvanya bölgesinde Kanadalı Kanada şirketi Gabriel Resource’e ait Gold Corporation şirketi eliyle işletilmek istenen altın madeninin Avrupa’nın en büyük altın madeni olacağı dile getiriliyor. Siyanür liçi yöntemiyle yapılacak olan altın işletmeciliğine karşı yöre köylüleri ve Romanyalı yaşam savunucuları ülkenin çeşitli yerlerinde eylemler yapıyorlar.
HER YERDE HEP AYNI NAKARAT!
Geçtiğimiz hafta Victor Ponta hükümetinin “ülkenin çıkarları” gerekçesiyle onay verdiği maden projesine karşı, başkent Bükreş ve ülkenin Kuzeybatısında yer alan Cluj’da halk sokaklara dökülerek eylem yaptı. Günlerdir devam eden eylemlerde yolları trafiğe kapatan halka ülkenin önde gelen sanatçıları da destek veriyor.  “Birleşelim, Rosia Montana’yı kurtaralım” diye içi kum dolu şişelerle ritim tutan göstericiler, altın madeni için verilen izinlerin iptalini istiyorlar. Önceki gün, üçüncü gününü dolduran eylemlere 2000 kişinin katıldığı belirtiliyor. Romanyalı yaşam savunucuları, siyanürle altın madenciliği yapılmak istenen yörenin doğal güzelliklerinin yanı sıra antik Roma döneminden kalan sitelerin de yok olacağını dile getiriyor. Hükümetin onay verdiği maden projesinin Meclisten de geçmesinin gerektiği dile getiriliyor.
İLK TEŞEKKÜR TÜRKÇE
Madene karşı mücadele eden örgütlerden Alburnus Maior Derneği Başkanı Eugen David, Rosia Montana’nın korunması için birleşen herkese teşekkür etti. Mücadeleye destek için geçtiğimiz hafta sonu Avrupa’nın birçok ülkesinde gösteriler yapılmıştı.
Maden bölgesine aralarında Romanya Kültür Bakanı ve UNESCO temsilcisinin yaptığı, altın madencisi şirket tarafından organize edilen inceleme gezisine Romanyalı yaşam savunucuları tepki göstermişlerdi. Tamamen madenci şirketin kontrolünde geçen ve maden karşıtlarını tartaklamaya kadar varan şiddet gösterilerine sahne olan gezi ile ilgili haberlerin Romanya medyasında yayınlanmaması üzerine, Romanyalı çevreciler bizden yardım istemişti. Gazetemizde bu gezinin iç yüzünü ortaya seren haberin çıkmasının ardından, Romanyalı yaşam savunucuları gazetemize teşekkür etti. Uluslararası desteğe teşekkür için yapılan pankarta da ilk teşekkürün Türkçe olması dikkat çekti. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 06 Eylül 2013

5 Eylül 2013 Perşembe

 Karaburun Bilim Kongresi başladı


Karaburun Bilim Kongresi başladı
  YER GÖK TAŞ OCAĞI VE TALAN
  Arif Koşar
  8. Karaburun Bilim Kongresi, İktidar ve Dayanışma ana temasıyla başladı. İzmir’in ‘keşfedilmemiş’ denilen ama hızla RES’ler, balık çiftlikleri ve taş ocaklarıyla işgal edilen, yarımadanın ‘şimdilik’ en güzel yerlerinden birisi olan Karaburun’da; bilim şenliği için yüzlerce bilim insanı ve genç araştırmacı buluştu.
Kongrenin açılışı her sene olduğun gibi Karaburun’un ‘dert’lerinin tartışıldığı “Karaburun Oturumu” ile başladı. Tayfun Özkaya’nın başkanlığını yaptığı oturumda Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa “taş ocaklarının sağlığa etkisi”ni, gazetemiz muhabiri Özer Akdemir “İzmir’in kirletilen suyunu”, UNESCO’dan Yıldıray Lise ise biyosfer rezerv alanlarını anlattı.
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Karaburun Bilim Kongresinde yaptığı konuşmada; Türkiye’deki taş ocakları gerçeğini ortaya koydu. İnsan ve çevre sağlığına yönelik açık zararlarına rağmen hiçbir önlemin alınmadığını kaydeden Karababa; “Sermayenin insan sağlığını riske atabilmesi serbest, bununla ilgili hiçbir engel de yok” dedi.
85 BİN TAŞ OCAĞI
Son yıllarda 85 bin taş ocağı ruhsatı alındığını ifade eden Prof. Dr. Ali Osman Karababa, “Neredeyse her coğrafyada yeşil örtünün yok olduğunu ve büyük bir çukurun olduğunu göreceksiniz. Nerede bir tepe olsa kazıldı ve oradaki doğal örtü yok edildi” dedi. Karababa, taş ocaklarının insan ve çevreye yönelik zararları bilinmesine rağmen büyük oranda ÇED raporlarından muaf tutulduğunu kaydetti. “Çevresel ve insani faaliyetler hiçbir şekilde göz önünde bulundurulmuyor. O yüzden de bunlara rahatlıkla izin veriliyor. Siyasal sistem ve hükümetteki temsilcilerin toplumsal çıktıları düşünmesi, mevzuatta var olsa da, uygulanmıyor. Mahkemeden olumlu karar da çıkmıyor, çıksa bile hükümet de, sermaye de uygulamıyor. Sözün bittiği yerdeyiz” diye konuştu.

İSYANCI ‘BİLİMCİLER’ BULUŞMASI!
Bundan 600 yıl önce Börklüce Mustafa’nın Osmanlı’ya başkaldırdığı bu topraklarda, bu sefer, belki yine aynı saiklerle yapılan tartışmalar bilimsel bir isyana dönüşüyor. Hükümetin ve içinde yaşadığımız toplumun hem dertleri, hem de bu dertlerin altında yatan daha ‘derin’ etkenler, adını koymak gerekirse kapitalizm, tersinden düzünden şiddetle eleştiriliyor. Farklı görüş ve fikirleri ortaklaştıran genel çerçeve ise insanı ve insanın bir parçası olan doğayı koruma arzusu.
Kongre kapsamında yapılacak onlarca oturumda ekonomiden siyasete, ekolojiden insan sağlığına, felsefeden tarihe kadar birçok disiplinde farklı konu ve gündemler tartışılacak. Kongre, Türkiye’de muhalif bilim insanlarının buluştuğu ve tartıştığı en önemli organizasyonlardan birisi, belki de en önemlisi. Tabii, böyle olunca, Karaburun ve Mordoğan Belediyesi de elini taşın altına koyuyor. Ancak İzmir Büyükşehir Belediyesinden, İzmir’den Karaburun’a gelmek isteyenler için talep edilen 2 otobüsse, nedense, olmuyor da olmuyor!

HİÇBİR KURAL UYGULANMIYOR
Prof. Dr. Ali Osman Karababa, taş ocaklarının insan ve çevre sağlığına etkileri konusunda şu bilgileri verdi: “Birinci sınıf gayrisıhhi müesseseler… Çevreye, insana, doğaya zararlı. Birincisi; taş ocakları yerleşim yerlerine uzak olması lazım. İkincisi tarım alanları ve doğal alanlara uzak olmalı. Üçüncüsü; kaldırdığı tozlar, yaşam alanlarına taşınabilecek yerler olmamalı. Etrafında bir koruma bandı olması gerekiyor. Türkiye’de ise bu kurulların hemen hemen hiçbirine uyulmuyor. Hem çevresel hem de insani risk çok yüksek. İzmir’in içinde iki çimento fabrikası var. Bunların ikisi de bütün tozların kente taşınabildiği yerlere konuşlanmış durumda. İzmir’i büyük ölçüde etkiliyor. 1979 yılından beri çimento fabrikasının kent dışına taşınmasını istediğimiz halde oradan kaldırılmasını bir türlü sağlayamadık. İnsan sağlığı da çevreden ayırt edilebilecek bir şey değil.”

İZMİR’İ NEREYE TAŞIYALIM?
Gazetemiz muhabiri Özer Akdemir, hem Karaburun’da yaşayan köylülerin, RES’ler, balık çiftlikleri ve taş ocakları nedeniyle yaşadıkları sıkıntıları hem de İzmir’in genelindeki çevre sorunları konu edindi. Yaşam alanlarını kaplayan “talan projeleri” karşısında “İzmir’i nereye taşıyalım, hep beraber düşünelim” dedi. Özellikle “İzmir’in su kirliliği” tartışmasına odaklanan Özer, yaşanan süreci şöyle anlattı: “AKP, planı sunulan Çamlı Barajı’nı yapmadı, şöyle bir gerekçe sundu: ‘Gördes Barajı ile İzmir’in su ihtiyacını karşılayacağız’ dediler. Şimdi 200 km uzaklıktan su taşınıyor. Turgutlu’da, Çaldağı’da nikel madenleri işletiliyor. Bunlar yer altı sularını etkileyebilecek potansiyele sahip. Bu işler olurken, İzmir’de, su işlerinden sorumlu İZSU ne yapıyor? Uyuyor. Arayıp sorduk. ‘Bizim haberimiz yok’ dediler. O madenin barajın havzasında kalıp kalmadığına bakmamış İZSU. Davalar açıldığında bakma gereği duyuyor. ‘Evet, bir kısmı kalıyormuş’ dedi. İZSU kentin içme suyundan sorumlu olan birim, bilmesi lazım, tedbirini alması lazım. Ama konu sermaye yatırımı olunca, devlet kurumlarının, doğanın ve insan sağlığının korunması konusunda pek de bir ilgili olmuyor.”

BUNLARIN GÖZÜ DOYMAZ!
Karaburun’da Yaylaköy’de yaşayan Mustafa Şenbahar da dertli. Oturumda söz alıyor. Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz gün yaptığı, “yeşile hastayım, hayranım, çok seviyorum” açıklamasına içerlemiş, kızmış. Çünkü kendi köyündeki hızlandırılmış ‘talan’ı bizzat yaşamış. Rüzgar Enerjisi Santralleriyle (RES) 10 binlerce keçinin mera alanlarının kullanılamaz/girilemez hale gelişini deneyimlemiş. Ve öfkeyle, “Karaburun talan ediliyor. 50 RES direği çalışmaya başladı, uyuyamıyor insanlar. Bunların gözü doymaz. Vahşi sermaye bütün partilerde var. Hiçbiri sütten çıkmış ak kaşık değil” diyor. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 05 Eylül 2013

Ergenekon ve altın madenciliği

KARABURUN Bilim Kongresinin ikinci gününde, “Doğa için mücadeleler” oturumunda sunum yapan gazetemiz muhabiri Özer Akdemir, Ergenekon davasında gözden kaçan bazı ‘ayrıntıların’ altını çizdi. Bergama köylülerinin altın madenciliğine karşı mücadelesinde, onların “Alman vakıfları” tarafından yönetildiği iddiasının, altın şirketleri tarafından özel olarak organize edildiğini, Dr. Necip Hablemitoğlu’nun  “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası”  isimli kitabının altın şirketleri tarafından finanse edildiğini anlatan Akdemir, aynı organizasyonun cinayet ve suikastlara kadar uzandığını ifade etti.
Akdemir, davanın Ergenekon’a bağlanmak istenmesine rağmen daha sonra bundan vazgeçildiğini ve suikastte adları geçenlerin Ergenokan davasından birer birer serbest bırakıldığını söyledi.  
AKP, HABLEMİTOĞLU SUİKASTİNİ ÇÖZEMEZ
İşin deşifre olmaması için Hablemitoğlu öldürüldü. AKP bu suikasti çözemez. Çünkü davanın arkasında çıkacaklar kendilerini ürkütebilir” diyen Akdemir, altın madeni mahkeme kararıyla kapalı iken o zamanın Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon ve 45 komutanını eşleriyle madeni ziyaret ederek altın madenlerine destek verdiğini de aktardı.
DENİZLERİMİZİ ALDINIZ, DERELERİMİZİ ASLA
HES mücadelelerini söylem kuramı çerçevesinde değerlendiren bir sunum yapan Hatun Korkmaz, “köylülerin taleplerinin diğer toplum kesimleri tarafından da benimsendiğini” söyledi. Korkmaz şunları ifade etti: “Doğanın tahrip olacağı kaygısı ile köylüler tepki gösterdiler. ‘Denizlerimizi aldınız, derelerimizi asla’ dediler. HES Mücadelesi, HES’in önlenmesinin yanında, doğanın tahrip edilmesinin durdurulması, yabancı şirketlerin faaliyetlerinin engellenmesi gibi talepleri de içerdi. Odalar, partiler, aydın ve sanatçıların da katkısıyla HES mücadelesi genişledi.”(İzmir/EVRENSEL)

KARABURUN’A KATILMA TEHDİDİ
KARABURUN Bilim Kongresindeki “Üniversite Mücadelesi” oturumunda, akademi ile emekçilerin ortak mücadelesi vurgusu öne çıktı. “Yeditepe Üniversitesinde Asistan Direnişi” adlı sunum hazırlığı olan Işıl Demirel, üniversite yönetiminin “işte atma tehdidi” nedeniyle kongreye katılamadı.
Demirel’in kongreye katılamama nedenini açıkladığı mektubunu Oturum Başkanı Aslı Odman okudu. Yeditepe üniversitesinden kongreye gitmemesi için hakkında açılan soruşturma neden gösterilerek üniversite yönetimince uyarıldığını açıkladığı mektubunda Demirel, “Orada yanınızda olmak yerine, Yeditepe’de bana ayrılan hücremde olacağım” diye belirtti.
Eklenme Tarihi: 05 Eylül 2013
http://www.evrensel.net/haber/67120/ergenekon-ve-altin-madenciligi

Bozkırdaki ölüm köyleri


NEVŞEHİR YÖRESİNDE ARSENİKLİ SU İÇİLİYOR
Özer Akdemir
Nevşehir yöresindeki köylüler arsenikli su içiyor. Köylerde, sınır değerlerin 50 katını aşan arsenikli sular, kanser ve birçok değişik hastalık yaptığı bile bile içiliyor. Devlet kurumları ise, valilik sitesinde yayımlanan bu resmi rakamları görmezden geliyor. Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Eşref Atabey’in Nevşehir Belediyesi tarafından bu yıl yayımlanan kitabı, Nevşehir’de göz göre göre işlenen cinayetleri anlatıyor. ‘Nevşehir İli Tıbbi Jeolojik Unsurları ve Halk Sağlığı’ adlı kitap kanser başta olmak üzere birçok hastalığa sebep olduğu bilinen, sınırının 50 katını aşan arsenikli suların Anadolu’nun tam ortasında, bozkır köylerinde içildiğine işaret ediyor.
KÖYLER ARSENİK İÇMEYE DEVAM EDİYOR
Atabey, 2008-2009 yıllarında yaptığı ve bir kısmını da Nevşehir Valiliğinden aldığı bu su tahlillerine rağmen aradan geçen yıllar içerisinde bir önlem alınmadığını “Maalesef köylerin çoğu arsenikli su içmeye devam ediyor” sözleriyle dile getiriyor. Atabey, 2013 şubat baskılı kitabında 1982-2012 yılları arasında Nevşehir ili jeoloji ve tıbbi amaçlı inceleme ve araştırmalarını sunuyor. 400 sayfalık kitapta yörenin jeolojik yapısı, enerji ve maden kaynakların yanı sıra özellikle halk sağlığına etki eden tıbbi jeolojik unsurlar incelenmiş.
BİLE BİLE GÖZ YUMULUYOR
Kitabın 4. bölümü olan içme suyunda arsenik ve halk sağlığı verileri yöre halkının yıllardır nasıl bir tehlike ile yaşamış olduğunu ortaya koyuyor. İşin daha kötü tarafı bu tehlike bilimsel verilerle tespit edilmesine rağmen önlem alınmada son derece yetersiz kalınması. Yani tehlike bile bile görmezden geliniyor.
EN BİLİNEN ETKİSİ KANSER!
Atabey’in kitabında arseniğin yol açtığı sağlık sorunları ile ilgili fotoğraflar da var. Derideki renk değişimleri, dilde, ellerde ve vücudun çeşitli yerlerinde görülen kerotozis olayları bu fotoğraflarla ortaya konmuş. Kitapta ayrıca arseniğin sağlığa etkileri konusunda da önemli bilgiler bulunuyor. Uzun yıllar arsenik içeren suların içilmesinin en bilinen etkisinin kanser olduğunun altı çiziliyor. Kanserin dışında arsenik, deri hastalıkları, solunum sistemi hastalıkları, kalp damar hastalıkları, sindirim ve üreme yolu hastalıkları gibi birçok sağlık sorununa da yol açıyor.
‘PEK ÇOK ARAŞTIRMA YAPTIM’
Kitabındaki bilgilerle ilgili görüşlerini aldığımız Atabey, içme suyunda arseniğin bulunma sınır değeri WHO standartları gereği 1993 yılında litrede 10 mikrograma indirildiği bilgisini verdikten sonra şunları dile getiriyor: “AB bu oranı 0 mertebesine indirmeye çalışıyor. Maalesef Nevşehir yöresindeki içme suları sınır değerler üzerinde arsenik içermektedir. Bununla ilgili pek çok araştırma yaptım” Atabey en sonunda 2009 yılında Çökek, Sarıhıdır köyü ile birkaç köyde arsenik arıtma tesisleri kurulduğunu, ama bunların durumlarını bilmediğini söylüyor.   Öte yandan aralarında TÜBİTAK’ın da bulunduğu bir komisyon, Nevşehir yöresindeki çeşitli köylerde sağlık taraması yaptı. Raporun birkaç hafta sonra yayımlanacağı söyleniyor.

BUNUN ADI CİNAYETTİR!
Eşref Atabey’in kitabında yer verilen içme sularındaki arsenik değerleri ile ilgili yorumlarını aldığımız Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, sorumuzu, günde iki litre su tüketen bir insanın içtiği sudaki arsenik oranı ile kanser olma oranı arasındaki ilişkiyi gösteren tabloya dikkat çekerek yanıtladı; * Tablo: Yaşam boyu günde iki litre su içilen bir toplumda kanser nedeniyle teorik ölüm riski:
Sudaki arsenik miktarı (µg/L)
Öngörülen toplam kanser riski
0.5
1/10 000
1/5 000
3
1/1 667
4
1/1 250
1/1 000
10 
1/500
20 
1/250
25 
1/200
50  
 1/100
Karababa, “Tablodan görüldüğü gibi sınır değer olan 10 µg/L düzeyinde arsenikli suyu içen birisinin bile kanser olma riski 1/500. Oran 0’a yaklaştıkça düşüyor. Burada içme sularında 500 µg/L arsenik olduğu tespit edilen köyler var. Bu kanser olma oranını 10 kişide 1’e kadar yükseltiyor.  Ki bu sadece arseniğe maruz kalan birisindeki kanser olma riskini gösteriyor. Başka etmenleri de işin içine katarsak bu oran çok daha yüksek çıkabilir. Kısacası bunun adı cinayettir” diye konuştu.

SULAR ARSENİK KAYNIYOR
Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Eşref Atabey’in arsenikli suyla ilgili yaptığı kendi araştırmalarının yanı sıra, 2 Aralık 2008 tarihinde Nevşehir Valiliğinden de aldığını belirttiği 247 ve 248. sayfadaki çizelgede bazı köylerin içme suyundaki arsenik oranları şöyle:
İlçe ve Köyler:  
İçme sularındaki arsenik konsantrasyonu (µg/l)
Nevşehir – Basansarnıç Köyü, Çiftlik Köyü
125.5 µg/l  80.1 µg/l
Ürgüp -Çökek Köyü, Sarıhıdır Köyü     
111 µg/l 128 µg/l
Kozaklı -Karahasanlı Köyü 
> 500 µg/l
Gülşehir –Gülpınar Köyü, Dadağı Köyü     
146.8 µg/l  401.9 µg/l
Avanos - Küçükayhan Köyü
111 µg/l
Hacıbektaş – Mikail köyü                      Aşağıbarak Köyü                      Killik köyü 
72 µg/l 84 µg/l 212 µg/l

BİR SİYANÜRLÜ MADEN EKSİKTİ!
Suyu arsenikli olan Nevşehir yöresi, bir de siyanürlü altın madeni üretimi için gün sayıyor. Bu girişim de KOZA Altın Şirketine ait. Altın madeni, yöre halkı üzerindeki tehdidin katlanması anlamına geliyor. Bilim insanları tarafından “en vahşi yöntem” denilen açık havada siyanür kullanımı yöntemiyle yapılacak olan altın üretimi için gerekli olan tonlarca suyun nereden alınacağı bilinmiyor. Şirketin Himmetdede Projesi adı altında tanıttığı sayfada bu yönde bir bilgi yok. Himmetdede’de işletilmek istenen altın madeni ile ilgili bir bilgisinin olmadığını aktaran Dr. Eşref Atabey, “Siyanür liçi için kullanılacak su, Kızılırmak Nehri yerine havzalardaki yer altı suyundan temin edilecekse sıkıntı olacağı aşikar. Yeterli yer altı suyu olmadığı gibi, liç için yer altı suyu çekildiğinde havzalardaki kuyulardaki su seviyeleri düşecek, belki kuruyacak, tarımsal ve içme suyu temininde büyük karmaşa olabilecektir. Herhalde bu durum  bilimsel yoldan çevreyi ve yer altı suyunu etkilemeden çözülmüştür” dedi.(İzmir/EVRENSEL)

Kütahya İğdeköy'de arsenik nedeniyle böyle yaralar oluşmuştu.
Eklenme Tarihi: 05 Eylül 2013

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...